|
| Sure Sure Diyanet Tefsiri | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:52 am | |
| ŞEMS SÛRESİ
91
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
26
Âyet sayısı:
15
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada doksan birinci, iniş sırasına göre yirmi altıncı sûredir. Kadir sûresinden sonra, Bürûc sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]
Adı
Sûre adım birinci âyette geçen "güneş" anlamındaki "şems" kelimesinden al*mıştır. [2]
Konusu
Sûrede bazı önemli kozmik varlıklara ve olaylara yemin edilerek İnsan tabi*atına hem iyilik hem kötülük eğilimlerinin verildiği bildirilmiş; bu eğilimlerini doğru kullanmayanların akıbetine örnek olmak üzere Semüd topluluğunun helak edilişi anlatılmıştır. [3]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Yemin olsun, güneşe ve kuş*luğuna; 2. Işığı onun ardından geldiğinde aya; 3. Onu (dünyayı) aydınlattığın*da gündüze; 4. Onu karanlıkla örttüğünde geceye; 5. Göğe ve onu kurana; 6. Yere ve onu yayıp döşeyene; 7. Nefse ve onu (insan olarak) şekillendirip dü*zenleyene. 8. Ona kötü ve iyi olma kabiliyetlerini verene! 9. Nefsini arındıran elbette kurtuluşa ermiştir. 10. Onu arzularıyla başbaşa bırakan da ziyan et*miştir. 11. Semûd kavmi, hak tanımazlığı yüzünden (peygamberini) yalanladı. 12. En azılısı cüretle ileri atıldığında; 13. Allah'ın elçisi onlara, "Allah'ın de*vesine ve onun su hakkına dokunmayın" demişti. 14. Fakat onlar ona inan-mayıp deveyi kestiler. Bunun üzerine rableri, günahları sebebiyle onlara ar*dı arkası kesilmez felâketler göndererek hepsini helak etti. 15. O bu işin so*nucundan çekinecek değildir. [4]
Tefsiri
1-10. Bu tür doğal varlıklar ve olaylar üzerine yemin edilmesi hem evrenin genel düzenine, bunun insanlar için taşıdığı faydalara ve bu düzeni yaratıp yaşa*tan ilâhî kudretin büyüklüğüne hem de sonraki âyetlerde ele alınan konunun öne*mine dikkat çekmeyi amaçlar. "Kuşluğu" diye çevirdiğimiz "duhâhâ" tamlaması*na "güneşin ışını, aydınlığı, sabah vakti, gündüz" gibi mânalar da verilmiştir.[5] (Ayın yani ışığının güneşin ardından gelmesi, ışığını ondan alması*nı veya güneş batınca ardından ayın doğmasını yahut aym ilk göründüğü hilâl du*rumunu ifade eder. 7. âyette insan (nefs) üzerine yemin edilmesi onun fıtrî üstün*lüğüne işaret eder. "Nefsin (insan olarak) şekillendirilip duzenlenmesi"nden mak*sat ona maddî ve manevî güçlerin yerleştirilmesi, her gücün yapacağı görevin ta*yin edilmesi ve nefse bu güçleri kullanacak organların verilmesidir. 8. âyetteki "fücur" her türlü kötülüğü, günah ve sapmayı; âyette fücurun karşıtı olarak kulla*nılan "takva" ise doğruluk, iyilik ve hak yolda kararlılığı ifade eder. Aynı âyette*ki "elheme" fiilinin mastarı olan ilham, bu bağlamda fücur ve takva kelimeleriy*le birlikte değerlendirildiğinde, "Allah Teâlâ'nın İnsanın fıtratına doğru ve yanlı*şı, iyilik ve kötülüğü, günah ve sevabı bilme, tanıma, ayırt etme, birini veya diğe*rini seçip yapma gücü ve özgürlüğü vermesi"; dolayısıyla "insanın her türlü deney ve öğrenimden önce, apriorik olarak bu yeteneklerle donanmış bulunması" şeklin*de açıklanabilir. Böylece Kur'an'ın insan anlayışının bir özeti sayılabilecek olan 7-8. âyetler, insanın ahlâkî bakımdan çift kutuplu bir varhk olduğunu, iyilik veya kötülük yollarından dilediğini seçebilecek bir tabiatta yaratıldığını ve onun kurtu*luş veya mahvoluşunun bu seçime bağlı bulunduğunu göstermektedir. [6]
11-15, Başka sûrelerde örnekleri görüldüğü gibi burada da geçmiş bir kav*min hikâyesinden konuyla ilgili bir kesit verilmiştir. 8-10. âyetlerde insanın hayır veya şer yollarından birini seçebileceği, bu imkâna sahip olarak yaratıldığı bildi*rildikten sonra nihaî kurtuluşun da yıkımın da bu seçime bağlı bulunduğu uyarısı yapılmıştı. İşte 11-15. âyetlerde bu seçimi yanlış yapanlardan bir ömek ve insan*lara bir ibret olmak üzere geçmişten bir topluluğun, Semûd kavminin yanlış seçi*mi ve bu yüzden başlarına gelen büyük felâket hatırlatılmıştır. [7]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/565.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/565.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/565.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/566.
[5] Şev-kânî, V, 524
[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/566.
[7] bitgi için bk. A'râf 7/73-79; HÛd 11/61-68
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/567. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:53 am | |
| BELED SURESİ
90
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
35
Âyet sayısı :
20
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada doksanıncı, iniş sırasına göre otuz beşinci sûredir. Kaf sûresinden sonra, Târik sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]
Adı
Sûre adım ilk iki âyetinde geçen, "şehir, memleket" anlamlarına gelen ve Mekke için kullanılan "beled" kelimesinden almıştır. Aynca "Lâ uksİmü" adıyla da anılmaktadır.[2]
Konusu
Sûrede bazı önemli varlıklara yemin edilerek insanın yaratılıp zorluklarla karşı karşıya getirildiği, gücüne ve servetine güvenerek Allah'a karşı gelenlerin al-dandığı, insana maddî ve manevî birtakım nimetlerin verildiği, hayır ve şer yolla*rının gösterildiği anlatılmaktadır. Aynca yardımlaşma, iman ve sabır konuları ele alınarak bu konularda müminlerle inkarcılar arasında kısa bir karşılaştırma yapıl*mıştır. .[3]
Meali
Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1-2. Yemin ederim, senin de içinde oturmakta olduğun şu beldeye; 3. Ana babaya ve bunlardan meydana gelen çocuklara! 4. Hiç kuşkusuz biz insanı yaratıp zorluklarla mücadele içi*ne atmışızdır, 5. O, hiçbir kimsenin kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanı*yor? 6. "Pek çok mal harcadım" diyor. 7. Onu kimsenin görmediğim mi sanı*yor? 8-9. Ona iki göz bir dil, iki dudak vermedik mi? 10. Ve ona iki yolu gös*termedik mi? 11. Fakat o, sarp yokuşu aşmayı göze alamadı. 12.0 sarp yo*kuş nedir, bilir misin? 13. Köle azat etmektir. 14-16. Veya bir kıtlık gününde akrabalığı olan bir yetimi yahut aç açık bir yoksulu doyurmaktır. 17. Sonra iman edip birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden ve acımayı öğütleyenlerden olmaktır. 1$. İşte bunlar hakkın ve erdemin yanında olanlardır. 19. Âyetleri*mizi inkâr edenler ise bâtılın ve erdemsizliğin yanında olanlardır. 20. Onla*rın harcı, üzerlerine bastırılmış bir ateştir. .[4]
Tefsiri
1-4. "Belde" veya "şehİr"den maksat Mekke'dir. "Ana baba ve bunlardan meydana gelen çocuklar"m kimler olduğu hakkında farklı görüşler ileri sürülmüş*tür. Bunlar, "Âdem ve zürriyeti, Nûh ve soyu, İbrahim ve soyu, Hz. Muhammed ve soyu, genel anlamıyla anne baba ve çocuklar" şeklinde özetlenebilir. Taberî, gerekçelerini açıklayarak bizim de katıldığımız son mânayı tercih etmiştir. [5]
Müfessirler ikinci âyetteki "hill" kelimesinin farklı anlamlarından hareketle âyete şu mânaları da vermişlerdir: a) "Bu şehirde hayvan ve bitkilerin hile doku*nulmazlığı olduğu halde müşrikler sana eziyet etmeyi helâl sayıyorlar". Bu tak*dirde âyette müşriklerin kutsal kentin hürmetini çiğneyerek Hz. Peygamher'e ezi*yet etmeleri kınanmaktadır, b) "Bir gün gelecek Mekke'yi zalim putperestlerin elinden kurtarman gerekecek ve o zaman kentin dokunulmazlığı senin için geçici olarak kaldırılacaktır." Bu takdirde İse Hz. Peygamber'in ileride bu kenti fethede-ceei ve fetih sırasında şehirde catısmava ekmesine secici olarak izin verileceği bildirilmiş demektir. Nitekim öyle de olmuştur. [6]
4. âyette geçen "kebed" kelimesi "acı, sıkıntı, baskı, imtihan vb." anlamlara gelmektedir. Bu da insanın, doğduğu günden öleceği güne kadar az veya çok sı*kıntılar, ihtiyaçlar, acılarla karşılaşmasının kaçınılmaz olduğunu gösterir. "Hayat mücadelesi" ifadesinin genel kabul görerek kullanılması da insanın dünya hayatı*nın "mücadele" şeklinde özetlenebileceğini göstermektedir. Âyetlerde ayrıca Hz. Peygamber'in karşılaşacağı güç şartlara, müşriklerin ona uygulayacağı baskılara da işaret edilmektedir. .[7]
5-7. Tefsirlerde verilen bilgilere göre bu âyetler, malına mülküne güvenerek kendilerini yenilmez zanneden Mekke'nin şımarık ileri gelenleri hakkında inmiş*tir. Onlar, Hz. Peygamber'i de mutlaka yeneceklerini düşünüyorlardı. Bir yoruma göre 6. âyette bu uğurda yaptıkları harcamalar kendi ağızlarından aktarılmaktadır. Bu âyetle ilgili başka bir rivayet de şöyledir: Haris b. Âmir isimli önde gelen bir Mekkelİ, sözde müslüman olmakla birlikte sürekli günah işliyor, ardından durumu Resûlullah'a anlatıyor, o da günahlarının kefareti için sadaka vermesini emredi*yordu. Sonunda bu sözde müslüman "Muhammed'in dinine girdikten sonra kefa*ret ve sadaka vere vere elimde avucumda bir şey kalmadı" demişti. 7. âyette ma*lını kötülük yolunda harcayanlara, Allah tarafından neyi nereye harcayacaklarının hesabının sorulacağı hatırlatılmaktadır. .[8]
8-16. İnsana lütfedilen duyu organlarından söz edildikten sonra ona "iki yol"un da gösterildiği belirtilmektedir. Duyu organları dış dünyadan bilgi edinme araçlarıdır; "iki yol" İse genellikle "iyilik ve kötülük yollan" olarak açıklanmış olup bu ifade insanın, olgular ve eylemler üzerine "doğru-yanlış, iyi-kötü" şeklin*de hüküm verme ve tercihte bulunma yetenekleriyle donatıldığı anlamına gelir. Böylece bu İki kısa âyette veciz bir üslûpla Allah Teâlâ'nın insana bilgi edinme, düşünüp yargıda bulunma ve seçim yapma yetenekleri lütfederek bu yetenekleriy*le onu yeryüzünün en seçkin varlığı halinde yarattığı anlatılmaktadır. Bu yetenek*ler aynı zamanda insanın bir ödev ve sorumluluk varlığı olmasını da gerektirmiş*tir. İşte 11. âyette bu sorumluluğu yerine getirmeyenler kınanmakta; ardından da o dönem toplumunun en ağır sorunlarıyla ilgili başlıca ödevler sıralanmaktadır. Bunlar, köleleri özgürlüklerine kavuşturmak, yetimi ve yoksulu doyurmak, birbi*rine sabırlı ve merhametli olmayı tavsiye etmektir. İslâm'ın sosyal ahlâkının kap*samlı bir özeti olan bu ifadeler, eski deyimiyle tahdîdî değil ta'dâdîdir; yani sınır*layıcı değil, örnek göstericidir. Kuşkusuz iyilikler imanla birlikte değer kazanaca*ğı için 17. âyette inananlardan olma şartı da getirilmiştir. Buradaki "inanma", "ya- pılan İyiliğin faydasına ve gerekliliğine inanma" olarak da yorumlanmıştır. [9] Rivayete göre Hakîm b. Hizam adlı bir sahâbî, Hz. Peygam*ber'e, "Yâ Resûlellah! Vaktiyle ben Câhiliye döneminde sadaka verir, köleleri öz*gürlüklerine kavuşturur, akrabalarımla yakından ilgilenir, buna benzer iyilikler ya*pardım. Bunlardan sevap kazandım mı, ne dersiniz?" diye sorunca Hz, Peygam*ber, "Müslüman oldun ve artık bütün o iyiliklerinin sevabını alacaksın" buyurmuş*lardır. [10] 18. âyet iyilik ve doğruluğun, iyi müslüman olmanın söz*de değil, yukarıdaki âyetlerde çerçevesi çizilen bir inanç, zihniyet ve yaşayışta ol*duğunu göstermektedir. Allah'ın âyetlerinin gösterdiği yol budur. Allah'ın âyetle*rini inkâr edenler ise bu yoldan da sapmış olacakları için 19. âyette onlar "bâtılın ve erdemsizliğin yanında olanlar" diye anılmıştır; son âyette de bunların nihaî akı*beti hatırlatılmıştır. .[11]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/559.
[2] Buhârî, 'Tefsîr", 90
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/559.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/559.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/560.
[5] bk. XXX, 125
[6] Şevkânî, V, 517-518; Elmalılı, VIII, 5825
[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/560-561.
[8] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/561.
[9] bk. Şevkânî, V, 521
[10] Müsned, IH, 402
[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/561-562. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:54 am | |
| FECR SURESİ
89
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
10
Âyet sayısı :
30
Nüzulü
Mushaf'taki sıralamada seksen dokuzuncu, iniş sırasına göre onuncu sûredir. Leyi sûresinden sonra, Duhâ sûresinden önce Mekke'de İnmiştir. [1]
Âdı
Sûre adını birinci âyette geçen ve "tan yerinin ağarması, sabah aydınlığı" an*lamlarına gelen "fecr" kelimesinden almıştır. [2]
Konusu
Sûrede peygamberlere karşı çıkan ve ilâhî mesajı reddeden bazı eski toplu*lukların başlarına gelen felâketler hatırlatılmakta; Allah Teâlâ'nın insanı çeşitli yollarla imtihan etmesine değinilmekte, bazı insanlardaki mal tutkusu ve bencillik duygusu eleştirilmekte; kıyamet halleri, iyi ve kötü insanların âhiretteki durumla*rı anlatılarak insanlar uyarılmaktadır. [3]
Meâti
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... l.Yemin olsun sabah aydınlı*ğına; 2. On geceye; 3. Çift olana ve tek olana; 4. Geçip gitmekte olan geceye. Düşünen kimse için bunlar yemine konu olacak kadar Önemli değil midir!
Görmedin mi, rabbin ne yaptı Âd kavmine; 7-8. Memleketler içinde benze*ri yaratılmamış olan, sütunlarla dolu İrem'e; 9. Vadide kayaları oyarak şehir yapan Semûd'a; 10. Güçlü Firavun'a? 11. İşte bunların hepsi ülkelerinde az*gınlık etmişlerdi. 12. Oralarda fesat çıkarıp durdular. 13. Bu yüzden rabbin onların üzerine ceza kırbacı yağdırdı. 14. Çünkü rabbin her şeyi yakından iz*lemektedir. 15. İnsana gelince, rabbi ona imtihan için ikramda bulunduğun*da ve onu nimetlere boğduğunda "Rabbim bana ikram etti" der (mutlu olur). 16. Yine imtihan için rızkını daralttığında ise "Rabbim beni önemsemedi"der (mutsuz olur). 17. Hayır, hayır! Doğrusu siz yetime ikram etmiyorsunuz. 18. Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. 19. Mirası hak hukuk demeden yiyorsunuz. 20. Mah aşırı derecede seviyorsunuz. 21. Hayır, bu böy*le olmamalı! Yer dağılıp parça parça olduğunda. 22. Rabbin gelip melekler de saf saf dizildiğinde; 23.0 gün cehennem de getirildiğinde, işte o gün insan yaptıklarım birer birer hatırlayacaktır. Fakat bu hatırlamanın ona ne fayda*sı var! 24. İnsan "Keşke (âhiret) hayatım için daha önce bir şeyler yapmış ol*saydım!" der. 25. Artık o gün Allah'ın vereceği cezayı kimse veremez. 26.0'nun bağladığı gibi kimse bağlayamaz. 27. Ey imanın huzuruna kavuş-muş insan! 28. Sen O'ndan razı, O da senden hoşnut olarak rabbine dön. 29. Böylece kullarımın arasına katıl. 30. Cennetime gir! [4]
Tefsiri
1-5. "Sabah aydınlığı" diye çevirdiğimiz fecr kelimesi mastar olarak "tan ye*rinin ağarması", isim olarak "sabah aydınlığı, şafak vakti, tan yerinin ağarma za*manı" gibi anlamlara gelmektedir. Tan yerinin ağarma zamanı ortalığın aydınlan*maya, canlıların da uyanmaya başlaması bir çeşit yeniden dirilmeye benzediği için Yüce Allah sabah aydınlığına yemin ederek bu zamana dikkat çekmiştir.[5] 2. âyette geçen on gecenin, hac ayı olan Zilhicce'nin ilk on gecesi, hicrî yılın birinci ayı olan Muharrem'in ilk on gecesi, Ramazan'ın ilk veya son on gecesi olduğu yönünde değişik rivayetler vardır. An*cak birinci mâna tercihe daha uygundur. Çünkü bu sûre Mekke'de indiğine, ayn*ca Ramazan orucu da Medine'de farz kılındığına göre ikinci ve üçüncü şıklardakİ günler sûrenin indiği dönemde özel bir önem taşımıyordu. Zilhicce'nin ilk on gü*nü ise sûrenin inmesinden önce de Araplar'da kutsal sayılıyordu. 3. âyette geçen "çift ve tek"ten neyin kastedildiği konusunda da farklı yorumlar bulunmakla bir*likte, çift olanıyla, tek olanıyla bütün varlıklar üzerine yemin edildiğini söylemek en uygun olanıdır. Çünkü varlık yokluğa göre bizatihi bir değerdir. Nitekim İslâm düşünce tarihinde varlık hayır, yokluk şer kabul edilmiştir. Aynca burada belli varlıklardan ziyade bu kavramlara (tek ve çift) dikkat çekildiği; mutlak tek olan Allah'ın dışında tek'in bulunmadığına, tek gözüken yaratılmış varlıkların, ortak Özellikleri göz Önüne alındığında çift ve benzer olduklarının düşünülmesi yönün*de düşünenlere yol gösterildiği de söylenebilir. [6]4. âyette zikredilen "geçip gitmekte olan gece"nin, "Müzdelife ge*cesi" veya "Bayram gecesi" olduğu söylenmiştir. [7] Ancak ifadenin mutlaklığını ve başka pek çok âyette birçok kozmik varlık ve olaylara, be*lirleme yapılmaksızın yemin edildiğini dikkate alarak bunu da bütün geceler ola*rak anlamak daha uygun olur.
5. âyetteki "Düşünen kimse İçin bunlar yemine konu olacak kadar önemli de*ğil midir!" cümlesinin başında aslında soru edatı bulunmakla birlikte bunun, ke*sinlik edatı olan "kad" anlamıyla kullanıldığı konusunda görüş birliği vardır. Bu ifade tarzı, yukarıda kendilerine yemin edilen varlıkların çok önemli varlıklar ol*duğunu gösterir. Uygun olan her türlü takdire açık olsun diye yeminlerin cevabı yani ne maksatla yemin edildiği belirtilmemiştir. Müfessirlere göre Allah Teâlâ bu dört âyette kendi katında önemli olan varlıklara yemin ederek öldükten sonra di*rilme, kıyamet, hesap, ceza ve mükâfatın gerçekleşeceğini vurgulamıştır; yahut yeminin cevabı "Çünkü Rabbin her şeyi yakından izlemektedir" mealindeki 14. âyettir. Bu da şöyle yorumlanmıştır: Yukarıda sayılanlara yemin olsun ki rabbin her şeyi yakından İzlemektedir; hiçbir şey O'nun bilgisi dışında değildir; O, bütün yapıp ettiklerinizi bilmektedir ve karşılığını ceza veya ödül olarak verecektir"[8]
"Akıl" mânasında kullanılan "rncr" kelimesinin kök anlamı "engellemek"tir, akıl kavramının sözlük anlamı da aynıdır. Akıl, insanı yanlış bilgi ve düşünceden, kötü davranışlardan alıkoyduğu için ona bu isim verilmiştir. Buna göre âyet, genel olarak ilâhî bildirimlerin, özellikle de bu âyetlerde üzerlerine yemin edilen doğal varlık ve olayların anlam ve değerini, Allah'ın neden bu varlıklar üzerine yemin ettiğini, insanın ancak aklını doğru kullanarak anlayabileceğini ifade etmektedir. [9]
6-14. Bu kümedeki âyetlerde, geçmişte bazı toplulukların İnkâr ve azgınlık*ları yüzünden nasıl helak edildiklerine, maddî güç ve imkânları olsa da bunların kendilerini İlâhî azaptan kurtaramadığına dikkat çekilmekte ve sonraki nesillerin bunlardan ders çıkarmaları hedeflenmektedir. Hz. Nuh'tan sonra tarih sahnesine çıkmış olan Âd kavmi, Yemen'de Uman ile Hadramut arasındaki bölgede yaşamış eski ve önemli bir Arap topluluğudur. İrem ise Ad kavminin bir kolu olup adını kabilenin atası olan İrem'den almıştır. Aynı zamanda topluluğun yerleşim merke*zine de bu ad verilmiştir. "Memleketler içinde benzeri görülmemiş olan, sütunlar*la dolu İrem'e" şeklinde çevrilen 7-8. âyetlerde, son derece mamur ve azametli sü-tunlanyla görkemli yapıları, rengârenk bağlan ve bahçeleriyle tanınan İrem şehri söz konusu edilmiştir. [10] Bu âyetlere "Ülkelerde benzerleri yaratılmamış İrem halkına" şeklinde de mâna verilmiştir. Şevkânî bu mânayı tercih eder. Bu takdirde âyet burada yaşayan Âd kavminin güçlü, benzeri görülmemiş ve uzun ömürlü bir uygarlık kurduğuna işaret etmiş olur. [11] Ancak onlar Hûd peygamberi yalancılıkla suçlamaları sebebiyle güçlerine rağmen helak olup git*mişlerdir. [12]
Semûd kavmi de, kendilerine gönderilen Salih Peygamber'i yalancılıkla İt*ham ettikleri için aynı akıbete uğramıştır. [13]
Zikredilen son örnek Firavun'dur. Âyetteki "zü'1-evtâd" deyimi, firavunun gücünü ve toplumsal itibarını ifade eden mecazî bir anlatımdır. [14]
Bu âyetlerde özellikle şu noktalar dikkati çekmektedir:
a) 6. âyetteki "görme- din mi?" sorusundan Kur'an'm ük muhataplarının, anılan kavimlerin hayat hikâ*yeleri ve başlarına gelen felâketler hakkında kulaktan dolma da olsa bazı bilgilere sahip oldukları anlaşılmaktadır; aynca onların uygarlıklarına ait bazı kalıntıları görmüş veya duymuş da olabilirler,
b) Bu âyetlerde söz konusu edilen kavimlerin iki özelliğine dikkat çekildiği görülmektedir: İlki çok güçlü olmaları, ikincisi de ülkelerinde azgınlığa sapmaları, günah ve İsyanda sınır tanımamaları ve durmadan fesat çıkarmaları. Şu halde bir toplumda özelde yöneticiler ve genelde sorumlulu*ğu olan herkes, inanç ve davranışlarında, uygulamalarında Allah'ın hükümlerini, kitabının ve peygamberinin davetini hiçe sayar, hak ve adalet ölçülerinden sapar ve sonuçta ülkeyi fitne fesat ortamı haline getirirlerse, kaçınılmaz felâketi de hak etmiş olurlar.
"Bu yüzden rabbin onların üzerine ceza kırbacı yağdırdı" mealindeki 13. âyet anılan topluluklara daha başka cezaların da verildiğini göstermektedir. Nitekim bu cezalar Kur'an'da çeşitli yerlerde açıklanmıştır[15]"Çünkü rabbin her şeyi yakından izlemektedir" mealindeki 14. âyet, Allah'ın ilmi*nin sonsuz olduğunu, bütün kullarının tutum ve davranışlarını gözetleyip kontrol ettiğini bildiren kapsamlı bir uyarı ifadesidir. [16] | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:54 am | |
| 15-20. Azgınlık ve taşkınlıkları yüzünden helak edilen kavimlerin durumu haber verilerek gereken uyarı yapıldıktan sonra insanoğlunun azmasına ve kötü sonuçlara sürüklenmesine sebep olan, kendini beğenmişlik ve bencillik duygula*rından gelen başka zaaflarına dikkat çekilmektedir. Hz. Peygamber Mekke müş*riklerine tuttukları yolun yanlış olduğunu, bu gidişleriyle bir gün mutlaka Allah ta*rafından cezalandırılacaklarım hatırlattıkça onlar da tam tersine, kendi yollarının doğru olduğunu, nitekim bu sayede Allah tarafından kendilerine bol nimetler ve servetler ikram edildiğini savunuyorlardı. Şu halde 15. âyetteki "insan11 kelimesiy*le bilhassa belirtilen karakterdeki Mekke müşrikleri ve aynı karakteri taşıyanlar kastedilmiştir. Yüce yaratıcı, hikmeti ve imtihan düzeni gereği, böyle birini çeşit*li yeteneklerle donatıp bol nimete kavuşturduğunda o, bu nimetlerle bir sınamadan geçirildiğini, bunların bir hikmetle kendisine verildiğini düşünerek şükrünü yerine getirmesi gerekirken, bu sorumluluğu aklından bile geçirmeyip sırf layık olduğu için kendisine bu nimetlerin ikram edildiğini düşünüp mutlu olur; sahip olduğu ni*metlerden başkalarını yararlandırarak onların da bu mutluluğa ortak olmaları yö*nünde bir gayret göstermez. Fakat aynı insan rızkında bir daralma olduğunda bu*nun da bir hikmet gereği meydana geldiğini, uhrevî bir mükâfata erişmesine veya akılsızca bir zevk ve safaya düşmekten korunmasına vesile olabileceğini yahut kendi kusurunun, çalışma ve gayretteki noksanlığının bir neticesi olabileceğini dü- şünerek sabretmesi ve kusurlarını gidermesi gerekirken o, kendisinin Allah tara*fından göz ardı edildiği ve haksızlığa uğradığı iddiasında bulunma anlamına gele*bilecek davranışlar içine girer, yakınıp sızlanmaya ve isyan etmeye başlar.
Yaygın yoruma göre "Mirası hak hukuk demeden yiyorsunuz" mealindeki 19. âyette, erkeklerin kadınların miras payına da el koymaları, keza yetimlere ka*lan mirası gasbetmeleri kınanmaktadır.
Bu âyetler bir bütün olarak değerlendirildiğinde burada söz konusu edilen imtihanı (ibtilâ) kazanmanın iki temel ölçüsünün olduğu ortaya çıkmaktadır: 1. Nimetin asıl sahibinin Allah olduğunu, O'nun nimeti bize, liyakatimiz dolayısyla vermeye mecbur olduğu için değil, bir lütuf olarak verdiğini bilmek ve O'na min*nettar olup şükretmek; nimetini kıstığı zaman da hükmüne razı olup sabretmek; 2. Allah'ın verdiği nimetleri yoksul ve himayeye muhtaç olanlarla paylaşmak, buna başkalarını da teşvik ederek bu hususta toplumsal bir duyarlılığın gelişmesine, da*yanışma ve yardımlaşmanın kurumsal bir hale gelmesine katkıda bulunmak. Mek-kî suretlerin ana konularından olan Bu iki davranış ölçüsü, İslâmî kaynaklarda "Allah'ın emrine saygı, Allah'ın yarattıklarına şefkat" şeklinde fomıülleştİrilmiş-tir. [17] Gerek bu âyetlerde gerekse Kur'ân-ı Kerîm1 in bütününde oluşturulmak istenen temel dinî, ahlâkî, toplumsal zihniyetin özü bu*dur. 15-20. âyetlerde müşrik Araplar'daki Allah'a karşı küstahlık derecesine kadar varan benlik iddiası, "öteki"ne karşı tam bir sorumsuzluk ve ilgisizliğe götüren egoizm ve çılgınca bir mal tutkusu son derece veciz ve etkileyici bir üslûpla eleş*tirilirken müslümanlar da Alah'ın İradesine uygun bireysel ve toplumsal hayatın dinî ve ahlâkî temeli konusunda aydınlatılmıştır. [18]
21-26. Kıyamet sahnelerini tasvir eden bu âyetler, benlik iddiasına, mal-mülk ihtirasına kapılarak Allah'a ve insanlara karşı sorumluluğunu unutan insana, haya*tın geçiciliğini, kıyametin dehşetini, bunun ardından kendisini bekleyen, hak etti*ği büyük cezayı ve sonuç vermeyecek pişmanlığı hatırlatmaktadır.
"Rabbin gelip melekler de saf saf dizildiğinde" diye çevirdiğimiz 22. âyeti selef dediğimiz klasik müfessirler herhangi bir tevile gitmeksizin, âyetin lafzına bağlı kalarak anlamışlardır. Bu âlimler, hesap gününde Allah'ın geleceğine inanır*lar, fakat "gelmek"ten maksadın ne olduğu bilgisini Allah'a bırakırlar. Halef deni*len sonraki müfessirler ise tenzih ilkesinden hareket ederek "Allah'ın gelmesinden maksat O'nun emrinin gelmesidir" şeklinde âyeti tevil etmişlerdir. Buna göre âye*tin meali şöyle olmaktadır: "Rabbinin emri gelip melekler de saf saf dizildiğin*de..." Allah'ın veya emrinin gelmesi ve meleklerin saf saf olması gayb âleminden olduğu için bunların mahiyeti hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Mü- minlerin görevi ise âhiret hayatına ve dünyada yaptıklarından dolayı orada Al*lah'ın huzurunda hesap vereceklerine iman etmektir. [19]
27-30. Yukarıda kendisini beğenmiş, bencil ve muhteris insan tipini eleştiren âyetlerin, dolaylı olarak samimi müminler için de "Allah'ın enirine saygı ve Al*lah'ın yarattıklarına şefkat" şeklinde özetlenen bîr inanç ve yaşama modeli ortaya koyduğu ifade edilmişti. İşte 27. âyette sözü edilen "İmanın huzuruna kavuşmuş insan", dünya hayatını bu modele göre yaşayıp tamamlamış olan mümindir. Bu âyetlerde, "Ona âhirette şöyle seslenilecek" gibi bir İfadeye yer verilmeden, doğ*rudan insana hitap edilmesi, Cenab-ı Hakk'ın bu yapıdaki kullarına çok güzel bir iltifatı ve özellikle âyetlerin, doğrudan kulu muhatap alan son derece zarif ve sı*cak üslûbu, inanan insana, uhrevî saadetin bu dünyaya kadar yayılan müjdeli bir kokusu gibi gelmektedir. "İmanın huzuruna kavuşmuş insan" diye çevirdiğimiz "nefs-i mutmeinne" bu bağlamda yukarıda başlıca özelliklerine değinilen modele göre bir dünya hayatı yaşayarak ruhunu kemale erdirmiş mümini ifade eder.
"Nefs-i mutmeinne" derecesine ulaşan insanın çatışmaları yatışmış, sıkıntı ve gerilimleri son bulmuştur; o Allah ile barışık, insanlarla barışık ve kendisiyle ba*rışıktır; dolayısıyla huzur ve tatmin içerisindedir. İnsan için en büyük saadet, kul*luktaki kemali sayesinde rabbini kendisinden hoşnut etmiş, rabbİ tarafından ödül*lendirilerek kendisi de O'ndan hoşnut bırakılmış olmasıdır. Allah Teâlâ'nın cen*netine kabul ettiklerini "Benim kullarım" diye anması iltifatların en güzelidir. Bu sevgi ve hoşnutlukların kullara kazandırdığı son nimet ise cennete kabul edilme*leridir. [20]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/549.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/549.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/549.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/550-551.
[5] Râzî, XXXI, 161; aynca krş. Tekvîr, 81/18
[6] bilgi için bk. Şevkânî, V, 506; Ateş, X, 457
[7] bk. Elmalılı, VIII, 5797
[8] Şevkânî,V,507
[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/551-552.
[10] bilgi için bk. Ömer Faruk Harman, "İrem", DİA, XXII, 443
[11] bk. V, 508-509; krş. Rûm 30/9; Fussilet 41/15
[12] bk. Hakka 68/6-7; Âd kavmi hakkında bilgi için bk. Hûd 11/50-60
[13] bilgi için bk. A'râf 7/73-78; Hûd 11/61-68; Hakka 68/4-5
[14] ayrıntılı bilgi için bk. Sâd 38/12
[15] meselâ bk. A'raf 7/133-134
[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/552-553.
[17] meselâ bk. Râzî, XXXI, 170
[18] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/553-554.
[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/554-555.
[20] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/555 | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:55 am | |
| GÂŞİYE SÛRESİ
88
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
68
Âyet sayısı:
26
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada seksen sekizinci, iniş sırasına göre altmış sekizinci sûredir. Zâriyât sûresinden sonra, Kehf sûresinden önce Mekke'de inmiştir. [1]
Adı
Sûre adını ilk âyetindeki "örten" anlamına gelen "gâşiye" kelimesinden al*mıştır. "Hel etâke..." adıyla da anılmaktadır. [2]
Konusu
Sûrede cehennemliklerle cennetliklerin anketteki durumları tasvir edilmekte, Allah'ın varlığına dair deliller sıralanmakta, tebliğ yöntemi öğretilmektedir. [3]
Meali
Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. O kıyametin haberi sana geldi mi? 2.0 gün kimi yüzler zillete düşmüştür. 3. Çalışmış, yorulmuşlar*dır. 4. Kızgın bir ateşe girerler. 5. Kendilerine kaynar su pınarından içirilir. 6. Onlar için kuru, dikenli bir bitkiden başka yiyecek yoktur. 7.0 da ne bes*ler ne de açlığı giderir. 8.0 gün kimi yüzler de mutludur. 9. Yaptıklarından memnun olmuşlardır. 10. Yüksek bir cennettedirler. 11. Orada boş söz işit*mezler. 12. Orada akan bir pınar vardır. 13-16. Orada yüksek tahtlar, ko*nulmuş kadehler, sıra sıra dizilmiş yastıklar, serilmiş değerli halılar vardır. [4]
Tefsiri
1-7. Kıyamet, dehşetİyle her şeyi kuşatıp sardığı için istiare yoluyla ona "kaplayan, biiriiyen" anlamında "gâşiye" denmiştir.[5] ibrahim sûresinin 50. âyeti dikkate alınarak "gâşiye" kelimesinin "ateş" anlamına geldiği de söylenmiştir. [6]
Müfessirler 2 ve 3. âyetlerde korku içinde kalacağı ve yorgun bitkin düşeceği bildirilen "yüzler"le inkarcıların kastedildiğini söylemişlerdir. Onlar dünya haya*tında büyüklük taslayıp inkâr bataklığına saplandıkları, müminleri küçiinısedikleri, Peygamber'in davetini kabul etmeyi ve müminlerle eşit konumda bulunmayı ken*dilerine yediremedikleri için kıyamet gününde yüzlerini korku bürümüş, çektikleri sıkıntı ve cezadan dolayı bitkin bir halde bulunacakları ifade edilmektedir. 4, âyet inkarcıların gireceği cehennemin son derece sıcak ve kızgın olduğunu, 5. âyet ise orada kendilerine serinletici içecek yerine aşırı derecede sıcak sıvılar verileceğini bildirmektedir. 6-7. âyetlerde inkarcılara verilecek yiyeceğin kuru dikenden ibaret olduğu, ihtiyacı karşılamadığı gibi çektikleri elem ve ıstırabın artmasından başka bir şeye yaramayacağı haber verilmektedir, Cehennemliklerin yiyecek ve içecekle*ri burada anlatılanlardan ibaret değildir. Meselâ Sâffât, 37/62,67'de yiyecek olarak "zakkum ağacı"ndan, içecek olarak kaynar su karışımı bir sıvıdan; Muhanımed 47/15 'te bağırsakları parçalayıcı bir içecekten, Hakka 69/36'da cehennemde yanan*ların bedenlerinden akan sıvıdan söz edilmiştir. Bu örneklerde de görüldüğü üzere Kur'an'da, genellikte insanlarda eksik de olsa bir çağnşım yapması ve sonuçta bir korku ve kaygı uyandırıp günahlardan uzaklaşmaya teşvik etmesi için cehennem ve oradaki şartlar dünya hayatında korku, acı, nefret tiksinti vb. duygular veren bazı olaylar, durumlar, maddeler İçin kullanılan kelimelerle, isimlerle anılmış, bu yön*de tasvirler yapılmıştır. Ancak yeri geldikçe ifade edildiği gibi[7] âhiret hayatı gayb âleminden olduğu için orayla ilgili tasvirlerden mutlaka kelime ve sözlerin ifade ettiği dış mânayı anlamak ve böylece oradaki ni*met veya sıkıntıların da dünyadakilerin aynısı olduğu gibi bir sonuca varmak ge*rekmez. Müminler bunlara inanır, mahiyetini ise Allah'ın bilgisine havale ederler. [8]
8-11. Önceki âyetlerde cehennemliklerin durumu tasvir edildikten sonra bu*rada da dünyada Allah'ın buyrukları doğrultusunda yaşayan müminler için hazır*lanmış olan cennet nimetleri tasvir edilmektedir. 8. âyette mutluluktan parıldadığı bildirilen "yüzler"den maksat müminlerdir. Müminler dünyada yaptıkları güzel amellerin karşılığı olarak Allah'ın kendileri için hazırlamış olduğu cennet nimetle*rine ermeleri sebebiyle sevinçli ve mutlu olurlar. Bu sebeple yüzleri güleç, parlak ve güzeldir. Nitekim başka bir âyette "yüzlerinde nimetlerin sevincini görürsün"[9] buyurulmuştur. 9. âyet, müminlerin dünyada yaptıktan güzel amellerin karşılığı olarak âhirette eriştikleri nimetlerden hoşnut olduklarını ifade eder. 10. âyette zikredilen cennetin yüksekliği, maddî anlamda olabileceği gibi cennetin yüksek değerini de İfade edebilir. Çünkü bir hadîs-i kudsîde belirtildiği gibi orada canların çektiği, gözlerin zevk aldığı hatta bu dünyada gözlerin görme*diği, kulakların işitmediği ve akıllara gelmeyen son derece güzel ve değerli nimet*ler vardır. [10]Müminle*rin cennette duymayacakları belirtilen "boş söz"ü müfessirler "yalan, iftira, inkâr, küfür, yalan yere yapılan yemin, çirkin söz vb." anlamlarda yorumlamışlardır. [11]
12-16. Cennete girenlerin mutluluğuna İşaret edildikten sonra burada insanın dünyada tanıdığı maddî zevkler ve nimetler için kullanılan kelimelerle bazı cennet nimetleri sıralanmıştır. Kuşkusuz bunlar birer örnek olup Kur'an'da yeri geldikçe bağlama göre daha birçok cennet nimetinden söz edilmiştir. Kur'an'a göre cennet göklerle yer kadar geniş[12] yakıcı sıcağın veya dondurucu soğu*ğun söz konusu olmadığı bir mekân[13] içinde su, süt, şarap ve bal ır*maklarının aktığı bir yurt[14] ve tavsif edilemeyecek kadar güzel*likleri bulunan nimetler ortamıdır. [15]
Meali
17-20. Peki insanlar devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildi*ğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bakmazlar mı? 21. Artık sen öğüt ver, çünkü sen ancak bir uyarıcısın. 22. Onlara egemen bir zorba değilsin. 23. Ancak kim yüz çevirir ve inkâr ederse, 24. Allah onu en büyük azapla cezalandırır. 25. Kuşkusuz onların dönüşü ancak bizedir. 26. Daha sonra onların sorgulanması da ancak bize aittir. [16]
Tefsiri
17. Öldükten sonra dirilmenin mümkün olmadığını iddia eden inkarcılara ce*vap veren bu ve bundan sonraki sorulu İfadelerde, çevrelerini kuşatan doğal varlık ve olaylardaki İlâhî kudretin tecellilerine muhatapların dikkati çekilerek öldükten sonra dirilmenin mümkün olduğu anlatılmaktadır. Evrendeki her şey Allah'ın kud*retini göstermekle birlikte Kur'an'ın İlk muhataplarının en çok sevdikleri ve sahip olmak İstedikleri mal deve olduğu için önce onun yaratılışına dikkatleri çekilerek ibret almaları istenmektedir. Dayanıklılığı, binme kolaylığı, taşıma gücü; etinden, sütünden ve yününden istifade edilmesi gibî özellikleri deveyi çöl ortasında yaşa*yan insanlar için vazgeçilmez bir değer haline getirmiştir, Kuşkusuz burada Kur'an'ın ilk muhatapları olan Araplar için taşıdığı büyük önemden dolayı deve*den söz edilmiş olup bu yalnızca bir örnektir. Asıl maksat ise insanlar için benzer şekilde değer ifade eden canlısıyla cansızıyla çeşitli nimetleri yaratmış olan Al*lah'ın üstün gücünü ve lütufkârlığını hatırlatmaktır. "Deve" diye çevirdiğimiz "ibil" kelimesinin "yağmur yüklü bulut" anlamına geldiği, âyette bu anlamın kas*tedilmiş olabileceği de belirtilmiştir. [17]
18. Göğün yükseltilmesinden maksat, gök cisimlerinin görünen herhangi bir dayanağı olmaksızın ilâhî bir nizam içerisinde uzay boşluğunda hareketlerinin sağlanmasıdır. Nitekim Ra'd sûresinin 2. âyetiyle Lokman sûresinin 10. âyetinde Allah'ın gökleri direksiz bir şekilde yükselttiği ifade edilmiştir. Amaç, onların ko*numlarım ve düzenlerini koruyup sürdürmelerinin kesinlikle bunu sağlayan bir yaratıcı ve yönetici güç sayesinde mümkün olduğunu anlatmaktır. Bu gücün koy*duğu ve yürüttüğü yasalar sayesindedir ki gök cisimleri kendileri için takdir edilen konumdan kayma, sapma ve düşme gibi durumlara karşı korunmuş ve korunmak* tadır. [18]
19. Yerküre üzerinde sabit dağların dikilmesi yerin dengesini sağlamaktadır. Nitekim muhtelif âyetlerde yerkürede sarsıntı olmaması için orada sabit dağların yerleştirildiği ifade edilmiştir. [19] Ayrıca dağların yeryüzünde daha rahat korunma ve barınmaya elverişli or*tamlar oluşturması, su kaynaklan ve akarsu imkânları sağlaması, özel bitki örtüsü, maden ocakları gibi başka imkânlarıyla İnsanlar ve diğer canlılar için hayatı kolay*laştırdığı, birçok yararlar taşıdığı bilinmekte; bu gibi sebeplerden dolayı Kur'an'da dağların yaratılışı sık sık hatırlatılmaktadır. [20]
20. Muhatapların dikkatleri canlıların yaşamasına elverişli biçimde yaratıl*mış olan yeryüzüne çevrilerek ibret almaları istenmektedir. Âyetten ayrıca müs-lümanlann dolaylı olarak zooloji, astronomi, jeoloji, tarih ve coğrafya gibi deney*sel bilimlerle meşgul olmaya teşvik edildiği anlamı da çıkarılabilir. Bunlar yapıl*dığı takdirde hem Allah'ın üstün kudretinin izleri daha yakından ve sağlıklı müşahede edilmek suretiyle maksat hasıl olur hem de maddî dünyaya ait sağlam bilgiler edinüdiği için ondan istifade etme imkânı artar ve böylece bu bilgilere sahip olanlar onları daha verimli ve yararlı olarak kullanma imkânını elde ederler. [21]
21-24. Allah Teâlâ Resulüne, hiçbir baskı ve zorlamaya meydan vermeden İnsanları uyarmasını ve gerçekleri onlara tebliğ etmesini emretmektedir. Çünkü iman ve ibadet ancak kişinin ikna olmasına, gönülden isteyip benimsemeye bağ*lıdır. Zor karşısında kalan kimsenin "inandım" demesi ve ibadet etmesi sadece bir aldatma ve durumu kurtarmadır. Bu yüzdendir ki muhtelif âyetlerde Peygamber1 in görevinin insanları mutlaka hidâyete erdirmek değil, sadece Allah'ın gönderdiği vahyi tebliğ etmek olduğu bildirilmiştir. [22] Bazı müfessirler bu âyetin neshedildiğini yani hük*münün kaldırıldığını söylemişlerse de bize göre bu görüş isabetli değildir. Meşru savunma ve hakların korunması için savaş emri geldikten sonra da Hz. Peygamber inanmayanları imana zorlamamış, yalnızca topluma zarar verenleri sürgüne gön*dermiş, diğer gayrimüslimlerle hukuk çerçevesinde aynı ülkede yaşamış ve yaşan*masını istemiştir.
23-24. âyetlerde uyarıldıkları halde söz dinlemeyip inkâra devam edenleri, Allah'ın "en büyük azap" ile cezalandıracağı vurgulanmaktadır. Başka bir âyette de en büyük azabın âhiret azabı olduğu ifade edilmiştir. [23]
25-26. Kur'an'dan ve Hz. Peygamber'den yüz çeviren inkarcılar her ne kadar inkârlarında devam etseler de sonunda varacakları yerin Allah'ın huzuru olduğu ifade edilmiştir. Bu sebeple onların, 24. âyette anlatılan "en büyük azap"la cezalandırılmaktan kurtulmaları mümkün değildir. Zira hesaplarım başkasına değil Allah'a vereceklerdir. Hesap, insanların dünyadaki inanç ve davranışların*dan dolayı âhirette sorguya çekilip yargılanmalarını ifade eder. Kur'an ter*minolojisinde hesap genellikle, "kötü davranışların dünyadaki [24] ve daha çok da âhİretteki yansımaları ve sahiplerinin cezalandırılması" mânasında da kullanılmıştır. Bununla birlikte iyi davranışların âhirette mükâfatlandınlması an*lamı da vardır. [25]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/541.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/541.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/541.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/541-542.
[5] Zemahşerî, IV, 246
[6] Şevkânî, V, 499
[7] meselâ bk. Mutaf-fifin 83/22-28
[8] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/542.
[9] Mutaffifîn, 83/24
[10] Buhârî, "Tevhîd", 35; Müslim, "İman", 312; "Cennet", 2-5
[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/543.
[12] Âl-i îmrân, 3/133
[13] İnsan 76/13
[14] Muhammed 47/15
[15] Cennet nimetleriyle ilgili bu tür tasvirleri nasıl anlamamız gerektiği konusunda bk. Mutaffifîn 83/22-28
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/543.
[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/543-544.
[17] bk. Zemahşerî, IV, 247; Kurtubî, XX, 35
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/544.
[18] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/544.
[19] meselâ bk Nahl 16/15; Lokman 31/10; Nebe', 78/7
[20] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/544.
[21] Elmalılı,Vm,5786
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/545.
[22] meselâ bk. Âl-İ İrnrân 3/20; Nahl 16/82; Kasas 28/56; Şûra 42/48
[23] bk. Kalem 68/33
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/545.
[24] Talâk 65/8
[25] hesap hakkında bilgi için bk. Emrullah Yüksel, "Hesap", DİA, XVII, 240
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/545. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:55 am | |
| A'LA SÛRESİ
87
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
8
Âyet sayısı :
19
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada seksen yedinci, iniş sırasına göre sekizinci sûredir. Tekvîr sûresinden sonra, Leyi sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Medine'de in*diğine dair rivayet de vardır.[1]
Adı
Sûre adını birinci âyette geçen "aiâ" kelimesinden almış olup kaynaklarda yaygın olarak bu adla tanınmaktadır. "Sebbihi'sme Rabbike'1-a'lâ" ve "Sebbih" adlarıyla da anılmaktadır. [2]
Konusu
Sûrede Allah, vahiy ve Kur'an, Peygamber ve tebliğ görevi, tebliğ karşısın*da insanların farklı tavır takınmaları ve bunun ebedî hayattaki sonuçları ele alın*mıştır.[3]
Fazileti
Kaynaklarda, Hz. Peygamber'in A'lâ sûresini okumaktan büyük zevk aldığı; vitir, bayram ve Cuma namazlarında onu okuduğu bildirilmektedir. [4]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Yüce rabbinin adını tenzih ederek an; 2. Yaratıp uygun şekil Yeren; 3. Ölçülü ve amaçlı yapan, yol gös*teren; 4-5. Yeşil bitkileri çıkartan, sonra onları kapkara bitki kalıntısı hali*ne getiren (Rabbinin). 6-7. Sana okutacağız re Allah dilemedikçe unutmaya*caksın. O, açık olanı da bilir, gizli olanı da. 8. Sana kolaylık ve huzurun yol*larını açacağız. 9. O halde öğüt fayda verirse öğüt ver. 10. Allah'tan korkan öğüt alacaktır; 11. Ebedî mutluluktan nasibi olmayan da ondan uzak durur. 12, İşte en büyük ateşe girecek olan odur. 13. Sonra orada ne ölür ne de ya*şar. 14-15. Doğrusu arman ve rabbinin admı anıp namaz kılan kurtuluşa er*miştir. 16. Fakat siz dünya hayatını tercih ediyorsunuz. 17. Oysa âhiret da*ha hayırlı ve süreklidir. 18-19. Bunlar önceki kitaplarda, İbrahim ve Mu*sa'nın kitaplarında da vardır. [5]
Tefsiri
1-5. "Tesbîh", Allah'ı kendisine layık olmayan isimlerden, niteliklerden ve eylemlerden tenzih etmek, O'nun böyle kusurlardan uzak olduğunu kabul ve ifa*de etmektir. "Uygun şekil verme" diye çevirdiğimiz 2. âyetteki "tesviye" kavramı, Kur'an'da genellikle Allah'ın, yarattığı varlığa, onun varlık türünün gerektirdiği yapıyı, şekli vermesi, uygun forma kavuşturması" anlamında kullanılmaktadır. Bu âyette ise "sevvâ" fiilini -nesnesi belirtilmediğinden- "her şeye uygun şeklini ver*me" olarak anlamak gerekir. [6]
Allah'ın yol göstermesinden (3. âyet) maksat, yarattığı şeylerin tabiatını be*lirleyip onu hedefine doğru yöneltmesidir. Şevkânî âyeti şöyle yorumlar: "Allah varlıkların cinslerini, türlerini, niteliklerini, ne yapacaklarını, ne söyleyeceklerini, ecellerini takdir etmiştir; her birini yapabileceği, kendisine uygun olan davranışla*ra yöneltmiş ve yaratıldığı amaç istikametinde hareketini kolaylaştırmış, din ve dünya İşlerinde yapması gerekeni ona ilham etmiştir"[7]
4 ve 5. âyetler, Allah'ın baharda yeşil bitkileri bitirip vakti gelince onları kap*kara bitki kalıntısı haline getirmesi şeklinde açıklandığı gibi mecazen "canlı varlık- lara hayat veren ve zamanı gelince onları öldüren" anlamında da yorumlanabilir. Bazı çağdaş yorumcular 5. âyetin, kömür madeninin teşekkülüne işaret ettiğini İle*ri sürmüşlerdir. Buna göre ilâhî kudret önceleri her türlü bitkileri, ağaçlan yetişti*rip uzun zaman sonra bunları kömür haline getirmiştir, âyet bu olayı ifade etmek*tedir. Zira kömür yataklarının daha önceki jeolojik dönemlerde yaşamış olan dev bitkilerle ormanların jeolojik değişikliklerin ardından yer altında basınç ve ısı etki*siyle kömüre dönüşmüş olduğu bilinmektedir. Cansız madde olan taş ve topraktan yemyeşil otların ve ormanların çıkması nasıl Allah'ın kudretini gösteren bir olaysa onların zamanla taş kömürüne dönüşmesi de öylece O'nun kudretini gösteren bir olaydır. [8]
6-8. Hz. Peygamber ilk dönemlerde kendisine gelen Kur'an vahyini ezberle*me konusunda oldukça aceleci davranıyor, bir kelime veya harfi kaçırma korku*suyla Cebrail vahyi henüz tamamlamadan tekrar etmeye çalışıyordu. Bu sebeple Resûlullah'a Kur'an okurken acele etmemesini emreden ve onu unutmayacağı ko*nusunda güvence veren Kıyâme sûresinin 16-19. âyetleriyle "Sana Kur'an'ı oku*tacağız ve Allah dilemedikçe unutmayacaksın" mealindeki bu sûrenin 6. âyeti in*miştir. Böylece bir taraftan Hz. Peygamber bu davranışından vazgeçirilmiş oluyor, diğer taraftan da vahyin korunmasının güvenceye alındığı bildiriliyordu (Şevkânî, V, 494). Hz. Peygamber'in unutmaktan korunmuş olması da Allah'ın kudretini gösteren delillerdendir. Peygamber'in şahsında gerçekleşen bu ilâhî mucizenin sırrı, Kur'an'ı okuma ve ezberleme tarzında ümmetin hafızlarında sürekli olarak tecelli etmektedir. 7. âyette unutturmama garantisine, "Allah dilemedikçe..." şek*linde yapılmış bulunan istisna hususunda müfessirler farklı görüşler İleri sürmüş*lerdir. Bazıları bu İstisnanın neshe delâlet ettiğini yani "Allah herhangi bir hükmü yürürlükten kaldırmak istediği zaman onu Peygamber'e unutturur" mânasına gel*diğini ifade ederler. Bazı âlimlere göre İse bu âyet -tıpta "Gerçek şu ki, biz diler*sek sana vahyettiğimizi ortadan kaldırırız"[9]mealindeki vb. âyet*lerde[10] olduğu gibi- Peygamber'in unutmasını Allah'ın hiç dilemediği, dolayısıyla onun da hiçbir zaman unutmadığı" anlamına gelir. [11] Bize göre "Sizler ancak rabbinizin (bunu) dilemesi sayesinde dileyebilirsiniz"[12] âyetinde olduğu gibi burada da bir ilâhî kanuna, bir ilkeye atıf yapılmaktadır, Kulunu yaratılış amacına uygun ola*rak şekillendiren ve donatan Allah'tır. O böyle yapmasaydı insan böyle olmazdı; düşünemez, konuşamaz, aklında tutamaz, unutamazdı. 6. âyete göre Resûlullah, kendisine okutulanı (Kur'an'ı) asla unutmayacaktır; ancak bu, Allah istediği için böyledir; unutmasını isteseydi elbette unutacaktı.
Müfessirler, "Sana kolaylık ve huzurun yollarını açacağız" mealindeki 8. âyeti de Hz. Peygamber'in şahsına Özgü olarak değerlendirip kolaylaştırmayı "Al*lah'ın onu, beşerî bir çaba göstermeden Kur'an'ı ezberlemeye, dinin kurallarını uygulamaya, kendisini cennete götürecek amelleri yapmaya muvaffak kılması" şeklinde yorumlamışlardır. [13] Şev-kânî ise "din ve dünya işlerinden hangisine yönelirse o yolda muvaffak kılması" anlamında yorumlamıştır. [14]
9-15. "...öğüt fayda verirse öğüt ver" mealindeki ilk âyetin lafzından, öğüt verilebilmesi için verilecek öğüdün muhataba fayda sağlamasının şart koşulduğu anlaşılırsa da müfessirler, öğüt fayda verse de vermese de peygamberin öğüt ver*mek zorunda olduğu, âyetin böyle anlaşılması gerektiği kanaatindedirler. Râzî, öğüt vermenin veya hakikati anlatmanın ilk etapta gerekli (vacip) olduğunu, tek*rarının gerekli olmasının ise öğüdün yarar sağlaması ve böylece amacın gerçekleş*mesi durumuna bağlı bulunduğunu belirtmiştir. [15] Buna göre Hz. Pey*gamber'in Allah'tan aldığı talimatı muhataplara duyurması onun misyonunun ge*reğidir. Öğüt vermenin faydalı olacağı kanaatine varıldığı takdirde devam etmek de vaciptir. Ancak inkârda kararlılık gösteren, gerçekle alay eden insanlara öğüt vermek onların inkâr ve inatlarını arttırmaktan başka bir şeye yaramaz. Bu yüzden Allah, "O halde bizi anmaktan yüz çevirenden ... sen de yüz çevir" buyurmuştur. [16] Âyetteki "öğüt fayda verirse" diye çevrilen kısım, "Öğüt mut*laka fayda verir" şeklinde anlamaya da elverişlidir. Burada belli bir grup değil, Öğüde muhatap olan herkes kastedildiği için muhatapların sayısı az veya çok olsa da bir kısmının öğütten mutlaka yararlanacağı kesindir. Nitekim 10. âyette bu hu*sus açıkça ifade edilmiştir.
10-11. âyetlerde öğüdün herkese fayda vermeyeceği, ondan ancak Allah'tan korkanların faydalanacağı, Allah'tan korkmayan, isyan ve günah batağına saplan*mış olan bedbahtların ise ondan kaçacakları bildirilmiştir. 12. âyet öğütten kaçma*nın, hakikate sırt çevirmenin sonuçta insanı cehenneme sürükleyeceğini haber ver*mektedir. "Sonra orada ne Ölür ne de yaşar" mealindeki 13. âyet ise azabın ebedî*liğini ve korkunçluğunu ifade etmektedir. Cehennemdekiler Ölmezler, yaşarlar; ancak çektikleri dikkate alındığında bunun olumlu anlamıyla yaşamak olmayaca*ğı da muhakkaktır. Buna karşılık 14-15. âyetlerde öğütlere kulak veren, kalplerini şirk, günah ve kötü ahlâkın kirlerinden temizleyen, namaz kılıp sadaka ve zekât vermek suretiyle nefsini arındıran kimselerin kurtuluşa erecekleri bildirilmiştir.
14. âyette "arınan" diye tercüme ettiğimiz "tezekkâ" fiili, "insanın nefsini kontrol altına alması, her türlü şirk ve günahtan uzaklaşması, Allah'ın birliğine iman edip dinin emir ve yasaklanın yerine getirmesi" anlamına geldiği gibi "zekât vererek arınmak" mânasına da gelir. Ancak Mekkî sûrelerde yer alan "zekât" ta*birleriyle[17] hükümleri etraflı olarak açıklanmış ze*kât değil, mutlak anlamıyla mâlî İçerikli dinî görevler kastedilmiştir. Çünkü ku*rumsal anlamda zekât Medine döneminde farz kılınmıştır. [18] Şu halde âyetteki "tezekkâ" kelimesi hem malı haramlardan ve kul haklarından hem de nefsi günah kirlerinden arındırmayı ifade eder. 15. âyette Allah'ın adını anan ve namaz kılan kimsenin kurtuluşa ereceği bildirilmiştir. Ancak burada geçen, "namaz kılma" olarak çevirdiğimiz "salla" fiiliyle ilgili farklı yorumlar yapılmış*tır. Bazı müfessirlere göre bundan maksat bilinen beş vakit namazdır; bazılarına göre bayram namazı, bir kısmına göre de "salât" kelimesinin sözlük anlamı olan duadır. [19] Beş vakit namaz Mekke döneminin sonlarına doğru farz kılındığına ve bu sûre de oldukça erken bir dönemde İndiğine göre, buradaki "salât" kavramını da beş vakit namaz olarak değil, ilk müslümanlann beş vakit na*mazdan farklı ibadetleri olarak anlamak uygun olur. [20]
16-17. Önceki âyetlerde kurtuluşun, nefsi ve malı arındırıp âhirete hazırlıklı gitmekte olduğu bildirilmişti. 16. âyette ise insanların genellikle geçici dünya ha*yatı ve zevklerini âhirete tercih ettikleri hatırlatılmaktadır. Oysa âhiret hayatı da*ha hayırlı, kalıcı ve sonsuzdur. Bu durum, -Yüce Allah'ın rahmetinin bir tecellisi olarak- İnkarcıları bir kere daha uyarmak, müminlere de böylesi yanlışlardan uzak durmaları yolunda telkinde bulunmak üzere 17. âyette vurgulu bir şekilde ifade edilmiştir. [21]
18-19. "Kitaplar" diye çevirdiğimiz "suhuf" kelimesi kitapla eşanlamlı olan "sahîfe"nin çoğuludur. Bu bağlamda kitap, Allah tarafından peygamberlere gön*derilen vahyi ifade eder. Buna göre her iki âyette yer alan "suhuf'tan maksat, "Hz. İbrahim ve Hz. Musa'ya verilen kitaplardır. Bu iki peygambere nispet edilen sahî-feler, geçmiş vahiylerin sadece birer örneğini teşkil eder. Çünkü vahiy bunlarla sı*nırlı değildir. İsimleri bildirilen başlıca kitaplar, Tevrat, İncil, Zebur ve Kur'ân'dır. Sahîfelerden 10'unun Hz. Âdem'e, 50'sinin Şit'e, 30'unun İdris'e, 10'unun da İbrahim'e (a.s.) verildiği rivayet edilir. [22]
Şu'arâ sûresinin 196. âyetinde olduğu gibi bu son âyetler de vahyin tek kay*naktan, Allah'tan geldiğini ve ilâhî dinlerin iman, ibadet ve ahlâk konularında ay*nı prensipleri, evrensel gerçekleri ve değerleri getirdiğini ifade etmektedir. Konuy*la hiçbir alâkası olmadığı halde bu âyetlerden, Kur'an'm lafız değil, mâna ve hü*küm olduğunu, bunun ise belli bir dile ait bulunmadığım, başka peygamberlere gönderilmiş kitaplara da Kur'an denilebileceğini ve Kur'an'm namazda her dilden okunabileceğini söyleyenler, peşin hükümlerine sonradan kanıt arama yoluna gi*renlerdir. Söyledikleri doğru olsaydı bile okumak için -sıradan insanların çevirile*ri değil- eski peygamberlere gönderilen vahyin asıl metinlerine ihtiyaç olur, yalnız bunlar okunabilirdi. Bu da -o metinler mevcut olmadığı için- fiilen imkânsızdır. [23]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Şevkânî, V, 492
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/533.
[2] İbn Âşûr, XXX, 280
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/533.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/533.
[4] bk. İbn Kesîr, VIII, 399-400; Emin Işık, "A'lâ Sûresi", DİA, n, 310-311
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/533.
[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/ 534.
[6] Aynca bk. Hicr 15/29
[7] bk. V, 493
[8] bk. Elmalılı, VIII, 5747-5758; Emin Işık, "A'lâ Sûresi", DİA, H, 311
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/534-535.
[9] bk. İsrâ, 17/86
[10] meselâ Hûd 11/107-108
[11] bk. Şevkânî, V, 494; Elmalılı, VIII, 5760
[12] İnşân 76/30
[13] Zemahşerî, IV, 243-244; Râzî, XXXI, 142-143
[14] bk. V, 494
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/535-536.
[15] XXXI, 144
[16] bk. Necm 53/29
[17] Zâriyât, 51/19; Meâric, 70/24
[18] bk. Tevbe, 9/103
[19] Taberî, XXX, 100
[20] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/536-537.
[21] ayrıca bk. A'râf, 7/169; Yûsuf, 12/109; Duhâ, 93/4
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/537.
[22] bk. Zemahşerî, IV, 245
[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/537-538. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:56 am | |
| TARIK SÛRESİ
86
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
36
Âyet sayısı :
17
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada seksen altıncı, iniş sırasına göre otuz altıncı sûredir. Beled sûresinden sonra, Kamer sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]
Adı
Sûre adını ilk âyette geçen ve "yıldız" anlamına gelen "tank" kelimesinden almıştır. [2]
Konusu
Sûrede insanın yaratılışı ve hayatının Yüce Allah tarafından denetlendiği, öl*dükten sonra dirilme ve haşre İman, Kur'an'ın gerçekliği, inkarcıların söz konusu gerçeği hiçbir zaman engelleyemeyecekleri gibi hususlar ele alınmıştır. [3]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Andolsun gökyüzüne ve (on*da) gece çakıp görünene! 2. O, gece çakıp görünen nedir bilir misin? 3. Ka*ranlığı delen yıldızdır. 4. Hiç kimse yoktur ki, başında bir göz kulak olanı bu*lunmasın. 5. Artık insan neden yaratıldığına bir baksın. 6.0, atılan bir sudan yaratıldı. 7. O su bel ve göğüs kafesi arasından çıkar, 8. Şüphesiz Allah onu (öldükten sonra) tekrar yaratmaya elbette kadirdir; 9-10. Bütün sırların orta*ya dökülüp de insanın ne bir gücü ne de yardımcısının bulunamayacağı gün. 11-13. Andolsun dönüşlü semâya ve bitkiyle yanlan yere ki Kur'ân (hak ile bâtılı) ayıran bir sözdür. 14.0 asla bir şaka değildir. 15. Onlar bir tuzak ku*ruyorlar; 16. Ben de bir karşı plan hazırlıyorum. 17. Sen o inkarcılara süre ver, onlara biraz zaman tanı. [4]
Tefsiri
1-4. "Gece çıkıp görünen" şeklinde çevirdiğimiz "tank", sözlükte "gece ge*len, şiddetle vuran, çarpan" anlamlarına gelir. Yıldızlar gece görünüp gündüz kay*bolduğu için onlara da "tank" denmiştir. Müfessirler buradaki "tânk"ın özel bir yıldız mı yoksa genel anlamda yıldız mı olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerse de[5] ışınlan gece*nin karanlığını delip yeryüzüne ulaştığı için 3. âyette "delen yıldız" anlamında "en-necmü's-sâkıb" tamlamasıyla tarif edilmiştir. Bu tariften "tânk"ın genel an*lamda yıldız olduğu anlaşılmaktadır. Bu âyetlerde söze göğe ve yıldıza yemin edi*lerek başlanmasının sebebi, 4. âyette belirtilen asıl konunun, yani insanın dünya*daki hayatının daima bir denetleyicinin, koruyucunun kontrolünde olduğu gerçe*ğinin önemine dikkat çekmektir.
"Yıldızlarla da insanlar yollarını bulurlar"[6] mealindeki âyetin mecazî anlamından hareketle "târik", "manevî semâdan gelip vicdana işleyen ve zihinlere nakşedilerek insanı içindeki ve dışındaki karanlıklardan çıkanp aydınla*tan ilâhî irşatlar olarak da yorumlanmıştır. [7]
4. âyette "göz kulak olan" diye çevirdiğimiz "hafız" kelimesini bazı müfes*sirler, "Oysa sizi gözetleyen muhafızlar, değerli yazıcılar var"[8] mealindeki âyetleri dikkate alarak "İnsanın yaptığı hayır ve şerri kaydeden yazıcı melekler" diye tefsir ederken [9] bazılan da "Kişinin önünde ve arkasında Allah'ın emriyle onu kayıt ve koruma altına alan takipçiler vardır" [10] âyetlerine dayanarak musibetlere karşı insanlan koruyan muhafız melekler olarak tefsir eder [11] Bununla bir*likte "hafız" kelimesini, "meleklerin yapıp ettiklerini de kontrol eden ve bilen", "her şeyin koruyucusu" [12] "her şeyi hakkıyla gözeten"[13] ve "her şeye şâhid olan"[14]Yüce Allah'tır diye yorumlamak da müm*kündür. [15]
5-8. Öldükten sonra dirilmeyi ve âhiret hayatını inkâr eden insanın, kendi ya*ratılışına bakarak ibret alması ve âhiret olayını buna göre değerlendirmesi isten*mektedir. "O su, göğüs kafesi arasından çıkar" diye çevirdiğimiz 7, âyeti müfes-sirlerin çoğunluğu, "erkeğin bel kemiği, ile kadının kaburga kemiğinden çıkar" şeklinde yorumlamışlardır. [16] Hz. Pey-gamber'in "Erkek ve kadından hangisinin suyu üstün gelirse çocuk ona benzer" [17]anlamındaki hadisi de bu ikili işlevi ifade eder. Zira hadis çocuğun, eşlerin her ikisinin "suyunun" birleşmesinden yani sperm ile onun dölle-diği yumurtacığın karışımından meydana geldiğini gösterir. Kur'an, buna "katı*şık" (karışımlardan oluşan) meni" anlamında "nutfetün emşâc"[18] de*mektedir. Biz 7. âyetin İlgili kısmını "bel ve göğüs kafesi" diye çevirmeyi uygun bulduk. Çünkü göğüs kafesi içinde akciğer ve kalp, bel kemiğinin (omurga) için*de ise omurilik vardır. Bu kemikler hem vücudun sınırlarını çizer gibidir hem de en hayatî organları içinde barındırmaktadır. Âyette bunlar zikredilerek insan vü*cudu kastedilmiş, meni ve yumurtanın kadın ve erkek vücudunda oluştuğuna, ço*cuğun da bunların birleşmesi sonucunda, var oluşunun İlk aşamasına girdiğine işa*ret edilmiştir. [19] 8. âyette insanı yukarıda anlatılan meni*den yaratıp mükemmel bir varlık haline getiren yüce yaratıcının onu öldükten son*ra diriltmeye de kadir olduğu vurgulu bir şekilde ifade edilmektedir. [20]
9-10, "Sırlar"dan maksat kişinin özel defterine kaydedilmiş olan amelleri, "sırların ortaya döküleceği gün" ise kıyamet günüdür. [21] 9. âyet kıyamet gününde insanların inançları, niyetleri, sırlan ve bütünüyle yapıp et*tiklerinin ortaya çıkacağını ve bunlardan Allah'ın huzurunda sorgulanacağını; 10. âyet ise âhirette İnsanın kendisini Allah'ın hükmettiği cezaya karşı koruyacak bir gücü ve yardımcısının bulunmayacağını ifade etmektedir. [22]
11-14. Semânın sıfatı olup "dönüşlü" diye çevirdiğimiz "zâti'r-rec"' ifadesi*ni müfessirler iki türlü yorumlamışlardır:
a) "Yağmur veya yağmur yüklü bulutla*rı olan" demektir. Buna göre "dönüşlü semâ" ibaresi, göğün buharlaşma yoluyla yerden aldığı suları yağmura çevirip yere geri döndürmesini, sürekli tekrar eden bu dönüşü ifade eder. [23]
b) Gökte bulunan yıldızlar, güneş ve ayın tekrar tekrar batıp doğmalarını anlatır. [24]
"Bitkiyle yanlan yer" ifadesi, incecik ve yumuşak filizlerin sert toprakları ya- rarak yerin üzerine çıkmasındaki olağanüstülüğe dikkat çekmektedir. Âyetlerde bu muhteşem olayların gerçekleştiği gök ve yere yemin edilerek bunlar nasıl gerçek ise ve Yüce Allah'ın kudretinin tecellileri ise Kur'an'ın da aynı şekilde gerçek ol*duğu, Allah'ın kelâm sıfatının tecellisi olduğu anlatılmaktadır. [25]
15-17. İnkarcılar Hz. Peygamber'i engellemek ve getirdiği dini yok etmek maksadıyla ona karşı düşmanca tavırlar sergiliyor, hatta onun varlığını ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı; bu amaçla ona karşı komplo düzenliyor, tuzaklar kuru*yorlardı. 15. âyet bunları ifade etmektedir. Allah Taâlâ'nuı onlara tuzak kurması ise "Peygamber'e karşı kurdukları tuzakları engelleyip, onların planlarını boşa çı*karması, kendi aleyhlerine çevirmesi ve onları cezalandırması" anlamına gelir. Müşrikler inkârlarına ve Resûlullah'a yaptıkları kötülüklere devam ettikleri halde Yüce Allah tarafından hemen cezalandırılmayıp onlara süre tanıması İçin Hz. Pey*gamber'e emir verilmesi, tövbe edip dönmedikleri takdirde cezalarının şiddetli olacağını gösterir. [26]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/527.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/527.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/527.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/528.
[5] bk. Zemahşerî, IV, 240-241; Şevkânî, V, 486487
[6] Nahl, 16/16
[7] bk. Elmalılı, VIII, 5699
[8] İnfitâr 82/10-11
[9] Zemahşerî, IV, 241; Elmalılı, VIH, 5701
[10] Ra'd, 13/11
[11] İbn Kesîr, VIII, 396
[12] Hûd, 11/57
[13] Ahzâb, 33/52
[14] Mâide, 5/117
[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/528-529.
[16] Taberî, XXX, 92-93; İbn Kesir, VIII, 396
[17] Müslim, "Hayz", 33
[18] İnşân 76/2
[19] yaratılış safhaları için bk. Hac, 22/5; Mü'minûn, 23/12-14; Gâfir, 40/67; Kıyamet, 75/36-39; Alak, 96/1-2
[20] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/529.
[21] bk. Şevkânî, V, 489
[22] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/529.
[23] bk. Zemahşerî, IV, 242
[24] İbn Kesîr, VIII, 397
[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/529-530.
[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/530. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:56 am | |
| BURÛC SÛRESİ
85
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
27
Âyet sayısı:
22
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada seksen beşinci, iniş sırasına göre yirmi yedinci sûre*dir. Şems sûresinden sonra, Tın sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]
Adı
Sûre adını birinci âyetinde geçer ve "burçlar" anlamına gelen "burûc" keli*mesinden almıştır. [2]
Konusu
Sûrenin ana konusu kendilerine "Ashâbu'l-uhdûd (hendek ehli)" denilen in*karcıların, müminlere verdikleri sıkıntılar ve müminlerin İnançları uğrunda bunla*ra karşı gösterdikleri sabır ve dirençtir. Ayrıca inkarcıların âhiretteki kötü akıbet*leri ve müminlerin mutlu sonları, Allah'ın bazı sıfatlan hakkında kısa açıklamalar yer almaktadır. [3]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Andolsun burçlarla dolu gö*ğe, 2. Vaad edilmiş güne, 3. Tanıklık edene ve edilene ki, 4-5. O çukurları, alev alev yanan ateş çukurlarını hazırlayanlar mahvolmuşlardır! 6-7. Hani o sırada ateşin başında oturmuşlar, inananlara yaptıklarım seyrediyorlardı. 8-9. Sırf azîz, övgüye lâyık, göklerin ve yerin mâliki olan Allah'a inandıkları için müminlerden öç aldılar. Allah her şeye şahittir. 10. Mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkence edip de sonra tövbe etmeyenler var ya, işte onları cehennem azabı, yakıcı azap beklemektedir. 11. İman edip iyi işler yapanlara gelince onlar için zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. İşte büyük kurtuluş budur. 12. Şüphesiz rabbinûı yakalaması pek yamandır. 13. Kuşku yok ki başta yaratan da sonra tekrar yaratacak olan da O'dur. 14-16. Çok ba*ğışlayan, sevgisi geniş, Arş'ın sahibi, şanı yüce ve dilediğini yapan yalnız O'dur. [4]
Tefsiri
1-10. Bir önceki sûrede olduğu gibi burada da yeminle söze başlanarak mü*minleri İnançlarından dolayı ateş dolu çukurlara atıp yanmalarını seyreden zalim*ler kınanmakta ve âhirette hak ettikleri cezaya çarptırılacakları haber verilmekte*dir.
"Burûc" kelimesi "görünen şey, yüksek köşk" anlamlarına gelen "burc"un çoğuludur. Astronomi terimi olarak güneşin bir yılda takip ettiği düşünülen yörün*genin içlerinden geçtiği, belli sembollerle gösterilen on iki takım yıldızından her birini ifade eder. Modern astronomide "yıldız kümeleri" veya "galaksiler" olarak anlamak mümkündür.[5] 2. âyetteki "vaad edi*len gürTden maksat, kıyamet günüdür. [6]
"Tanıklık eden ve edilen" diye çevirdiğimiz 3. âyetteki "şâhİd" ve "meşhûd" kelimelerini müfessirler farklı anlamlarda yorumlamışlardır. Bunları kısaca şöyle sıralamak mümkündür:
a) Şâhid Allah, meşhûd yaratıklardır.
b) Şâhid Hz. Mu-hammed, meşhûd onun ümmetidir.
c) Şâhİd Hz. Muhammed'in ümmeti, meşhûd diğer ümmetlerdir.
d) Şâhid peygamberler, meşhûd ümmetleridir.
e) Şâhid koru*yucu melekler, meşhûd insanlardır.
f) Şâhid bütün insanlar, meşhûd kıyamet gü-nüdür.
g) Şâhid Allah ve melekler, meşhûd da Allah'ın birliği ilkesidir. Bunlardan başka yıldızların, Hacer-i esved'İn, Arefe, Cuma ve Pazartesi günlerinin şâhid ve meşhûd olduğu yolunda görüşler ileri sürenler de vardır. [7] Bir önceki âyette kıyamet gününün geçtiği dikkate alındı*ğında "şâhid" ile insanların amellerini görüp bilen ve sonunda karşılığını verecek olan Allah Teâlâ'nm, "meşhûd" ile Allah'ın durumlarını görüp bildiği ve buna bağlı olarak âhirette sorgu ve yargıdan geçireceği insanlar ve onların işlerinin kas*tedildiği düşünülebilir.
Sûrede sözü edilen "Ashâbü'l-uhdûd", İslâmiyet'ten önceki bir devirde mü*minleri dinlerinden döndürmek için ateş dolu hendeklere atarak işkence eden kim*seleri ifade eder. Âyetlerde semâya, kıyamet gününe, tanıklık edene ve edilene ye*minle "Ashâbü'l-uhdûd"un lanetlendiği bildirilmektedir. Uhdûd "uzun ve derin hendek" demektir. Kendilerinden "Ashâbü'l- uhdûd" diye söz edilen kimselerle onların İşkence ettiği müminler ve bu olayın geçtiği zaman ve bölge hakkında Kur'ân-ı Kerîm bilgi vermemiştir. Tefsirlerde bunların kimlikleri hakkında çok değişik ve birbiriyle çelişen açıklamalar bulunmaktadır. Bu açıklamalar arasında Necrân hıristiyanlarmın Yemen kralı Zû Nüvâs tarafından idam edilmeleri yahut bir Zerdüşt kralının, erkek kardeş ile kız kardeşin evlenmelerine Allah'ın müsaade ettiği şeklindeki hükmünü kabul etmeyen tebaasını ateşe atarak cezalandırması gi*bi güvenilir olmayan veya tamamen uydurma olan menkıbeler ortaya çıkmıştır. [8] "Ashâbü'l- uhdûd"u belli bir dönemle ve belli insanlarla sınırlı tutmayıp tarih içinde çeşitli tarzlarda ve değişen yoğunluk derecelerinde tekrarlanan olgu olarak değerlendirmek de mümkündür. 10. âyet de bu anlamı desteklemektedir. Geçmiş dönemlerde olduğu gibi Buriic sû*resinin indiği dönemde de Mekkeli müşrikler müminlere, özellikle fakirlere ve kimsesizlere acımasızca işkence ediyorlardı. Nitekim "...işkence edip de sonra tövbe etmeyenler var ya, işte onları cehennem azabı, yakıcı azap beklemektedir" mealindeki 10. âyette Mekke müşriklerinin yaptıkları bu zulümlere işaret edilmiş*tir. [9]
11-12. Çeşitli işkence, zulüm ve sıkıntılara maruz kaldıkları halde imanların*dan taviz vermeyip sorumluluklarının gereğini yerine getiren müminlere âhirette altlarından ırmaklar akan cennetler verileceği ifade edilmektedir. Bu, müminler İÇİn bir sevinç ve mutluluk vesilesidir. "Şüphesiz rabbinin yakalaması pek yaman*dır" ifadesi, inkarcıların mutlaka cezalandırılacağım, Allah'ın azabından kurtul*malarının mümkün olmadıeını cösterir. Buna eöre söz konusu işkencelere Biri cennet nimetleri, diğeri de ilâhî adaletin gereği olarak kendilerine kötülük eden inkarcıların cezalandınlmasıdır. [10]
13-16. Müfessirler 13. âyeti iki türlü yorumlamışlardır: a) Âyette ilkten ya*pıldığı, sonra tekrar edildiği bildirilen şey, Allah'ın inkarcı zalimlere ilk olarak dünyada ceza vermesi sonra âhirette cezalandırmayı tekrar etmesidir, b) Allah'ın mahlûkatı birinci defa yoktan var edip dilediklerine can vermesi, ikinci olarak on*ları kıyamet gününde yeniden diriltmek suretiyle hayata döndürmesidir. [11]Buradan itibaren ceza ile ilgili olmaksızın Allah'ın isim ve sıfatlan sıralandığı için mealde ikinci yorumu tercih ettik. Tabe-rî ise âyeti önceki konuyla bağlantılı gördüğü için birinci yorumu tercih etmiştir. [12]
14-16. âyetler, sûrenin başında anlatılan işkence olayıyla bağlantılı olarak de*ğerlendirildiğinde insanoğlu zalim, inkarcı ve nankör de olsa yaptıklarına pişman olup tövbe ettiği takdirde Yüce Allah'ın, ona karşı sevgi, şefkat ve merhametle muamele edeceğini, günahlarını bağışlayacağını gösterir. Çünkü O, Ars/ın sahibi*dir, şanı yücedir [13] varlıkların yönetimi ve nihaî ka*deri O'nun elindedir. O, dilediğini yapan yüce bir kudrettir, verdiği hükmü kimse*nin bozması mümkün değildir. [14]
Meali
17-18. Orduların, Firavun ve Semûd'un haberi sana ulaştı mı? 19. Doğ*rusu inkarcılar bir yalanlama içindedirler. 20. Oysa Allah onları arkaların*dan kuşatmıştır. 21, Şüphesiz o şanı yüce bir Kur'an'dır; 22. Levh-i mah-fûz'dadır. [15]
Tefsiri
17-22. Allah Teâlâ'nın, dilediğini yapan yüce kudretin sahibi olduğu ve ya*kalamasından hiç kimsenin kurtulamayacağı Firavun ve Semûd orduları (kavimle*ri) örneği ile anlatılarak Hz. Peygamber ve müminler teselli edilmektedir. Çünkü bu iki topluluk gerçeği inkâr etmeleri ve zulümleri sebebiyle ilâhî bir ceza netice*sinde tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir. [16] 19-20. âyetlerde bütün bu anlatılanlara rağmen Mekkeliler'in hâlâ inkâr İçinde oldukları ve Kur'an'in onlara yönelik uyarı dolu açıklamalarına aldırış etmedikleri için Firavun ve Senıûd kavimlerinin başına gelen felâketlerin putperest Araplar için de söz ko*nusu olduğu uyarısında bulunulmaktadır. [17]
21-22. İnkarcıların "O, sihirdir, beşer sözüdür, öncekilerin efsaneleridir" gi*bi asılsız iddialarla inkâr ettikleri Kur'an'm -onların bu tür iddialarının aksİne-Levh-i mahfûz'da korunmuş Allah kelâmı ve şanı yüce Kur'an olduğu vurgulan*mıştır.
Levh-i mahfuz terimi hakkında müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdin
a) Levh-i mahfuz, mahlûkatla ilgili her şeyin kaydedildiği ve ancak meleklerin okuyabileceği bir levha, bir kitaptır. [18]
b) Yedi kat göğün üzerinde bulunan ve şeytanlara yasaklanan bir levhadır. [19] Bunlar terimin lafzî anlamı dikkate alınarak yapı*lan değerlendirmelerdir.
c) Kur'an'm hiçbir zaman tahrif edilmeyeceğini, her dö*nemde bütün keyfî ilavelerden, çıkarma!ardan ve lafzî değişikliklerden korunaca*ğım ifade eden bir terimdir. [20]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/519.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/519.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/519.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/520.
[5] ayrıca bk. Hicr 15/16; Furkan 25/61
[6] Taberî, XXX, 82; Kurtubî, XIX, 283
[7] bk. Kurtubî, XIX, 283-285; Ateş, X, 392-394
[8] bk. Taberî, XXX, 85-87; Kurtııbî, XIX, 287-294
[9] bk. Muhammed Eroğlu, "Ashâbü'l- uhdûd", DİA, III, 471
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/520-521.
[10] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/521-522.
[11] bu yorum için bk. Ankebût 29/19; Rûm 30/11
[12] bk. XXX, 88
[13] Arş hakkında bk. A'râf 7/54
[14] Allah'ın dilediğini yapması hakkında bk. Hûd 11/107
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/522.
[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/522.
[16] Firavun ve kavmi hakkında bk. A'râf 7/103-136; Semûd kavmi hakkında bak. 7/73-78; Hûd 11/61-68
[17] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/522-523.
[18] Râzî, XXXI, 125; Kurtubî, XIX, 299; Elma-lıh, VIII, 5696
[19] Zemahşerî, IV, 240
[20] Esed, III, 1255; bu konuda bilgi için bk. Süleyman Toprak, "Levh", İFA V Ans., III, 120
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/523. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:57 am | |
| İNŞİKAK SÛRESİ
84
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
83
Âyet sayısı:
25
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada seksen dördüncü, iniş sırasına göre seksen üçüncü sû*redir. İnfitâr sûresinden sonra, Rûm sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]
Adı
Kaynaklarda yaygın olarak "inşikak" adıyla anılır. Adını, göğün yarılması ve ayrılmasını ifade eden ilk âyetinden almaktadır. "İza's-semâü'nşakkat" ve "İnşak-kat" adları da vardır. [2]
Konusu
Sûrede kıyametin kopması, onun ardından gerçekleşecek olan uhrevî hesap ve sonuçlan yi a özellikle inkarcıların kendilerini âhiretteki kötü sona sürükleyen suçlan üzerinde durulmuştur. [3]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1-2. Gök yarıklığında ve rab-bine boyun eğip gerekeni yaptığında; 3-4. Yer dümdüz edildiğinde ve içinde*kileri atıp boşaldığında; 5. Ve o da rabbine boyun eğip gerekeni yaptığında; 6. Ey insan! Sen rabbine doğru büyük bir çaba içindesin; sonunda kuşkusuz O'na kavuşacaksın da. 7-8. Kime kitabı sağından verilirse hesabı kolay bir şe*kilde görülecektir; 9. Ve sevinç içinde yakınlarına dönecektir. 10. Fakat kime kitabı arkasından verilirse, 11.4tEyvâh!" diye bağıracak, 12. Ve alevli ateşe girecektir. 13. Şüphesiz o, (dünyada iken) yakınları arasında neşeliydi. 14. Zi*ra o, hiçbir zaman rabbine dönmeyeceğini sanırdı. 15. Hayır, tam tersi! Rab-bi onu şüphesiz görmektedir. [4]
Tefsiri
1-5. Kur'an, muhtelif âyetlerde kıyametin kopma zamanıyla ilgili bilginin Allah'a mahsES gayb bilgilerinden olduğunu, O'nun dışında, melekler dahil hiç kimsenin bu konuda bilgi sahibi olmadığım ifade ederken[5] kıyametin nasıl kopacağına ilişkin olarak burada olduğu gibi başka sûrelerde de tasvirler vermektedir. Bir taraftan evrenin yok edilmesini tasvir ederken, diğer taraftan insanların bilinen bir hayattan başka bir hayata intikalleri esnasında karşılaşacakları dehşet dolu manzaralar sergile*mektedir. Bu âyetlerde de kıyametin kopması esnasında göklerde ve yerde meyda*na gelecek değişiklikler tasvir edilerek kıyamet günü hakkında Tekvîr ve İnfitâr sûrelerinde anlatılanlar pekiştirilmekte, insanlar uyanlarak şimdiden o gün için ha*zırlık yapmaları istenmektedir.
1-2. âyetlerde kıyametin kopma zamanı geldiğinde gökteki yıldızların Al*lah'ın emrine, evreni yöneten kanunlarına boyun eğerek yörüngelerinden çıkıp birbirine çarpmak suretiyle parçalanacakları anlatılmaktadır. 3. ayette zikredilen "yerin uzatılıp dümdüz edilmesi" olayını İbn Âşûr [6] üç şekilde açıklamıştır: 1. Eterinin gerilip düzeltildiği gibi yeryüzündeki dağ ve tepelerin yok edilmesi sonucu dümdüz hale getirilmesi [7] 2. Şiddetli dep*rem nedeniyle yeryüzünde meydana gelecek olan yarılma ve lav püskürtme neti*cesinde yeryüzü alanının genişlemesi; 3. Yerin küresel şeklinin bozularak uzun bir şekil alması. Bu vb. değişikliklerin evrendeki genel düzenin bozulmasının doğal bir sonucu olarak meydana geleceği düşünülebilir. 4-5. âyetlerde yeryüzünde mey*dana gelecek bu değişiklikler sonunda yerin, içindeki ölüleri, maden ve diğer şey*lerden ne varsa hepsini dışarı fırlatacağı bildirilmektedir. [8]
6. âyette şu gerçek ortaya konmaktadır: İnsan bilmelidir ki dünya hayatı bü*tünüyle -mahiyetleri ve amaçlan farklı da olsa- türlü çabalardan ibarettir; çabala*rın sonu da Allah'a varır. Kimse bu dünyada ebedî kalamayacağı gibi hayatınınsonunda huzuruna varıp yaptıklarının ve yapmadıklarının .hesabını vereceği tek güç de Allah'tır. Dünya hayatında mutlaka harcamaları gereken gayretlerini, ömürlerini ilâhî iradeye uygun yollarda, hakikat, dürüstlük ve iyilik uğrunda har*cayan insanlar ilâhî huzura vardıklarında iyi karşılıklar bulacak, "kitap"lan (yapıp ettiklerinin kaydedildiği belgeler) kendilerine sağ taraflarından verilecek; kolay bir hesaptan geçtikten sonra sevinç ve mutluluk içinde yakınlarına döneceklerdir; artık onlar için zahmet ve meşakkat dönemi bitmiş, rahmet ve mutluluk dönemi başlamıştır. 7-9. âyetler bunu anlatmaktadır.
7. âyetteki "kitap"tan maksat, kişinin dünya hayatında yapmış olduğu iyi ve*ya kötü amellerle ilgili bilgileri içeren "amel defteri"dir. "Kitabı sağından verilen*ler" ise müminlerdir. "Kur'ân-ı Kerim, insanların dünyada yapmış oldukları doğ*ru-yanlış, hayır-şer, iyi-kötü her türlü inanç, söz ve davranışların görevli melekler tarafından anında kaydedildiğini bildirmektedir. [9] İşte amellerin kaydedildiği bu defterler âhİrette ortaya konulacak [10] cennetliklere sağından, cehennemliklere de solundan veya arkasından ve*rilerek, kişiye kitabını kendisinin okuması emredilecektir. [11] Eski kültürde sağ "iyilik ve uğur" anlamı içerdiği için âyette "sağ" (yemîn) kavramının mecazî olarak bu anlamda kullanıldığı düşünülebilir. [12] Sonuçta kitabın sağdan verilmesi, kişinin mutlu olacağını ifade eder. Bunlar dünyada Allah'ın rızasına uygun hareket ettikleri için hesapları kolay olur. Hz. Peygamber kolay hesabın, ince elenip sık dokunmadan yapılan bir yoklama olduğunu ifade etmiştir. [13] Bu sebeple kitabı sağından ve*rilen kimse sevinçli ve mutlu olarak yakınlarına döner. Yakınlarından maksat, cen*nette olan komşuları, aynı nimet ve ikramlara nail olan cennet arkadaşları, kendi*sinden önce cennete gitmiş olan dünyadaki eşi ve çocukları ve Allah Teâlâ'nın cennette kendisi için hazırlamış olduğu ailedir. [14]
Kitabın arkadan veya sol tarafından verilmesi de kişinin inkarcı ve bedbaht olduğunu ifade eder. 11. âyette belirtildiği üzere bunlara amel defterleri verildiğin*de "Eyvah! Keşke bana kitabım verilmeseydi de hesabımın ne olduğunu bilmesey-dim!" diyerek acı içinde kıvranacaklar. [15] ölüp yok olmayı te*menni edeceklerdir. Ancak 12. âyette âhiretteki pişmanlığın fayda vermeyeceği ve cezalarını çekmek üzere cehenneme girecekleri İfade edilmiştir. Çünkü bunlar dünyada Allah'a ve âhiret gününe inanmayan, O'nun rızasına uygun hareket etme- yen ve Rablerine hiç dönmeyecekJermiş gibi sorumsuzluk içinde yaşayan, kısacık hayatlarım zevk ve eğlence içerisinde geçiren kimselerdir. Oysa 15. âyette belir*tildiği üzere Yüce Allah inşam görüp gözetlemekte ve bütün yapıp ettiklerini izle*mektedir, âhiretteki karşılığım da buna göre verecektir. [16]
Meali
16. Hayır, hayır! Yemin ederim o şafağa, 17. Geceye ve onun topladığı şeylere, 18. Ve dolunay şeklini aldığı zaman aya ki, 19. Siz halden hale geçe*ceksiniz. 20. Dunun bu iken onlara ne oluyor da iman etmiyorlar; 21. Kendi*lerine Kur'an okunduğu zaman saygıyla yere kapanmıyorlar. 22. İnkarcılar -tam aksine- gerçeği yalanlıyorlar. 23. Oysa içlerinde gizlediklerini Allah çok iyi bilmektedir. 24. Onlara şiddetli bir azabın haberini ver! 25. İman edip iyi işler yapanlar başkadır; onlar için kesintisiz bir mükâfat vardır. [17]
Tefsiri
16-25. İlk âyetin başındaki "îâ" edaü hakkında Kıyamet sûresinde bilgi ve*rilmişti. [18] 16. âyette geçen "şafak" kelimesi, müfessirlere göre akşamle*yin güneş battıktan sonra ufukta görünen kırmızılığı ifade eder. [19] Mücâhid'e göre şafak, "gündüz" anlamına gelir. İk-rime'ye göre ise "gündüzün son kısmı" demektir. [20] Gündü*zün sona ermesiyle gecenin başlaması arasında yer alan ve ufuktaki kırmızılık ve*ya beyazlık olarak tanımlanan şafak vakti, kısalık ve geçicilik özelliğiyle telaş vakti olması bakımından insanın kısa ve telaşla geçen ömrüne benzemekte, yemin*le buna dikkat çekilmektedir.
Şafak vaktinin belirlenmesi, akşam namazı vaktinin çıkması ve yatsı namaza vaktinin girmesi bakımından da önem taşımaktadır. "Şafak, ufuktaki kırmızılıktır" diyen fukahâ çoğunluğuna göre beyazlık gelince akşam namazının vakti çıkar. Ebû Hanîfe ve Evzâî gibi "Şafak beyazlıktır" diyenlere göre ise akşamın vakti uf*kun kararmasına kadar devam eder. [21]
17. âyetteki "gecenin topladığı" ifadesi, karanlık gökteki görüntü, gecenin imkân verdiği iyi ve kötü davranışlar, olaylar dahil her şeyi içine almaktadır. 18. âyette "dolunay şeklini aldı" diye çevrilen "itteseka" fiilî de "veseka" ile aynı kök*ten olup ayın, ilerleyerek dolunay haline geldiği şeklini ifade etmektedir. [22] Şafak, gece ve dolunay, bunların üçü de aydınlıkla karanlığın bir arada bulunduğu zamanlan ve farklı halleri ifade eder. Âyette bunlara yemin edilerek insanların gerek dünya hayatında gerekse kıyamet gününde değişim geçi*recekleri, halden hale geçecekleri vurgulu bir şekilde ifade edilirken bunlar arasın*daki münasebete de dikkat çekilmiştir. [23] Bu değişim hakkın*da müfessirler farklı görüşler ileri sürmüşlerdir:
a) Bunlar ölüm, sonra dirilme, he*sap ve ceza halleridir.
b) İnsanın, yaratılışının başlamasından itibaren ölünceye kadar geçirdiği hallerdir. Nitekim başka âyetlerde insanın, yaratılışının başlama*sından itibaren sürekli olarak değişim geçirdiği ifade edilmiştir. [24]
c) İnsanlığın tarih boyunca geçirdiği medenî, kültürel, siyasî... farklılaşmalar, değişik aşamalardır.
d) İnsanların derece derece Allah'a yaklaşmalarıdır. [25] Bütün bunlar öldükten sonra dirilmenin olabileceğinin kanıtlan ve in*sanların buna iman etmesini gerektiren delillerdir. Durum böyle olduğu halde in*karcılar, hâlâ inanmadı klan ve Kur'an okunduğunda Allah'a saygı ile secde etme*dikleri için 20 ve 21. âyetlerdeki soruyla kınanmışlardır. 21. âyet okunduğunda secde etmenin gerekli olup olmadığı konusunda Hz. Peygamber'in uygulamasıyla ilgili farklı rivayetlere dayalı olarak değişik görüşler İleri sürülmüştür. "Vaciptir" veya "sünnettir" diyenler olduğu gibi "ne vacip ne sünnettir" diyenler de vardır. [26]
İnsanların, Allah'a ve Peygamber'e iman etmelerini gerektiren bunca delil olmasına rağmen hâlâ iman etmemeleri hayret verici olduğu halde, 22. âyette, iman etmek şöyle dursun, bilakis o inkarcıların Peygamber'i yalancılıkla itham et*tikleri ve dini yalanladıklan bildirilmektedir. Cenâb-ı Hak 23. âyette inkârcılann kalplerinde inkâr, inat, gerçekleri yalanlama vb. ne varsa hepsini çok iyi bildiğini ifade buyurarak onları uyarmakta, 24. âyette de kendilerine şiddetli bir azabın ha*berini vermesini Hz. Peygamber'e emretmektedir. [27]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/511.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/511.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/511.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/512.
[5] meselâ bk, A'raf, 7/187; Lokman, 31/34; Fussilet, 41/47
[6] XXX, 219-220
[7] kış. Tâhâ 20/105-107
[8] krş. Tekvîr 81/1-6; İnfi*târ 82/1-5
[9] bk. Kaf, 50/17; İnfitâr 82/10-13
[10] bk. Kehf, 18/49
[11] bk. İsrâ, 17/14
[12] Bu konuda ayrıca bk. Vâta'a 56/1-10
[13] bk. Buhârî, "Tefsir", 84
[14] Şevkânî, V, 472
[15] bk. Hakka, 69/25-26
[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/512-514.
[17] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/514.
[18] bk. 75/1
[19] Zemahşerî, IV, 237; Kurtubî, XIX, 274-275
[20] bk. Taberî, XXX, 76
[21] Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'ân, IV, 1910-1911; Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'ân, III, 472
[22] bk. El-malılı, VIII, 5679
[23] İbn Âşûr, XXX, 226
[24] meselâ bk. Hac 22/5; Mü'minûn 23/12-16
[25] Şevkânî, V, 473; ayrıca bk. Elmalılı, VIII, 5681-5682; Ateş, X, 385-386
[26] bk. İbn Âşûr, XXX, 232; Elmalılı, Vm, 5684
[27] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/514-515. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:58 am | |
| MUTAFFİFÎN SÛRESİ
83
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
86
Âyet sayısı :
36
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada seksen üçüncü, iniş sırasına göre seksen altıncı sûre*dir. Ankebût sûresinden sonra, Bakara sûresinden önce Mekke'de İnmiştir; Mek*ke döneminde inen son sûredir. Medine'de ilk inen sûre olduğuna ve bir kısmının Mekke'de bir kısmının ise Medine'de indiğine dâir rivayetler de vardır.[1]
Adı
Sûre adını ilk âyetinde yer alan "ölçü ve tartıda eksiklik yapanlar" anlamın*daki "mutaffîfîn" kelimesinden almıştır. "Veylün li'1-mutaffıfîn" adıyla da anıl*maktadır.[2]
Konusu
Yukarıdaki mülahazayı teyit eden bir durum: Sûrede ölçü ve tartıda dürüst*lükten sapanlar eleştirildikten sonra âhireti ve uhrevî sorumluluğu inkâr eden gü*nahkârların âhirette göreceği cezalar ve iyilerin nail olacağı mükâfatlar özetlen*mekte; dünyada müminlerle alay eden inkarcıların âhirette asıl kendilerinin gülünç duruma düşecekleri anlatılmaktadır. [3]
Meali
Rahman ve rahim olan .'Ulah'ın adıyla... 1. Ölçü ve tartıyı eksik yapan- ların vay haline! 2. Onlar, insanlardan ölçerek bir şey aldıklarında tam ölçer*ler. 3. Onlara vermek için ölçüp tarttıklarında îse haksızlık ederler. 4-6. On*lar, o büyük gün için diriltileceklerini akıllarına getirmiyorlar mı? Öyle bir gün ki, insanlar âlemlerin rabbinin huzuruna çıkacak. [4]
Tefsiri
1-6. "Veyl" kelimesi, "ağır zarar, kötülük, hüzün, azap, helak" gibi anlamla*ra gelir. [5]Ayrıca hadislerde cehennemdeki bir vadinin ismi olduğu da bildirilmiştir. [6] Ragıb el-İsfahâ-nî'ye göre bu kelimenin cehennemdeki bir vadiye isim verilmesi, mecazi anlamda olup "veyl"e muhatap olanların cehennem azabına uğrayacaklarını İfade eder. [7]
İlk âyetteki "ölçü ve tartıyı eksik yapanlar" diye çevirdiğimiz "mutaffifîn" kelimesi "eksik ölçmek" anlamına gelen "tatfîf' mastarından türemiş olan "mutaf-fif' kelimesinin çoğuludur. "Alırken fazla fazla, verirken eksik ölçenler" mânası*na gelir. Nitekim 2-3. âyetler de kelimeyi bu anlamda açıklamıştır. Buna göre "mutaffifîn" ölçü ve tartıyı kendilerine gelince tam, başkaları söz konusu olduğun*da ise eksik ölçenleri ifade eder. Bu sebeple 1-3. âyetlerde bir taraftan eksik ölçüp tartanlar yaptıkları işin çirkinliğinden dolayı kınanırken diğer taraftan böylesine çirkin bir işe kalkışanların âhirette cezalandırılacağına dikkat çekilmektedir. Bura*da ölçü ve tartı örnek bir işlem olup daha genel olarak insanların, kendi haklarını gözettikleri kadar sorumluluklarını da özenle yerine getirmeleri gerektiği vurgu*lanmakta, hakka konu olan her işlemde adaleti titizlikle korumaları istenmektedir. [8]
Sûrenin Medine'de indiğini söyleyen müfessirler İbn Abbas'tan şöyle bir ri*vayet naklederler: Hz. Peygamber Medine'ye geldiği zaman Medineliler ölçü ve tartıda hile yapıyorlardı. O sıralarda bu âyetler indirildi; onlar da bundan sonra kendilerini düzelttiler. [9] Kanaatimizce bu rivayeti, Resûlullah'ın, Medine'ye geldiği zaman ticaretle uğra*şan birtakım insanların ölçü ve tartıyı eksik yaptıklarını görünce, daha önce Mek*ke döneminde inmiş olan bu âyetleri onlara tebliğ ettiği şeklinde anlamak daha isa*betli olur. Âyetlerin iniş sebebi özel bir olay olsa da genel anlamda ölçü ve tartıyı eksik yapmanın çirkinliğine dikkat çekilmiş, bencillik ve başkalarını aldatma gibi ahlâka aykırı duygu ve davranış içinde olanlar kınanmıştır. Ölçü ve tartının ada*letle yapılmasını emreden başka âyetler de vardır. [10] Âyetler bu emirlere uyulmadığı takdirde dünyada ilahî ki- namaya maruz kalma, âhirette de şiddetli bir azaba uğramanın kaçınılmaz olduğu*nu göstermektedir.
4. âyette, ölçü ve tartıda hile yapan kimselerin yeniden dirilişe kesin olarak İnanmaları bir yana, bunu muhtemel görmeleri halinde bile bu sahtekârlığa cüret etmelerinin mümkün olmadığına dikkat çekilmektedir. [11] 5. âyette ifade edilen "büyük gün"den maksat kıyamet günüdür. Öldükten sonra di*rilme, hesap, ceza, cennetliklerin cennete, cehennemliklerin cehenneme girmeleri gibi büyük olayların yaşanacağı gün olduğu için ona "büyük gün" denilmiştir. [12] Nitekim 6. âyette o gün bütün insanların hesaba çekilmek üze*re diriltilip âlemlerin rabbinin huzuruna çıkarılacakları ifade buyurularak uhrevî yargı ve hesap sırasında hiçbir kimsenin hiçbir kötülüğünün gizli kalmayacağı, hepsinin tek tek hesabının sorulacağı vurgulanmıştır. [13]
Meali
7. Doğrusu şudur ki, günahkârların yazısı muhakkak sıccîn'dedir. 8. Sic-cîn nedir, bilir misin? 9.0, kaydedilmiş bir yazıdır. 10. Gerçeği yalan sayala*rın vay haline o gün! 11. Onlar yargı gününün asılsız sayanlardır. 12. Oysa onu, haddi aşan günahkârdan başkası inkâr etmez. 13, Ona âyetlerimiz okun*duğu zaman, "eskilerin masalları" der. 14. Hayır! Doğrusu şudur ki, yapıp et*tikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır. 15. Ve gerçek şu ki onlar, o gün elbet*te rablerinden mahrum kalacaklardır. 16. Sonra onlar mutlaka cehenneme gireceklerdir. 17. Sonra da onlara, "İşte inkâr etmiş olduğunuz cehennem bu*dur!" denilecektir. [14]
Tefsiri
7-17. "Günahkârlar" diye çevirdiğimiz "füccâr" kelimesi "fâcii"in çoğulu olup bu bağlamda âhirete inanmayanları, ölçü ve tartıyı eksik yapanları ifade eder. Bunların yazılarından maksat da yapıp ettiklerine ait bilgileri içeren ve âhirette ön- lerine konacak olan kayıtlar, tescillerdir. Yüce Allah 7. âyette bu yazının "sic-cîn"de korunduğunu, 9. âyette de "siccîrTin "kaydedilmiş bir yazı" olduğunu ifa*de buyurmuştur. Müfessirlerinden bazılarına göre "siccîn", "yedi kat yerin dibi" veya "yerin altında bulunan büyük bir kaya"dır; bir kısmına göre de cehennemde bir kuyudur. Dilciler ise "siccîn" kelimesinin, "hapishane" anlamına gelen "sicn" kökünden türetildiğini ve onunla eş anlamlı olduğunu ileri sürmüşlerdir. [15] Zemahşerî'ye göre siccîn, "şeytanların, in*karcı ve günahkâr olan insanlarla cinlerin amellerinin Allah tarafından kaydedildi*ği kötülük defteri, sicili" demektir. [16] Gerek âyetlerin bağlamı gerekse mü-fessirlerin açıklamaları dikkate alındığında "siccîıTin, amellerin düzenli ve eksik*siz kaydedildiği, inkarcıların ve günahkârların bütün eylemlerinin yazıldığı bir ki*tap (kütük) olduğu anlaşılmaktadır. Bununla birlikte "siccîn" âhiretle ilgili olduğu için müteşâbih (anlamını kesin olarak bilmemiz mümkün olmayan) kelimelerden*dir. Siccînin nasıllığı ve niceliği hakkındaki bilgi Cenâb-ı Hakk'a ait olup mümin*lerin görevi onun varlığına ve insanların dünyada yapıp ettiklerinin hesabının âhi-rette sorulması sırasında ortaya çıkarılmak üzere yazılıp korunduğuna inanmaktır. [17]
10-11. âyetlerde hesap ve ceza gününü inkâr eden, dolayısıyla bu tutumları siccînde kayda geçirilmiş bulunan günahkârların anketteki akıbetlerinin çok kötü olacağına dikkat çekilmektedir. 12-13. âyetlerde ise bunların kötü davranışların-dan üç kapsayıcı örnek gösterilmektedir:
a) İnanç konularında haddi aşmaları, hak yoldan sapmaları.
b) Durmadan günah işlemeleri.
c) Kendilerine Allah'ın âyetleri okunduğunda bunlara "eskilerin masalları" demeleri, dolayısıyla Kur'an'ı ve Pey-gamber'İ red ve inkâr etmeleri. 14. âyette inkarcıların bu tür davranışlarının kalp*lerini kaplayıp kararttığı bildirilmiştir, "...kaplayıp karartmıştır" diye çevirdiğimiz "râne" fiili, sözlükte "galip geldi, kuşattı, istilâ etti" anlamlarına gelir. Bu âyette ise işlenen günahların, bir pas tabakası gibi kalbi kaplayıp karartmasını, böylece insanın düşünce ve duygularını olumsuz etkilemesini ve onun hakikatleri kavra*masına engel olmasını ifade eder. [18] Nite*kim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bir kul günah işlediği zaman kalbinde si*yah bir leke meydana gelir. Eğer o kul günahı terkedip bağışlanmayı dilerse, bu le*ke kaybolur. Şayet tövbe etmez ve günah işlemeye devam ederse, o zaman bu si*yah nokta büyüyerek onun bütün kalbini kaplar. İşte Allah Taâlâ'nın, 'Doğrusu şu*dur ki, yapıp ettikleri kalplerini kaplayıp karartmıştır1 (mealindeki) âyetinde ifade ettiği kararma ve pas tutma budur"[19]
Kur'ân'da, gerçeğin ve iyinin ne olduğunu anlayıp kavrama merkezi olan manevî anlamdaki kalbin belirtilen fonksiyonunu yitiimesiyle ilgili olarak "kara*rıp paslanma" anlamındaki "reyn" kavramının dışında "mühürlenme"[20] "kilitlenme"[21] ve "kılıfla örtülüp kapanma"[22]gibi anlamlara gelen başka de*yimler dekullanılmıştır. Râzî'nin kaydettiği bir yoruma göre bu tür ifadeler, gü*nah ve inkârda ısrar eden insanların kalplerinin geçirdiği farklı aşamaları ifade eder. Çünkü -az önce zikredilen hadiste de belirtildiği gibi- insan inkâra ve günah işlemeye devam ettikçe kalpteki manevî lekelerin de aşama aşama artıp çoğalaca*ğı açıktır [23] Nefsi anlatan âyetlere göre de bu kalp, ibadetle olgun*laşıp ilâhî rızaya erme mertebesine yükselen, ama öte yandan günahlarla da alça*lan ve hep kötülüğü arzu ve telkin eden nefistir.
Eht-i sünnet müfessirleri, "...onlar (inkarcılar) o gün elbette rablerinden mah*rum kalacaklardır" mealindeki 15. âyetten, "Şu halde müminler rablerinden mah*rum kalmayacaklar" şeklinde bir sonuç çıkarmışlar ve âyeti, âhirette Allah Te-âlâ'nın müminlere görüneceği (rü'yetullah) konusunda delil olarak değerlendir*mişlerdir. Bu yoruma göre âyette İnkarcıların âhirette bütün hazlan unutturacak kadar yüksek seviyede bir mutluluk verecek olan "rablerini görme" nimetinden mahrum bırakılacakları ifade edilmiş olmaktadır. Allah Teâlâ'nrn, kullarına âhiret*te yüce zâtım göstereceği sahih hadislerle sabit olmakla birlikte bunun nasıl olaca*ğını Allah'tan başkası bilemez. [24]
Meali
18. Hayır, hayır! Şüphe yok ki erdem sahiplerinin kaydı illiyyîn'dedir. 19. Bilir inisin nedir illiyyîn? 20-21. O, Allah'a yakın olanların görüp dur*dukları, kaydedilmiş bir yazıdır. 22. İyiler elbette nimet içindedirler. 23. Kol*tuklar üzerinde oturup seyrederler. 24. Yüzlerinde nimetlerin sevincini gö*rürsün. 25-26. Onlara misk ile mühürlenmiş nefis bir içki sunulur. İşte yan-şanlar, bunlar için yarışsınlar. 27-28.0 içkinin karışımı yücelerden (teşriîm*den), Allah'a yakın olanların içecekleri bir kaynaktandır. [25]
Tefsiri
18-21. Allah'a yakın olan kulların görüp duracakları bildirilen (21. âyet) "il-liyyîn" hakkında tefsirlerde "dördüncü veya yedinci kat semâ, sonsuz bir yüksek*lik, en yüksek mekân, iyilerin amellerinin kayda geçirildiği defter, Sidretü'1-mün-tehâ[26] cennet, Mele-i a'lâ'daki melekler" gibi farklı tanımlar ya*pılmıştır. [27] Tariflerden "illiyyîn" ile "siccîn"in aynı şeyler olduğu, ancak izafe edildikleri kimseler ve içe*rikleri açısından aralarında bir nitelik farkı bulunduğu anlaşılmaktadır. Râzî bu farkı özetle şöyle izah etmiştir: Yüce Allah, kullarına bazı şeyleri alışageldikleri üslûpla anlatmıştır. Bilindiği gibi cennet yükseldik, rahatlık, genişlik gibi nitelik*lerle tanıtılır; orada seçkin meleklerin bulunduğu belirtilir. Siccîn ise şeytanların dolaştığı, aşağı, karanlık ve dar bir mekân olarak nitelendirilir. Bir yerin yüksek*liği, genişliği, aydınlığı ve içinde seçkin meleklerin bulunması o yerin mükemmel*liğini ve yüksek değerini, bunların tersi İse oranın kusurlu ve bayağı bir yer oldu*ğunu ifade eder. İnkarcıların bilinen nitelikleri ve eylemlerinin kayda geçirildiği belgeler aşağılanmak ve kötülenmek istendiği için, onların kitaplarının yani amel defterlerinin aşağıda, şeytanların bulunduğu karanlık ve dar yerde olduğu; iyilerin kitapları yüceltilip şereflendirilmek istendiği için onların da seçkin meleklerin bu*lunduğu yücelerde olduğu belirtilmiştir. [28] | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:58 am | |
| 22-28. Gerçek erdem sahibi kimselerin cennette karşılaşacakları nimetler tas*vir edilmektedir. Amel defterleri "illiyyîn"de korunanların, cennette sevinç ve mut*luluk içinde yaşayacakları, koltuklar üzerinde oturup seyredecekleri ifade edilmek*le birlikte neyi veya kimi seyredecekleri belirtilmemiştir. Miifessirler, Allah'ın on*lar için hazırlamış olduğu ikramları veya cehennemde bulunanların hallerini yahut Yüce Allah'ın zâtım seyredeceklerini söylemişlerdir. "Onlar, o gün elbette rable-rinden mahrum bırakılacaklardır" mealindeki 15. âyeti, âhirette inkarcıların Al*lah'ın zâtını görmekten mahrum kalacakları yönünde yorumlayan müfessirîerden bazıları, "...koltuklar üzerinde oturup seyrederler" mealindeki 23. âyeti de mümin*lerin âhirette -bilemeyeceğimiz bir tarzda- Yüce Allah'ı görecekleri şeklinde yo*rumlamışlardır. [29]
Kur'an'da, genellikle insanlarda eksik de olsa bir çağrışım yapması ve sonuç*ta bir arzu uyandırması için cennet nimetleri dünya hayatında haz, tad ve zevk ve*ren bazı maddeler için kullanılan kelimelerle, isimlerle anılmış, bu yönde tasvirler yapılmıştır. Burada da müminlere "misk İle mühürlenmiş nefis bir içkTnin sunu*lacağı bildirilmektedir. "İçki" diye çevirdiğimiz "rahîk" kelimesi Arapça'da "saf ve iyi cins şarap" için kullanılır. [30] Ancak Sâffat sûresinde (37/47) cennet İçkisi tanıtılırken "İçenleri sarhoş etmez" buyurul-muştur. Secde sûresinde de (32/17) daha genel bir ifadeyle "Yaptıklarına karşılık olarak onlar için saklanan mutlulukları hiç kimse bilemez" Duyurularak cennet ni*metlerinin dünyadakilere göre mahiyet farkına, onların bu dünyada bilinen ve ta-dılandan büsbütün farklı olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu fark, cennet nimetlerinin sırf iyi ve mutluluk verici oluşundadır. Esasen cennetin esenlik, mutluluk ve er*dem yurdu olacağına dair pek çok âyet, oradaki nimetlerin -dünya dilindeki keli*melerle ifade edilse de- insanlar arasında kıskançlık, huzursuzluk, çekişme, mut*suzluk, haksızlık, hastalık, keder vb. olumsuzluklar doğuracak türden olmayacağı*nı açıkça göstermektedir.
Burada cennet içkisi tanıtılırken 25. âyette onun karışımının "tesnîm"den ol*duğu İfade edilmiştir. Tefsirlerde tesnîmin sözlük anlamı genellikle "yukarıdan sürekli akıp boşalan bol su" yahut "yukarıdan aşağıya akıp dökülen suyun yüksek*teki kaynağı" şeklinde verilir ve bu bağlamda cennetteki yüksek bir su kaynağını ifade ettiği belirtilir. [31] İbn Abbas'a isnat edilen bir açıklamada, Secde sûresinin 17. âyeti hatırlatılarak tesnîmin, iyiler için hazırlan*mış bir cennet nimeti olup onun mahiyetini Allah'tan başkasının bilemeyeceği ifa*de edilmiştir. Hasan-ı Basrî'nin de "Tesnîm, Allah'ın cennet ehli için hazırlayıp gizli tuttuğu nimettir" dediği nakledilir. [32] Tefsirlerde, "Allah'a yakın olanların İçecekleri bir kaynak" mealindeki 28. âyetin "tesnîmi açıkladığı belirtilmektedir. Tabiîn müfessirlerinden İkrime'nin tesnimi "teşrif" (onurlandır*ma) şeklinde açıklaması yanında, kelimenin kökündeki "ululuk ve yükseklik" an*lamının manevî bir niteleme de olabileceğini dikkate alarak âyetteki "miti tesnîm" ifadesini "yücelerden" şeklinde çevirmeyi uygun bulduk. [33]
Meali
29. Günahkârlar (dünyada) iman edenlere gülüp dururlardı. 30. Mümin*ler yanlarından geçtiğinde birbirlerine kaş göz ederlerdi. 31. Sonra kendi çev*relerine dönerken neşe içinde dönerlerdi. 32. Müminleri gördüklerinde, "Bunlar gerçekten doğru yoldan sapmış kimseler!" derlerdi. 33. Oysa onlar, müminleri korumakla görevlendirilmiş değillerdi. 34.0 gün de müminler kâ*firlere gülecekler. 35-36. Koltuklar üzerinde "Kâfirler yaptıklarının cezasını buldular mı?" diye merak edip etrafa bakacaklar. [34]
Tefsiri
29-36. Bu kümedeki âyetler dünyada İnançlarından dolayı müminlerle alay eden, onları küçümseyen ve yollarının yanlış olduğunu ileri süren inkarcılar hak*kında inmiş olup onları kınamakta ve uyarmaktadır. Özellikle 33. âyette Allah ta*rafından kendilerine müminleri denetleme görevi verilmediğinin belirtilmesi dik*kat çekicidir. Buna göre din konusunda insanların sırf kendi kişisel görüşlerine gö*re başkalarını yargılama yetkileri yoktur; bu konudaki ölçü ve dayanaklar Allah ta*rafından konulmuş olup dinî konulardaki eleştiri ve uyarılar da bu ölçü ve daya*naklara göre olmalıdır. 34-36. âyetlerde müminlerle inkarcılar arasında durumun âhirette yukarıda belirtilenin tersine döneceği, bu sefer müminlerin inkarcılara gü*lüşecekleri ifade edilmekte, kendileri için hazırlanmış olan mutluluk verici akıbet*ten dolayı sevinecekleri bildirilmekte ve inkarcılara hak ettikleri cezanın uygulan*masına başlanıp başlanmadığını merak ederek etrafa bakacakları bildirilmektedir. Burada asıl anlatılmak istenen husus, müminlerin, inkarcılara gülmekten zevk ala*cakları ve onların azap görmelerinden dolayı mutlu olacaktan değil; dünyadayken inananlarla alay eden ve onların sıkıntı çekmelerinden zevk alan inkarcıların, âhi*rette bu tutumlarının karşılığını görecekleri, ettiklerini bulacaklarıdır. Bu bakım*dan âyetler uyarı amacı taşımaktadır. [35]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] bk. Şev-kânî, V, 461; İbn Âşûr, XXX, 187
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/501.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/501.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/501.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/501-502.
[5] Elmalılı, VIII, 5648
[6] Tirmîzî, "Tefsir", 22; Müsned, III, 75
[7] bk. el-Müfredât, "vyl" md
[8] Ebü'l-Kasım el-Kuşeyrî'nin bu yöndeki bir yorumu için bk. Râzî, XXXII, 91
[9] Taberî, XXX, 58; Zemahşerî, IV, 229; Râzî, XXXI, 88
[10] meselâ bk. En'âm 6/152; İsrâ 17/35; Rahman 55/8-9
[11] Elmalık, VIII, 5652
[12] Şevkânî, V, 463
[13] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/502-503.
[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/503.
[15] Taberî, XXX, 60-61; Kurtubî, XIX, 257-258
[16] IV, 231
[17] Allah, kullarının bütün yapıp ettiklerini bildiği halde bu tür kayıtların tutulması*nın sebebi için bk. İnfitâr 82/9-12
[18] Taberî, XXX, 62; İbn Âşûr, XXX, 199
[19] Müslim, "İmân", 231; Tirmizî, "Tefsir", 75
[20] Bakara 2/7; En'âm 6/46; Câsiye 45/23
[21] Muhammed 47/24
[22] En'âm, 6/25; İsrâ, 17/46; Kehf, 18/57
[23] XXXII, 94-95
[24] Rü'yetullah konusunda bilgi için bk. A'râf 7/143
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/503-505.
[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/505-506.
[26] bk. Necm 53/14
[27] Taberî, XXX, 64-65; Râzî, XXXI, 96-97; Şevkânî, V, 466
[28] XXXI, 92-93; illiyyîn hakkında bilgi için bk. İlyas Üzüm, "İlliyyîn", Dİ A, XX1I,123
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/506.
[29] bk. Râzî, XXXII, 98; Şevkânî, V, 466; İbn Âşûr, XXX, 205
[30] Taberî, XXX, 105; İbn Âşûr, XXX, 205
[31] meselâ bk. Taberî, XXX, 110
[32] Râzî, XXX, 100
[33] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/506-507.
[34] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/508.
[35] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/508. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:58 am | |
| İNFITÂR SÛRESİ
82
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
82
Âyet sayısı :
19
Nüzulü
Hem mushaftaki sıralamada hem de iniş sırasına göre seksen İkinci sûredir. Nâzi'ât sûresinden sonra, İnşikak sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]
Adı
"İnfîtâr" kelimesi, sûrenin birinci âyetinde geçen ve "yarıldı" anlamına gelen "infetara" Fiilinin maştandır. Sûre adını bu fiilden almıştır. Bazı kaynaklarda "İze's-Semâü'nfetarat" şeklinde isimlendirilmiştir.[2]Kısaca "İnfetarat" ve "Münfatıra" isimleriyle de anıldığı belirtil*mektedir. [3]
Konusu
Sûrede kıyamet koparken evrende meydana gelecek olan değişim ve bazı dehşet verici olaylar, öldükten sonra dirilme, mahşerde hesap verme ve itaatkâr kulların varacakları cennetle isyankâr kulların gideceği cehennem gibi konular yer almaktadır. [4]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Gök yüzü varıldığında; 2. Yıldızlar dağılıp saçıldığmda; 3. Denizler yükselip birbirine katıldığında; 4. Kabirlerin altı üstüne getirildiğinde; 5. Her insan dünyada neleri yaptığı*nı, neleri de yapmadığını açıkça bilecektir. 6. Ey insan! Yüce rabbin hakkın*da seni yanıltıp aldatan ne oldu? 7.0 rabbin ki seni yarattı, seni insan olarak şekillendirdi ve seni dengeledi. 8. Terkibini de dilediği gibi yaptı. 9. Hayır! İnanacak yerde siz hâlâ dini yalan sayıyorsunuz. 10-11. Oysa sizi gözetleyen muhafızlar, değerli yazıcılar var. 12. Onlar yaptığınız her şeyi bilir. 13. Kuş*kusuz erdemliler cennette olacaklar; 14. Kötüler ise kesinlikle cehenneme gi*receklerdir. 15. Ceza gününde oraya girerler; 16. Ve oradan bir daha da ay*rılamazlar. 17. Ceza günü nedir bilir misin? 18. Evet, ceza günü nedir bilir misin? 19.0 gün hiçbir kimse başkası için bir şey yapamaz. O gün iş Allah'a kalmıştır. [5]
Tefsiri
1-5. Kıyamet günü hakkında Tekvîr sûresinde anlatılanları pekiştirmek üze*re burada o gün vuku bulacak bazı olaylardan söz edilerek İnsanlar uyarılmakta*dır. Uzay boşluğundakİ yıldızların düzenli hareketini sağlayan çekim kanununun kıyamet gününde yok olmasının bir sonucu olarak evrenin düzeninin bozulacağı, göklerin çatlayıp yanlacağı ve kozmik düzenin bozulacağı bildirilmiştir. [6] Deniz*lerin birbirine katılmasını, dünyanın şiddetle sarsılması, dağların parçalanıp yok olması, denge ve düzenin bozulması gibi olaylar sonunda dünyayı denizlerin kap*laması şeklinde anlamak mümkündür.
Bu âyetler hakkında, "şiddetli sarsıntı neticesinde yerkürede meydana gele*cek olan volkanik patlaklar ve derin çatlaklardan çıkan lav kütlelerinin deniz sula*rını kaynatacağı, taşıracağı, hatta buharlaştıracağı" şeklinde de yorum yapılmıştır.
Kıyametin kopması sırasında meydana gelecek sayısız felâketlerin büyükle*rinden birkaçı örnek olarak zikredildikten sonra "Kabirlerin altı üstüne getirildi-ğinde" mealindeki 4. âyetle konu insana getirilmiştir. Bu âyet genellikle o büyük alt-üst oluş esnasında kabirlerde toprak altında bulunan ölülerin dışarı fırlatılacağı şeklinde yorumlanmıştır. [7]
6-8. Devamındaki âyetlerden anlaşıldığına göre buradaki "Ey insan" hitabıy-k özellikle belli bir kişiye veya bütün insanlara değil, sûrenin asıl konusu olan kı*yamet, âhiret ve uhrevî yargılanma ve hesap vermeyi inkâr edenlere, bunu imkân*sız görenlere hitap edilmektedir. Rab ismi ve bu İsmin sıfatı olarak geçen kerîm, Cenâb-ı Hakk'm "cemal sıfatlan" denilen ve kullarına yönelik lütufkârlığını ifade eden isim ve sıfatlarındandır. 7-8. âyetlerde bu sıfatların, insanın insan olarak var*lık alanına çıkışındaki yaratıcı rolü dile getirilmekte; böylece insanın, hayatı bo*yunca her an yararlanmakta olduğu diğer bütün nimetlerden de önce bedensel ve zihnî melekelerle donanıp düzgün bir insan olarak dünyaya gelişini kendisine borçlu bulunduğu rabbi hakkında saptırıcı tesirlere kapılarak yanılgıya düşmesi, türlü şekillerde inkâr ve isyanlara boğulması eleştirilmektedir. [8]
9-12. Din kelimesi, Kur'an-ı Kerîm'de bilinen anlamı yanında, "hesap ve ce*za günü" (âhiret) manasında da kullanılmaktadır. Bu âyette birinci veya ikinci an*lamında kullanıldığı yönünde iki farklı yorum vardır. Ancak müteakip âyetler ikin*ci yorumu desteklemektedir. Buna göre 10-12. âyetler şu gerçeği ortaya koymak*tadır: Bu dünyada insanlar başı boş bırakılmamıştır. Aksine herkesin neler yaptı*ğını bilen ve kayda geçen görevli melekler vardır. Bu âyetler, öncelikle âhireti ve uhrevî hesabı inkâr edenleri uyarmakla birlikte daha genel olarak inananı ve inan-mayanıyla bütün insanları, yargı ve adaletin ceza veya Ödüllendirmenin bu dünya*da olanlardan ibaret bulunmadığını; bu dünyada yerini bulmayan veya eksik kalan adaletin bir gün mutlaka eksiksiz gerçekleşeceğini; şu halde herkesin, hayatını bu sorumluluk bilinci ve duyarlılığı ile düzenlemesi gerektiğini hatırlatmaktadır.
Râzî,bu âyetlerle ilgili olarak özetle şöyle der: Kuşkusuz Allah Teâlâ, kulla*rının neler yaptığım bütün ayrıntılarıyla bilir; bunun için yapılanların yazılmasına, yazıcılara, şahitlere, belgelere ihtiyacı yoktur. Ancak O, kendisiyle insanlar arasın*daki ilişkileri onların kendi aralarında uygulayacakları usullere göre düzenler. İn*sanlar arasındaki hak ve sorumlulukları düzenlemenin en sağlıklı yolu, her şeyi kayda geçirmek; hesaplaşma aşamasında ise belge ve tutanakları ortaya koyarak hakkın yerini bulmasını, adaletli bir sonucun alınmasını sağlamaktır. İşte kıyamet günündeki hesaplaşma da böyle olacaktır. [9]
13-16. Amellerin kayda geçirilmesi ve uhrevî yargı sürecinin sonucu özetlen*mektedir. Sûrenin ana konusu kıyamet ve âhiret ile uhrevî sorumluluk olduğuna göre buradaki "erdemliler" (ebrâr), bir gün kıyametin kopacağına, dünyada yapıp ettiklerinin kaydedildiği belgelerin önüne konacağına ve bunların hesabını verece*ğine İnanarak bu belgeleri yani amel defterlerini iyİlikleriyle dolduran mümin ki*şidir. Bu duyarlılık birçok âyette takva kavramıyla da ifade edilmektedir. "Kötü*ler" (füccâr) ise kıyamete, uhrevî yargı ve sorumluluğa inanmayan, amel defterini kötülüklerle kirletenlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri buradaki "füccâr'la sadece inkar*cıların kastedildiğini, günahkâr müminleri kapsamadığını belirtirler; çünkü onlar kıyamet ve âhirete inanırlar. [10] Ancak, bu âyetlerin, inananıyla inanmayanıyla herkesi âhiret kaygısı taşımaya çağırdığından kuşku yoktur. [11]
17-19. Hz. Peygamber'e yöneltilen bu sorular hesap gününün ne derece önemli ve dehşet verici olduğunu gösterir. O gün hiçbir kimse başkası için bir fay*da sağlayamaz, kimse kimseyi koruyamaz; herkes kendisini düşünür ve kendi der*diyle uğraşır. Herhangi bir zararı dokunabilir endişesiyle çoluk çocuğundan ve ya*kın akrabasından dahi kaçar. Allah izin vermedikçe hiçbir şefaatçi şefaat edemez. O gün iş Allah'a kalmıştır. [12] O dilediği gibi tasarrufta bulunur, kimseye -dünyada verdiği gibi- tasarruf yetkisi vermez. [13]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/495.
[2] bk. Buhârî "Tefsir", 82; Tabe-rî, XXX, 54
[3] îbn ÂşûT, XXX, 169
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/495.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/495.
[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/496.
[6] bk. Fur-kan 25/25; Hakka 69/16; Rahman 55/37; Nebe' 78/19-20; Tekvîr 81/1-6
[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/496-497.
[8] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/497.
[9] XXXI, 83
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/497.
[10] Bu tartışma için bk. Râzî, XXXI, 84-85
[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/497-498.
[12] krş. Mü'min 40/16
[13] Şevkânî, V, 459-460
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/498. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 12:59 am | |
| TEKVÎR SÛRESİ
81
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
7
Âyet sayısı :
29
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada seksen birinci, iniş sırasına göre yedinci sûredir. Teb-bet sûresinden sonra, A'lâ sûresinden önce Mekke'de inmiştir. [1]
Adı
"Tekvîr" kelimesi, sûrenin birinci âyetinde geçen ve "dürdü, durup sardı" an*lamlarına gelen "kevvera" fiilinin maştandır. Sûre adını bu fiilden almıştır. Bazı kaynaklarda "İze'ş-şemsü küvviret" şeklinde isimlendirilmiştir.[2] Kısaca "Küvviret" ismiyle de anılmaktadır. [3]
Konusu
Sûrede kıyametin dehşet verici bazı ayrıntıları ile vahiy ve peygamberlik ger*çeği üzerinde durulmaktadır. [4]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Güneş dürülüp karardığında, 2. Yıldızlar dökülüp söndüğünde, 3. Dağlar sökülüp yürütüldüğünde, 4. Doğu*racak develer başıboş bırakıldığında, 5. Yabani hayvanlar toplanıp bir araya getirildiğinde, 6. Denizler kaynatıldığında, 7. Nefisler amellerijle birleştirilip şekillendirildiğinde, 8-9. Diri diri gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldü*rüldüğü sorulduğunda; 10. Defterler ortaya serildiğinde, 11. Gökyüzü sıyrılıp açıldığında, 12. Cehennem ateşi harlatıldığında, 13. Cennet yaklaştırıldığında, 14. Kişi neler yaptığını öğrenmiş olacaktır. 15-16. Hayır! Hayır! Yörüngelerin*de akıp giderek doğan ve batan yıldızlara andolsun! 17. Kararmakta olan ge*ceye andolsun! 18. Ağarmakta olan sabaha andolsun ki, 19-21.0 Kur'an ger*çekten değerli, güçlü ve Arş'ın sahibi katında itibarlı, orada saygın ve güveni*lir bir elçinin sözüdür. 22. Arkadaşınız kesinlikle mecnun değildir. 23. Andol*sun ki onu apaçık ufukta görmüştür. 24.0 gaybın bilgilerini esirgemez. 25.0, lanetlenmiş şeytanın sözü değildir. 26. Öyleyse nereye gidiyorsunuz? 27. O herkes için bir öğüttür. 28. Özellikle sizden doğru yolda gitmek isteyenler için. 29. Âlemlerin rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz! [5]
Tefsiri
1-13. Allah Teâlâ kıyamet gününün nasıl dehşet verici bir gün olduğunu ifa*de etmek ve insanları böylesine dehşetli bir gün için hazırlık yapmaya teşvik için, altısı kıyametin başlangıcından hesap zamanına kadar, altısı da hesabın başlama*sından itibaren olmak üzere on iki olay anlatılmaktadır.
a) Güneşin dürülüp kararması. Bundan maksat ya güneşin ışığının sönmesi veya kütlesinin tamamen dağılması, bildiğimiz formunu ve işlevini kaybetmesidir.
b) Yıldızların dökülüp sönmesi. Güneş ışığının sönmesi, bir kısmı parlaklığı*nı güneşten alan diğer yıldızların da söneceğine işaret eder. Ayrıca kıyametin kop- masıyla kozmik sistem bozulunca yıldızların da birbirine çarpmak, yörüngelerin*den kaymak, çekimden kurtulmak gibi gelişmelerle mevcut düzen ve işlevlerini kaybedecekleri, uzay boşluğuna saçılacaklan da düşünülebilir. [6]
c) Dağların sökülüp yürütülmesi. Bu ise yerkürede meydana gelecek olan şiddetli sarsıntı neticesinde dağların parçalanması ve yerlerinden kopup dağılması anlamına gelir. [7] Yerküredeki canlı ve bitkilerin hayat kaynağı olan güneşin yok olmasıyla zaten burada da ha*yatın devam etmesi mümkün değildir,
d) Doğacak develerin başıboş bırakılması. "Doğacak develer" diye çevirdi*ğimiz "ışâr" (tekili: uşerâ) kelimesi "gebelik süresi 10 ayını doldurmuş fakat he*nüz doğurmamış olan develer" anlamına gelir. Kur'an'ın İndiği dönemdeki Arap toplumu bu develeri en değerli mal sayarlardı. Temsilî olarak kıyametin şiddetiy*le karşılaşan insanın, böylesine değerli mallarına dahi ilgi göstermeyeceğini ifade eder. [8]"Doğuracak develerin başı boş bırakılması"nın mecazî bir anlatım olduğu, bununla bulutların artık yağmur yağdırmaz olacağı, bu yüzden yeryüzünde hayatın bütünüyle yok olmasına sebep olacak bir kuraklığın yaşanaca*ğı anlamının kastedildiği yorumu da yapılmıştır. [9]
e) Yabani hayvanların toplanıp bir araya getirilmesi. Bu da ya kıyametin şid*detinden dolayı yabani hayvanların bile deliklerinden ve yuvalarından fırlayıp öte*den beri korktukları şeyleri unutarak birbirlerinden ve insanlardan korkmadan dehşet içinde -denizlerin karalara taşması gibi- felâketin başlangıcındaki tehlikeli yerlerden çıkmaları ve daha güvenli yerlerde bir araya toplanmaları veya bu bü*yük felâketin tesiriyle kitleler halinde ölmeleri, cesetlerinin üstüste yığılmasıdır."Yabani hayvanların birbirlerinden haklarını almak üzere bir araya toplanması" anlamına geldiğini söyleyenler de vardır[10] Nitekim bir hadiste kı*yamet gününde hakların sahiplerine ödeneceği, hatta boynuzsuz koyunun boynuz*ludan hakkını alacağı belirtilmiştir. [11] Bu hadis kıyamet gününde hayvanların da diriltİleceğini ifade eder. [12]
f) Denizlerin kaynatılması. Bu, şiddetli sarsıntı neticesinde yerkürede mey*dana gelecek olan volkanik patlaklar ve derin çatlaklardan dışarı püsküren mag*manın, lav kütlelerinin deniz sularım ısıtıp kaynatması yahut dünyanın şiddetle sarsılmasının ve dağların parçalanıp yok olmasının doğal sonucu olarak denizlerin birbirine karışması ve tek deniz haline gelmesi demektir. [13]
Buraya kadar anlatılanlar kıyametin kopması esnasında meydana geleceği bildirilen olaylardır. Müfessirlerin tamamına yafanı bütün bunların jeolojik ve kozmik bir felâket olarak vuku bulacağını kabul ederler. Bundan sonrakiler ise kı*yamet koptuktan sonra meydana geleceği haber verilen olaylardır.
g) Nefislerin amelleriyle birleştirilip şekillendirilmesi. Bu âyetle ilgili yo*rumlar şöyledir: 1. Ölüm anında bedenden ayrılmış olan ruhların kıyamet koptuk*tan sonra yeniden dirilirken bedenle birleşmesi. Bu olay insanlar öldükten sonra ruhlarının yok olmadığını ve yeniden dirilme anında bedenleriyle birleştiğini gös*terir, b) Kıyamet gününde insanların benzerleriyle, yani müminlerin müminlerle, kâfirlerin de kâfirlerle bir araya getirilmesi[14] 2. Müminlerin nefislerinin hurilerle, kafırlerinkinin de şeytanlarla bir araya getirilmesi. 3. Kişinin dünya hayatında beraber bulunduğu inanç ve zihniyet önderleriyle bir araya geti*rilmesi. 4. Kişinin taraftarlarıyla yani yahudinin yahudİyle hıristiyamn hiristiyan-la, ateşperestin ateşperestle, müminlerin müminlerle, münafıkların münafıklarla bir araya getirilmesi. 5. Azgınların kendilerini azdıranlarla, itaatkârların da kendi*lerini itaate davet eden peygamberler ve müminlerle bir araya getirilmesi. 6. Ne*fislerin amelleriyle bir araya getirilmesi[15] Bize göre burada, her insanın (nefsin) dünya hayatında yapıp ettiklerini temsil eden veya bunlarla oluşmuş bir şekle girmesi kastedilmiştir. Nitekim insanların yeniden diriltilirken günah-sevap çeşidine göre şekiller alacaklarını ifade eden birçok hadis vardır. [16]
h) Diri diri toprağa gömülen kıza hangi suçundan dolayı öldürüldüğünün so*rulması. Câhiliye döneminde -nâdir de görülse- bazı Araplar kız çocukları yüzün*den utanç duymamak[17] bazıları da onları büyütüp beslemede sıkıntı çekmekten endişe ettikleri İçin[18] onları diri dİ-ri toprağa gömerlerdi. İşte âhirette sorgulama başladığında bu katiller öldürdükle*ri kızlarıyla birlikte mahkemeye getirilecek ve hesaba çekileceklerdir.
ı) Defterlerin ortaya serilmesi. İnsanlar öldüklerinde hesap gününde açılmak üzere amel defterleri kapanır. Hesap gününde bu defterler ortaya konduğunda her*kes, dünyada iken hayır veya şer adına ne işlemişse kendi amel defterinde yazıl*mış olduğunu görür ve yaptıklarını hatırlar. Hesabı görüldükten sonra artık hak*kında amellerine göre işlem yapılır. [19]
j) Gökyüzünün sıyrılıp açılması. Gökyüzü yerle birlikte (maddi evren) yok edilecek, İnsanın önündeki madde engeli kalkacak, madde ötesi ile yüz yüze gel*mesi sağlanacaktır. Bu anlamda sema açılınca gayb âleminin gizli gerçekleri açı- ğa çıkacak; insanların cennet, cehennem, melek vb. gayb varlıklarını hakikatleriy-le tanımaları mümkün olacaktır.
k) Cehennem ateşinin harlatılması. Bundan maksat yakıcılığının arttırılması, işlevine hazır hale getirilmesidir[20]
1) Cennetin yaklaştırılması. Cennetin dünya hayatını Allah'a sevgi ve saygı şuuru içinde yaşayan ve O'na itaatsizlikten sakınan kullara (takva ehline) yaklaş*masından maksat, o saadet ülkesine girme zamanının yaklaşmasıdır; bunun takva ehline verdiği tatlı heyecandır. [21]
14. Defterleri ellerine verilen insanlar ilâhî huzura hangi amellerle geldikle*rini eksiksiz göreceklerdir. [22]
15-21. Erişilmez bir nazım güzelliği ve edebî incelikler taşıyan 15-18. âyet-lerdeki yeminler, ileride verilecek olan vahiy ve Peygamber'le ilgili bilgilerin ger*çekliğini teyit amacı taşıması yanında, muhatabı bu bilgilerin önemini kavramaya hazırlamaktadır. Çünkü Peygamber'in dürüstlüğü ve vahyin gerçek olduğu husu*sunda kuşku duyan insanın, hiçbir dinî bildirimi tanıyıp kabul etmesi beklenemez. Müfessirler 19. âyette anlatılan "değerli elçinin sözü"nden maksadın Kur'an oldu*ğunu söylemişlerdir. Elçiden maksat bir görüşe göre Cebrail'dir. [23] Cebrail, Allah'ın kelâmı Kur'an'ın Hz. Peygamber'e ulaştı*rılmasında aracılık yani elçilik ettiği için ona "değerli elçi" denilmiş ve Allah'ın vahyettiği kelâm Hz. Peygamber'e onun tarafından okunduğu, vahye uygun söz kalıbına girmiş olarak ondan ulaştığı için "onun sözü" olarak ifade edilmiştir. Di*ğer bir yoruma göre "değerli elçi" Hz. Peygamber'dir. O, Allah'ın elçisi olarak Kur'an'i insanlara tebliğ ettiği için Kur'an onun sözü olarak ifade buyurulmuştur. [24]
"Değerli elçi" ifadesini Hz. Peygamber olarak açıklayanlara göre 20-21. âyetlerin anlamı şöyle olur: Peygamber Allah'tan gelen mesajları ümmetine tebliğ edecek güç ve yeteneğe sahiptir; Allah katında onun yüce bir makamı ve itibarı vardır; kendisine indirilen vahyi koruma ve tebliğ etme hususunda güvenilir bir el*çidir; Allah'a itaat eden müminler ona da itaat ederler. [25]
22-26. Kureyşe mensup bazı kimseler, âhiret fikrine alışık olmadıkları için Hz. Peygamber'den bu inancı doğrulayan haberler işitince onu mecnunlukla itham etmişlerdi[26]"Arkadaşınız" nitelemesiyle Hz. Peygamber kastedilmiştir. O, Mekkeliler tarafından ahlâkî yapısı bakımından olduğu kadar, akıl ve zekâsının mükemmelliği ile de tanınıp bilindiği için kendilerine bu bilgile- ri hatırlatılmış, buna rağmen ona "mecnun" demelerinin bu bilgileriyle çeliştiği or*taya konmuştur. [27]
Ağırlıklı yoruma göre 23. âyetteki "gören" Resûlullah, "görülen" de Cebra*il'dir. Görenin Resûlultah, görülenin Allah olduğu yönünde bir görüş daha vardır. "Apaçık ufuk" İle ne kastedildiği konusunda çeşitli açıklamalar yapılmıştır. [28] Müfessirler bu âyeti dikkate alarak Hz. Peygamber'in Ceb*rail'i kendi suretinde yani melek olarak yaratılmış olduğu surette gördüğünü söy*lemişlerdir[29] Hz. Peygamber Cebrail'in kendisine vahiy getirdiğini söyleyince müşrikler onunla alay etmeye başlamışlar ve gördüğünün melek değil cin olduğunu veya böyle bir meleğin varlığını hayal ettiğini ileri sür*müşlerdi. İşte âyette onların bu iddiaları reddedilmiştir.
"O gaybın bilgilerini esirgemez" ifadesi, Hz. Peygamber'in ilâhî vahyi insan*lara duyurma, öğretme hususunda cimri davranmadığını, Allah'ın mesajlarını en mükemmel bir şekilde insanlara tebliğ etmek için her türlü eziyete katlandığım göstermektedir. [30] Oysa müşriklerin Hz. Peygamber'i benzetmeye kalkıştıkları sihirbaz ve kâhinler ücret almadan ne sihir yaparlardı ne de bilgi verirlerdi. 24. âyet, dolaylı olarak din konusundaki tebliğ ve irşad faaliyetlerinde özverili çalışmanın önemini de göstermektedir. 25. âyet yine öncekileri pekiştirmekte ve Kur'an'ın müşriklerin iddia ettiği gibi kovulmuş şey*tanın sözü olmadığını ifade etmektedir. "Öyleyse nereye gidiyorsunuz?" sorusu, "Bu Kur'an'dan, onun gereklerini yerine getirmekten uzaklaşıp da nereye gidiyor*sunuz?" veya "Size burada açıklanandan daha doğru bir yol var mıdır ki Kur'an'ın yolunu bırakıp da o yoldan gidesiniz" gibi farklı şekillerde açıklanmıştır. Âyetin, artık inkâr edemeyecekleri gerçeklerle karşı karşıya bulunan ve her yönden delil*lerle kuşatılmış olan müşriklerin, inkârlarına hiçbir makul gerekçe gösteremeye*ceklerini ifade ettiği de belirtilmiştir. [31]
27-29. Kur'an'ın insanlar için, özellikle doğru yolu tercih etmek isteyenler için uyarıcı ve yol gösterici bir kitap olduğu vurgulandıktan sonra İslâm'ın din ve vicdan özgürlüğü ilkesi esas alınarak artık bunlardan ders çıkarıp doğru yolu seç*mek insanların hür iradelerine bırakılmıştır. Hiç kimse kendi iradesinin dışında bir tercihe zorlanamaz. Ancak insanların irade ve güçleri kendilerinden değil, Al*lah'tandır; imtihan gereği Allah böyle olmasını dilemiş, insanlara irade hürriyeti vermiştir. [32]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/487.
[2] bk. Buhârî "Tef*sir", 81; Taberî, XXX, 40
[3] İbn Âşûr, XXX, 139
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/487.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/487.
[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/488.
[6] İbn Âşür, XXX, 141-142; ayrıca bk. İnfıtâr 82/2
[7] krş. Kehf 18/47; Nebe 78/20; Müzzemmil 73/14
[8] krş. Hac 22/1-2
[9] İbn Âşür, XXX, 142-143
[10] Şevkânî, V, 450.
[11] Müslim, "Birr", 60; Tirmizî, "Kıyamet" 2
[12] bu konudaki fark*lı görüşler için bk. Elmalılı, VÜI, 5598-5599
[13] İbn Âşûr, XXX, 143; krş. Tür 52/6; İnfıtâr 82/3
[14] İbn Âşûr XXX, 144
[15] Şevkânî, V, 450-451
[16] bk. Muhammed b. Abdullah el-Hatîb et-Tebrizî, Mişkâtü'l-Mesâbîh, iÜ, 1533-1535
[17] bk. Nahl 16/58-59
[18] bk. En'âm 6/151; İsrâ 17/31
[19] amel defterleri hakkında bk. Hakka 69/19-28; ayrıca krş. İsrâ 17/13-14; Kehf 18/49
[20] ayrıca bk. Şuarâ 26/91
[21] krş. Şu'arâ 26/90; Kaf 50/31
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/488-491.
[22] bk. Âi-i İmrân 3/30
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/491.
[23] Taberî, XXX, 51; Zemahşerî, 224
[24] ÂşÛr, XXX, 154-155
[25] Şevkânî, V, 453; Arş hak*kında bilgi için bk. A'râf 7/54
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/491.
[26] Hİcr 15/6; Kalem 68/51
[27] Şevkânî, V, 453
[28] bk. Şevkânî, V, 453-454
[29] ayrıca bk. Necm 53/1-18
[30] gayb hakkında bilgi İçin bk. Bakara 2/3
[31] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/491-492
[32] bk. İnsan 76/30
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/492. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:00 am | |
| ABESE SÛRESİ
80
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
24
Âyet sayısı :
42
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada sekseninci, iniş sırasına göre yirmi dördüncü sûredir. Necm sûresinden sonra, Kadir sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Rivayete göre bir gün Hz. Peygamber müşriklerin ileri gelenlerinden bir gruba dini tebliğ eder*ken yanlarına müminlerden olup gözleri görmeyen Abdullah tbn Ümmi Mektûm gelmiş ve Hz. Peygamber'e yaklaşarak Kur'an âyetlerinden bir kısmını kendisine tekrarlamasını veya açıklamasını İstemişti. Etkisi azalacağı için konuşmasının ke*silmesinden rahatsız olan Hz. Peygamber Abdullah'a ilgi göstermemiş, bunun üzerine bu sûrenin Resûlullah'ı (s .a.) uyaran ilk on âyeti inmiştir.[1]
Adı
Sûre adını, ilk kelimesi olan ye "yüzünü ekşitti, suratını astı" anlamına gelen "abese" kelimesinden almıştır. Kaynaklarda yaygın olarak bu isimle anılmaktadır. Sûrenin bunun dışında "İbn Ümmi Mektûm, Sâhha, Sefer, Â'mâ" adlarıyla anıldı*ğı da söylenir.[2]
Konusu
Abdullah İbn Ümmi Mektûm olayım hatırlatan ve bu konuda Hz. Peygam*ber'in uyarıldığı âyetlerle başlayan sûrede daha sonra kıyamet, Öldükten sonra di*rilme, vahiy ve peygamberlik konulan üzerinde durulmuştur[3]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Suratını astı,yüzünü çevirdi. 2. Çünkü ona görmeyen biri gelmişti. 3. Sen nereden bileceksin, belki o arına-çaktı. 4. Yahut o öğüt alacak da öğüt kendisine fayda verecekti. 5-6. Sen ise kendim her şeye yeterli görenle ilgileniyorsun. 7. Onun arınmamasından sen sorumlu değilsin! 8-10. Ama gönlünde Allah korkusu taşıyarak koşup sana gelenle ilgilenmiyorsun! 11. Hayır! Şüphesiz bu âyetler birer öğüttür. 12. Di*leyen ondan öğüt alır. 13.0, mukaddes sayfalarda var; 14. Yüce makamlara kaldırılmış, tertemiz sayfalarda. 15-16. Seçkin ve erdemli elçilerin ellerinde*dir. 17.0 kahrolası insan! Ne inkarcıdır o! 18. (Bir düşünse) Allah onu neden yarattı? 19. Bir spermden yarattı da ona şekil verdi. 20. Sonra ona yolu kolay*laştırdı. 21, Nihayet onun canım aldı ve kabre koydu. 22. Sonra dilediği bir va*kitte onu yeniden diriltecek. 23. Hayır! O Allah'ın emrettiğini yapmadı. 24. İn*san yediğine bir bakıp düşünsün! 25. Biz bolca su indirdik. 26. Sonra toprağı uygun şekilde yardık. 27. Oradan ekinler bitirdik. 28. Üzüm bağları, sebzeler; 29. Zeytin ve hurma ağaçları; 30. İri ve sık ağaçlı bahçeler; 31. Meyveler ve ça*yırlar; 32. Sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için. 33. Kulakları sağır eden o ses geldiğinde, 34-36.0 gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşin*den ve çocuklarından kaçar. 37.0 gün her kişinin işi başından aşkındır. 38.0 gün bir takım yüzler ışık saçar; 39. Güleçtir, müjde almıştır. 40. Bir takını yüzler de o gün toza toprağa bürünmüş; 41. Kapkara kesilmiştir. 42. İşte bun*lar inkarcılardır, günahkârlardır. [4]
Tefsiri
1-10. Hz. Peygamber putperest önderlerin ikna edilmesi halinde onları izle*yen halkın İslâm'ı daha kolay benimseyecekleri düşüncesiyle onlarla meşgul olu*yordu. Böyle birine yaptığı konuşmanın ortasında yanlarına gelen bir âmânın za*mansız sorularından rahatsız olarak yüzünü ekşitmiş ve ona cevap vermemiştir, Allah Teâlâ, Resulünü sitemli bir ifadeyle uyardı; onun, kimlere verilecek emeğin daha verimli olacağını kesin olarak bilemeyeceğini, topluluğun ileri gelenlerinden de sorumlu olmadığını bildirdi. Bundan etkilenen Peygamberimizin, daha sonra zaman zaman Abdullah'ı gördüğünde "Kendisinden dolayı rabbimin beni azarla*dığı şahsa merhaba!" diyerek ona iltifatta bulunduğu rivayet edilmektedir. Bu vb. bazı iltifatlarının yanında, iki kez gazaya çıktığında yerine Medine'de kalanlara namaz kıldırmak üzere Abdullah'ı görevlendirdiği de rivayet edilmiştir. [5]
Birkaç âyette Hz. Peygamber'in "zelle" denilen bazı hataları hatırlatılmış ve düzeltilmiştir. [6] Ancak bunlar içinde nispeten sert bir üslûp taşıyan tek öğüt ve uyan konumuz olan âyet*lerdedir. Bu âyetler, vahyin objektifliğini ve Peygamber'in insanlığa kendi istek ve düşüncelerini değil, ilâhî vahyi tebliğ ettiğini, ayrıca onun bir ilâh gibi yanılgısız sayılmaması gerektiğini göstermesi bakımından son derece anlamlıdır. Bunun ka*dar önemli bir husus da Resûlullah'ın, kendi tutumunu eleştiren bu âyetleri, en ufak bir kaygı ve komplekse kapılmadan halka okuması, duyurmasıdır. Bu da onun dâvetindeki samimiyetini, hakikat sevgisini ve üstün ahlâkını gösterir.
"Kendini her şeye yeterli gören" diye çevirdiğimiz 5. âyet Mekke'nin ileri gelen zenginlerini ve kabile reislerini ifade eder. Bunlar mal ve adamlarının çok*luğu nedeniyle büyüklük taslayarak inkarcılıkta devam ediyor, Allah ve Peygam-beri'nin kendilerine doğru yolu göstermelerine ihtiyaçlarının olmadığım söylüyor*lardı. Allah korkusu ile huzuruna gelen âmâ ise Kur'an'ın nuruyla aydınlanarak cehaletten kurtulmak ve günahlardan arınmak istiyordu. [7]
11-12. Şevkânî, 11. âyetin başındaki "Hayır!" uyansının açılımını şöyle ifa- de eder: Artık bundan sonra böyle
hatalar yapma; zengine dönüp onunla ilgilenir*ken fakire ilgisiz kalma[8] Aynı âyette birer Öğüt olduğu bildirilen "bu âyet*ler" ifadesiyle sûrenin başındaki uyarıcı ve eğitici on âyetin veya sûrenin tamamı*nın kastedildiği anlaşılmaktadır. "Dileyen ondan öğüt alır" mealindeki 12. âyette ise şu iki noktaya dikkat çekilmiştir:
a) Bu uyan, yalnız Resûlullah'a değil, onun şahsında bütün ümmetine ve İnsanlığa yöneliktir.
b) Uyarıyı dikkate alıp yanlışını düzeltmek de hiçe sayıp hatalarında ısrar etmek de insanın kendi iradesine bağlı*dır, sonucunu da buna göre alacaktır. [9]
13-16. "Mukaddes sayfalar"dan maksat Kur'an'ı içeren sayfalardır; Kur'an ilim ve hikmet ihtiva eden İlâhî bir kelâm olduğu için Allah katında şanı yüce ve değerlidir. Mukaddes sayfalardan maksadın "Levh-i mahfuz" veya "önceki pey*gamberlerin kitapları" olduğunu söyleyenler de vardır. [10]
"Seçkin ve erdemli elçiler" diye tercüme ettiğimiz "sefere" (tekili: sefir) ke*limesini müfessirler "Yüce Allah'tan Hz. Peygamber'e vahiy getiren melekler, kulların amellerini yazan melekler (kiramen kâtibin), kitapları okuyanlar (kurrâ), Kur'an'ı yazan sahâbîler" gibi farklı anlamlarda yorumlamışlardır. [11] Kelimeyi, "Peygamberler, Kur'an'ı melekût âleminde kaydeden ve koruyan melekler" olarak anlamak da mümkündür. [12]
17-23. Burada "o kahrolası İnsan" şeklindeki yergi ifadesiyle genel olarak in*sanlığın değil, Peygamber'le yaptı klan tartışmalarda yeniden dirilmeyi inkâr eden putperestlerin, bir rivayete göre özellikle Ebû Leheb'in oğlu Utbe'nin kastedildiği belirtilmektedir. Âyetlerde gerek söz konusu kişiye gerekse yeniden dirilmek ko*nusunda tereddüdü olan herkese, insanın hiç yokken varlık alanına nasıl çıkanldı-ğı hatırlatılmakta, böylece insanlar düşünme ve inanmaya teşvik edilmektedir. "Sonra ona yolu kolaylaştırdı" mealindeki âyeti müfessirler "Ana rahminden çık*mayı kolaylaştırdı" veya "Hayır yahut şer yolunu seçme imkânı verdi" şeklinde yorumlamışlardır. Taberî âyetin bağlamını dikkate alarak birinci yorumu tercih et*miştir. [13] Ancak bize göre ikinci anlam, yani insanın iyilİk-kötülük, iman-inkâr, doğru-yanlış şeklindeki alternatifler arasında seçim yapma gücüne sa*hip varlık olarak yaratılması daha çok hatırlaülmaya değer bir lütuftur; dolayısıy*la âyetin bağlamına da daha uygundur. Çünkü bu özelliğiyle insan dünyadaki di*ğer bütün yaratılmışlardan üstün ve seçkin kılınmıştır. Bu gerçek yanında, insanın bir gün ölüp kabre konduktan sonra Allah'ın dilediği bir vakitte tekrar diriltilece*ğim hatırlatan 21-22 âyetler ile Allah'ın buyruklanna uymayanlan kınayan 23. âyetten şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Allah insana iyilik ve kötülük yollan arasın- da seçim yapma imkânlarım bahşetmiş, dolayısıyla ona ihtiyacı olduğu kadar öz*gürlük alanı açmıştır. Bu özgürlüğe sahip olması ona Allah'ın buyruklarını yerine getirme sorumluluğu yüklemektedir. Nihayet insan, bir gün bu hayatı terkedecek ve özgürlüğünü doğru kullanarak sorumluluklarını yerine getirip getirmediği ko*nusunda hesap verecek, karşılık görecektir. [14]
24-32. Yukarıda 18-20. âyetlerde insanın var oluşu ve mahiyetine ilişkin ilâ*hî lütuflar özetlenmişti; burada ise onu çevreleyen ve varlığını sürdürmesi İçin ge*rekli ve faydalı olan haricî nimetlerin başlıcalan hatırlatılmaktadır. Bu hatırlatma*nın amacı da hem muhatabı Allah'ın kudretinin büyüklüğü hakkında bilgilendirip iman etmesini veya inancını güçlendirmesini sağlamak hem de onu bu lütuflann-dan dolayı Allah'a minnet ve şükran hisleriyle ibadet etmeye, buyruklarına göre yaşamaya yöneltmektir. [15]
33-42. Kıyamet ve âhiretten bir kesitin son derece canlı bir tasvirini veren sû*renin bu son âyetleri, dünya hayatının geçici zevk ve tasalarını aşıp varlığının an*lamı, değeri, amacı ve akıbeti üzerine düşünebilme seviyesine ulaşmış her inşam sarsıcı gerçeklerle yüz yüze getirmektedir. Kıyamet gününde evrende meydana gelecek olan olaylar korkunç sesler çıkaracağı İçin ona 33. âyette "sâhha" adı ve*rilmiştir. O gün geldiğinde aralarında akrabalık bağı bulunanların birbirinden ka*çışının sebebi çeşitli şekillerde izah edilmiştir:
a) Kıyamet olayları herkesi dehşe*te düşüreceği için o ortamda insanların birbirini düşünmeleri mümkün değildir; herkes kendi başının derdine düşer.
b) Akrabalıktan doğan haklarını İsteyecekleri endişesiyle insanlar birbirinden kaçarlar.
c) Kişi, akrabaları onun içinde bulundu*ğu sıkıntılı durumu görmesin diye onlardan kaçar.
d) İnsan, akrabasının içinde bu*lunduğu kötü durumu görmesine rağmen onlara yardım edemeyeceğini ve başları*na gelenlere engel olamayacağım bildiği için kaçar. [16]
Bir önceki sûrede[17] kıyamet ve mahşerin dehşetinden dolayı bütün kalplerin korkudan neredeyse yerinden oynayacağı, gözleri korku bürüyece-ği bildirilmişti. Abese sûresinin bu son âyetlerinden anlıyoruz ki inkarcı ve isyan*kârların korku, kaygı ve perişanlıkları devam ederken müminlerin durumları ay*dınlanınca kalplerindeki korku ve kaygının yerini ferahlık ve sevinç alacak, bu se*vinç yüzlerine yansıyacaktır. [18]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Tirmizî, "Tef-sîr" 73; Taberî, XXX, 32-33
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/479.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/479.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/479.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/480-481.
[5] Zemahşe-rî. IV, 217
[6] meselâ buna yakın bir uyan örneği için bk. Tevbe 9/43
[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/481.
[8] V, 443
[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/481-482.
[10] bk. Şevkânî, V, 444; ayrı*ca krş.A'lâ 87/18-19
[11] Şevkânî, V, 444
[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/482.
[13] bk. XXIX, 35
[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/482-483.
[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/483.
[16] Nazi1 ât 79/8-9
[17] Şevkânî, V, 446
[18] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/483. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:00 am | |
| NÂZİ'ÂT SÛRESİ
79
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
81
Âyet sayısı;
46
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada yetmiş dokuzuncu, iniş sırasına göre seksen birinci sûredir. Nebe' sûresinden sonra, İnfıtâi sûresinden Önce Mekke'de inmiştir.[1]
Adı
Sûre adını birinci âyette geçen ve "söküp çıkaranlar" anlamına gelen "nâ*zi'ât" kelimesinden almıştır. Tefsirlerde yaygın olarak bu isimle anılmaktadır[2] Buhârî'nin Sahîh'i[3] ile bazı tef*sirlerde ise "Ve'n-nâzi'ât" şeklinde isimlendirilmiştir. [4] Bun*ların dışında "es-Sâhire" ve "et-Tâmme" adlarıyla da anılmaktadır. [5]
Konusu
Sûrede ağırlıklı olarak kıyamet halleri, hesap, ceza ve mükâfat konuları, Al*lah'ın birliği, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme gibi inanç esasları ele alın*mış; bu arada Hz. Mûsâ ve Firavun kıssasından bir kesite yer verilmiştir. [6]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Yemin olsun, batmak üzere yükselenlere; 2. Sakin ve düzenli hareket edenlere; 3. Yüzdükçe yüzenlere; 4. Yarıştıkça yarışanlara; 5. Emri uygun yol ve yöntemle yerine getirenlere! 6.0 gün şiddetle sarsan sarsar; 7. Onu ikinci sarsıntı izler! 8. İşte o gün kor*kudan yürekler ağza gelir. 9. Gözlerine korku çöker. 10. (İnkarcılar), "Biz ilk halimize mi döndürüleceğiz?; 11. Çürümüş kemikler olmuş iken mi?" diyor*lar. 12. Ve ekliyorlar: "O zaman bu ziyanb bir dönüş olur." 13. Bu dönüş sa*dece bir seslenmeye bakar. 14. Bir de bakarsın kendilerini mahşerde bulmuş*lar! 15. Sana Musa'nın haberi geldi mi? 16. Rabbi ona kutsal vadi Tuvâ'da şöyle seslenmişti: 17. "Firavun'a git! O hakikaten azdı." İS. De ki: "Arınma*yı ister raisin? 19. Seni rabbinin yoluna iletmemi? Böylece O'na saygılı dav*ranırsın." 20. Ve Musa ona en büyük mucizeyi gösterdi. 21.0 ise hemen ya*lanladı ve karşı çıktı. 22. Sonra mücadele etmek üzere sürt çevirdi. 23. Derhal adamlarını toplayıp seslendi: 24. "Ben sizin en yüce rabbinizim!" dedi. 25. Al*lah da ona ibretlik dünya ve âhiret cezası verdi. 26. Elbette bunda Allah'a ita*atsizlikten korkanların atacağı büyük bir ders vardır! 27. Şimdi, sizi yarat*mak mı daha zor yoksa göğü yaratmak mı? Onu Allah yaptı. 28. Onu yüksel*tip kusursuz olarak şekillendirdi. 29. Gecesini kararttı, gündüzünü ağarttı. 30. Bundan sonra da yeryüzünü döşeyip yaydı. 31. Yerden suyunu ve bitkisi*ni çıkardı. 32. Dağlan sağlam bir şekilde yerleştirdi. 33. Hepsi sizin ve hay*vanlarınızın yararlanması için. [7]
Tefsiri
1-5. Allah Teâlâ bazı varlıklara yemin ederek sûrenin ana konusu olan kıya*met ve öldükten sonra dirilme olayının mutlaka gerçekleşeceğini vurgulamıştır.
Müfessirler, adlanna yemin edilen bu varlıkların neler olduğu konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir.
a) Bunların hepsi meleklerdir. İlk âyette "batmak üzere yükselenler" diye çevrilen "nâzi'ât" kelimesi "kuyudan kova ile su çekenler" anlamına gelir. İnsan*ların ruhlarını bedenlerinden çekip çıkaran ölüm meleği ve yardımcıları bu sıfatla nitelendirilmiştir. Sözlükte "boğmak" anlamına gelen "garkan" kaydı, burada Ölüm meleklerinin inkarcıların ruhlarını şiddetle çekip çıkarmalarını, "Sakin ve düzenli hareket edenlere" diye çevrilen "nâşitât" ise müminlerin ruhlarını incitme*den hafifçe çekip alan melekleri ifade eder. "Yüzdükçe yüzenlef'den maksat ise ya Allah'ın emrini yerine getirmek için gelip giderken ufuklarda denizde yüzer gi*bi hareket eden veya dalgıcın denizde yüzdüğü gibi insan bedeninde yüzerek ru*hunu çıkartan meleklerdir. "Yarıştıkça yarışanlar" ise müminlerin ruhlarını cenne*te, kâfirlerin ruhlarını cehenneme götürürken birbirleriyle yanşan meleklerdir. "Emri uygun yol ve yöntemle yerine getirenler"e gelince bunlar da evrenin niza*mında Allah tarafından kendilerine verilen İşleri yerine getiren meleklerdir.
b) İnsanların ruhlarıdır. Ölüm anında bedenlerinden zorlukla veya kolaylık*la ayrıldıkları, hızla ruhlar âlemine vardıkları, ruhlar alemindeki makamlarına ya*rışırcasına gittikleri ve işleri yöneten meleklerin mevkiine yükseldikleri için bu va*sıflarla anılmışlardır.
c) Gaziler anlatılmaktadır. Yaylan iyice gererek ok attıkları, oklarını kolay*ca fırlattıkları, karada hızla yürüdükleri ve denizde yüzdükleri, düşmanla savaşta yarışırcasına vuruşarak ileri geçtikleri ve savaş işlerini yürüttükleri İçin bu sıfat*larla nitelenmişlerdir.
d) Yıldızlardan söz edilmektedir. Bir ufuktan doğup diğerinden battıkları, bir burçtan diğerine yavaş ve düzenli bir şekilde akıp gittikleri, yörüngelerinde yüze*rek yol aldıkları, hızlan farklı olduğundan yansır gibi birbirlerini geçtikleri ve Al*lah'ın koyduğu kanunlar uyarınca işlevlerini yerine getirdikleri için bu vasıflarla nitelenmişlerdir. Biz bu anlayışa daha yakın bir çeviri yapmış olduk.
Râzî âyetlerde bu mânaların hepsinin mevcut olma ihtimalinin bulunduğunu söylemiştir. [8]
6-9. Yüce Allah'ın Önceki âyetlerde yemin ederek gerçekleşeceğini haber verdiği kıyamet ve öldükten sonra dirilme olayları anlatılmaktadır. "O gün şiddet*le sarsan sarsar, onu İkinci sarsıntı izler" mealindeki 6 ve 7. âyetleri de müfessir*ler farklı anlamlarda yorumlamışlardır:
a) Burada, kıyamet gününde şiddetle sarsılacak olan yer küresi ile bunun ar*dından sarsılacak olan göklerden söz edilmektedir. Bu sarsıntıda gökler çatlar, ya*rılır ve parçalanır. 8-9. âyetlerde yeniden diriltilen insanoğlunun kıyamet olayı sı*rasında ve mahşerde içine düşeceği derin korku, dehşet, kaygı gibi olağanüstü psi*kolojik haller özetlenmiştir.
b) 6. âyette, Sûr'a birinci üflemede, 7. âyette ise ikinci üflemede meydana ge*lecek seslerden söz edilmektedir. Sûr'a ilk kez üflendiğinde tüm kâinat sarsılır, kı*yamet kopar; ikinci kez üflendiğinde ise yeniden dirilme olayı gerçekleşir. [9]
10-14. Arapça'da "geldiği yola geri dönme" mânasmdaki deyim 10. âyette "öldükten sonra tekrar dirilİp önceki hale gelme" anlamında kullanılmıştır. Müş*rikler çürümüş kemiklerin tekrar dirilmesini imkânsız buluyor, dolayısıyla öldük*ten sonra dirilmeyi inkâr ediyorlardı. 10-32, âyetler onların öldükten sonra dirilme konusundaki düşünce ve tutumlarını dile getirmektedir. "Mahşer" diye çevirdiği*miz "sâhire" kelimesi "geceyi uykusuz geçiren, sahra, düz alan" anlamlarına gelir. Mahşerde korkudan kimsenin gözüne uyku girmeyeceği için ona da sâhire denil*miştir. [10]
15-26. İnsanları âhiret hayatı konusunda uyarmak için gönderilen peygambe*ri yalanlayanların sonunun ne derece kötü olacağı bildirilerek bundan ibret alınma*sı istenmiş; dolaylı olarak Hz. Peygamber teselli edilmiştir. [11]Hz. Musa'nın Firavun'a gösterdiği en büyük mucizeden maksat yılana dönüşen asâsıdır. Müfessirler bu mucizenin, Musa'nın ışık saçan eli, denizin ya*rılması veya Musa'ya verilen 9 mucizenin tamamı olabileceğini de söylemişlerdir. [12] Buna rağmen Firavun inkâr ve isyandan vazgeçmediği gibi sihirbazları ve adam*larını toplayıp onlara "Ben sizin en yüce rabbinizim!" diyerek kendi tanrılığını ilân etmiştir. [13]
Firavun'un, "Ben sizin en yüce rabbinizim" şeklindeki iddiası, insandaki ma*kam ve mevki tutkusunun, benlik iddiasının nerelere kadar varabileceğini gösteren ibretlik bir sözdür. Gazzâlî, insanın bu tutku ve iddiasının sebeplerini ve mahiye*tini benzersiz bir vukuf ve başarıyla işlerken özetle şöyle der: Firavun'a, "Ben si*zin en büyük tanrınızım" dedirten motif aslında her insanın içinde saklıdır; fakat kimi bunu dışarı vurur, kimi de bazı sebeplerle içinde tutar veya bastırır. Firavun tipiyle uyuşan insanlardaki bu küstah İddia, her insanda bulunan yetkinlik, yüksel*me ve özgürleşme arzusu ve arayışının saptırılmış şeklidir. Oysa gerçek yetkinli- ğe, yükselme ve özgürleşmeye ancak ve ancak Allah'a yönelmek, O'nu tanımak (marifet), buyruğuna ve rızasına göre yaşamak, ilâhî ahlâk ile bezenmekle ulaşıla*bilir. Bunun dışındaki bütün benlik ve yetkinlik iddiaları tam tersine gerçekte bir sefalettir, düşüştür. [14] Musa'nın dâvetine inkâr ve isyanla cevap veren Firavun'un durumu da bundan başka bir şey değildir. Bu yüzden insanları zulüm İle ezen Firavun'un yaptıkları karşılıksız kalmamış, hem dünyada hem de âhirette Yüce Allah'ın azabına müstahak olduğu bildirilmiştir. Nitekim dünyada başkalarına da ibret olacak şekilde adamlarıyla birlikte denizde boğulmuştur. [15]
"Allah da ona ibretlik dünya ve âhiret cezası verdi" diye çevirdiğimiz 25. âyete, "Allah da onu hem sonraki sözünden hem de önceki sözünden dolayı ceza*landırdı" şeklinde de mâna verilmiştir. [16] Önceki sözünden maksat "Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum" anlamındaki sözüdür. [17] sonraki sözü ise "Ben sizin en yüce rabbinizİm!" mânasına gelen sö*züdür. [18]
27-33. Öldükten sonra dirilmeyi inkâr edenlerin dikkatleri, yeri ve göğü ile evrene çevrilerek, böylesine geniş ve kompleks olan, düzenli ve uyumlu işleyen varlıklar dünyasını yaratan kudretin insanları da öldükten sonra tekrar diriltebile*ceğine İşaret edilmiştir. Başka bir âyette göklerin ve yerin yaratılmasının İnsanla*rın yaratılmasından daha büyük bir olay olduğu açıkça ifade buyunılmuştur. [19]Allah'ın gökleri direksiz yaratması[20]geceyi zifi*ri karanlık, gündüzü ise aydınlık kılması[21]yeryü*zünü üzerinde yaşanacak bir şekilde yaratıp gerek insanların gerekse hayvanların beslenmesi için her türlü nimetlerle donatması O'nun sonsuz kudretini ve öldük*ten sonra insanları diriltebileceğini gösteren çok sayıdaki kanıtlardan bazılarıdır. [22]
Meali
34.0 büyük felâket geldiğinde; 35. İnsanın yapıp ettiklerini hatırlayaca*ğı gün; 36. Ve görene cehennem açık bir şekilde gösterildiğinde; 37-38. Azan ve dünya hayatını âhirete tercih eden kişi; 39. Cehennem işte onun için tek barınaktır. 40-41. Rabbinin huzurunda (hesap vermekten) korkan ve nefsini kötü arzulardan uzaklaştırana gelince, onun barınağı da cennetin ta kendisi*dir. 42. "Ne zaman gelip çatacak?" diye sana kıyameti sorarlar. 43. Sen onun hakkında ne söyleyebilirsin ki! 44. Onun hakkındaki nihai bilgi rabbine ait*tir. 45. Sen ancak ondan korkanları uyarırsın. 46. Kıyamet gününü gördük*lerinde (dünyada) sadece bir akşam vakti veya kuşluk zamanı kadar kaldıkla*rını sanırlar. [23]
Tefsiri
34-36. Arap dilinde "dayanılamayacak kadar ağır ve başka musibetleri bastı*racak ölçüde büyük musibet" anlamına gelen "tâmme" kelimesi burada kıyameti ifade eder. Kıyametin dehşeti insanlara diğer sıkıntıları unutturacak kadar ağır ol*duğu için ona bu isim verilmiştir. O gün insanlara dünyada yap*tıkları iyilikler de kötülükler de gösterilir, o zaman yapmış oldukları halde unut*tuklarım hatırlar ve itiraf ederler. "Cehennem" diye çevirdiğimiz "cahîm" kelime*si sözlükte "derin çukurda yakılmış büyük ateş" anlamına geli. [24] O gün cehennem meydana çıkarılır ve görme kabiliyeti olan herkes onu gö*rür. [25]
37-41. Kıyamet gününde insanlar mutlular ve bedbahtlar olarak iki kısma ay*rılacaktır. Özgür iradesiyle dünyayı âhirete tercih edip ömrünü inkâr, isyan ve taş*kınlıkla geçirerek tövbe ve iman etmeden Allah'ın huzuruna çıkanlar bedbahtlar*dır; bunların barınacakları yer ise cehennemdir. Rabbinin huzurunda hesap vere*ceğine inanan ve o huzura günahkâr olarak çıkmaktan korkarak nefsini kötülükler*den sakındıranlar ise bahtiyar kimselerdir; bunların barınacakları yer de cennettir. [26]
42-45. Müşrikler kıyamet ve âhirete inanmadıkları için sürekli olarak Hz. Peygamber'e kıyametin ne zaman kopacağını sorarak onu zor duruma düşürmek istiyor, alay ediyorlardı; hatta nasıl olsa böyle bir şeyin imkânsız olduğunu düşün*dükleri için kıyametin çabucak gelmesini de istiyorlardı. Hz. Peygamber ise onla*rın iman etmelerine vesile olur ümidiyle "Keşke sorularına cevap vermek müm*kün olsaydı!" diye temennide bulunuyordu. Yüce Allah, "Sen onun hakkında ne söyleyebilirsin ki!" mealindeki âyetle onun bu konuda bilgi edinme imkânının bu*lunmadığım, bu bilginin yalnız kendisine ait olduğunu[27] Hz, Peygamber'in görevinin kıyametin ne zaman kopacağını bildirmek değil, sadece ona inanıp âhiret kaygısı taşıyanları uyarmak ve o güne hazırlık yapmalarını sağ*lamak olduğunu vurgulamıştır. [28]
46. Sûrenin bu son âyetinde şu iki gerçeğe dikkat çekilmektedir:
a) İnsanlar, ikinci hayata döndüklerinde ebedî olan âhirete göre geçici olan dünya hayatının ne kadar kısa olduğunu anlayacaklar.
b) Psikolojik olarak insana geçmiş daima kısa bir zamanmış gibi gelir; çünkü geçmiş artık olmuş bitmiştir. İnsan için geçmişten daha önemlisi, henüz bir imkân olan ve farklı durumlara açık bulunan, bu yönüy*le de daima önemli ve ilginç görülen, hatta kaygı uyandıran gelecektir. [29]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/469.
[2] bk. Taberî, XXX, 18; Râzî, XXXI, 27
[3] Tefsîr", 79
[4] Zemahşerî, IV, 211
[5] bk. İbn Âşûr, XXX, 59
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/469.
[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/469.
[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/470.
[8] daha fazla bilgi için bk. XXXI, 27-32; Şevkânî, V, 430-432; Elmalı-h, VIII, 5552-5556; Ateş, X, 302-303
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/470-471.
[9] bilgiiçin bk. Şevkânî, V, 432-433
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/471-472.
[10] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/472.
[11] kutsal vadi Tuvâ ve burada Allah'ın Musa'ya seslenişi hakkında bilgi için bk. Tâhâ 20/11-12; Kasas 28/29-30
[12] Şevkânî, V, 435; 9 mucize hakkında bk. A'râf 7/107-108,133-136; İsrâ 17/101
[13] kış. Kasas 28/38
[14] İhya, III, 281-284
[15] bk. Tâhâ 20/78
[16] Kurtubî, XIX, 202
[17] bk. Ka-sas 28/38
[18] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/472-473.
[19] Mü'min 40/57
[20] bk. Ra'd, 13/2
[21] Bakara 2/164; Nebe' 78/10-11
[22] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/473.
[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/474.
[24] İbn Âşûr, XXX, 91
[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/474.
[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/474.
[27] krş. Lokman 31/34
[28] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/474-475.
[29] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/475. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:01 am | |
| NEBE' SÛRESİ
78
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
80
Âyet sayısı :
40
Nüzulü
Mushaftakİ sıralamada yetmiş sekizinci, iniş sırasına göre sekseninci sûredir. Meâric sûresinden sonra, Nâzİât sûresinden önce Mekke'de inmiştir. [1]
Adı
Sûre adını, birinci âyette geçen ve "haber" anlamına gelen "nebe'" kelime*sinden almıştır. Bazı kaynaklarda sûrenin başındaki soru cümlesi olan "Amme ye-tesâelûn" ile de anılmıştır. [2]
Bunların dı*şında "Amme, Tesâül, Mu'sırat" adlarıyla da anılmaktadır. [3]
Konusu
Sûrede ağırlıklı olarak kıyamet, öldükten sonra dirilme, hesap, ceza ve mü*kâfat konulan ele alınmış, Allah'ın varlık ve kudretini gösteren deliller ile melek*ler konusuna da yer verilmiştir. [4]
Meali
Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Birbirlerine neyi soruyor*lar? 2-3. Hakkında ayrılığa düştükleri büyük haberi mi? 4. Hayır! İleride bilecekler! 5. Hayır hayır! Yakında bilecekler! 6-7. Biz, yeryüzünü bir dö*şek, dağları da yeri tutan kazıklar yapmadık mı? 8.Sizi çifter çifter yarattık. 9. Uykunuzu sakinleşip dinlenme vesilesi kıldık. 10. Geceyi uyku için örtü yaptık. 11. Gündüzü de çalışıp kazanmak için fırsat kıldık. 12. Üstünüzde yedi kat sağlam gök yaptık. 13. Orada ısı ve aydınlık saçan bir lamba yarat*tık. 14-16. Size tohumlar, bitkiler, sarmaş dolaş olmuş bağlar bahçeler yetiş*tirmemiz için yoğun bulutlardan oluk gibi boşalan sular indirdik. 17. Şüp*hesiz ayırım günü vakit olarak belirlenmiştir. 18. Sûr'a üflendiği gün, bölük bölük Allah'a gelirsiniz; 19. Gökyüzü açılır da orada pek çok kapılar oluşur. 20. Dağlar yürütülür, serap haline gelir. 21-22. Şüphesiz, azgınlar için barı*nak olan cehennem pusuda beklemektedir; 23-25. Orada kaynar su ve ya*nan vücut akıntısı dışında bir serinletici, bir içecek tatmaksızın yıllar ve yıl*lar boyu kalırlar. 26. (Yaptıklarına) uygun bir karşılık! 27. Doğrusu onlar he*saba çekileceklerini beklemiyorlardı. 28. Âyetlerimizi yalanladıkça yalanlı*yorlardı. 29. Oysa biz her şeyi kayıt altına almıştık. 30. Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır. [5]
Tefsiri
1-5. Nebe', "önemli haber" demektir. Burada ise "kıyamet haberi" anlamın*da kullanılmıştır. Kıyamet gününde evrendeki mevcut kozmik düzenin bozulması, Allah'tan başka var olan her şeyin yok olması, öldükten sonra yeniden dirilme, he*saba çekilme vb. önemli olaylar meydana geleceği için onunla ilgili habere "bü*yük haber" denilmiştir. "Haberden maksat kıyamet olayları değil onu bildiren
Kur'an'dır veya Hz. Muhammed'in peygamberliğidir" diyenler de vardır. [6]Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Peygamber müşriklere Al*lah'ın birliğinden ve öldükten sonra dirilmenin gerçekleşeceğinden bahsedip de onlara Kur'an âyetlerini okuyunca "Muhamnıed ne getirdi? Neler anlatıyor?" di*ye birbirlerine sormaya başlamışlar, bunun üzerine bu âyetler inmiştir. [7]
6-11. İnsanlığın yaşamasına uygun bir duruma getirilmiş olan yer küresi, üs*tünde insanların oturup kalkmasına, yatıp uyumasına elverişli olan döşeğe benze-tilİrken dağlar da bu döşeği yerinde ve dengede tutmak için çakılmış kazıklara benzetilmiştir. Çünkü dağlar yer yuvarlağının uzay boşluğundaki dengesini sağla*maktadır. Nitekim başka âyet-i kerimelerde insanları sarsmasın diye yeryüzüne sa*bit dağların yerleştirildiği bildirilmiştir. [8] Dağların, içinde madenlerin bulunması, suların birikmesi, üstünde çeşitli bitki ve ormanların oluşması vb. sayılamayacak kadar çok faydalan vardır. Allah Teâlâ, yaratıp dağlarla dengesini sağladığı bu yeryüzünde insanların huzur ve sükûn içe*risinde mutlu bir şekilde yaşamaları ve nesillerini devam ettirmeleri için onları er*kekli dişili çift çift yaratmıştır; 8. âyet bunu ifade eder. [9]
"Dinlenme" vesilesi diye çevirdiğimiz "sübât" kelimesi sözlük mânaları ya*nında mecaz olarak "ölüm" anlamında da kullanılmaktadır. Uyku bir dereceye ka*dar hareket ve faaliyeti kestiği için ölüme benzetilerek ona da sübât denmiştir. [10]
12-16. "Üstünüzde yedi kat sağlam gök yaptık" mealindeki 12. âyet bazı farklılıklarla Kur'an'da birkaç defa geçmiş, oralarda gereken açıklama yapılmıştır. [11]Kubbemsi gökleri, alev alev yanarak dünya*yı aydınlatan güneşi, bolca yağmur indirerek yeryüzünde birçok nimetin yetişme*sine ve hayatın devam etmesine vesile olan bulutlan yaratan Yüce kudret, bu ev*reni yok edip mahiyeti ve sistemiyle yeni bir âlem kurmaya elbette kadirdir; İşte o ahiret âlemidir. [12]
17-20. "Ayınm günü"nden maksat hakkın bâtıldan, haklının haksızdan, mü*minin inkarcıdan ayırt edileceği ve dünyada yapılanların karşılığının verileceği büyük hesap günüdür. Cenâb-ı Allah'ın belirlediği ve yalnız kendisinin bildiği kı*yametin zamanı geldiğinde insanlar ve diğer bütün canlılar bir araya gelecek ve Yüce Allah onlann arasında hükmünü verecek, böylece dünyada işlenmiş bütün haksızlıklar karşılığını bulacak, kusursuz adalet gerçekleşecektir. İşte o güne "ayı*nm günü" veya "hüküm günü" denmesinin sebebi budur. [13]
Bu âyet "Şüphesiz buluşma günümüz ayırım günü olacaktır" şeklinde de an*laşılabilir. O gün Sûr'a üflenince insanlar kabirlerinden kalkıp bölük bölük mah*şer yerinde toplanacaklardır. [14]
21-28. Sûrenin başından buraya kadar Yüce Allah'ın kudretini gösteren de*liller sıralanarak yeniden dirilmenin gerçekleşeceği açıkça ortaya konduktan son*ra inkarcıların âhiretteki durumları ele alınmıştır. Mülk sûresinin 8. âyetinde can*lı bir varlık gibi tasvir edilerek neredeyse öfkesinden çatlayacak duruma geleceği bildirilen cehennem, burada da pusuda düşmanı gözetleyen bir savaşçı gibi tasvir edilmektedir.
23. âyetteki "ahkab" kelimesi "belirsiz uzun süre" anlamına gelen "hukub"un çoğuludur. Bu kelimenin cehennem azabının süresiyle ilgili olması, İslâm âlimle*ri arasında önemli bir görüş ayrılığının ortaya çıkmasında etkili olmuştur. İlk dö*nemlerden itibaren, aralarında Hz. Ömer, Hz. Ali ve Abdullah b. Abbas ile İbn Teymiyye gibi önde gelen sünnîlerin de bulunduğu bazı âlimler ve İbnü'l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi bir kısım mutasavvıflar, diğer bazı âyetler yanın*da[15] özellikle "Orada yıllar ve yıllar boyu kalırlar" mealindeki konumuz olan 23. âyete, ayrıca Allah'ın rahmetinin her şeyi kuşattığını [16] rahmetinin azabına üstün geldiğini, azabını geçtiğini [17] bildiren âyet ve hadislere da*yanarak cehennemin ve / veya cehennem azabının, uzun asırlar İfade eden bir sü*renin ardından sona ereceğini yahut içindekilerin azaptan etkilenmeyecek hale ge*leceklerini düşünmüşlerdir. Ehl-i sünnet âlimlerinin büyük çoğunluğu İse diğer ba*zı deliller yanında, Kur'ân-ı Kerîm'in ilgili birçok yerinde sık sık ebedîlik anlamı içeren "hulûd" ve "ebed" kavramlarının kullanılmasına ve daha başka delillere da*yanarak, inkarcılar ve müşrikler için cehennem azabının sonsuzluğunu savunmuş*lardır. [18]
29-30. Ağırlıklı yoruma göre 29. âyette kayıt altına alındığı bildirilen "her şey" İle insanların sorumluluğu gerektiren İnanç ve amelleri, İyilik ve.kötülükleri; bunların kaydedildiği "kitap" ile de amel defteri veya Levh-i mahfuz kastedilmiş*tir. Âyet, insanların dünyada yaptıklarından hiçbir şeyin Allah'a gizli kalmayaca*ğını, yaptıkları her şeyden hesaba çekileceklerini gösterir. Hesaplan görüldükten sonra İnkarcılara "Tadın artık! Bundan sonra size arttırarak vereceğimiz şey ancak azaptır" diye hitap edilir. Hz. Peygamber'in, Kur'an'da en ağır hitabın bu âyet ol-duğunu söylediği rivayet edilmiştir. [19] Zira onların derileri yan*dıkça yenilenmek suretiyle[20] cehennemin ateşi hafifledikçe de ateş art*tırılarak azaplarının devam edeceği[21] haber verilmiştir. [22]
Meali
31. İtaatsizlikten sakınmış olanlar için artık murada erme zamanıdır. 32. Bahçeler, üzüm bağlan; 33. Gencecik yaşıt kızlar; 34. İçki dolu kadehler. 35. Orada ne boş bir söz ne de yalan işitirler. 36. Bunlar rabbinin bol bol lüt*fettiği karşılıktır, bağıştır. 37.0, göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanla*rın rabbidir. O, Rahmân'dır. İnsanlar O'nun huzurunda konuşmaya yetkili olamayacaklar; 38. Ruh ve meleklerin saf saf olup durduğu o gün, Rah*man'in izin verdiklerinden başkaları konuşamayacaklar; konuşan da doğru*yu söyleyecek. 39. İşte bu, kesin olarak gelecek gündür. O halde kim dilerse rabbine varan bir yol tutsun. 40. Biz insanın önceden yapıp ettiklerine baka*cağı, inkarcının da, "Keşke toprak olsaydım!" diyerek dövüneceği gün ger*çekleşecek olan yakın bir azaba karşı sizi uyardık. [23] | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:01 am | |
| Tefsiri
31-36. Yeri geldikçe belirtildiği, özellikle bir kudsî hadiste de ifade buyunıl-duğu üzere, 31. âyette "müttakîler" şeklinde anılan itaatkâr müminler için âhiret-te hazırlanan nimetler, lütuf ve ikramlar "gözlerin görmediği, kulakların işitmedi*ği ve hiçbir beşer aklının tam olarak tasavvur edemeyeceği türdendir"[24] Çünkü bütünüyle âhiret gayb alanıdır; gay-bı da Allah'tan başkası bilemez. [25]Bununla birlikte, Allah Teâlâ, kullarının uhrevî nimetlere dair yaklaşık bir fikir edinmelerini sağlamak ve onlar*da bir arzu uyandırmak için, birçok âyette olduğu gibi burada da idrak ve anlama gücüne göre temsilî bir anlatımla bu dünyada en çok ihtiyaç duydukları, arzuladık*ları, sevdikleri maddî-bedensel nazlardan örnekler vermiştir. Bu anlatımda Kur'an'ın ilk muhataplarının beklentilerinin dikkate alındığı da söylenebilir, keza bu anlatımdan, âhirette cennete girmeyi hak eden her bir insana, dünyadaki ame*line zihnî ve ruhî kemaline, mutluluk anlayışına ve beklentisine göre neleri istiyor ve bekliyorsa onların verileceği sonucunu çıkarmak da mümkündür. [26]
"Bunlar rabbinin bol bol lütfettiği karşılıktır, bağıştır" diye tercüme ettiğimiz 36. âyete "Bunlar rabbinden, amellerine göre hesap ve takdir edilmiş bolca mükâ*fatlardır" şeklinde de mâna verilmiştir. [27] Burada kapalı bir şekilde ifade edilmiş olan amellerin karşılığının, başka âyetlerde Allah'ın lütfü olarak on katı. [28] 700 katı [29] (hatta hesapsız[30] bir şekilde kat kat verileceği bildirilmiştir. 26. âyette azgınlara verilecek ce*zanın dünyada yaptıklarına uygun bir karşılık olduğu bildirilmişti. Burada da mü*minlerin yaptıklarına karşılık olarak verilecek ödülün Allah'ın bolca lütfü ve ba*ğışı olduğu belirtilmektedir. 36. âyette müminlere âhirette verilecek nimetlerin ni*celiğini bildiren "hisâben" kelimesi, "çok, bol bol, yeter deyinceye kadar" şeklin*de yorumlandığı gibi "yeterli, kâfi miktarda, amellerin miktarına göre, hak edişe göre" şeklinde de açıklanmıştır. Ancak mealde biz, kısmen birbirinden farklı olan bu iki yorumdan ilkini tercih ettik. Çünkü ödülün, amellere göre kat kat fazlasıy*la, hatta hesapsız verileceğini bildiren âyetler de vardır. [31] ve bu âyetlerde âhirette ödüllerin hak edişe göre ölçülü değil, Allah'ın razı olduğu kullarına, Ölçüye ve hesaba sığmaz lütuflan olarak verileceği belirtilmektedir. [32]
37-38. Burada Allah Teâlâ'nm, müminlerin de müşriklerin de rabbi olduğu*na bir ima vardır. Çünkü Yüce Allah yerlerin, göklerin ve evrendeki her şeyin rab-bidir. O, Rahman isminin bir tecellisi olarak bütün insanlara rahmetiyle muamele edip her türlü nimeti lütfettiği halde, müşrikler cehalet ve nankörlüklerinin sonu*cu olarak Allah'ı bırakıp başka varlıklara tapmışlar, onların kendilerini Allah'a yaklaştıracağını[33] ve O'nun huzurunda kendileri için şefaatçi ola*caklarını iddia etmişlerdir. [34] Böylece Allah'ın Rahman isminin gere*ği olan rahmetten de kendi iradeleriyle kendilerini mahrum bırakmışlardır. Hesap gününde bu yaptıklarının yanlış olduğunu anlayınca özür dilemeye kalkışsalar da*hi kendilerine ne konuşma izni verilecek ne de özür dileme izni[35] Çünkü o gün, kulların kendilerine düşeni yapma günü değil, dünyada yap*tıklarının karşılığını görme günüdür, hüküm ve hesap günüdür. Bu sebeple o gün sadece Allah'ın hoşnut olduğu ve konuşmasına izin verdiği kimseler konuşacaklar ve bunlar da ancak gerçeği söyleyeceklerdir. Bütün bu açıklamaların asıl maksadı ise insanların fırsat eldeyken akıllı hareket ederek Allah'ın iradesine uygun bir ha*yat çizgisi benimseyip o çizgide sapmadan ilerlemeleridir.
Müfessirler 38. âyette zikredilen ruh hakkında farklı yorumlarda bulunmuş*lardır; "meleklerden büyük bir melek, Cebrail, meleklerin ileri gelenleri" diyenler bulunduğu gibi, Allah'ın melek olmayan ordularından bir ordu, Âdem oğullan, Âdem oğullarının ruhları veya Kur'an olduğunu söyleyenler de vardır. [36] Ruh ve melekler, Allah'a yakın olmalarına rağmen O izin vermedikçe hiçbir kimse hakkında şefaat edemeyeceklerdir. [37] Ayrıca, konuşmalarına izin verilenler ancak doğruyu söyleyecekler; çünkü orada hiçbir şeyi gizlemek mümkün olmayacaktır. [38]
39-40. Âhiret gününün gerçek olduğu tekrar vurgulanmış; ancak insanların, Allah'a giden yolu seçip seçmeme hususunda serbest bırakıldıkları hatırlatılmıştır. 40. âyette insanların uyarıldığı bildirilen "yakın azap"tan maksat âhiret azabıdır. "Gelecek olan her şey yakındır" anlayışına göre âhiret azabına da "yakın azap" de*nilmiştir. Ayrıca her bir insan bakımından kıyametin uzaklığının sadece onun öm*rü kadar olduğu söylenebilir; çünkü ölümüyle birlikte kendisi için dünya hayatı da bitmiştir. Nitekim bazı hadislerde insanın kabre girmesiyle birlikte ruhunun da ha*yattaki ameline göre bir tür ödüllendirme veya cezalandırılma sürecine gireceği bildirilmektedir. Nihayet dünyadaki zaman kavramının sadece yaşayanlar için bir anlam taşıdığı gerçeği dikkate alınırsa kabre girişle kıyametin kopması arasındaki "berzah" denilen dönemin "zaman" dışı veya farklı bir zaman boyutu olduğunu, dolayısıyla kabre giren için artık âhiretin uzakta olmadığını kabul etmek gerekir. Bu gerçekler ışığında baktığımızda âhiretin uzaklarda olduğu kanaati beşerin bir yanılgısından başka bir şey değildir. Bu sebeple sûrenin bu son âyetinde yüce rab-bimiz, 37 ve 38. âyetlerde geçen Rahman İsminin bir tecellisi olarak, kullarına rah*met sıfatıyla hitap etmekte; "yakın bir azap" konusunda onları vaktinde uyarmak*tadır. Uyarının anlamı şudur: Sakın âhiretten kuşku duymayınız, O bir gerçektir. Yönünüzü rabbinize dönmeniz, O'na doğru giden bir yol tutmanız İçin muhtaç ol*duğunuz fırsat ve Özgürlüğünüz vardır. Uyarıldığınız azabı uzakta zannedip çok kısa ve çok değerli olan hayatınızı boş yere tüketmeyiniz; hayat kısa, şu halde âhi*ret ve hesap yakındır. O gün, baktığınızda karşınızda göreceğiniz şey, bu dünya*dayken oraya gönderdikleriniz, yanı kendi imanınız ve amelinİzdir. O gün, İnanç*sızların toprak olmayı insan olmaya yeğleyecekleri dehşetli bir gün olacaktır. [39]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/459.
[2] Zemahşerî, IV, 206; Buhârî, "Tefsîr", 78
[3] bk. İbn Âşûr, XXX, 5
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/459.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/459.
[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/460.
[6] Ateş, X, 286; krş. Sâd 38/67
[7] Şevkânî, V, 419-420
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/460-461.
[8] mesela bk. Nahl 16/15; Mürselât 77/27
[9] krş. Rûm 30/21; Necm 53/45
[10] Ze-tnahşerî, IV, 207; Şevkânî, V, 421
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/461.
[11] meselâ bk. Bakara 2/29; Mülk 67/3
[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/461.
[13] Kurtubî, XIX, 173
[14] Sûr hakkında bilgi İçin bk. En'âm 6/73; Hakka 69/13
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/461-462.
[15] meselâ En'âm 6/128; Hûd 11/106-108
[16] A'râf 7/156
[17] BuhâriV'Tevhîd", 15,55; Müslim, "Tevbe", 14-16
[18] Bu konuyla ilgili tartışmalar ve ileri sürülen deliller hakkında geniş bilgi için bk. Yusuf Şevki Yavuz, "Azap", Dİ A, IV, 305-309; Bekir Topaloğlu, "Cehen*nem", Vn, 231-232
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/462.
[19] Kurtubî, XIX, 182
[20] Nisa 4/56
[21] İsrâ 17/97
[22] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/462-463.
[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/463.
[24] Buhârî, "Tevhîd", 35; Müslim, "İman", 312
[25] bk. Bakara 2/3
[26] bk. Fussilet 41/30-33
[27] İbn Âşûr, XXX, 47-48
[28] En'ârn 6/160
[29] Bakara 2/261
[30] Zümer 39/10
[31] Bakara 2/261; Zümer 39/10; Gâfir 40/40
[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/463-464.
[33] bk. Zümer 39/3
[34] Yûnus 10/18
[35] krş. Mürselât 77/36
[36] bk. Râzî, XXXI, 24; Şevkânî, V, 428
[37] krş. Yûnus 10/3
[38] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/464-465.
[39] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/465. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:02 am | |
| MÜRSELÂT SÛRESİ
77
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
33
Âyet sayısı:
50
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada yetmiş yedinci, iniş sırasına göre otuz üçüncü sûredir. Hümeze sûresinden sonra, Kaf sûresinden önce Mekke'de inmiştir. 48. âyetinin Medine'de indiğine dair rivayet de vardır.[1]
Adı
Sûre adını, birinci âyette geçen ve "gönderilenler" anlamına gelen "mürselât" kelimesinden almıştır. Mushaflar ve tefsirlerde yaygın olarak bu isimle anılmakta*dır. Bazı tefsirlerde ve Buhârî'de. [2] sûre başındaki vav harfi ile birlik*te "Ve'1-Mürselât" şeklinde isimlendirilmiştir. Ayrıca "Ve'1-Mürselâti urfen" adıyla da anılmaktadır. [3]
Konusu
Sûrede ağırlıklı olarak Allah' in varlığı, birliği, kudreti, melekler, kıyamet, öl*dükten sonra dirilme, âhiret hayatı ve orada müminler İçin hazırlanmış olan nimet*ler, suçlulara verilecek cezalar ve gayb âlemi gibi itikadı konular ele alınmaktadır.[4]
Meali
Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Yemin olsun, birbiri ardın*dan gönderilenlere; 2. Fırtına olup esenlere; 3. Yaydıkça yayanlara; 4. (Hak ile bâtılı) birbirinden ayırdıkça ayıranlara; 5-6. Mazereti ortadan kaldırmak veya uyarmak için öğüt verenlere; 7. İyi bilin ki size vaad olunan şey mutla*ka gerçekleşecektir. 8. Yıldızların ışığı söndürüldüğünde; 9. Gök yarıldığın-da; 10. Dağlar sökülüp savrulduğunda; 11. Peygambere toplantı vakti bildi*rildiğinde; 12. Bunlar hangi güne ertelenmiştir? 13. Ayırım gününe. 14. Ayı*rım gününün ne olduğunu bilir misin? 15. O gün İnkarcıların vay haline! 16. Öncekileri helak etmedik mi? 17. Arkadan gelenlere de onlara yaptığımı*zı yapacağız. 18. İşte biz suçlulara böyle yaparız. 19.0 gün inkarcıların vay haline! 20. Sizi dayanıksız bir sudan yaratmadık mı? 21-22.0 suyu belli bir süreye kadar sağlam bir yere yerleştirdik. 23. Ölçüleri biz koyduk; ne de gü*zel yapmışızdır. 24.0 gün inkarcıların vay haline! 25-26. Biz yeryüzünü diri*lere ve ölülere mekân yapmadık mı? 27. Ayrıca yeryüzünde sabit yüce dağlar yarattık. Sizlere tatlı sular içirdik. 28.0 gün inkarcıların vay haline! [5]
Tefsiri
1-6. İlk üç âyette üzerlerine yemin edilerek muhatapların dikkatleri çekilen şeyler bazı tefsircilere göre rüzgâr, fırtına, bulut gibi tabiat olaylarıdır. [6] Diğer tefsircilere göre ise daha sonraki üç âyette olduğu gibi bunlarla da Cebrail, melekler, vahiy ve Kitap kastedilmiştir.
Melekler, vahyi getirirken rüzgârlar gibi esmişler, yeryüzünde Allah'ın dini*ni yaymışlar, getirdikleri vahiy sayesinde inkarcılık ve cehalet yüzünden ölü hale gelen ruhlar dirilmiş, hak ile bâtıl birbirinden ayrılmış, insanların tövbe edip arın*maları sağlanmıştır. [7]
7-15. Kıyametin kopması sırasında meydana gelecek kozmik çöküşü [8] özetleyen açıklamalann ar*dından 11-13. âyetler, Allah Teâlâ'nın peygamberlerle ümmetleri arasında dünya*da yaşanmış olan olumlu veya olumsuz ilişki hakkındaki nihaî sorgu, yargı ve ka*rarını vereceği zamanı İfade eder ki bu zaman da kıyamet ve âhiret günüdür. Nite*kim başka bir âyette de Allah'ın o gün peygamberleri toplayıp onların tebliğ ve da*vetlerine insanların nasıl cevap verdiklerinin sorulacağı haber verilmiştir. [9] İşte "ayırım günü"nden maksat bu sorgu ve yargı günü yani peygamber*lerle onları yalancılıkla itham edenlerin arasında hükmün verileceği ve hak ile bâ*tılın ayırt edileceği kıyametin kopmasıyla başlayacak olan âhiret günüdür. 14. âyetteki soru cümlesi, o günün, Allah bildirmedikçe hiç kimsenin mahiyetini bile*meyeceği, tasavvur edemeyeceği olağanüstülüklere sahne olacağını İmâ eder. 15. âyet ise kıyamet ve âhireti yalan sayanların başlarına gelecek olan felaketin bü*yüklüğüne dikkat çekiyor. Bu ifade kalıbı sûrede 10 kez geçmekte olup her defa*sında izlediği âyetlerle ilgili özel bir anlam içerir. İnkarcılar, yalan saydıkları her ilâhî bildirim sebebiyle ayrı ayrı cezalandırılacakları için bunlar hakkında aynı ifa*de kalıbı tekrar edilmiştir. [10]
16-19. Buradaki soru, âyetlerin ilk muhatabı olan Mekke müşriklerinin, Al*lah'a isyanları yüzünden helak edilen Âd, Semûd vb. kavimlerin kötü âkibetlerin-den az çok haberdar olduklarını gösterir. Buna rağmen kendileri de Peygamber'i yalancılıkla itham edip ona İsyanda ısrar ederlerse öncekiler gibi cezalandırılacak*ları hatırlatılmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber'e isyanda direnen müşrikler Bedir savaşıyla başlayan kesin bir yok oluş sürecinden geçirilerek cezalandırılmışlardır. [11] âhiretteki cezaları da ayrıca verilecektir. 18. âyette "suçlu*lar" diye çevirdiğimiz "mücrimin" kelimesi Kur'an'da genellikle müşrikleri ifade eden bir terim olarak kullanılmıştır. Âyetin bağlamından kelimenin burada da ay*nı anlamda kullanıldığı anlaşılmakta; bu âyette hangi dönemde olursa olsun bütün "mücrimler"in, müşriklerin, inkarcı ve isyankârların aynı şekilde cezalandırılma*sının, yüce Allah'ın bir yasası olduğu hatırlatılmaktadır. [12]
20-24. "Dayanıksız bir su"dan maksat sperm [13] onun yer*leştirildiği "sağlam yer" ana rahmi, "belli bir süre" ise hamilelik dönemidir. Âyet*lerde insanın hangi maddeden ve nasıl yaratıldığı açıklanarak Allah'ın neleri yap*maya, yaratmaya kadir olduğuna dair en dikkate değer örneklerden biri ortaya konmuş; böylece yeniden dirilmeyi inkâr edenlere bu inkârlarının temelsiz oldu*ğu gösterilmiştir. 23. âyette insanın yaratılıgındaki akıllara durgunluk veren ince*liklere, mükemmel düzen ve uyuma, ölçüye ve sonuçta onu yaratan ilâhî ilim ve kudretin genişliğine dikkat çekilmiştir. Böylece insan iki yönden uyarılmaktadır:
a) Allah insanı basit bir sudan yani meniden yaratmış, ana rahminde onu çeşitli aşamalardan geçirerek, maddî ve manevî kabiliyetlerle donatarak yeryüzünün en mükemmel varlığı haline getirmiştir. Ama İnsanoğlu nankörlük ederek kendisine paha biçilmez nimetleri lütfeden Allah'a isyan etmektedir. İşte bundan dolayı "O gün inkarcıların vay haline!" buyunılarak insanlar uyarılmıştır,
b) Âyetlere göre öldükten sonra dirilme olayı mutlaka gerçekleşecektir. Zira basit bir sudan böyle mükemmel insanı yaratıp meydana getiren yaratıcı kudret onu öldükten sonra di*riltmeye de kadirdir. [14]
25-28. Arzın, jeolojik yapısı ve bilhassa su kaynaklan sayesinde canlılar için uygun ortam ve şartlarda yaratılmış olduğuna dikkat çekilmekte, böylece dolaylı olarak bunun, aklını işletip ibret nazarıyla görenler için, yeniden dirilme olayından daha şaşırtıcı ve daha büyük bir olay olduğu ima edilmektedir. [15]
Meâli
29. Haydi yalan saydığınız azaba doğru ilerleyin! 30-31. Gölgelendirme*yen, ateşe karşı da bir faydası dokunmayan üç bölüklü bir gölgeye doğru yol alnı. 32.0, kütükler kadar kıvılcımlar fırlatır. 33. Kocaman san halatlar gi*bi. 34.0 gün inkarcıların vay haline! 35. Bu öyle bir gündür ki artık konuşa*mazlar. 36. Kendilerine izin de verilmez ki mazeret bildirsinler. 37,0 gün in*karcıların vay haline! 38. İşte bu, aynım günüdür; sizi ve sizden öncekileri bir araya getirdik. 39. Bir planınız varsa haydi bana karşı uygulayın planını*zı! 40.0 gün inkarcıların vay haline! 41-42. Şüphe yok ki takva sahipleri göl- geliklerde ve pınar başlarında canlarının istediği çeşit çeşit meyveler arasın*da olacaklardır. 43. "Yaptıklarınızın karşılığı olarak şimdi ariyette yiyin için" 44. İşte biz iyilik yapanları böyle ödüllendiririz, 45. O gün inkarcıların vay haline! 46. Siz de (dünyada) yiyin için, biraz daha faydalanın! Şüphe yok ki su*ça batmış durumdasınız! 47.0 gün inkarcıların vay haline! 48. Onlara "Al*lah'ın huzurunda eğilin!" denildiğinde eğilmezler. 49.0 gün inkarcıların vay haline! 50. Şimdi bundan sonra hangi söze ulanacaklar? [16]
Tefsiri
29-34.0 gün hesaplar görülüp herkesin gideceği yer belli olduktan sonra gö*revliler inkarcılara, dünyada yalan saymış oldukları cehenneme doğru yürümeleri için âyetlerde geçtiği gibi hitap edeceklerdir. Müfessirler "üç bölüklü gölge"den maksadın cehennem yakıtlarının çıkardığı, üçe ayrılmış yoğun duman olduğunu söylemişlerdir. [17] Âyetlerde cehennemin fırlattığı kıvılcımların benzetüdiği "kasr" kelimesinin farklı anlamlan bulunmakla birlikte [18] bunlar İçinde cehennem tasvirine en uygun ola*nı "hurma kütüğü" olduğu için mealde bu anlam tercih edilmiştir.
Kıraat farkları dikkate alınarak 32 ve 33. âyetlere şöyle de mâna verilmiştir: "Cehennem, kütükler gibi kocaman kıvılcımlar fırlatır. Her bir kıvılcım birer sarı (kızgın) deve gibidir"[19]
35-37. Bu âyetlerde kıyamet ve mahşer gününde suçluların konuşmalarına ve mazeret göstermelerine İzin verilmeyeceği bildirilirken başka âyetlerde onların konuşacakları ve tartışacakları belirtilmiştir. [20] Ancak bunu, âyetler arasında çelişki bulunduğu şeklinde yorumlamamak gerekir. Zira bu farklı âyetlerde âhiretin farklı sahneleri tasvir edilmektedir. [21]
38-40. "Aynım günü"nden maksat hakkın bâtıldan, haklının haksızdan, ina*nanın inkâr edenden ayni edileceği yargı günüdür. Allah o gün gerek Kur'an'ın hi*tap ettiği topluluğu ve sonraki nesilleri, gerekse Kur'an'ın inmesinden önce gelip geçmiş bütün insanları mahşerde toplayıp aralarında hükmünü verecektir. [22] Bir yoruma göre "siz ve sizden öncekiler" ifadesiyle bilhassa Hz. PeygamberMn muhatapları olan Arap müşrikleriyle önceki dönemlerin inkarcıları kastedilmiştir. Âyetin özellikle tehdit ve uyan amacı taşıdığı dikkate alındığında bu yorum daha isabetli görülebilir. Nitekim 39. âyet de bu yorumu desteklemek*tedir. Burada inkarcılara, "Bir planınız varsa haydi bana karşı uygulayın planını*zı!" denilerek hak ettikleri cezadan kurtulma hususunda bir çareleri varsa onu kul*lanmaları istenir; ancak bu İstek, gerçekten onların bir çare bulmaları için değil, içine düşecekleri çaresizliği ortaya koymak içindir. [23]
41-45. Râzî, Şevkânî gibi müfessİrler, sûrenin bütüniindeki konulann uyu*munu dikkate alarak bu âyetlerde âhiretteki durumları özetlenen "takva sahipleri" ile bilhassa Allah'a ortak koşmaktan sakınan müminlerin kastedildiğini belirtirler. Râzî âyetteki takva kelimesinin itaatkâr olan ve olmayan bütün müminleri kapsa*dığını önemle hatırlatır. [24] Ancak gerek takva kav*ramının Kur'an-t Kerîm'dekî genel anlamı gerekse burada "takva sahipleri"nîn ni*teliğini ve ödüllerini açıklayan 43-44. âyetler, kavramın burada da hem imanı hem de itaati kapsadığını göstermektedir. [25]
46-47. Takva sahiplerini öven ve onlara âhiret mutluluğu müjdeleyen ifade*lerin ardından, putperestlere yöneltilen "... yiyin, biraz daha faydalanın!" şeklinde*ki tehdit ifadesiyle -takva sahiplerinin duyarlı ve sorumlu yaşayışlarının aksine-yiyip İçmenin ötesinde bir kaygı taşımadan sorumsuzca geçirilen bir hayatın ger*çekte ne büyük bir ziyan olduğu anlatılmaktadır. Dünya nimetleri ne kadar bol olursa olsun insan ömrü kısa, dünya ise fânidir; sonuçta suçluların gideceği yer ce*hennemdir. Bu nedenle onlar hakkında da "(Gerçekleri) yalan sayanların vay ha*line o gün!" buyurulmuştur. [26]
48. Bu âyetle ilgili üç yorum yapılmıştır:
1. Sakifliler hakkında inmiştir. Hz. Peygamber kendilerine namazla İlgili âyetleri tebliğ ettiğinde onlar, "Namazı bizden kaldır; biz eğilenleyiz, bu bizim için bir ardır" demişler. Hz. Peygamber de "Rükûsu ve secdesi olmayan dinde hayır yoktur" buyurarak onların yersiz is*teklerini reddetmiştir. [27]
2. İman etmeden ölenlere âhirette "Al*lah'ın huzurunda eğilin" denilecek, fakat kendilerinde eğilme gücü bulamaya*caklar.
3. Âyetteki "eğilme" (rükû) kelimesiyle genel olarak Allah'a itaat ve say*gı kastedilmiştir. [28]
50. "Bu" zamiriyle Kur'ân-ı Kerîm kastedilmiştir. İman edilecek en doğru söz Kur'ân-ı Kerim 'dir. Kuşkusuz bütün sözler içerisinde en doğrusu, en aydınla*tıcısı, en İnanılır ve güvenilir olanı, aynca inanıp izleyenlere en yararlı ve kurtarı*cı olanı Allah'ın sözüdür. Çünkü En'am Sûresinin 115. âyetinde "Rabbinİn sözü hem doğruluk hem de adalet bakımından tamamlanmıştır" buyurulmuştur. Sûrenin genelinde inkarcıların yanlış inanç ve tutumları ve bu yüzden uğrayacakları uhre-vî cezalar hakkında bilgi verildikten sonra kurtuluş yolunun Kur'ân-ı Kerîm'e ina*nıp onu izlemek olduğunu bildiren âyetle sûre son bulmaktadır. Her yönüyle mu*cize olan Kur'an'a iman etmeyen inkarcıların, artık iman edecekleri herhangi bir sözün veya bir kitabın bulunmadığına işaret edilmektedir. [29]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Şevkânî, V, 411; İbn Âşûr, XXIX, 418
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/451.
[2] Tefsir", 77
[3] bilgi için bk. İbn Âşûr, XXIX, 417-418
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/451.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/451.
[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/452.
[6] bk. Zâriyât 51/1-4
[7] Zemahşerî, IV, 202; bilgi için bk Râzî, XXX, 264-268; İbn Âşûr, XXIX, 419-423; Ateş, X, 264-266
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/452.
[8] meşe- lâ bk. İbrahim 14/18; Tâhâ 20/105 Müzzemmil, 73/14
[9] Mâide 5/109
[10] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/452-453.
[11] bk. Râzî, XXX, 272
[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/453.
[13] bk. Kıyamet 75/37
[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/453-454.
[15] Şevkânî, V, 414
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/454.
[16] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/454-455.
[17] Taberî, XXIX, 146
[18] bk. Râzî, XXX, 277; Şevkânî, V, 415-416
[19] Şevkânî, V, 416
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/455.
[20] meselâ bk. En'âm 6/23; Zümer 39/31; Fussilet 41/21
[21] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/455.
[22] krg. Vâ-kı'a 56/49-50
[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/455.
[24] XXX, 281 -282; Şevkânî, V, 417
[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/455.
[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/455.
[27] Şevkânî, V, 417
[28] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/456.
[29] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/456. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:03 am | |
| İNSAN SURESİ
76
İndiği Yer :
Medine
İniş Sırası :
98
Âyet sayısı:
31
Nüzulü
Mushaf'taki sıralamada yetmiş altıncı, iniş sırasına göre doksan sekizinci sû*re olup müfessirlerin çoğunluğu sûrenin tamamının Medine'de İndiğini söylemiş*lerdir. İbn Âşûr ise Medine'de Rahman sûresinden sonra, Talâk sûresinden önce indiğine dair rivayeti vermekle birlikte üslûp ve içeriğini dikkate alarak sûrenin Mekke'de indiğini söyleyen rivayetleri tercih eder. Bir kısmının Mekke'de bir kıs*mının Medine'de indiğine dair rivayet de vardır.[1]
Adı
Sûre adını, birinci âyette geçen "inşân" kelimesinden almıştır. Tefsirlerde yaygın olarak bu isim geçmekle birlikte sûre, ilk kelimelerinden dolayı "Hel etâ alel-insâni" şeklinde[2] keza 1. âyette geçen "Dehr", 2. âyet*te geçen "Emşâc", ve 5. âyette geçen "Ebrâr" isimleriyle de anılmaktadır. [3]
Konusu
Sûrede insanın yaratılış aşamaları, yükümlülükleri, âhİret hayatı ve orada in*sanlar için hazırlanmış olan nimetler ve cezalar, âhirette mutlu olan insanların özellikleri ve bunlara yapılan ikramlar anlatılmakta; ayrıca Kur'an'in Allah katın*dan indirildiği, bir öğüt ve nasihat olduğu bildirilmektedir.[4]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Gerçek şu ki, insanın yara*tılış tarihinde onun henüz anılan bir şey olmadığı bir dönem gelip geçmiştir. 2. Hakikatte biz insanı imtihan etmek üzere katışık bir nutfeden yarattık, bu sebeple kendisini işitir ve görür kıldık. 3. Şüphesiz biz ona doğru yolu göster*dik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör. 4. Ama biz inkarcılar için zincirler, halkalar ve alevli bir ateş hazırlamışizdır. 5. İyiler ise içindektne gü*zel koku katılmış bir kadehten içecekler; 6. Bir su kaynağı ki Allah'm has kulları ondan içecek, istedikleri yere de ondan bol bol akıtacaklar. 7. Onlar, verdikleri sözü yerine getirirler ve dehşeti her yerde hissedilen bir günden korkarlar. 8. Onlar, kendileri de sevip istedikleri halde yemeği yoksula, yeti*me ve esire yedirirler. 9. (Ve şöyle derler) : Biz sizi Allah rızası için doyuru*yoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. 10. Biz, asık su*ratlı çetin bir günde rabbimizden korkarız." 11. Bu yüzden Allah onları o gü- nün dehşetinden korur; yüzlerine aydınlık, gönüllerine sürür verir. 12. Sab*retmelerine karşılık onları cennette ve ipekli giysilerle ödüllendirir. 13. Ora*da koltuklara kurulurlar. Ne yakıcı güneş vardır orada ne de dondurucu so*ğuk. 14. Ağaçların gölgesi hemen üzerlerinde, meyveleri emirlerine amade kı*lınmış. 15-16. Her birinin etrafında gümüş kaplar, billur kadehler, gümüş be*yazlığında şeffaf kupalar dolaştırılır; ölçülerini de isteklerine göre belirlerler. 17. Ayrıca kendilerine orada zencefil karışındı bir kadeh sunulur. 18. İçinde*ki orada adına Sekebil denilen bir pınardan alınmıştır. 19. Her birinin etra*fında Ölümsüz gençler pervane olur. Baktığında onları etrafa saçılmış inciler sanırsın. 20. Orada etrafa göz gezdirdiğinde benzersiz nimetler ve muhteşem bir saltanat görürsün. 21. Oradakilerin üzerlerinde yeşil renkli, ince ve kalın ipek elbiseler vardır; gümüş bileziklerle süslenmişlerdir, rableri onlara terte*miz bir içki verir; 22. "Bunlar sizin ödülünüzdür, çabanız boşa gitmemiştir." [5]
Tefsiri
1-2. İnsan kelimesi, "beşer, insan topluluğu" anlamına gelen "ins" kökünden türetilmiş olup akıl ve fikir sahibi, konuşarak anlaşan sosyal bir varlık türünü İfa*de eder. [6] Kur'an'da 65 yerde insan, 18 yerde ins, bir yerde de insî (insanın her bir ferdi) geçmekte, bir âyette "enâsî", 230 yerde nâs şeklinde çoğul olarak yer almaktadır. İlgili âyetlerin çok*luğundan da anlaşıldığı üzere Kur'an'da insan çeşitli yönleriyle ele alınmış; onun nasıl yaratıldığı, mahiyeti ve yaratılış amacı bir bütünlük içinde anlatılmıştır. [7]
Kıyamet sûresinin son âyetlerinin devamı mahiyetindeki bu âyetlerde öldük*ten sonra dirilmeyi inkâr eden insana, onun varlık alanına çıkmazdan önceki hiç*liği, aslı ve yaratılış aşamaları hatırlatılarak bundan ibret alması ve ders çıkarma*sı istenmiştir. İlk âyetteki "hîn" kelimesi "sınırlı bîr zaman, bir süre" anlamına ge*lir; "dehr" ise "bir vakitle sınırlanmamış mutlak zaman" demektir. [8] Elmalılı âyetin bu kısmım şöyle açıklar: "Hîn", zamandan, az veya çok bir müddete denir. Külle ıtlak edilmez, vakit gibi az veya çok bir cüz'e ıtlak edilir. Burada "dehr"in başlangıcı olan âlemin yaratılışı ile insanın yaratılışı noktalarıyla sınırlıdır. "Hîn" kelimesinin nekîre (belirsiz) olması ise haddi zatında sınırlı olmakla beraber, insana nazaran miktarının meçhul olduğuna işarettir. Ya*ni, şu muhakkak ki, insan cinsi âlemin yaratılışından hayli müddet sonra yaratıl*mıştır. Âlemin hilkatiyle başlayan "dehir"den, insan cinsinin yaratılmasına kadar sizin için meçhul, ama yine de bu iki nokta İle sınırlı bir müddet cereyan etmiş, in- sana doğru gelmiştir. Öyle ki, o müddet zarfında insan, anılır, bu nam ile tanınır bir şey olmamıştır. [9]
Diğer yönden her bir insan, var olmazdan önce bir hiç, sonra babasının sul*bünde bir sperm ve anasında bir yumurtadır. Daha sonra ana rahminde bir embri*yo haline gelmektedir. Nitekim 2. âyette insanın "katışık bir nutfe"den yani ana rahminde döllenmiş bir yumurtadan yarattığı İfade buyurulmuştur. Kendisine gör*me, işitme gibi organlar da lütfedilen bu varlık artık yükümlülüklere muhatap ve imtihana tabi tutulabilecek bir kıvama gelmiş olmaktadır. [10]
3. "Doğru yolu gösterdik" ifadesinden ne kasdedildiğİ müfessirlerce farklı şekillerde açıklanmıştır:
a) Biz insana hidâyet ve dalâlet, hayır ve ger yollarını açıklayarak tanıttık. Nitekim Beled sûresinin 10. âyetinde "Biz ona iki yolu gös*termedik mİ?" buyurulmuştur.
b) Mutluluk ve mutsuzluk yollarını açıkladık.
c) Kâr ve zararını anlayacak yetenekte yarattık. Allah Teâlâ insanı akıllı, iradeli ve iyiyi kötüden ayırma kabiliyetine sahip değerli bir varlık olarak yaratmış; görev*lendirdiği peygamberler ve indirdiği vahiyle ona doğru yolu göstermiş, aynı za*manda kendisine irade ve seçme hürriyeti vermiştir. Artık Allah'ın gösterdiği doğ*ru yola girip şükredİci olmak veya şeytana ve nefse uyarak Allah'ın verdiği imkân ve kabiliyetleri baskı altına alıp nankör olmak insanın kendi elindedir. [11]
4-6. İyilerin âhİrette elde edecekleri ödüller, sayesinde mutlu olacakları ni*metler, dünya diliyle temsili olarak anlatılmaktadır. [12]
7-10. "Verdikleri söz" diye çevirdiğimiz 7. ayetteki nezr (nezir) kelimesi, "insanın yerine getirmeyi kendisine borç kıldığı, vaad ettiği her türlü İş" demek*tir. [13] terim olarak nezir, "dinen mükellef tutulmadığı halde ki*şinin kendi vaadiyle üzerine vacip kıldığı ibadet ve iyilik" anlamına gelir. [14]Kelimenin âyetteki anlamı konusunda iki farklı yorum yapılmıştır. Bir yoruma göre buradaki nezir, genel olarak Allah'ın insan*lara yüklediği bütün vecibeleri ifade eder. Bu durumda âyetin ilgili kısminin an*lamı şöyle olur. "Onlar Allah'ın kendilerine yüklediği bütün vecibeleri yerine ge*tirirler; buyruklarına uyar, yasakladıklarından kaçınırlar." İkinci bir yoruma göre bu âyetteki nezir de yukarıda belirtilen terim anlamında kullanılmıştır. Bu yoru*ma göre ise âyeti şöyle anlamak gerekir: "Onlar, bir iyilik yapmayı adadıkları, gö*nüllü olarak ibadet etmeye niyetlenip karar verdikleri takdirde bunu mutlaka ye*rine getirirler,"
Yüce Allah 5. âyette geçen iyilerin bazı özelliklerini 7-10. âyetlerde şöyle sı-ralamıştır:
a) Allah rızası için bir şey yapmayı adadıklarında (söz verdiklerinde) onu yerine getirirler. Bu açıklama, Allah'ın, verilen bir sözün, adanan bir iyiliğin yerine getirilmesine ne kadar önem verdiğini anlatır.
b) Dehşeti her yerde hissedi*len bir günden korkarlar. Kıyamet gününde Allah'ın huzurunda verecekleri hesa*bın korku ve kaygısını taşır, hayatlarını bunun verdiği sorumluluk bilinciyle dü*zenlerler. Böylece âyette kıyamet ve âhiret inancının, amelî hayatımız üzerindeki tesiri ve bunun kurtarıcı değeri ortaya konmaktadır.
c) Gözden çıkardıklarını de*ğil, sevdikleri ve yararlanabilecekleri nimetleri muhtaçlara verirler. Yedirip içİrmeyi, doyurmayı birinci görevleri bilirler. Böylece âyet feragat ahlâkının, "öte-ki"ne karşı sorumluluk duygusunun en veciz tanımını ve bunun İslâm'daki önemi*ni dile getirmiştir. 9. âyette, anılan müminlerin bu özverili davranışları, gösteriş veya herhangi bir menfaat, hatta bir teşekkür karşılığında değil, sırf Allah'ın rıza*sını kazanmak için yaptıkları bildirilmektedir. İfadenin akışına bakarak âyetteki "ceza" kelimesinin özellikle "maddî karışıklıkları, "şükür" kelimesinin de teşek*kür gibi manevî karşılıktan ifade ettiği düşünülebilir. Kısaca âyete göre en değer*li iyilik, herhangi bir maddî veya manevî karşılık, bir çıkar elde etme düşüncesi taşımadan, hatta buyurulmamış olsa bile adamak, niyet edip karar vermek suretiy*le kendi kendine ödev yükleme şeklinde belirlenip yapılan iyiliktir. Meşhur kudsî hadiste bildirildiğine göre[15]bu şekilde gö*nüllü iyilik ve ibadet yapanların kalpleri, basiretleri ve yollan aydınlanır; İnançla*rı doğru, kararlan isabetli, işleri hayırlı ve faydalı olur.
8. âyete "Onlar, Allah'ı sevdikleri ve O'nun rızası için yemeği yoksula, yeti*me ve esire yedirirler" şeklinde de mâna verilmiştir. Müfessirler bu âyette geçen "esîr" kelimesini mecazî anlamda yorumlayarak "şartların esiri" olan herkesin bu terimin kapsamına girdiğini söylemişlerdir. Buna göre hakiki anlamda savaş tut*sakları galiplerin esiri olduğu gibi, meselâ köle efendisinin, borçlu alacaklının, mahkûm da onu hapseden gücün esiridir. Dolayısıyla şu veya bu anlamda esir olan müslüman yahut gayri müslim herkese yardım etmek gerekir. [16]
11-22. Allah Teâlâ yukarıdaki özellikleri taşıyan müminleri kıyamet günü*nün sıkıntılarından koruyacağını, onlara sevinç ve mutluluk dolu bir hayat nasip edeceğini ifade buyurduktan sonra vereceği nimetleri açıklamıştır. Nitekim başka âyetlerde de kıyamet gününde bir kısım yüzlerin mutluluktan parıldayacağım bir kısım yüzlerin de sıkıntıdan sararıp solacaklarını haber vermiştir. [17] Bu âyetlerin genelinden çıkan sonuca göre Yüce Allah'ın müminlere ikram edeceği cennet, her türlü ihtiyacın karşılandığı, rahat ve huzur kaynağı imkânların bol bol bulunduğu bir yerdir. Orada canların çektiği ve gözleri okşayan her türlü nimetin bulunduğu haber verilmiştir. [18]
13. âyet müminlerin âhirette güneş ışınlarından kaynaklanan yakıcı sıcakla karşı karşıya kalmayacaklarını ifade eder. Âyetten cennetin kendine has bir nurla aydınlatılacağı, orada her şey mutedil olup sıkıntı verecek herhangi bir şeyin bu*lunmayacağı anlaşılmaktadır. 14. âyette belirtilen gölgelerin de cennetteki ağaçla*rın gölgeleri olduğu belirtilir. 15-21. âyetlerde cennetliklerin içecekleri İçkiler, su*nucular ve hizmetçiler anlatılmakta; elbiseleri ve takılan tasvir edilmektedir. Mü-fessirler buradaki kâselerin gümüş ve billurla tanıtılmasının, sadece bilinmeyeni bilinenle anlatmak, böylece muhatabın zihninde cennet nimetleriyle ilgili bir imaj, bir fikir ve sonuçta bir arzu uyandırmak maksadıyla yapılmış bir benzetmeden iba*ret olduğunu belirtirler. Bunların mahiyetleri hakkında bir şey söylemek mümkün değildir. Nitekim Abdullah b. Abbas "Cennetteki nimetlerle dünyadakiler arasın*da isim benzerliğinden başka benzerlik yoktur" demiştir. [19]
Meali
23. Kur'an'ı sana biz, evet biz vahyederek indirdik. 24. Öyleyse rabbi-nin hükmüne sabret; onlardan hiçbir günahkâra yahut nanköre boyun eğme. 25. Sabah akşam rabbinin yüceliğini an. 26. Gecenin bir kısmında O'na sec*de et ve uzun gece boyunca O'nun eşsiz olduğunu zikret. 27. Şu insanlar, ar*kalarından gelecek zor günü bir yana bırakarak geçici dünyayı seviyorlar, 28. Onları biz yarattık, yaratılışlarını sapasağlam yaptık. Dilediğimizde yer*lerine benzerlerini getirebiliriz. 29. Şüphesiz ki bu bir öğüttür; artık dileyen rabbine bir yol tutar. 30. Sizler ancak rabbinizin (bunu) dilemesi sayesinde di- leyebilirsiniz. Şüphesiz Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. 31. Allah di*lediğini rahmetine dahil eder. Zalimlere gelince onlar için elem verici bir azap hazırlamıştır. [20] | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:03 am | |
| Tefsiri
23-24. Allah Teâlâ önceki âyetlerde insanların dünyadaki inanç ve eylemle*rinin değerine göre âhirette ulaşacakları sonuçlan tasvir etmişti. Bu âyetler ise Peygamber efendimize vahyin değerini hatırlatıyor; Allah'ın hükümlerini yerine getirmede kararlı olup ibadet etmesini öğiitlüyor. Sonuçta Peygamber, Allah'tan geldiğinden emin olduğu vahye mazhar olmasının kendisi için ne kadar büyük ve onur verici nimet olduğunu daha derinden kavrayacak; buna ek olarak Allah için yaptığı ibadetlerin de verdiği şevk ve dinamizmle inkarcıların haksız söz ve ey*lemleri karşısında kendisinin direnci ve kararlılığı da artacaktır. Nitekim tefsirler*de anlatıldığına göre Mekke'nin önde gelen müşrikleri Hz. Peygamber'den kendi dinlerine ve haksız düzenlerine karşı açtığı mücadeleyi durdurmasını istemişler; ona mal-mülk, mevki ve itibar gibi pek çok maddî ve manevî karşılıklar vaad et*mişlerdi. Ama Resûlullah (s.a.) bunları elinin tersiyle itmiş ve davasından asla vazgeçmeyeceğini bildirmiş ve onlara Fussılet sûresinin 1-3. âyetlerini okumakla yetinmiştir. [21]
25-26. Müzemmil ve Müddessir sûrelerinde olduğu gibi burada da Hz. Pey-gamber'in Mekke dönemindeki ibadet durumları yansıtılmakta, onun Yüce Allah'ı sabah akşam zikir ve teşbih etmekle, gece gündüz O'na ibadetle yükümlü olduğu bildirilmektedir. Bu ibadetlerle Hz. Peygamber'in Allah'a derin saygı ve bağlılığı*nın, irade ve azminin daha da güçlendirilmesinin ve müşriklerin çirkin saldın lan -na karşı direncinin arttınlmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Râzî müfessirlerin bu âyetlerle ilgili görüşlerini iki maddede özetlemiştir:
a)Bu âyetlerde beş vakit namaz emredilmiştir. Zira onlara göre "rabbinin adını anmak"tan maksat namaz kılmaktır. "Sabah" diye çevrilen "bükra" kelime*si sabah namazının vaktini, "akşam" diye çevrilen "asîl" kelimesi ise öğle ve ikin*di namazlarının vakitlerini İfade eder. "Gecenin bir kısmında O'na secde et" diye tercüme edilen cümleden maksat akşam ve yatsı namazları, gecenin uzun bir bö*lümünde kılması emredilen namaz İse teheccüd namazıdır.
b) "Sabah akşam rabbin adını anmak"tan maksat namaz değil, sözle Allah'I teşbih etmek ve O'nun noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanmaktır. Bu da insanın gece gündüz tüm zamanlarda Allah'ı diliyle ve kalbiyle zikretmesi demek*tir. [22]
c) Allah'ı zikirden maksat bunların tümüdür; farz olan beş vakit namaz, Pey-gamber'e mahsus nafile ve diğer namazlarla dua ve istiğfarın tümü bu zikre dahil*dir. [23]
Bize göre bu âyetlerde -beş vakit namaz da dahil olmak üzere- genel olarak ibadetin, özellikle gecenin belli vakitlerinde namaz kılmak, teşbih, dua, tövbe ve istiğfar gibi ibadet sayılan faaliyetlerde bulunmak suretiyle Allah'a kulluk, İtaat ve bağlılık arzetmenin önemi üzerinde durulmuştur. [24]
27-28. Yüce Allah 24. âyette Hz. Peygamber'e "Hiçbir günahkâra yahut nan*köre boyun eğme" diye verdiği talimatın gerekçelerini açıklamıştır. Çünkü o gü*nahkâr ve nankörler dünyayı âhirete tercih ederek geçici zevkler peşinde koşarlar, dehşetli olaylarla dolu kıyamet gününe inanmaz, ona aldırış etmez ve o gün için yapılması gereken hazırlığı ihmal ederler. 28. âyette de insanları yoktan yaratıp güçlü kuvvetli bir varlık haline getiren kudretin, dilemesi halinde kendisine karşı nankörlük ve günahkârlıkta ısrar eden bu tür toplulukları yok edip yerlerine baş*kalarını getirebileceği vurgulanmış; bu suretle müminlere olup biten hiçbir şeyin ilâhî bilgi ve irade dışında olmadığı hatırlatılarak inançlarını pekiştirmeleri, mo*rallerini yüksek tutmaları telkin edilmiştir.
Ayetin son cümlesi genellikle iki şekilde açıklanmıştır:
a) "Dilediğimiz tak*dirde onların varlığına son verip, yerlerine Allah'a saygıyla kulluk eden başka bir topluluk getiririz.
b) Eğer istersek onların bedenlerini değiştirerek daha çirkin bir duruma getirebiliriz" (Şevkânî, V, 409). Müfessirler çoğunlukla birinci yorumu benimsemişlerdir. [25]
29-31. Bu sûrede anlatılanların insanlar için uyarıcı öğütler olduğu ifade bu-yurulmuş, bunlardan ders çıkarıp Allah'a giden yolu seçmek ise insanların hür ira*delerine bırakılmış; böylece insanın din ve vicdan özgürlüğüne sahip olduğuna, bu bakımdan hiç kimsenin bu yollardan birini seçmesi için baskı altında tutulamaya*cağına işaret edilmiştir. Bununla birlikte başka yerlerde olduğu gibi burada da ku*lun irade, tercih ve kararından söz edilifken Allah'ın iradesinin mutlaklığı da ha*tırlatılmış; böylece kulların, rableri karşısında da hür ve bağımsız oldukları gibi hem dîn hem de mantık bakımından saçma olan bir fikre kapılmaları engellenmek istenmiştir. Çünkü kullara tercih ve karar verme kabiliyetini veren de Allah'tır, bu*nu her an yaratarak devam ettiren de Allah'tır. Âyette kulun dilemesinin Allah'a nispet edilmesinin anlamı budur. Hem ilgili âyet ve hadislerin bütünü hem de fıt*rî akıl, bir İnanç ve davranışa mecbur kılınmış insanın ondan sorumlu tutulmaya*cağı sonucunu vermektedir. İlk bakışta farklı bir hüküm ve sonuç ifade eden âyet ve hadislerin bu genel ilke çerçevesinde anlaşılması ve yorumlanması gerekir. Bu- na göre Allah kullara dileme, tercihte bulunup karar verme imkânını bahsetmiştir; insanın sorumluluğunun temeli de budur. Allah'ın rızasına göre hareket etmeyi tercih edenler O'nun rahmetine ve cennetine nail olurlar, aksi yolu tutanlar ise ce*henneme giderler.
Son âyetteki "zalimler"den maksat inkarcılardır. Zulüm kavramı gerek bura*da gerekse başka birçok âyette "doğru ve gerekli olandan sapmak; dolayısıyla yan*lış, asılsız bir şeye inanmak, haksız bir iş yapmak" anlamında kullanılır ve genel*likle inanç, ibadet ve ahlâkta hak yoldan sapmışlığı ifade eder. Sûrenin bütününde insanın yaratılışına değinildi; ona doğru ve yanlış yolun tanıtıldığı belirtildi; mü*minlerin ve inkarcıların davranış özelliklerinden söz edildi; amaç ise akıllı ve iyi niyetli insanın bütün bu aydınlatıcı açıklamalardan nasibini almasını sağlamaktır. [26]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Şevkânî, V, 397; tbn Âşûr, XXIX, 370
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/439.
[2] Buhârî, "Tefsir", 76
[3] İbn Âşûr, XXIX, 369
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/439.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/439.
[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/440-441.
[6] Râgıb el-İsfehânî, Müfredâtü'l-Kur'ân, "İns" md
[7] me*selâ bk. Nisa 4/1; Hac 22/5; Mü'minûn 23/12-15; Kıyamet 75/37; ayrıca bk. İlhan Kutluer, "İnsan", DM, XXII, 320-323
[8] Ragıb, a.g.e., "hyn" ve "dhr" md
[9] IX, 5492-5493
[10] insanın yaratılış aşama*ları hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü'minûn 23/12-15; Kıyamet 75/37
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/441-442.
[11] krş. İsrâ 17/18-19; Kehf 18/29
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/442.
[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/442.
[13] Taberî, XXIX, 129
[14] Ahmet Özel, "Adak", DİA, I, 337 vd.
[15]Müsned, VI, 256; Buharî, "Rikak", 38.
[16]Taberî, XXIX, 130; Râzî,245.
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/442-443.
[17]Kıyamet 75/22-24
[18] bk. Zuhruf 43/71
[19] Râzî, XXX, 249; ayrıca bk. Bakara 2/25
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/443-444.
[20] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/444-445.
[21] bilgi İçin bk. Hamîdultah, İslâm Peygamberi, 1,82-83
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/445.
[22] XXX, 259; aynca krş. Ahzâb, 33/41-42
[23] İbn ÂşÛr, XXIX, 405 vd
[24] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/445-446.
[25] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/446.
[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/446-447. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:04 am | |
| KIYAMET SÛRESİ
75
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
31
Âyet sayısı:
40
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada yetmiş beşinci, iniş sırasına göre otuz birinci sûredir. Karia sûresinden sonra, Hümeze sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]
Adı
İlk âyetinde geçen "kıyamet" kelimesi sûreye ad olmuştur. Aynca "Lâ uksi-mü" adıyla da anılmaktadır.[2]
Konusu
Allah'ın insanları yeniden diriltmeye muktedir olduğunu bildiren âyetlerle başlayan sûrede ağırlıklı olarak kıyamet koparken evrende meydana gelecek olay*lar, ölmek üzere olan insanın halleri, öldükten sonra dirilme ve hesap konulan ile inkarcıların âhirette karşılaşacağı zorluklar, mutlu ve mutsuz insanların halleri ele alınmaktadır. Sûrede aynca vahiy esnasında Hz. Peygamber'in Cebrail'den aldığı vahyi hafızasına yerleştirmek için gösterdiği gayret, Allah Teâlâ'nın bu konudaki uyanlan ve âhiretin varlığını ispatlayan deliller üzerinde durulmuştur. [3]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Sandıkları gibi değil, kıya*met gününe yemin ederim! 2. Öyle değil, kendini kınayan nefse yemin ede*rim! 3. İnsan, kemiklerini toplayıp birleştiremeyeceğimizi mi sanıyor? 4. Evet, parmaklarına varıncaya kadar yeniden yapmaya gücümüz yeter. 5. Fakat insanoğlu önündeki zaman içinde günah işlemeye bugünden istekli du*rur. 6. "Kıyamet günü ne zamannuş!" diye soruyor. 7-9. Ama göz dehşetle açıldığı, ay tutulduğu, güneşle ay birleştirildiği zaman; 10. İşte o gün insan "Kaçacak yer var mı?" diyecektir. 11. Hayır, sığınacak bir yer yoktur! 12.0 gün vanp durulacak yer sadece rabbinin huzurudur. 13.0 gün insana yaptı*ğı ve yapmadığı her şey hakkında bilgi verilecektir. 14-15. Artık insan, maze*retlerini sayıp dökse de kendi aleyhine tanıktır. [4]
Tefsiri
1-2, Yüce Allah'ın Kur'an'da herhangi bir konuyu yemin ederek zikretmesi o konunun ve kendisine yemin edilen şeyin önemine işaret eder. Burada da kor*kunç manzaralarla dolu kıyamet gününe ve kendini kınayan, sorgulayan nefse dik*kat çekilmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de kıyametin geleceğinden kuşku duyulmaması gerektiğini belirten ve kıyametle ilgili durumları açıklayan pek çok âyet vardır. Müslüman için önemli olan kıyametin ne zaman kopacağını, dolayısıyla ahiret hayatının ne zaman başlayacağını bilmek değil, onun kopmasıyla başlayacak olan ebedî haya*ta inanmak ve ona gerektiği şekilde hazırlanmaktır. İslâm İnancına göre Sûr'a ilk üflendiğinde bütün canlılar ölecek; kabir hayatı veya berzah denilen ve ölümle kı*yametin kopması arasındaki dönemi kapsayan sürecin dolması ve kıyametin kop*masından bir süre sonra Sûr'a ikinci defa üflenince, insanlar yeniden diriltilerek yattıkları yerlerden kalkıp mahşerde toplanacaklardır. Arkasından hesaba çekilip yargılanma, amel defterlerinin ortaya konması, mizan yani iyilik ve kötülüklerin tartılması, değerlendirilmesi gibi âhiret halleri denilen aşamalar gerçekleştikten sonra cennetlikler ve cehennemlikler belli olacak, sırat köprüsünden geçebilenler cennete kavuşurken geçemeyenler cehennemi boylayacaklardır.
Nefs (nefis), sözlükte "bir şeyin kendisi ve hakikati, benlik, can, ruh, kalp, in-sandaki manevî güç, kan" gibi anlamlara gelmektedir, Kur'ân-ı Kerîm'de nefis, insanı, İnsanın ruhî-manevî varlığını, kişiliğini ifade eder. [5] İslâm kaynaklarında nefis iki deği*şik anlamda kullanılmıştır: 1. Nefis, insandaki istekler, arzular, güdüler, dürtüler ve duygular bütünüdür. Uygun eğitim almamış insanda ortaya çıkan kötü huy ve özellikler buradan kaynaklanır, 2. İnsanın hakikati ve kendisi. Gazzâlî, bu anlam*da nefsin kalp, ruh ve akılla eş anlamlı olduğunu belirtir. [6]
İnsan nefsi İki temel özelliğe sahiptir: a) Nefis dinamiktir, kendi kendisini dengeleyici bir sistemdir ve onda zıt eğilimlerin meydana getirdiği psikolojik bir gerginlik ortamı vardır. Bu gerginlikler davranışlarda güdüleyİcİ bir sistem olarak rol oynarlar. Kur'an'da muhtelif âyetlerde nefsin bu özelliğine işaret edilmektedir. [7] b) Nefiste gelişme ve olgunlaşma gücü var*dır. İlkel haliyle nefis, içgüdüsel isteklerin baskın olduğu, dolayısıyla ahlakî ölçü*lere uyum sağlamakta zorlandığı için kötülüğe yatkındır. Bu Özellikteki nefis dere*cesine nefs-i emmâre denilir. Nefis, mertebeleri itibariyle yedi kısımdır. 1. Nefs-i emmâre, 2. Nefs-i levvâme, 3. Nefs-i mutmaİnne, 4. Nefs-i mülheme, 5. Nefs-i ze-kiyye, 6. Nefs-i râzîye, 7. Nefs-i marziyye. Bunların kötüsü nefs-i emmâredir. "Kendini kınayan nefis" diye çevirdiğimiz nefs-İ levvâme, "yaptığı kötülüklerden pişmanlık duyan, kendi kendisini yargılayan, kınayan ve kendisini düzeltmeye ça*lışan nefis basamağı"dır. Yüce Allah bu nefis üzerine yemin etmek suretiyle bu ba*samağın önemine işaret etmiştir. [8]
3-4. Kur'an'da çeşitli vesilelerle bildirildiğine göre putperest Araplar, insan*ların öldükten ve bedenleri çürüyüp toprak haline geldikten sonra yeniden diriltil-mesini imkânsız görüyor, Hz. Peygamber'e bunun nasıl olacağım soruyorlardı; fa*kat aslında gayeleri gerçeği öğrenmek değil, alay ve inkâr etmek olduğu için al*dıkları cevaplar üzerinde düşünmüyor, söylenene inanmıyorlardı. Âyetler hem on*ların bu tutumunu kınamakta hem de ölümden sonra dirilmenin gerçekleşeceğini kesin ve ince bir üslûpla ifade etmektedir.
Âyet metnindeki "tesviye" kavramı, "yaratılış sürecinde insana bedensel özelliklerinin tam olarak verilmesi" anlamında başka âyetlerde de geçmektedir. [9]Bu kullanım dikkate alındığında konumuz olan âyet*te tesviye kavramının, parmak kemiklerinin bir araya getirilmesi yanında parmak*lara bütün Özelliklerinin yeniden eksiksiz verileceğini de ifade ettiği düşünülebi*lir. Bilindiği gibi her bir insanın avuç içinde ve parmaklarında bulunan çizgiler, onun bir tür kişilik şifresi olup başka hiçbir insanda bulunmayan, yalnız ona ait olan bir kompozisyonda yaratılmıştır. Muhtemelen âyette yeniden yaratılmanın bu inceliğine de işaret etmek için özellikle parmakların yaratılışı zikredilmiştir. Ayrı*ca âyette, edebî bir sanat olarak parmaklar zikredilmiş, fakat bedenin tümü kaste*dilmiştir. [10]
5-6. "Günah" diye çevirdiğimiz "fücur" kelimesinin "haktan sapma" anlamı*na geldiğini, bu sapmanın sözle de eylemle de olabileceğini belirten Şevkânî, âyet*le ilgili açıklamaları gayet özlü olarak şöyle açıklar: İnsanoğlu bugünüyle yarınıy*la her zaman günah işlemeyi öne alır; günahı peşin işler, tövbeyi tehir eder. İbnü'l-Enbârî'nin yorumuna göre insan, yaşadığı sürece hep günah işlemek ister, işledi*ği günahtan dönmek, günahkârlığı terketmek gibi bir niyet taşımaz. Mücâhid, Ha-san-i Basrî, İkrime, Süddî ve Saîd b. Cübeyr de âyeti şöyle açıklamışlardır: "İn*san ölünceye kadar hep tövbe edeceğini söyler durur; sonuçta en kötü hallerini ya*şarken ölüm onu yakalar." Dahhak'a göre insanın bu haline "emel" denir; yani o, "Daha yaşayacağım, dünyadan nasibimi alacağım" der, ölümü hiç hatırına getir*mez. [11]
Âyetteki "fücur" kelimesine "inkâr" anlamı verenler de olmuştur. Buna göre âyetin mânası şöyledir: "Fakat insan önündekini (kıyameti) inkâr etmek istiyor." Devamındaki âyette kıyamet gününün ne zaman geleceğine dair sorulan sorunun bu mânayı desteklediği düşünülebilir. [12]
7-10. İnkarcılar "Kıyamet günü ne zamanmış" şeklindeki sorularında ciddi olmadıkları için verilen cevapta kıyamet gününün zamanına ilişkin açıklama yap*mak yerine oldukça kısa fakat son derece edebî ve etkileyici ifadelerle o gün mey*dana gelecek olaylar anlatılarak muhatapların uyarılması amaçlanmıştır. Çünkü insan İçin hayatî önem taşıyan şey, kıyametin ne zaman kopacağını bilmek değil, onun kopmasıyla başına nelerin gelebileceğini iyice anlayıp ebedî hayata gerekti*ği şekilde hazırlanmaktır. 7. âyette geçen "göz dehşetle açıldığı" şeklindeki ifade mecazî bir anlatım olup ansızın meydana gelecek olan kıyamet gününün dehşet ve şiddetinden dolayı insanın içine düşeceği şaşkınlık, korku, dehşet gibi psikolojik hallere işaret eder. [13]
Müfessirler kıyamet sırasında ayın tutulması olayını, normal zamandaki ay tutulmasının da ötesinde, "ayın ışığının veya kendisinin tamamen yok olması. [14] yahut "ayın parlaklığını kaybedip sönük-leşmesi, ışığın cılızlaşması" şeklinde tefsir etmişlerdir. [15] "Gü*neşle ayın birleştirilmesini, "her ikisinin de ışığının giderilmesi" veya "güneş kur*su ile ay kursunun birleşerek tek kütle haline gelmesi, bir araya getirilmesi" şek*linde yorumlamışlar ve "güneş durulduğu zaman"[16]mealindeki âye- ti de buna delil getirmişlerdir. Bu dehşet verici manzaralar karşısında insanın ka*çacak yer aramasının sebebi ya Allah'ın huzuruna çıkmaktan utanması veya ce*hennemde yanmaktan korkmasıdır. [17]
11-15. Yüce Allah Hz. Peygamber'in şahsında insanlığa hitap ederek kıya*met koptuğu gün artık Allah'ın huzurundan başka kaçıp sığınılacak, varıp durula*cak bir yerin bulunmadığını haber vermektedir. O gün herkes Allah'ın huzurunda toplanacak ve dünyada yapıp ettikleri ve yapması gerektiği halde yapmadıkları iyi ve kötü ne varsa hepsi ona haber verilecektir. Bununla birlikte insan görünüşte ce*zadan kurtulmak için çeşitli mazeretler İleri sürse de 15. âyetin bildirdiğine göre, gerçekte kendisi aleyhinde yine kendisi tanıklık edecektir. İsrâ sûresinin 14. âye*tinde de bazı müfessirler, insanın kendisi hakkında tanıklık etmesini, organlarının şahitlik yapması. [18] olarak açıklamışlardır. Ancak bu*nu mahkeme-i kübrâda Allah'ın huzurunda hiçbir sahte mazeretin işe yaramaya*cağını anlayan inkarcı ve günahkâr kişinin, dünyadaki durumunu olduğu gibi an*latıp kendi aleyhine tanıklık etmesi, hatta kendi kendisini yargılayıp suçlaması şeklinde anlamak da mümkündür. [19]
Meali
16. Vahyi tam alma telaşı yüzünden dilini kımıldatma. 17. Onu zihninde toplama ve onu okumanı sağlama işi bize aittir. 18.0 halde onu okuduğumuz zaman sen onun okunuşunu takip et. 19. Sonra onu anlatmak da elbette bize aittir. 20. Hayır (Ey insanlar)! Doğrusu siz çabucak gelip geçeni seviyorsunuz, 21. Âhiretle ilgilenmiyorsunuz. 22-23. Oysa o gün bir loşun yüzler rablerine bakarak mutlulukla panldayacakhr; 24-25. Bir kısım yüzler ise o gün belini kıracak bir felâketi sezerek sararıp solacaknr. 26. Hayır artık çok geç! Can boğaza gelip dayandığında, 27. "Yok mu bir şifacı!" denir. 28. (Hasta ise) bu*nun beklenen ayrılış olduğunu anlar. 29. Ve bacaklar birbirine dolaşır. 30. İş*te o gün sevkediien yer sadece rabbinin huzurudur. [20]
Tefsiri
16-19. Hz. Peygamber, gelen vahyi hemen hafızasına yerleştirmek için ta*mamlanmasını beklemeden diliyle tekrarlıyordu. Allah Teâlâ bu âyetleri indirerek ona vahiy geldiğinde nasıl davranması gerektiğini öğretmiştir. [21] Bu âyetlerde Yüce Allah üç şeyi kendi üze*rine aldığını bildirmiştir: 1. Vahyi hafızalarda ve yazılı olarak toplayıp unutmama*sını sağlamak. [22] 2. Vahyi Hz. Peygamber'in oku*masını sağlamak, 3. Vahyi açıklamak. Aynca 19. âyette vahiy kendisine okundu*ğunda Hz. Peygamber'in susarak onu dinlemesi emredilmiş, o da böyle yapmıştır. [23] Allah Teâlâ "biz onu okuduğumuz zaman" buyurarak okuma fiilini kendisine isnat etmiştir; oysa başka âyetlerde onu vahiy meleğinin (Cebrail) Hz. Peygamber'in kalbine indirdiği bildirilmektedir. [24] Bu âyetler arasında çeliş*ki yoktur. İlâhî vahyin Cebrail aracılığı ile Hz. Peygamber'in zihnine yerleştiril*mesi de bir okumadır. [25] Tanımı ve Özellikleri, 2. Vahiy" başlığı). [26]
20-25. Hz. Peygamber'in vahyi alışıyla ilgili özel olarak kendisine hitap eden ara cümlelerden sonra bu âyetlerde insanlığa yönelik genel bir hitapla tekrar başa dönülerek müşriklerin öldükten sonra dirilme olmayacağına dair iddiaları redde*dilmekte, bu konuda geçerli mazeretlerinin bulunmadığı, fakat dünya zevk ve lez*zetlerine düşkünlüklerinden dolayı âhiret hayatını reddettikleri ve bu nedenle kı*nandıkları anlaşılmaktadır, İnsanların kınanmasının sebebi dünya nimetlerini sev*meleri değil, bu yüzden âhireti terketmeleridir. Çünkü dünya nimetleri insanlar için yaratılmıştır. [27]
22. ayette geçen "o gün"den maksat kıyamet günüdür. İnsanların kaçacak yer aradığı o günde dünyada iman edip iyi işler yapanların gönülleri sevinçli, mutlu, yüzleri ise güzel ve aydınlık olacaktır. 23. âyette "Rablerine bakarak mutlulukla parüdayacaktır" diye çevirdiğimiz cümleyi Ehl-i sünnet kelâmcıları "Müminler âhİrette Allah'a bakarlar, O'nu görürler" şeklinde anlamışlardır. Nitekim Hz. Pey*gamber'in de ashabına, dolunayı gördükleri gibi Allah'ı göreceklerini haber ver*diği rivayet edilmiştir (Buhârî, "Tevhîd", 24). Tenzih ilkesinden hareket eden Mu'tezile kelâmcılan ise Allah'ın dünyada da âhirette de görülemeyeceğini sa*vunmuşlardır. Onlar "Rablerine bakarak mutlulukla parıldayacaktır" mealindeki cümleyi, -âyette geçen "nazıra" kelimesinin kökünde "bekleme" anlamının da bu*lunmasından dolayı- "Rablerinin sevabım beklerler, ümit ederler" şeklinde tevil etmişlerdir. [28]
Ancak bize göre Mu'tezile'nİn bu husustaki kaygısı ve Ehl-i sünnet'e eleşti*rileri yersizdir; aynca ilgili âyete getirdikleri tevil de dil ve yorum kurallarına ay*kırıdır. Âyette müminlerin cennette Allah'ı görecekleri açıkça ifade edilmektedir; bu görmenin mahiyeti ise -Ehl-i Sünnet âlimlerinin belirttikleri gibi- bizim bilgi ve kavrama imkânlarımızı aşmaktadır. Kısacası müminler, cennette Allah'ı "nicelik ve nitelik ölçülerinin dışında" (bila kemmin velâ keyfin) görecekler ve bu görme bütün cennet nimetlerini gölgede bırakacak derecede yüce bir mutluluk verecektir. [29]
Dünyada gerçekleri inkâr eden ve kötü işler yapan kâfirlerin ise yüzleri sara-rıp solacaktır, gönülleri mutsuz olacaktır. Çünkü büyük bir korku içinde "belleri kıracak" şeklinde nitelenen musibetin gelmesini beklemektedirler. [30] 25. âyette "bel kemiklerini kıran" diye çevirdiğimiz "fâkıra" kelimesi bel kemiğini kırıp omuriliğe isabet eden, yani belleri kırıp parçalayan darbe, mecazî an*lamda büyük musibet ve felaketler için kullanılmıştır. [31]
26-30. Can boğaza gelip de hasta Ölüme yüz tuttuğunda çevresindekiler, "Bu*nu ölümden kurtaracak bir şifacı yok mu?" diye sorarak son bir çarenin bulunup bulunmadığını araştırırlar. Bir yoruma göre de ölüm meleği "Bunun ruhunu rah*met melekleri mi yoksa azap melekleri mi götürecektir?" diye sorarlar. Bu telaş arasında ölmek üzere olan kişi artık yakınlarından ve dünya hayatından ayrılma zamanının geldiğini anlar; ecel geldiğinde can çıkıp gider. "Bacaklar birbirine do*laşır" ifadesi, "Artık ölen kişinin dünyadan ilgisi kesilmiş, âhiret hayatına, ilâhî huzura yönelmiştir" şeklinde açıklanmıştır. Bundan sonra kendi iradesiyle hareket etme imkânı yoktur. Allah katında durumu dünyada yaptıklarına göre değerlendi*rilir; müminlerden ise cennete, İnkarcılardan ise cehenneme gönderilir. [32] | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:04 am | |
| Meali
31.Vaktiyle o vahye inanmamış ve namaz da kılmamıştı. 32. Aksine in*kâr etmiş, peygamberden yüz çevirmişti. 33. Sonra da çalım sata sata yürü*yüp yandaşlarına gitmişti. 34. Ey insan! Acı sonun yaklaştıkça yaklaşıyor!
35. Yakınına, daha da yakınma geliyor! 36. insan, kendisinin başı boş bırakı*lacağını mı sanır! 37.0 akıtılan meniden bir damlacık değil miydi? 38. Son*ra o, alaka (rahime tutunmuş embriyo) olmuş, derken Allah onu yaratıp şekil*lendirmiş; 39. Ondan iki eşi, yani erkek ve dişiyi yaratmıştır. 40. Peki bütün bunları yapan, ölüleri diriltemez mi? [33]
Tefsiri
31-40. Özellikle Allah'ın, kendi varlık ve birliği ile kıyamet ve âhiretin ke*sinliği hakkında bunca açıklamalar yapmasına, kanıtlar ortaya koymasına, ayrıca inkâr edenleri ne büyük azabın ve acıların beklediğini haber vermesine rağmen hâ*lâ gerçeği kabul etmemekte, Kur'an'ı ve Peygamber'i tasdik etmemekte direnen, Allah'a kulluğunu arzetmekten kaçınan inkarcı tutum eleştirilmekte, kurtarıcı ilâ*hî hakikatleri ısrarla reddeden bu nasipsizlerin daha da kabalaşan, küstahlaşan davranışlarından ibretlik örnekler verilmektedir. O inkarcı tip, vahyi onaylamaya, Allah'a kulluk etmeye yanaşmaz; hakkı, hak davetçisini inatla yalanlamaya kalkı*şır; ilgi gösterip kulağını ve zihnini söylenenlere açacağı, insafla değerlendireceği yerde, kör bir taassupla gerçeğe sırtını döner, kulağını tıkar, kalbini kilitler. Sûre bu inkarcılara, kendi türünün yaratılış sürecini ve bu muhteşem olayı gerçekleşti*ren yüce gücü hatırlattıktan sonra bir soru ifadesiyle, bu gücün ölüleri de dirilte*ceğini bildiren uyan âyetiyle sona ermektedir. [34]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/429.
[2] İbn Âşûr, XXIX, 336
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/429.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/429.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/430.
[5] meselâ bk. Bakara 2/233; Âl-i İmrân 3/25,30; En'âm 6/70,151
[6] İhya, III, 3-5
[7] meselâ bk. Şems 91/7-10; Tîn 95/4
[8] nefis hakkında bk. Nisa 4/1; Hayati Hökelekli, "Nefis", İFAVAns., IH, 464-466
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/430-431.
[9] bk. İnfitâr 82/7; A'lâ 87/2
[10] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/431-432.
[11] bk. V, 388
[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/432.
[13] Şevkânî, V, 388
[14] Râzî, XXX, 220; Zemahşerî, IV, 191
[15] Elmalılı, VHI, 5477
[16] Tekvîr, 81/1
[17] Şevkânî, V, 389
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/432-433.
[18] bk. Nûr 24/24; Yâsîn 36/65
[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/433.
[20] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/433.
[21] bk. Taberî, XXIX, 116-119; Buharı, "Tefsîr", sûre 75,2
[22] bu hususta aynca bk. A'lâ 87/6
[23] Buhârî, "Tefsîr", 75; Müslim, "Salât", 148
[24] meselâ bk. Şuarâ, 26/193; Nahl, 16/102; Bakara 2/97
[25] vahyin geliş şekilleri hakkında bilgi için bk. "Tefsire Giriş" bölümü, "I. Kur'ân-ı Kerîm A
[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/434.
[27] krş. A'râf 7/31-33
[28] bk. Zemahşerî, IV, 192; Râzî, XXX, 226-229
[29] Aynca bk. A'raf 7/143
[30] Şevkânî, V, 391
[31] Elraalılı, VIII, 5483
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/434-435.
[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/435.
[33] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/435-436.
[34] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/436. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:06 am | |
| MÜDDESİR SÛRESİ
74
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
4
Âyet sayısı:
56
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada yetmiş dördüncü, iniş sırasına göre dördüncü sûredir. Müzzemmil sûresinden sonra, Fatiha sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Müz-zenımîl sûresinden önce indiğini söyleyenler de vardır.[1]
Adı
Sûre adını, birinci âyette geçen ve "bürünüp sarınan" anlamına gelen "müd*dessir" kelimesinden almıştır.[2]
Konusu
Sûrede Hz. Peygamberin hayatından bir kesit ele alınmış, ona dini tebliğ gö*revini yerine getirmesi, inkarcıları uyarması ve bu konuda karşılaşacağı sıkıntıla*ra katlanması emredilmiştir. Kıyamet günün sıkıntılarından söz edilmiş, Kur'an'a sihir ve beşer sözü diyerek onu reddeden müşriklerin yakıcı cehenneme sürükle*necekleri haber verilmiştir. Meleklerden ve kitap ehlinden, cehennemin görevlile*rinden söz edilmiştir. Sûrede ayrıca inkarcıların cehenneme girmelerinin sebebi hakkında müminlerle aralarında geçen bir konuşmaya yer verilmiş ve inkarcıların haktan yüz çevirmelerinin sebepleri anlatılarak sûre sona ermiştir. [3]
Meali
Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Ey örtüsüne bürünen! 2. Kalk ve uyar! 3. Sadece rabbinin büyüklüğünü dile getir. 4. Elbiseni terte*miz tut. 5. Her türlü pislikten uzak dur. 6. Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. 7. Rabbinin rızasına ermek için sabret. 8. Sûr'a üflendiği zaman; 9. İşte o gün zorlu bir gündür; 10. İnkarcılar için hiç de kolay olmayan bir gündür. 11. Tek olarak yarattığım şahsı bana bırak! 12-13. Geniş bir servet ve gözü önünde duran oğullar verdiğim; 14. Kendisi için nimetleri serdikçe serdiğim kişiyi! 15. Hâlâ da arttırmamı umuyor. 16. Asla! Çünkü o bizim âyetlerimize karşı inatla direnmektedir. 17. Ben de onu sarp bir yokuşa süre*ceğim! 18. Çünkü o, düşündü taşındı, ölçtü biçti. 19. Kahrolası, ne biçim ölç*tü biçti! 20. Sonra yine kahrolası ne biçim ölçtü biçti! 21. Sonra baktı. 22. Sonra kaşlarını çattı, suratını astı. 23. En sonunda sırtım dönüp gitti, gu*ruruna mağlup oldu. 24. "Bu, dedi, olsa olsa eskilerden nakledilmiş bir sihir*dir. 25. Bu, bildiğiniz insan sözünden başka bir şey değildir." 26. Ben onu se-kara (cehenneme) sokacağım. 27. Sen bilir misin sekar nedir? 28. Bitirir de bı*rakmaz; 29. İnsanları kavurur. 30. Orada on dokuz görevli vardır. 31. Biz ce*hennemin işlerine bakmakla yalnız melekleri görevlendirmişizdir. Onların sayısını da inkâr edenler için sadece bir imtihan vesilesi yaptık ki böylelikle kendilerine kitap verilenler kesin bilgi edinsinler, inananların imanı artsın; kendilerine kitap verilenler ve müminler şüpheye düşmesinler; kalplerinde hastalık bulunanlar ve inkarcılar da, "Allah bu misalle ne demek istemiş ola*bilir?" desinler. İşte Allah böylece dilediğini sapkınlıkta bırakır, dilediğine de doğru yolu gösterir. Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez. İşte bu, insanlık için sadece bir öğüttür. [4]
Tefsiri
1-5. Hz. Peygamber Hira mağarasında vahiy meleğinin sesini işitip kendisi*ni de görünce korkusundan titremeye başlamış, hemen ailesine gelerek "Beni ör*tün, beni örtün!" demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüşler ve serin su serpmişler*di. Bunun ardından "Ey örtüsüne bürünen!" hitabıyla başlayan Müddessir sûresi*nin ilk beş âyeti İnmiştir. [5]Bununla birlikte "örtüsüne bü*rünen" ifadesine mecaz otarak "peygamberlik kisvesine bürünen, bu ağır görevi yüklenen" anlamlan da verilmiştir. [6]
"Kalk, uyar" emri Muhammed aleyhisselâmın, peygamber olarak tevhid di*nini ve Allah'ın mesajlarını İnsanlığa tebliğ etmekle göreviendirilişinin ilanıdır. Resûlullah efendimiz bu emri aldıktan sonra insanları tevhid dinine çağırmaya başlamış, son nefesine kadar da bu görevini sürdürmüştür. "Sadece rabbinin bü*yüklüğünü dile getir" emri, tevhid dininin en önemli unsuru olan "Allah'ın birli*ğine iman ve O'na kulluk" esasını ortaya koymaktadır. İslâm'ın bu temel ilkesinin hemen ardından gelen "Elbiseni temiz tut" emri ise Hz. Peygamber'in maddî ola*rak elbisesini necaset vb. pisliklerden temiz tutması, manevî olarak da güzel ah*lâkla bağdaşmayan davranışlardan ve günahlardan nefsini arındırması anlamında yorumlanmıştır. [7] Âyetteki "siyâb" (elbise) kelimesinin mecaz olarak kullanıldığını belirten ve bu kelimeye "amel, kalp, nefis, beden, ai-le, din, ahlâk" gibi farklı mânalar veren başka müfessîrler de olmuştur. [8] Buradaki temizlik maddî mânada alındığında "elbise" bir örnek olup genel olarak beden temizliğinin, keza ev bark, mâbed vb. özel veya ortak alanla*rın temizliğinin de bu buyruğun kapsamına girdiğinde kuşku yoktur. 5. âyette "Her türlü pislikten uzak dur" diye çevirdiğimiz cümle de dış temizlikten sonra inanç ve ahlâk temizliğini, iç arınmayı vurgulamaktadır. Sonuç olarak bu iki âyette, son de*rece veciz bir üslûpla, Hz. Peygamber'e ve onun şahsında müslümanlara hem maddî hem de manevî temizlik emredilmiş olup, bu buyruğun daha ilk inen ve Hz. Peygamber'i risâlet görevine hazırlayan âyetlerde yer alması son derece anlamlı*dır. [9]
6-7. Müfessirler 6. âyeti farklı anlamlarda yorumlamışlardır:
a) Ey Peygam*ber! Sakın şerefli ve değerli peygamberlik vazifesinin külfet ve meşakkatini çok görme, bunlara gönül rızası ile katlan.
b) Karşılığında daha fazlasmı bekleyerek iyilik etme. Şevkânî'ye göre yüce ahlâk sahibi Peygamber'in böyle bir davranışta bulunması ona haram kılınmıştır; ancak ümmeti için mubahtır. [10]
c) Fakir fukaraya yaptığın yardımı çok görme, fakirleşmekten korkmayan kimse*lerin verdiği gibi sen de çokça ver. [11] 7. âyette Hz. Peygam*ber'in, insanlığı uyarma görevini yerine getirirken birçok sıkıntı ile karşı karşıya kalacağına işaret edilmiş ve Allah'ın rızasını kazanmak için bu sıkıntılara sabret*mesi emredilmiştir. [12]
11-17. Müfessirler bu âyetlerin Mekkeli müşrik Velîd b. Mugîre hakkında indiğini rivayet etmişlerdir. [13] Çünkü Velîd, Kureyş'in ileri gelenlerinden olup çok sayıda oğullan vardı ve oldukça zengindi; buna rağmen Allah'ın kendisine lütfettiği nimetlere şükredecek yeTde hem Allah'a hem de Peygamber'e karşı nankörlük etmiş, İslâm'ı boğmak isteyenlere öncülük edenlerden olmuştu.
Allah Teâlâ'nın "Tek olarak yarattığım şahsı bana bırak" mealindeki buyru*ğu İki türlü yorumlanmıştır: a) Anasının karnında aciz ve tek başına bir durumda yarattığım o şahsı bana bırak, senin onunla uğraşmana gerek yok, ben onun ceza*sını veririm, b) Beni tek başıma onunla baş başa bırak; ben onun hakkından gelir ve gereken cezayı veririm. [14] Âyet, Velîd b, Mugîre hakkında inmiş olsa da amacı genel olup şu mesajı vermektedir: Nimete karşı şükretmek, ni*met sahibine minnettar olmak en yalın ahlâkî ödevlerden biri, akıl ve adalet gere*ğidir. Sıradan birinin alelade yardım ve iyiliğine bile minnettar olup teşekkür eder*ken varlığımızı, hayatımızı, sahip olduğumuz, yararlandığımız her türlü maddî ve manevî nimet ve imkânları lütfeden Allah'a minnettar olmamak, şükretmemek, ibadet ve İtaat etmemek büyük bir nankörlüktür; özellikle Allah'm varlığını ve bir*liğini tanımamaktan da öte giderek inkâr, şirk ve zulüm hareketlerine öncülük et*mek bütün nankörlüklerin ve haksızlıkların en ağın, en vahimidir. [15]
18-30. Rivayete göre müşrikler Hz. Peygamber'e ve tebliğ ettiği Kur'an'a karşı nasıl bir tavır takınmaları gerektiğini Velîd b. Muğîre'ye sormuşlar, o da dü*şünüp taşındıktan sonra Hz. Peygamber'in bir sihirbaz, Kur'an'm da önceki sihir*bazlardan intikal eden bir sihir, bir beşer sözü olduğunu insanlar arasında yayma*larını tavsiye etmiştir. İşte 18-25. âyetlerde Velîd b. Mugîre örneğinde Kur'an'a karşı benzer şekilde inkarcı tutum sergileyenler kınanmış; 26-30. âyetlerde ise hak ettikleri uhrevî ceza özetlenmiştir. 26. âyette geçen "sekar" kelimesi ateşin isim- lerinden olup cehennemin ağır cezalık kısımlarından birini ifade ettiği belirtilir. [16]27-28. âyetler ise sekar hakkında "hiçbir şeye acımayan, içine atılanları yakan ve insanın derisini kavuran korkunç bir yer" şeklinde detay*lar vermektedir. "İnsanları kavurur" dîye çevirdiğimiz 29. âyete "İnsanlara görü*nür" şeklinde de mâna verilmiştir. [17] Aynı âyet, "Cehennem, orayı hak eden insana kendini gösteren bir tablo, bir aynadır" şeklinde de anlaşı*labilir.
Müfessirler, 30. âyetteki "on dokuz" sayısını "cehennemde görevlendirilmiş olan on dokuz melek; meleklerden on dokuz grup; on dokuz saf; her birinin em*rinde bir grup melek bulunan on dokuz yönetici melek" şekillerinde yorumlamış*lardır. [18] Nitekim Tah-rîm sûresinin 6. âyetinde de cehennemin başında iri cüsseli, sert tabiatlı ve Al*lah'ın emirlerini hemen uygulayan meleklerin bulunduğu bildirilmiştir (Râzî, dö*nemindeki felsefî gelenekten yararlanarak buradaki on dokuz rakamını, insanın beden ve zihin güçleri olarak yorumlamıştır. [19]
31. Bir önceki âyet indiğinde müşrikler, alay yollu sözlerle kendilerinin ka*labalık bir topluluk olduğunu, dolayısıyla on dokuz bekçinin güç yetirip onlan ce*henneme atamayacağım söylemişlerdi. Ardından gelen bu âyetle cehennem işleri*ne bakmakla meleklerin görevlendirildiği bildirilerek onların meleklere güç yetir*melerinin mümkün olmadığına dikkat çekilmiştir. Aslında inkarcıların hepsi bir araya gelse bir meleğe bile güçleri yetmez. Âyette on dokuz sayısının verilmesi sa*dece bir imtihan vesilesi olarak gösterilmiştir. "Kendilerine kitap verilenler iyiden iyiye öğrensinler" şeklinde çevirdiğimiz cümle bazı Ehl-i kitap mensuplarının, bu âyetlerde verilen bilgileri Tevrat ve İncil'in ruhuna uygun bulduklarını gösterir. Çünkü müşriklerin aksine, müslümanlar gibi yahudiler ve hıristiyanlar da âhirete iman ederler.
"Kalplerinde hastalık bulunanların kimler olduğuna dair iki farklı görüş var*dır:
a) Bunlar münafıklardır; her ne kadar Mekke döneminde münafık yok idiyse de âyet İleride böyle bir grubun ortaya çıkacağını haber vermiştir. Nitekim Medi*ne döneminde önemli bir münafıklar grubu vardı,
b) "Kalplerinde hastalık bulu*nanlar" Hz. Peygamber'e iman edip etmeme hususunda tereddütte kalan müşrik*lerdir. [20] Müşriklerin "Allah bu misalle ne de*mek istemiş olabilir?" anlamındaki sorusunda geçen "misaTden maksat, cehenne*min on dokuz görevlisiyle ilgili 30. âyetteki anlatımdır. Âyetteki "mesel" kelime*si, "haber, söz, bilgi" şeklinde de yorumlanmıştır. Müşrikler bu soruyla cehenne*min on dokuz bekçisinin bulunduğunu söyleyen sözün vahiy olduğuna, yani Al- lah'm böyle bir söz söyleyeceğine inanmadıklarım anlatmak istemişlerdir. [21] Zira onlar Kur'an'a inanmadıkları için Kur'an'ın verdiği bilgi*yi doğru sayarak bu bilgiye dayalı samimi soru sormaları da mümkün değildir.
Allah Teâlâ kitapları ve peygamberleri vasıtasıyla insanlara doğru yolu gös*termiştir. O'nun irşat ve yardımlarından yararlananlar doğru yolu bularak kurtulu*şa ererler; kendi iradeleriyle Allah'ın emrine karşı geldikleri ve nefislerine uyduk*ları için Allah 'in irşat ve yardımından faydalanamayanlar da sapkınlıklarına de*vam ederek bedbaht olurlar, İşte böylece Allah dilediğini sapkınlıkta biralar, dile*diğine de doğru yolu gösterir. [22]
"Rabbin ordularından maksat genel anlamda Allah'ın iradesine teslim olup buyruklarım icra eden görünür ve görünmez varlıklar; özel olarak bu bağlamda ce*hennemdeki hizmetleri yerine getiren görevlilerdir. Âyette cehennemin bekçileri*nin sayısı konusunda Hz. Peygamber'le alay edenlere cevap verilmekte, gayb âle*minden olan meleklerin sayılarını, güçlerini ve diğer özelliklerini Allah'tan başka kimsenin bilemeyeceği ifade edilmektedir. "Rabbinin orduları" tanılaması aynı za*manda Hz. Peygamber'in şanının yüceliğine, bu ordulardan bir kısmının onun za*feri için yardımcı olacaklarına işaret eder. Âyetin son cümlesi, cehennem bekçile*ri, onların sayıları ve diğer anlatılanların tümünün insanlara Allah'ın gücünü ha*tırlatmak ve O'na itaat etmelerini sağlamak için bir öğüt ve nasihat olduğunu ifa*de etmektedir. [23]
Meali
32. Hayır hayır (öğüt almazlar). Aya andolsun! 33. Dönüp gitmekte olan geceye; 34. Ağarmakta olan sabaha andolsun ki, 35-37.0 (cehennem), insan*lar için, sizden ileri gitmek ya da geri kalmak isteyen kimseler için uyana bü*yük cezalardan biridir. 38. Her nefis, yaptıklarına karşılık bir rehindir; 39. Ancak haklan ve erdemin tarafında olanlar başka. 40-41. Onlar cennet*lerdedir; günahkârlar hakkında birbirlerine sorular sorarlar. 42. "Sizi şu ya*kıcı ateşe sokan nedir?" diye uzaktan sorarlar. 43. Onlar şöyle cevap verir*ler: "Biz namaz kılanlardan değildik; 44. Yoksulu doyurmuyorduk; 45. (Gü*naha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk, 46. Ceza gününü de asılsız sayı*yorduk, 47. Sonunda bize ölüm geldi çattı." 48. Artık şefaatçilerin şefaati on*lara fayda vermez. 49-51. Böyle iken onlara ne oluyor ki âdeta arslandan ür*küp kaçan yaban eşekleri gibi Öğütten yüz çevirip kaçıyorlar! 52. Öğüt almak bir yana onlardan her biri, kendisine, açılmış sahifeler (İlâhî vahiy) verilmesi*ni istiyor. 53. Hayır! Ashnda onlar âhiretten korkmuyorlar. 54. Asla! Ama bilsinler ki bu, gerçekten bir öğüttür, uyandır! 55. Dileyen ondan öğüt alır. 56. Ve Allah (uyguladığı kurallar gereğince) dilemeksirin onlar öğüt alamazlar. Sakınıimaya lâyık olan da O'dur, mağfiret sahibi de O'dur. [24] | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:06 am | |
| Tefsiri
32-37. Yüce Allah gece karanlığında dünyayı aydınlatan Ay, aydınlanmak üzere olan gece, aydınlanıp ışığı her tarafa yayılmış olan sabah üzerine yemin ede*rek bir yandan bu tabiî-ilâhî âyetlere, kanıtlara bir yandan da 36. âyetteki uyarıcı*nın önemine dikkat çekerek inkarcıları İkaz etmiştir. 36. âyette insanlık için uya*rıcı olduğu bildirilen şeyin "cehennem, Kur'an, Peygamber" olduğu yönünde fark*lı görüşler vardır. [25] "İleri gitmek ya da geri kalmak isteyen kim*seler" diye çevirdiğimiz cümle ise "İman edip iyi işler yaparak Allah'a yaklaşmak İsteyen veya imandan ve iyi amelden geri kalıp uyanlara kulak vermeyen kimse*ler" olarak yorumlanmıştır. Nitekim Kehf sûresinin 29. âyetinde de "Dileyen iman etsin, dileyen de inkâr etsin" buyurulmuştur. [26]
38-48. Bu kümedeki âyetlerde iman veya inkâr konusunda yapılan tercihin sonuçlan anlatılmakta, kişinin tercihine göre cennetteki nimetlere kavuşacağı ve*ya cehennemdeki azaba sürükleneceği bildirilmektedir. 38. âyetle her nefsin yap*tıklarına karşılık rehin olarak gösterilmesi, sorumluluğun ferdî olduğunu, her İn-sanın dünyadaki iman ve itaatine göre hesap gününde ödül veya ceza alacağım, ge*leceğinin buna bağlı olduğunu ifade eder. Kısacası insana ebedî kurtuluşu sağla*yacak olan da onu ebedî felâkete götürecek olan da benimsediği inancın doğrulu- ğu veya yanlışlığı, amellerinin ilâhî iradeye uygun veya aykırı oluşudur. İnancı bâ*tıl, ameli bozuk olanı en yakınları bile kurtaramaz; nitekim Hz. Nûh öz oğlunu, Hz. İbrahim öz babasını kurtaramamıştır. [27] "Hakkın ve erdemin tarafında olanlar" diye çevirdiğimiz "ashâbu'l-yemîn" tamlamasmdaki "ashâb" "topluluk, arkadaşlar, taraftarlar", "yemîn" ise hem "sağ taraf' hem de mecazî olarak "doğru, gerçek, güç" anlamlarında kullanılır. Bu de*yimi kısaca "sağcılar" şeklinde çevirenler bulunmakla birlikte "sağcılar" kelimesi günümüzde daha çok siyasal veya ideolojik anlamlar içeren bir terim olarak kul*lanıldığından bu çeviriyi Kur'an'ın kasdettiği anlam ve amaca uygun bulmuyoruz. Zira "ashibu'l-yemîn" Kur'an'da genellikle iman ve amelleriyle gerçeğin ve erde*min tarafında olanları ifade eder. Müfessirler bu deyimi, "âhirette amel defterleri sağ taraflarından verilenler, müminler, müslümanların çocukları, melekler, Hz. Âdem'in sağ tarafında bulunanlar, dünyada hayırlı işler yapanlar, dürüst, erdemli ve kutsanmış kimseler" gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır. [28] Bize göre burada söz konusu olanlar, Al*lah'ın iradesine uygun bir inanç ve amel çizgisi benimseyip hayat boyunca bu çiz*gide sebat eden müminlerdir. Nitekim 43-47. ayetlerde sıralanan günahkârların özellikleri, bir bakıma "ashâbül-yemîn" deyimiyle ne kastedildiğine de işaret et*mektedir. Buna göre "ashâbül-yemîn" hayatlarının sonuna kadar namazlarım kı*lar, yoksulu doyurur, bâtıla dalanlardan uzak durur, ceza gününe İnanırlar. Bura*daki namaz Allah'a iman ve İtaati, yoksulu doyurma yaratılmışlara şefkat ve mer*hameti, imkânları olmayanlarla paylaşmayı; bâtıla dalanlardan uzak olma, daima hakka İnanma hak ölçülerine göre yaşama, hakkı ve haklıyı destekleme, haksızın karşısında olmayı; ceza gününe inanma ise hayatının bütün anlarında, her türlü ka*rar, tercih ve eylemlerini Allah'ın huzurunda sorguya çekilip bunların tek tek he*sabını vereceğini bilerek yaşamayı ifade eder.
"Şefaatçilerin şefaati inkarcılara fayda vermez" mealindeki cümle şefaatin varlığını göstermekte ve kıyamet gününde başkalarına şefaat edilebileceğini ima etmektedir. [29]
49-53. Burada yapılan benzetme, İnkarcıların Peygamber ve onun mesajı kar*şısında gösterdikleri tepkinin normal bir insandan beklenmeyecek kadar bilinçsiz, ahmakça, kaba ve edep dışı olduğunu ortaya koyacaktır.
Tefsirlerde anlatıldığına göre Ebû Cehil ve yandaşlarından bir grup Hz. Pey-gamber'e hitaben "Allah'tan, her birimizin adına yazılmış olup sana tâbi olmamı*zı emreden bir kitap, bir belge getirmedikçe sana iman etmeyiz" demişlerdi. 52. âyet onların bu isteklerini dile getirmektedir. [30]53. âyete göre onlann bu olumsuz tavırlarının asıl sebebi âhirete inanmamalandır. Çünkü âhirette herkes dünyada yapıp ettiklerinden dolayı sorgu*ya çekilecektir. Şu halde bu inanç, hayatı bütünüyle sorumluluk bilinci İçinde ge*çinmeyi gerektirir; İnkarcılar ise günah kaygısı taşımadan, sorgu sual düşünmeden nefislerinin istediği şekilde yaşamaktan vazgeçmiyorlardı. İşte âyet onlann İslâm ve Peygamber karşısındaki inkâr ve inatlarının temelinde böyle bir sorumsuzluk psikolojisinin bulunduğunu göstermektedir. [31]
54-56. Öğüt ve uyan olduğu belirtilen şey Kur'an âyetleridir. 55. âyette sa*mimiyet ve İyi niyetle öğüt almak, gerçeği bulmak isteyenlerin, aradıklarını Kur'an'da bulacaklan bildirilmiştir. Kuşkusuz her şey Allah'ın dilemesine, izin ve imkân vermesine bağlıdır. Âyetler uyarıcı olarak Kur'an'ın gönderildiğini ifade ettiği gibi başka kitap gönderilmeyeceğine, dünya ve âhiret mutluluğu için Kur'an'ın yeterli olduğuna da işaret etmektedir. [32]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] bk. İbn Âşûr, XXIX, 292
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/417.
[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/417.
[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/417.
[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/418-419.
[5] Buhârî, "Tefsir", 74/1-5
[6] Razî, XXX, 190; Şevkânî, V, 373; İbn Âşûr, XXIX, 294
[7] Zemahşerî, IV, 180-181
[8] bk. Şevkâ*nî, V, 374
[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/419.
[10] bk. V, 374-375
[11] İbn Âşûr, XXIX, 298
[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/420.
[13] Taberî, XXIX, 96; Şevkânt, V, 376
[14] bk. Şevkânî, V, 376
[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/420.
[16] bk. Şevkânî, V, 377
[17] Zemahşerî, IV, 183
[18] Zemahşerî, IV, 184; Şevkânî, V, 378; İbn Âşûr, XXIX, 298
[19] XXX, 203
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/420-421.
[20] Râzî, XXX, 207; Şevkânî, V, 380
[21] İbn Âşûr, XXIX, 317
[22] bu konuda bilgi için bk. Bakara 2/26
[23] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/421422.
[24] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/423.
[25] Şevkânî, V, 382
[26] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/423.
[27] bk. Hûd 11/45-46; Tevbe 9/114
[28] Râzî, XXX, 210; İbn Âşûr, XXIX, 325; Esed, III, 1208
[29] şefaat hakkında bilgi için bk. Bakara 2/48,255
Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/423-424.
[30] Zemahşerî, W, 188; İbn Âşûr, XXIX, 331
[31] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/424-425.
[32] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/425. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri 2007-11-01, 1:07 am | |
| MÜZZEMMİL SURESİ
73
İndiği Yer :
Mekke
İniş Sırası :
3
Âyet sayısı:
20
Nüzulü
Mushaftaki sıralamada yetmiş üçüncü, iniş sırasına göre üçüncü sûredir. Ka*lem sûresinden sonra, Müddessir sûresinden önce Mekke'de inmiştir; 20. âyetinin Medine'de indiğine dair bir rivayet de vardır.[1] Müddessir sûre*sinden sonra indiği, dolayısıyla 4. sırada yer aldığı görüşünde olanlar da vardır. [2]
Âdı
Sûre adını, birinci âyette geçen "örtünüp bürünen" anlamındaki "müzzem-rnil" kelimesinden almıştır.[3]
Konusu
Resûlüllah'a şahsı ve peygamberliği ile ilgili bazı görevlerin verildiğini ifa*de eden âyetlerle başlayan sürede daha sonra kıyamet günündeki olaylar, âhirette-ki hesap ve ceza konulan anlatılmakta; son olarak da müminlerin ibadet yükleri*nin hafıfletildiği bildirilmektedir. [4]
Meali
Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Ey örtüsüne bürünen! 2-4, Geceleyin -birazı dışında- namaza kalk! Gecenin yarısından sonra; bu süreyi biraz azalt ya da ona ekleme yap; Kur'an'ı tane tane, hakkını vererek oku. 5. Doğrusu biz sana (sorumluluğu) ağır bir söz vahy edeceğiz. 6. Şüphe*siz gece vakti etki ve uyum yönünden, sözün zihne yerleşmesi bakımından da*ha elverişlidir. 7. Gündüz vakti ise senin için yoğun bir koşuşturma durumu vardır. 8. Rabbinin adını an, bütün varlığınla ona yönet. 9. Doğunun da batı*nın da rabbi O'dur. O'ndan başka tanrı yoktur. Öyleyse yalnız Q'na güvenip sığm. 10. Onların söylediklerine katlan ve uygun bir şekilde onlardan uzak-laş. 11. Nimet içinde yüzen o yalanlayıcıları bana bırak ve onlara biraz süre tanı. 12-13. Kuşkusuz katımızda (onlar için) prangalar, yakıcı bir ateş, boğaz*dan geçmez bir yiyecek ve elem verici bir azap vardır. 14.0 gün yeryüzü ve dağlar sarsılır; dağlar savrulan kum yığınları halini alır. 15. Doğrusu Fira*vunca bir elçi gönderdiğimiz gibi size de hakkınızda tanık olacak bir peygam- ber gönderdik. 16. Firavun o peygambere karşı gelmiş, biz de onu ağır bir şe*kilde cezalandırmıştık. 17. Siz de inkârda dircnirseniz çocukları ihtiyarlatan o günden kendinizi nasıl koruyacaksınız? 18. O gün gökler paramparça ola*cak, Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelecektir. 19. Şüphesiz bunlar bir öğüt*tür; artık dileyen rabbine ulaştıracak bir yol tutar. 20. Senin, gecenin üçte iki*sine yakın kısmım, yarısını, üçte birini ibadetle geçirdiğini ve beraberinde bu*lunanlardan bir grubun da (böyle yaptığını) rabbin elbette bilir. Gece ve gün*düzü belirleyen ancak Allah'tır. O sizin, vakti tespit edemeyeceğinizi bilmek*tedir. Bu yüzden de sizi bağışlamıştır. Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyunuz. Allah bilmektedir ki içinizde hastalar bulunacak, bir kısmınız Al*lah'ın lütfundan nzık aramak üzere yeryüzünde yol tepecekler, diğerleri de Allah yolunda çarpışacaklardır. O halde Kur'an'dan kolayınıza geleni oku*yunuz. Namazı kılınız, zekâtı veriniz, Allah'a güzel bir borç veriniz. Kendiniz için önceden ne iyilik hazırlarsanız Allah katında onu bulursunuz; hem de daha iyi ve mükâfatça daha büyük olmak üzere. Allah'tan bağış dileyiniz, şüphesiz Allah çok bağışlayıcı çok esirgeyicidir. [5]
Tefsiri
1-4. Hadis kaynaklarında anlatıldığına göre Hz. Peygamber Hİra mağarasın*da İlk vahyi aldığında bu olaydan fevkalade etkilenmiş, doğruca evine gidip eşi Hz. Hatice'ye "Beni örtün, beni örtün!" demiş; onlar da üzerine bir örtü örtmüş*ler, korkusu geçip rahatlaymcaya kadar bu şekilde kalmıştır. [6] İşte 1. âyetteki "müzzemmil" kelimesi onun bu halini ifade etmektedir. Hz. Peygamber örtüsüne bürünmüş bir halde du*rurken yine Cebrail (a.s.) gelmiş ve "Ey örtüsüne bürünen!" hitabıyla başlayan ye*ni vahiyler getirmiştir. [7] Bununla bir*likte "örtüsüne bürünen" ifadesine mecaz olarak "peygamberlik kisvesine bürü*nen, Kur'an'a bürünen, uyumak için örtüsünü üzerine çeken, uykuya dalmış olan, kendi kendine dalıp düşünen" anlamlan da verilmiştir. [8] 2. âyette Hz, Peygamber'e gecenin büyük bir kısmını ibadetle geçirmesi emredilmiş; 3. ve 4. âyetlerde ibadet süresinin miktarı gecenin yansı veya daha azı yahut biraz fazlası olarak tayin edilmiştir. 20. âyette ise bu sürenin, üçte ikisine ya*kın, yarısı, üçte biri olarak uygulandığı bildirilmiştir. Çoğunlukla tefsirlerde gece kalkıp namaz kılmanın Hz. Peygamber'e farz kılındığı, beş vakit namaz farz kılın*dıktan sonra da bu ödevin aynen devam ettiği bildirilmektedir. Teheccüd adı ve*rilen bu gece namazı yükümlülüğü Hz. Peygamber'e mahsus olup ümmetinin de geceleyin kalkıp bu namazı nafile olarak kılmaları sünnet kabul edilmiştir. [9]
"Tane tane, hakkını vererek oku" diye çevirdiğimiz fiilin maştan olan tertîl, sözlükte "bir şeyi güzel bir şekilde sıralamak, dizmek, açığa çıkarmak ve açıkla*mak" anlamlarına gelmektedir. Burada Kur'an'ın açık ve düzgün bir şekilde, tane tane ve yavaş yavaş, mânası üzerinde düşünerek okunması kastedilmektedir. Bu şekilde okumak Kur'an'ı anlamaya ve mânalarını düşünmeye daha elverişli oldu*ğu için Yüce Allah böyle okunmasını emretmiştir. Hz. Peygamber'in Kur'an'ı, harflerinin hakkını vererek ağır ağır okuduğu rivayet edilir. [10]
5-7. "Ağır söz"den maksat Kur'ân-ı Kerîm'dİr; yüceliği, önemi ve değerin*den, içeriğinin zenginliğinden, getirdiği sorumlulukların ağırlığından dolayı ona ağır söz denilmiştir. [11]Hz. Peygamber'in gece*leri kalkıp namaz kılmasının emredilmesinin de onun psikolojik olarak bu ağır gö*reve hazırlanmasına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. "Gece vakti" diye tercüme ettiğimiz "nâşie" kelimesine müfessirler "gece vakitleri ve bu vakitlerde meydana gelen olay, gece kalkan kimse" gibi anlamlar vermişlerdir. [12] Âyette gece vaktinin sessizliği, tenhalık, karanlık, serinlik gibi özelliklerinden do*layı bu vakitlerin huzur ve sükûn içerisinde ibadetle meşgul ofmak ve Kur'an oku*mak için gündüzden daha elverişli olduğu veya geceleyin kılınan namazın insanı manen yüceltmeye, Kur'an'ı anlayacak ve üzerinde düşünecek şekilde okumaya daha müsait hale getireceği bildirilmektedir.
7. âyetteki "sebh" kelimesi, "yüzme" anlamının yanında, mecaz olarak, "ih*tiyaçlar ve türlü meşguliyet alanları için koşuşturma, gidip gelme, dolaşıp durma" şeklinde de açıklanmış olup[13] mealde bu mâna dikkate alın*mıştır. Burada Hz. Peygamber'e ve onun şahsında ümmetine, gündüzleri daha çok maişet temini, Kur'an'ı tebliğ, dini öğretme ve daha başka işlerle meşgul olacak*ları, bu tür maksatlarla koşuşturacakları; bu sebeple namaz, Kur'an okuma gibi ibadetler için gecenin daha elverişli bir zaman olduğu hatırlatılmıştır. [14] | |
| | | | Sure Sure Diyanet Tefsiri | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |