: : : SÜPER FORUM TÜRKİYE : : :
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


TüRkİyE'nİn ''EN'' SüPer FoRuM SiTeSi
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Sure Sure Diyanet Tefsiri

Aşağa gitmek 
4 posters
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9  Sonraki
YazarMesaj
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:07 am

8-10. Önceki âyetler, ilâhî mesajı alarak onu kendi manevî dünyasına yansıt*ması ve insanlara tebliğ etmesi İçin Hz. Peygamber'i psikolojik yönden hazırlama*ya yönelikti. Bu âyetler ise manevî hazırlıkla birlikte tebliğin nasıl yapılması ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini öğretmektedir. Bunlar, daima Allah'ı anarak O'ndan yardım istemek, samimi kalp ile O'na yönelmek, O'nun gücüne dayanmak ve koruyuculuğuna güvenmek; inkarcıların kendisi hakkında söyledikleri "sihir*baz, kâhin, şair, mecnun" gibi yakışıksız sözlere, iftiralara aldırmamak, bunlara sa*bırla göğüs germek ve böyle durumlarda bu tür sözleri söyleyenlerle gereksiz ve verimsiz bir tartışma ve çatışma ortamına girmektense onlardan uzaklaşmaktır. [15] Mekke döneminin ilk zamanlarda inkarcıların, Resûlullah'a ve yeni müslüman olan az sayıdaki insana karşı tutumları daha çok sözlü sataşma şeklindeydi. Âyette Peygamber efendimizin gittikçe şiddetlenecek olan bu olum*suz davranışlar karşısında takınacağı tavır belirlenmektedir. Buna göre ResÛM Ek*rem'in gerek üstün ahlâkı gerekse tebliğ görevi onun kötülüğe kötülükle karşılık vermesini engelleyecek; dolayısıyla o, -korktuğu, âciz olduğu için değil- ödevi ge*rektirdiği için düşmanlarının haksız sözlerine, sataşmalarına katlanmayı bilecektir. Onun, bu tür saldırganlardan "uygun bir şekilde uzaklaşması" da fiziksel anlamda uzaklaşmaktan çok, onlarla tartışma ve çatışmaya girişmekten, karşılık vermekten kaçınmak şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim hicrete kadar Hz. Peygamber'in tutu*mu da burada belirtildiği şekilde olmuştur. [16]



11-14. "Nimet içinde yüzen o yalanlayıcılan bana bırak" cümlesi, elde ettik*leri nimetlerin şükrünü yerine getirmeyen ve Allah'ın gönderdiği Peygamber'i ya*lancılıkla itham eden varlıklı ve despotik tavırlı Mekke müşrikleriyle ilgilidir. Al*lah Teâlâ Hz. Peygamber'e onlarla uğraşmasına gerek olmadığını, onların cezala*rını kendisinin vereceğini bildirmiştir. Müfessirlerin çoğunluğu, bu cezalandırma sürecinin hicretten sonra Bedir savaşıyla başladığını belirtirler. 12. âyet onların ce*zalarının dünyada sona ermediğine, ahirette de cehennem ateşiyle cezalandırıla*caklarına işaret etmektedir. "Prangalar" diye çevirdiğimiz "enkâl" kelimesi "ke*lepçeler, bukağılar, demir halkalar" anlamına da gelmektedir. Buna göre âyet suç*luların elleri kelepçeli, ayakları bukağılı, boyunlarına halka geçirilmiş olarak ce*henneme sürüleceklerine işaret eder. Müfessirler "boğazdan geçmeyen yiyecek*lerden maksadın zakkum ağacı ve kuru diken olduğunu söylemişlerdir. [17]13. âyetin son bölümünde suçlular için aynca mahiyeti belirtilmeyen elem verici bir azaptan söz edilmektedir. 14. âyette de bu cezaların, dağların ve yeryüzünde bulunanların şiddetli bir şekilde sarsılması ve dağların kum yığını haline gelmesi ve kıyametin kopmasıyla başlayacağı haber verilmiştir. [18] Bütün bunlar dünya*da verilen ağır cezalara benzetme yoluyla uhrevî cezanın ağırlık ve dehşetini tas-vir etmeye yönelik anlatımlardır. [19]



15-16. Geçmişte kudret ve saltanatına güvenerek hak yoldan saptığı, zorba*lık yaptığı ve Allah'ın gönderdiği peygambere karşı geldiği için cezalandırılmış olan Firavun örnek verilerek ve insanların bundan ders almaları istenmektedir. Âyetler aynı zamanda müşrikler için de bîr uyandır. Hz. Mûsâ ile Hz. Peygam*ber'in durumları ve dini tebliğ ettikleri kimselerden aldıkları tepkiler birbirine benzediği için Yüce Allah bu örneği vermiştir. [20]



17-19. Yüce Allah önceki âyetlerde inkarcılıkta devam edenlerin dünyada nasıl cezalandırılacağını Firavun olayım da örnek vererek anlattıktan sonra bu âyetlerde bir misalle kıyamet gününün şiddetini ve inkarcıların o günkü hallerini tasvir etmektedir. 17. âyetin, kıyamet gününün dehşetinden dolayı çocukların yaş*lanacaklarını bildirdiği veya kıyamet olayı karşısında insanların güçlerini kaybe*deceklerini gösteren temsilî bir ifade olduğu şeklinde yorumlar vardır. Artık bun*lardan ders çıkarıp Allah'a giden yolu seçmek insanların hür iradelerine bırakıl*mıştır; dileyen Allah yolunu seçerek kurtuluşa erer, dileyen de şeytanın yolunu ter*cih ederek cezasını bulur. Hiç kimse bu yollardan birini seçmeye zorlanmaz. Bu ve benzeri âyetler Kur'an'm din ve vicdan özgürlüğüne ne derecede önem verdi*ğini göstermesi bakımından ayrıca dikkat çekicidir. [21]



20. İlk âyetlerde gece namazına kalkılması ve bunun belli bir vakit içinde eda edilmesi emredilmişti. Uygulamada hem gece namaza kalkma hem de istenen vak*ti tespit etme hususunda zorluk ortaya çıkınca yükümlülük hafifletilmiş veya mak*sadın kesin olarak vakte riayet etmek ve mutlaka kılmak olmadığı, emrin teşvik ve tavsiye mahiyetinde olduğu açıklanmıştır. Gece namazının başlangıçta hem Hz. Peygamber'e hem de ümmete farz kılındığını, daha sonra halkın zorlandığı ortaya çıkınca onlar için nafile, Hz. Peygamber için farz haline getirildiği görüşünde olanlar da vardır. [22]

Müfessirler "Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz" mealindeki bö*lümü iki türlü yorumlamışlardır:

a) Geceleri kolayınıza gelen miktarda teheccüt namazı kılınız;

b) Gece namazında Kur'an'dan kolayınıza gelen miktarda okuyu*nuz. [23] Birinci yoruma göre müminler geceleyin belli bir vakte bağlı kalmadan ve farz olmaksızın kalkıp ko*laylarına geldiği miktarda nafile namaz kılarlar; ikinci yoruma göre ise gece kal*kıp kıldıkları namazda Kur'an'dan kolaylarına gelen miktarda ve kolay gelen âyet*leri okurlar. Bununla birlikte bu cümleyi, namazla alâkası olmaksızın, "Sadece V Kur'an'dan kolayınıza gelen miktarı okuyunuz" şeklinde yorumlamak da müm*kündür. [24]

Âyetin bundan sonraki bölümünden anlaşıldığına göre hastalıktan, geçim te*mini için veya başka maksatlarla yapılan yolculuklardan; vatan savunması, özgür*lük, bağımsızlık vb. yüce amaçlarla cihadda bulunmak gibi mazeretlerden dolayı Allah Teâlâ kullarına kolaylık lütfetmiş, yani müminlerin gece kalkıp kolaylarına geldiği miktarda namaz kılmaları farz değil mendup olmuştur.

Âyetin son bölümünde İse Yüce Allah müminlere, namazlarını usul ve âda*bına uygun olarak kılmalarını, zekâtlarını vermelerini, Allah nzası için hayır yap- malarını, iyilikte bulunmalarım, fakirlere karşı şefkat ve merhametle davranıp on*lara yardım etmelerini buyurmakta, dünyada bu tür iyi işler yapanların âhirette Al*lah katından bu yaptıklarının karşılığını kat kat alacaklarını haber vermektedir. Müfessirler genellikle burada geçen "Namazınızı kılınız, zekâtı veriniz" cümlesin*deki namazı beş vakit namaz, zekâtı da farz olan zekât olarak yonımlamışlarsa da sûrenin tamamının Mekke döneminde inen ilk sûrelerden olduğunu dikkate alırsak bu yoruma katılmak mümkün değildir. Çünkü beş vakit namaz ve belirli kurallara bağlanmış haliyle zekât vecibesi yıllar sonra farz kılınmıştır. Buna göre âyette, İs*lâm'ın beş temel şartından ikisini teşkil eden namaz ve zekât ibadetlerine ilişkin yükümlülük bilincini oluşturmanın ve bunların ilk uygulamalarım başlatmanın amaçlandığı söylenebilir. Kullar dünya hayatında ne kadar dikkat ederlerse etsin*ler hatadan kurtulamayacakları için sûrenin son cümlesinde Allah'tan bağış iste*meleri emredilmiştir. [25]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtubî, XIX, 30

[2] bk. tbn Âşûr, XXIX, 254; Esed, İÜ, 1199

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408-409.

[6] bk. Buttan, "Bed'ü'l-vahy", 3, 7; Müslim, "îman", 252, 255

[7] bk. Şevkânî, V, 364; İbn Âşûr, XXIX, 256

[8] Şevkânî, V, 364; Esed İÜ, 1200

[9] İbn Âşûr, XXIX, 258; ayrıca krş. İsrâ 17/79

[10] İbn Kesîr, VIII, 276

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/409-410.

[11] Râzî, XXX, 174; Şevkânî, V, 365

[12] Şevkânî, V, 365

[13] bk. Şevkânî, V, 366

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/410.

[15] krş. En'âm 6/68

[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/410-411.

[17] Şevkânî, V, 367; krş. Gâşiye 88/6

[18] dağların parçalanması hakkında bilgi için bk. Kehf 18/47

[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/411.

[20] Hz. Peygamber'in insanlar hakkın*da şahit olarak gönderilmesi konusunda bk. Bakara 2/143; Nisa 4/41

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/411.

[21] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/412.

[22] Şevkânî, V, 371-372

[23] bk. Şevkânî, V, 371-372; İbn Âşûr, XXIX, 283-284

[24] bk. Ebû Bekir İbnu'l-Arabî, IV, 1881

[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/412-413.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:08 am

MÜZZEMMİL SURESİ

73


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :

3



Âyet sayısı:

20



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yetmiş üçüncü, iniş sırasına göre üçüncü sûredir. Ka*lem sûresinden sonra, Müddessir sûresinden önce Mekke'de inmiştir; 20. âyetinin Medine'de indiğine dair bir rivayet de vardır.[1] Müddessir sûre*sinden sonra indiği, dolayısıyla 4. sırada yer aldığı görüşünde olanlar da vardır. [2]



Âdı


Sûre adını, birinci âyette geçen "örtünüp bürünen" anlamındaki "müzzem-rnil" kelimesinden almıştır.[3]



Konusu


Resûlüllah'a şahsı ve peygamberliği ile ilgili bazı görevlerin verildiğini ifa*de eden âyetlerle başlayan sürede daha sonra kıyamet günündeki olaylar, âhirette-ki hesap ve ceza konulan anlatılmakta; son olarak da müminlerin ibadet yükleri*nin hafıfletildiği bildirilmektedir. [4]



Meali


Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Ey örtüsüne bürünen! 2-4, Geceleyin -birazı dışında- namaza kalk! Gecenin yarısından sonra; bu süreyi biraz azalt ya da ona ekleme yap; Kur'an'ı tane tane, hakkını vererek oku. 5. Doğrusu biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahy edeceğiz. 6. Şüphe*siz gece vakti etki ve uyum yönünden, sözün zihne yerleşmesi bakımından da*ha elverişlidir. 7. Gündüz vakti ise senin için yoğun bir koşuşturma durumu vardır. 8. Rabbinin adını an, bütün varlığınla ona yönet. 9. Doğunun da batı*nın da rabbi O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyse yalnız Q'na güvenip sığm. 10. Onların söylediklerine katlan ve uygun bir şekilde onlardan uzak-laş. 11. Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz süre tanı. 12-13. Kuşkusuz katımızda (onlar için) prangalar, yakıcı bir ateş, boğaz*dan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azap vardır. 14.0 gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar savrulan kum yığınları halini alır. 15. Doğrusu Fira*vunca bir elçi gönderdiğimiz gibi size de hakkınızda tanık olacak bir peygam- ber gönderdik. 16. Firavun o peygambere karşı gelmiş, biz de onu ağır bir şe*kilde cezalandırmıştık. 17. Siz de inkârda dircnirseniz çocukları ihtiyarlatan o günden kendinizi nasıl koruyacaksınız? 18. O gün gökler paramparça ola*cak, Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelecektir. 19. Şüphesiz bunlar bir öğüt*tür; artık dileyen rabbine ulaştıracak bir yol tutar. 20. Senin, gecenin üçte iki*sine yakın kısmım, yarısını, üçte birini ibadetle geçirdiğini ve beraberinde bu*lunanlardan bir grubun da (böyle yaptığını) rabbin elbette bilir. Gece ve gün*düzü belirleyen ancak Allah'tır. O sizin, vakti tespit edemeyeceğinizi bilmek*tedir. Bu yüzden de sizi bağışlamıştır. Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz. Allah bilmektedir ki içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Al*lah'ın lütfundan nzık aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, diğerleri de Allah yolunda çarpışacaklardır. O halde Kur'an'dan kolayınıza geleni oku*yunuz. Namazı kılınız, zekâtı veriniz, Allah'a güzel bir borç veriniz. Kendiniz için önceden ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha iyi ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah'tan bağış dileyiniz, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir. [5]



Tefsiri


1-4. Hadis kaynaklarında anlatıldığına göre Hz. Peygamber Hİra mağarasın*da İlk vahyi aldığında bu olaydan fevkalade etkilenmiş, doğruca evine gidip eşi Hz. Hatice'ye "Beni örtün, beni örtün!" demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüş*ler, korkusu geçip rahatlaymcaya kadar bu şekilde kalmıştır. [6] İşte 1. âyetteki "müzzemmil" kelimesi onun bu halini ifade etmektedir. Hz. Peygamber örtüsüne bürünmüş bir halde du*rurken yine Cebrail (a.s.) gelmiş ve "Ey örtüsüne bürünen!" hitabıyla başlayan ye*ni vahiyler getirmiştir. [7] Bununla bir*likte "örtüsüne bürünen" ifadesine mecaz olarak "peygamberlik kisvesine bürü*nen, Kur'an'a bürünen, uyumak için örtüsünü üzerine çeken, uykuya dalmış olan, kendi kendine dalıp düşünen" anlamlan da verilmiştir. [8] 2. âyette Hz, Peygamber'e gecenin büyük bir kısmını ibadetle geçirmesi emredilmiş; 3. ve 4. âyetlerde ibadet süresinin miktarı gecenin yansı veya daha azı yahut biraz fazlası olarak tayin edilmiştir. 20. âyette ise bu sürenin, üçte ikisine ya*kın, yarısı, üçte biri olarak uygulandığı bildirilmiştir. Çoğunlukla tefsirlerde gece kalkıp namaz kılmanın Hz. Peygamber'e farz kılındığı, beş vakit namaz farz kılın*dıktan sonra da bu ödevin aynen devam ettiği bildirilmektedir. Teheccüd adı ve*rilen bu gece namazı yükümlülüğü Hz. Peygamber'e mahsus olup ümmetinin de geceleyin kalkıp bu namazı nafile olarak kılmaları sünnet kabul edilmiştir. [9]

"Tane tane, hakkını vererek oku" diye çevirdiğimiz fiilin maştan olan tertîl, sözlükte "bir şeyi güzel bir şekilde sıralamak, dizmek, açığa çıkarmak ve açıkla*mak" anlamlarına gelmektedir. Burada Kur'an'ın açık ve düzgün bir şekilde, tane tane ve yavaş yavaş, mânası üzerinde düşünerek okunması kastedilmektedir. Bu şekilde okumak Kur'an'ı anlamaya ve mânalarını düşünmeye daha elverişli oldu*ğu için Yüce Allah böyle okunmasını emretmiştir. Hz. Peygamber'in Kur'an'ı, harflerinin hakkını vererek ağır ağır okuduğu rivayet edilir. [10]



5-7. "Ağır söz"den maksat Kur'ân-ı Kerîm'dİr; yüceliği, önemi ve değerin*den, içeriğinin zenginliğinden, getirdiği sorumlulukların ağırlığından dolayı ona ağır söz denilmiştir. [11]Hz. Peygamber'in gece*leri kalkıp namaz kılmasının emredilmesinin de onun psikolojik olarak bu ağır gö*reve hazırlanmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. "Gece vakti" diye tercüme ettiğimiz "nâşie" kelimesine müfessirler "gece vakitleri ve bu vakitlerde meydana gelen olay, gece kalkan kimse" gibi anlamlar vermişlerdir. [12] Âyette gece vaktinin sessizliği, tenhalık, karanlık, serinlik gibi özelliklerinden do*layı bu vakitlerin huzur ve sükûn içerisinde ibadetle meşgul ofmak ve Kur'an oku*mak için gündüzden daha elverişli olduğu veya geceleyin kılınan namazın insanı manen yüceltmeye, Kur'an'ı anlayacak ve üzerinde düşünecek şekilde okumaya daha müsait hale getireceği bildirilmektedir.

7. âyetteki "sebh" kelimesi, "yüzme" anlamının yanında, mecaz olarak, "ih*tiyaçlar ve türlü meşguliyet alanları için koşuşturma, gidip gelme, dolaşıp durma" şeklinde de açıklanmış olup[13] mealde bu mâna dikkate alın*mıştır. Burada Hz. Peygamber'e ve onun şahsında ümmetine, gündüzleri daha çok maişet temini, Kur'an'ı tebliğ, dini öğretme ve daha başka işlerle meşgul olacak*ları, bu tür maksatlarla koşuşturacakları; bu sebeple namaz, Kur'an okuma gibi ibadetler için gecenin daha elverişli bir zaman olduğu hatırlatılmıştır. [14]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:09 am

8-10. Önceki âyetler, ilâhî mesajı alarak onu kendi manevî dünyasına yansıt*ması ve insanlara tebliğ etmesi İçin Hz. Peygamber'i psikolojik yönden hazırlama*ya yönelikti. Bu âyetler ise manevî hazırlıkla birlikte tebliğin nasıl yapılması ve nelere dikkat edilmesi gerektiğini öğretmektedir. Bunlar, daima Allah'ı anarak O'ndan yardım istemek, samimi kalp ile O'na yönelmek, O'nun gücüne dayanmak ve koruyuculuğuna güvenmek; inkarcıların kendisi hakkında söyledikleri "sihir*baz, kâhin, şair, mecnun" gibi yakışıksız sözlere, iftiralara aldırmamak, bunlara sa*bırla göğüs germek ve böyle durumlarda bu tür sözleri söyleyenlerle gereksiz ve verimsiz bir tartışma ve çatışma ortamına girmektense onlardan uzaklaşmaktır. [15] Mekke döneminin ilk zamanlarda inkarcıların, Resûlullah'a ve yeni müslüman olan az sayıdaki insana karşı tutumları daha çok sözlü sataşma şeklindeydi. Âyette Peygamber efendimizin gittikçe şiddetlenecek olan bu olum*suz davranışlar karşısında takınacağı tavır belirlenmektedir. Buna göre ResÛM Ek*rem'in gerek üstün ahlâkı gerekse tebliğ görevi onun kötülüğe kötülükle karşılık vermesini engelleyecek; dolayısıyla o, -korktuğu, âciz olduğu için değil- ödevi ge*rektirdiği için düşmanlarının haksız sözlerine, sataşmalarına katlanmayı bilecektir. Onun, bu tür saldırganlardan "uygun bir şekilde uzaklaşması" da fiziksel anlamda uzaklaşmaktan çok, onlarla tartışma ve çatışmaya girişmekten, karşılık vermekten kaçınmak şeklinde yorumlanmıştır. Nitekim hicrete kadar Hz. Peygamber'in tutu*mu da burada belirtildiği şekilde olmuştur. [16]



11-14. "Nimet içinde yüzen o yalanlayıcılan bana bırak" cümlesi, elde ettik*leri nimetlerin şükrünü yerine getirmeyen ve Allah'ın gönderdiği Peygamber'i ya*lancılıkla itham eden varlıklı ve despotik tavırlı Mekke müşrikleriyle ilgilidir. Al*lah Teâlâ Hz. Peygamber'e onlarla uğraşmasına gerek olmadığını, onların cezala*rını kendisinin vereceğini bildirmiştir. Müfessirlerin çoğunluğu, bu cezalandırma sürecinin hicretten sonra Bedir savaşıyla başladığını belirtirler. 12. âyet onların ce*zalarının dünyada sona ermediğine, ahirette de cehennem ateşiyle cezalandırıla*caklarına işaret etmektedir. "Prangalar" diye çevirdiğimiz "enkâl" kelimesi "ke*lepçeler, bukağılar, demir halkalar" anlamına da gelmektedir. Buna göre âyet suç*luların elleri kelepçeli, ayakları bukağılı, boyunlarına halka geçirilmiş olarak ce*henneme sürüleceklerine işaret eder. Müfessirler "boğazdan geçmeyen yiyecek*lerden maksadın zakkum ağacı ve kuru diken olduğunu söylemişlerdir. [17]13. âyetin son bölümünde suçlular için aynca mahiyeti belirtilmeyen elem verici bir azaptan söz edilmektedir. 14. âyette de bu cezaların, dağların ve yeryüzünde bulunanların şiddetli bir şekilde sarsılması ve dağların kum yığını haline gelmesi ve kıyametin kopmasıyla başlayacağı haber verilmiştir. [18] Bütün bunlar dünya*da verilen ağır cezalara benzetme yoluyla uhrevî cezanın ağırlık ve dehşetini tas-vir etmeye yönelik anlatımlardır. [19]



15-16. Geçmişte kudret ve saltanatına güvenerek hak yoldan saptığı, zorba*lık yaptığı ve Allah'ın gönderdiği peygambere karşı geldiği için cezalandırılmış olan Firavun örnek verilerek ve insanların bundan ders almaları istenmektedir. Âyetler aynı zamanda müşrikler için de bîr uyandır. Hz. Mûsâ ile Hz. Peygam*ber'in durumları ve dini tebliğ ettikleri kimselerden aldıkları tepkiler birbirine benzediği için Yüce Allah bu örneği vermiştir. [20]



17-19. Yüce Allah önceki âyetlerde inkarcılıkta devam edenlerin dünyada nasıl cezalandırılacağını Firavun olayım da örnek vererek anlattıktan sonra bu âyetlerde bir misalle kıyamet gününün şiddetini ve inkarcıların o günkü hallerini tasvir etmektedir. 17. âyetin, kıyamet gününün dehşetinden dolayı çocukların yaş*lanacaklarını bildirdiği veya kıyamet olayı karşısında insanların güçlerini kaybe*deceklerini gösteren temsilî bir ifade olduğu şeklinde yorumlar vardır. Artık bun*lardan ders çıkarıp Allah'a giden yolu seçmek insanların hür iradelerine bırakıl*mıştır; dileyen Allah yolunu seçerek kurtuluşa erer, dileyen de şeytanın yolunu ter*cih ederek cezasını bulur. Hiç kimse bu yollardan birini seçmeye zorlanmaz. Bu ve benzeri âyetler Kur'an'm din ve vicdan özgürlüğüne ne derecede önem verdi*ğini göstermesi bakımından ayrıca dikkat çekicidir. [21]



20. İlk âyetlerde gece namazına kalkılması ve bunun belli bir vakit içinde eda edilmesi emredilmişti. Uygulamada hem gece namaza kalkma hem de istenen vak*ti tespit etme hususunda zorluk ortaya çıkınca yükümlülük hafifletilmiş veya mak*sadın kesin olarak vakte riayet etmek ve mutlaka kılmak olmadığı, emrin teşvik ve tavsiye mahiyetinde olduğu açıklanmıştır. Gece namazının başlangıçta hem Hz. Peygamber'e hem de ümmete farz kılındığını, daha sonra halkın zorlandığı ortaya çıkınca onlar için nafile, Hz. Peygamber için farz haline getirildiği görüşünde olanlar da vardır. [22]

Müfessirler "Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz" mealindeki bö*lümü iki türlü yorumlamışlardır:

a) Geceleri kolayınıza gelen miktarda teheccüt namazı kılınız;

b) Gece namazında Kur'an'dan kolayınıza gelen miktarda okuyu*nuz. [23] Birinci yoruma göre müminler geceleyin belli bir vakte bağlı kalmadan ve farz olmaksızın kalkıp ko*laylarına geldiği miktarda nafile namaz kılarlar; ikinci yoruma göre ise gece kal*kıp kıldıkları namazda Kur'an'dan kolaylarına gelen miktarda ve kolay gelen âyet*leri okurlar. Bununla birlikte bu cümleyi, namazla alâkası olmaksızın, "Sadece V Kur'an'dan kolayınıza gelen miktarı okuyunuz" şeklinde yorumlamak da müm*kündür. [24]

Âyetin bundan sonraki bölümünden anlaşıldığına göre hastalıktan, geçim te*mini için veya başka maksatlarla yapılan yolculuklardan; vatan savunması, özgür*lük, bağımsızlık vb. yüce amaçlarla cihadda bulunmak gibi mazeretlerden dolayı Allah Teâlâ kullarına kolaylık lütfetmiş, yani müminlerin gece kalkıp kolaylarına geldiği miktarda namaz kılmaları farz değil mendup olmuştur.

Âyetin son bölümünde İse Yüce Allah müminlere, namazlarını usul ve âda*bına uygun olarak kılmalarını, zekâtlarını vermelerini, Allah nzası için hayır yap- malarını, iyilikte bulunmalarım, fakirlere karşı şefkat ve merhametle davranıp on*lara yardım etmelerini buyurmakta, dünyada bu tür iyi işler yapanların âhirette Al*lah katından bu yaptıklarının karşılığını kat kat alacaklarını haber vermektedir. Müfessirler genellikle burada geçen "Namazınızı kılınız, zekâtı veriniz" cümlesin*deki namazı beş vakit namaz, zekâtı da farz olan zekât olarak yonımlamışlarsa da sûrenin tamamının Mekke döneminde inen ilk sûrelerden olduğunu dikkate alırsak bu yoruma katılmak mümkün değildir. Çünkü beş vakit namaz ve belirli kurallara bağlanmış haliyle zekât vecibesi yıllar sonra farz kılınmıştır. Buna göre âyette, İs*lâm'ın beş temel şartından ikisini teşkil eden namaz ve zekât ibadetlerine ilişkin yükümlülük bilincini oluşturmanın ve bunların ilk uygulamalarım başlatmanın amaçlandığı söylenebilir. Kullar dünya hayatında ne kadar dikkat ederlerse etsin*ler hatadan kurtulamayacakları için sûrenin son cümlesinde Allah'tan bağış iste*meleri emredilmiştir. [25]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Kurtubî, XIX, 30

[2] bk. tbn Âşûr, XXIX, 254; Esed, İÜ, 1199

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/408-409.

[6] bk. Buttan, "Bed'ü'l-vahy", 3, 7; Müslim, "îman", 252, 255

[7] bk. Şevkânî, V, 364; İbn Âşûr, XXIX, 256

[8] Şevkânî, V, 364; Esed İÜ, 1200

[9] İbn Âşûr, XXIX, 258; ayrıca krş. İsrâ 17/79

[10] İbn Kesîr, VIII, 276

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/409-410.

[11] Râzî, XXX, 174; Şevkânî, V, 365

[12] Şevkânî, V, 365

[13] bk. Şevkânî, V, 366

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/410.

[15] krş. En'âm 6/68

[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/410-411.

[17] Şevkânî, V, 367; krş. Gâşiye 88/6

[18] dağların parçalanması hakkında bilgi için bk. Kehf 18/47

[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/411.

[20] Hz. Peygamber'in insanlar hakkın*da şahit olarak gönderilmesi konusunda bk. Bakara 2/143; Nisa 4/41

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/411.

[21] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/412.

[22] Şevkânî, V, 371-372

[23] bk. Şevkânî, V, 371-372; İbn Âşûr, XXIX, 283-284

[24] bk. Ebû Bekir İbnu'l-Arabî, IV, 1881

[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/412-413.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:09 am

CİN SÛRESİ

72


İndiği Yer


Mekke



İniş Sırası


40



Âyet sayısı

28



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yetmiş ikinci, iniş sırasına göre kırkıncı sûredir. A'râf sûresinden sonra, Yâsîn sûresinden önce Mekke'de inmiştir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen rivayete göre bir gün Hz. Peygamber ashabından birkaç kişiyle birlikte Ukaz panayırına doğru giderken Nahle denilen yerde ashabına sabah namazını kıldırmıştı. Onun namazda okuduğu âyetleri işiten cinler bu âyetlerin tesirini derinden hissedip hayranlık duymuşlar, bu olayı kendi topluluklarına da anlatmışlar ve Kur'an'a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını açıklamışlardır. İşte bu olay üzerine Cin sûresi İnmiştir[1]



Adı


Sûre adını, birinci âyette geçen ve "cinler" anlamına gelen "cinn" kelimesinden almıştır. Sûre ilk kelimeleri olan "Kul ûhiye ileyye"[2] veya kısaca "Kul ûhiye" İsimleriyle de anılmıştır. [3]



Konusu


Sûrenin ana konusu cinler ve bunlara ait özel durumlardır. Sûrede bir cin topluluğunun Hz. Peygamber'den Kur'an dinlediği ve ona iman ettiği, inanç bakımından cinlerin de müminler ve kâfirler olarak ikiye ayrıldığı bildirilmekte ve cinlerle ilgili olarak insan idrakini aşan bilgiler verilmektedir. Aynca sûrede Allah Te-âlâ'nın varlığı, birliği, büyüklüğü, evrendeki hükümranlığı ve Allah'tan başkasına ibadet edilmemesinin gereği üzerinde durulmuş, öldükten sonra dirilme ve hesap vermeye iman gibi İslâm'ın bazı inanç esasları ele alınmıştır. Gayb bilgisinin Allah'a mahsus olduğu, bu bilgileri ancak kendisinin razı olduğu kimselere bildireceği ve Allah'ın ilminin kuşatıcılığı ifade edilerek sûre sona ermiştir.[4]



Meali


Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1-2. De ki: Cinlerden bir topluluğun (Kur'an'ı) dinleyip şöyle söyledikleri bana vahyolundu: "Biz, doğru yolu gösteren hârika bir okuma dinledik ve ona iman ettik. Artık kesinlikle rabbimize kimseyi ortak koşmayacağız. 3, Rabbimizin şanı çok yücedir; O, ne bir eş edinmiştir ne de çocuk. 4. Doğrusu aramızdaki beyinsiz Allah hakkında asılsız şeyler söylüyormuş. 5. Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanırdık. 6. İnsanlardan bazı adamlar cinlerden bazı kişilere sığınırlardı, onlar da bunların taşkınlıklarım arttırırlardı. 7. Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanırlardı. 8. Hakikaten biz (cinler) göğü yokladık, onu güçlü muha-fızlar ve alev toplarıyla doldurulmuş bulduk. 9. Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabilecek yerlerinde otururduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse kendisini gözetleyen bîr alev topuyla karşılaşıyor. 10. Bilmiyoruz, yeryüzündekiler hakkında bir kötülük mü murat edildi yoksa Rableri onlar için bir iyilik mi diledi? 11. Doğrusu içimizde iyiler var, ama aramızda başka türlü olanlar da var; farklı yollar izledik. 12. Sonunda anladık ki yeryüzünde Allah'ın iradesini asla engelleyemeyiz; kaçmakla da O'nun elinden kurtulamayız. 13. Ve biz doğru yol rehberini dinler dinlemez ona iman ettik; rabbine iman eden kimse artık ne ziyana ne de haksızlığa uğramaktan korkar. 14. Aramızda ilâhî emirlere boyun eğenler var, ama hak yoldan sapanlarımız da var. Boyun eğenler doğru yolu hedeflemişlerdir. 15. Hak yoldan sapanlar ise cehennemin yakıtı olmuşlardır," [5]



Tefsiri

1-3. Cin, sözlükte "örtmek, örtünmek, gizli kalmak" anlamındaki "cenne" fiilinden İsim olup "gizli, görünmeyen varlıklar" mânasına gelir, tekili "cinnî"dir. Terim olarak cin, ateşten yaratılmış, duyularla idrak edilemeyen, şuur ve irade sahibi, ilâhî emirlere uymakla yükümlü olan, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık türünü ifade eder. Cİn kelimesi gerek Kur'ân'da (22 yerde) gerekse diğer İs-lâmî kaynaklarda insan ve melek dışındaki üçüncü bir akıllı / şuurlu varlık türünün adı olarak kullanılmıştır.

İnsanlar gibi cinler de kendi aralarında evlenip çoğalırlar; insanlara nispetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesafeleri katedebilir, insanlar onları görmedikleri halde onlar insanları görür, insanların bilmediği bazı hususları bilirler; fakat gaybı bilemezler. Cinlerin gaybı bildiklerine dair yanlış inancı Kur'an kesinlikle reddeder. [6] Göktekiineleklerin konuşmalarından gizlice haber almak isterlerse de buna imkân verilmez. [7] Kur'an bazı cinlerin Hz. Süleyman'ın emrine girerek ordusunda hizmet gördüklerini ve insanlarla beraber çalıştıklarını bildirmektedir. [8]

Cin telâkkisi insanlık tarihinin her döneminde ve bütün kültürlerde mevcuttur. Eski Asurlular ve Bâbilliler'de kötü ruh ve cinlere inanılırdı. Sâmî kökenli kavimlerde cinlerin değişik sınıfları bulunduğu kabul edilirdi. Eski Mısır'da cinler çoğunlukla yılan, kertenkele gibi sürüngenlere benzetilirdi. Eski Yunanlılar'da da-inıon adı verilen insanüstü varlıklar bulunduğu kabul edilir, bunlar İyi ve kötü olarak ikiye ayrılırdı. Eski Romalılar'da da insanlara zarar verebilen kötü ruhlar telâkkisi mevcuttu. Çinliler cinlerin her yerde bulunduğu, iyilerinin ve kötülerinin olduğu kabul edilirdi. Özellikle taoist rahipleri cinlerin zararlarından korunmak için muska yazar, efsun yaparlar. Hintliler'de de iyi ve kötü cin telâkkisi mevcuttur. İran kültüründe cin telakkisi Zerdüşt öncesinden gelir. Eski Türkler'de cinler bütün hastalıkların kaynağı kabul edilir, bu cinler Şaman tarafından hasta bedenlerden uzaklaştırılırdı.

İsrail kültüründe, daha çok İran'ın düalist sisteminin tesiriyle kötü ruh ve cin anlayışı belirginleşmişti. Yahudiler cinlerin çöllerde ve harabelerde yaşadığına inanırlardı. Yahudi kutsal kitaplarında ağrı ve felaket veren, kan emen cinlerden söz edilir. [9] Hıristiyan kültüründe cin telakkisi daha çok Yahudilik etkisinde gelişmiştir. Yeni Ahid, cinleri putperestlerin tanrıları[10] bedensel ve ruhsal hastalıkların kaynağı[11] olarak gösterir. Bilhassa XII. Yüzyıldan itibaren cin telakkisi hıristiyan sanatının önemli bir teması haline germiştir. Avrupa'da ve daha sonra Amerika'da cadı ve büyücülük büyük ilgi görmüştür.

İslâm'dan önce Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, onlar adına kurban keserlerdi. Cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine inanırlar; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı [12] Câhiliye Araplan'nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melekleri Allah'ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı. [13] Kur'ân-ı Kerîm bu bâtıl inançları reddetmiş, cinlerin de insanlar gibi Allah'a kulluk etmeleri için yaratıldıklarını haber vermiştir. [14] Onlara da peygamber gönderilmiş, içlerinden iman edenler olduğu gibi inkâr edenler de olmuştur. [15]Hz. Peygamber ilâhî emirleri cinlere de tebliğ etmiştir. [16]

Yukarıda "Nüzulü" başlığında belirtildiği üzere cinlerden bir grup, Hz. Pey-gamber'den Kur'an dinledikten sonra geri dönüp, doğru yolu gösteren ve üstün nitelikleri nedeniyle kendilerini hayran bırakan Kur'an'a inandıklarını, artık rableri-ne hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını kendi topluluklarına açıklayarak onları da uyarmaya çalışmışlardır. Âyetten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber o esnada Kur'an dinleyen cinleri görmemiş, fakat onların Kur'an dinledikleri kendisine vahiy yoluyla bildirilmiştir; ancak daha sonraki buluşmalarında cinleri gördüğü ve onlara tebliğde bulunduğu rivayet edilmiştir. [17] Cinlerin Kur'an'i dinlediklerini haber vermekten maksat, Hz. Peygamber'den defalarca Kur'an dinledikleri halde iman etmemekte direnen müşriklerin cinlerden ibret ve örnek almalarını sağlamaktır. [18]

3. âyette "rabbimİzİn şanı" diye çevirdiğimiz tamlamadaki "ced" kelimesi sözlükte "büyüklük, ululuk, zenginlik, güç, asıl" anlamlarına gelmektedir. Burada Allah'ın şanının yüce olduğunu ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını ifade eder. Âyetin devamında "O, ne bir eş edinmiştir ne de çocuk" mealindeki cümle de bu yorumu desteklemektedir. Cinlerin bu sözleri onların, müşriklerin "Melekler Allah'ın kızlarıdır" şeklindeki inançlarından haberdar olduklarını ve bu bâtıl İnancı reddettiklerini gösterir. [19]



4-5. Mücâhid'e göre cinlere Allah hakkında asılsız şeyler söyleyerek onları Allah'tan başkasına tapmaya davet eden "beyinsiznden maksat îblis'tir[20] İblis Allah'a eş, ortak ve çocuk isnadında bulunur, cinler de ona inanırlardı; ama Kur'an'ı dinleyip bilinçlendikten sonra artık ona inanmaktan vazgeçmişlerdir. [21]



6. Rivayete göre Câhiliye döneminde bir kimse geceleyin ıssız bir vadide bulunup da başına bir şey gelmesinden korktuğunda "Kötülerin şerrinden bu vadinin efendisine sığınırım" diyerek cinlerin şerrinden onların efendisine sığınırdı. İşte "Onların taşkınlıklarını arttırırlardı" mealindeki cümle bu cinlerin kendilerine sığınılmasından dolayı kibirlenip azgınlaştıklannı anlatmaktadır. [22]

Kur'an'ı Kerîm'de, Hz. Süleyman'la ilgili anlatılanlar dışında, cinlerin insanlarla ilişki kurduğuna, insanlar üzerinde etkili olduğuna, cinci, büyücü gibi bazı kişilerin cinlerin etkisini önlediklerine dair hiçbir bilgi yoktur. Bazı âlimler, faiz yiyenlerin kıyamet gününde mezarlarından şeytan çarpmış gibi kalkacağını bildiren âyete[23] dayanarak cinlerin insanları etkileyeceğini ileri sürmüşlerse de bunun temsilî bir anlatım olduğu açıktır. Cinlerin etkisini önlemek İçin Felâk ve Nâs sûrelerini okumayı tavsiye eden bazı hadisler. [24] dolayısıyla da cinlerin insanlar üzerinde etkili olduğu yönünde görüşler ileri sürülmüştür. Ancak bu tür hadislerin, aslında fizyolojik sebeplerden kaynaklanan bazı hastalıklar veya bunalımlar için psikolojik bakımdan bir yatıştırma ve terapi amacı taşıdığı düşünülebilir.

Bazı müfessirler,"... onların taşkınlıklarını arttırırlardı" mealindeki cümleyi "Cinler insanların taşkınlıklarını arttınrlardı" şeklinde de yorumlamışlardır. İbn Âşûr'a göre müşriklerden bir topluluk, cinlerin kendilerine kötülük etmelerinden korktukları için onlara ibadet ederlerdi, bu durum cinlere tapanların günah ve sapkınlığını arttırırdı. [25]



7. İnsanlardan âhireti inkâr edenler olduğu gibi cinlerin de Kur'an dinlemeden önce âhireti inkâr ettikleri, öldükten sonra tekrar dirilme olacağına inanmadık- lan anlaşılmaktadır. Zİra İblis onlara da menfi telkinlerde bulunmaktadır. "Allah'ın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanırlardı" diye çevirdiğimiz kısım "Al*lah'ın hiç kimseyi göndermeyeceğini sanırlardı" şeklinde de tercüme edilebilir. Bu takdirde insanların da cinler gibi Allah'ın hiçbir peygamber göndermeyeceğine inandıklarını söylemiş olurlar. [26]



8-10. Tefsirlerde anlatıldığına göre cinler öteden beri göklerde dolaşır, oradaki melek vb. varlıkların konuşmalarını dinlerler, aldıkları bilgilere kendilerinden de yorumlar katarak onlarla irtibat kuran kâhinlere anlatırlardı. [27] 9. âyetin "Halbuki biz (daha önce, göğü) dinlemek için onun oturulabi-lecek yerlerinde otururduk" mealindeki kısmı da buna işaret eder. Ancak Hz. Pey*gamber gönderildikten ve Kur'an indirilmeye başlandıktan sonra cinlerin gökleri dinlemesine İzin verilmediği anlaşılmaktadır. Nitekim 8. âyette verilen bilgiye göre cinler, gökleri araştırıp yokladıklarını, ancak göklerin güçlü bekçiler tarafından korunmuş ve alev toplarıyla donatılmış olduğunu gördüklerini ifade etmişlerdir. 9. âyetin son cümlesine göre de cinler, gök ehline kulak misafiri olup gizlice onlardan bilgi kapmaya çalışanlara gözetleme yerlerinden alev toplan atılarak gökleri dinlemelerinin engellendiğini söylemişlerdir. Sûrenin nüzul sebebini anlatan İbn Abbas da önceden cinlerin, Allah'ın meleklere evrenin yönetimiyle ilgili olarak gönderdiği vahyi dinlediklerini, ancak Hz. Peygamber'in gönderilmesiyle birlikte onların gökleri dinlemelerinin yasaklandığını, bunun nedenini araştırırlarken Nah-le denilen yerde Hz. Peygamber'le karşılaştıklarını ve böylece göklerden haber almalarını engelleyen şeyin ne olduğunu anladıklarını haber vermektedir. [28]

Elmalüı, Hz. Peygamber'i göklere, getirdiği âyet ve mucizeleri de alev toplarına benzeterek bu âyetleri tevil etmekte, Kurân-ı Kerîm karşısında insan ve cin şeytanlarının ödlerinin koptuğunu, dillerinin tutulduğunu ve artık eskisi gibi gayp-tan dem vuramayacaklarını anladıklarını söylemektedir. [29]

Bazı müfessîrler 10. âyeti şöyle yorumlamışlardır: "Gönderilen peygambere itaat edecekler de Allah onları doğru yola mı iletecek, yoksa isyan edecekler de onlan helak mi edecek bilmiyoruz" [30]Bu âyetten cinlerin gaybı bilmedikleri anlaşılmaktadır. Hicr sûresinin 17 ve 18. âyetlerinin tefsirinde de açıklandığı üzere burada vahyin korunduğuna, Allah'ın dilemesi dışında hiçbir gücün gayb ilmine ulaşamayacağına, kâhinlik, büyücülük gibi kötü amaçlar için kullanmak maksadıyla vahyî bilgileri öğrenmeye kalkışan şeytanî güçlerin alev toplarıyla engellendiğine işaret edilmiştir. [31]



11. Cinlerin, Kur'an'ı tanımadan önce de iyilerinin ve kötülerinin olduğu be- lirtİlmektedir. "Farklı yollar izledik" mealindeki cümle cinlerin de insanlar gibi çeşitli fırka ve mezheplere ayrıldığım gösterir. [32]



12-13. Cinler, Kur'ân-ı Kerîm'i dinleyince evrendeki her şeyin Allah'ın kudretinde olduğunu, onun iyileri Ödüllendirip kötüleri cezalandıracağını,kimsenin Allah'a güç yetiremeyeceğini ve O'nun elinden kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığını Kur'an'dan öğrenip anlamışlar; kendileri iman ettikten sonra diğerlerini de inkarcılıktan ve Allah'a ortak koşmaktan sakınmaya çağırmışlardır. 13. âyette Allah'ın kullarına karşı adaletle muamele edeceği cinlerin ağzından dile getirilmektedir. Bu da Allah'ın iyilikleri ödüllendirme, kötülükleri cezalandırma konusundaki kusursuz adaletinin mutlakfığına yani insanlarla sınırlı olmayıp irade sınavına tâbi tutulan bütün varlıkları kapsadığına yapılan bir vurgu olarak değerlendirilmelidir. [33]



14-15. "Haksızlığa sapanlar"dan maksat inanç ve amelde doğruluktan, adaletten sapanlardır. Bunlar, özellikle Allah'a ortak koşmakla hem hakikat çizgisin*den saptıkları hem de böylece kendilerine haksızlık ettikleri için âyette "zalimler" anlamına gelen "kasitûn" sıfatıyla nitelendirilmişlerdir. [34] Ni-tekîm bir âyet-i kerîmede şirk büyük bir haksızlık (zulüm) olarak nitelenmiştir. [35]



Meali


16-17. (Ey Peygamber! Şunu da söyle) ;Yine bana vahyolundu ki, eğer hak yolda dosdoğru yürürlerse kendilerini, içinde denemek üzere nimetlere boğa*rız; kim de rabbini anmaktan yüz çevirirse Allah onu gitgide artan bir azaba uğratır. 18. Mescitler yalnız Allah'ındır. O halde Allah'ın yanma katarak hiç*bir kimseye yalvarmayın. 19. Allah'ın kulu O'na ibadet etmek üzere kalktı*ğında üstüne çıkarcasına etrafına üşüşüyorlar. 20-21. De ki: "Ben kendisine hiç kimseyi ortak koşmaksızm yalnız rabbime yakarır kulluk ederim." De ki: "•Doğrusu ben size ne zarar verme ne de doğrunun ölçütünü zihninize yerleş*tirme gücüne sahibim." 22-23. Şunu da söyle: "Şüphe yok ki Allah'ın gönder*diklerini tebliğ etmedikçe beni de Allah'a karşı kimse koruyamaz; O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam." Artık kim Allah'a ve Resûlü'ne karşı gelirse bilsin ki, içinde ebedî kalacakları cehennem ateşi onu beklemektedir. 24. Sonunda tehdit edildikleri azabı gördükleri zaman kimin yardımcılarının daha güçsüz ve sayıca daha az olduğunu anlayacaklar." 25. De ki: "Tehdit edildiğiniz azap yakın mıdır yoksa rabbini onun için uzun bir süre mi koyar bilemem." 26. Gaybı O bilir, gizlisini kimseye açmaz; 27-28. Ancak elçi ola*rak seçtikleri başka. Allah, onların her türlü durumlarını ilmiyle kuşattığı ve her şeyin sayışım belirlediği halde, rablerinin mesajlarını tebliğ ettiklerini or*taya çıkarmak için elçilerin önlerinden ve arkalarından gözcüler gönderir. [36]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:10 am

Tefsiri


16-17. Müfessirler bu âyetlerin cinlerin sözü değil, sûrenin birinci âyetinin başında yer alan "De ki..." buyruğu ile bağlantılı olduğunu kabul ederler. [37] Buna göre mâna şöyle olur: "Ey Peygamber! Mu*hataplarına, sana vahyolunan yukarıdaki bilgileri duyurduğun gibi şu gerçeklerin vahyolunduğunu da duyur: Eğer onlar teslimiyet gösterip hak yolda dosdoğru yü*rürlerse biz de kendilerini, içinde denemek üzere nimetlere boğarız..." Burada, doğru yolda gidenlere bolca nimetler nasip edileceği, ama bu lütuflann daima bir fitne yani sınav ve deneme amacı da taşıdığı belirtilmektedir. Kur'ân-ı Kerîm'de, inancı doğru, yaşayışı düzgün olanların nimetlerle, güzel bir hayatla ödüllendirile*ceği[38] fakat bu lütuflann aynı zamanda bir sınav riski taşıdığı[39] başka yer*lerde de bildirilmiştir. 16. âyete şöyle de mâna verilir: Eğer onlar, içinde bulun*dukları inkarcılığa devam ederlerse istİdrac olarak onların nzıklannı çoğaltırız, so*nunda zenginliklerine ve güçlerine güvenerek fitneye düşer, büsbütün sapkınlaşır-larsa onlan hem dünyada hem de âhirette cezalandırırız [40] Bu mânayı destekleyen baş*ka âyetler de vardır. [41] 17. âyette de Allah'ı anmaktan yüz çevirenlerin çetin bir azaba atılacakları ifade buyurulmuştur. [42]



18. Mescid, müslümanlaniı namaz kılmalarına ayrılmış mekânı ifade eder. [43] Bu âyet de sûrenin birinci âyetinde geçen "bir cin topluluğu*nun (Kur'an'ı) dinlediği" mealindeki cümlecikle bağlantılı olup ibadet yerlerinin
Allah'a mahsus olduğunu, İnsanların Allah'tan başkasına ibadet etmemeleri ge*rektiğinin Hz. Peygamber'e vahyedildiğini bildirmektedir. Müfessirler, buradaki "mesâcid" kelimesine bunun dışında şu anlamları da vermişlerdir:

a) Mescitlerden maksat Mescid-i Haram'dır. Âyet Kabe'ye putları yerleştirip onlara tapan müşrikleri uyarmakta ve yaptıklarının yanlış olduğuna işaret etmektedir. [44]

b) Namaz ve ibadet yalnız camilere hasredilmiş olmadığından bura*da bütün yeryüzü kastedilmiştir,

c) Secdede yere temas eden uzuvlar yani eller, ayaklar, dizler ve alın kastedilmiş, Allah'ın verdiği bu organlarla O'ndan başkası*na secde edilmemesi emredilmiştir. Bazı müfessirlerce, secdenin namazın bir rük*nü olduğu göz önüne alınarak bu kelime "namaz" anlamıyla da açıklanmıştır. [45]



19. "Allah'ın kulu"ndan maksat Hz. Peygamber'dir. Allah Teâlâ Resulünü onurlandırmak için onu yüce zâtına İzafe ederek anmıştır. Âyette Hz. Peygamber Nahle denilen yerde ashabına namaz kıldırırken emlerin ondan Kur'an dinlemek için neredeyse birbirlerini çiğneyecek şekilde etrafını kuşattıkları ifade edilmekte*dir. "Üstüne çıkarcasına" diye tercüme ettiğimiz "libed" kelimesinin farklı kıraat*lerine göre âyete şöyle de mâna verilmiştir: "Peygamber Allah'a kulluk etmeye ve O'na çağırmaya başlayınca cinler ve insanlar onun getirdiği dini yok etmek İçin birbirlerini destekliyorlardı, ancak Allah onlara fırsat vermedi." Taberî bu anlamı tercih etmiştir. [46]



20-23. Mekkeli müşrikler, Hz. Peygamber'e, tebliğ ettiği tevhid dini yüzün*den insanların düşmanlığını kazandığını, eğer bu davadan vazgeçerse kendisini düşmanlarına karşı koruyacaklarını söylüyorlardı[47] Bu âyet*ler onlara cevap olarak inmiş ve böylece Hz. Peygamber'in Allah'tan başkasına kulluk etmesinin söz konusu olamayacağı, onun kendisine verilen ilâhî emir ve mesajları tebliğ etme görevini yerine getirmekten başka gayesinin bulunmadığı ifade edilmiştir. [48]



24. Hz. Peygamber'e ve müslümanlara yardım edip onları dünyada zafere, âhirette de kurtuluşa erdireceğini, inkarcıları ise cezalandıracağını bildiren âyetler geldikçe müşrikler onlarla alay edip bu işin ne zaman ve bu zayıf müminlerle na- sil olacağını soruyorlardı. İşte âyet onların bu sorularına cevap vermektedir. [49]



25. Müminlere vaad edilen zaferin veya inkarcılara verilecek cezanın ve kı*yamet olayının ne zaman gerçekleşeceği konusu gayb bilgilerinden olduğu için Allah bildirmedikçe peygamberin de onu bilmesi mümkün değildir. Sûrenin başın*dan beri işlenen konularda ağırlıklı olarak cinlerin gaybt bilmedikleri ya açıkça ve*ya işaret yoluyla ifade edilmiştir. [50]



26-28. Gaybı yalnızca Allah'ın bildiği, bu konuda O'nun hoşnut olup seçtiği elçinin dışında -cinler dahil- hiç kimseye bilgi vermediği ifade buyurulmuştur. Al*lah'ın hoşnut olup seçtiği elçiden maksat peygamberler, onlara bildirdiği gayb bil*gileri ise ilâhî vahiyler ve haberlerdir ki bunlar da onların peygamber olduğunu gösterir. Meselâ Hz. Peygamber'e kıyamet gününde ve âhirette meydana gelecek olaylar vb. birçok gayb haberini içeren Kur'an vahyedilmiştir. Şevkânî'nin eserin*de, Kur'an ve vahiy dışında da Hz. Peygamber'e fıten ve benzeri bazı gayb bilgi*lerinin verildiği zikredilmiş ve âyetin bunlara da işareti söz konusu edilmiştir. [51]

İlâhî vahyin korunması, ona şeytan sözünün karışmaması ve peygamberlerin Allah'ın mesajlarını tebliğ edip etmediklerinin tam olarak ortaya çıkması için Al*lah Teâlâ, elçisinin önünde ve arkasında koruyucu / gözetleyici melekler görevlen*dirmiş[52]çevrelerini bunlarla donatmış ve tahkim etmiş*tir. Allah bunu, vahyi koruyamadığından değil, hikmeti gereği yapmaktadır; zira Allah'ın her şeye gücü yeter; O'nun ilmi her şeyi kuşatmıştır. [53] Allah'ın peygamberlerini kıyamet ve âhiret halleri gibi ba*zı gayb konularından haberdar etmesinin bir amacı da mucize mahiyetindeki bu bilgilerle onların nübüvvetini kanıtlamaktır. Bu âyetler, astroloji yoluyla olağanüs*tü bilgilere ulaştıklarını söyleyenleri de yalanlamaktadır. Zemahşerî gibi Mu'tezi-le âlimleri bu âyetlere dayanarak kerametin imkânsızlığını, keramet olduğu söyle*nenlerin asılsız olduğunu savunmuşlardır. [54] Ancak Râzî, burada özellikle âhiretle ilgili gaybî bilgilerden söz edildiğini belirterek Mu'tezile'nin âyetten bu anlamı çıkarmasını dayanaksız bulmuştur. [55]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Buhârî,"Tefsîr",72

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/396.

[2] Buhârî, "Tefsir", 72

[3] İbn Âşûr, XXIX, 5

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/396.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/396.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/396-397.

[6] bk. Sebe' 34/14

[7] bk. Hicr 15/18

[8] bk. Sebe' 34/12-13

[9] II. Samuel, 1/9; Süleyman'ın Meselleri, 30/15

[10] meselâ bk. Resullerin İşleri, 17/18

[11] Matta, 12/28; Luka, 11/20

[12] bk. İbn Âşûr, VII, 405

[13] bk. En'âm 6/100

[14] Zâriyât 51/56

[15] En'âm 6/130

[16] Ahkaf 46/29; cinlerin İnsanlarla ilişki kurup kuramayacağı konusunda bk. Nâs 114/6; cinler hakkında bilgi için bk. M. Süreyya Şahin - Ahmet Saim Kılavuz, "Cin", DİA, VIII, 5-10, ayrıca bk. En'âm 6/100; Hicr 15/27; Kehf 18/50

[17] bilgi için bk. Ahkaf 46/29

[18] Şevkânî, V, 350

[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/397-399.

[20] bk. Kur-tubî, XIX, 9

[21] Taberî, XIX, 68

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/399.

[22] Ebussuûd, IX, 43; Şevkânî.V, 351-352

[23] Bakara 2/275

[24] meselâ &k. Tirmizî, "Tıb", 16; Nesâî, "İstiâze", 37; İbn Mâce, "Tıb", 33

[25] XIX, 225

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/399.

[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/399-400.

[27] bk. Şevkânî, V, 352-353

[28] Buhârî, "Tefsir", 72; ayrıca bk. Hicr 15/17-18; Sâffât 37/7-10; Mülk 67/5

[29] VIII, 5404

[30] Taberî, XIX, 70

[31] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/400.

[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/400-401.

[33] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/401.

[34] İbn Âşûr, XXIX, 236

[35] Lokman 31/13

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/401.

[36] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/402.

[37] Zemah-şerîJV, 170; Şevkânî, V, 355

[38] meselâ bk. Nahl 16/97; Nûh 71/10-12

[39] meselâ bk. Enfâl 8/28; Tâhâ 20/131; Zümer 39/49

[40] Taberî, XXIX, 72; Şev- kânî, V, 356; istidrac kavramı için bk. A'râf 7/182

[41] meselâ bk. En'âm, 6/44

[42] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/402-403.

[43] bk. Bakara 2/114

[44] İbn Âşûr, XXIX, 240

[45] Şevkânî, V, 356

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/403.

[46] XXIX, 75; Şevkânî, V, 356-357

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/403.

[47] bk. Şevkânî, V, 357

[48] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/403.

[49] İbn Âşûr, XXIX, 245

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/403-404.

[50] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/404.

[51] bk, Taberî, XXIX, 76-77; Şevkânî, 358-359

[52] bk. İbn Âşûr, XXIX, 250

[53] gayb hakkında bil*gi için bk. Bakara 2/2

[54] bk. V, 172-173

[55] XXX, 168-170

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/404.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:10 am

NÛH SÛRESİ

71


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :

71



Âyet sayısı :

28


Nüzulü

Gerek mushaftaki sıralamaya gerekse nüzul sırasına göre yetmiş birinci sûredir. Nahl sûresinden sonra, İbrahim sûresinden önce Mekke'de inmiştir. [1]



Âdı


Sûrede Hz. Nuh'un peygamber olarak gönderilişi ve inkarcılara karşı verdiği mücadele anlatıldığı için ona bu ad verilmiştir. Buhârî'de "Sûretü innâ erselnâ" adıyla geçmektedir[2]



Konusu

Mekkî sûrelerin özelliklerini taşıyan Nûh sûresinde iman esaslarıyla birlikte Hz. Nuh'un peygamberliği, dini tebliği, inkarcılara karşı verdiği mücadele ve tufan konulan ele alınmakta, Nuh'un kendisi ve müminler için yapmış olduğu dua İle sûre sona ermektedir. [3]



Meali


Rahman re rahmi olan Allah'ın adıyla... 1. Biz Nuh'u, "Kendilerine can yakıcı bir azap gelmeden önce halkını uyar" diyerek toplumuna gönderdik. 2. Şöyle dedi: "Ey kavmim! Şüphesiz ben size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. 3. Allah'a kulluk ediniz; O'na karşı gelmekten sakınınız ve bana itaat ediniz; 4- Ki Allah bir kısmı günahlarınızı bağışlasın ve sizi belirli bir vadeye kadar ertelesin. Şüphesiz Allah'ın belirlediği vade geldiğinde artık ertelenmez. Keşke bilseydiniz! 5, Nûh, "Rabbim, dedi, doğrusu ben kavmimi gece gündüz hakka çağırdım; 6. Fakat benim yaptığım çağn onları daha da uzaklaştırdı. 7, Kendilerini bağışlaman için ben onları ne zaman çağırdıysam, parmaklarını kulaklarına tıkadılar; elbiselerini başlarına bürüdüler, ayak dirediler, kibirlendikçe kibirlendiler. 8. Yine de ben onları açıkça çağırmaya de- vam ettim. 9. Onlara açık da söyledim, yerine göre gizli de söyledim. 10. Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanmanızı dileyin; O, çok bağışlayıcıdır. 11. (Dileyin ki) üzerinize gökten bot bot yağmur indirsin. 12. Mallar ve oğullar vererek sizi desteklesin, size bahçeler versin ve sizin için ırmaklar akıtsın. 13. Ne oluyor size de Allah'ın büyüklüğünü hesaba katmıyorsunuz! 14. Oysa O sizi türlü evrelerden geçirerek yaratmıştır. 15. Görmüyor musunuz Allah yedi göğü birbiriyle nasıl uyumlu yaratmıştır! 16. Onların içinde ayı bir ışık, güneşi ışık kaynağı yapmıştır. 17. Allah sizi yerden bitirip yetiştirmiştir. 18. Sonra sizi yine oraya döndürecek ve yeniden çıkaracaktır. 19-20. Allah yer*yüzünü sizin için sergi gibi döşemiştir ki onda geniş yollar edinip dolaşabife-siniz." 21. Nûh, "Rabbim, dedi, doğrusu bunlar beıü dinlemediler, malı ve çocuğu kendi ziyanını arttırmaktan başka bir şeye yaramayan kimseye uydular. 22. Onlar çok büyük tuzaklar kurdular. 23. Dediler ki: 'Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Vedd'en, Suvâ'dan, Yeğus'tan, Yeuk'tan ve Nesr'den asla vazgeçmeyin!' 24. Gerçekten de birçoklarını saptırdılar; (Rabbim!) Sen de artık bu zalimlerin şaşkınlıklarım arttır!" 25. Günahları yüzünden tufanda boğuldular, ardından ateşe atıldılar, kendilerini Allah'a karşı koruyacak yardımcılar da bulamadılar. 26. Nûh "Rabbim, dedi, yeryüzünde inkarcılardan hiç kimseyi bırakma! 27. Sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; ahlâksız nankör nesillerden başkasını da yetiştirmezler. 28. Rabbim! Beni, ana babamı, inanmış olarak evime girenleri, mümin erkekleri ve mümin kadınları bağışla, zalimleri ise dâima helak et." [4]



Tefsiri


1-4. Nûh (a.s.), Kur'an'da adı çokça geçen ve dini tebliğ konusunda kavmiy-le mücadelesine yer verilen peygamberlerin ilkidir. Kur'aa'da Nuh'tan önceki bazı peygamberler de anılmakta birlikte onların inkarcılarla mücadelesi hakkında detaylı bilgi verilmemiştir. Nuh'un soyu, hayatı, peygamberliği, inkarcı toplumuna karşı sergilediği mücadele ve Nûh tufanı hakkında Hûd sûresinin tefsirinde genişçe bilgi verilmiştir. [5]

İlk âyette Nuh'un peygamber olarak gönderildiği ifade edildikten sonra gerçeği inkâr edenlerin bu dünyada başlarına gelmesi mukadder olan felâketlere işaret edilmiştir. Müfessirler bu felâketin Nûh tufanı olduğu kanaatindedirler.

4. âyette Nuh'un, bir taraftan "... sizi belirli bir vadeye kadar ertelesin" derken, diğer taraftan Allah'ın belirlediği vâde geldiğinde artık ecelin ertelenmeyeceğini söylemesi müfessirlerce iki şekilde açıklanmıştır:

a) Allah, topluluk olarak iman etmeleri şartıyla insanlar için bir ecel tayin etmiştir. Ancak inkârda ıs-rar ettikleri takdirde belirlenen ecel gelmeden yine topluluk olarak cezalandırılıp helak edilmeleri de ilâhî takdirin gereğidir. İman etmeleri halinde ise belirlenen o vakte kadar toplumsal varlıklarını devam ettirirler,

b) Maksat, ömrün zamansal anlamda uzayıp uzamaması değil, bereketli, hayırlı ve verimli geçip geçmemesidir. Şu halde burada Allah tarafından belirlenen ecelin değişebileceği bildirilmemiş; fakat insanların değişmeyecek ecelleri gelinceye kadar iman ederlerse mutlu ve huzurlu olarak yaşayıp ölecekleri, ama iman etmezlerse mutsuz ve huzursuz yaşayacakları, nihayet hayatlarının da felâketlerle son bulacağı anlatılmak istenmiştir. [6]



5-7, Bir peygamberin görevi davetini eksiksiz yapmaktır; davetin etkisi, sonuç getirip getirmemesi ise insanların kabule yönelmesine ve Allah'ın hidayet etmesine bağlıdır. Burada da Hz. Nuh'un gece gündüz demeden bütün gücüyle halkının kurtuluşu için çalıştığı, böylece sorumluluğunu yerine getirdiği bildirilmektedir. Nuh'un insanları kurtuluşa çağırması karşısında günahkârların parmaklarını kulaklarına tıkamaları ve elbiselerini başlarına bürümeleri, peygamberin tebliğ ettiği dini reddettiklerini ifade eden mecazî bir anlatım olarak görülmektedir. Ancak peygamberin konuştuklarını işitmemek için gerçekten parmaklarını kulaklarına tıkamış, onu görmemek ve duymamak için elbiselerini başlarına bürümüş de olabilirler. [7]



8-9. Hz. Nuh'un, şartlara ve kişilerin özelliklerine göre tebliğlerini açıktan veya gizli olarak sürdürdüğü bildirilmekte, böylece farklı davet ve tebliğ metotlarının kullanılabileceğine işaret edilmektedir. [8]



13-14. Müfessirlerin 13. âyetle ilgili değişik yorumlarım şu şekilde özetlemek mümkündür:

a) Âyeti tevil etmeksizin zahirî anlamına göre yapılan yorum: "Neden Allah'ın sevabım ummuyorsunuz (ve azabından korkmuyorsunuz)?"

b) "Tercûne" fiilini "önem vermek" anlamında tevil ederek yapılan yorum: "Neden Allah'ın büyüklüğüne önem vermiyorsunuz?" Bu yorum, "Neden Allah'ın büyüklüğüne önem verip de azabından korkmuyorsunuz?" anlamına gelir,

c) "Vakar" kelimesini "imanın sonucu" anlamında tevil ederek yapılan yorum: "Neden Allah'tan İmanın sonucunu beklemiyorsunuz?" Yani iman edip iyi işler yaptığınız takdirde Allah'ın size sevap vereceğini neden ümit etmiyorsunuz?

d) "Ne oluyor size de Allah'ın büyüklüğünü hesaba katmıyorsunuz!" Mealde bu anlam tercih edilmiştir. [9] .

14. âyette sözü edilen yaratılış evrelerinden maksat ya ilk insanın topraktan başlayarak mükemmel insan haline gelinceye kadar geçirdiği aşamalardır veya sperm halinden itibaren gerek ana rahminde gerekse doğduktan sonra bedensel ve zihinsel olarak gelişimini tamamlayıncaya kadar geçirdiği aşamalardır. [10] Hz. Nûh, Allah'ın insanı aşama aşama yaratarak mükemmel bir varlık haline getirdiğini hatırlatıp insanın O'na minnettar olması, varlığını ve birliğini tanıyıp kulluk etmek suretiyle minnet ve şükrünü göstermesi gerektiğine işaret etmektedir. [11]



15-16. Nûh (a.s.) önceki âyetlerde Allah'ın varlığını ve kudretini gösteren insanın oluşum ve gelişimiyle İlgili delillere dikkat çekmişti; burada da dış dünyadaki delillerden örnekler verilmektedir. [12] Ay, ışığını başkasından aldığı için âyette ona "ışık" (nûr) denilmiştir; güneşin ışığı ise kendinden olup bizzat aydınlatıcıdır. Bu sebeple âyette ona "kandil, ışık kaynağı, aydınlatıcı" anlamına gelen "sirâc" adı verilmiştir. [13]



17-18. "Allah'ın İnsanları yerden bitirip yetiştirmesi" iki türlü yorumlanmıştır: a) İnsanlığın atası olan Hz. Âdem'in topraktan yaratılışına bir işarettir, b) Her bir İnsanın gelişmesi ve yaşaması için gerekli olan organik ve inorganik besinler doğrudan veya dolaylı olarak topraktan alındığı için insanların yaratılıp geliştirilmesi bitkilerin yerden bitirilmesine benzetilmiştir. [14] Âyette insanın, bedeniyle ait olduğu toprağa geri gönderileceği, ancak bir kez daha topraktan hayat alanına çıkarılacağı bildirilerek uhrevî sorumluluğunu unutmaması gerektiğine işaret edilmiştir. [15]



19-20. "Allah yeryüzünü sizin için sergi gibi döşemiştir" ifadesi arzın düz olduğu şeklinde anlaşılmamalıdır. Arza insanların rahatça hareket edilebilecekleri bir yapı verildiği, üzerindeki yollardan ve her türlü nimetten yararlanılabilecek bir yapıda yaratılmış olduğu anlatılmaktadır. [16]



21-22. Sonraki birçok peygamber gibi Hz. Nuh'un da, kendi halkının ileri gelenlerinin direnişiyle karşılaştığı anlaşılmaktadır. Halkın peşlerinden gittiği bu üst tabakanın servet ve mevkileri, kibirlerini ve küstahlıklarım arttırarak onları bir yok oluşa sürüklemiştir. Âyette sadece dünyevî nimet ve ikballere önem vermenin uzun vadede mutlaka manevî değerleri yok edip toplumun temel dokusunu tahrip edeceği gerçeğine de işaret edilmektedir.

İnkarcı önderlerin "tuzak kurmaları"nı anlatan ifade, ayak takımını Nuh'u öldürmeye kışkırtmaları veya kendilerinin zengin ve güçlü olduklarım hatırlatarak bunu, doğru yolda bulunduklarının bir sonucu olarak göstermeleri şeklinde açıklanmıştır. [17]



23. Tefsir kaynaklarında burada geçen isimlerin, Adem'in çocuklarına veya sâlih kişilere ait İsimler olduğu bildirilmektedir. Salih kişilerin ölümünden sonra, önceleri onların anılanın canlı tutmak ve hatıralarına saygı gösterip şefaatlerini dilemek amacıyla heykelleri yapılarak her birine temsil ettiği salip kişinin ismi verilmiş; fakat zamanla kutsallık yüklenen bu heykellere tanrı gözüyle bakılıp tapılmıştır. Kaynaklar bu heykellerin Câhiliye dönemi Araplan'nın da tanrıları arasında yer aldığını kaydetmektedir. Nitekim Araplar çocuklarına "Vedd'in kulu, Yeğûs'un kulu" anlamında Abdu Vedd, Abdu Yeğûs adlarını veriyorlardı. [18] Nûh tufanında her şey sular altında kalıp harap olduğu halde bunların sonraki nesillere nasıl intikal ettiği bilinmiyor. Muhtemelen bu isimler Nuh'un gemisinde bulunan müminler tarafından sonraki nesillere anlatılmış, onlar da tanrılarına bu isimleri vermişlerdir. [19]



24. Hz. Nuh'un bu ifadesinden anlaşıldığına göre toplumun ileri gelenleri yani zalimler etkili propaganda ve baskılarıyla birçok kimseyi yoldan çıkarmış, putperest yapmışlardır. İnsanları hidayete erdirmek için gönderilmiş olan peygamberin, onların sapkınlıklarının arttırılmasını istemeyeceğini belirten müfessirler, Nuh'un "(Rabbim!) Sen de artık bu zalimlerin şaşkınlıklarını arttır!" mealindeki bedduasında kullandığı dalâl (sapkınlık) kelimesine, "ceza" veya "haksız eylemlerinde başarısızlık" gibi anlamlar vermişlerdir. [20] Onların iman etmeyecekleri vahyin bildirimiyle kesinlik kazandığı için Nuh'un haklarında beddua ettiği de söylenebilir. [21]

Bu âyet Nuh'un sözü değil, Allah'ın kelâmı olup inkarcılar hakkında ve*rilen hükmü ve uygulanan muameleyi haber vermektedir. Nûh kavminin, günahları yüzünden tufanda boğularak dünyada hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları, âhirette de cehenneme gönderilecekleri bildirilmiş; böylece dolaylı olarak onlar gibi putlara tapan Araplar da uyarılmıştır. [22]



26-27. Nûh peygamber, artık bundan sonra inkarcılar arasından kendisine iman-edenlerin çıkmayacağını vahiy yoluyla öğrenince yeryüzünde İnkarcılardan hiç kimseyi bırakmamasını Allah Teâlâ'dan niyaz etmiştir. Âyetin devamı Nuh'un kişisel sebeplerden değil, gelecek nesillerin kurtuluşu için böyle bir bedduada bulunduğunu göstermektedir. [23]



28. Kaynaklar Hz. Nuh'un anne ve babasının mümin olduklarını, bu sebeple onlar için dua ettiğini kaydetmişlerdir. "İnanmış olarak evime girenleri" ifadesiyle mümin olmayan karısı ve oğlunu duasının dışında tuttuğu anlaşılmaktadır. Nûh aleyhisselâmın duasının kıyamete kadar gelecek olan bütün müminleri kapsadığı, aynı şekilde zalimler aleyhindeki bedduasının da kıyamete kadar gelecek olan bütün zalimler hakkında geçerli olduğu kabul edilir. [24]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/387.

[2] Tefsir", 71

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/387.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/387.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/388-389.

[5] bk. 11/25-49; aynca krş. A'râf 7/59-64

[6] Zemahşerî, IV, 161; Şevkânî, V, 342

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/389-390.

[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/390.

[8] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/390.

[9] bu yorumlar için bk. Şevkânî, V, 343; İbn Âşûr, XXIX, 199-200

[10] insanın yaratılış evreleri hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Müminûn 23/12-14

[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/390-391.

[12] yedi gök hakkında bilgi için bk. Bakara 2/29; Talâk 65/12

[13] ayrıca bk. Yûnus 10/5; Furkan 25/61-62

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/391.

[14] İbn Âşûr, XXIX, 204

[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/391.

[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/391.

[17] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/391.

[18] bk. Zemahşerî, IV, 164; Râzî, XXX, 143; Şevkânî, V, 346

[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/391-392.

[20] bk. Râzî, XXX, 145; İbn Âşûr, XXIX, 211

[21] bk. Hûd, 11/36

[22] Nûh tufanı ve kapsamı hakkında bilgi için bk. Hûd 11/36-44

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/392.

[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/392.

[24] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/392.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:10 am

MEÂRİC SURESİ

70


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :


79



Âyet sayısı :

44



Nüzulü


Mushaf'taki sıralamada yetmişinci, İniş sırasına göre yetmiş dokuzuncu sûredir. Hakka sûresinden sonra, Nebe' sûresinden önce Mekke'de inmiştir. 24. âyetinin Medine'de indiğine dair rivayet genel kabul görmemiştir.[1]



Adı


Sûre adını 3. âyette geçen ve "yükselme dereceleri, yükselme vasıtaları" an*lamına gelen "me'âric" kelimesinden almıştır, genel olarak bu isimle bilinir; an*cak bazı tefsirlerde ve hadis kaynaklarında sûrenin ilk kelimeleri olan "Seele sâilün" adıyla da geçmekte[2] aynca "Vâki"' şeklinde de anılmaktadır. [3]



Konusu

Meâric sûresinde kıyamet halleri, öldükten sonra dirilme, hesap gününün sıkıntıları, cehennem azabı, âhiret hayatı ve peygamberlik gibi İslâm'ın inanç esasları ele alınmaktadır. Sûrede cömertlik ve cimrilik konularından bahsedilir; müminlerin güzel vasıfları, iyi işleri ve üstün ahlâkı anlatılır; inkarcıların Hz. Pey-gamber'e karşı tutumları değerlendirilir.[4]



Meali


Rahman ve ralıînı olan Allah'ın adıyla... 1-3. Birisi, huzuruna yüksel*menin birçok yolu bulunan Allah katından inkarcılara gelecek olan ve hiç kimsenin savamayacağı azabın gelmesini istedi. 4. Melekler ve Rûh O'na, miktarı elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar, 5. Şimdi sen güzelce sabret. 6. Doğrusu onlar o azabı uzak görüyorlar. 7. Biz ise onu yakın görüyoruz. [5]



Tefsiri


1-4. "Huzuruna yükselmenin birçok yolu" diye çevirdiğimiz "meâric" (tek*ili: mi'rec) "yükselme vasıtaları" demektir. Bazı müfessîrler bu kelimeye, "melek*lerin yükseldiği gökler, Allah'ın mahlûkata lütfettiği nimetlerin mertebeleri, cen*netteki dereceler, manevî ve ruhanî mertebeler" gibi açıklamalar getirmişlerdir. [6] Bir kısım müfessirler ise meâric'i mecaz olarak insanı Al*lah'ın varlığını kavramaya ve O'nunla manevî yakınlık kurmaya götüren yollar olarak yorumlamışlardır. [7] Bizim "istedi" diye çevirdiğimiz sûrenin ilk kelimesi "sormak" mânasına da gel*diği için bunu "Birisi ... sordu" şeklinde çeviren ve anlayanlar da olmuştur. Rivayete göre müşriklerin ileri gelenleri, Hz. Peygamber'e, alaylı bir üslûpla, haber verdiği azabın gelip gelmeyeceğini, gelecekse bunun ne zaman gerçek*leşeceğini soruyorlardı. Bir rivayete göre bu sorulan soran Nadr b. Haris idi [8]2. âyet bizim tercih ettiğimiz mânayı desteklemektedir. Buna göre inkarcılar Hz. Peygamber'in getirdiği kitap doğru ise Allah tarafından başlarına taş yağdırılmasını veya büyük bir ceza İle cezalandırılmalarını istemiş*lerdi. Müşriklerin, aslında alay ve inkâr yollu ortaya koydukları bu tür sorularına ve isteklerine cevap olmak üzere 2, âyette, onlar ihtimal vermese de, vakti gel*diğinde Hz. Peygamber'in haber verdiği azabın mutlaka gerçekleşeceği, bunu hiç kimsenin önleyemeyeceği bildirilmiştir.

Müfessirlere göre 4. âyette geçen "ruh"tan maksat Cebrail'dir; "miktarı elli bin yıl olan gün"den ne kastedildiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. Bazı müfessirler buradaki elli bin yılı dünyanın ömrü, bazıları kıyametin oluş süre*si, kimileri de âhîrette kulların hesap vereceği süre olarak açıklamışlardır. Bîr görüşe göre kıyametin müddeti inkarcılar için elli bin sene, müminler için sadece bir günün muayyen bölümü kadar sürecektir. Etii bin senenin, âhiret hayatının top*lam süresi olduğunu ileri sürenler de vardır. Ancak bize göre bu yorumların hiç*birinin kabul edilebilir bir mesnedi ve gerçekliği yoktur. Bir önceki âyette geçen "huzuruna yükselmenin birçok yolu bulunan" şeklindeki ifadenin ardından burada da "Melekler, miktarı elli bin sene olan bir gün içinde O'na yükselmektedirler" buyurulmuştur. Görüldüğü gibi bu ifadenin kıyamet ve uhrevî hesapla, dünya veya âhiretin süresiyle bir ilgisi yoktur; sadece meleklerin Allah'a yükselmesinden söz edilmektedir. Şevkânî'nin naklettiği bir yorumda da belirtildiği gibi bu âyetteki el*li bin sayısı bu mertebelerin ne kadar yüce olduğunu zihinlerde canlandırmayı amaçlayan temsilî bir anlatımdır. [9]



5-7. "Uzak görüyorlar" diye çevirdiğimiz ifadeyi "imkânsız görüyorlar" şek*linde anlamak da mümkündür. Zira müşrikler öldükten sonra dirilmeyi inkâr ettik*leri için kıyamet, âhiret ve hesap gibi olayların gerçekleşmesini imkânsız buluyor, bunların gerçekleşeceğini haber veren Hz. Peygamber'le alay ediyorlardı. Onların bu tutumlarına karşı Peygamber'den sabırlı olması istenmekte, ayrıca iddia ettik*leri gibi kıyamet olayının imkânsız olmadığı, yakında muhakkak gerçekleşeceği haber verilerek inkarcılar uyarılmakta, Hz. Peygamber de teselli edilmektedir. [10]



Meali

8. O gün gök yüzü erimiş maden gibi olur. 9. Dağlar da atılmış renkli yüne döner. 10. Dost dostu arayıp sormaz. 11-14. Ama birbirlerini görmeleri sağlanır. Günahkâr kişi, o günün azabı karşısında ister ki oğullarını, karısını, kardeşini, kendisini koruyup barındıran bütün ailesini ve yeryüzünde kim varsa herkesi fidye olarak versin de kendisini kurtarsın! 15. Fakat ne müm*kün! Bilinmeli ki o (cehennem) alevlenen bir ateştir. 16. Derileri kavurup soyar. 17, Sırt çevirip uzaklaşmak isteyeni geri çağırır; 18. Mal toplayıp üs*tüne oturanı da. [11]



Tefsiri

8-18. Kıyamet olayının; inkarcı ve mücrimlerin mahşer ve hesap ortamında yaşadıkları derin bunalımın; onları bu akıbete sürükleyen başlıca kötülüklerin ve cehennem azabının kısa fakat kuşatıcı ve oldukça etkileyici bir anlatımı olan bu âyetlerde, ilâhî kudret ve hikmetin verdiği düzen içinde varlığını sürdüren gök cisimlerinin vakt-i merhûnu gelince yine Allah'ın İradesiyle erimiş madenlere, dağların atılmış yüne, pamuğa dönüşeceği bildirilmekte; bu tasvirin ardından da insanın akıbetinden sarsıcı bir kesit verilmektedir. Buna rağmen o gün suçlu kişinin, en değerli varlığı olan eşini, çocuklarını ve diğer yakınlarını, sevdiklerini, dahası bütün yeryüzündekileri gözden çıkaracak ölçüde dehşetli bir psikolojik bunalım, kaygı ve korkuya kapılacağı anlatılmaktadır. Müfessirler, burada ruh hali tasvir edilen "mücrim"in (suçlu) inkarcıları veya daha genel olarak günahkârları ifade ettiğini belirtirler,

15 ve 16. âyetler cehennemin şiddetli azabını hatırlatmakta, 17 ve 18. âyet*ler ise oraya girenlerin bu sonuçla karşı!aşmalarının başlıca sebeplerine dikkat çekmektedir ki bunlar,

a) peygamberin getirdiği hak dine, tevhid inancına sut çevirmek.

b) servetinden muhtaçları faydalandırmamak, yani toplumda geçim sıkıntının hafifletilmesi için üzerine düşeni yapmamaktır. Bu iki günah, yani put*perestlerin tevhid davetine sut çevirmeleri ve maddî konularda bencillik edip in*sanların geçim sıkıntılarını hafifletecek harcamalar yapmaktan kaçınmaları Kur'ân-ı Kerîm'in bütününde, özellikle de Mekke'de inen sûrelerde onların en fazla eleştirilen kötülükleri olmuştur. Bu tespite göre Kur'ân-ı Kerîm'n insanlığa yüklediği görevlerin en önemlisi ve en kuşatıcı olanı,

a) Allah'ın varlık ve bir*liğini tanımak.

b) İnsanlara yardım ve iyilik etmektir. İslâm âlimleri bu iki büyük görevi kısaca "Allah'ın buyruğuna saygı, Allah'ın yarattıklarına şefkat" şeklinde özetlemişlerdir. [12]



Meali


19. Gerçekten insan pek tahammülsüz bir tabiatta yaratılmıştır. 20. Ba*şına bir fenalık geldi mi sızlanır durur. 21. Ama ona bir nimet nasip olursa kendisinden başkasını yararlandırmaz. 22. Ancak namaz kılanlar başka; 23. Namazlarını devamlı ve özenle kılanlar; 24-25. İsteyene ve yoksun kalmı*şa mallarından belli bir hak tanıyanlar; 26. Hesap gününün doğruluğuna ina*nanlar; 27-28. Rablerinin azabından çekinenler -ki rablerinin azabı karşısın*da asla güven içinde olunamaz-; 29-30. İffetlerini koruyanlar -ki eşleri ve ca*riyeleri bunun dışında olup bundan dolayı kınanmazlar; ama kim bunun öte*sine geçmeye kalkışırsa böylelerî sınırı aşanların ta kendileridir-; 32. Ema*netlerine ve ahitlerine riayet edenler; 33. Şahitliklerini dosdoğru yapanlar; 34. Namazlarının gereklerini titizlikle yerine getirenler; 35. İşte bütün bu zik*redilenler cennetlerde ağırlanırlar. [13]



Tefsiri


19-21. "Tahammülsüz " diye çevirdiğimiz "helû"' kelimesi sözlükte "sabır*sız ve bir şeye aşırı derecede düşkün" anlamlarına gelen bir sıfat olup tamahkâr*lık, tatminsizlik, acelecilik, sabırsızlık, tahammülsüzlük, yılgınlık ve sızlanma gibi insanların tabiatında var olan bazı negatif özellikleri ifade eder. 20 ve 21. âyetler bu zaafı şöyle açıklamaktadır: Başına yoksulluk, hastalık, korku vb. bir sıkıntı gel*diğinde sızlanır, feryat eder ve ümitsizliğe kapılır; zenginlik, sağlık, güvenlik gibi nimet ve imkânlara kavuştuğunda ise bencilleşir, cimrileşir, eriştiği nimetleri Al*lah'ın bir lütfü olarak değil, kendi kudret ve gayretiyle elde ettiği varlık olarak değerlendirir; ne Allah yolunda harcamada bulunur ne de insanlara yardım eder. [14]



22-35. Bu âyetler, insanın ahlâkını yukarıda sıralanan olumsuz eğilimlerden temizlemenin veya onların etkisini kırmanın yolunu göstermektedir. Bu yol, kısaca âhiret inancıyla desteklenen güçlü bir sorumluluk duygusu geliştirmek, ibadet ve ahlâk alanında olumlu ve yapıcı davranışlar sergilemektir. Burada sıralanan davranışlar düzenli namaz kılmak, malında yoksulların hakkı bulun*duğunu bilip onu ehline ödemek, âhîret kaygısı taşımak, namuslu ve iffetli olmak, emanete sadakat göstermek, şahitlikte yalan söylemekten sakınmaktır. Âyetlerin üslûbundan anlaşıldığına göre bu güzel işlerle ilgili İfade tahdidi değil ta'dâdîdir, yani bunlar örneklerdir; duruma, zamana, mekâna, imkân ve şartlara göre bu ödev*lerin sayısı değişebilir. Önemli olan, kişinin 19. âyetteki deyimiyle tabiatının tahammülsüzlüğünü, nankörlük ve bencilliğini yenme iradesi gösterebilmesi, ibadetler ve ahlâkî davranışlarla ilkel kusurlarını giderip kişiliğini zenginleştir-mesidİr. [15]



Meali

36-37.0 inkarcılara ne oluyor ki grup grup sağdan soldan sana doğru koşuyorlar. 38. Yoksa onlardan her biri nimetler cennetine yerleştirileceğini mi umuyor? 39 Asla! Biz onları, şu bildikleri şeyden yaratmışizdır. 40-41. Do*ğuların ve batıların rabbine yemin ederim ki onların yerine daha iyilerini ge*tirmeye bizim gücümüz yeter, kimse bizim önümüze geçemez. 42. Bırak onla*rı, kendilerine geleceği hususunda uyarıldıkları güne ulaşıncaya kadar boş şeylere dalıp oyalana dursunlar! 43.0 gün onlar, bir hedefe çabucak varmak istercesine süratle kabirlerinden çıkarlar. 44.0 sırada gözlerine korku çök*müş, perişan olmuşlardır. İşte geleceği konusunda uyarıldıkları gün o gün*dür. [16]



Tefsiri


36-39. Rivayete göre müşrikler sağdan soldan gruplar halinde Hz. Peygam-ber'in etrafını sarar, başına üşüşür; onun müminlere cenneti müjdelemesini, inkar*cıları da cehennem azabı ile uyarmasını İşitince kendisiyle alay eder, "Muham-ined'm dediği gibi bunlar cennete gireceklerse biz bunlardan daha önce gireriz!" derlerdi[17] İşte bu âyetler onların belir*tilen davramşlarradaki çelişkiye ve Hz. Peygamberi yalancılıkla İtham ettikleri halde cennete girmeyi istemelerinin ne kadar tutarsız olduğuna İşaret etmektedir. Onlar Peygamber' le alay edince Allah Teâlâ da "Yoksa her biri nimetler cennetine yerleştirileceğini mi umuyor?" tarzındaki bir soru ile onları yermektedir. 39. âyet*teki "asla, hayır!" anlamına gelen "kellâ" edatı da durumun ciddi olduğunu, müş*riklerin gerçekten cennete giremeyeceklerini gösterir. "Biz onları, şu bildikleri şeyden yaratmıgızdır" ifadesi ise İnsanın, kendisine önemsiz gibi gelen spermden yaratıldığına işaret eder; bu da gururlanacak bir varlık olmadığını, dolayısıyla müşriklerin kendilerini üstün görüp fakir müminleri küçümsemelerinin anlamsız olduğunu gösterir. [18]



40-41. "Doğular ve batılar" ifadesi, güneş, ay ve yıldızların doğduğu ve bat*tığı noktalar yanında, yıl boyunca güneşin doğduğu ve battığı ufuktaki farklı nok*talan da kapsar. Yüce Allah'ın bu şekilde yıldızların doğduğu ve battığı yerlere yemin etmesi O'nun evrendeki bütün yörünge hareketlerine hakimiyetini ve son*suz kudretini gösterir. "Onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim gücümüz yeter" şeklinde çevirdiğimiz cümleyi müfessirler iki türlü yorumlamışlardır:

a) Bu muazzam evreni yaratan ve onun yönetimine hakim olan sonsuz kudret, inkarcıları yok edip onların yerine, kendisine iman edip emir ve yasaklarına uyan kullar da getirir, hiçbir güç buna engel olamaz.

b) Bundan maksat Yüce Allah'ın, insanları öldükten sonra dirilttiğinde onları dünyadaki yaratılışlarından daha sağlam olarak, ebedî hayata elverişli olabilecek şekilde yaratmasıdır. [19]



42-44. Müşriklere vaad edilen günden maksat kıyamet günü olup. [20] Hz. Peygamber teselli, inkarcılar ise tehdit edilmektedir. Müşrikler inkârlarını inatla sürdürdükleri için Allah Teâlâ Peygamberine artık onları kendi hallerine bırakmasını, zamanı geldiğinde inkâr ettikleri o günü göreceklerini, hat*ta o zaman -inkâr etmek şöyle dursun- bir hedefe koşan yarışçılar gibi kabirlerin*den kalkıp koşarak hesap yerine gideceklerini haber vermektedir. Ancak Hz. Pey*gamber ile alay ettikleri zamanki gibi şen şakrak değil, orada kibirleri kırılmış, gözleri düşmüş, utançlarından başlarını kaldıracak halleri kalmamış bir halde ve derin bir üzüntü içerisinde olacaklardır. [21]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] İbn Âşûr, XXIX, 152

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/377.

[2] Taberî, XXIX, 43; Şevkânî, V, 279; Buhârî, "Tefsir", 70

[3] İbn Âşûr, XXIX, 152

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/377.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/377.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/378.

[6] Elmalılı, XIII, 5352

[7] bk. Âlûsî, Rûhu'l-me'ânî, XXIX, 56; Esed, III, 1186

[8] bk. İbn Aşûr, XXIX, 153

[9] V, 332; krş. Hac 22/47

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/378-379.

[10] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/379.

[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/379.

[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/379-380.

[13] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/381.

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/381.

[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/381.

[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/382.

[17] Zemahşerî, IV, 159-160; Şevkânî, V, 338

[18] bk. Kurtubî, XVIII, 294

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/382-383.

[19] İbn Âşûr, XXIX, 180

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/383.

[20] bk. Şev-kânî, V, 339

[20] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/383.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:29 am

HAKKA SURESİ

69


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :


78



Âyet sayısı :

52



Nüzulü

Mushaftaki sıralamada altmış dokuzuncu, iniş sırasına göre yetmiş sekizinci sûredir. Mülk sûresinden sonra, Meâric sûresinden önce Mekke'de inmiştir[1]



Âdı

Sûre adını birinci âyette geçen ve "gerçekleşecek olan (kıyamet)" anlamına gelen "hakka" kelimesinden almış olup yaygın olarak bu isimle anılmaktadır. Ayrıca 12. âyette geçen "Vâiye" ve 36. âyette geçen "Silsile" adlarıyla da anılmıştır.[2]



Konusu


Sûrenin ana konusu vahiy yani Kur'an'ın ilâhî kelâm oluşu ve peygamberliktir. Ayrıca kıyamet halleri; yeryüzünde fesat çıkaran ve peygamberleri yalancılıkla itham eden Âd, Semûd, Lût kavmi, Firavun, Nûh kavmi vb. eski kavimlerden, bunların başına gelen musibetlerden söz etmekte, âhiiette mutlu ve bedbaht oladak kimselerin durumlarını açıklamaktadır. [3]



Meali

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Kıyamet! 2. Nedir o büyük gerçek? 3. Kıyametin ne olduğunu sen nereden bileceksin! 4. Semûd ve Ad, alınlarına çarpacak gerçeği yalan saymışlardı. 5. Semûd kavmi çok şiddetli bir depremle helak edildi. 6. Âd halkı ise dehşetli bir kasırga ile yok ediliverdi. 7. Allah o kasırgayı ardarda yedi gece, sekiz gün onların üzerinde estirdi. Öyle ki (orada butunsaydın), o kavmi devrilmiş hurma kütükleri gibi oracıkta yere serilmiş halde görürdün. 8. Şimdi onlardan geriye kalan bir şey görüyor musun? 9. Firavun, ondan öncekiler ve altı üstüne getirilen şehirler hep o günahı işlediler. 10. Rablerinin elçisine karşı geldiler, O da onları amansız bir şekilde yakalayıp cezalandırdı. 11. Sular coştuğu vakit sizi gemide kuşkusuz biz taşıdık; 12. Bunu sizin için ibretli bir anı olsun ve kulaklardan hiç çıkmasın diye yaptık. [4]



Tefsiri


1-3. "Kıyamet" diye çevirdiğimiz "hakka" kelimesi, "hak" kelimesinden türemiş bir isimdir. Hak ise sözlükte, "gerçek, sabit ve doğru olmak, gerekmek; bir şeyi gerçekleştirmek; bir şeyi kesin olarak bilmek" gibi mânalara gelmektedir. İsim olarak "gerçek, sabit, doğru, varlığı kesin olan şey" aniamlannda kullanılan hak kelimesi genellikle bâtılın zıttı olarak gösterilmiştir. [5] Kıyamet kesin olarak gerçekleşeceği ve bu sayede insanlar dünyada yapıp ettiklerinin gerçek değerini kavrayacakları ve sonuçlarını görecekleri için ona da "Hakka" ismi verilmiştir. Sûrenin ilk üç âyeti gerek üslûp gerekse anlam olarak kıyamet olayının büyüklüğüne ve şiddetine işaret ettiği gibi ne zaman meydana geleceğinin bilinemeyeceğini de göstermektedir.

Müfessirlerin büyük çoğunluğu "hakka" kelimesine "kıyamet" anlamı ver*miş olmakla birlikte bu âyetlerin ardından dünyada azaba uğramış kavimlerin anılmasından hareketle hakka kelimesinden, Hz. Peygamber'e isyan eden Kureyş'in başına gelecek olan azabın kast edildiği ve bu azabın dehşet ve şiddetine dikkat çekildiği görüşünde olanlar da vardır. [6]



4-8. "Alınlarına çarpacak gerçek" diye çevirdiğimiz "kari'a" kelimesi "çar*pan, vuran, çarpışan" anlamında olup burada kıyametin bir başka ismi olarak kullanılmıştır. Semûd ve Âd kavimleri âhİretİ inkâr edip kendilerine gönderilen pey- gambere İsyan ettikleri için birincisi (Semûd), şiddetinden dolayı âyette "tâgiye" (azgın) denilen çok ağır bir depremle yok olup gitmiştir. [7] Âd kavmi ise inkarcılıkta ısrar ettiği için Allah onların üzerine kasıp kavuran bir fırtına göndermiş; bu fırtına Âd kavminin yurdunda yedi gece sekiz gün devam etmiş; sonunda insanları sökülmüş hurma kütükleri gibi yerlere serivermiştir. [8] Âd kavminin muhteşem sarayları ve köşkleri yerle bir olmuş; böylece yok olup gitmişlerdir. Bu iki kavmin akıbetleri, hem Muhammed ümmetine birer ders ve ibret levhası olarak hem de bu felâketleri gerektiren gücün kıyameti de gerçekleştireceğine bir kanıt olarak zikredilmiştir. [9]



9-12. Firavun'dan maksat, Hz. Mûsâ zamanındaki Mısır kralıdır. [10] "Ondan öncekiler" tamlaması İse genel bir ifade olup Firavun'a kadar gelmiş geçmiş ve isyanları sebebiyle helak olmuş kavimleri kapsamaktadır. Yukarıda geçen Âd ve Semûd kavimleri de bu grubun içinde yer alır. Altı üstüne getirilen şehirler ise Lût'un (a.s.) peygamber olarak gönderildiği Sodom ve Gomore olarak yorumlanmıştır. [11] İşte bu kavimlerin her biri kendi pey*gamberine isyan edip onu yalancılıkla itham ettikleri için ayrı ayn şiddetli cezalara mâruz kalmışlardır. 10. âyetteki "resul" kelimesinin tekil olması her bir kavme gönderilmiş olan ayrı bir peygamberi ifade eder. [12]

11. ayette değinilen olay, Hz. Nûh zamanında meydana gelmiş olan tufandır. Nûh kavmi peygambere isyan ettiği için Allah Teâlâ onları suya garketmiş, Nuh'a inanıp onun gemisine binenleri ise kurtarmıştır. İşte, "Sular coştuğu vakit sizi gemide biz taşıdık" mealindeki cümle o gün Nuh'un gemisinde bulunup da Allah'ın lütfuyla kurtuluşa eren, sular çekildikten sonra da karaya inen ve sonrakilerin ataları, dedeleri durumunda bulunan müminlere işaret eder. Yukarıda kısaca değinilen olaylarda inkarcıların cezalandırılmış, inananların ise kurtarılmış olduğu haber verilerek olayların nesilden nesİle aktarılması ve işiten herkesin bundan ibret alması amaçlanmıştır. Nitekim bu husus 12. âyette açıkça ifade edilmiştir. [13]



Meali

13, Sûra bir defa üflendiğinde; 14. Yeryüzü ve dağlar yerlerinden sökülüp birbirine bir kez çarpılarak darmadağın edildiğinde; 15. İşte o gün olacak olur. 16. Gök yarılır, o gün bunların düzeni çökmüştür. 17. Melekler göklerin etrafındadır. O gün rabbinin arşını bunların da üstünde olan sekiz (melek) yüklenir. 18.0 gün hesaba çekilirsiniz, size ait hiçbir sn gizli kalmaz. [14]



Tefsiri


13-18. Sûr, sözlükte "üflendiğinde ses çıkaran boynuz biçiminde bir boru" diye tarif edilir. Geleneksel İslânıî inanca göre dört büyük melekten biri olan İsrafil, sûr adı verilen boruyu iki defa üfleyecek, ilk üflemede kâinattaki bütün canlılar ölecek, ikinci üflemede ise canlılar tekrar dirilecektir. [15] Kıyamet sahnelerini tasvir eden bu ayetler, 1-3. âyetlerle bağlantılı olup onlan açıklamakta ve kıyamet denilen olayın nasıl meydana geleceğini, dolayısıyla dünya hayatının nasıl son bulacağını anlatmaktadır. [16] "Gök yarılır, o gün bunların düzeni çökmüştür" mealindeki 16. âyet kıyametin kopması sırasında sadece yerkürenin değil, gök cisimlerinin de düzeninin bozulacağını, şimdiki düzen ve özelliklerini kaybedeceğini ve mevcut kozmik sistemin tümüyle çökeceğini ifade eder. [17] Eski müfessİrler 17. ayetteki "melekler göklerin etrafındadır" ifadesini, "Gökler yarılınca melekler, kendileri için mesken edinmeye elverişli durumdaki yarılmayan yerlere çekilirler" şeklinde tefsir etmişlerdir. [18] İbn Âşûr ise bu kısmı "Melekler göklerin etrafında cennetlikleri cennete yerleştirmek, cehennemlikleri de cehenneme sevketmekle meşgul olurlar" şeklinde yorumlamıştır. [19] Sonuç itibariyle âyet meleklerin kıyamet dehşetinden korunmuş bir alanda yapacakları görevlerini anlatmaktadır.

Arş kelimesi daha önce birçok âyette geçmiş ve hakkında gereken açıklamalar yapılmıştır. [20] "O gün rabbinin arşını, bunların da üs*tünde olan sekiz (melek) taşır" diye çevirdiğimiz bölümde arşı taşıyan "sekiz"den maksadın ne olduğu Kur'an tarafından açıklanmamıştır. Müfessİrler âyetin bağlamını dikkate alarak bu ifadeyi yukarıda anlatılan meleklerin üstünde, kendilerine "Hamele-i Arş (arşın taşıyıcıları)" denilen sekiz melek veya sekiz taşıyıcı olarak yorumlamışlardır. [21] Sekiz şahıs, sekiz saf, sekizin on katı seksen melek vb. yorumlar yapanlar da olmuştur. [22] Biz, meal*de "sekiz melek" yorumunu tercih ettik; Râzî ise "sekiz şahıs" İfadesini tercih etmiştir [23] Aynca Cehmiye ve Mu'tezile âlimleriyle sünnî ulemânın önemli bir kısmı, arş kelimesini "mülk" yani bütünüyle âlem olarak yorumlamış- lardır. [24] Buna göre "arşı taşıyan melekler" de Allah'ın âlemin işleyişiyle görevli kıldığı melekler olarak anlaşılabi*lir. Bununla birlikte İmam Ebû Hanîfe, Eş'ar'î ve Mâtüridî gibi âlimler âyetin mü-teşâbihattan olduğunu düşünerek ifadeyi aynen kabul etmemiz gerektiğini, bunun ne anlama geldiğini bilemeyeceğimizi itiraf etmenin en doğru tutum olduğunu düşünmüşlerdir.

Allah zamandan ve mekandan münezzeh olduğu için kıyamet gününde meleklerin O'nun arşını taşıması olayı, "Allah'ın kudretinin hesap günündeki tam ve kesin tezahürünün işareti" olarak yorumlanmıştır. [25]



Meali


19. Kitabı sağ tarafından verilen kimse, "Alın kitabımı okuyun; 20. Doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum" der. 21. Artık o, hoşnut olacağı bir hayat içindedir; 22-23. Meyveleri kolayca devşirilebitir yüce bir cennettedir. 24, Onlara "Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık olarak afiyetle yiyin için" denir. 25-26. Kitabı sol tarafından verilene gelince o, "Keşke, der, bana kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmese)-dim! 27. Keşke ölümüm her şeyi bitirseydi! 28. Malım bana hiç fayda sağlamadı; 29. Güç ve saltanatım yok olup gitti." 30. (Ve şöyle emredilir) ; Onu yakalayıp bağlayın; 31. Sonra onu alevli ateşe atm! 32. Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire bağlayın! 33. Çünkü o, ulu Allah'a iman et- mezdi; 34. Yoksul doyurmaya teşvik etmezdi. 35. Bu sebeple bugün burada onun candan bir dostu yoktur. 36. Yananların akıntısından başka yiyeceği de yoktur! 37. Onu da günahkârlardan başkası yemez. [26]



Tefsiri


19-24, "Kitap"tan maksat amel defteridir; mahşerde kişinin amel defterinin sağ tarafından verilmesi onun dünya hayatında Allah'ın emrine uygun, dürüst ve erdemli bir hayat yaşadığını, dolayısıyla sicilinin temiz olduğunu gösterir. Bu durumda olan kimse Allah'ın lütfuyla kurtuluşa erenlerden olduğunu anlar ve "Alın, kitabımı okuyun" diyerek mutluluğunu başkalarıyla paylaşmak ister. [27] 20. âyet amel defteri sağından verilen kimsenin dünyada iken âhirete iman ettiğini ve ona göre hazırlık yaptığını gösterir. 24. âyette zikredilen "geçmiş günler"den maksat ise dünya hayatında geçen günlerdir. [28] Buna göre 21-24. âyetlerde mahşerde amel defteri sağ tarafından verilen kimsenin dünyada yaptığı İyi amellere karşılık âhirette elde edeceği nimetler tasvir edilerek anlatılmaktadır. [29]



25-29. Kişinin amel defterinin sol tarafından verilmesi onun dünya hayatında Allah'ın emrine uygun hareket etmediğini, dürüst ve erdemli bir hayat yaşamadığını, dolayısıyla sicilinin bozuk olduğunu gösterir. Bu durumdaki biri dünyada yaptıklarını amel defterinde görünce kendisinin cezalandırılacağını anlar, bu nedenle amel defterinin kendisine verilmesini ve içinde yazılmış olanları görmek istemez, ölümle her şeyin bitmiş olmasını temenni eder. Böyle bir temenni orada bir işe yaramayacağı gibi, dünyada helâl haram demeden biriktirmiş olduğu malı da kendisine verilecek cezayı önlemeyecektir. Artık mal, mülk, saltanat, makam, güç vb. dünyaya ait ne varsa hepsi yok olup gitmiş, sadece insanın olumlu veya olumsuz inanç ve amelleri kalmıştır. [30]



30-37. Amel defteri solundan verilen kimsenin hesabı görüldükten sonra Al*lah Tealâ görevli meleklere o günahkârın ellerini boynuna bağlayıp cehenneme götürmelerini, sonra da zincire vurmalarını emreder. Müfessirler "Sonra da onu yetmiş arşın uzunluğunda bir zincire bağlayın!" mealindeki 32. âyette geçen sayıyı çokluktan kinaye olarak yorumlamışlardır. [31] Âhiret hayatı gayb âleminden olduğu İçin Allah orası ile ilgili bilgileri dünyadaki kullarına temsilî olarak anlatmaktadır. Râzî, bunun benzeri başka bir âyetin (bk. İbrahim 14/49) tefsirinde bu tür ifadelerin, günahkârların kendi eylem ve eğilimlerini, sonuç olarak öte dünyada topluca içine düşecekleri genel umutsuzluğu dile getiren bîr mecaz olduğunu ileri sürmüştür. [32] 33-34. âyetler günahkârın zincire vurulmasının sebebini açıklamaktadır ki o da Allah'a inanmaması ve yoksula yedirmeyi teşvik etmemesi, yani bencil duygularını aşaiak başkalarının sıkıntılarını paylaşma olgunluğunu sergileyememesidir. Yoksulu gözetme konusundaki duyarsızlığın, kişinin zincirlere vurulmasının ana sebeplerinden biri olarak Allah'a inançsızlığın hemen ardından zikredilmesi, İslâm'ın paylaşmaya, sosyal adalete ve banşa verdiği önemi gösterir. 35. âyet, inkarcılara âhirette yardım veya şefaat edecek hiç kimsenin bulunmayacağına, dünyada kendilerine yardım edip menfaat sağlayan dostların da kendileri için hiçbir şey yapamayacaklarına, bu nedenle dünyada yaptıklarına pişman olup ümitsizliğe kapılacaklarına işaret etmektedir.

"Yananların akıntısı" diye tercüme ettiğimiz 36. âyetteki "gıslîn" kelimesine müfessirler, "cehennemliklerin yediği bir bitkî, en kötü yemek, cehennemliklerin yanan bedenlerinden akan akıntı" mânalarım da vermişlerdir. [33]İbn Abbas gıslîn kelimesinin ne anlama geldiğini bitmediğini ifade etmiştir. [34] 36-37. âyetler dünyada Allah'a isyan edenlerin âhiretteki beslenmelerinin bile azap olduğunu göstermektedir. [35]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:29 am

Meali

38-39. Görebildikleriniz ve göremedikleriniz üzerine yemin ederim ki, 40. Kur'an değerli bir elçinin sözüdür. 41.0 bir şâir sözü değildir. Ne de az inanıyorsunuz! 42. O bir kâhin sözü de değildir. Ne de az düşünüyorsunuz? 43. O, âlemlerin rabbi tarafından indirilmiştir. 44. Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, 45. Elbette onu kıskıvrak yakalardık. 46. Sonra onun can damarını koparırdık. 47. Hiçbiriniz buna mâni olamazdınız. 48. Doğrusu Kur'an, takva sahipleri için bir öğüttür. 49. İçinizde onu yalan sayanlar bulunduğunu şüphesiz bilmekteyiz. 50. Muhakkak o, kâfirler için bir iç yarasıdır. 51, O, gerçekten kesin bilginin kendisidir. 52. Şu halde ulu rabbinin adını yüceltip noksanlıklardan tenzih et! [36]



Tefsiri

38-43. "Görebildikleriniz ve göremedikleriniz" ifadesi, varlık âleminde, görüleni ve göriilemeyeniyle üzerine yemin edilmeye değer ne varsa tümünü, meselâ Yiice Allah'ın zâtı. sıfatları ve evrende O'nun kudretini gösteren maddî ve manevî varlıkları, yer ve gök cisimlerini, insanlar, melekler, cinler, âhiret alemi vb. varlıkları kapsamaktadır.

Kur'an'ı tebliğ eden Hz. Peygamber'e müşriklerden bazıları şair, bazıları da kâhin diyorlardı. Bu sebeple Yüce Allah burada yaptığı yeminle Kur'ân-ı Kerîm'in bir şair veya kâhin sözü değil, değerli bir elçinin sözü olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca söz sanatı bakımdan da Kur'an'ın şiir olmadığım, kâhin sözüne benzemediğini bazen kendileri de itiraf ettikleri halde müşrikler ondan ne İbret al*mışlar ne de onun ilahî kelâm olduğuna inanmışlardır. [37] Müfessirlerin çoğunluğu Resûlullah hakkında söylenilen şair ve kâhin sözlerini dikkate alarak 40. âyetteki "değerli elçi "den maksadın Hz. Peygamber olduğu kanaatine varmışlardır. Tekvîr sûresinin 19. âyeti de aynı lafızları taşır; fakat çoğunluğun yorumuna göre orada elçiden maksat Cebrail'dir. Aslında bu iki yorum arasında bir çelişki yoktur. Zira Kur'an'ı Hz. Peygamber'e Cebrail getirmiş, o da tebliğ etmiştir. Bu sebeple Tekvîr'deki âyetin bağlamına Cebrail, buradaki bağlama ise Hz, Peygamber uygun düşmektedir. Gerçekte Kur'an Allah'ın kelâmıdır; nitekim 43. âyette âlemlerin rabbi katından indirilmiş olduğu açıkça ifade buyurulmuştur. Buna göre Cebrail ve Hz. Peygamber Allah'ın kelâmını kullarına ulaştırmada aracı oldukları İçin 40. âyette söz onlara nispet edilmiştir. [38]



44-47. "Elbette onu kıskıvrak yakalardık" dîye tercüme ettiğimiz 45. âyetteki "yemîn" kelimesi sözlükte "sağ taraf, sağ el" anlamına gelir. Kelime mecazen "güç, kuvvet" mânasında da kullanılmaktadır. [39] 46. âyetteki "vetîn" ise "büyük atar damar" demektir; bu damar kesildiğinde canlı ölür. Allah Teâlâ Kur'an'ın şair veya kâhin sözü olmadığını yeminle ifade ettikten sonra Hz. Peygamber'in onu uydurup Allah'a İsnat etmesinin de mümkün olmadığını, eğer -farzı muhal- böyle bir şey yapmış olsaydı şiddetli bir şekilde cezalandırılacağını ve hiç kimsenin onu bu cezadan kurtaramayacağını haber vermiştir. [40]



48-50. Kur'ân-ı Kerîm'in, ona önyargılardan sıyrılmış olarak, iyi niyetle yönelenler için son derece faydalı bir uyan ve bir öğüt olmasına rağmen Kur'an'I yalan sayanların daima bul anabileceği belirtilmekte; âhirette onun müminler için kurtuluş sebebi, inkarcılar için de ceza nedeni olduğu ortaya çıktığında inkarcıların derin bir pişmanlık içinde olacakları ifade edilmektedir. [41]



51-52. "Hakku'l-yakîn" tamlaması, "var (sabit), gerçek, doğru" anlamındaki "hak" ile "gerçeğe uygun kesin bilgi" anlamındaki "yakîn" kelimelerinden oluşan bir terim olup, kesinlik bakımından ilme'l-yakîn ve ayne'i-yakîn'in de ötesinde en son merhaleyi teşkil eden doğru bilgi olarak açıklanır. Bu üç aşamayı bir arada, "bilgi alarak, görerek, yaşayarak bilmek" şeklinde ifade etmek mümkündür. Burada Kur'an'ı yalan sayanların âhirette büyük pişmanlık duyacakları ve dolayısıyla azaba mâruz kalacakları haber verilirken bunun kesin olarak yaşanacak bir gerçek olduğu vurgulanmaktadır. [42]

Yukarıda Kur'an'ın yüceliği ve müşriklerin İsnat ettiği kusurlardan uzak bulunduğu anlatılarak hem Kur'an'ın ilâhî vahiy olduğu hem de Resûlullah'ın peygamberliğinin kesinliği vurgulanmıştı. Son âyet-i kerîmede ise Resûlullah'ın kendisine verilen bu nimetlerin şükrü olarak rabbinin adını yüceltmesi, O'nu noksan sıfatlardan tenzih etmesi istenmiştir. [43]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/365.

[2] bk.İbnÂşûr, XXIX, 110

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/365.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/365.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/366.

[5] bilgi için bk. Mustafa Çağrıcı, "Hak", Dİ A, XV, 137

[6] Ateş, X, 36

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/366.

[7] bilgi için bk. A'râf 7/73-79; Hûd 11/61-68

[8] krş. Kamer 54/19-20

[9] bk. A'râf 7/65-72; Hûd 11/50-60

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/366-367.

[10] îbn Âşûr, XXIX, 120; Firavun ve kavmi hakkında bilgi için bk. A'râf 7/103 vd

[11] bk. A'râf 7/80-84; Hûd 11/77-83

[12] İbn Âşûr, XXIX, 122

[13] Nûh kavmi ve tufanı hakkında bilgi için bk. A'râf 7/59-64; Hûd U/2549

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/367.

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/368.

[15] sûr hakkında aynca bk. En'âm 6/73

[16] krş. Kehf 18/47

[17] krş. Enbiyâ 21/104; Zümer 39/67

[18] meselâ bk. Râzî, XXX, 108; Şevkânî, V, 326

[19] XXIX, 127

[20] özellikle bk. A'râf 7/54

[21] Elmalık, VIII, 5322

[22] İbn Âşûr, XXIX, 127

[23] XXX, 109

[24] bk. Yusuf Şevki Yavuz, "Arş", DIA, III, 407-408

[25] İbn Âşûr, XXIX, 128; Esed, 111,1183; meleklerin Allah'ın arşını taşıması hakkında bilgi için bk. Mü'min 40/7

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/368-369.

[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/369-370.

[27] bk. Râzî, XXX, 111

[28] bk. Râzî, XXX, 113

[29] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/370.

[30] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/370.

[31] bk. Râzî, XXX, 114

[32] XIX, 148; Esed, n, 512

[33] bk. Şevkânî, V, 328

[34] bk. Râzî, XXX, 116

[35] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/370-371.

[36] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/371-372.

[37] Resûlullah'ın içinde yaşadığı toplumda "şair" kelimesinin kullanıldığı özel anlam hakkında bk. Yâsîn 36/69

[38] bk. Râzî, XXX, 117

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/372.

[39] Kurtubî, XVIII, 275

[40] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/372.

[41] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/372-373.

[42] Hakku'l-yakîn" konusunda aynca bk, Vakıa 56/95; Yusuf Şevki Yavuz, "Hakka'l-yakîn", Dİ A, XV, 203

[43] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/373
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:33 am

KALEM SÛRESİ

68

İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :


2



Âyet sayısı :


52



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada altmış sekizinci, iniş sırasına göre İkinci sûredir. Alak sûresinden sonra, Müzzemmil sûresinden önce Mekke'de inmiştir. 17. âyetten 50. âyete kadar olan kısmının Medine'de indiği yönünde bir rivayet bulunmakla bera*ber.[1] âyetlerin üslûp ve İçeriğinden bunların da Mekke'de in*diği anlaşılmaktadır.[2]



Adı


Sûre adını birinci âyette geçen "kalem" kelimesinden almış olup yaygın ola*rak bu adla anılmaktadır. Tefsirlerde "Nûn" adıyla da anılır. Buhârî ise sûrenin adını "Nûn ve'1-kalem" olarak kaydetmiştir. [3]



Konusu


Muhammed aleyhisselâmın Allah tarafından gönderilmiş gerçek bir elçi ol*duğuna vurgu yapılması, yüksek şahsiyeti ve Mekkeli müşriklerin onun getirdiği mesaj konusunda yaymaya çalıştıkları tereddütler, müşriklerdeki şahsiyet bozuk*lukları, nimete karşı nankörlüğün sonucunu açıklamak amacıyla anlatılan "bahçe sahipleri kıssası", âhiretin sıkıntılı ve dehşetli halleri, Allah'ın müminler için ha*zırlamış olduğu ödüller ve kâfirlere vereceği cezalar, sûrenin başlıca konularıdır. Ayrıca Hz. Peygamber'e ****netli olması, Yûnus Peygamber'in yaptığı gibi sabır*sızlık göstermemesi tavsiye edilmektedir. [4]



Meali

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1-2. Nûn. Kaleme ve (kalem eh*linin) onunla yazdıklarına andolsun ki sen -rabbinin lütfü sayesinde- asla deli değilsin. 3. Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir ödül vardır. 4. Sen el*bette üstün bir ahlâka sahipsin. 5-6. Aranızdan hanginizin aklı bozuk olduğu*nu yakında sen de göreceksin, onlarda görecekler. 7. Doğrusu, yolundan sa*pan kimseyi en iyi bilen rabbindir; hidayete erenleri de en iyi O bilir. 8. Şu halde seni yalancılıkla itham edenlere boyun eğme! 9. İsterler kî sen (onlara) taviz veresin, onlar da tavizci olsunlar. 10-14. Olur olmaz yemin eden aşağılık, daima kusur arayıp iğneleyen, durmadan lâf götürüp getiren, iyiliği hep en*gelleyen, saldırgan, günahkâr, huysuz ve sert, bütün bunlardan sonra bir de ne idüğü belirsiz kimselere, serveti ve çocuktan var diye sakın boyun eğme. 15. Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, "Öncekilerin masalları!" der. 16. Ya*kında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız! [5]



Tefsiri


1-7. Sûrenin bağında bulunan "nûn" harfi, "hurûf-i mukattaa"dan olup bu tür harflerin ilk inenidir. Bakara sûresinin İlk âyetinde bunlar hakkında geniş bilgi ve*rilmiştir.

Mekke müşrikleri şair, kâhin ve sihirbazların cinlerden bilgi ve ilham aldık*larına inanırlardı. Hz. Peygamber'İn de onlar gibi cinlerin etkisi altına girdiğine ve söylediklerinin ona cinler tarafından telkin edildiğine inandıkları için ona şair, kâ*hin, sihirbaz ve mecnun diyorlardı[6] Bu nedenle Allah Teâlâ kaleme ve kalem ehlinin yazdığı satırlara yemin ederek onun, İddia edildiği gibi mecnun olmadığını, aksine Al*lah'ın lütfuna yani peygamberlik gibi bir şerefe erdiğini ifade buyurdu. [7]

Elmalılı buradaki bir anlam inceliğine dikkat çekerken özetle şunları söyler:

Arap dilinde, "(kalem ehlinin) yazdıklarına" diye çevrilen cümledeki fiilin kalıbı, yazanların akıl ve idrak sahibi varlıklar olduğunu, bu da yazı yazanın gerçekte ka*lem değil, onun arkasındaki görünmeyen bir akıl ve idrak sahibi olduğunu göste*rir. İfadenin akışı dikkate alındığında burada kalemden maksadın da bu nesnenin kendisi değil onun yazdıkları olduğu anlaşılmaktadır. Şu halde kalem ve yazılar*dan, akıl ve anlamlar âlemini, bunlardan da onları beşer aklına yazan ilk kalemi, bundan da onun sahibi olan Rabbü'l-âlemîn'i anlamak gerekir. Öte yandan bu fi*ilin, "yazmakta oldukları ve yazacakları" anlamlarını birlikte anlattığı da gözden kaçırılmamalıdır [8]"Kalemden maksat vahyi yazan kalem, yaz*dıklarından maksat da Kur'an'dır" diyenler olmuştur; ancak âyeti genel anlamda değerlendirmek daha doğru olur. Burada kalem ile simgelenen yazının, insanın dü*şünce, tecrübe ve kavrayışlarının kayıtlar aracılığıyla bireyden bireye, kuşaktan kuşağa ve bir kültür çevresinden diğerine aktarılmasında önemli bir etken; bilgi*nin yazılıp korunmasında, ilim ve irfanın gelişmesinde, dolayısıyla toplumların aydınlanmasında vazgeçilmez bir araç olduğuna işaret vardır. Yüce Allah'ın bu sûreye kalem üzerine yemin ederek başlaması da kalemin önemine yapılan bir vur*gu anlamı taşır. Kur'ân-ı Kerîm'in ilk inen sûresine (Alak) "Oku!" buyruğuyla başlandığı gibi ikinci inen bu sûrenin ilk âyetinde de Allah Teâlâ tarafından yazı aracı olan kaleme ve kalem ehlinin onunla yazdıkları üzerine yemin edilmiş olup bu durum, İslâm'ın okuma yazmaya, bilime ve yazılı kültüre verdiği önemi gös*termesi açısından oldukça anlamlıdır.

Hz. Peygamber'e verilen "bitip tükenmeyen ödül", dünyada peygamberlik görevini yerine getirirken her türlü engellere karşı yanında bulduğu Allah'ın yar*dımı, âhirette ise Allah'ın ona lütfedeceği müstesna mükâfatlardır [9] 4. âyetteki "üstün ahlâk" ise Hz. Peyganıber'in sahip olduğu Kur'an ahlâkıdır. Nitekim Hz. Âişe bir soru münasebetiyle Hz. Peygamber'in ah*lâkının Kur'an ahlâkı olduğunu belirtmiş[10] kendisi de güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade buyurmuşlardır (Muvatta', "Hüsnü'l-huluk", Cool. Bu açıklamalar, Hz. Peygamber'in, müşriklerin iddia ettiği gibi mecnun değil, aksine Allah'ın lütfuna mazhar olmuş yüksek bir şahsiyete ve üstün bir ahlâka sahip, her yönüyle mükemmel, insanlık için örnek bir önder ve güvenilir bir rehber olduğunu gösterir. 5-6. âyetler ise Hz. Peygamber'e mecnun diyenlere karşı bir cevap ve uyan içermektedir. Burada inkarcıların, hak ettikleri cezaya çarptırıldıkları zaman Hz. Peygamber'i mi yoksa kendilerini mi cin çarp*mış olduğunu görecekleri sert bir üslûpla ifade edilmiştir. Nitekim Bedir savaşın*da müslümanlardan beklemedikleri darbeyi yiyince cin çarpmışa dönmüşler ve ne- ye uğradıklarını bilememişlerdir. 7. âyet, önceki âyetlerin gerekçesini anlatmakta*dır; buna göre inkarcılar hem dünyada hem de âhirette kendilerine fayda sağlaya*cak ve onları mutlu kılacak olan Allah'ın dininden ve O'nun yolundan saptıkları için asıl mecnun onlardır. [11]



8-9. Resûlullah'm şahsında bütün müminlere hitap edilerek Peygamber'! ya*lancılıkla İtham eden ve hakkı yalan sayanlara boyun eğmemeleri, onların İradele*rine teslim olmamaları istenmektedir. Çünkü inkarcılar Hz. Peygamber'in ahlâkî prensipler ve manevî değerler konusunda taviz vermesini, bu anlamda uzlaşmacı davranmasını ve İslâm'ın kendilerine ters gelen, çıkarlarıyla çatışan yönlerinin bı*rakılmasını istiyor; buna karşılık kendilerinin de taviz vereceklerini ve ona muha*lefet etmeyeceklerini söylüyorlardı. Hatta bir müddet Hz. Peygamber'in kendi ilâhlarına tapmasını, bir müddet de kendilerinin Hz. Peygamber'in ilâhı olan bir Allah'a tapmalarını teklif etmişlerdi[12] Allah Teâlâ onların bu tu*tum ve beklentilerine karşı Hz. Peygamber'in tavizsiz davranmasını, gevşeklik göstermemesini istemektedir. Zira doğru yol onun yoludur. [13]



10-16. Müşriklerin ileri gelenleri hakkında inen bu âyetler, onların genel ka*rakterlerinin güzel bir özetidir, "Ne idüğü belirsiz" diye çevirdiğimiz 13. âyetteki "zenîm" kelimesine müfessirler "bir toplumdan olmadığı halde onlara yamanmış olan, babası bilinmeyen, kötülüğü ile tanınan, lüzumsuz kimse, faydasız şey" an*lamlarını vermişlerdir. [14]Zenîm kelimesinin burada özellik*le günah İşlemekten, haksızlık yapmaktan, zarar vermekten utanıp çekinmeyecek kadar tabiatı bozulmuş, insanlığını kaybetmiş, bu anlamda soysuzlaşmış kişiyi ifa*de ettiği söylenebilir. Bu âyetlerde Hz. Peygamber ve ona iman edenler uyanlarak anılan kötü niteliklerin tümünü veya bir kısmını taşıyan kimseye mal ve oğullan var diye yani zengin ve güçlü olduğu için boyun eğmemeleri istenmektedir.

"Yakında onun alnına (cehennemlik) damgasını vuracağız" dîye çevirdiği*miz 16. âyet mecazî bir anlatım olup, güç ve zenginliğinden dolayı şımararak Al*lah, peygamber ve kitap tanımayan kimseyi Yüce Allah'ın zelil ve perişan edece*ğini, kibir ve gururunu kıracağım ifade eder. [15]



Meali


17-18. Biz, vaktiyle şu bahçe sahiplerine belâ verdiğimiz gibi onlara da belâ verdik. Hani bahçe sahipleri, ("Allah izin verirse" gibi) bir kayıt koymaksızın sabah erkenden bahçenin meyvesini kesinlikle devşireceklerine yemin etmişlerdi. 19-20. Fakat onlar uykudayken rabbin tarafından gelen kuşatıcı bir âfet bahçeyi sarıverdi de bahçe kesilip kurumuş gibi oldu. 21. Sabahleyin birbirlerine şöyle seslendiler: 22. "Eğer devşirecekseniz erkenden tarlanızın basma gidin!" 23. Derken yola koyuldular. Birbirlerine şöyle fısıldıyorlardı: 24. "Aman, bugün orada hiçbir yoksul yanınıza sokulmasın!" 25. Amaçlarını gerçekleştirebilecek şekilde erkenden yola düşüp gittiler. 26-27. Bahçeyi gör*düklerinde ise "Herhalde yanlış yere gelmişiz" dediler. 28. İçlerinden aklı başında olan biri şöyle dedi: "Ben size 'Emrine uyarak rabbinizin şanını yüceltmelisiniz' dememiş iniydim?" 29. Şöyle cevap verdiler: "Rabbimizi. Tenzih ederiz; doğrusu biz haksızlık etmişiz." 30. Ardından, birbirlerini kınamaya başladılar. 31. "Yazıklar olsun bize, dediler, gerçekten biz azgın kişilermişiz! 32. Belki rabbimiz bize bunun yerine daha iyisini verir. Biz rabbimizden bu*nu diliyoruz." 33. İşte ceza budur. Âhiret azabı ise elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi! [16]



Tefsiri

17-33. Bu âyetlerdeki kıssada bir bahçe olayı örnek gösterilerek Allah'ın ver*diği nimetlere şükretmeyen Mekke

müşrikleri uyarılmaktadır. Rivayete göre geç*mişte dindar bir adamın her türlü meyve, ekin ve hurma ağaçlan bulunan bir bah*çesi vardı. Hasat zamanı geldiğinde fakirleri çağırır, bahçenin ürünlerinden onlara ikramda bulunurdu. Adam ölünce oğullan, aile fertlerinin çokluğunu ileri sürerek yoksulların payını kesmeye ve bahçenin ürününü sabahleyin erkenden gizlice top*lamaya karar vermişler, ancak gece gelen bir âfet tirünü imha etmişti[17] Yüce Allah, Kur'an'da birçok yerde, verdiği nimete şükredenlere daha fazla nimet vereceğini, nankörlük edenleri de cezalandıracağını haber vermiştir. [18] Nitekim Hz. Peygamber'I yalancılıkla İtham edip getirdiği mesajı reddeden Mekke müşrikleri de Peygamber aralarından ayrıldıktan sonra eski refahlarını, özellikle ticarî imkânlarını giderek kaybetmişler, sonunda müslümanlar karşısında varlıkları son bulmuştur.

Müfessirlerin çoğunluğu 18. âyeti, "Bahçe sahipleri 'Allah İzin verirse' de*meden ertesi gün yapacakları iş hakkında karar verdiler" şeklinde açıklamışlardır '("Allah izin verirse" gibi) bir kayıt koymaksızın' dîye çevirdiğimiz bölüm hak*kında "yoksulların payını ayırmaksızın" şeklinde de bir yorum vardır. [19] Gelecekte bir işi yapmaya niyet ederken "İnşaallah" diyerek işi Allah'ın ira*desine bağlamak gerekiyordu. Nitekim bu konuda Yüce Allah Peygamber efendi*mizi şöyle uyarmıştır: "'Allah izin verirse' demeden hiçbir şey için 'Şu işi yarın yapacağım' deme!" [20] "Hiç kimse yann ne elde edeceğini bilemez"[21] Zira bîr şeyin meydana gelmesi için sadece insanın irade ve gü*cü yeterli değildir, Allah'ın da onu dilemesi gerekir.

28. ayette geçen "rabbiıı şanını yüceltmek"ten maksat da 18. âyette bildirilen "Allah izin verirse" gibi bir istisnadır, yani işi Allah'ın iznine bağlamaları yahut fakirler hakkındaki niyetleri ve takındıkları tavırdan dolayı Allah'tan af dilemele*ridir. [22] 28-32. âyetlerden anlaşıldığına göre bu kişiler içlerin*den aklı başında birinin haklı uyanlarını dikkate almamışlar, fakat bahçelerinin mahvolduğumı görünce onun haklı olduğunu anlamışlar, nasihatine kulak vermiş*ler ve yaptıklarına pişman olup tövbe etmişler; ancak iş işten geçmiş, bahçeleri yanmıştı. [23]



Meali


34. Şüphesiz Allah'a itaatsizlikten sakınanlar için rahlen katında ni*metleri bol cennetler vardır. 35. Öyle ya, emrimize boyun eğenleri o günah*kârlarla bir mi tutacağız? 36. Size ne oluyor! Ne biçim hüküm veriyorsunuz! 37-38. Yoksa elinizde okuduğunuz bir kitap var da orada istediğinizin sizin olacağını mı yazıyor? 39. Yoksa, "Neye hüküm verirseniz o mutlaka sizin*dir" diye tarafımızdan lehinize verilmiş, kıyamet gününe kadar geçerli kesin sözler mi var? 40. Sor onlara: İçlerinden bu sorumluluğu omuziayan kim*dir? 41. Yoksa onların (kendilerine akıl veren) ortakları mı var? Doğru sÖy-lüyorlarsa haydi getirsinler ortaklarını! 42. İş ciddileşip paçalar sıvandığı gün secdeye çağrılırlar, bunu da yapamazlar; 43.0 sırada gözlerine korku çökmüş, perişan olmuşlardır. Halbuki onlar, yapabilecek durumda iken de secdeye çağrılmışlardı. 44. Sen bu sözü yalan sayanı bana bırak! Biz onları, bilemeyecekleri bir şekilde yavaş yavaş azaba doğru çekeceğiz. 45. Onlara mühlet veriyorum; ama benim planım çok sağlamdır! 46. Yoksa sen onlar*dan bir ücret istiyorsun da bunun ağırlığı altında kalmaktan mı çekiniyor*lar? 47. Yahut gayb bilgisine sahipler de oradan mı yazıyorlar? [24]



Tefsiri


34-41. Kur'an âhirette müminlere büyük Ödüller, "nimetleri bol cennetler" müjdeledikçe müşrikler dünyadaki sosyal konumlarına aldanarak böyle bir şey ol*duğu takdirde kendilerinin daha büyük nimetlere mazhar olacaklarım savunmuş*lardı; âyetler onlara cevap vermektedir. Cevapların soru tarzında sıralanması onla*rın tutumlarının hayret verici ve kabul edilemez olduğuna işaret etmektedir, 37-38. âyetlere göre âhirettekİ mutluluk dünyadaki güç ve zenginliğe değil, iman ve İyi amele bağlıdır; bu mutluluğu kimlerin hak ettiğini de en iyi Allah bilir; çünkü hak etme şartlarını ve ölçülerini koyan yalnız O'dur. Bu husustaki rehber de O'nım ki*tabıdır. [25]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:33 am

42-43. Müfessirlerin çoğunluğuna göre buradaki "gün"den maksat, son dere*ce şiddetli ve sıkıntılı olayların ortaya çıkacağı kıyamet günüdür. "İş ciddileşip pa*çalar sıvandığı..." diye çevirdiğimiz "yükşefu an sakın" deyimi lafzan "incikten açılır" şeklinde tercüme edilmekte; bununla ciddi, önemli ve güç bir işe girişilme*si veya bütün hakikatlerin açıkça ortaya çıkması ya da bir olayın iyice yaklaşması kastedilmektedir. [26] Âyette bu deyim özellikle kıyamet günü*nü ve o günün sıkıntılarım ifade etmektedir. İnsanların o günün sıkıntısından kur*tulmaları için mahşerde görevli melekler veya Allah'ın ilham ettiği kimseler onla*rı Allah'a secde etmeve casırırlar Cİbn[27]Râzî've göre inkarcılar dünyada Allah'a secde etmedikleri için âhirette kınamak ve azarlamak maksadıy*la secdeye çağrılacaklardır . [28] Hadiste buyurulduğu üzere erkek-kadm herkes Allah'a secde eder; dünyada gösteriş için secde etmiş olanlar da secde et*mek isterler fakat eğilemezler[29] Başka bir rivayette in*karcıların da secde etmek isteyecekleri fakat buna güçlerinin yetmeyeceği haber verilmiştir. [30] Onlar, gözlerine korku çökmüş, zillet içerisinde ve perişan bir halde bulunurlar. Halbuki dünyada yapabilecek durumda iken de sec*deye çağrılmışlar, fakat secde etmemişlerdi. Bu nedenle âhirette secde etme güç*leri ellerinden alınacaktır. [31]



44-45. "Bu söz" diye çevirdiğimiz "hadîs" kelimesi "ilâhî vahiy, Kur'ân" ve*ya "yeniden dirilmeyi ve âhiret hesabını bildiren ilâhî haber" şeklinde yorumlana*bilir. 44. âyetteki "Bu sözü yalan sayanı bana bırak" cümlesi, vahiy ve âhîreti in*kâr edenleri cezalandırma yetkisinin yalnız Allah'a mahsus olduğunu ifade eder. "Biz onları, bilemeyecekleri bir şekilde yavaş yavaş azaba doğru çekeceğiz" diye çevirdiğimiz cümle ise kısaca şunu anlatıyor: Allah verdikçe onlar şımarır; fakat O, imtihan sebebiyle vermeye devam eder. Bu durum İslâmî literatürde "istİdrac" terimiyle ifade edilmiştir. [32]

ayette "plan" diye çevirdiğimiz "keyd" kelimesi, Allah için kullanıldığın*da, İslâmiyet ve müslümanlar aleyhinde çalışan inkarcıların planlarını boşa çıka*ran Allah'ın adaletli ve hikmetli planını ifade eder. Yüce Allah kendi planı uyarın*ca, âyetlerini yalan sayanları hemen cezalandırmayıp onlara mühlet verdiğini, ken*dilerine bazı imkân ve fırsatlar tanıdığını, bu suretle onların derece derece kurtu*luşu olmayan bir yıkıma doğru gittiklerini ifade buyurmaktadır. [33]



46. Peygamber, tebliğ faaliyetinin karşılığında ücret beklemez, muhataplarda maddî anlamda borç altında olmazlar, tebliğ de itaat da maddî kaygılarla ilgisi olmayan, tamamen dinî ve ahlâkî birer görevdir. [34]



47.İnkarcılara soru tarzında başka bir uyarı olup özellikle dinî konularda in*sanın bilgi kapasitesinin sınırlı olduğuna, Allah'tan başka hiç kimse ğayb âlemi hakkında bilgi sahibi olmadığı için bu konularda ileri sürülen iddiaların da temel*siz olacağına, sonuç olarak din konularında Allah'ın peygamberi vasıtasıyla insan*lara ulaştırdığı vahiy bilgisinin yegâne kaynak olarak benimsenmesi gerektiğine işaret edilmektedir. [35]


Meali


48. Sen rabbinin hükmüne sabret; şu balık sahibi gibi olma. Hani o, öf*keli olarak seslenmişti. 49. Rabbinin lütfü imdadına yetişmeseydi o, mutlaka ıssız bir sahaya kınanmayı hak etmiş olarak atılacaktı. 50. Fakat rabbi onu se*çip sâlihlerden eyledi. 51.0 inkarcılar Kur'an'ı işittikleri zaman, seni gözle*riyle dcvirivereceklermiş gibi bakar, "Şüphe yok o bir delidir" derler. 52. Oy*sa Kur'an, âlemler için öğütten başka bir şey değildir. [36]



Tefsiri


48-50. "Rabbinin hükmü"nden maksat Hz. Muhammed'e verilen peygam*berlik ve dini tebliğ görevidir. [37] veya Allah'ın inkarcılara mühlet vererek onlara karşı Hz. Peygamber'e yar*dımını ertelemesidir. [38] "Balık sahibi" ise Yûnus peygamberdir. Hz. Peygamber'e, Allah'ın verdiği görevi sabırla yerine getirmesi emredildikten sonra Yûnus'a atıf yapılmakta ve Resûlullah'a onun hatalı davranışını tekrar etme*mesi telkin edilmektedir. Çünkü Yûnus, tebliğ ettiği dini halkın hemen kabul et*mediğini görünce sabır ve azimle görevine devam edeceği yerde, halkına kızarak ülkeyi (Ninova) terketrniş, bir gemiye binip denize açılmış, yolda fırtına çıkmış, yolcuların bir kısmının denize atılmasına karar verilince çekilen kur'ada Yûnus'un şansına denize atılmak düşmüştü; fakat denizde bîr balık (balina) tarafından tutu*larak boğulmaktan kurtulmuştu. Böylece kendisine burada da Allah'ın rahmeti ye*tişti; Allah Teâlâ'nın lütfuyla bu balık onu sahile bırakarak ölümden kurtardı. Yû*nus Allah'ın emriyle ülkesine dönüp peygamberlik görevini sürdürmeye, tevhid inancını yaymaya devam etti. Bir rivayete göre Hz. Yûnus kavmine, inanmadıkla*rı takdirde bir azaba uğrayacaklarını bildirmiş, ancak onlar tövbe edip imana gel*dikleri için bu azap tahakkuk etmemiştir. Fakat onların imana geldiklerinden ha*bersiz olan Yûnus, belirttiği azabın vaktinde gerçekleşmediğini görünce kendisi*nin alay konusu olacağını düşünerek kızgın bir halde kavminden ayrılıp gitmiştir. [39] Burada Yûnus Peygamber'in kıssasına değini*lerek Hz. Muhammed uyarılmakta, Mekke müşriklerinin kendisine gösterdiği mu- halefete kızıp da ümitsizliğe kapılmaması ve peygamberlik görevini sürdürmesi telkin edilmektedir, [40]



51-52. Hz. Peygamber'den Kur'an'ı dinleyen müşriklerin gözleri (bakışları) etkili oklara benzetilerek ona karşı duydukları kin, nefret ve kıskançlık gibi men*fi duygulan tasvir edilmektedir. Kur'an'ın edebî üstünlüğü karşısında hayranlık duygulanın bastıramayan müşrikler, gerek dil gerekse içerik bakımından onda ten*kit edebilecekleri herhangi bir kusur bulamayınca insanların Peygamber efendimi*ze karşı gösterdikleri ilgi ve dikkati başka yönlere çevirmek için onun sözüne gü*venilmez bir mecnun olduğunu propaganda etmeye başlamışlardır. Ancak Yüce Allah Kur'an'ın üstün niteliklerini açıklayarak onların menfi propagandalarını et*kisiz hale getirmiştir.

Müşrikler Hz. Peygamber'i gördüklerinde, ona karşı duydukları kıskançlık ve düşmanlık sebebiyle gözleriyle onu oklayıp öldüreceklermiş gibi bakarlardı. 51. âyet onların bu psikolojik durumunu tasvir etmektedir. Bu âyetin nazar (göz değmesi) ile ilgili olduğu yolunda yaygın bir kanaat bulunmakla birlikte bu kana*at kesin bir bilgiye dayanmamaktadır. Nitekim Şevkânî'nin aktardığına göre[41] çok yönlü bir âlim olan İbn Kuteybe de âyette müşriklerin Resûlullah'a na*zar değdirmelerinden söz edilmediğini, Resûlullah Kur'an okuduğunda inkarcıla*rın ona kinle ve düşmanlık duygulanyla baktıklannm anlatıldığını ifade etmiştir. Buna göre âyetin nazarla ilgisi yoktur. [42]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Şevkânî, V, 307

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/353.

[3] bk. "Tefsir", 68

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/353.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/353.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/354.

[6] krş. Hicr 15/6; Tûr 52/29-30; Müddessir 74/24 ve bu sûrenin 51. âyeti

[7] Şevkânî, V,308

[8] VIII, 5266-5267

[9] İbn Âşûr, XXIX, 62-63

[10] Müslim, "Müsâfirîn", 139

[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/354-356.

[12] Şevkânî, V, 309

[13] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/356.

[14] bk, Râzî, XXX, 84-85

[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/356.

[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/357.

[17] bk. Râzî, XXX, 87

[18] meselâ bk. Nisa 4/147; İbrahim 14/7; Lokman 31/12

[19] Şevkânî, V, 312

[20] Kehf 18/23-24

[21] Lokman, 31/34

[22] bk. Şevkânî, V, 314

[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/357-358.

[24] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/359.

[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/359.

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/359-360.

[26] Şevkânî, V, 316-317

[27] Âsûr. XXIX, 99

[28] XXX, 96

[29] bk, Buhârî, "Tefsir", 68/2

[30] Şevkânî, V, 317

[31] bk. Râzî, XXX, 96

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/360.

[32] bk. A'râf 7/182

[33] bk. A'râf 7/182-183; ayrıca krş.En'âm 6/44

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/360.

[34] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/360.

[35] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/360-361.

[36] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/361.

[37] krş. Müddessir 74/1-7; ayrıca bk. îbn Âşûr, XXIX, 104

[38] Râzî, XXX, 98

[39] bilgi için bk. Sâffât 37/139-148

[40] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/361-362.

[41] V, 319

[42] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/362.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:34 am

MÜLK SURESİ

67


İndiği Yer ;


Mekke



İniş Sırası :


77



Âyet sayısı:


30



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada altmış yedinci, iniş sırasına göre yetmiş yedinci sûre*dir. Tür sûresinden sonra, Hakka sûresinden önce Mekke'de nazil olmuştur.[1]



Adı


Sûre adını birinci âyette geçen ve "mâlik olma, hükümranlık" gibi mânalara gelen "mülk" kelimesinden almıştır; Kur'ân-ı Kerîm'le ilgili kaynaklarda yaygın olarak bu isimle anılmaktadır, İlk cümlesinden dolayı sûreye "Tebâreke'1-lezî bİ-yedihfl-mülk"[2] "Tebâreke'1-mülk" [3]isimleri de verilmiştir. Aynca sûre, kendisini okuyanları kabir azabından korudu*ğu yönündeki bir rivayete dayalı olarak "Vâkiye, Münciye, Mâni'a ve Mücâdile" isimleriyle de anılmıştır. [4]



Konusu

Sûre genel olarak Allah Teâlâ'nın varlığı ve birliğini, azametini, evrendeki hükümranlığını, tek tanrı ve tek yaratıcı olduğunu, hayatın ve ölümün var ediliş amacını ve öldükten sonra dirilmeyi konu edinmektedir. Sûrede aynca insanlığın ilâhî vahyin uyarıcılığma muhtaç olduğuna işaret edilmekte, bunu kabul etmeyen*lerin karşılaşacakları kötü sonuçla ilgili uyanlar yapılmaktadır. [5]



Fazileti

Hz. Peygamber, sûrenin onu okuyanları kabir azabından koruyacağını ifade buyurmuşlar. [6] bu sebeple cenazelerin ardından bu sûrenin okunması yaygınlık kazanmıştır. Bu hadisi, "sûreyi okuyup amel edenlerin, kabir azabını gerektiren günahlardan uzak duracağı ve böylece azaptan kurtulacağı" şeklinde anlamak da mümkündür. [7]



Meâti


Rahman ve rahîm olan Allah'uı adıyla... 1. Mutlak hükümranlık elin*de olan Allah aşkındır, cömerttir ve O'nun her şeye gücü yeter. 2, Hangini*zin davranışça daha iyi olduğunu deneyerek göstermek için ölümü ve hayati yaratan O'dur. O, güçlüdür, çok bağışlayandır. 3. Yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratan O'dur. Rahmân'ın yaratışında hiçbir uyumsuz*luk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? 4. Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak; (kusur arayan) göz aradığını bu*lamadan bitkin olarak sana dönecektir. 5. Gerçek şu ki biz yakın göğü kan*dillerle süsledik. Ayrıca bunlarla şeytanların taşlanmasını sağladık ve onla*ra alevli ateş azabım hazırladık. [8]



Tefsiri

1-5. Sûrenin özeti mahiyetinde olan bu âyetlerin ilkinde Allah'ın yüceliği, kudreti, evrendeki hükümranlığı ve her şeyin kendisinin kudret elinde olduğu, ev*rende istediği gibi tasarrufta bulunabileceği İfade edilmiş, sonraki âyetlerde ise O'nun kudretinin eserlerinden örnekler verilmiştir. [9] 2. âyet Yüce Allah'ın kudret ve tasarrufunu en açık bir şekilde gösteren delilleri içermekte; Allah'ın, dünyada insanların güzel işler yapma huşusunda birbirleriyle rekabet etmelerini sağlamak, kimlerin kendi emir ve yasakları*na uyarak daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için hayatı ve ölümü yarat*tığını bildirmektedir. Aynı âyette önce ölüm, sonra hayat geçtiği için burada "ölüm" kavramıyla, hayattan önceki cansızlık halinin mi yoksa dünya hayatının sona ermesi ve âhiret hayatına geçiş halinin mi kastedildiği hususunda farklı gö-nişler vardır. Bir kısım müfessirler âyetteki sıralamayı dikkate alarak ölümden maksadın dünya hayatından âhiret hayatına geçiş hali, hayattan maksadın ise âhi-ret hayatı olduğunu söylemişlerdir. [10] İkinci grup ise ölümle dünya hayatından âhiret hayatına geçiş halinin, hayatla da dünya hayatının kastedildiği kanaatindedir. [11] bizim tercihimiz de bu*dur. Zira hayat da ölüm de imtihan için yaratılmıştır; imtihan yeri ise âhiret değil dünyadır. Her ikisinin de bu dünyada olması amaca daha uygun görünmektedir. Hayat ölümden önce olduğu halde âyette sonra gelmesi ise çeşitli şekillerde yo*rumlanmıştır. [12] Dikkat çekici bir yoruma göre eşyada aslolan yokluk olduğu, varlık ve hayat sonradan verildiği için âyette ölüm önce gelmiştir. [13] Bizce de isabetli olan diğer bir yoruma gö*re ölüm insanlara hayatın sorumluluğunu hatırlattığı, onları iyi işler yapmaya teş*vik ettiği ve bir uyarıcı olduğu, nihayet insanda "imtihan" sorumluluğunu daha canlı tuttuğu için âyette ölüm önce zikredilmiştir. Nitekim hayat bir hayırlı faali*yetler alanı, ölüm İse bu faaliyetlerin karşılığının verileceği ebedî varhk sahnesi*ne geçişi sağlayan dönüm noktası, Hz. Peygamber'in de belirttiği gibi bir uyarıcı*dır. [14] İfadenin akışına ve lafız güzelliğine daha uygun olduğu için "mevt" (ölüm) kelimesinin önce geldiği de düşünülebilir.

3-4. âyetlerde evrenin eksiksiz-kusursuz yaratılışına, mükemmel işleyişine ve düzenine dikkat çekilmekte, böylece bu muhteşem varlık düzeninin kör bir te*sadüfle meydana gelmiş olamayacağı ve devam edemeyeceği; bunun ancak üstün bir ilim, irade ve kudret sahibinin yaratması ve yönetmesiyle mümkün olduğu be*lirtilmektedir. [15]

Mealde "Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak" diye tercüme ettiğimiz cümlenin lafzî karşılığı "Sonra gözünü iki kez daha çevir de'bak" şeklindedir. An*cak bu ibare çokluktan kinaye olup sayı olarak iki defayı değil, defalarca bakma*yı ifade eder. [16]

Yıldızlarla donatılmış gibi bir görüntü verdiği için gök yüzünün kandillerle süslenmesinden söz edilmiş, yıldızlar geceleyin kandil gibi ışık saçtıklarından on*lara mecaz olarak "kandiller" (mesâbîh, tekili: misbâh) denilmiştir. [17] Yıldızlarla şeytanların taşlanmasından maksat ise göklerdeki meleklerin ko*nuşmalarını dinleyip onlardan bilgi sızdırmak için kulak hırsızlığı yapmak İsteyen şeytanların bu yıldızlardan çıkan parlak ışıklarla, bir tür ateş toplarıyla engellen*mesidir. Bu ve benzeri âyetlerle ilgili olarak klasik tefsirlerde ayrıntılı yorumlar bulunmakla birlikte müteşâbihattan olan bu tür âyetlerin anlamlan hakkında zama*na, şartlara, bilimsel verilere göre farklı görüşler İleri sürmek mümkündür. Ayrıca gayb konularına giren âyetlerin yorumunda iddialı olmamak gerekir. Çünkü gayb âleminin mahiyetini Allah'tan başka kimse bilemez; biz gayb bilgilerine sadece inanırız. [18]



Meali

6. Rablerini inkâr edenlere cehennem azabı vardır. Orası ne kötü bir va*rış yeri! 7. Oraya atıldıklarında, kaynarken çıkardığı ürkütücü sesi işitirler. 8. Cehennem neredeyse öfkesinden çatlayacak! Oraya her bir grup atıldıkça, muhafızları onlara, "Size bir uyana gelmemiş miydi?" diye sorarlar. 9. Şöy*le cevap verirler: "Evet, doğrusu bize bir uyarıcı (peygamber) gelmişti; fakat biz onu yalancılıkla itham etmiş ve 'Allah hiçbir şey göndermemiştir; siz ger*çekten büyük bir yanlış içindesiniz!' demiştik." 10. "Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şimdi şu alevli cehennemin mahkûmları arasın*da olmazdık!" diye de ilâve ederler. 11. Böylece günahlarını itiraf etmiş olur*lar. O alevli ateşin mahkûmları artık rahmetten mahrumdurlar, 12. Görme*dikleri halde rablerinden korkup saygı duyanlara gelince, onları da hem bir bağışlanma hem de büyük bir ödül beklemektedir. 13. Sözünüzü ister gizleyi*niz isterse açığa vurunuz; unutmayınız ki O, kalplerin içindekini bilmektedir. 14. Yaratan bilmez olur mu? O, bütün inceliklerin farkındadır ve her şeyden haberdardır. [19]



Tefsiri


6-11. Bazı âhiret sahnelerini tasvir eden bu âyetler, kimlerin daha güzel dav*ranacağım sınamak için ölümün ve hayatın yaratıldığını ifade eden 2. âyetle irti- batı olup, bu dünyada Allah'a isyan edenlerin öte dünyada çekecekleri cezayı, O'na karşı saygılı olup günah işlemekten korunanların elde edecekleri ödülleri açıklamaktadır. 6-8. âyetlerdeki tasvirler cezanın ne derece şiddetli olduğunu da*ha iyi hissettirme amacına yöneliktir. 8. âyette "uyarıcı" diye çevirdiğimiz "ne*zir" den maksat peygamberdir. [20] Âyette dünyada peygambe*rin çağrısına ve uyanlarına kulak tıkayıp inkâr ve isyanlarını sürdürmekte direnen*lere, yann kıyamet gününde, "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?" diye sorulacağı*nı bildiren ifade aslında yaşayanlar İçin bir uyarıdır. 9-11. âyetler o gün iş işten geçtikten sonra değil, fakat bugün fırsat eldeyken o uyarıya kulak vermek, yani peygamberi tanımak, aynca Allah'ın insanlığa büyük lütfü olan aklı ve diğer bîl-gî imkânlarını da kullanarak hak ve hidayet yolunu bulmak gerektiğine, ebedî kur*tuluşun ancak bu sayede kazanılabileceğine işaret etmektedir. 12. âyet ise mümin*lerin nâİl olacağı uhrevî mutluluğun veciz bir özetidir. [21]



13-14. Bu dünyada günah işleyenler, ya kendilerini görüp gözeten Allah'ın varlığına inanmıyor veya inanmakla birlikte dünyevî hırs ve menfaatleri, nefsânî arzuları yüzünden gaflete dalıp sorumluluklarını unutuyorlar. İşte bu âyetlerde in*karcılara ve gafillere Allah'ın gizlisiyle açığıyla her şeyi kuşatan ilmi hatırlatıl*makta, kendilerinden hayatlarını buna göre düzenlemeleri istenmektedir. [22]



Meali

15. Yeryüzünü sizin için kullanıştı hale getiren O'dur. Üzerinde dolaşı*nız ve Allah'ın rızkından yiyip içiniz; (ama unutmayınız ki) dönüş yalnız Al*lah'adır. 16. Göktekinin sizi yerin dibine batırmayacağından emin misiniz? Bir de bakarsınız yeryüzü altüst olmuş! 17. Yahut göktekinin üzerinize taş yağdıran bir fırtına göndermeyeceğinden emin misiniz? Uyarılarımın ne de*mek olduğunu yakında anlayacaksınız! 18. Onlardan öncekiler de (gerçekle*ri) yalan saymışlardı; ama verdiğim ceza da nasıl olmuştu! 19. Üstlerinde ka*natlarını aça kapaya uçan kuşları hiç mi görmediler? Onları (havada) Rah-mân'dan başkası tutmuyor. Şüphesiz O her şeyi görmektedir. 20. Rahmân'a karşı size yardım edecek askerleriniz hani kimler? İnkarcılar ancak derîn bir gaflet içinde bulunmaktadırlar. 21. Allah lütfettiği rızkı kesiverse size rızık verebilecek olan kim? Hayır! Onlar azgınlıkta ve haktan sapıp uzaklaşmak*ta ısrar ediyorlar. 22. Şimdi (düşününüz), yüzüstü sürünen mi (hedefe) erişir, yoksa doğru yolda düzgün yürüyen mi? 23. De ki: "Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O'dur. Ne az şükrediyorsunuz!" 24. De ki: "Sizi yeryüzünde çoğaltıp yayan O'dur; sadece O'mın huzurunda gelip top*lanacaksınız." [23]



Tefsiri


15. Cenâb-ı Allah, kendisinin güç ve kudretini gösteren delilleri bir kez daha gözler önüne sermekte; yerkürenin yaratılması, her türlü nimet ve imkânlarla do*natılarak üzerinde yaşanılır hale getirilmesinin, sonsuz bir gücün varlığını ve bir*liğini gösterdiğine dikkat çekmektedir. "Üzeri" diye çevirdiğimiz "menâkibİhâ" tamlamasındaki "menâkib" kelimesi, "omuz" anlamına gelen "menkib"in çoğulu olup mecaz olarak yeryüzündeki yolları, köşe bucak ve dağlan ifade eder. [24] Yüce Allah, bu nimetleri kullan için yarattığını bildirerek onlara yeryüzünde dolaşmalarını, yarattığı rızıklardan yiyip İçmelerini istemiş; arkasın*dan "Dönüş yalnız Allah'adır" buyurmak suretiyle insanların dünya nimetleri ve zevklerine dalarak Allah'ı ve ahiret hayatını unutmamaları gerektiği, zira her ni*metin bir sorumluluğu olduğu mesajını vermiştir. [25]



16-18. Müfessirler "gökte olan"dan maksadın kim veya ne olduğu konusun*da farklı görüşler ileri sürmüşlerdir: 1. Bundan maksat Allah'tır; ancak bu mecazî bir anlatım olup maksat Allah'ın varlığını ve gücünün sonsuzluğunu vurgulamak*tır. Allah sonsuz ve sınırsızdır, zamanda ve mekânda olanlar ise sınırlıdır ve Allah bu sınırlamalardan münezzehtir.

2. Maksat gökteki meleklerdir. Onlar Allah'ın emriyle yeryüzüne inerek kendilerine verilen görevleri yerine getirirler.

3. Maksat, Allah'ın gökten inen azabıdır. Allah'ın rahmeti ve nimeti nasıl gökten iniyorsa O'nun azabı da inkarcı ve İsyankarların başına gökten iner. [26] Bize göre burada geçen "gök" kelimesiyle, fizikî evrenin gökleri değil, madde ötesi, yüce olan varlık düzeyi kastedilmiş olmalıdır.

15. âyette belirtilen İmkânların iyi değerlendirilmesi gerektiği yönünde ikaz*lar içeren bu âyetlerde insanların, yeryüzündeki nimetlerden yararlanırken azgın*lık ve taşkınlık göstermemeleri gerektiğine, aksi takdirde yeryüzünde şiddetli fe*lâketlerin, yıkımların vuku bulacağına, böylece Allah'ın gönderdiği uyarıcıyı (peygamber), onun uyanlarını önemsemeyenlerin şiddetle cezalandırılacaklarına dikkat çekilmektedir. Nitekim 18. âyette de geçmişte gerçekleri yalan sayanların bu şekilde cezalandırıldığı hatırlatılmaktadır. [27]



19-21. Yüce Allah'ın başka bir eseri olan kuşların uçma yeteneğine işaret edilerek Allah'ın kudretinin bir işareti daha gözler önüne serilmektedir. Yer çeki*mine rağmen kuşların gök yüzünde kanat çırparak uçması ve süzülmesi, her gün gördüğümüz için önemini gözden kaçırdığımız, gerçekte ise Allah'ın sanat ve kud*retini gösteren hârika olaylardandır. Kuşlara bu yeteneği veren Allah'tır. Burada Allah'ın merhametini yansıtan Rahman İsminin kullanılmış olması, O'nun mahlû-kata merhametle muamele ettiğini, varlık düzeninin O'nun rahmetinden bir yansı*ma olduğunu ima eder. 21. âyetlerde rızık olarak anılan nimetler de Rahman ismi*nin sürekli tecellisi olup bu tecelli bir an kesilecek olsa hayatın bütünüyle yok ola*cağına dikkat çekilmektedir. [28]



22. Şeytanlara uyarak bâtıl yollarda giden inkarcı nankör ile hak yolda yürü*yen mümin temsilî olarak karşılaştırılmakta, bunlardan hangisinin hedefine daha güvenli olarak ve şaşmadan ulaşacağı soru-cevap yöntemiyle anlatılmaktadır. [29]



23-24. Doğduğunda hiçbir bilgiye sahip olmayan insana bilgi vasıtalarından kulaklar, gözler ve kalpler (akıllar) verildiğinin hatırlatılması, insanın en değerli ve ayırıcı niteliğinin gözlem ve düşünme kapasitesi olduğuna ve bu nimetleri ve*rene şükretmek gerektiğine işaret eder. Bu nimetler aynı zamanda Allah'ın eşsiz sanatını ve sonsuz kudretini göstermesi bakımından da önemlidir. Muhatabın sağ*duyusuna hitap edilerek onun yanlış inanç ve tutumlardan kurtulması, Allah'ın varlığına ve birliğine İman etmesi istenmektedir. Allah Teâlâ'nın sonsuz kudreti*ni gösteren delillerden biri de İnsanoğlunun yeryüzünde yaratılması, türetilmesİ ve çoğaltılmasıdır. Onları bu şekilde türetip yeryüzüne yayma gücüne sahip olan Al*lah, öldükten sonra dirilterek huzurunda toplamaya da kadirdir. Nitekim 24. âye*tin son cümlesinde "Sadece O'nun huzurunda gelip toplanacaksınız" ifadesiyle buna işaret edilmiştir. [30]



Meali

25. "Doğru sözlü iseniz (söyleyin), bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?" derler. 26. De ki: "O bilgi ancak Allah'a mahsustur, ben ise sadece açık bir uyarıcıyım." 27. Ama onu yakından gördükleri zaman, inkâr edenlerin yüz*leri kara çıkacak ve (kendilerine), "İşte sizin isteyip durduğunuz budur!" de*nilecektir. [31]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:34 am

Tefsiri

25-27. Bir önceki âyette insanların kıyamet gününde Allah'ın huzurunda top*lanacakları haber verilince inkarcılar öğrenmek için değil, Hz. Peygamber'le alay etmek maksadıyla bu olayın ne zaman gerçekleşeceğini sormuşlardı. Devamında*ki âyette bu soruya Hz. Peygamber'in nasıl cevap vermesi gerektiği bildirilmekte*dir. 27. âyette de inkarcıların âhirette azabı gördüklerindeki halleri anlatılmakta, inanmadıkları âhiret azabını ve kıyametin korkunç olaylarını yakından gördükleri zaman yüzlerinde meydana gelen üzüntü belirtileri ve psikolojik çöküntü tasvir edilmekte veya -bizim tercih ettiğimiz meale göre- inkarcıların yüzlerinin kara çı*kacağı ve mahcup olacakları bildirilmektedir. İşte inkarcılar, dünyada inkâr ettik*leri ve alay ederek gelmesini istedikleri azabın bu azap olduğunu ya kendi arala*rında konuşurlar veya melekler tarafından onlara söylenir. [32]



Meali


28. De ki: "Allah beni ve beraberimdekileri yok eder veya bizi esirgerse, (söyler misiniz) inkarcıları yakıcı azaptan kurtaracak olan kimdir?" 29. De ki: "O, rahmandır; biz O'na iman etmiş ve O'na güvenip dayanmışızdır. Ki- min düpedüz bir sapkınlık içinde olduğunu yakında anlayacaksınız!" 30. Bir de şunu sor: "Suyunuz çekiliverse size yerden kaynayan suyu kim getirebi*lir?" [33]



Tefsiri


28-29. Müşrikler Hz. Peygamber' in ölümünü istiyor ve bunu açık bir şekilde dile getirmekten de çekinmiyorlardı [34]Hatta onu öldürmek için tuzak kuruyor [35] böylece ondan ve getirdiği dinden kurtulacakları*nı sanıyorlardı. İşte bu âyetler onların niyet ve beklentilerine bir cevap olmak üzere inmiştir. [36] 28. âyette Hz. Peygamber'in varlığına son veril*mesinin veya ölümünün ertelenmesinin müşrikler için herhangi bir fayda sağlama*yacağı, kendilerine verilecek elem verici cezayı Önleyecek bir gücün de asla bu*lunmadığı İfade edilmiştir. Âyette ayrıca hayatın ilâhî bir rahmet olduğuna, Hz. Peygamber'in de eceli geldiğinde öleceğine işaret edilmektedir. [37] 29. âyette ise müminlerin inandıkları ve güvendikleri Tanrı 'nın esasen müşFİklerce de bilinen ve Rahman ismiyle anılan Yüce Allah olduğu belirtilmiş, bu gerçeğin kendilerine tebliğ edilmesi Hz. Peygamber'e emredilmiştir. [38]



30. Allah'ın kudretini, lütufkârlığını yeniden hatırlatan bu âyet 15 ve 21. âyetlerle bağlantılı olup kuvvetli ihtimalle Hz. Peygamber ile müşrikler arasında geçen bir tartışmanın sonucu olarak onlara yöneltilmiş eleştiri ve uyan amaçlı bir sorudur. 15. âyette Allah'ın yeryüzünü kullanışlı hale getirdiği İfade edildikten sonra insanlardan O'nun yarattığı nzıklardan yararlanmaları istenmiş; 23. âyette de rızkm Allah'a ait olduğu, O verdiği rızkı kestiği takdirde nzık verecek birinin asla bulunmayacağı bildirilmişti. Burada da rızkların en önemlisi ve hayatın ana unsuru olan suyun yerin derinliklerine çekilmesi halinde Allah'tan başka yeryü*zünde su yaratacak bir gücün bulunmadığına işaret edilerek, böylesine eşsiz kud*retin sahibi Yüce Allah'ı bırakıp da bâtıl tanrılara tapanlar, ne kadar yanlış bir yol*da oldukları üzerinde düşünmeye çağrılmaktadır. [39]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/341.

[2] Buharı, "Tefsir", 67

[3] İbn Âşûr, XXIX, 5

[4] krş. Zemahşerî, IV, 133; Râzî, XXX, 52; îbn Âşûr, XXIX, 5-7

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/341.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/341.

[6] Tİrmizî, "Fezâilü'l-Kur'ân", 9; Şevkânî, V, 296

[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/341.

[8] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/342.

[9] birinci âyette "aşkındır, cö*merttir" diye çevirdiğimiz "tebâreke" fiilinin diğer anlamlan hakkında bilgi için bk. Furkan 25/1

[10] Râzî, XXX, 55; Elmalılı, VII, 5159

[11] Zemahşerî, IV, 134

[12] bk. Râzî, XXX, 55; Ateş, IX, 526-527

[13] Şevkânî, V, 297

[14] bk. Râzî, XXX, 55

[15] yedi göğün anlamı hakkında bk. Bakara 2/29

[16] bk. İbn Âşûr, XXIX,19-20

[17] Taberî, XXIX, 3

[18] gök yüzünün yıldızlarla süslenmesi ve bunlarla şeytanların taşlanması konusunda bilgi için bk. Hicr 15/16-18; Sâffât 37/6-10

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/342-344.

[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/344.

[20] İbn Âşûr, XXIX, 25

[21] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/344-345.

[22] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/345.

[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/346.

[24] Şevkâ-nî, V, 301-302

[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/346.

[26] daha geniş bilgi için bk. Râzî, XXX, 69-70; Elmalılı, VII, 5232 vd.; İbn Âşûr, XXIX, 33

[27] krş. Kasas 28/81; Hakka 69/6-8

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/346-347.

[28] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/347.

[29] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/347.

[30] bu âyetlerin tefsiri için ayrıca bk. Nahil 16/78; Mü'minûn 23/78-79

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/347-348.

[31] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/348.

[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/348.

[33] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/348-349.

[34] bk. Tûr 52/30-31

[35] bk. Enfâl 8/30

[36] bk. Râzî, XXX, 76

[37] İbn Âşûr, XXIX, 51-52

[38] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/349.

[39] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/349.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:35 am

TAHRÎM SÛRESİ

66


İndiği Yer :


Medine



İniş Sırası :


107



Ayet sayısı :


12


Nüzulü


Mushaf'taki sıralamada altmış altıncı, iniş sırasına eöre yüz yedinci sûredir. Hucurât sûresinden sonra, Teeâbün sûresinden önce Medine'de nazil olmuştur.[1]



Adı


Hz. Peygamber'in kendisi için koyduğu geçici yasaklardan söz edilirken ilk âyette geçen fiilin maştan olan "tahrîm" kelimesi sûreye ad olmuştur. [2]



Konusu


Hz. Peygamber'in bir eşine verdiği sim koruyamaması ve buna bağlı olarak gelişen olaylardan hareketle, aile ilişkilerinde güvenin önemi üzerinde durulmak*ta, müminlere hitap edilerek aile sorumluluğunun önemine dikkat çekilmekte, in*karcılar ve iman etmiş gibi görünen münafıklara sert bir uyan yapılmakta, tövbe*nin kararlı bir iradeye dayalı olması gerektiği bildirilmekte; aile sorumluluğu kav*ramının yanlış anlaşılmaması için, yükümlülük çağındaki helkesin yaptıklarından şahsen sorumlu olacağı bazı örnekler ışığında açıklanmaktadır. [3]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Ey Peygamber! Allah'ın sa*na helâl kıldığını, eşlerini hoşnut etmek arzusuyla niçin kendine haram kılı*yorsun? Bununla beraber Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir. 2. Allah size (belli durumlarda) yeminlerinizi çözmeyi meşru kılmıştır. Allah şirin yardım-cınızdır; O bilendir, hikmet sahibidir. 3. Hani Peygamber eşlerinden birine gizli bir şey söylemişti. Eşi bunu başkalarına aktarıp Allah da durumu Pey-gamber'e açıklayınca Peygamber bunun bir kısmım anlattı, bir kısmından vazgeçti. Eşine bunu anlatınca o, "Bunu sana kim haber verdi?" diye sordu. "Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana bildirdi" diye cevap verdi. 4. İkiniz de Allah'a tövbe ederseniz (çok iyi olur), çünkü kalpleriniz eğ-rilmişti. Ama Peygamber'e karşı bir dayanışma içine girecek olursanız bilin ki herkesten önce Allah onun dostu ve koruyucusudur, sonra da Cebrail ve iyi müminler. Melekler de bunların ardından onun yardımcısıdır. 5. Eğer si*zi boşayacak olursa rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi olan, Allah'a tes*limiyet gösteren, yürekten inanan, içtenlikle itaat eden, tövbe eden, kulluk eden, dünyada yolcu gibi yaşayan, dul ve bakire eşler verebilir. [4]



Tefsiri

1-5. Bu âyetlerin İniş sebebi olarak tefsir ve hadis kaynaklarında zikredilen olaylarla ilgili rivayetler ayrı ayrı ele alındığında konuya ışık tufar nitelikte olmak*la beraber, Taberî'nin belirttiği üzere âyetlerin ifadesine bağlı bir yorum yapmak daha İsabetli görünmektedir. Buna göre 1. âyetten çıkan mâna şu olmaktadır: Hz. Peygamber esasen helâl olan bir şeyi kendisine yasaklamıştı; Allah Teâlâ tarafın*dan, eşlerinin hatırına veya onlar sebebiyle kendisini böyle bir mahrumiyete itme*sinin doğru olmadığı bildirilmiş, 2. âyette de böyle bir karar yemin eşliğinde ve*rilmiş olsa bile, üzerinde sebat edilmesi uygun olmayan yeminlerden vazgeçip ke*faret ödeme tarzında şer'î bir yol bulunduğu hatırlatılmıştır.[5]Ya*sağın konusu cariyesine yaklaşmama, bir şeyi yememe veya içmeme olabileceği gibi başka bir şey de olabilir. Hz. Peygamber'in kendisi için koyduğu bu yasak ka*rarını alırken yemin edip etmediği kesin olmamakla beraber yemin ettiğine dair bazı rivayetler bulunmaktadır. Bunlarda geçen 'ilâ" kelimesi bir kısım âlimlerce Bakara 2/226 âyetinde geçen anlamıyla belirli süre eşlerine yaklaşmama yemini olarak, bazılarınca ise mutlak anlamda bir yemin olarak anlaşılmıştır. Bu âyetlerin inmesini takiben Resûlullah'ın yemin kefareti ödeyip ödemediği kesinlik taşıma*maktadır; ödediğine dair rivayet de (dinî vecibe otan yemin kefareti, ihtiyaten yap*tığı bir tasadduk veya bir şükran ifadesi olabileceği şeklinde) farklı biçimlerde de*ğerlendirilmiştir. 3. âyette sözü edilen eşlerle ilgili rivayet farkları bulunmakla be*raber, kendisine sır verilen eşin Hz. Hafsa, bu sırrın kendisine açıldığı eşin Hz. Âi-şe; dolayısıyla 4. âyette kendilerine hitap edilen İki hanımın bunlar olduğu genel*likle kabul edilir. [6]

Elmalıh'nm, konuya ilişkin rivayetleri tahlile tâbi tuttuktan sonra ulaştığı so*nuç özetle şöyledir: Hz. Peygamber1 in, eşlerinden birine sır olarak söylediği bir sö*zü o tamamen koruyamamış, yine Resûlullah'ın eşleri içinden en çok samimi oldu*ğu birine çıtlatmış, bundan haberdar olan Hz. Peygamber ona sitem etmiş, bunun üzerine ikisi birbirine arka çıkıp kendisinden bazı maddî taleplerde bulunarak diğer eşlerini de ilgilendirecek tarzda bir dayanışma içine girmişlerdi. Bu durum karşı*sında Resûlullah, hem dünya hayatının kendi nazanndaki önemsizliğini anlatmak hem de ailesine karşı eğitici bir tedbir uygulayarak onların gerçek iradelerini yok*lamak üzere mûtat aile hayatım terketti, dargın bir halde onların odalannda bulun*mak yerine îlâ yemini yapıp kendine ait odasında bir ay uzlete çekildi. Resûlul*lah'ın bazen itikâfa çekilmek sünnet-i seniyelerinden olduğu için başlangıçta bu du*rum fark edilmedi. Fakat bir süre sonra ezvâc-ı tâhirâün hepsi Resûlullah'ı gücen*dirmiş olmak endişesiyle hiizünlendiler ve odalannda ağlaşmaya başladılar. Böyle*ce "Peygamber bütün eşlerini boşarmş" diye bir söylenti yayıldı ve sahâbe-i kiramı bir telaş sardı. Buna karşılık o sıralarda ortalıkta, Suriye tarafında Bizans hakimi*yeti altında yaşayan hıristiyan Araplar'dan Gassânîler'in müslümanlara karşı savaş hazırlığı içinde bulundukları haberi dolaştığından, münafıklar bu yeni gelişmeden büyük memnuniyet duydular. Hz. Peygamber uzlete çekilişinin 29. günün bitimin*de eşelerine döndü; onun eşlerini boşamadığı haberini de sevinç içinde Hz. Ömer duyurdu. Sûrenin asıl nüzul sebebi bu îlâ yeminidir, anlatılan diğer olaylar ise bu*na götüren sebep ve mukaddimeler olmalıdır. [7]

Bizzat Hz. Peygamber'in hayatından örnek gösterilmesi gereğine binaen be-lİrlİ olaylara gönderme yapan somut anlatım üslûbunun seçildiği bu âyetlerle kuş*kusuz o sırada yaşanan bir probleme çözüm getirilmiş ve âyetlerin nüzulü örnek neslin yetiştirilmesinde etkili olmuştu. Fakat Öyle görünüyor ki burada verilmek istenen kalıcı mesaj şu iki ana noktada toplanmaktadır:

a) Peygamberliğin mahiyeti: Resûl-i Ekrem'den önceki peygamberlerin so*nuncusu olan Hz. îsâ'nm mesajının doğru algılanmayıp peygambere tanrılık yakıştmlması, gerek onun müntcsipleri gerekse başka bazı dinlerde kendilerini top*lumdan soyutlayan ruhanîler sınıfı oluşup bunların Tanrı adına otorite kullanır ha*le gelmeleri Kur'an'm eleştirdiği bir olgu idi ve Hz. Peygamber de ümmetinin benzer duruma düşmemesi için uyanlar yapıyordu. Resûlullah'ın omuzlarındaki ulvî görevin tamamlanmasına artık uzun bir sürenin kalmadığı bir sırada, bu âyet*lerde onun beşerîlik yönünün ve vahyin kontrolü dışında kalabilecek dinî nitelik*te bir tasarrufunun olamayacağının özet olarak vurgulanması bu açıdan ayrı bir önem taşımaktaydı. İlk âyette "Ey Peygamber" diye hitap edilerek onun vahiy al*ma özelliği, Kur'an'ı tebliğ ve açıklama görevi açık biçimde belirtildiği gibi, "Al*lah'ın sana helâl kıldığını niçin kendine haram kılıyorsun?" mealindeki ifade ile de bir yandan onun bu özelliği sebebiyle dinî içerik taşıyan davranışlarının, çev*resinde nasıl algılanacağına, diğer yandan ise esasen onun da bir beşer olduğuna dikkat çekilmektedir. Bir başka anlatımla, âyetteki fiil[8] dinî bir terim olan "haram kılma"yı ifade etmemek*te, hele Hz. Peygamber'in Allah'ın helâl kıldığını değiştirme teşebbüsünde bulu*nup da vahyin bunu düzelttiği gibi bir anlam bulunmamaktadır. Sözün akışı, bağ*lamı ve nüzul sebebi olarak zikredilen olaylar Resûlullah'ın bir beşer olarak ken*disi için koyduğu geçici bir yasağın söz konusu olduğunu ama âyetin bunun yan*lış anlaşılmasına karşı bir önlem olarak geldiğini göstermektedir. Burada "eşlerini hoşnut etmek arzusuyla" şeklinde bir kayda özel olarak yer verilmesi de bu anla*mı daha belirgin hale getirmektedir. 2. âyette gerekli durumlarda yeminin bozul*masına ilişkin hükmün Allah'a izafe edilmesi de Peygamber'in kendiliğinden bir hüküm koymasının söz konusu olamayacağının ve asıl teşrî iradesinin Yüce Al*lah'a ait olduğunun ayrı bir ifadesidir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:36 am

b) Aile sorumluluğunun önemi ve çok eşlilik hükmü: Kur'an'm ilk muhatap*tan olan toplumun realitesinden hareketle ve istisnaî durumlarda uygulanmak üze*re dört sayısıyla sınırlandınlarak birden fazla kadınla evlenmeye müsaade edilmiş, haksızlık etme endişesinin bulunması halinde tek kadınla yetinme emredilmiş ve
ardından "Bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır" buyrularak hükmün gerekçesi açıklanmıştı[9] Konumuz olan âyetlerde, "Ne kadar üzerine düşseniz de kadınlar arasında âdil davranmaya güç yetiremezsiniz" mealindeki âyette ifadesini bulan[10] insanî realitenin çok açık bir ispatı olarak Resûlullah'ın aile hayatından bir örnek verilmekte ve aile hayatının kendine özgü zorluklarına işaret edilmektedir. Bazı hikmetlere ve sosyal sebeplere binaen haya- tınm belirli bir döneminden sonra çok kadınla evli olması uygun görülen Hz, Pey-gamber'in dahi bir insan olarak bu hakikati bertaraf etmesinin mümkün olmadığı ortaya konmakta, dolayısıyla birden fazla kadınla evlenebilme hükmünün amacı üzerinde dikkatle düşünülmesi gerektiği mesajı verilmektedir. Nitekim Resûlul-lah'ın yeme-içme, aile hayatı yaşama gibi eylem ve Özellikleri onun beşerî yönüy*le ilgili olduğu için kendisinden olağanüstü yollarla insanın doğasmdaki bu gerçe*ği aşması istenmemiş; sadece, şu mealdeki âyette eşlerinin aklına ve gönlüne hi*tap ederek bulundukları konumu hatırlatması ve bu konuda bir tercih yapmalarını istemesi uygun görülmüştü: "Ey Peygamber! Eşlerine şöyle de: Dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız gelin size bir şeyler vereyim sonra da güzellikle sizi ser*best bırakayım. Yok eğer Allah'ı, Resulünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız şunu bi*lin ki Allah, içinizden iyiliği seçenlere büyük bir ödül hazırlamıştır" [11] Hz. Peygamber'in özel hayatına ilişkin bu Örneğin tamamlan*masının hemen ardından 6. âyette bütün müminlere hitaben soyut bir uyan ifade*sine yer verilmesi de, söz konusu ömeğin asıl mesajlarından birinin aile sorumlu*luğunun ağırlığını belirtmek olduğunu göstermektedir. Konumuz olan âyetlerin nüzul sebebi olarak aktarılan olayların, Hz. Peygamber'in eşleri arasında kıskanç*lık sâikiyle çıkan bir tatsızlığın veya kendisinden daha müreffeh bir hayat isteme*lerinin onu üzmesi yüzünden, kendisi hakkında böyle bir yasak karan verdiği nok*tasında birleştiği dikkate alınırsa, birinci sebebin çok eşlilik, ikinci sebebin de he*men bütün aile ilişkileri bakımından bütün zamanlar için geçerli olan hayat stan*dardını yükseltme ve refah seviyesini geliştirme arzusu şeklinde iki temel prob*lemle ilgili olması ilgi çekicidir.

Resûl-i Ekrem'in peygamberlik sıfatının gereklerine uymanın yani tebliğ et*tiği hükümleri benimsemenin Allah'a itaat kapsamında değerlendirildiğine dair pek çok âyet bulunduğu gibi, beşer olduğunu hatırlatan âyetlerin onun sıradan bir insan olduğu biçiminde anlaşılmaması ve örnek kişiliğinin göz ardı edilmemesi için de Kur'an'da ve hadislerde birçok uyan ifadesi yer alır. Bu sûreye mushaf sı*ralamasında, evliliğin sona ermesini belirli kurallara bağlayan Talâk sûresinden sonra yer verilmesi de Resûlullah'ın bu konudaki örnek konumuyla ilgili özel bir anlam taşımaktadır. Şöyle ki, Talâk sûresinin ilk âyetinde açıklandığı üzere orada sûreye "Ey Peygamber" şeklinde başlanmakla beraber çoğul kalıbında fiiller kul*lanılarak Resûlullah'ın şahsında müminlere hitap edilmiş ve mecbur kalınıp evli*lik birliğine son verilmesi halinde uyulması gereken hükümlerden söz edilmişti. Burada ise 5. âyette, eşlerine hitap edilerek "Eğer sizi boşayacak olursa, rabbİ ona, sizin yerinize sizden daha iyi (...) eşler verebilir" buyurulurken bizzat Hz. Pey- gamber'in evlilik hayatından söz edilmekte, ama "boşayacak olursa" şeklinde var*sayım içeren bir İfadeye yer verilmektedir. Bu, -tarihî bilgilerin de desteklediği üzere- göreviyle ilgili hikmetler gereği çok sayıda kadını nikâhı altında bulundu*ran ve iyi bir eş olma hususunda da müminlerin nazarında model şahsiyet olan Hz. Peyganıber'in bütün zorluklara rağmen boşama yoluna hiç gitmediğini ortaya koy*maktadır.

İlk âyetin, "eşlerini hoşnut etmek arzusuyla" şeklinde tercüme edilen kısmı bu şekilde veya "hoşnutluğunu arzu ederek" manasıyla "niçin haram kılıyorsun?" fiiline bağlanabildiği gibi, ayrı bir cümle olarak da düşünülebilmektedİr. [12]

âyetteki "farada" fiili hem "farz kıldı, gerekli kıldı" hem de "açıkladı" an*lamına geldiği için, "Allah size (belli durumlarda) yeminlerinizi çözmeyi meşru kılmıştır" şeklinde çevirdiğimiz cümleyi, "yeminlerinizi bozup kefaretini verme*nizi emretmiştir" veya "yeminlerinizi nasıl çözeceğinizi açıklamıştır" şeklinde an*lamak mümkündür[13] Buradaki "tehılle" kelimesinin "çözme" an*lamından başka bir de "yemininden İstisna etme" anlamı vardır. [14] Öte yandan fıkıh âlimleri kişinin esasen helâl olan bir şeyi kendisine ya*saklamasının kefaret gerektiren-bir yemin sayılıp sayılmayacağını tartışmışlar ve farklı sonuçlara ulaşmışlardır[15]

âyette belirtildiği üzere Hz. Peygamber Allah tarafından muttali kılındığı bilginin tamamını anlatmamış, verdiği sun ifşa etmesine rağmen eşini mahcup dü*şürmek istememişti. Bir kısmını anlatması ise bu konuda yapılacak ilâhî uyan için yerine getirilmesi gereken bir görev haline gelmişti. Bu âyetteki anlatıma dikkat
edildiğinde, Resûlullah'ın davranışlarının -diğer alanlarda olduğu gibi- aile haya*tında da sunîlikten uzak olduğu ve iyi bir eş olma özelliğini Öne çıkaran bir tavır sergilediği gözden kaçmamaktadır. Peygamber'e eş olma şerefini taşıyan bir hanı*mın bile bir an için onun Allah'tan vahiy aldığını unutup "Bunu sana kim haber
verdi?" diye sorması bunu açıkça göstermektedir.

Bu âyette atıfta bulunan olay vesilesiyle, sır verme konusunda titiz davran*mak gerektiği, sır saklama konumunda bulunanların da ağır sorumluluk altında bulundukları dolaylı biçimde ifade edilmiş olmaktadır. İslâm ahlâkında su1 sakla*maya "ketum olmak" denir. Ahlâk kitaplarında sır saklamanın başlıca iki şeklin*den söz edilir:

a) Bir kimsenin kişisel sırlarını gizli tutup başkalarına söylememe*si.

b) Kendisine güvenilerek sır verilen kimsenin bu sırn, sır sahibi açıklamaya izin vermediği sürece, kendi sun gibi gizli tutması. İslâm ahlâkçıları sırn bir tür emanet, onu başkalarına duyurmayı (ifşa etmeyi) emanete hıyanet saymışlardır.

Saklanmayan sırlar yüzünden nice kanlar döküldüğüne ve nice ümitlerin boşa git*tiğine dikkat çeken Mâverdî, sır saklamanın insanın hayatındaki en önemli basan ve esneklik sebeplerinden biri olduğunu belirtir ve Hz. Ali'nin şu özdeyişini akta*rır: "Sırrın senin esirindir; sırrını açıkladığın takdirde sen onun esiri olursun"[16]

Bu âyette değinilen sının ne olduğu konusunda genellikle âyetlerin nüzul se*bebi olarak zikredilen olaylara bağlı (Resûlullah'ın cariyesi Mâriye'ye yaklaşma*yacağı veya bir daha kıskanılan eşinin yanında bal şerbeti içmeyeceği tarzında) açıklamalar yapılır. Bir rivayete göre ise Resûlullah eşi Hafsa'ya Ebû Bekir ve Ömer'in kendisinden sonra halife olacakları bilgisini sır olarak vermiş, o da sab*redemeyip bunu Âişe'ye açmıştı; âyette buna işaret edilmiştir. Elmalık, bu ihtima*lin daha güçlü olduğunu özetle şu şekilde savunur: Gerçi asıl mesele söylenen sır*rın esas itibariyle büyüklüğünde değil, küçük de olsa sır olması itibariyle büyük-lüğündedir. Bununla beraber sözün bağlamı, özellikle 4. âyette yöneltilen ağır eleştiri dikkate alınırsa burada verilen ası) sırrın yukarıda söylenenler değil, hilâ*fetle ilgili bu bilgi olması uygundur. Tefsirlerde nakledilen bu rivayetin Kütüb-i sitte'de yer almaması sahih olmamasını gerektirmez. Eğer sır hadisi hakkında Ebû Bekir ve Ömer'in halife olacağı bilgisini içeren rivayetler çok güvenilir ve Hz. Ali'den de değişik yollardan nakledilmemiş olsaydı Şia'nın ileri gelen âlimleri bu*nu kale bile almazlardı. [17] Bununla birlikte Elmalılı'nuı da -da*ha önce- belirttiği üzere âyet kan-koca arasında kalması gereken bir sözle ilgili olup ne o eşin isminin ne de bu sözün neden ibaret olduğunun açıklanması amaç*lanmadığı için Allah Teâlâ âyette onun İsmini ve bu sözün ne olduğunu bildirme-yip aile arasındaki bu gibi sırları bilenlerin dahi ifşa etmemeleri yönünde uyanda bulunmuştur.

4. âyetin "iyi müminler" diye çevrilen kısmıyla Sahabe büyüklerinden bazı*larının kastedildiği yorumlan yapılmışsa da birçok müfessir mânayı sınırlandırma*nın isabetli olmayacağını belirtmiştir. [18] 4 ve 6. âyetlerde melek inancına güçlü vurgular yapılmış olması, sır saklama temasının sûrede ağır*lıklı bir yere sahip olmasıyla ilişkilendirilebilir. Şöyle ki,bütün söz ve davranışla*rının kayda geçirilmesi için görevlendirilmiş ama kendisinin göremediği varlıklar bulunduğuna inanan kişi, kendisine verilen bir sırn -sır sahibinin bilemeyeceği şe*kilde bile olsa- yaymaktan ve emanete hıyanet etmekten daha fazla çekinir ve bu konuda daha dikkatli davranır. Bununla birlikte, meleklerin Allah tarafından gö*revlendirilmiş varlıklar olduğuna dikkat çekmek üzere Önce O'nun dost ve hâmi*liğinden söz edilmiş, 6. âyette de onların ilâhî buyruklara asla karşı gelmedikleri hatırlatılmıştır. [19]



Meali


6. Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acıması/., güçlü, Allah'ın kendilerine buyur*duğuna karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yerine getiren melekler var*dır. 7. Ey inkâr edenler! Bugün Özür dilemeyin. Siz sadece^apmiş oldukları*nızın cezasını çekeceksiniz. 8, Ey iman edenler! İçtenlikle ve kararlılık içinde Allah'a tövbe edin. Umulur ki rabbiniz kötülüklerinizi Örter ve sizi altların*dan ırmaklar akan cennetlerine koyar. O gün Allah Peygamber'i ve onunla aynı imanı paylaşanları utandırmaz. Onlann nurları önlerinde ve sağ yanla*rında ilerleyerek yollarını aydınlatırken şöyle derler: "Rabbimiz! Nurumuzu arttır, eksiltme ve bizi bağışla. Şüphesiz senin her şeye gücün yeter," 9. Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara sert davran. On*lann varacağı yer cehennemdir ve bu ne kötü bir sondur! [20]



Tefsiri

6. Yukarıda belirtildiği üzere Hz. Peygamber'in özel hayatından verilen ör*nek ışığında müminlerin aile sorumluluğuyla ilgili bir uyan yapılmaktadır. Aile kavramının kapsamı sosyal yapıya göre farklılıklar taşısa da buradaki ana fikir, bir müslümanın manevî mesuliyetinin sırf kişisel hayatıyla sınırlı olmadığına dikkat etmesinin gerekliliğidir. Böyle bir sorumluluk anlayışının sadece manevî hedefler*le sınırlı kalmayan, sağlam bağlarla birbirine raptedilmiş bir aile yapısı ortaya çı*karması tabiîdir. [21] Âyette zikredilen ateşten maksat cehennem ateşidir. [22]



7. Öncelikle, inkarcıların ve mümin gibi görünen münafıkların, benzeri du*rumlarda yaptıkları gibi, ilk âyetlerde anlatılan olay dolayısıyla da birtakım yay*garalar çıkardıkları, 7. âyette onların bu yaptıklarının yanlarına kalmayacağına da*ir bir uyarı yapıldığı anlaşılmaktadır. Fakat âyetin, inkarcıların iş işten geçtikten sonra özür dilemeleri veya mazeret ileri sürmelerinin bir yaran olmayacağına da*ir genel bir ihtar anlamı taşıdığı da açıktır. Bu âyetteki sözün âhirette söyleneceği ve cehennem görevlisi meleklerin ifadesi olduğu yorumlan da yapılmıştır. [23]



8. Bu âyette yapılması istenen tövbenin nasıllığıyla ilgili olarak kullanılan "nasûh" kelimesi, "hâlis, katışıksız" mânası taşıdığı gibi "düzeltici, onarıcı" anla*mına da gelir; nush kelimesi de bu mânalarla bağlantılı olarak "öğüt vermek, na*sihat etmek" demektir. Âyetteki ifade, tövbenin tam manasıyla pişman olma ve bir daha pişman olduğu o işe dönmeme azmini içermesi gerektiğini göstermektedir. [24] Kelimenin bu sözlük anlamlan ve tövbede aranan şartlar dikkate alınarak mealde bu kelime "içtenlikle ve kararlılık içinde" şeklinde çevril*miştir. Böyle bir içtenlik ve kararlılıkla yapılan tövbeye de İslâmî kaynaklarda tevbe-i nasûh denilmiştir. [25]



Meali


10. Allah, inkâr edenlere Nuh'un karısı ile Lût'un karısını misal ver*mektedir: Onlar kullarımızdan iki erdemli kişinin nikâhı altındaydılar ama kocalarına hıyanet ettiler. Dolayısıyla kocalarının da Allah'tan gelen cezaya karşı onlara bir faydası dokunamadı ve "Haydi, diğer girenlerle birlikte girin bakalım ateşe!" dendi. 11- Allah iman edenlere de Firavun'un karısını misal vermektedir: O, '*Rabbim!" demişti, "Yüce katında, cennette benim için bir ev yap; beni Firavun'dan ve yaptıklarından kurtar ve beni bu zâlimler toplu*luğundan da selâmete çıkar!" 12- Bir de İmrân kızı Meryem'i (misal vermiş*tir): O iffetini çok iyi korumuştu, biz de ona ruhumuzdan üfledik; o, rabbinin sözlerini ve kitaplarını hep tasdik etti ve o içtenlikle itaat edenlerdendi. [26]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:36 am

Tefsiri


10-12. Sûrenin ana konusu olan Hz. Peygamber'in kendisine yasak koyması olayının temelinde eşlerinin onu üzecek bir

davranış içine girmeleri ve onlardan birinin Resûlullah tarafından kendisine verilen bir sun koruyamarruş olması bulunuyordu. Bu âyetlerde Yüce Allah, peygamber eşi oldukları halde bunun bilincin*de olamadıkları, üstelik onlara hıyanet ettikleri için âhiret mutluluğunu yitiren iki kadın ile hasbelkader münkir ve zâlim bir kişiye eş olduğu halde inancından ve Al*lah'a bağlılığından bir şey kaybetmeyen ve evlenmemekle beraber iffetini koruma uğruna bütün zorluklan göğüsleyip ithamlara yine afif (İffetli) tavırlarıyla karşılık veren iki kadının davranışım karşıt örnekler olarak göstermektedir. Böylece Hz. Peygamber'in eşlerine, bütün mümin kadınlara ve erkeklere, önce herkesin kendi iman ve ameline göre karşılık göreceği mesajı verilmişti. 10. ayette açıkça ifade edildiği üzere Hz. Nuh'un karısıyla Hz. Lût'un karısı eşlerine hıyanet ettiklerin*den, peygamber olmalarına rağmen kocaları onlar için ebedî azaba karşı bir koru*ma sağlayamayacaklardır. Bu İki kadın ve yaptıkları hakkında Kur'an'da fazla bil*gi bulunmamaktadır. TefsirLerdeki bilgilerin Özeti şudur: Nuh'un karısı onunla alay eden inkarcılar gibi davranıp kocasına deli diyor, onu hafife alıyor ve öğren*diği vahiy haberlerini müşriklere sızdırıyordu. Lût'un karısı da eve gizli gelen mi*safirleri ve kocasından duyduğu bilgileri inkarcı toplumuna haber veriyordu. Yap*tıkları bu çirkin işler âyette kısaca "onlara (kocalarına) hıyanet ettiler" şeklinde ifade edilmiştir. Buna karşılık Firavun gibi inkarcılıkta direnen ve zulmüyle şöh*ret yapmış bir kimsenin hanımı, her şeye rağmen imanını koruyabilmiş, dünya âlâ-yişİ uğruna Firavun'un kötülüklerine ortak olmaya rıza göstermemiş, hep ebedî mutluluğun özlemi içinde yaşamıştır. Hadislerde ve tefsir kitaplarında bu hanımın ismi Âsiye olarak geçer. Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Musa'nın peygamber*liğine inanan, bu uğurda işkencelere maruz kalan Âsiye hakkında hadislerde yer alan övgü ifadeleri sebebiyle birçok İslâm âlimi onun peygamber olduğunu bile iteri sürmüştür. Erkek olmayı peygamberliğin şartlarından sayan Mâtürîdî mezhe*bi âlimleri ise bu görüşe katılmamıştır. [27] Yine Imrân kızı Meryem kendisini Allah'a kulluk etmeye öy*lesine vermiş, iffetini öylesine korumuştu ki Yüce Allah onu babasız dünyaya ge*tirmeyi murad ettiği Hz. îsâ'ya anne yaptı; o izahı yapılamayacak bu durumdan ötürü çevresinden gördüğü ağır hakaret ve baskılar karşısında inancından ve iffe*tine olan güveninden hiçbir şey kaybetmedi. [28] "Ona ruhumuzdan üfledik" ifade-sindeki "ona" zamiri "onun rahmine, rahmindekine yani Hz. îsâ'ya" mânalanyla açıklanmıştır; bu âyette de Enbiyâ 21/91'de olduğu gibi zamirin müennes (dişil) olduğu bir kıraat vardır. [29]

Bu âyetlerde dolaylı olarak şu noktalara da dikkat çekildiği söylenebilir: So*rumlulukta şahsîlik ilkesi esas olmakta beraber, belirli konumlarda bulunanların bazen daha özel bir sorumluluk duygusu içinde hareket etmeleri gerekir; buna kar*şılık bu konumun hakkını vermelerinin ecri de daha büyük olur. Nitekim Hz. Pey-gamber'in eşleriyle ilgili âyetlerde bu husus açık biçimde ifade edilmiştir. [30] Yine, zor şartlar altında iman, iffet ve kulluk bilincini korumanın ecri normal durum!ardakinden fazla olur. Öte yandan, doğru yoldan sapma örnek*lerinin peygamber ailelerinden seçilmesine yani peygamberin bile şeytana esir olan ve kötülükte direnen eşini kurtaramayacağının belirtilmesine mukabil, öv*güyle anılan örneklerden birinin evli diğeri evlenmemiş kadınlardan seçilmesi, ka*dının kul olarak, insan olarak erkekten farklı görülmemesi gerektiğini hatırlatma açısından özel bir vurgu yapıldığını düşündürmektedir. Bir başka anlatımla bura*da, kadının kendi ayakları üzerinde durabilecek bir varlık olarak görülmesi, kurtu*luşa ermesi veya hüsrana uğraması konusunun daima kocasıyla irtibatlı düşünül*memesi gerektiğine bir îma bulunduğunu söylemek mümkündür. 11. âyet, kadın örneği ile insanın, kendi kimlik, kişilik ve değerlerini koruyabilmek için uygun çevreye ihtiyacı bulunduğuna; toplum, aile, kadın ve özellikle koca farklı hayat tarzına sahipse, farklılığa tahammül edemiyor ve baskı yapıyorsa onlardan kurtul*mak ve ilişkilerini asgariye indirmek gerektiğine de işaret etmektedir. [31]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/327.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/327.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/327.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/328.

[5] bk. Mâide 5/89

[6] bk. Taberî, XXVIII, 155-159; Elmalın, VH, 5084-5116; Derve-ze,X, 143-149

[7] VII, 5084-5085,5094,5113, 5115

[8] meselâ A'râf 7/32; Tevbe 9/37 âyetlerinde olduğu gibi

[9] Nisa 4/3

[10] Nisa 4/129

[11] ayrıca bk. Ahzâb 33/28-29

[12] Şevkânî, V.288

[13] Râzî, XXX, 43

[14] Zemahşerî, IV, 113-114

[15] bk. Şevkânî, V, 288; İbn Âşûr, XXVIII, 348-349

[16] Bil*gi için bk. Mustafa Çağrıcı, "Sn-", İFAVAns., IV, 118-119

[17] bk. VII, 5110-5114

[18] bk. İbn Atiyye, V, 332

[19] Melekler hakkında bilgi için bk. Bakara 2/30; Cebrail hakkında bilgi için bk. Bakara 2/87,97-98; 5. âyette geçen ve "dünyada yolcu gibi yaşayan" şeklinde çevrilen "sâİhât" kelimesi hakkında bk. Tevbe 9/112. İbn Âşûr bu grup*taki âyetlerin ifadelerin unsurlarını tahlil ederek, aile eğitimi, muaşeret kuralları ve öğüt bağlamında çıkarılabilecek mânalar üzerinde ayrı ayrı durur, bk. XXVIII, 346 vd., özellikle 350-351

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/328-334.

[20] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/334.

[21] İslâm'ın aile telakkisi, aile fertlerine ve özellikle aile reisine yük*lediği sorumluluk hakkında bilgi için bk. Mehmet Akif Aydın, "Aile", DİA, II, 196-200; Mustafa Çağrıcı - Hamza Aktan, "Aile", İFAV Ans., I, 78-87

[22] Bu ateşin yakıtının taşlar ve insanlar oluşu hakkında açıklama için bk. Bakara 2/24

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/334-335.

[23] Râzî, XXX, 46; İbn Âşûr, XXVIII, 366-367

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/335.

[24] Zemahşerî, IV, 117

[25] tövbe hakkında bk. Nİsâ 4/17-İ8; Tevbe 9/117; Furkan 25/70-71; buradaki "nûr" kelimesi ve "sağ yanlarından" ifadesinin açıklaması için bk. Hadîd 57/12; 9. âyetin açıklaması için bk. Tevbe 9/73

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/335.

[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/336.

[27] bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, "Âsi*ye", Dİ A, III, 487

[28] Meryem hakkında geniş bilgi için bk. Âl-İ İmrân 3/35-38,42 vd.; Meryem 19/34-36

[29] Râzî, XXX, 50

[30] bk. Ah-zâb 33/30-34

[31] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:36 am

TALÂK SURESİ

65


İndiği Yer :


Medine



İniş Sırası :


99



Âyet sayısı :


12



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada altmış beşinci, iniş sırasına göre doksan dokuzuncu sû*redir. İnsan sûresinden sonra, Beyyine sûresinden önce Medine'de nazil olmuştur.[1]



Adı

Talâk "boşama" yoluyla evliliğin sona erdirilmesini ifade eden bir terimdir. Genel konusu bu olduğu ve ilk âyetinde aynı kökten gelen fiiller kullanıldığı için sûre bu adı almıştır. [2]



Konusu


Aile kurumunun dinî, ahlâkî ve hukukî temelini oluşturan nikâh akdinin ve evlilik birliğinin keyfi biçimde sona erdirilemeyeceği temasına ağırlık verilerek böyle bir zorunlulukla karşılaşıldığında uyulması gereken başlıca hükümler işlen*mekte, bu arada iyi niyet ve hakkın kötüye kullanılmaması gibi bazı temel ilkele*rin altı çizilmekte; aile ilişkilerinin sağlıklı yürüyüp yürümemesinde çoğu zaman etkili bir role sahip bulunan harcamalar konusunda ölçülü olmanın önemine dik*kat çekilmekte; meşru, mâkul ve dengeli olmayan, sonunda Allah'ın buyruklarına isyan etmeye varan isteklerin toplumların perişan olmasına ve medeniyetlerin çök*mesine yol açabileceği îma edilmekte; her halû kârda olup biten her şeyin, evren*deki bütün varlıkları yaratan Allah'ın gücü ve bilgisi dışında kalamayacağı hatır*latılmaktadır. [3]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Ey Peygamber! Kadınları boşayacağını/ zaman iddetlerini gözeterek boşayınız ve bekleme sürelerini iyice hesap ediniz. Rabbiniz Allah'a saygısızlıktan sakınınız. Apaçık bir haya*sızlık yapmış olmadıkça onları evlerinden çıkarmayınız, kendileri de çıkma-smJar. Bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah'ın koyduğu şuurları aşarsa aslında kendisine yazık etmiş olur. Bilemezsin ki; belki Allah bundan sonra yeni bir durum ortaya çıkanverir, 2. Sürelerinin sonuna ulaştıklarında onları ya uygun biçimde tutunuz yahut onlardan uygun biçimde ayrılınız; içi*nizden adaletli iki kişiyi şahit tutunuz ve şahitliği Allah için özenle yerine ge*tiriniz. İşte Allah'a ve âhiret gününe inananlara öğütlenen budur. Kim Al*lah'a saygısızlıktan sakınırsa O kendisine bir çıkış yolu gösterir. 3. Ve onu hiç beklemediği yerden rızıklandırir. Kim Allah'a dayanıp güvenirse O kendisi*ne yeter. Şüphesiz Allah dilediği şeyi sonuca ulaştırır. Allah her şey için bir ölçü koymuştur. 4- Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar île âdet görme*yenler hakkında tereddüt ederseniz onların bekleme süresi üç aydır. Gebe olanların bekleme süreleri ise doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah'a saygısızlıktan sakınırsa Allah ona işinde bir kolaylık verir. 5- İşte bu, Allah'ın size indirdiği buyruğudur. Evet, kim Allah'a saygısızlıktan sakınırsa Allah onun kötülüklerini örter ve ecrini büyütür. 6- O kadınları imkânınıza göre kendi oturduğunuz yerde oturtunuz ve onları baskı altına almak için kendi*lerine zarar vermeye kalkışmayınız. Eğer gebe iseler, doğum yapıncaya ka*dar nafakalarını karşılayınız. Sizin hesabınıza (çocuğunuzu) emzirirlerse on*lara karşılığını ödeyiniz ve aranızda güzelce konuşup anlaşınız. Anlaşmakta zorlanırsanız bu durumda o erkeğin hesabına başka bir kadın emzirecektîr. 7. Varlıklı olan sahip olduğu imkânlara göre harcasın, rızkı daralmış bulu*nan da Allah'ın kendisine verdiği kadarından harcasın. Allah kimseyi kendi verdiğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz. Allah güçlüğün ardından bir ko*laylık sağlayacaktır, [4]




Tefsiri


8-11. Aile ilişkilerinin düzenli, hak ve hukuka dayalı yürümesi, harcamalar*da dengenin gözetilmesi gibi iyi ve yararlı amaçlar etrafında bazı hükümleri açık*layan âyetlerden sonra burada Allah'ın ve elçilerinin buyruklarına karşı direnen, taşkınlık eden toplumlarrn acı akıbetlerine değinilmesi, toplumun çekirdeğini oluşturan aile kurumunun ve bununla yakından ilgili olan iktisadî düzenin sağlam bir yapıda olması ve sağlıklı işlemesinin, medeniyetlerin varlık ve bekaları açısın*dan ne kadar önemli olduğuna, böyle bir yapının kurulup geliştirilebilmesinin ise ancak davranışlarım Allah İnancı ve ahlâk ilkeleriyle şekillendiren ve denetleyen bireyler yetiştirilmesine bağlı bulunduğuna ilişkin bir uyan olarak değerlendirile*bilir. Nitekim İslâm bilginleri amelî ahlâkı incelerlerken, eski kültürlerin doğru bildikleri yönlerinden de istifade ederek bu çerçevedeki ilke ve kuralları fert, aile ve toplum düzeyinde ele almalarının yanında İktisadî ahlâk ve ailenin iyi yönetil*mesi üzerinde özel bir biçimde durmuşlar, hatta "tedbîr-i menzil" adını verdikleri ekonomi politik ağırlıklı bir ilmî disiplin geliştirmişler, siyaseti de genellikle bili*nen işlevlerinin yanında bütün bireylerin manevî gelişimini ve en yüksek mutlu*luktan pay almalarını sağlayan bir kurum ve siyaset bilimini öncelikle bu imkân*ları araştıran bir disiplin olarak görmüşlerdir.

8 ve 9. âyetlerde Allah'ın buyruklarına, ilâhî-tabiî yasalara uymamakta dire*nip kaosu yeğleyenlerin sonlarının hüsran olduğu belirtildikten sonra 11. âyette peygamber ve ilâhî kitap göndermenin amacının insanları karanlıklardan aydınlık*lara çıkarmak olduğu ifade edilerek, dirlik ve düzenliği sağlayabilmek ve anarşi*den kurtulabilmek için vahyin aydınlığından müstağni kalınamayacağına bir kez daha dikkat çekilmiştir.

10. âyette geçen "uyarı" diye çevirdiğimiz zikir (zikr) kelimesi, "unutmama, hatırlama, anma, öğüt" mânalarına gelir; hiç dikkatten uzak tutulmaması ve uyul*ması gereken bir öğüt olduğundan Kur'ân-ı Kerîm'i ifade etmek üzere burada ve başka bazı âyetlerde bu kelime kullanılmıştır. 11. âyetteki elçiden maksat müfes-sirlerin büyük çoğunluğuna göre Hz. Muhammed'dir; Cebrail'in (a.s.) kastedildi*ği kanaatinde olanlar da vardır. [27] Öte yandan, 10. âyetin sonundaki "zikr" kelimesinin hemen ardından "elçi" anlamın*daki "resul" kelimesine yer verilmiş olması, bunların her ikisiyle Kur'an'ın veya Hz. Muhammed'in kastedildiği yorumlan da yapılmıştır. İbn Atıyye -bu kullanı*mın îcaz üslûbu gereği böyle olduğunu belirtip- birincinin KurVı'ı ikincinin Hz. Peygamber'i ifade ettiği görüşünü tercih eder. [28]



12. İnsan varlığının devamını sağlayan evlilik kurumunun sağlıklı işlemesi imkânsız ve evlilik akdine son verilmesi zaruri hale geldiğinde keyfî ve hissî ha*reketlerin önüne geçilebilmesi için uyulması gereken bazı ilke ve hükümlere yer verilip Allah'ın buyruklarına karşı taşkınlık eden toplumların başına gelenlere de*ğinildikten ve vahyin gösterdiği aydınlık yola çağrı yapıldıktan sonra sûre, yeriy*le göğüyle Allah'ın İrade ve buyruklarına boyun eğen, yüklediği işlevleri en kü*çük bir sapma ve aksamaya meydan vermeden yerine getiren varlıklar âlemine, buradaki muhteşem düzene ve İnce hesaplara dikkat çekilerek; bütün bunların, in*san Allah Teâlâ'nın her şeye kadir olduğunu ve hiçbir şeyin O'nun bilgisi dışında kalamayacağını bilsin diye böyle olduğu hatırlatılarak sona ermektedir.

"Gök" anlamına gelen semâ kelimesi Kur'an'da tekil ve çoğul şekliyle yüz*lerce defa geçer; yedi yerde göğün sayısı "yedi" olarak belirtilir ve bunlardan iki*sinde yedi göğün "tabakalar halinde" olduğu İfade edilir. [29] genellikle müfessirler "üstünüzde yedi yol yarattık" mealindeki âyette de [30] yedi göğün kastedildiği kanaatindedirler. [31]

"Yer, yeryüzü, yerküre" anlamına gelen arz kelimesi de -bazı bağlamlarda "ülke, belde" gibi farklı mânalarda kullanılmış olmakla beraber- Kur'an'da yüz*lerce defa geçer; fakat bu kelimenin çoğul kullanımına rastlanmaz. Bu âyette yedi gök tabiri kullanılıp hemen ardından yeryüzünden söz edilirken "onlar gİbî, onla*rın benzerlerini, bir o kadarım" şekillerinde çevrilebilecek tamlamada geçen "misi" kelimesinin farklı mânalarda anlaşılabilmesi sebebiyle âyetin bu kısmıyla ilgili değişik yorumlar yapılmıştır. Arz kelimesinin başındaki belirlilik takısının (lâm-ı ta'rîf) hangi anlamı gösterdiğine, yine bu kelimenin önündeki "mİn" edatı*nın rolü ve hangi anlam için kullanıldığına ilişkin değerlendirmeler de bu izahlar*da etkili olmaktadır. Bu konudaki yorumları şöyle özetlemek mümkündür . [32]

a) Yerin göklere benzerliği sayı yönündendİr, yani yedi gök gibi yedi yer ya*ratılmıştır. Bu yorum bazı hadislerde ve sahabî sözlerinde geçen "yedi yer" şek*lindeki kullanımlar delil gösterilerek desteklenmeye çalışılmıştır. Bu haberlerin bazılarında yedi arzın denizlerle ayrıldığı ifadesinin yer alması bazı müfessirleri uzay denizleri ve gezegenler, bazılarını da yerküredeki kara parçalan (kıtalar) an*lamını düşünmeye yöneltmiştir. Rivayet ilmi uzmanlarınca^ bu konudaki haberle*rin çoğu zayıf veya uydurma (başka kültürlerden aktarılmış) görülmekle beraber, içinde "yedi yer" tabiri geçen ve daha çok temsilî anlatımlar içeren bazı sahih ha*dislerin bulunduğu da kabul edilmektedir. Öte yandan, bu ifadeyi yedi yer mâna*sında anlayan diğer bazı müfessirler burada arzın tabakalarına işaret bulunduğu kanaatindedirler; bu yorumda ilk hatıra gelen yerkürenin dikey tabakaları olmak*la birlikte bazıları bunu eski "ekâlîm-i seb'a" ayrımına göre yedi bölge şeklinde anlamışlardır. Kur'an'da arz kelimesinin hiç çoğul olarak geçmemesi, burada da göklere benzerlikten söz edilirken yedi sayısı tasrih edilmediği gibi bu kelimenin yine tekil olarak kullanılmış olması bu şıkta belirtilen yorumlara yöneltilen eleşti*rilerin esasını oluşturur. Nitekim bazı tefsirlerde aktarılan "Kur'an'da yerin sayı*sının yedi olduğunu gösteren bundan başka âyet yoktur" tarzındaki ifade, burada böyle bir delâletin asla bulunmadığı gerekçesiyle eleştirilmiştir.

b) Yerin göklere benzerliği nitelik yönündendir. Bu anlayışta olanların bir kısmına göre arz kelimesinin başındaki belirlilik takısı (lâm-ı ta'rîf) cins belirt*mektedir, yani arz türünün veya bu türden olan bir kısım cisimlerin -bazı özellik*ler bakımından- yedi göğe benzerlik, denklik yahut uyum içinde olduğunu anlatmaktadır. Diğer bir gruba göre İse bu takı belirli bir varlığı yani dünyamızı ifade etmektedir; bu durumda çıkan mâna şu olmaktadır: Dünyamızın kıtaları, tabakala*rı veya bölgeleriyle yedi semâ arasında bir nitelik benzerliği vardır, ki bu anlamıy*la âyet bizi bu konuda bilimsel araştırmalara sevk etme amacı taşımaktadır. Bu yo*rumu benimseyen bazı müfessİrler yer ile diğer gök cisimleri arasındaki küre biçi*minde olma, güneşten ışık alma gibi benzerlikler üzerinde durmuşlardır. Ayrıca bunu gök cisimleriyle arz arasındaki maddî öğelerin benzerliği şeklinde anlamak da mümkündür.

Arz kelimesinin başındaki "inin" edatının "başlangıç bildirme" mânası da esas alınabilir. ElmaMı, bu ihtimal üzerinde duran bir müfessire rastlamadığını ama dil açısından bunun doğru olabileceğinde tereddüt duymadığını belirtir. Bu yaklaşıma göre âyette "arz" kavramıyla insanın aslma işaret edilmiştir; çünkü in*san topraktan yaratılmıştır. İnsanın yedi semâya benzetilen yönü ise onun idrak ve şuurunun kaynaklan olan ve yediden aşağı olmayan bilgi imkânlarıdır ki bunlar da beş duyu, akıl ve "vahiy tecellileridir. [33]

Yedi sayısı bazen bilinen anlamında değil çokluğu belirtmek için kullanı*lır; "yedi gök" deyimi de yerle İlgili tasvir de çokluğu anlatmak için kullanılmış*tır.

Bu ifade, o dönemde evrende yedi gök ve yedi arz bulunduğu telakkisi ha*kim olduğu için böyle kullanılmış ve muhatapların zihinlerine sığdırabildikleri ev*ren tasavvuru esas alınarak, bildikleri, varlığım kabul ettikleri her şeyin, kısaca bü*tün evrenin Yüce Allah tarafından yaratıldığına dikkat çekilmek istenmiştir.

Bilimsel veriler, göklerle arz arasındaki benzerliğin, gök cisimlerini ve yer*küreyi oluşturan maddî unsurlarla ilgili olduğu yönündeki yorumu destekler nite*liktedir. Kanaatimize göre, Kur'an'ın genel üslûbu ve buradaki ifade akışı dikka*te alındığında, bu ibareyi bir bilgi problemi haline getirecek tahmin ve yorumlara kaymak yerine, âyetin asıl amacı üzerinde durmak uygun olur. Bu amacı kısaca, insanı, evrendeki bütün varlıkların Allah tarafından yaratıldığı, varlıklar âleminde olup biten hiçbir şeyin O'nun bilgisi ve kudreti dışında kalamayacağı bilinci için*de olmaya çağırma şeklinde özetlemek mümkündür. İbn Âşûr'a göre âyet yerkü*renin, Allah Teâlâ'mn azamet ve kudretini gösterme hususunda göklerden aşağı kalmayacağını Özellikle belirtme amacı taşımaktadır. [34] Bu yoru- mu şu açıdan önemli görüyoruz: Kur'an bütünü itibariyle insana verilen değerin bir ifadesi olduğu gibi yine Kur'an'da insanın değeri konusuna yapılmış özel vur*gular da bulunmaktadır. Bu değerli varlığa lütfedilen nimetler arasında en hayatî olanlarım -şu ana kadar bilinebildiği kadarıyla- sadece yerkürenin sahip olduğu ve her şeyden önce insanın varlık sahnesine çıkıp varlığını devam ettirmesine imkân veren özellikler oluşturmaktadır. Kur'an'da semâ kelimesinin çoğul kullanıldığı âyetlerde genellikle arz kelimesine de yer verilmesi ve İlâhî kudretin kanıtlarına değinilen âyetlerde arz kelimesinin oldukça önemli bir yer tutması da bu noktayı destekler niteliktedir. Bu ise nihaî tahlilde âyetin, insanın kendisine verilen değe*ri ve önemi iyi idrak etmesi, ayrıca mukayeseli yerküre ve uzay araştırmaları ya*parken bu konuda bilgileri arttıkça Allah'a şükür borcu ve kulluk vecibesinin da*ha fazla bilincine varması gerektiği şeklinde bir özendirme mesajı içerdiğini orta*ya koyar. [35]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/307.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/307.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/307.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/308-309.

[5] özellikle bk. Ba*kara 2/226-232

[6] Zemahşerî, IV, 107; İbn Âşûr, XXVIII, 294

[7] bk. Bakara 2/230

[8] bk. Ahzâb 33/49

[9] bk. 2/230

[10] Zemahşerî, IV, 107

[11] bk. Buharı, "Talâk", 2; Müslim, "Talâk", 1; Tirmizî, "Talâk", 1

[12] Şevkânî, V, 277-278

[13] bk. Taberî, XXVIII, 132-134; Şevkânî, V, 278; Elmalılı, VII, 5055-5056

[14] Elmalılı, VII, 5056-5057

[15] Muhammed Ebû Zehre, el-Ahvâlü'ş-Şahsiyye, s. 392

[16] bk. Taberî, XXVIII, 140-144; İbn Atıyye, V, 325. Boşama iddeti hakkında bk. Bakara 2/228; vefat iddeti hakkında bk. Bakara 2/234; iddet hakkında geniş bilgi için bk. H. İbrahim Acar, "İddet", Dİ A, XXI, 466-471

[17] ayrıca bk. Bakara 2/231

[18] el-Mevsılî, ei-İhtiyâr, IV, 8; Ebû Zehra, a.g.e., s. 409 vd.

[19] İbn Âşûr, XXVIII, 329-330

[20] III, 1161

[21] ayrıca bk. Bakara 2/233

[22] bk. Fur-kan 25/67

[23] ayrıca bk. Ba*kara 2/286

[24] İbn Âşûr, XXVIII, 332-333

[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/309-318.

[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/319.

[27] bk. Zemahşerî, IV, 112; Şevkânî, V, 284

[28] V, 327

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/319-320.

[29] Mülk 67/3; Nûh 71/15

[30] Mü'mi-nûn 23/17

[31] bu kelimenin kullanımıyla il*gili açıklamalar için bk. Bakara 2/29; A'râf 7/54; Fussilet 41/11-12; Zâriyât 51/7, 47; Rahman 55/7

[32] ayrın*tı için bk. fbn Atıyye, V, 327-328; Râzî, XXX, 39-40; Elmalılı, VII, 5078-5081; Ateş, IX, 496-499

[33] VII, 5081

[34] XXVIII, 339-340

[35] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/320-323.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:37 am

TEĞÂBÜN SÛRESİ

64


İndiği Yer :


Medine



İniş Sırası :


108



Âyet sayısı :

18



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada altmış dördüncü, iniş sırasına göre yüz sekizinci sû*redir. Tahrîm sûresinden sonra, Saf sûresinden Önce Medine'de nazil olmuştur.[1]



Adı

9. âyette gerçek kâr ve zararın ortaya çıkacağı mahşer gününden söz edilir*ken kullanılan ve "aldanma, aldatma, kâr-zarar" gibi mânalara gelen "teğâbün" ke*limesi sûreye ad olmuştur. [2]



Konusu


Bütün insanları Allah yaratmış olduğu halde bu hakikati inkâr edenlere de O'na İman edenlere de -dünya hayatının var ediliş hikmetinin gereği olarak- im*kân ve fırsat verildiği belirtilmekte; sorumluluk sahibi bir varlık olarak insan, ev*renin yaratılış hikmeti ve kendi özellikleri üzerinde düşünmeye çağmlmakta, ifa*denin tabiî akışı içinde İslâm inancının temel unsurları üzerinde durulmaktadır. Sûrenin son bölümünde, Allah'a karşı kulluk görevini yerine getirmekten alıkoya*bilecek faktörlerle örülü dünya hayatında hem bu vecibenin düzgün ifası hem de beşerî ilişkilerin sağlıklı yürütülebilmesi için bazı altın öğütler verilmektedir. [3]



Meali

Rahman ve rahîtn olan Allah'ın adıyla... 1. Göklerde bulunanlar da yer*de bulunanlar da Allah'ı teşbih ediyor. Egemenlik O'nundur ve hamd O'na mahsustur. O'nun her şeye gücü yeter. 2. Sizi yaratan O'dur. Ama kiminiz inkâr, kiminiz iman ediyor. Allah yapıp ettiklerinizi görmektedir. 3. Allah gökleri ve yeri hikmetli olarak yarattı, size şekil verdi, şeklinizi de güzel yap*tı. Dönüş de ancak O'nadır. 4. Göklerde ve yerde olanları bilir, gizledikleri*nizi ve açıkladıklarınızı da bilir. Ve Allah kalplerin derinliklerinde olanı da bilmektedir, 5. Daha önce inkâr edip de yaptıklarının cefasını tadanların ha*beri size ulaşmadı mı? Onlar için elem verici bir azap daha vardır. 6. Çünkü onlara peygamberleri açık kanıtlarla gelmişlerdi de onlar, "Bir beşer mi bizi doğru yola çıkaracak!" deyip inkâr etmişler ve ona sırt çevirmişlerdi. Allah da muhtaç olmadığını gösterdi. Allah'ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, O her türlü övgüye lâyıktır. 7. İnkarcılar asla diriltilmcyeceklerini iddia ediyorlar. De ki: "Hayır, öyle değil! Rabbime yemin ederim ki mutlaka diriltileceksiniz ve yapıp ettikleriniz size bildirilecek." Bu da Allah'a göre kolaydır. 8. Şu hal*de Allah'a, Peygamberine ve indirdiğimiz o ışığa iman edin. Yapıp ettikleri*nizden Allah tamamen haberdardır. 9. Toplanma günü için sizi bir araya ge*tireceği gün; işte o, kayıp ve kazancın ortaya çıkacağı gündür. Kim Allah'a iman eder, iyi işler yaparsa Allah onun kötülüklerini örter ve içinde ebedî olarak kalmak üzere altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. İşte büyük kurtuluş budur. 10- İnkâr edip âyetlerimizi yalan sayanlara gelince, onlar ce*hennemliktir ve orada ebedî olarak kalacaklardır. Ne kötü son! [4]


Tefsiri


1. Evrendeki bütün varlıklar mülk ve hükümranlığın mutlak sahibi ve her tür*lü hamde layık olan Allah'ı teşbih edip dururken, insanların bir kısmı -kendileri*nin de O'nun yaratma sıfatının eseri olduğunu bilmezden gelerek- Allah'ı inkâr et*mektedir. Teşbih kavramı, "bütün varlıkların ilâhî yasalara zorunlu olarak boyun eğmeleri" anlamını da içerdiğine göre esasen Allah'ı inkâr edenler de -kendileri fark etmeseler bile- bu genel teşbihe katılmaktadırlar.[5] Fakat Yüce Allah, akıl ve muhakeme yeteneği, irade gücü ve tercih imkânı bahşettiği insanın iradî teşbihi olan imana ve onun İcaplarına göre davranmaya ayrı bir değer atfet*mektedir. İşte bu âyetlerde insanoğlu, inkâr edebilmesinin dahi gerçekte ilâhî güç ve takdirin bir sonucu olduğu ama bu konuda kendisine tercih yetkisi verilmiş ol*masından ötürü bunun sorumluluğundan kurtulamayacağı hatırlatılarak, varlık se*bebi üzerinde düşünmeye ve hayatını anlamlandırmaya çağınlmaktadır, [6]



2-5. İlk âyet genel olarak felsefenin, özel olarak da kelâm İlminin temel prob*lemlerinden olan Allah'ın egemen iradesi karşısında insan iradesinin değeri ve in*sanın sorumluluğunun felsefî temeli konusuna ışık tutan bir anlatım inceliği taşı*maktadır. Çünkü "Allah kiminizi kâfir kiminizi mümin olarak yarattı" tarzında bîr ifade kullanılmayıp "Sizi yaratan O'dur. Ama kiminiz İnkâr, kiminiz iman ediyor" buyurularak, bir taraftan inkâr ve iman realitesinin ilâhî güç ve iradeden bağımsız olmadığı, diğer yandan da her bir ferdin cebir altında değil, kendine verilen irade gücüyle yaptığı tercih sonucunda kâfir veya mümin olduğu belirtilmektedir. Her halükârda sonucun Allah Teâlâ'nın ihnİ dışında kalamayacağını hatırlatan âyetin son cümlesinde "Allah yapıp ettiklerinizi görmektedir" şeklinde bir ifade kullanı*larak özellikle İnsanın hür iradesiyle yaptıklarına dikkat çekilmesi de bu mânayı destekler niteliktedir. [7]

Kendi varlık sebebini ve dünya hayatının anlamını sağlıklı biçimde değerlen*direbilmesi için 3. âyette insan, göklerin ve yerin hikmetli yaratılışı yani kâinatta*ki muhteşem düzen üzerinde ve hemen bunun yanında kendi yaratılışındaki seçkin özellikler hakkında düşünmeye, her şeyden Önce bu âlemi var kılan irade ve kud*retin ihtişamını kavramaya yönlendirilmektedir. [8] Bu suretle Allah Teâlâ'nın kudret sıfatım, yarattıklanndaki eserleriyle gözlemleyip kabul etmenin yanında 4. âyette O'nun İlminin kuşatıcılığına, kalbin derinliklerinde saklandığı sanılan şeylerin dahi bu bilmenin dışında kalamayacağı*na dikkat çekilerek bu defa insan, hem Allah'ın ilim sıfatının kuşatıcılığını kavra*maya hem kendi yapıp ettiklerinin de O'nun ilminin dışında kalmadığını bilerek sorumluluk fikri üzerinde yoğunlaşmaya çağrılmaktadır. 5. âyette ise tarihe yapı*lan bir gönderme ile sorumluluk bilinci içinde hareket etmemenin sonuçları üze*rinde düşünme fırsatı verilmektedir. [9]



6-10. Böylece ilk beş âyette veciz bir anlatımla Allah-evren-insan arasındaki ontolojik ve ahlâkî bağı doğru bir şekilde kurabilmeyi sağlayacak ufuklar açılarak önce İslâm inançları teorisinin üç temel konusundan birincisini oluşturan ulûhiyet (Allah'ın varlığı ve sıfatlan) konusunun altı çizilmiştir. 6-10. âyetlerde ise diğer ikisi yani nübüvvet (peygamberlik, vahiy) ve âhiret konuları üzerinde durulmakta*dır. 6 ve 7. âyetlerde peygamberleri, onların bildirdiklerini ve özellikle öldükten sonra diriltilme gerçeğini inkâr etmenin inkarcılara bir şey kazandırmadığı, Ce-nâb-ı Allah'a da bir şey kaybettirmediği, ama bir süre sonra onların bütün bu yap*tıklarını bir bir önlerinde görecekleri ifade edilmekte; buna bağlı olarak 8. âyette Kur'an'm muhatapları Allah'a, Peygamberine ve O'nun indirdiği ışığa (Kur'an'a) iman etmeye çağrılmaktadır. 9. âyette haşir gününde gerçek anlamda kâr ve zara*rın ortaya çıkacağına değinilmekte ve iman edip erdemli davranışlarla ömrünü iyi değerlendirilenlerin âhirette kavuşacakları mükâfat hatırlatılmaktadır. 10 âyette ise inkâr eden ve Allah'ın âyetlerini yalan sayanların acı akıbetini gösteren bir uyarı yapılmaktadır.

İnkarcıların peygamberlerin çağnsını kabul etmemekte haklı olduklarım is*pat için sık sık kullandıkları argüman 6. âyette "Bir beşer mi bizi doğru yola çıka*racak!" şeklinde özetlenmiş olup birçok âyette bu delilin çürüklüğü ortaya kon*muştur. [10] Bu âyetin "Allah da muhtaç olmadığını gösterdi" şeklinde çevrilen kısmı, "onların imanına ve kulluğuna muhtaç olmadı, muhtaç olmadığını gösterdi", "gü*cü yettiği halde onları imana zorlamadı" ve "ortaya koyduğu açık ve kesin kanıt*larla yetinmek ve onları zorlamamak suretiyle kemalini gösterdi" gibi mânalarla açıklanmıştır. [11] Müfessirlerin genel kanaati*ne göre 8. âyetin "indirdiğimiz o ışığa iman edin" diye çevrilen cümlesinde geçen "nûr" kelimesinden maksat Kur'ân-ı Kerîm ve onun içeriğidir. [12]

9. âyette geçen "yevmü't-teğâbün" tamlaması "kayıp ve kazancın ortaya çı*kacağı gün" şeklinde tercüme edilmiş olup buradaki "teğâbün" kelimesi hakkında geniş açıklamalar yapılmıştır. Bu kelimenin kökü olan "gabn" (ğabn, ğaben) mas- dan sözlükte "gizlemek, unutmak hata etmek, zayıf olmak ve aldatmak" gibi mânalara gelir. Fıkıh terimi olarak gabin de, iki tarafa borç yükleyen akitlerde edim*ler arasındaki dengesizliği, özellikle satım sözleşmesinde satım parasıyla satılan malın piyasa değeri arasında belirgin bir fark bulunmasını ifade eder. Teğâbün ke*limesi Arapça'da genellikle iki veya daha fazla kişinin karşılıklı fiillerini anlatmak için kullanılan "tefâül" kalıbmdadır. Bu sebeple daha çok "birbirini aldatmak" ya*hut "hem aldanmak hem aldatmak" mânalanyla açıklanmıştır. Ibn Atıyye ise bu*rada bu kalıbın karşılıklı bir durumu değil, -"tevazu" kelimesinde olduğu üzere- fi*ilin konusundaki çokluğu ve yoğunluğu belirtmek için kullanıldığı kanaatindedir. Birçok müfessir -"doğruya kargılık sapkınlığı satın alanlar" şeklindeki [13] tasvirden de yararlanarak- burada inkarcı ve münafıkların imanı küfür İle, âhireti de dünya ile değişmelerindeki yanlışlık ve aldanmaya bir telmih bulundu*ğu yorumunu yapmıştır. Bazılarına göre bu kelimeyle, hesap gününde eşyanın dünyadaki miktar ve değerinden farklı görüneceği anlatılmaktadır. Başka bir yo*ruma göre burada kastedilen şudur: Bazılarının "Allah'a verdikleri sözü düşük bir bedelle satmaları", "Allah'ın müminlerden canlarını ve mallarını cennet karşılı*ğında satın alması"[14] gibi Kur'an'da manevî anlamda alışveriş lafzı*nın kullanıldığı durumların gerçek kârlılık yönü yani kimin kazanıp kimin kayıp ettiği o gün ortaya çıkacaktır. [15] Bu izahları ve bağlamı dikkate ala*rak, anılan tamlamayı "kayıp ve kazancın ortaya çıkacağı gün" şeklinde çevirdik. [16]



Meali

11. Allah'ın izni olmadan başa gelen bir musibet yoktur. Kim Allah'a iman ederse Allah onun gönlünü doğruya yöneltir. Allah her şeyi bilmekte*dir. 12. Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin. Sırt çevirirseniz bilin ki el*çimizin görevi açık bir tebliğden ibarettir. 13, Allah; O'ndan başka tanrı yok*tur; müminler de yalnız O'na dayanıp güvensinler. 14, Ey iman edenler! Eş*lerinizden ve çocuklarınızdan da size düşman olanlar vardır, onlardan sakı*nın. Ama affeder, hoşgörülü ve bağışlayıcı davranırsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir. 15. Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imtihandır; büyük mükâfat ise Allah'ın yanındadır. 16.0 halde gücünüz yettiğince Allah'a saygısızlıktan salanın; dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğinize olmak üzere başkaları için harcayın. Kim nefsinin bencilli*ğinden korunmayı başarırsa işte kurtuluşa erecekler onlardır. 17. Allah'a gü*zel bir borç verirseniz O da bunu size fazlasıyla öder ve sizi bağışlar. Allah şükrün karşılığını bol bol verir, cezada ise acele etmez. 18. Akıl ve duyularla idrak edilemeyeni de edileni de bilir, azizdir, hakimdir. [17]



Tefsiri

11-13. Kullarına çok merhametli olduğuna inanılan Tann'nın kötülüklere ni*çin izin verdiği hususu, din felsefesinde genellikle kötülük problemi veya teodi-se (Tann'nın âdilliği problemi) başlığı altında geniş biçimde tahlil edilmiş ve tartışılmış bir konudur. Genel olarak haynn ve şerrin var edilmesinin hikmetleri ko*nusu bir yana, başa gelen her musibetin Allah'ın izniyle olması ifadesini Kur'an ve sünnetteki ilkelere ve bilgilere göre şöyle açıklamak uygun olur: Cenâb-ı Hak kullarına zulmetmez; dolayısıyla "kulların kendi fiilleri sebebiyle hak ettikleri bir karşılık" anlamındaki musibetin bu açıdan izahında zorluk bulunmamaktadır. Ku*suru ve günahı olmadığı halde bazı kullara verilen sıkıntı ve felâketler ise kişinin ebedî mutluluğuna zarar veren yani gerçek mânada kötü ve insanın kendi fiili yü*zünden başına gelen musibet olarak değerlendirilmez[18] Öyle görü*nüyor ki 11. âyette, insanların sorumluluğu bakımından musibetlerin değerlendi*rilmesi değil, Tanrı inancına ilişkin yaygın bir yanlışlığın düzeltilmesi amaçlan*maktadır. Önceki âyetlerin iman esaslarıyla ilgili olması, bu âyetin devamındaki ve müteakip iki âyetteki ifadeler de bunu destekler niteliktedir. Birçok bâtıl dinin yanı sıra İlâhî dinin mensupları arasında türemiş bazı sapkın mezheplerde, "iyi" ve "kötü" iki ayn tanrı arasında bölüştürülerek şirk (Allah'a ortak koşma) telakkisi*ne güya meşruiyet kazandırılmaya, masum bir çehre verilmeye çalışılmıştır. Bazı İlâhî dinlerin mensupları da zaman zaman, Allah'a kötülük yakıştırmama gibi ile-ri derecede bir duyarlılıkla, şerrin O'rnm tarafından yaratılmış olamayacağı tarzın*da bir inanca kaymışlardır. Oysa Allah'ın fiilleri ve sıfatlan insanların kendi istek*lerine ve münasip görmelerine göre biçimlendirilebilecek bir konu değildir; kulun görevi O'nu kendisinin bildirdiğine göre tanıyıp O'nun istediği şekilde kulluk et*mektir. [19] Doğru ve sağlam İs*lâm İnancına göre bütün varlık ve olayların yegâne yaratıcısı Allah Teâlâ'dır; Al*lah, irade gücü verdiği, hem iyilik hem kötülük işlemeye müsait yarattığı şuurlu varlıklara kötüyü tercih etmemelerini buyurmuş ama -dünya hayatının imtihan ala*nı olması sebebiyle- kötülüğü İstediklerinde ve işlemeye koyulduklarında bu ey*lemlerin yine kendisinin yaratma düzeni içinde varlık kazanacağını, sorumluluğu*nun da onlara ait olacağını bildirmiştir. Bu düzen içinde şeytanın kötülüğü teşvik görevini üstlendiği ama asla ona fiillerin yaratıcısı olarak bakılmaması gerektiği de hatırlatılmıştır. Bu sebeple İslâm akaidinde "hayrın da şerrin de Allah'tan oldu*ğuna yani O'nun mutlak irade ve kudretinden bağımsız olmadığına, onun bilgisi dışında kalamayacağına, ancak Allah'ın kullan için yalnız hayra razı olduğuna, kulun başına gerçek mânada (ebedî mutluluğuna zarar veren) bir kötülük gelmiş*se bunun kendi yanlış davranışından kaynaklandığına" inanmak esastır. Aynca sa*mimi bir mümin, kendi kusuru sebebiyle olmadan başına gelen felâket ve sıkıntı*ların da imtihanla ilgili olduğuna ve sabırla karşıladığında ecir alacağına inanır. Dolayısıyla bu inancın dayanaklarından biri olan 11. âyet, aynca müminler için önemli bir teselli kaynağı oluşturmaktadır. Nitekim bu inancın ruh sağlığı üzerin*deki olumlu etkileri modern psikolojide kanıtlanmış olup, bu husus Hz. Peygam*ber'in şu hadisinde de veciz bir şekilde özetlenmiştir: "Müminin durumu ilginçtir: Allah'ın her hükmü onun iyiliğinedir; çünkü başına bir sıkıntı gelip sabretse bu onun hayrınadır, sevindirici bir şey meydana gelip şükretse bu da onun hayrınadır. Bu, yalnız mümine has bir özelliktir"[20]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:37 am

14-18. Doğasına dünya sevgisi yerleştirilmiş olan[21] insa*nın buradaki sınavda başanlı olabilmesi için önemli bir Ölçü verilmektedir: Al*lah'a kul olma bilincini daima zinde tutmaya çalışmak, her davranışında dünya ha*yatının icapları ile âhİret mutluluğunu dengeleyen bir itidal çizgisi tutturmak, bu*nu başarabilmek için de özverili davranmayı içine sindirmek.

14. âyetteki anlatım ve uyarıya göre en güçlü sevgi bağlarlarıyla birbirine bağlı olan insanlar bile -bunlar öncelikle eşler, ebeveyn ve çocuklar da olsa- her zaman amaç birliği içinde olmayabilirler ve mümin bir kişi bu yakınlarından dahi -kasdî olsun olmasın- âhiret mutluluğunu zedeleyecek zararlar görebilir, öneriler 302 ve teşvikler alabilir. 15. âyetin tasvirine göre de kişinin sahip olduğu bütün mad*dî manevî imkânlar ve bunlara duyulan bağlılık hissi, onun sınanması için var edilmiştir. Yine bu âyette belirtildiği üzere erişilmesi için çaba harcanmaya değer gerçek mutluluk Allah katında olandır ve 16. âyete göre buna erişebilmenin yolu da Allah'a kul olma bilincini sürekli korumak için olanca çabayı harcamak, dinin bildirimlerine kulak vermek ve onlara uymayı ilke edinmektir. Fakat insamn, ço*ğu zaman doğasındaki bayağı eğilimlerinin kendisini çekmeye çalıştığı yer ile ko*numuz olan âyetlerdeki bildirimlere göre olması gerektiği yer arasında bulunma*nın gerginliğini yaşadığı da muhakkaktır. İşte bu âyetler bu noktada insanın yolu*nu şöyle aydınlatmaktadır: İmtihan alanından kaçmaya çalışmak çözüm değildir; yapılacak şey olabildiğince tehlikelere karşı bilinçli ve hazırlıklı olmak, bu geçici hayattan vazgeçmeden, hatta bu hayatı bir imkân ve üretim alanı olarak kabul edip ebedî hayat İçin çalışmak. Bunda başarılı olabilmenin temel şartı ise kısaca özve*rili davranma alışkanlığı kazanabilmektir. Özveriyi de iki grupta toplamak müm*kündür. Birincisi -14. âyette belirtildiği üzere- başkalarına karşı beslediğimiz olumsuz duygulardan vazgeçebilmek, affedebilmek, hoşgörülü ve bağışlayıcı ola*bilmektir. İkincisi de sahip olduğumuz dünyevî nimet ve imkânlara duyduğumuz aşın tutkuları dizginleyebilmektir. Bu, 16, âyetin son cümlesinde "nefsine tutsak olmaktan korunma" şeklinde özetlenmiş; ayrıca 16 ve 17. âyetlerde, -ashnda aynı zamanda kendi iyiliğimize olmak üzere- "başkaları için harcama yapmak ve Al*lah'a güzel borç vermek" şeklinde açıklanmıştır. [22]

14. âyetin nüzul sebebi olarak bazı kaynaklarda yer alan şu rivayetlerden il*ki âyetin başlangıç kısmının, diğer ikisi de son kısmının anlaşılmasına ışık tutmak*tadır: a) Avf b. Mâlik el-Eşca'î Resûlullah ile birlikte savaşa gitmek istemişti. Ço*luk çocuğu toplanıp onun ayrılığına dayanamayacaklarını söylediler, ağlayıp sız*ladılar ve sonunda onu bu kararından vazgeçirdiler. Ama Avf daha sonra bundan dolayı çok pişman oldu. b) Mekke'de müslüman olanlar hicret etmek isteyip ço*luk çocukları buna razı olmayınca, "Şayet Allah beni hicret yurdunda sizinle bir araya getirirse görün bakın size neler edeceğim!" diye söylenir yeminler ederlerdi [23] c) Bazı Mekkeliler müslüman olmuş ve Medine'ye hicrete karar vermişlerdi. Aileleri buna karşı çıktı. Fakat bir süre sonra onları din*lemeyip Medine'ye geldiler. Daha önce müslüman olanların dinî konularda epey- ce mesafe katetmiş ve yetişmiş olduklarını görünce, buraya gelmelerine karşı çı*kan eş ve çocuklarına kızdılar ve onları cezalandırmayı düşündüler. [24] Âyetin "düşman olanlar vardır" şeklinde çevrilen ifadesinden de anlaşı*lacağı üzere burada aile fertleri arasında daima böyle bir durum bulunduğu gibi bir mâna çıkarılmaması için "bazı" anlamı taşıyan bir edat kullanılmıştır; ancak âyet metninde "vardır" şeklindeki vurgunun başa getirilmesi bu tür durumlarda duyar*lı olunması için yapılan uyarıyı pekiştirmektedir. [25]

16. âyetin "Gücünüz yettiğince Allah'a saygısızlıktan sakının" diye çevrilen kısmıyla Âl-i İmrân sûresinin 102. âyetinin "Allah'a karşı gereği gibi saygılı olun" anlamına gelen kısmının neshedilmiş olduğu ileri sürülürse de, her iki ifadenin kendi bağlamındaki anlamını korumasına bir engel bulunmamaktadır; nitekim Nehhâs gibi âlimler bu yönde ikna edici açıklamalar yapmışlardır. [26]

Evrendeki her şeyin Allah'ı teşbih ettiğine dikkat çekerek başlayan sûre, O'nun duyular ve akılla idrak edilemeyeni de edileni de bildiğini, çok güçlü ve hikmet sahibi olduğunu hatırlatarak sona ermektedir. [27]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/295.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/295.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/295.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/296-297.

[5] bk. İsrâ 17/44

[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/297.

[7] Kesb" kavramı ve bu konudaki kelâm tartışmaları için bk. Bakara 2/7,286

[8] Allah'ın "musavvir" isminin an*lamı için bk. Haşr 59/24; insanın yaratılışındaki seçkinlik hakkında bk. İsrâ 17/70; Tîn 95/4

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/297-298.

[10] meselâ bk. İbrahim 14/10-11; Kehf 18/110; Mü'minÛR 23/24,33; Furkan 25/7

[11] Zemahşerî, IV, 105; Şevkânî, V, 271

[12] Taberî, XXVIII, 121;İbnAtıyye,V,319

[13] Bakara 2/16

[14] Tevbe 9/111

[15] Başka yorumlarla birlikte bk. İbn Atıyye, V, 319; Râzî, XXX, 24-25; Elmalılı, VII, 5028-5030

[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/298-299.

[17] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/300.

[18] bk. Şûra 42/30

[19] ayrıca bk. Hac 22/11; Furkan 25/43; Câsiye 45/23

[20] Müslim, "Zühd", 64; Dârimî, "Rikak", 61; aynca bk. Nisa 4/79; Hadîd 57/22

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/300-301.

[21] bk. Âl-i İmrân 3/14

[22] 15. âyette geçen ve "imtihan" dî*ye çevrilen fitne kavramının Kur'an'daki kullanımları hakkında bk. Bakara 2/191-192; 16. âyette geçen "şuhh" kelimesi hakkında bk. Haşr 59/9; 17. âyette "Allah'a güzel bir borç verme" anlamıyla çevrilen ifadeden hareketle geliştirilen "karz-ı ha-sen" terimi hakkında bilgi için bk. Bakara 2/245

[23] Taberî, XXVIII, 124-125

[24] Tirmizî, "Tef-sîr", 64

[25] İbn Âşûr, XXVIII, 284

[26] bk. İbn Atıyye, V.321

[27] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/301-303.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:38 am

MÜNÂFİKUN SURESİ

63


İndiği Yer :


Medine



İniş Sırası :


104



Âyet sayısı :


11



Nüzulü


Mushaf'taki sıralamada altmış üçüncü, iniş sırasına göre yüz dördüncü sûre*dir. Hac sûresinden sonra, Mücâdele sûresinden önce Medine'de nazil olmuştur.[1]



Âdı


İlk âyetinde geçen ve "münafıklar" anlamına gelen "münâfîkûn" kelimesi sû*reye ad olmuştur. [2]



Konusu


Sûrede ağırlıklı olarak, iman ettiklerini söyledikleri için müslüman muame*lesi gören ve onlarla iç İçe yaşayan ama gerçekte inanmayan ve müminler aleyhi*ne çalışmalar yapan münafıklar hakkında önemli bilgi ve tasvirlere yer verilmek*te, onların görünüşlerine aldanmamalan ve sinsi faaliyetlerine karşı uyanık dav*ranmaları konusunda müslümanlar uyarılmakta, münafıkların bu tutumlarına de*vam etmelerinin kendilerinin aleyhine olacağı yönünde dolaylı bir ikazda bulunul*makta; son âyetlerde müminlere, hiçbir gerekçenin Allah'ı unutmayı ve sahip ol*duğu imkânları başkalarıyla paylaşmamakta direnmeyi haklı kılmayacağı hatırla*tılmaktadır. [3]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Münafıklar sana geldikle*rinde "Tanıklık ederiz ki sen gerçekten Allah'ın elçisisin" derler. Senin hiç kuşkusuz kendi elçisi olduğunu AUah elbette biliyor; ama Allah tanıklık eder ki münafıklar kesinlikle yalancıdırlar. 2. Onlar yeminlerini kalkan edinip Al*lah yolundan yan çizmişlerdir. Onların yaptıkları ne kadar çirkin! 3. Şöyle ki, onlar önce inanıp ardından inkâr ettiler. Bu yüzden kalpleri mühürlenmiştir; artık anlayıp kavrayamazlar. 4, Onlara şöyle bir baktığında dış görünüşleri sana iyi bir izlenim verir; konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir. Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar. Asıl düşman onlardır, onlardan korun! Allah kahretsin onları! Na*sıl da haktan yüz çeviriyorlar! 5. Onlara "Gelin, Allah'ın Resulü sizin için ba*ğışlama dilesin" dendiğinde başlarını çevirirler ve onların büyüklük taslar bir eda ile uzaklaştıklarını görürsün. 6. Bağışlanmaları için Allah'a dua et*mişsin veya etmemişsin onlar için birdir. Allah onları asla bağışlamayacaktır. Şüphesiz Allah günaha saplananları doğruya eriştirmez. 7. Onlar, "Resûlul-lah'ın yanındakilere geçimlik bir şeyler vermeyiniz ki dağılıp gitsinler" di*yenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allah'ındır; ama münafıklar an*lamıyorlar! 8. Şöyle diyorlar: "Hele Medine'ye dönelim, o zaman güçlü olan zayıf olanı oradan çdtaracak!" Halbuki asd güç ve izzet Allah'ındır, Resûlü-nündür, müminlerindir; fakat münafıklar bunu bilmezler! [4]



Tefsiri


1-8. Münafık, sözlükte "tükenme, saklanma, köstebeğin veya Arap tavşanı*nın deliğine girmesi veya çıkması" gibi anlamlar taşıyan "n-f-k" kökünden türetil*miş olup Kur'an'da "gerçekte İman etmediği halde Öyle görünen, inanç ve davranışlarında iki yüzlü olan" kişiler için kullanılır. Bu durumda olmaya nifak denir. "Çıkar ve İtibar sağlama amacıyla kendisine dindar süsü verme" anlamına gelen riya ise hem bazı müminlerin ahlakî bir zaafını hem de gerçekte iman etmemiş olan münafıkların müslüman hatta dindar görünmek için sergiledikleri sahte dav*ranışları ifade etmek üzere kullanılabilen bir kavramdır.

Münafıklar müslüman kabul edilmelerinin avantajlarını kullandıklarından, müslümanlar için açıktan düşmanlık edenlere göre daha tehlikeli olmuşlardır. Bu sebeple Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadislerde münafıkların özellikleri ve verebilecek*leri zararlar üzerinde geniş olarak durulmuş, bu konuda daha dikkatli olmaları için müminler uyarılmıştır. [5]

Resûlullah'ın hicretinden önce Medine'deki (o günkü adıyla Yesrib şehrin*deki) Evs ve Hazrec adlı iki meşhur Arap kabilesi arasında derin ihtilâflar yaşan*mıştı. Esasen aynı isimleri taşıyan iki kardeşin soyundan gelen bu kabileler Yemen tarafından buraya göç edip yerleştiklerinde uzun bir süre oradaki yahudilerin ha*kimiyeti altında yaşamışlar, yaklaşık 492 yılında bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından yahudilerin kışkırtmalarıyla birbirlerine düşüp Arap tarihinde benzerine rastlanmayan bir çekişme ve savaş süreci İçine girmişlerdi. Bu savaşların en şid*detlisi de Hz. Peygamberin hicretinden beş yıl kadar önce yapılan ünlü Buâs sa*vaşıydı. Bu savaşın ardından bir durulma süreci başlamış ve Medine'de siyasî bir birlik oluşturulması ve başına Hazrec kabilesinin reisi Abdullah b. Übey b. Se-lûTün getirilmesi hususunda bir mutabakat oluşmuştu. Hatta Resûlullah'uı gelişin*den kısa bir süre önce Abdullah'a takılacak kraliyet tacının yapımı için Medineli sanatkârlara sipariş bile verilmişti. İşte Hz. Peygamber'in buraya hicret edip yer*leşmesi bu projenin sonuçsuz kalmasına yol açtığı için Abdullah b. Übey'in Resû-lullah'a ve müslümanlara duyduğu kin ve husumet hiçbir zaman dinmemiştir. Ab*dullah, müşrik olarak kalması halinde müslüman birliğine zarar veremeyeceğini anladığından, Bedir savaşının ardından müslüman olduğunu açıklamış, ama her fırsatta bir taraftan anılan İki kabile arasındaki ezelî rekabeti alevlendirmeye ve yeni kardeş kavgaları çıkarmaya çalışmış, diğer taraftan da Mekke rnüşrikleriyle ve Medine ve civarındaki yahudİ kabüeleriyle gizli temaslar kurup müslümanlar aleyhine türlü entrikalar çevirmiştir. Kur'an'da münafıkların -tabiî ki onların başı olarak Abdufiâhi). Übey'in- yürüttüğü yıkıcı ve bölücü faaliyetlerden bazılarına -isim verilmeden- yapılmış özel atıflar vardır. Uhud savaşma çıkarken yaptığı dö*neklik[6] Hz. Âişe hakkındaki çirkin iftirayı tertip edip yayması Tebük seferi öncesinde, sefer sırasında ve son*rasında müslümanlanşpralevİyatını sarsmaya çalışması [7] bun*ların başlıca! andır,-Bütün bunlara rağmen Abdullah öldüğünde[8] oğlunun onun cenazesiyle İlgilenmesi ricası karşısında Hz. Peygamber'in sergile*diği tavır ancak, onun "bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olması"yla[9] İzah edilebilecek bir hoşgörü ve zarafet içermekteydi. Şu var ki Ab*dullah'ın inançsız olduğu objektif delillerle ortaya çıktığı gibi ayrıca Allah tarafın*dan Resûlullah'a da bildirilmişti. Onun için kendisinden bu gibilerin cenaze nama*zını kılmamak suretiyle artık onlara karşı açık bir tavır ortaya koyması istendi[10]

Hakim kanaate göre bu sûre Müreysi' seferi (diğer adıyla Benî Mustalik se*feri) esnasında meydana gelen şu olay üzerine inmiştir: Bu seferden dönüleceği sı*ralarda biri Muhacirim diğeri Ensâr yanlısı iki adam arasında su yüzünden bir kav*ga çıktı. Bir rivayete göre Muhâcirûn tarafından olan Hz. Ömer'in ücretlisi Ceh-câh b. Saîd adlı bedevi, Ensâr tarafından olan ise Abdullah b. Übey'in kabilesiy*le aralarında antlaşma bulunan Cühenîler'den Sinan b. Yezîd idi. Biri "Ey Ensâr, yetişin!" diye, diğeri de "Ey Muhâcirûn, yetişin!" diye kendi taraflarını yardıma çağırdılar. Resûlullah bunu işitince, onları yatıştırdı; yaptığı etkili konuşmada bu tür bölücü sloganlardan hoşnut olmadığını ve bunun Câhiliye geleneği olduğunu da belirtti. Olay Abdullah b. Übey'in kulağına gidince hemen bunu fırsat bilip müslümanlar arasında tefrika çıkarmaya yeltendi. Kendi kavminden olanlara şöy*le dedi: "Bunlar (Muhâcirûn) bizim beldemizde bize kafa tutuyor, üstünlük taslı*yorlar. Onlarla bizim durumumuz 'Köpeğini semirt, seni yesin' sözündekİne don*du. Hele Medine'ye varalım, göreceksiniz ki güçlü olan zayıf olanı oradan çıkara*cak! Aslında bunu kendiniz yaptınız, onlara beldenizde yer verip imkânlarınızı paylaştınız. Muhammed'in yanındakilere yardım etmeyin ki dağılıp gitsinler!" Bu sözleri işiten ve o sırada henüz çok genç olan Zeyd b, Erkam, yapılan konuşma*dan dolayı rahatsızlığını dile getirip tepki gösterince Abdullah onu azarladı. Zeyd durumu amcasına, o da Hz. Peygamber'e aktardı. Hz. Ömer Abdullah'ın boynu*nun vurulmasını önerdi. Resûlullah bunu kabul etmedi ve henüz normal hareket vakti gelmediği halde hemen yola koyulma talimatı verdi. Uzun bir süre mola ver*medi; mola verdiğinde herkes yorgunluktan uyuyakaldı. Böylece söylentilerin ar*tıp işin alevlenmesini önledi. O arada Abdullah'ı çağırtıp "Bana şöyle şöyle bir söz ulaştı; bu sözün sahibi sen misin?" diye sordu. O, "Sana kitabı indiren Allah'a yemin ederim ki böyle şeyler söylemedim" dedi. Bunun üzerine Resûlullah onun hakkında bir işlem yapmadı. Zeyd ise yalancı konumuna düştüğü için çok üzül*müştü. Medine'ye dönünce Allah Teâlâ Münafıkûn sûresini indirdi. Hz. Peygam*ber Zeyd'in kulağım tutup "Allah seni doğruladı ve bu kulağın hakkını verdi" di*ye ona iltifat etti. Bazı kimseler Abdullah'a kendisi hakkında sert ifadeler içeren âyetler İndiğini söyleyerek Resûlullah'a gidip Allah'tan kendisi için bağışlama di*lemesi İçin ricada bulunmasını önerdiler. O ise başını çevirip "İman et dediniz et-tİm, zekât ver dediniz verdim, geriye bir tek Muhammed'e secde etmediğim kal*dı !" diyerek itiraz etti. Kaynaklarda ayrıca Abdullah'ın samîmi bir müslüman olan oğlunun ona gösterdiği sert tepkilerle ilgili rivayetler de yer almaktadır[11] Tefsir,hadis ve siyer kitapların*da bazı ayrıntı farklarıyla ve değişik rivayetler halinde aktarılan bu olay, -bütünü itibariyle- münafıkların o günkü şartlarda sahip oldukları toplumsal konuma uy*gun düşmektedir. Ancak "Gelin, Allah'ın Resulü sizin için bağışlama dilesin, den*diğinde başlarını çevirirler ve onların büyüklük taslar bir eda ile uzaklaştıklarını görürsün" anlamında bir âyet indikten sonra Abdullah b. Übey'in belirtilen sözü söylemesi ve tavrı takınması mâkul durmadığı için, bazı yazarlar rivayetlerin bu kısmını şöyle İzah ederler: Âyetlerin nüzulünden önce Abdullah'tan Peygamber'e gidip özür dilemesi ve bağışlanması için dua etmesini istenmiş, âyetler de bundan sonra İnip hem onun tavrına hem de genel olarak münafıkların hallerine gönder*me yapmış olabilir[12] İbn Âşûr'a göre ise daha önce zaten Abdul*lah Hz. Peygamber'le görüşüp bu sözleri söylemediğini ifade ettiği ve müteakip âyette "Allah onları asla bağlamayacaktır" buyurulduğu için anılan âyeti Abdul*lah'ın özür dilemesinin istenmesiyle izah etmek uygun olmaz; bu, münafıklarla il*gili -başka sûrelerde benzerleri görülen- genel bir tasvir niteliğindedir. [13]

Öte yandan, yine bu sefer dönüşünde ve yine Abdullah b. Übey'İn tertibiyle Hz. Âişe'ye iftira olayının meydana gelmiş olması da oldukça dikkat çekicidir. [14] Bu iki tecrübeyle birlikte müslümanlar önemli psikolojik sıkıntılar yaşamakla beraber, Resûlullah'm sabırlı ve sağduyulu davranmasıyla münafıkla*rın ve onların başı Abdullah b. Übey'in Medine toplumu nezdindekî itibarı da he*men hemen sıfırlanmış oluyordu. Nitekim yukarıda belirtilen olayı aktaran bazı kaynaklarda kaydedildiğine göre işin hakikati ortaya çıktıktan sonra Resûl-i Ekrem, başlangıçta sertlik yanlısı davranan Hz. Ömer'e bu gelişmeleri hatırlatıp iz*lediği yöntemin doğruluğunu ona da onaylatmıştır ki, ikinci halife olarak uzun bir süre müslümanlann yönetim sorumluluğunu üstlenecek olan Hz. Ömer için bu ol*dukça önemli bir tecrübeydi.

İlk dört âyette, münafıklar iman ettiklerini söylerken veya Resûlullah ve müslümanlar aleyhine dediklerini ve yaptıklarını inkâr ederken bu beyanlarını ye*minlerle teyit etmeye çalışsalar da, Allah katındaki değerlendirme açısından bun*ların kendilerini aldatmaktan öte bir anlam taşımadığı ama bu açıklamalarını ve yeminlerini siper edinerek bir süre müslüman muamelesi görmüş olacakları bildi*rilmektedir. Özleriyle sözlerinin bir olmadığını davranışlarıyla ortaya koyan, ira*delerini o yönde kullanan bu kimseler, artık gönüllerini imanın ışığına kendi elle*riyle kapatmışlar, böylece Allah tarafından kalplerinin mühürlenmesi sonucunu hak etmişlerdir; artık yaptıkları İşin mahiyetini kavrama, vicdan muhasebesi yap*ma, Allah'ın İnsana verdiği en büyük nimet olan akıl yeteneği ve buna bağlı dona*nımlarını kullanıp davranışlarını ahlâkî açıdan değerlendirme yetilerini yitirmiş*lerdir. O sebeple 4. âyette bunların, ancak dış görünüşüyle ilgi çeken ama insanî değerlerden yoksun bulunan varlıklar olduklarına ilişkin ağır bir benzetme yapıl*mıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:38 am

2, âyette yer alan ve "Allah yolundan yan çizmişlerdir" şeklinde çevrilen cümleyi "Allah yolundan saptırmışlardır" şeklinde de anlamak mümkündür. Bu takdirde münafıkların iman etmek isteyenleri imandan alıkoyan veya henüz imanı güçlü olmayan bazı müslümanlan hak yoldan saptıran faaliyetlerine işaret edilmiş olur. [15] 3. âyetteki lafız olarak "onlar önce iman edip ardın*dan inkâr ettiler" mânasına gelen ifade daha çok mecazî anlamda düşünülerek "inanmış göründükleri halde içlerinden inkâr ettiler" şeklinde açıklanmıştır. Başka bir yoruma göre burada, bazılarının iman etmeye çok yaklaşmış olduktan ama yi*ne de inkâr yolunu tercih ettikleri anlatılmaktadır. Bununla birlikte bu ifadeyi ha*kikat mânasında kabul edip şu şekilde anlamak da mümkündür: Münafıklar iman konusunda hep aynı durumda değildi; kimi önce Kur'an'dan ve nübüvvet nurun*dan etkilenerek iman etmiş, ama iman kalbine iyice yerleşmediğinden -içine düşen kuşkular veya çevresinden gelen kınamalar sebebiyle- inkarcılığa dönmüştü. Mü*nafıklardan iken daha sonra içtenlikle tövbe edip iyi birer müslüman haline gelen*lerin bu gruptan olmaları muhtemeldir. [16] 4. âyetteki ifadeler da-ha çok bu konudaki tarihî bilgiler ışığında şu şekilde açıklanmıştır: Abdulah b. Übey ve yandaşları olan münafıklar giyim kuşamlanndaki ihtişamla dikkat çeken, kalıplan yerinde, ifadeleri düzgün kimselerdi. "Ey Allah'ın Resulü" diye hitap ederek saygılı oldukları izlenimini veren tumturaklı sözlerle Hz. Peygamber'in ve müminlerin kendilerini dinlemelerini sağlarlardı. Ama dinleme sırası kendilerine geldiğinde bilinçsiz, ruhsuz varlıklar gibi, verilen bütün mesajlara kulaklarını tı*karlar, iyi niyetle dinlemeye ve gelişmeye kapalı bir halde dururlar, dinler gibi dav*ranırlardı. Akıllan fikirleri hıyanetlerini ortaya çıkaracak, maskelerini düşürecek bir açıklama yapılması veya kendilerine dışarıdan âni bir saldın gelmesi ihtimali*ne takılıydı. Bir konuda ilân yapılması gibi dışarıdan yüksek bir ses gelse tedirgin olurlar ve telâşlanırlardı. "Onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir" şeklin*de bir benzetme yapılarak akıl ve idraklerini söylenenlere tıkamış oldukları, "Her gürültüyü kendilerine yönelik sanırlar" ifadesiyle de haince düşünce ve eylemleri*nin kendilerini iyice evhamlı hale getirdiği belirtilmektedir. [17] Hasan Basri Çantay bazı Lügat ve hadis kaynaklarından deliller de göstererek, "Ama onlar sanki bir yere dayanmış kütükler gibidir" me*alindeki cümlede geçen "müsennede" kelimesine "(çubuklu Yemen kumaşı) giy*dirilmiş" anlamını vermiştir. Bu yaklaşıma göre cümleyi "Onlar sanki şık elbiseler giydirilmiş kütükler gibidir" şeklinde çevirmek mümkündür. [18] Bu âyetler*de bir tipleme ve bir karakter bozukluğu tasviri söz konusu olduğundan, bunların belirli kişilerle sınırlı bir anlatım olduğunu söylemek isabetli olmaz. Kuşkusuz bi*linen somut olaylar âyetlerin anlaşılmasını kolaylaştırmaktadır; fakat ifadelere so*yut bir anlatım üslûbunun hâkim olması, müminlerin bütün zamanlarda ve her yer*de bu tiplerin benzerleriyle karşılaşılabileceği ve bunlara karşı çok dikkatli olun*ması gerektiği mesajını vermektedir.

Münafıklar için bağışlanma kapısının kapanmış olduğunu belirten 6. âyette*ki ifadeyi 5. âyetin ışığında yorumlamak ve bu sonucun orada açıklandığı üzere kendi bağnazlıklarından ve ısrarlı tercihlerinden kaynaklandığına dikkat etmek ge*rekir. Nitekim münafıkların cehennemin en derinlerine atılacağını bildiren âyetler*de dahi istisna yapılmış, bunlardan tövbe edip kendini düzelten ve gönülden tesli*miyet içine girenlerin Allah'ın büyük mükâfatlara layık gördüğü müminlerle bera*ber olacakları bildirilmiştir. [19]

7. âyette yer verilen "Resûlullah'ın yanındakilere geçimlik bir şeyler verme*yiniz ki dağılıp gitsinler" şeklindeki sözün, yukarıda özetlenen olay sırasında mü*nafıkların başı tarafından söylenen küstahça ifadelerden biri olduğu anlaşılmakta*dır. Bununla birlikte âyette, o olayla ve kişiyle sınırlı olmaksızın, her yerde ve her dönemde bulunan münafıkların zihniyetine ve fırsatını bulduklarında başvurduk-lan bir yola dikkat çekme mânası taşıdığı da açıktır. Çünkü kendilerini güçlü ko*numda hissedenlerin, kendi inanç ve düşüncelerine boyun eğdirmek istedikleri ki*şi ve topluluklara karşı uyguladıkları bu ekonomik baskı yöntemini kısa bir süre önce Mekke müşrikleri de müslümanlara karşı çok ağır bir biçimde uygulamışlar*dı. Âyette belirtildiği üzere münafıklar da aynı yöntemi uygulamayı denediler. Şöyle ki, Ensâr'ın Mekke'den hicret eden iman kardeşleriyle hemen bütün imkân*larını paylaşmaları onların kısa bir süre içinde kendi geçim düzenlerini kurmaları*nı sağlamıştı. Bunun yanı sıra, Kur'an'ın ve Hz. Peygamber'in infakla ilgili teşvik*leri neticesinde oluşan güzel bir yardımlaşma düzeni sayesinde, başta Mescid-i Nebî'nin bir eğitim ünitesi gibi faaliyet gösteren Suffe öğrencileri olmak üzere di*ğer yoksul müslumanlar da maişetlerini karşılıyordu. Münafıklar da nıüslüman gö*ründükleri ve müslüman muamelesi gördükleri için içtenlikle olmasa da bu düze*ne katkı sağlıyorlardı. Yine müslüman sayıldıkları için Abdullah b. Übey ve yan*daşları kendi akrabaları ve has hemşehrileri olan Ensâr'ı etkilemekten geri durmu*yorlardı. Âyette onların rasyonel bir tedbir olarak düşündükleri bu yolun her za*man aynı sonucu vermeyeceği, yerin ve göklerin mutlak sahibi ve mâliki olan Al*lah dilerse nice mahrumiyetleri geniş imkânlara dönüştürebileceği bildirilmekte, müminlerin maneviyatı yükseltilmektedir. Tabiî ki bu maneviyat yükseltici ifade -konuya ilişkin başka âyetler ve Resûlullah'ın tatbikatı ışığında değerlendirildiğin*de- müslümanlara dünya hayatıyla ilgili olarak verilmiş bir güvence anlamı içer*memekte, aksine onlara dinin ve aklın icaplarım kavrama çabasını sürdürmeleri, sağlam bir imanla Kur'an'ın gösterdiği doğrultuda çalışmaya devam etmeleri öde*vini dolaylı olarak hatırlatmaktadır. 7 ve 8. âyetlerin son cümlelerinde münafıkla*rın bu hakikati kavrayamadıklarına, bilmediklerine vurgu yapılması da bu mânayı destekler niteliktedir.

8. âyette geçen izzet kelimesi sözlükte "güçlü ve üstün olmak, yenmek, say*gın olmak" gibi mânalara gelen "izz" kökünden türetilmiş bir isim olup bu anlam*ların yanında bir kimsenin başkaları karşısında bedenî, psikolojik, ekonomik, sos*yal statü vb. yönlerden güçlü, etkin ve saygın olmasını, baskı altına alınamaz bir konumda bulunmasını da ifade eder ve "acizlik, alçaklık" mânasındakl "zillef'in karşıtı olarak kullanılır. Kur'ân-ı Kerîm'de izzet kelimesi Allah, Resulü ve mü*minler hakkında olumlu bir anlam İfade ederken, inkarcı ve münafıklar hakkında onların İslâm, Kur'an ve gerçekler karşısında bilinçsizce kapıldıkları kibir, gurur, inat ve öfke duygularını, bu duyguların etkisiyle işledikleri kötülükleri sürdürme*lerini anlatır. [20] Nitekim konumuz olan âyette de "iz*zet" ve "zillet" ile aynı kökten olup "güçlü olan" ve "zayıf olan" diye çevirdiğimiz kelimeler münafıkların sırf kaba kuvvete dayalı olarak düşündükleri bir üstünlüğü ifade etmekte; Allah'a, Resulüne ve müminlere nispetle kullanılan "izzet" kelime*si ise gerçek, kesintisiz ve sonsuz saygınlığı belirtmektedir. Bu sebeple Râgıb el-Isfahânî bunu "hakiki izzet", bunların dışında kalanların kendilerinde vehmettik*leri izzeti de "sun'î izzet" olarak değerlendirmektedir. Kur'an'da ve hadislerde ay*nı kökten türeyen kelimeler arasında en fazla Allah'ın isimlerinden olarak "azîz" kelimesinin kullanılmış olması da bu anlayışı destekler niteliktedir. [21]



Meali

9. Ey iman edenler! Mallarınız da çocuklarınız da sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Bunu yapanlar mutlaka hüsrana uğramışlardır. 10. Her birini*ze ölüm gelip "Rabhiın! Ne olur bana azıcık daha süre tanışan da gönüllü yardımlarda bulunsam ve iyi kişilerden olsam" diye yalvarmadan önce size verdiğimiz rızıklardan başkaları için de harcayın. 11. Allah eceli gelince hiç kimsenin ölümünü ertelemez. Allah yapıp ettiklerinizden tamamen haber*dardır. [22]



Tefsiri


9-11. Kur'an'da, yer yer dünyaya aşırı düşkünlük göstermenin tehlikelerine ve dünya hayatının varlık sebebi olan sınavın icaplarından olarak insana bazı şey*lerin cazip gösterildiğine sık sık değinilir. 9. âyetten açıkça anlaşıldığı üzere bura*da kişiye yüklenen ödev, onun ailesiyle ilgilenmemesi, kazanç sağlayıcı işlerle meşgul olmaması değil, hayatın tabiî akışı içinde ve insanın doğasının bir gereği olarak zaten gösterilmekte olan bu ilgi ve meşguliyetin, hayatın gerçek anlamını unutturacak ve Allah'a kul olma bilincini yitirmeye yol açacak bir sapmaya yol aç-mamasıdır. [23] İnsan kendisini dünya telâşının anaforuna kaptınrsa, âhiret için bir şeyler yapmak gerektiğine inansa bile, henüz önünde uzun bir ömür bulunduğunu düşünüp varlık amacına İlişkin görevlerini ileriye erteleme gibi yanılgılara kapılır. Değişmez ger*çek olan ölümle yüz yüze geldiği zaman ise kendisine ek süre verilmesi için yal*varır. Ama sınav süresi dolmuş, artık sıra değerlendirmeye gelmiştir. [24] 7. âyette münafıkların başkaları için ve Allah yolunda yapılan harca*malar (infak) konusundaki hasis tutumları kınanmıştı; burada ise insanı lâyık ol*duğu yerde tutacak olan iki temel davranışa vurgu yapılmaktadır: 1. Allah'ı anma*yı yani O'nun kulu olduğunu unutmamak, 2. Sahip olduğu imkânları gönüllü ola*rak başkalarıyla paylaşmaya çalışmak. İnsanî değerler bakımından düşük düzeyde olan bireyler ve toplumlar, başkalarından ne koparabilecekleri, bu açıdan yüksek düzeyde olanlar ise başkalarına ne verebilecekleri üzerinde yoğunlaşırlar. İnsanlık tarihindeki çekişmelerin ve geliştirilen sosyal düzenlerin özü de bu iki noktadan bağımsız değildir. [25]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/283.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/283.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/283.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/284.

[5] özellikle bk. Bakara 2/8-20; Nisa 4/138-147; Tevbe 9/38 vd., özellikle 61-70; Ahzâb 33/4-5,12-20

[6] bk. Âl-i İmrân 3/122^,166-167

[7] bk. Tevbe 9/38 vd

[8] hicrî 9/m. 631

[9] En*biyâ 21/107

[10] ay*rıca bk. Tevbe 9/80, 84

[11] bk. Bu-hârî, "Tefsir", 63; Tirmizı, "Tefsir", 63 ; Müsned, IV, 370,373; İbn Hişâm, es-SÎ-retü'n-Nebeviyye (Mustafa es-Sekâ), ffl, 302-305; Taberî, XXVIII, 108-117; Ze-mahşerî, IV, 101-102; Elmahlı, VII, 5003-5008)

[12] Derveze, X, 88

[13] XXVIII, 231-233,243-244

[14] bk. Nûr 24/11-20

[15] İbn Atıyye, V, 311-312

[16] İbn Atıyye, V, 312; İbn Âşür, XXVIII, 237-238; başka yorumlar için bk. Zemahşerî, IV, 100-101

[17] Taberî, XXVIII, 107-108; Zemahşerî, IV, 101

[18] III, 10464047; bura*daki kütük benzetmesinin başka bazı izahları için bk. Razı, XXX, 16

[19] ayrıca bk. Nisa 4/145-147; Tevbe 9/80

[20] bk. Bakara 2/206; Sâd 38/2

[21] Daha fazla bil*gi için bk. Mustafa Çağrıcı, "İzzet", Dİ A, XXIII, 555-556; ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/26; Fâtır 35/10

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/285-291.

[22] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/291.

[23] ayrıca bk. Âl-i İmrân 3/14; Enfâl 8/28; Sebe' 34/37; Teğâbün 64/14

[24] Bu konuda benzer bir tasvir için bk. MüminÛn 23/99-100; "ecel" hakkında bk. En'âm 6/2; A'râf 7/34

[25] înfak hakkında bk. Bakara 2/245,254, 261

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/291-292.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:38 am

CUM'A SURESİ

62


İndiği Yer :


Medine



İniş Sırası :


110



Ayet sayısı :


11



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada altmış ikinci, iniş sırasına göre yüz onuncu sûredir. Saf sûresinden sonra, Fetih sûresinden önce Medine'de nazil olmuştur. Bazı araş*tırmacılar, 11. âyette değinilen ve sûrenin nüzul sebebi olarak gösterilen olayın meydana gelişiyle ilgili bir kısım karinelerden hareketle hicretin birinci yılında in*diğini belirtirler. [1]

Derveze, sûrede yahudilerden bahsedildiği, Hendek savaşından sonra ise Medine'de yahudi kalma*dığı noktasından hareketle en azından bu savaştan söz eden Ahzâb sûresinden ön*ce inmiş olması gerektiğini ifade eder. [2] Aynı kanaati paylaşan Süley*man Ateş, Ebû Hüreyre'den yapılan -sûrenin kendisinin müslüman olmasından sonraki bir tarihte indiği bilgisini içeren- rivayetin sahih olamayacağını, çünkü onun Hayber'in fethi sırasında Hz. Peygamber'e gelip müslüman olduğunu ifade eder ve bu rivayeti ona yapılmış bir iftira olarak niteler. [3] Fakat İbn Aşûr'un belirttiği gibi Hendek savaşından sonra da bazı mlislümanlarm Hayber yahudileriyle ortak ziraî faaliyetleri devam ediyordu ve aralarında sıkı bir iletişim bulunuyordu[4] dolayısıyla sûrede onlardan söz edilmesini yadırga*mamak gerekir ve Ebû Hüreyre'nin rivayeti esas alınarak bu sûrenin Hayber'in fethedildiği yıl nazil olduğu düşünülebilir. [5]



Adı


Adını cuma namazının Öneminden söz eden 9. âyetinden almıştır.[6]



Konusu


Esmâ-i hüsnâdan dört ismin yer aldığı bir teşbih ifadesiyle başlayan sûrede Hz. Peygamber'in gönderilmesinin hikmetlerine değinilmekte, kendilerine Tevrat verilenlerin bu ilâhî emanetin sorumluluğunu taşıyamadıklan belirtilip yahudile- rin bazı bencilce iddiaları eleştirilmekte, cuma namazının müslümanlar açısından taşıdığı önem ve bu ibadetin anlamı üzerinde durulmaktadır.

Bazı müfessirlere göre bu sûrede yahudilerin kendileri için övünç konusu yaptıkları şu üç iddia çürütülmüştür: a) Yalnız kendilerinin kutsal kitap sahibi ol*dukları ve başka bir toplumun içinden peygamber çıkamayacağı, b) Kendilerinin Allah'ın has ve imtiyazlı kullan oldukları, c) Allah'ın kendileri için kutsal bir gün (cumartesi) belirlediği ve müslümanlann kutsal kitaplarında ise böyle bir belirle*me bulunmadığı[7]



Meali

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Göklerde bulunanlar da yer*de bulunanlar da egemenliğin mutlak sahibi, her türlü eksiklikten uzak, azîz ve hakîm olan Allah'ı teşbih ediyor. 2. Ümmîlere kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyacak, onları arındıracak, onlara kitabı ve hikmeti öğretecek bir elçi gönderen O'dur, Oysa onlar daha önce apaçık bir sapkınlık içindey*diler. 3. (O, ileride) onlardan (olacak), henüz kendilerine katılmamış bulunan daha başkalarına da (gönderilmiştir). O azizdir, hakimdir. 4. Bu Allah'ın lüt-fudur, onu dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir. 5. Tevrat'la yüküm*lü tutulup da onu taşıyamayanların durumu, koca koca kitaplar taşıyan iner- kebin durumuna benzer, Allah'ın âyetlerini yalan sayan kavmin misali ne kö*tü! Allah zalimler topluluğunu doğru yola çıkarmaz. 6. De ki: "Ey yahudiler! Bütün insanlar bir yana yalnız kendinizin Allah'ın dostları olduğunuzu iddia ediyorsanız, haydi ölümü temenni edin bakalım, şayet sözünüze sadıksanız!" 7. Ama onlar daha önce yapıp ettikleri yüzünden asla ölümü istemeyecekler*dir. Allah zalimleri çok iyi bilmektedir. 8. Şöyle de: "Biliniz ki, kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm, muhakkak gelip size çatacaktır. Sonra akıl ve duyu*larla idrak edilemeyeni de edileni de bilen Allah'a döndürüleceksiniz, O da si*ze yapıp etmiş olduklarınızı bildirecektir." [8]



Tefsiri


1. Evrendeki bütün varlıkların Allah'ı teşbih ettiğine ilişkin ifadelerde -önce*ki sûrenin başında olduğu gibi- yer yer geçmiş zaman fiili kullanılmış; ama Arap dilinde bu zaman kalıbıyla daima geçmişte olup bitme anlamı değil bazen fiilin konusunun gerçekleştiğini kesin biçimde belirtme anlamı kastedildiğinden orada ve benzeri yerlerde bu fiil "teşbih etmektedir" şeklinde çevrilmiştir. Bu ve benze*ri âyetlerde ise "teşbih ediyor" veya "teşbih eder" anlamına gelen bir fiil kullanıl*ması, teşbih olgusunun halen devam ettiğine ve böyle sürüp gideceğine özel vur*gu yapan bir ifade olarak anlaşılmıştır. [9]



2-4, Peygamberin temel görevi Allah'ın âyetlerini okuma yani aldığı vahyi olduğu gibi bildirme, insanları arındırma yani ruhen yücelmeleri, davranış güzel*liğine erişmeleri ve insana yaraşmayan hallerden kurtulmaları için onları eğitme, tebliğ ve eğitimle yetinmeyip aynı zamanda öğretme ve açıklama (kitabı ve hik*meti Öğretme) şeklinde özetlenmekte, Resûl-i Ekrem'in yalnız ilk muhataplarına değil daha sonra geleceklere de elçi olarak gönderildiği belirtilmekte, peygamber ve vahiy gönderme veya peygamberlik görevi vermenin ilâhî bir lütuf olduğu, bu*nun da ancak Allah'ın dilemesine bağlı bulunduğu bildirilmektedir. Ümmî keli*mesi bu bağlamda, "büyük çoğunluğu okuma yazma bilmeyen Araplar" veya "kendilerine ait ilâhî bir kitabı olmayan topluluk" anlamlarıyla açıklanmıştır. [10]

3. âyetin "(O, ileride) onlardan (olacak), henüz kendilerine katılmamış bulu-nan daha başkalarına da (gönderilmiştir)" şeklinde çevrilen kısmı Önceki âyete gramer açısından şu şekillerde bağlanabilmektedir: a) Ümmîlere ve -henüz kendi*lerine katılmamış olan- daha başkalarına da gönderilmiş bir elçi, b) Ümmîlere ve -henüz kendilerine katılmamış olan- daha başkalarına da Allah'ın âyetlerini oku*yan (...) bir elçi[11] İbn Âşûr Arap dili kurallarına göre birinci şık*kı doğru bulmaz. Fakat her iki ihtimale göre âyetin mesajı açısından farklı bir so*nuç çıkmamaktadır; kendisinin de belirttiği üzere burada amaç, Hz. Muhammed'İn (s.a.) peygamberliğinin belirli bir dönem ve belirli bir toplumla sınırlı olmadığını ifade etmektir. [12] Bu anlamı daraltıcı yorumlar yapılmış olmakla beraber, bunlar sağlam bir delile dayanmamaktadır. Taberî de bu yorumlan nak*lettikten sonra âyetin anlamının genel olduğunu belirtir. [13]



5-8. Esasen yahudi telakkisine göre iman esaslarının aynca bildirilmesine ge*rek yoktur; zira her yahudi dünyaya gelişiyle birlikte, Allah'la çeşitli peygamber*ler ve özellikle Hz. Mûsâ arasında yapılan ilâhî ahde bağlı olmaktadır. Hatta bu sebeple ayrıca bir iman ikrarı ve bunun için gerekli formül uzun süre tespit edile*memiştir. Söz konusu ahit tabiî ki öncelikli olarak Allah'ın peygamberleri aracılı*ğıyla bildirdiklerine sahip çıkma, onları gizlememe ve gereğini yerine getirme ta*ahhüdünü içeriyordu[14] Ne var ki kendilerine Tevrat yük*lenen yani onunla yükümlü tutulan[15] yahudiler bu sözlerini hatırlamak istemediler. Ama bu yükümlülüğü inkâr da edemedikleri için Tevrat'ın yükü sırtlarında kalmış oldu. Bu yük omuzlarında hissettikleri bir sorumluluk ol*maktan çok sırtlarında taşıdıkları bir ağırlık halinde kaldığı için, bu tutumu benim*seyenler 5. âyette oldukça ağır bir benzetme yapılarak eleştirilmiştir. Sırtında ko*ca koca kitaplar taşıdığı halde onların sadece maddî ağırlığı altında ezilen ama kendisiyle onların içerikleri arasında bir bağ kurma yeteneğine sahip olmayan merkep benzetmesi, bir mesel (somut düşünmeyi ve sonuçlar çıkarmayı kolaylaş*tıran canlı bir örnek) olduğu için kuşkusuz sırf Tevrat'la yükümlü tutulanlara de*ğil benzer tutumu benimseyen bütün ilâhî dinlerin mensuplarına yöneltilmiş bir eleştiri ve uyan niteliğindedir. Âyetin son cümlesi de bu uyannm genel olduğunu göstermektedir.

Bakara sûresinin 94. âyetinde de yahudilere, şayet Allah katında âhiret yur*dunun başka insanlara değil sırf kendilerine ait olduğu iddiasında samimî iseler, ölümü istemeleri çağrısı yapılmış ve 95. âyetinde bunu asla yapamayacakları be*lirtilmiştir. Bu ifadeden onların âhiret mutluluğunun sırf kendilerinin olacağım id*dia ettikleri anlaşılmaktadır. Burada ise âhiretle ilgili kuruntularına değil, bütün in*sanlar içinde yalnız kendilerinin Allah'ın dostları oldukları iddiasına gönderme yapılmakta, ama kendisinden kaçıp durdukları ölümü asla temenni etmeyecekleri hatırlatılarak bu iddialarında da samimi olmadıklarına dikkat çekilmektedir.

Kur'an'in değişik âyetlerinden anlaşıldığına göre İlâhî dinlerin temel iman esasları aynıdır, Hz. Musa'ya bildirilenle Hz. Muhammed'e bildirilen arasında bu açıdan fark yoktur. Halbuki Bakara sûresinin 96. âyetinin tefsiri sırasında belirtil*diği üzere Hz. Musa'ya nispet edilen Tevrat'ta âhiret fikri zayıf ve müphem olup ölüm sonrası diriliş ve âhiret hayatıyla ilgili bilgiler ve inanç esasları ancak tarih olarak oldukça geç dönemlere ait Kutsal Kitap metinlerinde yer tutabilmiştir. Ka*naatimizce, birçok çağdaş Kitab-ı Mukaddes araştırmacısı tarafından kabul edilen mevcut Tevrat'ın, farklı metinlerin bir araya getirilmesi sonucunda oluşturulduğu ve aynı kaynaktan gelmediği yönündeki tespit de dikkate alındığında, Tevrat'taki bu durum ile yahudilerin kendi yapıp ettikleri yüzünden ölüm sonrasına ait bek*lentilerinin zayıflamasından söz edilen bir bağlamda Tevrat'la ilgili sorumlulukla*rının bilincinde davranmadıkları eleştirisine yer verilmesi arasında bir bağ kurula*rak, yahudilerin Tevrat'ın bu konuya ilişkin İçeriğini korumada kusurlu davran*dıkları uyarısının yapıldığı sonucuna ulaşılabilir. 5. âyetin "Allah'ın âyetlerini ya*lan sayan kavmin misali ne kötü!" şeklinde çevrilen son cümlesi de bu kanaati des*teklemektedir. Şu var ki bu husus, 5. âyette belirtildiği üzere, (yazılı) Tevrat ile sı*nırlıdır ve Yahudilik'te âhiret inancının bulunmadığı anlamına gelmemektedir. Hatta aksine, konuya ilişkin araştırmalar yahudi tarihi boyunca -ifade ediliş biçi*mi, içinde yaşanan çağa, coğrafyaya ve kültüre göre farklılıklar taşısa da- öldük*ten sonra hayatın devam ettiği fikrinin ve âhiret İnancının var olduğunu ortaya koymaktadır. [16]

Bakara süresindeki çağrı ile burada yapılan çağn arasındaki ortak nokta ise, ölümü asla İstemeyeceklerinin asıl sebebi öteki hayata dönük ümitlerini söndüre*cek derecede kötü işler yapmış ve âhiret hayatının varlığını bildikleri halde dünya hayatına taparcasına bağlanmış olmalarıdır. Bu son nokta Bakara sûresinin 96. âyetinde "Yemin olsun ki, onları insanların yaşamaya en düşkünü olarak bulur*sun" şeklinde, burada 8. âyette de "kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm" denerek ifade edilmiştir. [17]



Meali


9. Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığında Allah'ı anmaya koşunuz ve alışverişi bırakınız. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok ha*yırlıdır. 10. Namaz kılındı mı artık yeryüzüne dağıtınız ve Allah'ın lütfundan nasip arayınız. Allah'ı da çok anın ki kurtuluşa eresiniz. 11. Ama onlar bir ti*caret veya eğlence gördüklerinde ona yönetip seni ayakta bırakıverdiler. De ki: "Allah'ın nezdinde olan, eğlenceden de ticaretten de üstündür. Allah nzık verenlerin en hayırlısıdır." [18]



Tefsiri


9-11. Müslümanların cuma günü yaptıkları haftalık toplu ibadetin önemi üze*rinde durulmakta ve Resûlullah döneminde yaşanan bir olay ışığında ibadet ciddi*yeti ve mabet âdâbıyla ilgili bir uyan yapılmaktadır.

Dilimizde cuma şeklinde telaffuz edilen "cum'a" (cumu'a, cunıa'a) kelime*si, "toplamak, bir araya getirmek" anlamına gelen "cem"' kökünden türetilmiş bir isimdir. İslâm'dan önce 'arûbe" diye anılan bu gününün cum'a adını almasının se*bebi hakkında değişik izahlar bulunmakla beraber, bunların ortak noktası toplantı günü olması özelliğidir. Bu günün Önemi ve faziletiyle ilgili birçok hadis bulun*maktadır, Bunlardan ikisinin anlamı şöyledir: "Güneşin doğduğu en hayırlı gün cumadır. Âdem o gün yaratılmış, o gün cennete girmiş ve o gün cennetten çıkarıl*mıştır. Kıyamet de cuma günü kopacaktır"[19] "Cumada öy*le bir an vardır ki eğer müslüman bir kul o anı denk getirir Allah'tan iyi bir dilek*te bulunursa Allah onu kendisine muhakkak verir"[20] Ba*zı rivayetlere dayanarak müslümanlar cuma gününün kendileri için bir bayram gü*nü olduğunu kabul ederler ve bu güne ayrı bir önem verirler. Cuma hazırlığı çer*çevesinde sünnet olan işlerin başında boy abdesti almak gelir; hatta bu, bazı âlim*lere göre farzdır.

Cuma günü öğle vaktinde öğle namazı yerine kılınan namaza cuma namazı denir. BelH şartların varlığı halinde cuma namazının farz olduğu hususunda icmâ vardır. Cuma namazının tarihçesi hicret öncesine uzanır. Peygamberliğin 11. yılı (m. 620) hac mevsiminde gerçekleşen ilk Akabe görüşmesi sonucunda Yesribli (Medineli) altı kişinin müslüman olmasını takiben bu şehirde İslâmiyet yayılmaya başlamış, hatta ertesi yıl yapılan Birinci Akabe Biati'nın ardından Resûl-i Ekrem Medineliler'e İslâm dini hakkında bilgi vermesi ve Kur'an öğretmesi için Mus'ab b. Umeyr'i görevli olarak göndermişti. İşte kaynaklar anılan bu ilk görüşmede Hz. Peygamber'e ilk olumlu cevabı veren ve peygamberliğin 13. yılında (m. 622) ya*pılan İkinci Akabe Biatı'nda kendi aile çevrelerindeki İslâmî gelişmeleri takiple görevli on iki kabile sorumlusuna başkan (Nakîbü'n-Nukabâ) seçilen Es'ad b. Zü-râre'nin Medine yakınlarında cuma namazı kıldırdığını kaydetmektedir. Bazı riva*yetlerde Mus'ab b. Umeyr'in de bu dönemde Medine'de cuma namazı kıldırdığı belirtilir. Hz. Peygamber'in ilk defa cuma namazı kıldırması ise hicret esnasında olmuştur. Şöyle ki, Resûlullah Medine'ye bir saat mesafede bulunan Küba'ya va*rınca orada konaklamış ve pazartesiden perşembeye kadar ashabı ile beraber çalı*şarak İslâm'ın ilk mescidini inşa etmiştir. Cuma günü buradan hareket edip Medi*ne yakınlarında Rânûna vadisine ulaştığında buradaki Salim b. Avf kabilesine mi*safir olmuş ve o sırada cuma vakti girdiğinden anılan vadideki namazgahta cuma namazını kıldırmıştır. Günümüzde, bu yerde inşa edilmiş ve Mescid-i Cum'a adıy*la anılan küçük bir cami bulunmaktadır. O tarihten sonra toplu cuma ibadeti dü*zenli bir farîza olarak ifa edilmekle beraber konumuz olan âyetlerle bu ibadetin önemi pekiştirilmiş ve -aşağıda açıklanacağı üzere- bir olaydan hareketle hem bu namazın cemaat olarak yerine getirilmesi gereği hem de bu sırada dikkat edilecek bazı hususlarla ilgili mesajlar verilmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:39 am

9. âyetteki özel vurgunun yanı sıra Resûlullah'ın birçok hadisinden cuma na*mazının diğer namazlardan daha güçlü bir farîza olduğu anlaşılmaktadır. Bunlar*dan biri meâlen şöyledir: "Her kim önemsemediği için üç cumayı terk ederse, Al*lah onun kalbini mühürler. [21] Hür*riyeti kısıtlanmamış, yolculuk halinde olmayan ve geçerli mazereti bulunmayan müslüman erkeklere cuma namazı farzdır. Hastalık, camiye gidemeyecek ölçüde yaşlılık, hasta bakıcılık, hava ve yol durumunun sağlığa zarar verecek ölçüde olumsuz olması, can ve mal güvenliğinin tehlikeye girmesi cuma namazına gitme*meyi meşru kılan mazeretlerdir. Yine fakihlerin birçoğuna göre camiye götürecek kimsesi bulunsa bile âmâya cuma namazı farz değildir. Kendilerine cuma namazı farz olmayan kadınlar ve geçerli mazereti bulunan erkekler camiye gidip bu nama*zı kıldıkları takdirde ayrıca öğle namazı kılmaları gerekmez. Cuma namazının ge-çerli olabilmesi için ileri sürülen şartlar özetle şunlardır: 1. Cuma kılınacak yerin şehir veya şehrin civarında bir yerleşim birimi olması, 2. Caminin belli özellikler taşıması, 3. Namazın devlet başkanı veya devlet otoritesinin izin verdiği bir imam tarafından kıldınlması, 4. Belirli sayıda cemaat bulunması, 5. Muayyen vakitte kı*lınması, 6. Hutbe okunması. Bu namazın müslümanlann hayatında özel bir öneme sahip olması sebebiyle ve konuya ilişkin uygulamaların da etkisiyle müctehidler belirtilen hususlarda bazı şartlar ileri sürmüşlerse de zamanla bu görüş aynlıklan-nın söz konusu içtihatların asıl amacı dışına çıkarılarak derinleştirildiği bir gerçek*tir. Esasen vakit ve hutbe şartı ile ilgili önemli bir ihtilaf bulunmamaktadır: Cuma namazının vakti -Hanbelîler'in dışındaki- üç mezhebe göre öğle namazının vak*tiyle aynıdır; hutbenin şart olduğunda ise görüş birliği vardır. Diğer şartlara gelin*ce, bunlarla ilgili görüşlerin delilleri ve amaçlan dikkate alındığında, küçük veya büyük bir yerleşim biriminde bulunan müslümanlann cemaatte belirli bir sayı aranmaksızın ve arkasında namaz kılmaya razı olunan bir imam bulunduğunda cu*ma namazını kılmalarının gerekli olduğu sonucuna ulaşılabilmektedir.

Cuma ibadetinin önemine ilişkin delillere konu olan asıl namazın iki rekât ol*duğu hususunda İslâm âlimleri arasında görüş birliği vardır. Buna cuma namazı*nın farzı denmektedir. Bu namazı kıldırırken imam, öğle namazından farklı olarak Fâtiha'yı ve zamm-ı sûreyi sesli okur. Resul-i Ekrem'in cuma günü öğle vaktinde gerek hutbeden önce gerekse anılan İki rekât farz namazdan sonra bir miktar nafi*le namaz kıldığı bilinmektedir. Fakat rekât sayılan hakkında farklı rivayetler bu*lunduğu için bu konuda mezhepler de farklı değerlendirmeler yapmışlardır. Hane*fî mezhebince benimsenen uygulama şudur; Hutbeden önce dört rekât, farzdan sonra da Ebû Hanîfe'ye göre dört rekât, Ebû Yusuf ve Muhammed b. Hasan'a gö*re biri dört diğeri iki olmak üzere toplam altı rekât sünnet kılınır. Yukarıda deği*nilen sıhhat şartlanndaki eksiklik veya eksiklikler sebebiyle kılınan cuma namazı*nın geçerli olmayabileceği ihtimalinden hareketle bazı yerlerde "zuhr-İ âhir" adıy*la kılınan dört rekâtlik namazın sünnette ve sahabe tatbikatında bir dayanağı bu*lunmamaktadır.

Cuma namazı beş vakte ilave bir namaz olmayıp cuma günlerinde -yüküm*lüleri açısından- öğle vaktinin ibadetidir. Bütün İslâm âlimlerine göre, namazla yükümlü olmakla beraber kendisine cuma namazı farz olmayanlar veya farz olup da bu namazı kaçıranlar dört rekât öğle namazı kılarlar.

9. âyette yer alan buyruk gereğince cuma namazı ile yükümlü olanların cuma namazı İçin çağn yapıldığında her işi bırakıp hemen toplu ibadet mahalline yönel*meleri gerekir. Burada "alışverişi bırakınız" buyurulmasını lafızcı bir yaklaşımla yorumlayıp sadece alışverişle meşgul olmanın yasaklandığını söyleyenler bulun*makla beraber âlimlerin çoğunluğuna göre maksat bununla sınırlı olmayıp benze*ri işler, hatta namazdan alıkoyan her türlü meşgale de bu kapsamdadır. Râzî bir ta*raftan alışverişin günlük hayatın en yaygın meşguliyet türü olması diğer taraftan da ticaretle uğraşanların kendilerini kazanma arzusuna kaptırma ihtimalinin daha fazla olması sebebiyle bu örneğin seçilmiş olduğunu belirtir. [22] Tabiî ki -o sırada güvenlik görevi ifa etme gibi- gerekli ve meşru olan meşgaleler bu kap*samda değildir.

Hz. Peygamber ve ilk İki halife zamanında sadece, imam hutbe için minbere çıktığında ezan okunuyordu; üçüncü halife Hz. Osman cuma vaktinin geldiğini ha*ber vermek üzere bir de dış tarafta ezan okutmaya başladı ve bu bütün sahabîler tarafından uygun görüldü; bu konuda sahabe icmâsı meydana geldi. Bu uygulama öncesinde âyette sözü edilen ve başka işleri terketmeyi gerektiren çağrının ülke*mizde "iç ezan" diye bilinen ezan olduğunda şüphe bulunmamakla beraber, bir kı*sım fakihler Hz. Osman zamanında başlatılan ezanın da icmâ ile sabit olması ve cuma namazına çağrı niteliği taşıması sebebiyle anılan yasağın artık dış ezanla bir*likte başladığını savunmuşlardır. Ezandan namazın tamamlanmasına kadarki süre içinde alışveriş ve benzeri bir işle meşgul olmak yasaklanmış olmakla beraber bu esnada yapılan hukuki muamelelerin geçerli olup olmadığı hususunda fakihler ara*sında görüş ayrılığı vardır. [23]

Ayetin "Allah'ı anmaya koşunuz" diye çevrilen kısmında "Allah'ı an*maktan maksadın cuma namazının ayrılmaz bir parçası olan hutbe ile birlikte iki rekâtlık farz namaz olduğu genellikle ifade edilir. Hatta mezhep imamlarından Ebû Hanife buradaki "Allah'ı anma" ifadesine dayanarak, hutbenin rüknünü "Al*lah'a hamd, O'nu teşbih ve tehlil etmek" şeklinde belirlemiş yani bu şekilde hut*benin asgari gereğinin yerine getirilmiş olacağına hükmetmiştir. Bu arada bazı müfessirler, Hz. Peygamber'i, Hulefâ-i Râşidîn'i ve takva sahibi müminleri övme ve öğüt verme içerikli hutbeler bu kapsamda sayılırsa da bazı zâlim yöneticileri övücü ifadelerin "Allah'ı anma" değil "şeytanı anma" olarak nitelenmesi gerekti*ğini hatırlatırlar. Müfessirlerce genellikle, "koşunuz" emrinden gerçek anlamda koşma, telaşla yürüme ve hızla gitmenin kastedilmedİği belirtilir. Bununla birlik*te bazıları bunun "gidiniz" anlamına geldiğini nitekim bu mânaya gelen bir kıra*atin de bulunduğunu savunurken, bazıları kalp ve niyetle yönelme, bazıları da bir aksiyon (amel) gösterme yani işe koyulma mânasında olduğunu söylerler. İbn Atıyye son anlamı açıklarken kalkıp abdest almak, elbisesini giymek, yola çıkmak gibi eylemlerin hepsinin bu kapsamda düşünülmesi gerektiğini kaydeder. [24]

10. âyette geçen "yeryüzüne dağılınız" anlamındaki buyruk, cuma namazının kılınmasından sonra çalışmaya, dünya işiyle meşgul olmaya dinî bir engel bulun*madığını belirtmektedir. Bu ifadeyle muhtemelen, müslümanlann yakın çevrele*rinde dinî telakkilerine en fazla muttali oldukları yahudilerin cumartesi gününe ilişkin uygulamaları dolaylı biçimde eleştirilmiş olmaktadır. Zira onlar bir taraftan bu konuda kutsal kitaplarında yer alan ifadeyi Yüce Allah'ın kudretini sınırlar ve O'na noksanlık izafe eder bir biçime dönüştürmüşler. [25] bir taraftan da ya bu güne ilişkin buyruğa hiç uymama yahut onu çerçevesi dışına taşuıp cu*martesiyi abartılı bir yasaklar günü haline getirme şeklinde aşırılıklara gitmişlerdi[26] Böylece "yeryüzüne dağılınız" buyurularak, cuma namazı çağrısı üzerine dünya meşgalesini bırakıp hemen toplu ibadet mahal*line gitme vecibesinin yanlış anlaşılması önlenmiş, yasağın namaz süresiyle sınır*lı olduğuna açıklık getirilmiştir. İfadenin asıl amacı bu olmakla beraber, buradaki emir ifadesinden aynca çalışmaya teşvik anlamı da çıkarılabilir; çünkü âyetin de*vamında "ve Allah'ın lütfundan nasip arayınız" buyurulmaktadır. Bu da, namaz süresine ilişkin yasağın tembelliğe itici bir sebep olarak algılanmaması için yapıl*mış bir uyan olmalıdır. Şu var ki "Bu ifade, -Ehl-i kitaba benzememek için- cuma gününün tatil edilmesinin dinen doğru olmadığını göstermektedir" şeklindeki çı*karıma[27] katılmak mümkün değildir. Zira bilinçli bir tercih*le haftalık dinlenme gibi meşru bir ihtiyacın karşılanmasını bu tür gerekçelerle ön*lemek de dinden olmayan şeyleri dine mal etme sonucunu doğurur. [28] Öte yandan bu âyetin "Al*lah'ı da çok anınız ki kurtuluşa eresiniz" mealindeki cümlesiyle, gerçek dindarlı*ğa yalnız mabed içinde İbadet edilmekle ulaşılamayacağına, burada olduğu gibi mabet dışında da Allah'ı anmanın, iş ve ticaret hayatında da O'nun rızasını gözet*menin önemli olduğuna vurgu yapıldığı dikkatten kaçırılmamalıdır. [29]

Önemli bir eleştirinin yer aldığı 11. âyette değinilen olayla ilgili olarak kay*naklarda yer alan bilgiler özetle şöyledir: Bir gün Resûlullah cuma hutbesi irat ederken Medine'ye bir ticaret kervanının ulaştığını ilân eden sesler duyuldu. O sı*ralarda kıtlık olduğu İçin gıda maddesi getirecek bir kervanın gelmesi dört gözle bekleniyordu. Bu sesleri duyan cemaatin önemli bir kısmı o anda ibadet halinde olduklarını unutup yerlerinden fırladılar ve o tarafa doğru koşmaya başladılar; mescitte sadece on iki kişinin kaldığı rivayet edilir. [30] Hz. Peygamber'i minberde bu şekilde (ayakta dururken) bırakıp gidenlerin ilk muhacirler ve ensâr değil henüz İslâm'ı özümseyememiş yeni miislümanlar olması da muhtemeldir. [31] nitekim bazı rivayetlerde yukarıda belirtilen sayı daha yük*sektir. [32] Onları telaşlandıran asıl âmil, ge*cikip mal alma fırsatını kaçırma kaygısıydı. Fakat kervanın gelişi o günkü âdetle*re göre çalgı aletleriyle ve insanların ona eşlik eden sevinç çığhklarıyla duyurul*duğu için bu koşuşturma aynı zamanda bir şenlik ve eğlence havası da oluşturu*yordu. İşte âyette bu sebeple hem ticaret hem eğlence faktörüne değinilmiştir; ama "ona" zamirinin müennes (dişil) olması, yöneldikleri esas şeyin eğlence değil tica*ret olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte âyette, ister alışveriş yapma ister şenliğe katılma arzusuyla olsun, böyle önemli bir ibadetin yarım bırakılmasının tasvip edilemeyeceği, hele Hz. Peygamber'i o halde terk etmenin asla edebe uy*gun olmadığı bildirilerek bu olay ışığında ibadet, toplu hareket, mâbed âdabı ve peygambere saygı konularında daha bilinçli, titiz ve dikkatli olunması gerektiği uyarısı yapılmıştır.

Taberî, bu olayın Resulullah zamanında birkaç defa tekerrür ettiğine dair bir rivayete yer vermekle beraber bu ihtimali zayıf görür. [33] İbn Âşûr da âyetin "brrakıverirler" şeklinde geniş zaman İfade etmediğine dikkat çe*ker. [34]

Bütün varlıkların sürekli olarak Yüce Allah'ı teşbih ettiği belirtilerek başla*yan sûre, rızık verenlerin en hayırlısının Allah olduğu yani bütün varlıkları kapsa*yan bir görüp gözetmenin de yine O'na mahsus bir sıfat oluşu hatırlatılarak sona ermektedir. [35]







--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Emin Işık, "Cuma Sûresi", Dİ A, VIII, 92

[2] VIII, 227

[3] IX, 429,431

[4] XXVIII, 169

[5] XXVIII, 204,205

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/269.

[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/269.

[7] bk. Zemahşerî, IV, 97

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/269-270.

[8] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/270-271.

[9] Râzî, XXX, 2; "tesbîh" hakkında bk. İsrâ 17/44; bu âyette geçen esmâ-i hüsnâdan "melik, kuddûs, azîz ve hakîm"in anlam*ları için bk. Haşr 59/22-24

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/271.

[10] pey-'gamberin belirtilen görevleri ve muhatapların daha önce açık bîr sapkınlık içinde olmaları hakkında bk. Bakara 2/129,151; Âl-i İmân 3/164; "hikmet" hakkında bk. Bakara 2/269; "ümmîler" kelimesinin anlamlan hakkında bk. Bakara 2/78; Âl-İ İmrân 3/20, 75; "ümmî peygamber" tabiri hakkında bk. A'râf 7/157,158

[11] Şevkânî, V, 259

[12] XXVIII, 210-211

[13] XXVIII, 95-96

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/271-272.

[14] bk. Âl-i İmrân 3/81,187

[15] Zemahşerî, IV, 96-97

[16] Bu konuda bilgi, özellikle Tora'da ölüm sonrası hayatın varlığını gösteren bazı pasaj ve ifadelere dikkat çeken açıklamalar için bk. İsmail Taşpmar, Duvarın Öteki Yüzü! Yahudi Kaynaklarına Göre Yahudilik'te Âhiret İnancı, İstan*bul 2003

[17] Tevrat ve Yahudilik hakkında bilgi için bk. Âl-İ İmrân 3/3-4; Ömer Faruk Harman, "Tevrat", İFAV Arus., IV, 363-367; a. mlf., "Yahudilik", İFAVAns., IV, 464-470; ölümün mahiyeti hakkında bk. Âl-i İmrân 3/185; nefis-ruh-insan ilişkisi için bk. Nisa 4/1; İsrâ 17/85

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/272-273.

[18] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/274.

[19] Müslim, "Cum'a", 18

[20] Müslim, "Cum'a", 13-15

[21] Ebû Davud, "Salât", 210; Tirmizî, "Cum'a", 7

[22] XXX, 10

[23] Bilgi için bk. Elmalılı, VII, 4961-4990; Hayrettin Ka*raman, "Cuma", Dİ A, VIII, 85-89

[24] bk. Ze-mahşerî, IV, 98-99; İbn Atıyye, V, 308-309; Şevkânî, V, 261-262. Hutbe ve ilgi*li hükümler hakkında bilgi için bk. Mustafa Baktır, "Hutbe", DİA, XVIII, 425-428

[25] Tekvin 2/2-3

[26] bk. Bakara 2/65; A'râf 7/163-165

[27] bk. Kasimî, XVI, 164

[28] aynca bk. Fur-kan 25/47; Rûm 30/23; Zâriyât 51/17-18; Nebe' 78/9

[29] Emin Işık, "a.g.m", VIH, 93

[30] Buhârî, "Tefsir", 62; Tirmi-zî, "Tefsîr", 62; Taberî, XXVIII, 103-105; İbn Atıyye, V, 309

[31] Derveze, VIII, 233

[32] bk. Zemahşerî, IV, 99; Râzî, XXX, 10

[33] XXVIII, 104, 105

[34] XXVIII, 229

[35] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/274-279.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:41 am

SAF SURESİ

61


İndiği Yer :

Medine



İniş Sırası :


109



Ayet sayısı :


14



Mushaftaki sıralamada altmış birinci, iniş sırasına göre yüz dokuzuncu sûre*dir. Tegabün sûresinden sonra, Cum'a sûresinden önce Medine'de nazil olmuştur.[1]



Adı

4. âyetinde geçen ve "sıra, dizi" anlamına gelen "saf kelimesi sûreye ad ol*muştur. [2]


Konusu


Kişinin yaptıklarıyla bağdaşmayan iddialarda bulunmasının Allah katında çok çirkin sayıldığı belirtilerek öz ve söz arasındaki uyumun önemine vurgu ya*pılmakta; Allah yolunda çarpışanların O'nun hoşnutluğunu kazanabilmeleri için tek bir yürek ve tek bir vücut gibi olmaları gerektiğine dikkat çekilmekte; İsrâilo-ğullan'nın verdikleri sözü tutmamaları, Hz. Musa'yı üzmeleri ve Hz. îsâ'nın ken*disinden sonra gelecek peygamberi isim de vererek müjdelemesine rağmen ona vefasızlık etmeleri eleştirilmekte; gerçek kurtuluşun Allah'a ve Resulüne iman edip malıyla canıyla Allah'ın gösterdiği yolda çaba harcamaktan geçtiği bildiril*mektedir. [3]



Meali


Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Göklerde bulunanlar da yer*de bulunanlar da Allah'ı teşbih etmektedir. O azizdir, hakimdir. 2. Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niye söylersiniz? 3. Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında çok sevimsiz bir davranıştır. 4. Bilin ki Allah kendi yolunda tek parça bir duvar gibi kenetlenmiş saflar halinde çarpışanları se*ver. 5. Hani Mûsâ kavmine şöyle demişti: "Ey kavmim! Size Allah tarafından gönderilmiş elçi olduğumu gayet iyi bildiğiniz halde ne diye beni üzüyorsu*nuz?" Onlar eğrilik yapınca Allah da kalplerini eğriltti. Allah günaha sapla*nanları doğruya eriştirmez. 6. Meryem oğlu Isâ da şöyle demişti: "Ey Tsrâiln-ğulları! Bilin ki benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve benden sonra gelecek Ahmed isimli elçiyi müjdelemek üzere size Allah tarafından gönderilmiş elçi*yim." Ama o kendilerine apaçık kanıtlarla gelince, "Bu besbelli bir büyü!" dediler. 7. Yalnız Allah'a kul olmaya (İslâm'a) çağırılıp dururken Allah hak*kında asılsız şeyler yakıştırmaya çalışandan daha büyük haksızlığı kim yapa*bilir! 8. İsterler ki Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürüversinler; ama inkar*cılar hoşlanmasalar da Allah nurunu muhakkak tamamlayacak! 9- Bütün dînlerin üzerindeki yerini alsın diye Resulünü, doğru yol rehberi ve hak din ile gönderen O'dur. [4]


Tefsiri


1. Tesbîh terimi kısaca, bir yandan şuurlu varlıkların iradî olarak Allah Te-âlâ'nın her türlü noksanlıktan uzak olduğunu söz ve davranışlarla ortaya koyma*ları (tenzih), diğer yandan da evrendeki bütün varlıkların ilâhî yasalara zorunlu olarak boyun eğip O'nun hükümranlığını itiraf etmeleri anlamına gelir. [5]





2-3. Bu âyetlerle ilgili yorumlan önce, "Ey iman edenler" şeklindeki hitabm kime yönelik olduğuna ilişkin tercihe göre iki gruba ayırmak gerekir. Kur'an'ın genel kullanımı doğrultusunda burada da müminlere hitap edildiğini kabul eden*lere göre âyetlerde, gerçekten iman etmiş olmakla beraber söz ve eylemleri arasın*da uyumsuzluk bulunan müslümanlara bu hususta bir uyan yapılmakta yahut müs-lümana yaraşan tutumun söylenenle yapılan arasındaki tutarlılığına özen göster*mek olduğu bildirilmektedir. İfadenin akışını ve 5. âyette imanlanndaki samimi*yetsizlik sebebiyle peygamberlerini üzen Hz. Musa'nın kavminden söz edilişini dikkate alarak burada münafıklara hitap edildiğini düşünenlere göre âyetler, "Ey iman etmiş görünenler" tarzında bir anlam taşımakta ve söylediği ile yaptığı bir ol*mayan bu iki yüzlü kimseler kınanmaktadır. Başka bazı âyetlerde münafıklar hak*kında yapılan tasvirler. [6] bu yorumu destekle*yici nitelikte bulunmuştur. "Söylenen söz"ü de iki şekilde yorumlamak mümkün*dür: a) Kişinin yapmayacağı bir şeyi vaad etmesi, b) Kendi fiilleri hakkında ger*çeğe uymayan bir beyanda bulunması, yapmadığını yapmış gibi anlatması. Tefsir*lerde bu yorumların hemen her birini destekleyici birçok olaya yer verilir. [7] Nüzul sebebi olarak anlatılan bu olaylar âyetlerin anlaşılmasına ışık tutmakla beraber, burada çelişkili söz ve davranışlar*dan kaçınmanın önemine ilişkin kalıcı bir mesaj verilmesinin amaçlandığı açıktır. Bazı müfessirlerin bunun, yalan söylemeyi ve vaadinde durmamayı da bnayan bir ifade olduğunu belirtmesi[8] bu anlayışı yansıtmaktadır. Do*layısıyla bu uyarının, sadece söylenenle yapılan arasında değil aynı zamanda söz*lerin ve eylemlerin kendi içinde de tutarlılık bulunması gereğini kapsar nitelikte olduğu sonucuna varılabilir. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm, inkarcılara yönelik meydan okuma ifadelerinden birini de çelişmezlik ilkesine dayandırmakta, önce kendi ver*diği bilgi ve haberlerin ve İçerdiği fikirlerin tutarlılığıyla ilgili bir iç kontrol çağ*rısında bulunmaktadır: "Kur'an'ı inceleyip düşünmüyorlar mı? Eğer Allah'tan başka birinden gelmiş olsaydı onda birçok tutarsızlık ve çelişki bulurlardı"[9] Kur'an'ın bu ilkenin önemine yaptığı vurgu İslâm âlimlerini öylesine etki*lemiştir ki, tefsir, hadis, fıkıh gibi ilmî disiplinlerin oluşumu sırasında, çok geçme*den bu ilimlerde izlenen metotları da teorik ifadelere kavuşturmaya yönelmişler ve kısa bir süre içinde her bir dala ait metodolojilerin ortaya konmasını sağlamışlar*dır. Özellikle, Kur'an ve sünnetten çıkarılan fıkhı sonuçların kendi içinde tutarlı*lığının kontrolü görevini üstlenen fıkıh usulü, çok ince metot sorunlarına eğilmiş ve böylece zengin bir literatür oluşmuştur. [10]



4. Burada dayanışma ruhu içinde imanları uğruna çarpışan müminlerden öv*güyle söz edilmesi, bu âyetlerin "Allah katında en sevimli işin ne olduğunu bilsek de işlesek!" dedikleri halde savaş zorunluluğu ortaya çıkınca aynı samimiyet ve kararlılığı gösteremeyenler hakkında indiğine dair rivayetleri destekler nitelikte bulunmuştur. Bununla birlikte, Allah yolunda söz ve güç birliği etmiş bir toplulu*ğun tam bir uyum ve beraberlik içinde olması önceki âyetlerdeki tutarlılık fikrinin bir uzantısı olarak düşünülebilir; dolayısıyla burada da muayyen olaylarla sınırlı olmaksızın genel bir ilkeye dikkat çekildiğini söylemek daha uygun olur.

Âyette geçen "bünyânün mersûs" tamlamasını, -"kurşun" anlamına gelen "rasâs" kelimesiyle bağ kurularak- "kurşunlu, parçalan kurşunla kenetlenerek yekpare bir cisim haline gelmiş olan muhkem bina"[11] hatta Taberî'nin aktardığı bir görüşe göre "kurşundan yapılmış[12] şeklinde açıklayanlar bulunmakla beraber, İbn Abbas'tan gelen bir rivayette yer alan şu izah, o dönemin yapı malzemeleri ve inşâ usulü bilgilerine daha uygun düşmekte*dir: Taş taş üstüne konur, sonra aralardaki gedikler küçük taşlarla tıkanır, ardından harç ile sıvanındı; buna Mekkeliler "mersûs" derlerdi. [13] Bu izah*ta "mersûs" kelimesi "istif etme, dizme, birbirine yapıştırma" mânalarına gelen "rass" kökünden türetilmiş bir sıfat fiil olarak düşünülmüştür. Her hâlu kârda âye*tin "yekpare bir yapı gibi kenetlenmiş saflar halinde" diye çevirdiğimiz kısmıyla, unsurları çok sağlam biçimde birbirine raptedilmiş, belli bir düzen ve ahenk için*de bulunan bir yapının örnek gösterildiği açıktır. Nitekim birçok müfessir, bu ben*zetmeyle, maddî bir birlik ve düzenin yanı sıra ve bundan da önce gönül birliği ve dayanışma ruhunun önemine dikkat çekildiğini ifade etmiştir.

Kur'ân-ı Kerîm âyetlerinin son kelimelerinin şiirden farklı biçimde, ifadeyi lafız güzelliğinin icaplarına mahkum etmeyen ama mânayı esas alırken bir yandan da kendi tabiî güzelliği İçinde eşsiz bir ahenk ve mûsikî oluşturan sıralanışı Kur'an ilimleriyle meşgul olanların dikkatini çekmiş; onlar, bu kelimeler için "fa*sıla", son harfleri için de "fasıla harfi" terimini kullanmışlardır. Elmalılı bu sûre*de "sâd" harfinin sadece bu âyette fasıla oluşturmasını yukarıda açıklanan "mer*sûs" kelimesinin önemine yapılmış özel bir vurgu olarak görür; aynı şekilde sûre*nin "dizi, sıra, sıralanmış" anlamlarına gelen bir kelimeyle (Saf sûresi olarak) ad*landırılmasının da dayanışma fikrinin ehemmiyetine dair bir uyan anlamı taşıdığı*nı belirtir. [14]



5-9. İsrâüoğullan'nın tutarsız söz ve davranışlan ve beraberlik ruhunu yitir-meleriyle ilgili hatırlatmalar yapılarak, 2-4. âyetlerdeki uyanlar canlı Örneklerle pekiştirilnıektedır. 5. âyette Musa'nın kavmi tarafından kendisine karşı sergilenen dönek ve vefasız tutuma gönderme yapılmaktadır. Birçok sûrede ve özellikle Ba*kara sûresinin 40 ve devamındaki âyetlerde İsrâüoğullan'nın Hz. Mûsâ öncesi du- rumlan ve onun önderliğinde yaşadıkları uzun serüven, sözlerinden caymaları, ni*mete hıyanet ve nankörlükle karşılık vermeleri geniş biçimde açıklanmıştır. Bu âyetteki eleştiri ve uyarının anlamını kavramak açısından, Allah'a verdikleri bağ*lılık sözüne rağmen, kendilerini Allah'ın yardımıyla Firavun'un zulmünden ve bü*yük bir zilletten kurtaran peygamberlerine bile şu şekilde küstahça bir ifade kulla*nabilmiş olmalarını hatırlamak yararlı olacaktır: "Ey Mûsâ! Onlar orada bulun*dukları sürece biz oraya asla girmeyeceğiz. Sen ve rabbin gidin savaşın; biz bura*da oturacağız! [15] Kendilerine peygamber gönderilen diğer toplumlar*da öncelikli ve temel sorun peygamberin bu görevinin kabullenilmeyip yalancılık*la itham edilmesi olduğu halde, Hz. Musa'nın kavnıiyle yaşadığı asıl sorun bu top*lumun inatçılığı, vefasızlığı ve had bilmezliği İdi[16] Âyet*teki "size Allah tarafından gönderilmiş elçi olduğumu gayet İyi bildiğiniz halde" İfadesi de muhtemelen Hz. Musa'nın kendi kavminden peygamber olduğu husu*sunda bir yalancılık ithamıyla karşılaşmadığını göstermektedir. [17]

6. âyette ise İsrâiloğullan'nın Hz. îsâ tarafından kendilerine bırakılan ilahî emanete sahip çıkmayıp sözlerinden caymalarına gönderme yapılmaktadır. Hz. îsâ bir yandan kendisinden önceki Tevrat'ın Allah katından geldiğini belirtirken bir yandan da vahiy zincirinin kendisiyle son bulmadığını ve kendisinden sonra bir el*çinin geleceğini müjdelemişti. Daha önce Tevrat'ta da bu yönde bilgi bulunmak*taydı. Bu sebeple İsrâiloğulları bu peygamberin gelmesini hararetle bekler oldular ve geldiğinde ona en büyük destekçinin kendileri olacağını söyleyip durdular. Fa*kat Medine'deki yahudiler bu peygamber kendi içlerinden çıkmayınca -buradaki menfaatleri gereği Resûlullah'la antlaşma yapmış olmalarına rağmen- türlü iftira ve bahanelerle ona karşı çıktılar. [18] Her ne kadar Bedir zaferin*den sonra tavır değiştirip Tevrat'ta özellikleri belirtilen âhir zaman peygamberinin Hz. Muhammed olduğuna kanaat getirdiklerini açıkça ifade etmeye başladılarsa da Mekke putperestlerine karşı verilen Uhud savaşının başarısızlıkla sona ermesi*ni takiben hem bu beyanlarından döndüler hem de müşrikler ve münafıklarla işbir*liği içine girip Resûlullah'la yaptıkları antlaşmaları ihlâl ettiler. [19]

Âyette belirtildiği üzere Hz. îsâ kendisinden sonra selecek elcinin adımn Ah- med olduğunu haber vermişti. Bazı hadislere de dayanan bir görüşe göre Hz. Mu-hanımed'in diğer bir adı Ahmed'dİr; fakat Muhammed ismiyle aynı kökten gelen Ahmed kelimesi onun sıfatı olduğu görüşü de vardır. Her iki ihtimale göre bu ke*lime, "çok hamdeden" veya "çok övülen, yüksek ahlâk sahibi" mânalarına gel*mektedir ve Muhammed kelimesiyle yakın anlamdadır. İbn Âşûr Resûl-i Ekrem'in peygamberliğinden önce veya sonra bu adla çağrıldığının bilinmediği noktasından hareketle âyetin "onun ismi Ahmed'dir" şeklinde çevrilen kısmının doğru anlaşı*labilmesi için buradaki "isim" kelimesi üzerinde de durulması gerektiğini belirtir. Ona göre Arap dilinde bu kelimenin kullanıldığı üç anlamı da bu âyetin tefsirinde dikkate almak uygun olur; bu anlamlar da şunlardır: a) Müsemmâ (bir adın İfade ettiği gerçek mâna, içerik), b) İyi şöhret, c) Özel ad. Şu halde bu ifadeyle Hz. îsâ, hem Resûl-i Ekrem'in risâlet görevinin kendisininkinden daha üstün olduğunu hem onun kendi döneminde ve sonraki dönemlerde hep hayırla anılacak bir şahsi*yet olduğunu hem de onun özel adının (Muhammed) bu mânaya geldiğini belirt*miş oluyordu. Öte yandan İbn Âşûr -bazı erken dönem hikmet ve tasavvuf eserle*rine de dayanarak- bu ifadenin hikmet ehlinin ve -dinî hükümlerin bildirilmesi dı*şında kalan konularda- peygamberlerin kullandığı sembolik anlatım üslûbu taşıdı*ğını, böylece Ehl-i kİtap'tan ilim sahiplerinin uyulması istenen peygamberi iyi ayırt edebilmelerinin hedeflendiğini yazmaktadır. [20]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri - Sayfa 3 Empty2007-11-01, 1:41 am

Bazı erken dönem İslâm âlimleri ve zamanımız araştırmacıları Yuhanna İn-cili'nde geçen -Hz. İsa'nın geleceğe yönelik müjde ifadesinde kullandığı- "farak-lit" (Grekçe parekletos) kelimesinin Hz. îsâ'mn konuştuğu dil olan Ârâmîce'deki karşılığını araştırmışlar ve bu kelimenin Ahmed kelimesiyle anlamca örtüştüğü so*nucuna ulaşmışlardır. [21] Öte yandan, Latince'ye paracletus şeklin*de geçen ve kilise dilinde "teselli etmek" anlamına gelen bu kelimenin "yanına ça*ğırmak" mânası içeren bir fiilden gelmesi ile 7. âyette yer alan "yalmz Allah'a kul olmaya (İslâm'a) çağınlrp dururken" mealindeki ifadede Hz. Peygamber'in temel görevinin "çağırma" anlamına gelen bir fiille ifade edilmiş olması da dikkatimizi çekmiştir. [22]

Yine 6. âyette altı çizilen hususlardan biri Hz. İsa'nın "peygamber" olma özelliğidir. O, "Bilin ki (...) size Allah tarafından gönderilmiş elçiyim" ifadesiyle kendisinin ancak Allah'ın elçisi olduğunu bildirmişti. İsrâiloğulları'nın bir kısmı -14. âyette belirtildiği üzere- îsâ'nm bu sıfatını kabul etmek istemediler, onun bil*dirdiklerini inkâr ettiler. îsâ'ya inananlar onun öğretilerini yaymaya çalışmakla beraber kısa bir süre sonra onun bağlıları olduklarını iddia eden hıristiyanlar ken- dişine tanrılık yakıştırmak suretiyle gerçekte Hz. isa'nın bildirimlerini temelinden sarsmış ve ona dolaylı olarak karşı çıkmış oldular. Âyette Hz. îsâ'nın hitabı İsrâ-iloğullan'na yönelik olmakla beraber bu o esnadaki muhataplarının onlar olması sebebiyledir. Daha sonraki dönemler açısından bu hitabın öncelikle onun bağlıla*rı konumunda olan hıristiyanları ilgilendirdiği açıktır. Kur'an'ın hıristiyan teoloji*sini reddedişinin hareket noktası da îsâ'nın mahiyeti ve görevi konusudur.

Elmahlı'nın 8-9. âyetlerle ilgili -bizim de önemli bulduğumuz- açıklamaları*nı şöyle özetlemek mümkündür: Yüce Allah, hak dini bütün dinlerin üzerindeki yerini alsın diye gönderdiğini Kur'an'm değişik yerlerinde bildirdiği gibi Nasr sû*resinde de bu vaadini pekiştirmiştir. Bunun böyle defalarca ifade ve vaad edilme*si, bu üstünlüğün de bir kere değil birçok kere gerçekleşeceğini gösterir. Böyle ol*ması için de bu dinin yükselme ve gerileme zamanlan olacak; beşeriyetin geçire*ceği inkılaplar ve değişmeler arasında bütün düşüşlerin seyri fısk, zulüm, küfür, şirk yüzünden gazap ve helake doğru gideceği gibi bütün gelişmelerin seyri de tev-hid inancı ile hak dinin tecellileri olan ebedî hayatın esenliği ve mutluluğu amacı*na doğru yükselme biçiminde olacaktır. Gelip geçici heves ve arzuların ardında koşanların, günahkârların, haksızların, dinsizlerin başına kıyamet koparken, hak ehli olanlar Cenâb-ı Hakk'rn himayesinde Arş'in gölgesi altında büyük murada erecektir. Tarih gözden geçirilecek olursa görülür ki İslâm'ın bu âyetlerde vaad olunan üstünlüğü her şeyden önce Resûlullah zamanında "Bugün sizin için dinini*zi kemale erdirdim, size nimetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâmiyet'i beğendim" anlamındaki âyetin[23]nazil olduğu sırada bütün Arabistan'da başlamış ve Abbasî halifeliğinin çöküşüne kadar da doğudan batıya çok geniş bir alana yayılmıştı. Araya bir gerileme dönemi girdikten sonra çok geçmeden Türk-ler'in öne çıkışı ve İstanbul'un fethi ile ikinci yükseliş başlamış, bu da bir taraftan Kafkas dağlarından Atlas okyanusuna bir taraftan da Lehistan'dan Habeşistan'a kadar zirvesine ulaşmıştı. Zamanımızın geçirmekte olduğu inkılap bunalımlarının neticesinde kim bilir dünya ne gibi değişmeler, gelişmeler görecektir; neler yıkılıp neler yapılacaktır. Her ne olursa olsun mevcut çağın fikrî ve fennî ilerlemeleriyle, gerek İslâm alemindeki toplumların gerekse diğer muhtelif milletlerin kamu vic*danlarında meydana gelecek uyanışların gelecekte, dünyayı alt üst etmekte bulu*nan haksızlıkların giderilmesiyle genel yaşantıda hakkın daha yüksek bir tecellisi*ne erme gayesini hedefleme şeklindeki değişmeyi beraberinde getireceğine, bu ise tevhid fikri ile hak dinin inkişafına bağlı bulunduğundan İslâm'ın yeni bir yüksel*me ve inkişaf kaydedeceğine inanmak gerekir. Şu halde, fâni hayatın İcabı olarak her şeyin günden güne daha kötüye gideceğine, bir zaman gelip emanet düşünce-sinin kalkacağına, dinin zaafa uğrayacağına ve İslâm'ın yalnız adının kalacağına değinen ve gerileme devirlerini haber veren hadis ve sahabe sözlerinden ötürü ümitsizliğe düşühnemeli; Allah Teâlâ'ntn geceyi gündüze ve gündüzü geceye kat*tığını, "iyi sonun Allah'a karşı gelmekten sakınanların oîacağı"nı[24] bilerek, Allah'ın bu kesin vaadlerine inanarak ve âhİretle İlgili ümidini daima koruyarak çalışılmalıdır. [25] Bu âyetlerde, müminlere de dinlerini ve uygarlıklarını yüceltip insanlığın tevhİd ve adalet çizgisinde gelişmesine öncülük edecek konuma gelmeleri husu*sunda kaçınılmaz görevler düştüğüne işaretler bulunduğu da unutulmamalıdır. [26]



Meali


10. Ey iman edenler! Sizi elem veren bir azaptan kurtaracak bir ticare*ti göstereyim mi? 11. Allah'a ve Resulüne iman edersiniz, Allah yolunda mal*larınızla ve canlarınızla cihad edersiniz. Bu sizin için çok hayırlıdır; bilmiş ol*sanız! 12. O sizin günahlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennet*lere, Adn cennetleri içindeki güzel meskenlere koyar, İşte büyük kurtuluş bu*dur. 13. Hoşunuza gidecek bir şey daha var: Allah'ın yardımı ve yakın bir fe*tih! Haydi müminleri müjdele. 14. Ey iman edenler! Allah'ın yardımcıları olun. Nitekim Meryem oğlu îsâ da havarilerine "Allah'a giden yolda bana yardımcı olacaklar kimlerdir?" diye sorduğunda havariler, "Allah'ın yar*dımcıları biziz" demişlerdi. Sonra İsrâiloğullarf ndan bir kısmı iman etmiş, diğer bir kısmı da inkarcılık etmişti. Biz inananları düşmanlarına karşı des*tekledik, böylece üstün geldiler. [27]



Tefsiri


10-14. Bütün varlıkların Allah'ı teşbih ettiği yani Yüce Allah'ın evrendeki mutlak egemenliği hatırlatılıp bu gerçeği dikkate alanlar açısından özü sözü bir ol*mamanın, hele Allah'a karşı zevahiri kurtarma çabası içine girmenin ne kadar saç*ma olduğuna dikkat çekilerek başlayan sûrenin sonunda, kurtuluş yolunun samimi bir iman ve bu imana uygun davranışlardan geçtiği bildirilmekte; Hz. Muham-med'den önceki peygamber Hz. İsa'nın hayatından canlı bir örnek verilerek Al*lah'ın dinine içtenlikle destek olanlar büyük fetihler ve zaferlerle, sonunda da en büyük basan olan âhiret mutluluğuna erişmekle müjdelenmektedİr. 13. âyetin "Al*lah'ın yardımı ve yakın bir fetih! Haydi müminleri müjdele" şeklinde çevrilen kıs*mı, savaşlarda müslümanlann morallerini yükseltici bir ifade olarak sık sık tekrar edilmiş; özellikle Osmanlı'da Mehterân takımının, ordunun muzaffer olacağı inancını pekiştirmek üzere icra ettiği musikînin arasında coşku verecek biçimde seslendirilmiştir. Hz. îsâ'ya iman etmiş olanlar büyük sıkıntılara maruz kalsalar da sonunda inkarcılara karşı büyük bir üstünlük elde etmişlerdir. 14. âyet bu tarihî gerçeğe gönderme yaparak müslümanlann bundan sonuçlar çıkarmalan istenmek*tedir. Bununla birlikte gözden kaçırılmaması gereken bir husus, dünyada elde edi*lecek zafer ve üstünlüğün 13. âyette "hoşunuza gidecek bir şey daha" şeklinde ni*telenmiş olduğu ve 12. âyette belirtildiği üzere asıl güzel sonuç, kurtuluş ve başa*rının Allah'ın hoşnutluğuna ve âhiret mutluluğuna erişmek olduğudur. 14. âyetin "böylece üstün geldiler" şeklinde çevrilen son cümlesi, "Allah Hz. Muhammed'i gönderip iman eden o kimseleri onaylayan bildirimlerde bulununca, özellikle Hz. îsâ'nın Allah'ın kelimesi olduğunu haber verince, onların delilleri açık hale geldi veya delillerinin üstünlüğü ortaya çıktı" gibi mânalarla da açıklanmıştır. [28]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/257.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/257.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/257.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/258.

[5] ayrıca bk. İsra 17/44

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/258.

[6] bk. Nûr 24/47-53; Ahzâb 33/1245

[7] bk. Ta-berî, XXVHI, 83-85; Zemahşerî, IV, 92

[8] Zemahşerî, IV, 91-92

[9] Nisa 4/82

[10] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/258-259.

[11] Elmahlı, VII, 4927

[12] XXVIII, 86

[13] Râzî, XXIX, 312

[14] VII, 4927

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/259-260.

[15] Mâide 5/24

[16] Kitâb-ı Mukaddes'te de onlar hakkında "sert enseli kavim" tabiri kullanılır, bk. Çıkış, 32/9, Tesniye 9/6

[17] ayrıca bk. Hac 22/44

[18] bk. Haşr 59/2-5,14

[19] Eski kutsal kitap*larda Hz. Muhammed'in peygamberliğini müjdeleyen bilgiler İslâm kaynakların*da "beşâiru'n-nübüvve" veya kısaca "beşâir" diye anılır; geniş bilgi için bk. Baka*ra 2/146; A'râf 7/157; Hz. îsâ ve yaptığı tebliğ görevi hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/45

[20] XXVIII, 182-185

[21] geniş bilgi için bk. İbn Âşûr, XXVIII, 185-186; Mehmet Aydın, "Faraklit", DİA, XII, 165-166

[22] İslâm terimi hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/19

[23] Mâide 5/3

[24] Hûd 11/49; Ka-sas 28/83

[25] VII, 4937-4940; ayrıca bk. Tevbe 9/32-33; Fetih 48/28

[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/260-264.

[27] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/264.

[28] bk. Tabe-rî, XXVUI, 92-93; İbn Atıyye, V, 305; Râzî, XXIX, 319. İman temeline dayalı olarak can ve malla Allah yolunda cİhad etmenin ticaret olarak nitelenmesinin iza*hı için bk. Tevbe 9/111; "cihad" hakkında bk. Nisa 4/84, 95; Mâide 5/35; Tevbe 9/73; Hac 22/77-78; Adn cenneti hakkında bk. Ra'd 13/23-24; "Allah'ın yardım*cıları olma"nın anlamı hakkında bk. Âl-i İmrân 3/52; "havan", Hz. İsa'nın hava*rileri ve aralarında geçen konuşma hakkında bilgi için bk. Âl-i İmrân 3/3-4,19,45, özellikle 52; Mâıde 5/110-115

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/264-265.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
 
Sure Sure Diyanet Tefsiri
Sayfa başına dön 
3 sayfadaki 9 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
: : : SÜPER FORUM TÜRKİYE : : : :: İMAN VE İNSAN :: Dini Bilgiler-
Buraya geçin: