: : : SÜPER FORUM TÜRKİYE : : :
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


TüRkİyE'nİn ''EN'' SüPer FoRuM SiTeSi
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Sure Sure Diyanet Tefsiri

Aşağa gitmek 
4 posters
Sayfaya git : 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9  Sonraki
YazarMesaj
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:36 am

NÂS SÛRESİ

114


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :

21



Âyet Sayısı:


6



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yüz on dördüncü, İniş sırasına göre yirmi birinci sûredir. Felak sûresinden sonra, İhlâs sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Felak sûresinin Medine'de indiğini söyleyenler Nâs sûresi için de aynı şeyi söylemişler*dir.[1]



Adı


Sûre adını ilk âyetinde geçen ve "insanlar" anlamına gelen "nâs" kelimesin*den almıştır. Aynca "Kul eûzû bi rabbi'n-nâs" ve Felak süresiyle birlikte "Muav-vizeteyn, Mukaşkışeteyn" adlarıyla da anılmaktadır.[2]



Konusu


Sûrede sinsice kötülüğe sürükleyen cinlerin ve İnsanların şerrinden Allah'a sığınılması öğütlenmektedir. [3]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... l-6.De ki: "Cinlerden olsun in*sanlardan olsun, insanların kalplerine vesvese sokan sinsi şeytanın şerrinden insanların rabbine, insanların mâlik ve hakimine sığınırım!" [4]



Tefsiri


1-6. Allah Teâlâ insanları yaratıp maddî ve manevî nimetleriyle hem bede- nen hem de ruhen beslediği, yetiştirdiği, eğittiği için kendi zâtını Rab ismiyle an-mıştır. Râgıb el-Isfahânî, "mâlik ve hakim" diye çevirdiğimiz 2. âyetteki "melik" kelimesini özetle şöyle açıklar: Melik, emir ve yasaklarla insan topluluğunu yöneten kişidir. Bu kelime özellikle akıllı varlıkları yöneten için kullanılır; meselâ "insanların meliki" denir, "eşyanın meliki" denmez [5] Yönetilen bütün insanlar olunca kanunlarıyla, buyruk ve yasaklarıyla onların yöneticisi, mâlik ve hakimi de Allah'tan başkası değildir. "İnsanların İlâhı"ndan maksat da sadece kendisi ibadete lâyık olan Allah'tır[6] Allah Teâlâ bütün mahlûkatm rabbİ olduğu halde burada üç âyette de "insanlar"ın tekrarlanması, onların mahlûkatm en üstünü ve en şereflisi ol*duğuna vurgu yapar. Ayrıca dünyada insanları yöneten hükümdarlar, krallar ve bunları tanrı sayıp tapan kavimler geçmişte görülmüştür, bugün de farklı boyut ve tezahürlerde görülebilmektedir. Bu sebeple sûrede insanların rablerinin de hüküm*darlarının da ilâhlarının da sadece Allah olduğu ve yalnızca O'na sığınmak, O'na tapmak O'nun hükümranlığını tanımak gerektiği vurgulanmıştır.

"Şeytan" diye çevirdiğimiz "vesvâs" kelimesi, "vesvese"den türemiş ve aşırılık ifade eden bir sıfat olup "çokça vesvese veren" demektir. Vesvese "şüphe, tereddüt, kuruntu, gizli söz, kişinin içinden geçen düşünce" demektir; terim olarak, "zihinde irade dışı beliren ve kişiyi kötü ya da faydasız bir düşünce ve davranışa sürükleyen kaynağı belirsiz fikir, şüphe ve kuruntu" anlamına gelir. Bir kimseye böyle bir düşünceyi telkin etmeye de "vesvese vermek" denir. Vesvese genel olarak insanı kötü, din ve ahlâk dışı davranışlara yönelten bir iç itilme olarak his*sedilir. Bu anlamdaki vesvesenin kaynağı şeytandır. Nitekim birçok âyette şey*tanın insana vesvese verdiği ifade edilmiştir [7] Kötülük sembolü olan şeytan, gerçek bir varlığa sahip olmakla birlikte onun insan üzerindeki etkisini psikolojik yolla gerçekleştirdiği söylenmektedir. [8] Vesvesenin bir diğer kaynağı ise kişinin nefsidir; Kaf sûresinin 16. âyeti de bunu ifade etmektedir.

"Vesvâs" kelimesi hem insanlara vesvese veren görünmez şeytanı hem de in*sanları yoldan çıkarmak ve onlara kötülük yaptırmak için gizlice tuzak kuran in*san şeytanlarını ifade eder. "Sinsi" diye tercüme ettiğimiz "hannâs" kelimesi ise "gizli hareket eden ve geride kalmayı âdet haline getiren" anlamında bir sıfattır.

Burada, Felak sûresinde anlatılan serlerin benzeri büyük bir serden Allah'a sığınılması emredilmektedİr. Fakat bu şer insanlara bilemedikleri bir yolla, yani gizli güçler ve nefsanî arzular yoluyla geldiği için insanlar bazen gafilce hareket edip buna karşı tedbir almazlar; kötülük yaptıkları halde iyilik yaptıklarını sanır- far. Bu şer, âyet-i kerimede anlatıldığı üzere insanın manevî varlığını, ebedî mut*luluğunu yok etmek isteyen ve onu ruhen zehirleyerek ebedî hüsrana düşürmeye çalışan şeytanların şerridir. Sûrede bu serden Allah'a sığınmayı isteyen buyruk, bizce belirsiz bir kaynaktan veya içimizden geîen arzu, duygu ve düşünceler kar*şısında uyanık obuayı, bunları akıl, vicdan ve dinî değerler süzgecinden geçirmeyi de içermektedir.

Son âyet-i kerimeden de anlaşıldığı üzere İnsanları aldatmaya ve doğru yol*dan saptırmaya çalışan iki tür şeytan vardır: Birincisi cin şeytanlarıdır ki bunlar in*sanların içine vesvese düşürerek onları yanlış yola sürüklemek isterler. Her in*sanın, kendisini kötülüklere sürüklemeye, kötü işleri onun gözünde güzel göster*meye çalışan bir şeytanı vardır. Nitekim Hz. Peygamber, her insanın kendine ait bir cini (şeytanı) bulunduğunu bildirmiştir. [9] Başka bir hadiste de "Şeytan Âdemoğlunun kan damarlarında dolaşır" buyurulur. [10] İnsanları doğru yoldan saptıran diğer şeytan ise insan şeytanlarıdır. Bunlar, gerçeklik ve değer ölçülerini kaybetmiş, kendilerini nefsanî haz ve arzuların akıntısına kaptırmış, bu mânada şeytanın esiri olmuş insanlardır. Bunlar insana çoğu zaman sureti haktan görünerek yaklaşır, sonu hüsranla biten davranışlara yöneltirler. [11]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Şevkânî, V, 620; tbn Âşûr, XXX, 631

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/701.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/701.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/701.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/701.

[5] Müfredâîü'i-Kur'ân, "mlk" md

[6] ilâh hakkında bilgi için bk. Bakara 2/163

[7] meselâ bk. A'râf 7/20; Tâhâ 20/120

[8] geniş bilgi için bk. Hayati Hökelekli, "Vesvese", İFAV Ans., IV, 458

[9] Dârimî, "Rikak", 25; Müsned, 1,385

[10] bk. Buhârt, "Ahkâm", 21

[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/701-703.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:37 am

FELAK SÛRESİ

113


İndiği Yer :

Mekke



İniş Sırası :

20



Âyet Sayısı:

5



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yüz on üçüncü, iniş sırasına göre yirminci sûredir. Fîl sûresinden sonra, Nâs sûresinden Önce Mekke'de inmiştir. Medine'de indiğine dair rivayetler varsa da [1] üslûp ve içeriği bakımından Mekkî sûrelere benzediği görülür.



Adı

Sûre adını ilk âyetinde geçen ve "sabah" anlamına gelen "felak" kelimesin*den almıştır. Nâs süresiyle birlikte "Mukaşkışeteyn (şirkten uzaklaştıranlar)" ad*larıyla da anılmaktadır. Aynı sûrelere başlarındaki "eûzü" kelimelerinden dolayı "Muavvizeteyn" ismi de verilmiştir.



Konusu

Sûrede bazı kötülüklerden dolayı Allah'a sığınılması öğütlenmektedir.



Fazileti


Hz. Peygamber Sahâbe'den Ukbe b. Âmir'e şöyle buyurmuştur: "Görmedin mi? Bu gece benzeri asla görülmemiş âyetler indirildi: Kul eûzü bi-Rabbi'1-felak ve Kul eûzü bi-Rabbi'n-nâs"[2] ResÛlullah, Felak ve Nâs sûrelerinin en güzel sığınma duaları olduğunu açıklamış ve çok okunmasını tavsiye etmiştir. [3]


Meali


Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. De ki: "Sabahın rabbine sığınırım; 2, Yarattığı şeylerden gelebilecek kötülüklerden; 3. Karanlığı çök*tüğü zaman gecenin şerrinden; 4. Düğümlere üfürenlerin şerrinden; 5. Bir de kıskandığı vakit kıskanç kişinin şerrinden!"



Tefsiri

1. "Sabah" diye çevirdiğimiz "felak" kelimesi "yarmak" anlamındaki "felk" mastarından isimdir. Yarma ve çatlatma neticesinde meydana gelen şeyin sıfatı olarak kullanılmaktadır. Yaygın yoruma göre burada Yüce Allah'ın gece karan*lığını yarması neticesinde meydana gelen sabah aydınlığını ifade eder. Ancak, bir sonraki âyetle bağlantısı dikkate alındığında kelimenin, "yokluktan yarılıp çıkan mahlûkat" şeklinde özetleyebileceğimiz daha genel bir anlam içerdiğini kabul et*mek gerekir. Buna göre "felak" kelimesi kâinatın yokluk alanından bir patlama ile ilk meydana gelişini ve yaratılışını ifade eder. Bu cümleden olmak üzere arzdan kaynayan pınarlar, bulutlardan boşalan yağmurlar, tohumlardan filiz veren bit*kiler, rahimlerden çıkan yavrular gibi Yüce Allah'ın kudretiyle bir asıldan, bir kaynaktan ayrılıp çıkan bütün mahlûkat "felak" kelimesinin kapsamına girer. Ay*rıca -Esed'in de belirttiği gibi[4] "felak" kelimesinin "bir belirsizlik (dönemin)den sonrahakikatinortaya çıkışı" şeklindeki tanımı[5] dikkate alındığında "sabahın Rabbi" deyimiyle "Allah'ın, hakikatin her şekil*deki idrakinin kaynağı olduğuna ve bir kimsenin ona sığınmasının, 'hakikatin ar*dından koşmak' ile eşanlamlı olduğuna" işaret edildiği de düşünülebilir. Eski tef*sirlerde "felak" kelimesine "cehennemin ismi, cehennemde bir zindanın veya bit*kinin ya da kuyunun ismi" gibi -bize göre isabetli olmayan- başka yorumlar da getirilmiştir. [6]



2. Bütün mahlûkatın şerrinden Allah'a sığınmanın gereği vurgulanmıştır. Bu ifade, maddî ve manevî, dünyevî ve uhrevî, dış âlemde veya kişinin nefsinde, tabiî ve ihtiyarî, her türlü şerri kapsamaktadır. Allah'ın yarattıklarının şerri, kötülüğü yaratma bakımından Allah'a ait olmakla beraber her yaratılanın bir hikmeti, bir faydası, ilâhî plana uygun bir fonksiyonu vardır. Bu imtihan planında ve ortamın*da insana kötüyü isteyip istememe ve onu icra için iradesini harekete yöneltme yetisi verilmiştir. Öte yandan Allah'ın kötü olarak nitelemediklerini kötü sayan veya kötü kılanlar, bu sınava tâbi olan şuurlu varlıklardır yani kötülük onların tav*rı, tercihi, kullanma ve uygulama biçimi ve yeri ile ilgilidir.



3, "Gece" diye çevirdiğimiz "gâsık" kelimesine müfessirler "soğuk, Süreyya yıldızı, güneş, ay, yılan ve zarar veren her şey" mânalarını da vermişlerdir. [7] Buna göre bastırdığında soğuğun, bat*tıklarında Süreyya yıldızı veya güneşin, tutulduğunda ayın, soktuğunda yılanın ve zarar veren her şeyin şerrinden Allah'a sığınmak gerekir. Ancak burada da müfes-sirlerin çoğunluğu bizim mealde verdiğimiz "gece" mânasını tercih etmişlerdir. Çoğu zaman ve özellikle bu âyetlerin indiği devirlerin şartlanndakİ insanlar için gece karanlığı korkutucu ve ürperticidir; faydalan yanında bazı sıkıntıları da var*dır. Çünkü gece karanlığında İnsanın faaliyetleri zorlaşır, gündüzün yapılan işlerin bir kısmı gece yapılamaz, hatta bazen imkânsız hale gelir; yolcu yolunu şaşırır, düşmana karşı korunmak güçleşir. Râzî şöyle der: "Geceleyin yırtıcı hayvanlar in*lerinden, haşereler yerlerinden çıktığı, hırsızlar ve soyguncular hücuma geçtiği, yangınlar olduğu ve yardım imkânı azaldığı için gecenin şerrinden Allah'a sığınıl*ması emredilmiştir. [8]

"Çöken karanlık" mecazî anlamda zulüm ve cehalet karanlığı, karanlık düşünceler ve insanın İçine çöken, onun ruh dünyasını karartan kin, öfke, şehvet ve kıskançlık gibi kötü huylar yahut ölüm, ümitsizlik ve karamsarlık gibi insanı korkutup kaygılandıran haller şeklinde de yorumlanabilir.



4. "Üfürenler" diye çevirdiğimiz "neffâsât" kelimesi hem erkek hem de kadın için kullanılır. [9] Âyet metnindeki "ukad" ise "düğüm" anlamına gelen "ukde" kelimesinin çoğuludur. "Düğümlere üfüren*ler" diye tercüme ettiğimiz ifade, "kadın sihirbazlar, sihirbaz nefisler, sihirbaz gruplar" anlamlarında da yorumlanmıştır. [10]Zemahşerî, âyette Allah'ı sığınılması emredilen asıl kötülüğün ne olduğu hususunda şu ih*timalleri sıralar:

a) Sihirle uğraşanların yaptıkları İşten ve bunun günahından.

b) Sihirbaz kadınların, yaptıkları sihirle insanları fitneye düşürmelerinden ve bâtıl şeylerle insanları aldatmalarından.

c) Sihirbazlar üfürdükleri zaman onların et*kisiyle değil Allah'tan gelen bir musibetten Allah'a sığınmak emredilmiştir. [11] Râzî, "neffâsât" kelimesini, "cinsel câzibeleriyle erkekleri âdeta büyülercesine etkileyip türlü türlü işler yaptıran kadınlar" şeklinde özet*leyebileceğimiz mecazî bir anlamda yorumlamanın uygun olacağını belirtmiştir. [12] Bununla birlikte yaygın yoruma göre burada gerçek büyücüler ve üfürükçüler kastedilmiş ve kadınıyla erkeğiyle büyü ile meşgul olan herkesin şer*rinden Allah'a sığınılması emredilmiştir. Câhüiye döneminde ipi düğümleyerek ve düğümlere bir şeyler okuyup üfleyerek büyü yapıldığı birçok kaynakta zikredil*miştir. Âyette düğümlü ipe üflenerek yapılan büyünün etkisinden ve şerrinden değil, bunu yapanların kötülüğünden söz edilmiştir. Şu halde bu tür işlerle meşgul olanlar insanları aldatmakta, kafalarını karıştırmakta, onları bilhassa sıkıntılardan kurtulma hususunda gerçeklere yönelmekten ve bilime uygun tedbirlere başvur*maktan alıkoymakta, yanlış yollara ve davranışlara yönlendirmektedirler. Âyet, müminlerin büyücü ve üfürükçülere itibar etmemeleri, onlardan uzak durmaları, onlara değer vermekten sakınmaları gerektiğini de ortaya koymaktadır. Nitekim Taberî'nin naklettiği bir rivayete göre Hasan-ı Basrî, bu âyet söz konusu olduğun*da "Sihre bulaşanlardan sakının" demiştir. [13]

Felak ve Nâs sûrelerinin Medine'de indiğini söyleyen müfessirler burada bİr yahudi tarafından Hz. Peygamber'e sihir yapıldığını, bu sebeple onun altı ay veya daha fazla bir süre rahatsızlanıp söylemediği bir sözü söylemiş ve yapmadığı bir şeyi yapmış gibi hayal ettiğini, bunun üzerine Felak ve Nâs sûrelerinin indiğini ve Resûlullah'ın bunları okuyarak şifa bulduğunu bildiren rivayetlere dayanmaktadır*lar (bk. Kurtubî, XX, 253). Ancak diğer Mutezile âlimleri gibi Zemahşerî de âyet*le ilgili yorumunda, bu tür uygulamaların gerçekliğine ve etkilerine inanmayı kesinlikle reddeder. [14] Son dönem âlim ve müfessirlerinden Muham-med Abduh, böyle bir olayın Peygamber'İn ve vahyin sihir vb. beşerî etkilerden korunmuşluğunu ifade eden âyetlere[15] aykırı olduğunu ileri sürerek ilgili rivayetlerin kabul edilemeyeceğini söylemiştir. [16] Benzer görüş Reşİd Rıza tarafından -mevcut psikolojik bul*gulara da dayanılarak- daha ayrıntılı bir şekilde ifade edilmiştir. [17] Bizim kanaatimize göre bilgi ve inanç konularında mütevâtir olmayan rivayetlerin dayanak olamayacağı birçok siinnî âlimin üzerinde birleştiği bir kural olup Peygamber'e büyü yapıldığı iddiasının hem bilgi hem inançla ilgisi bulun*duğundan bu konuda mütevâtir olma değeri taşımayan rivayetlere itibar edil*memesi gerekir. [18]



5. "Kıskanç kişi" diye çevirdiğimiz "hâsid" kelimesi "kıskanmak" anlamına gelen hased kökünden sıfat olup kıskançlık ve çekememezlik" duygusunun et*kisinde kalan kişiyi İfade eder. Bu duygunun etkisiyle "birinin sahip olduğu nimetin zevalini arzulama" anlamına gelen hased, İslâm ahlâk kaynaklarında baş*lıca kötülük kaynaklan arasında gösterilmiştir. Bir tür ruh hastalığı kabul edilen hased duygusunun insan tabiatındaki bencillik eğiliminden, dolayısıyla baş*kalarının kendisinden daha üstün durumda olmasına tahammül edememesinden kaynaklandığı, bu durumun onu bir tür bunalıma soktuğu bildirilmektedir. Bu nedenle âyette, kıskançlığı tutan hasetçinin şerrinden Allah'a sığınmanın önemine dikkat çekilmiştir. [19]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Şevkânî, V, 615

[2] Müslim, "Müsâfirîn", 264

[3] Dârimî, "Fezâilü'l-Kur'ân", 25. Bu iki sûresin faziletiyle ilgili diğer rivayetler için bk. İbn Kesîr, VIII, 550-553

[4] III, 1324

[5] Tâcü'l-arûs, "flk" md

[6] meselâ bk. Taberî, XXX, 349-351; Şevkânî, V, 616-617

[7] bk. Râzî, XXXII, 194-195; Şevkânî, V, 616

[8] bk. XXXII, 195

[9] bk. Abduh, Tefsîru cüz'i Amme, s. 181

[10] bk. Zemahşerî, IV, 301

[11] bk. IV, 301

[12] XXXII, 197

[13] XXX, 353; bu konuda ayrıca bk. Bakara 2/102

[14] bk. IV, 301

[15] bk. Mâide 5/67; Hicr 15/9

[16] Tefsîru cüz'i Amme, s. 181-182

[17] bk. Menâr, I,398 vd

[18] aynca bk. Alaaddin es-Semerkandî, M?z<îhh7-wsû/, s. 434

[19] bu konuda bilgi İçin bk. Bakara 2/109
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:37 am

İHLAS SÛRESİ

112


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :


22



Âyet Sayısı:

4


Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yüz on ikinci, İniş sırasına göre yirmi ikinci sûredir. Nâs sûresinden sonra, Necm sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Medine'de in*diğine dair rivayet de vardır. Mekke'de indiğini söyleyenler Mekkeli müşriklerin Hz. Peygamber'e gelerek "Bize rabbinİn soyunu anlat" dediklerini, bunun üzerine bu sûrenin indirdiğini bildiren rivayetleri delil getirirler[1] Medine'de indiğini söyleyenler ise yahudilerle hıristiyanlann Hz. Peygamber'e yönelttikleri Allah hakkındaki sorulara bir cevap olmak üzere Cebrail'in Hz. Pey*gamber'e gelip "Kul hüvellahü ehad" sûresini okuduğunu bildiren rivayetleri delil göstermişlerdir. [2] Ancak sûrenin üslup ve içeriği Mekke döneminde indiği İzlenimini vermektedir.[3]



Adı

Sûrenin kaynaklarda tespit edilen 20'yi aşkın adı vardır. Ancak yaygın olarak İslâm dininin temel ilkesi tevhîd inancının vecîz bir ifadesi olan "İhlâs" adıyla tanınmıştır. En çok kullanılan isimlerinden biri de "Kul hüvellahü ehad"dır. Ay*rıca "Samed, Tevhîd, Esâs, Tecrîd, Necat, Velayet, Mukaşkışe, Muavvize" ad*larıyla da anılmaktadır. [4]



Konusu

Sûrede Allah Teâlâ'nın başlıca sıfatlan tanıtılmaktadır, [5]



Fazileti


Hz. Peygamber bu sûrenin önemi ve fazileti hakkında söyle buyurmuştur; "Canım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki bu sûre Kur'an in üçte birine denktir"[6] Yine Hz. Peygamber, sevdiği için bu sûreyi her namazda okuyan bir sahabîye, "Onu sevmen seni cennete götürür" müjdesini ver*miştir. [7]



Meali

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. De ki: "O, Allah'tır, tektir. 2. Allah sameddir. 3. Doğurmamış ve doğmamıştır. 4. O'nun hiçbir dengi yoktur." [8]


Tefsiri


1. İhlâs sûresi, İslâm'ın esası olan tevhîd (Allah'ın birliği) ilkesini özlü bir şekilde ifade ettiği ve Allah Teâlâ'yı tanıttığı için Hz. Peygamber tarafından Kur'an'ın üçte birine denk olduğu ifade buyurulmuştur. Kelâmın akışı ve konunun Allah'ın nesebini (hangi soydan geldiğini) soranlara verilen cevapla ilgili olması dikkate alındığında birinci âyetteki "O" diye çevirdiğimiz "hüve" zamirinin Al*lah'a ait olduğu açıkça anlaşılır. Allah ismi, varlığı ezelî, ebedî, zarurî ve kendin*den olan, her şeyi yaratan, her şeyin mâliki, mukadderatının hakimi, her şeyi bilen ve her şeye kadir olan... Yüce Mevlâ'nın isimlerinin en başta gelenidir. [9]

Müfessirler bu sûrede ağırlıklı olarak Allah'ın birliğini ifade eden "ahad" te*rimi ile var oluş bakımından kimseye muhtaç olmadığını anlatan "samed" terimi üzerinde durmuşlardır. "Tektir" diye çevirdiğimiz "ahad" kelimesi, "birlik" anla*mına gelen vahd veya vahdet kökünden türetilmiş bir isimdir. [10] sıfat olarak Allah'a nispet edildiğinde O'nun birliğini, tekliğini ve eşsizliği*ni ifade eder; bu sûrede doğrudan doğruya, Beled sûresinde [11] dolaylı ola*rak Allah'a nispet edilmiştir; bu anlamıyla tenzihi veya selbî (Allah'ın ne olmadı*ğını belirten) sıfatlan da içerir. Nitekim devamındaki âyetler de bu mânadaki bir*liği vurgular. Bu sebeple "ahad" sıfatının bazı istisnalar dışında Allah'tan başka*sına nispet edilemeyeceği düşünülmüştür. Aym kökten gelen "vâhid" ise "bölün*mesi ve sayısının artması mümkün olmayan bir, tek, yegâne varlık" anlamında Al*lah'ın sıfatı olmakla birlikte Allah'tan başka varlıkların sayısal anlamda birliğini ifade etmek için de kullanılmaktadır. Türkçe'de de "bir" (vâhid) ile "tek" {ahad) arasında fark vardır. "Bir", genellikle "aym türden birçok varlığın biri" anlamında da kullanılır. "Tek" ise "türdeşi olmayan, zâtında ve sıfatlarında eşi benzeri olma- yan tek varlık" mânasına gelir. İşte Allah, bu anlamda bîrdir, tektir. Ahad ile vâ-hid sıfatlan arasındaki diğer farklar ise şöyle açıklanmıştır: Ahad, Allah'ın zâtı ba*kımından, vâhid ise sıfatları bakımından bir olduğunu gösterir. Ahad ile vahidin her biri "ezeliyet ve ebediyet" mânalarını da ihtiva etmekle birlikte, bazı âlimler ahadı "ezeliyet", vahidi de "ebediyet" mânasına tahsis etmişlerdir. Allah'ın sıfatı olarak her ikisi de hadislerde geçmektedir [12]



2. ""Samed" kelimesi "herkesin kendisine ihtiyacını arzettiği, fakat kendisi kimseye muhtaç olmayan" anlamına gelir[13] Sûredeki bağlamına göre samed, "var oluş bakımından kimseye muh*taç olmayıp her şeyin varlık ve devamını kendisine borçlu olduğu vâcibu'l-vucûd" demektir. Buna göre samed kelimesi doğrudan doğruya ahad İsminin açık*lamasıdır; daha sonra gelen "doğurmamış ve doğmamıştır" mealindeki âyet de samed isminin açıklamasıdır. Taberî, "samed"i, "kendisinden başkası ibadet edil*meye layık olmayan tek mâbûd" olarak tanımlamıştır. [14] Kur'ân-I Kerîm'de sadece burada geçen "samed" ismi başta "esmâ-i hüsnâ" hadisi olmak üzere[15] bazı hadislerde de yer almıştır. [16]



3. Allah Teâlâ'nrn noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu ifade eden bu âyet, "samed" isminin açıklaması olup, Allah'a evlât nispet edenleri ve soy kavramına giren her şeyi; meselâ, "Mesîh Allah'ın oğludur" diyen hıristiyanlan[17] ve meleklerin Allah'ın kızları olduğunu söyleyen [18] müşriklerin bu iddialarını reddeder. Zira çocuk, eşin olmasını gerektirir; eş de çocuk da ihtiyacı karşılamak için istenilen varlıklardır; Allah ise İhtiyaçtan münezzehtir, ezelî ve ebedîdir. Eşleri de çocukları da O yaratmıştır; yarattığı şeylere muhtaç olması ise imkânsızdır[19] Âyetin, "O, doğmamıştır" mealindeki ikinci cüm*lesi Allah Teâlâ'nın doğum veya sudur yoluyla bir ana veya babadan, bir asıldan meydana gelmediğini ifade eder. Çünkü doğan her şey sonradan olur; oysa Allah kadîm ve ezelîdir, yani varlığının başlangıcı, evveliyatı yoktur. [20]



4. Bu âyet hem ilk âyetin açıklaması hem de bütünüyle sûrenin bir özeti mahiyetinde olup Yüce Allah'ın zâtında, sıfatlarında ve Fiillerinde hiçbir dengi ve benzeri bulunmadığını ifade eder. Kendisinden başka var olan her şeyi O yaratmıştir. Bu sebeple yarattıklarının O'na denk olması mümkün değildir. Nitekim bu durum muhtelif âyetlerde ifade buyurulmuştur. [21]

İhlâs Sûresinin, Kur'an'in üçte birine denk olduğuna dair yukarıda geçen hadisi yorumlayan âlimlerden bir kısmı, bu denkliği sûreyi okumanın sevabı, bir kısmı da konusu ve mânası yönünden değerlendirmişlerdir. İkinci görüşe göre sûre, Kur'an'ın üç temel konusundan ilki olan tevhidle alâkalı olup bu sûrenin an*lamını iyice kavrayan ve itikadını bu sûrenin öğretisi yönünde oluşturan bir kim*se Kur'an'ın tevhid ve akaid bölümünü de kavrayıp benimsemiş olur. Gazzâlî Cevâhiru'l-Kur'ân isimli eserinde[22] özetle şu hususlara işaret eder: Kur'an'daki bilgiler ana hatlarıyla Allah hakkında bilgi (ma'rifetullah), âhiret bil*gisi ve doğru yol bilgisi olmak üzere üçe ayrılır. İhlâs sûresi bunlardan ilkini, yani ma'rifetullah ve tevhid konusunu ihtiva etmektedir. Kur'an'daki diğer hükümler bu sûredeki tevhid temeline dayandığı için sûre Kur'an'ın üçte birine denk görül*müştür. Belirtilen öneminden dolayı îhlâs sûresi tefsir kitaplarında muhtelif yön*leriyle ele alınıp incelendiği gibi felsefeden tasavvufa kadar çeşitli ilim dallarında da meşhur âlimler tarafından sûre üzerinde pek çok müstakil tefsir vb. çalışmalar yapılmış; ayrıca süre üzerine tezler de hazırlanmıştır. [23]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Müsned, V, 133-134

[2] Taberî, XXX, 221-222; Râzî, XXXII, 175

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/689.

[4] diğer isimleri için bk. Râzî, XXXII, 175-176; İbn Âşûr, XXX, 609-611; Emin Işık, "İhlâs Sûresi", Dİ A, XXI, 537-538

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/689.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/689.

[6] Buhârî, "Tevhîd", 1

[7] Tirmizî, "Fedâilü'l-Kur'ân", 11; "Tefsir", 93; diğer hadisler için bk. İbn Kesîr, VIII, 539-546

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/689-690.

[8] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/690.

[9] bk. Bakara 2/255

[10] Ebû Hayyân, VIII, 528

[11] 90/ 5,7

[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/690-691.

[13] Râgıb el-İsfehârn, Müfredata'İ-Kur'ân, "smd" md

[14] XXX, 222

[15] bk. Tirmizî, "Da'avât", 83

[16] meselâ bk. Buhârî, "Tefsir", 112; Tirmizî, "Da'avât", 64

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/691.

[17] Tevbe 9/30

[18] En'âm 6/100

[19] bk. En'âm 6/101

[20] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/691.

[21] meselâ bk. Nahl 16/17-22; Şûra 42/11

[22] s. 4748

[23] Bilgi ve örnekler için bk. Emin Işık, "İhlâs Sûresi", DİA, XXI, 538

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/691-692.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:40 am

TEBBET SURESİ :111





Rahman ve Rahim Allah'ın Adı İle

Mekke'de indiği hususunda görüş birliği vardır. Beş âyet-i kerimedir.[1]



1. Ebû Leheb'in iki eli kurusun. (Kendisi de) helak oldu zaten.



Bu buyruğa dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız:



1- Nüzul Sebebi ve Ayetin Anlamı:


"Ebû Leheb'in iki eli kurusun..." buyruğu hakkında -lafız Müslim'e aiı ol*mak üzere- Buharî ve Müslim ile başka eserlerde İbn Abbas'üın şöyle dedi*ği rivayet edilmektedir: "Yakın akrabanı uyar. "(eş-Şuara, 26/214); "Ve ara*larından ihlâsa erdirilmiş taraftarlarını"[2] buyruğu nazil olunca, Rasûlullah (sav) evinden çıktı ve Safâ'nın üzerine çıktı. (Savaş ve baskın tehlikesini ha*ber vermek üzere kullanılan): Ya sabâhâh (sabah baskınına uğradık)! diye seslendi. Onlar: Bu seslenen kira? dediler. Muhammed diye cevap verdiler. Onun etrafında toplandılar. Şöyle buyurdu: "Ey filanoğulları, ey filanoğulia-n, ey filan oğullan. Ey Abd-i Menafoğull-arı, ey Abdo'l-Muttaliboğulları!" Hepsi de onun etrafında toplandılar. Bunun üzerine şöyle dedi: "Bu dağın arka tarafında karsınıza çıkmak üzere bir gtub süvarinin bulunduğunu size haber verecek olsaydım, ne dersiniz? Benim bu verdiğim haberi tasdik ed*er miydiniz?" Onlar: Biz şimdiye kadar senin yalan söylediğini tesbit etme*dik, dediler. Peygamber: "İşte ben şüphesiz son derece çetin bir azabın önün*de sizin için bir uyarıp korkutanım." dedi. Bunun üzerine Ebû Leheb: Helak olasıca! Sadece bunun için mi bizi topladıa' dedi. Sonra kalkıp gitti. Bu se*fer şu: "Ebû Leheb'tn iki eli kurusun. Helak oldu zaten" diye başlayan bu sûre nazil oldu. (Hadisi) böylece (rivayet eden) el-A'meş, sûreyi sonuna ka*dar okudu.[3]

el-Humeydi ve başkaları şunu eklemektedir: Ebû Leheb'in karısı kendisi ve kocası hakkında Kur'ân'dan nazil olan buyrukları işitince beraberinde Ebû Bekir (r.a) ile Kabe'nin yakınında Mescid-i Haramda oturmakta olan Rasû-lullah (sav)'ın yanına gitti. Elinde avuç dolusu taş da vardı. Peygamber (sav)'in yanıbaşında durduğu halde Rasûlullah. (sav)'ı görmesin diye Allah göz*lerini perdeledi. Ebû Bekir'den başkasını görmüyordu. Ey Ebû Bekir, dedi. Bana ulaştığına göre senin arkadaşın beni lıicvediyoımıış. Allah'a yemin ol*sun onu bulacak olursam, bu taşlan onun ağzına atanın. Allah'a yemin ede*rim ben şair bir kadınım:

"Çok yerilen birisine karşı geldik. Onun emrinden yüz çevirdik Ve onun dinini terke ttik."

dedi ve çekip gitti.

Ebû Bekir: Ey Allah'ın Rasûlü ne dersin? Seni görmedi mi? diye sordu. Pey*gamber: "Hayır, beni görmedi. Allah, beni görmesin diye onun gözünü per*deledi" diye buyurdu.[4]

Kureyşliler Rasûlullah (sav)'ı "yerilen (müzemmem)" diye adlandırıyor ve böylece ona hakaret etmek istiyorlardı. Peygamber de şöyle buyurdu: "Al*lah'ın Kureyş'in vermek istediği eziyetleri benden nasıl çevirdiğine hiç hay*ret etmiyor musunuz? Onlar "müzemmem" diye birisini hicvedip ona sövüp sayıyorlar. Ben ise Muhammed (çokça övülen)'im."[5]

Bir diğer açıklamaya göre; sûrenin nüzul sebebi Abdurrahman b. Zeyd'in naklettiği üzere şöyledir Ebû Leheb Peygamber (sav)'a gelip: Ey Muhammedi Sana iman edecek olursam, bana ne verilecek? dedi Peygamber: "Diğer mü.s-lümanlara verilenlerin gibisi" diye buyurdu. Ebû Leheb: Benim onlara bir üs*tünlüğüm olmayacak mı? dedi. Peygamber: "Nasıl bir şey istiyorsun-1" diye sor*du. Ebû L.eheb: Böyle bir din olmaz olsun. Ben bunlarla birlikte eşit mi ola*cağım, dedi. Bunun üzerine onun hakkında yüce Allah: "Ebû Leheb'in iki eli kurusun. Helak oldu zaten" buyruklarını indirdi.

Abdurrahman 1). Keysan'ın naklettiği üçüncü bir görüş: Peygamber (sav)'ın yanma bir heyet gelecek olursa, Ebû Leheb onların yanına giderdi. Onlar da Ebû Lebeb'e Rasûlullah (sav) hakkında soru soruyorlar. Ona: Sen onu biz*den daha iyi tanırsın, diyorlardı. Ebû Leheb onlara şöyle diyordu: O çok ya*lancı bir sihirbazdır. Bunun üzerine Peygamberin yanına gitmiyor, geri dö*nüyor ve onunla karşılaşmıyorlardı. Yine bir heyet gelmişti. Ebû Leheb ay*nı şeyleri onlara da yaptı. Onlar: Hayır onu görüp de, sözlerini dinlemedik*çe geri gitmeyeceğiz, dediler. Bu sefer Ebû Leheb onlara şöyle dedi: Biz ha*la onu tedavi edip duruyoruz. O helak olsun, o yok olsun. Rasûlullah (sav)'a bu durum haber verilince bundan dolayı çokça üzüldü. Yüce Allah, bu se-beble: "Ebû Leheb'in İkİeJi kurusun..." sûresini indirdi.

Bir diğer görüşe göre Ebû Leheb, Peygamber (sav)'a bir taş atmak istedi. Yüce Allah onun bu isteğine engel oldu ve onun bu haline engel olunması dolayısıyla da yüce Allah: "Ebû Leheb'in iki eli kurusun, helak oldu zaten" buyruklarını indirdi.

" (îki eli) kurusun" buyruğu hüsrana uğrasın, demektir. Bu açıkla*mayı Katade yapmıştır. Ziyana uğrasın, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı İbn Abbas yapmıştır.

Sapıttı, diye de açıklanmıştır ki, bu da Ata'nın açıklamasıdır.

Helak olsun, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da İbn Cübeyrin açık*lamasıdır. Yemen b. Riab dedi ki: Hiçbir hayır elde etmesin demektir.

el-Esmai, Ebû Amr b, el-Ala'dan naklettiğine göre; Osman -Allah'ın rah*meti üzerine olsun- öldürülünce insanlar sahibini gömleksizin birisinin şöy*le seslendiğini işittiler:

"Andolsun seni yalnız bırakıp geri gittiler Ne geriye baktılar, Be de döndüler. Adaklarının gereğini yerine getirmediler O yaptıkları sebebiyle helak olasıcalar."

Özellikle "ellerin kurumasından sözedilmesi, çoğu işlerin ellerle yapıl*masından dolayıdır. Yani o eller de hüsrana uğrasın, kendisi de hüsrana uğ*rasın. "Eller" ile bizzat kendisinin kastedildiği de söylenmiştir. Çünkü bazan kişinin kendisinden "elleri" diye sözedilebiiir. Nitekim yüce Allah: "Bu se*nin ellerinin önden gönderdiği sebebiyledir." (el-Hac, 22/10) diye buyurmak*tadır. Bundan maksat, bi2Zat kendinin ... demektir.

İşte Arapçanın üslubu, yolu yordamı budur. Bazan bir şeyin bir kısmını zikreder ve onun tamamını kasteder. Nitekim: " O kimseye zamanın eli, musibetlerin ve ölümlerin eli isabet etti" denilirken "bütün bunlar o kimseye isabet etti" demek olur. Şair de şöyle demiştir:

"Musibetlerin eli onun üzerine çullanınca,

Yok mu himaye edip koruyacak olan kimse? diye seslendi."

'(Kendisi de) helak oldu zaten" buyruğu hakkında el-Ferrâ dedi ki: Bi*rinci "teb (ellerin kuruması, helak oluş)" (bed)duadır. İkincisi ise haberdir. Nitekim: Allah onu helak etsin, zaten de helak oldu, demek gibidir. Abdul*lah b. Ubey'in kıraatinde ise: "Zaten helak olmuştur'7 şeklindedir.

Ebû Leheb'in adı Abdu'l-Uzza'dır. Abdu'l-Muttalib'in oğlu olup, Peygam*ber (sav)'ın amcasıdır. Karısı el-Avra Um Cemil ise, Ebıı Süfyan b. Harbin kız-kardeşidir. Her ikisi de Peygamber (sav)'a aşırı derecede düşman idi.

Tarık b. Abdullah el-Muharibi dedi ki: bizler Zü'1-mecaz panayırında iken bir kimsenin şunları söylemekte olduğunu duydum: "Ey insanlar! Al*lah'tan başka hiçbir ilah yoktur deyiniz, kurtuluşa ereceksiniz." Bir de bak*tım ki, arkasından bir adam ona taş atıyor. Bacaklarını ve topuklarını kanat*mış olduğu halde şöyle diyordu: Ey insanlar! Bu bir yalancıdır, bunu tasdik etmeyiniz. Ben: Bu kim? dedim. Muhammed, dediler, peygamber olduğunu ileri sürüyor. Bu da amcası Ebû Leheb'dir, o da onun yalancı olduğunu söy*lüyor.

Ata, İbn Abbas'lan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Ebû Leheb dedi ki: Muhammed sizi büyüledi. Çünkü bizden herhangi bir kimse bir yaşını bitir*miş bir kuzuyu yiyor ve büyükçe bir kova süt içiyor yine doymuyor. Oysa Muhammed sizi bir koyun bacağı ile doyurdu, bir miktar süt içirerek susuz*luğunuzu giderdi. [6]



2- Ebû Leheb'e Bu İsmin Veriliş Sebebi:


•Yüce Allah'ın: "Ebû Leheb" buyruğu ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Ona Leheb (alev) adının verilişi güzelliğinden ve yüzünün parlaklığından dola*yıdır. Bazıları bunun müşriğe künye verilebileceğine delil olduğunu zannet-mişlerse de bu kanaat batıldır. Çünkü ilim adamlarına göre yüce Allah'ın ona "Ebû Leheb (alevin babası)" künyesini verişinin dört sebebi vardır:

1- Onun adı Abdu'1-Uzza (Uzza'nın kulu) idi. Uzza ise bir puttur. Yüce Al*lah, Kitabında hiçbir puta kulluk izafe etmiş değildir.

2- O isminden çok künyesi ile meşhur olmuştu. Ondan dolayı açıkça kün*yesi zikredilmiştir.

3- İsim, künyeden daha şereflidir. Bu bakımdan yüce Allah, onu daha şe*refli olandan daha aşağı mertebeye indirmiştir. Zira ondan haber vermek ka*çınılmaz bir şeydi. İşte bundan dolayıdır ki yüce Allah, peygamberlere isim*leri ile seslenmiş, onlardan herhangi bir kimseden künyesi ile sözetmemiştir.

İsmin künyeden daha şerefli olduğunu gösteren hususlardan birisi de şu*dur: Yüce Allah'a isim verilir ama künye verilmez. Her ne kadar bu çok açık ve belli olmakla; künye taşımaktan yüce ve mukaddes olduğundan ötürü kün*yenin ona nisbeti imkansız olmakla birlikte böyledir.

4- Yüce Allah onu cehenneme sokmakla onun mensub olduğu künyenin (manasını) gerçekleştirmeyi murad etmiştir. Onun nisbetini gerçekleştirmek kendisi adına seçtiği, uğur kabul ettiği hususu yerine getirmek için o, o ate*şin babası (yani o ateşe atılan) kimse olmasını dilemiştir.

Adı ile künyesinin aym şey olduğu da söylenmiştir. Onun yakınları ona -yüzünün alev gibi parlaması ve güzelliğinden ötürü- Ebû Leheb adını veri*yorlardı. Onların sevilen ve hoşlanılmayan hakkında ortak olarak kullanıla*bilen "Ebû'n-Nur, Ebû'z-Ziya (nurun babası, aydınlığın babası, nurlu aydın-lıklı)" demelerini engellemiş ve sadece hoşlanılmayan ve yerilen kimselere mahsus olan "Leheb (ateş alevi)"e izafe etmelerini sağlamıştır ki, Leheb (alev) ateşin kendisidir. Daha sonra da ateşi onun karar kılıp yerleşeceği yer kılmak sureti ile de bunu gerçekleştirmiş olacaktır.

Mücahid, Humeyd, İbn ,Kesir ve İbn Muhaysın "Ebû Leheb" lafzının "he'.sini sakin olarak; diye okumuşlar; fakat, "Alevli" laf*zının "he" harfinin üstün olduğu hususunda da (kıraat alimleri) ihtilaf etme*mişlerdir. Çünkü onlar bu hususta âyetlerin sonlarını gözönünde bulundur*muşlardır[7]



3- Meydana Gelen Olaylar ve Kader:


• İbn Abbas dedi ki: Yüce Allah, Kalemi yaratınca una: Olacak şeyleri yaz de*di. Onun yazdığı şeyler arasında "Ebû Leheb'in iki eli kurusun" da vardı.

Mansur dedi ki: el-Hasene yüce Allah'ın; "Ebû Leheb'in iki eli kurusun"

buyruğu hakkında soru soruldu: Acaba bu da Ummu'l-Kitab'ta var mıydı di*ye ve acaba Ebû Leheb, cehennem ateşini isteseydi boylanmayabilir iniydi? el-Hasen şöyle dedi: Allah'a yemin ederim, orayı isteği ile boylayamaması onun gücünde olan bir şey değildir. Şüphesiz ki o, Ebû Leheb de, onun an*ne ve babası da yaratılmadan önce Allah'ın Kitabında böyle idi. bunu Mu*sa'nın, Adem'e söylediği: "Sen Allah'ın eliyle yarattığı, kendisine ruhundan üflediği, cennetine yerleştirdiği, kendisine meleklerini secde ettirdiği Adem'sin. İnsanları zarara uğrattın, onları cennetten çıkardın" sözüne karşı*lık Adem'in söyiediği şu sözler de desteklemektedir: Sen de Allah'ın kelamı İle (kendisi ile konuşmakla) seçtiği Musa'sın. Sana Tevrat'ı verdi. Sen yüce Allah'ın benim hakkımda gökleri ve yeri yaratmasından önce yazmış oldu*ğu bir durumdan ölürü mü beni kınıyorsun? Peygamber (sav) şöyle buyur*du: 'Adem getirdiği delil ile Musa'ya galib geldi."[8]Bu (rivayet) daha önce*den (Ta-Ha, 20/121. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Hemmâm'ın, Ebû Hureyre'den naklettiği hadiste Adem, Musa'ya şöyle de*miş: "Sen Allah'ın beni yaratmadan önce Tevrat'ı ne kadar bir süre önce yaz*dığını biliyor musun!'" Musa: "İkibin yıl önce" dedi. Adem şöyle dedi: "Peki sen Tevrat'ta "Adem Rabbinin emrine karşı geldi de şaşırdı" (Taha, 20/121) buyruğunu da gördün mü?" Musa: "Evet" dedi. 13u sefer Adem şöy*le dedi: "Allah'ın benim hakkımda işlemeyi ben yaratılmadan ikibin yıl ön*ce yazıp takdir etmiş olduğu bir işten ötürü beni nasıl kılarsın?" Böylece Adem getirdiği delil ile Musa'yı yenik düşürdü.[9]

Tavus, İbn Hürmüz ve el-Arec'in Ebû Hureyre'den rivayetlerinde "...kırk yıl süre ünce,.." şeklindedir.[10]



2. Malı da, kazandığı da kendisine fayda vermedi.



Onun topladığı mal, kazandığı makam ve mevki, Allah'ın azabını kendi*sinden uzaklaştınnadı. Mücahid dedi ki: Sahih olduğu ev!at (da bir işe yara*madı.) Çünkü kişinin evlatları da kendi kazançları arasındadır.

el-Ameş, "Kazandığı" anlamındaki buyruğu; diye okumuş ve bunu İbn Mestıd'dan rivayet etmiştir.

Ebû't-Tufayl dedi ki: Ebû Leheb'in oğullan gelip İbn Abbas'ın huzurun*da davalaşlılar. Sonra da birbirleriyle döğüşlüler. Onlara engel olmak için kalktı, onlardan birisi onu itti ve yatağın üzerine düştü. İbn Abbas -çocuk*larını kastederek-: Şu kötü kazancı huzurumdan çıkartınız, dedi.

Aişe (r.anha)'dan rivayete göre Rasûlullah (sav) söyle buyurmuştur; "Ki*şinin yediği en hoş şey, onun kazancından yedikleridir ve elbetteki onun ev*latları da kazanılan cümlesindendir." Bu hadisi Ebû Davıtd rivayet etmiştir.[11]

İbn Abbas dedi ki: Rasûlullah (sav) yakın akrabalarını cehennem ateşi ile korkutup uyarınca Ebû Leheb: Şayet kardeşimin oğlunun dediği gerçek ise malımı ve çocuklarımı fidye vererek kendimi kurtarırım, dedi. Bunun üze*rine, "Malı da, kazandığı da kendisine fayda vermedi" buyruğu nazil oldu.

"Fayda vermedi" buyruğundaki; ...me" edatının nefy olma*sı da mümkündür. (Mealde olduğu gibi); soru olması da mümkündür. Yani bunun kendisine ne faydası oldu ki?

İkinci nin; anlamında (ism-i nıevsul) olması da mümkündür. Fiille beraber mastar manasını vermesi de mümkündür. Onun malı ve kazan*dıkları kendisine bir fayda vermedi, demek olur. (Birinci soru edatı kabul eli-dilirse: Onun malının ve kazandıklarının kendisine faydası nedir, demek olur.) [12]



3. Alevli bir ateşi boylayacaktır o.



Alev alev yanan ateş demektir.

Buna dair açıklamalar daha Önceden el-Murselat Sûresi'nde (77/31- âye-tift tefsirinde) geçmiş* bulunmaktadır.

"Boylayacaktır o" anlamındaki: buyruğu genel olarak "ye" harfi üstün olarak okunmuştur.

Ebû Reca ve el-A'meş ise "ye" harfini ötreli okumuşlardır. Bu kıraati ay*rıca Mahbub, İsmail'den, ü İbn Kesir'den; Hüseyn, Ebû Bekir'den, o Asım'dan da rivayet ettiği gibi ei-Hasen'den de rivayet edilmiştir. (Ateşe atılacaktır, de*mek olur".)

Eşheb el-Ukayli, Ebû's-Semnial el-Adevi ve Muhammed b. es-Sümeyka' ise "ye"yi ötreli "sad"ı üstün ve "lam" harfini şeddeli olarak okumuşlardır. (Bu) okuyuş Allah, onu oraya atacaktır demek olup yüce Allah'ın: "Ve cehenneme bir atılış" (el-Vakıa, 56/94) buyruğundan (hareketle böyle okunmuş)dur. Diğeri ise; "Başkasını atmak"tan gelmektedir ki; Al*lah onu atacaktır, demektir.

Yüce Allah'ın: "Biz onu ateşe sokacağız." (en-Nisa, 4/30) buyruğundan dolayı böyle okumuşlardır. Ancak tercih edilen İlk okuyuştur. Çünkü insanlar onun üzerinde icma (ittifak) etmişlerdir. Buna da yüce Al*lah'ın; Kendisi cehenneme girecek olan müstesna" (es-Saffat, 37/163) buyruğu gerekçe gösterilmiştir. [13]



4. Karısı da; odun taşıyıcısı olarak,



"Karısı" Ummu Cemil "da..."

İbnu'I-Arabi dedi ki: Um Kabih el-Avra'dır.[14] O tek gözü kör bir kadın idi.

"Odun taşıyıcısı olarak" buyruğu hakkında İhn Abbas, Mücahid, Katade ve es-Süddi şöyle demişlerdir: Bu kadın, insanlar arasında laf götürür geti-rirdi. Araplar birisi diğerinin aleyhine başkalarını kışkırtacak olursa; Filan kişi filanın aleyhine udun taşır" derler. Şair de şöyle demiştir:

"Şüphesiz el-Edremoğullan odun taşıyanlardır


En son tarafından 2007-11-01, 12:42 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:41 am

Onlar hem hoşnutluk zamanında, hem kızgınlık halinde laf alıp götürenlerdir.

Lanet olsun üzerlerine onların ve beş parasız, çırılçıplak kalsınlar ortada."

Bir bftşka şair de şöyle demiştir:

"Bir binek sırtında (binilerek) avlanılmamış beyazlardandır o, Kabile arasında yaş odun götürüp getirmemiştir."

Şair bununla laf götürüp getirmediğini kastetmektedir. "Yaş odurTdan sö-zetmesi ise daha kötü bir şekilde yanan aşırı duman çıkarttığına işaret etmek içindir.

Eksem b. Sayfi gocuklarına şöyle demiştir: Laf götürüp getirmekten ok*ça sakınınız. O yangın çıkartan bir ateştir. Şüphesiz laf taşıyıcının bir saatte yaptığını, bir sihirbaz bir ayda yapamaz. Iiir şair bu anlamdan hareketle şöy*le demiştir:

"Şüphesiz laf taşıyıcılık bir ateştir, sakın ondan hem yakıcıdır Ondan kaç alabildiğince ve bu işi yapandan uzak dur."

Bundan dolayı: Kin ateşi sönmez denilmiştir. Peygamber (sav)'den da: "Laf alıp götüren kimse cennete girmez"[15]dediği sabit olmuştur. Yine o şöyle bu*yurmuştur: "İki yüzJü kimse Allah nezdinde değerli birisi olamaz."[16] Yine Pey*gamber (sav) şöyle buyurmuştur: "İnsanların en kötülerinden birisine bir yüz*le, diğerlerine bir başka yüzle giden iki yüzlü kişidir.[17]

Ka'b el-Ahbar dedi ki: İsrailoğulları bir kıtlık musibeti ile karşılaştıhr. Mu*sa (a.s) onları yanına alıp üç defa yağmur duasına çıktığı halde onlara yağ*mur yağdırılmadı. Musa: "İlâhi kullarındır (bunlar)" dedi. Yüce Allah ona: "Ben ne i'enin, ne de seninle* birlikte olanların duasını kabul ederim. Çünkü on*lar arasında laf götürüp getiren birisi vardır ve o laf taşıyıcılığını ısrarla yapmaktadır." diye buyurdu. Musa dedi ki: " Rabbim kim o? (Bize söyle) ki onu aramızdan çıkartalım." Yüce Allah şöyle buyurdu: "Ey Musa! ben sana laf taşıyıcılığını yasaklarken kendim mi başkasını jurnalleyeyiın?" (Ka'b) de*di ki: Hep birlikte tevbe ettiler ve bunun üzerine onlara yağmur yağdırıldı. (Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır).

Laf taşıyıcılık (nemime, koğuculuk) büyük günahlardandır. Bu hususta gö*rüş ayrılığı yoktur. Öyle ki el-Fudayl b. İyad şöyle demiştir: Üç şey vardır ki salih ameii yıkar, oruçlunun orucunu bozar ve abdesti de bozarlar: Gıybet (çekiştirmek), nemime (koğuculuk) ve yalan.

Ata b. es-Saib dedi ki: eş-Şa'bi'ye Peygamber (sav)ın: "Kan döken, laf alıp götüren ve faiz alıp veren bir tacir cennete girmeyecektir." sözünü hatırlat*tım; şöyle dedi: Ey Ebû Amil Yüce Allah laf alıp götüreni katil ve Faiz yiyen*le birlikte mi zikretti? diye sordum eş-Şa'bi: Acaba kanların dökülmesinin, mal*ların talan edilmesinin, çok büyük kötü işlerin körüklenmesinin, laf alıp gö*türmekten başka bir sebebi mi var, dedi.

Katade ve başkaları şöyle dedi: (Um Cemil) Rasûlullah (sav)'ı fakirliği do*layısıyla ayıplıyordu. Diğer taraftan mallarının çokluğuna rağmen sırtında odun taşırdı. Çünkü aşırı derecede cimri idi. Böylelikle cimriliği sebebiyle ayıplanmış olmaktadır.

İbn Zeyd ve ed-Dahhak dedi ki: O kadın dikenli çalı çırpıları taşır, Pey*gamber (sav)'ın ve ashabının gidip geldiği yollara geceleyin bırakırdı. İbn Ab-bas da böyle demiştir.

eı-Rabî dedi ki: Peygamber (sav) ipek üzerinden geçer gibi o dikenlerin üzerinden geçerdi.

Murnt cl-Ilemdânî dedi ki: Um Cemil her gün koca bir demet diken ge*tirir. Bunları müslümanların gidip geldikleri yollara bırakırdı. Bir gün yine bir demet taşırken bitkin düştü ve dinlenmek üzere bir taşın üzerine oturdu. Me*lek onu arkasından çekti ve öldü.

Said b. Cübeyr dedi ki: (Odun taşıyıcılığından maksat) büyük ve küçük günahları taşıyıcı olmasıdır. Arapların: Filan kişi sırlı üze*rinde odun taşır" tabirlerinden alınmıştır. Bunun (bu açıklamanın) delili, yü*ce Allah'ın: "Günahlarını sırtlarına yüklenerek..." (el-En'am, 6/31) buyru*ğudur.

Buyruğun, cehennemde odun taşıyıcısı olacaktır, anlamında olduğu da söy*lenmiştir. Ancak bu, uzak bir ihtimaldir.

"Taşıyıcısı" anlamındaki lafız gene! olarak; şeklinde meı-fû' ola*rak okunmuştur. Bu durumda; " Onun karısı" anlamındaki lafız, mübtedadır. "Boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu Jıalde"(4. âyet) anlamındaki buyruk da "taşıyıcısı" lafzmdaki zamir*den hal konumunda bir cümle yahutta ikinci bir haber olur.[18] Yahut "odun taşıyıcısı" lafzı "karısı" lafzının sıfatı olur. Haber de; "boynunda hurma li*finden bükülmüş bir ip olduğu halde" (4. âyet) anlamındaki buyruk olur. Bu*na göre " Alevli" (3. âyet) lafzı üzerinde vakıf yapılır.

"Karısı da" buyruğunun, "boylayacaktır o" anlamındaki zamirin üzerine atfedilmesi mümkündür. Bu durumda "alevli" anlamındaki lafız üzerinde va*kıf yapılmaz. Buna karşılık "karısı da" anlamındaki lafız üzerinde vakıf ya*pılır. "Odun taşıyıcısı olarak" anlamındaki lafız hazfedilmiş bir mübtedanın haberi olur.

Asım; "Odun taşıyıcısı olarak" anlamındaki lafzı yergi ol*mak üzere nasb ile okumuştur. Sanki bu yönüyle meşhur olmuş gibidir. O bakımdan tahsis için değil, yerilmek için bu sıfatı zikredilmiş olur. Yüce Al*lah'ın: "Lanete uğramışlar olarak. Nerede ele geçirilirler-se..."(el-Ahzab, 33/61) buyruğunda olduğu gibi.

Bu lafızları Ebû Kılabe: "Odun taşıyan olarak" diye okumuş*tur. [19]



5- (Hem de) boynunda hurma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde.



"Boynunda" demektir. Şair İmruu'l-Kays şöyle demiştir:

"Ve bir boyun ki, apak ceylanların boynu gibi; hiç de çirkin değildir Onu kaldırıp uzattığında; üstelik zînetsiz de değildir,"

"Hurma lifinden bükülmüş bir ip" buyruğunduk i "mesed", lif demektir. Nabiğa şöyle demiştir:

"Alabildiğine şişman, loplop etine dolgun Hurma lifinin çıkardığı gıcırtı gibi ses çıkartır.'

Bir başka şair de şöyle demiştir:

"Ey hurma lifinin ipi, sığın başkasına benden

Eğer sen yumuşak ve nazik birisi isen, şüphesiz ben

istediğim şekilde saçına ak düşmüş, ama gücünü kaybetmemiş birisiyim ben."

bu ip, hazan deve köselesinden yahut kıllarından da yapılabilir. Şair şöyie demiştir:

"Ve dişi develer(in derisin)den iyice bükülmüş bir ip ki; Bu develer koca ve yaşlı develerden de değildir, derileri henüz sertleşmemiş dört yaşına girmiş develerden de değildir."

Boyun, gerdan" lafzının çoğulu " Hurma lifinden ip'' lafzının çoğulu da; diye gelir.

Ebû Ubeyde dedi ki: Bu, yünden yapılan bir halattır. el-Hasen dedi ki: Bun*lar Yemen'de yetişen ve el-mesed adı verilen bir ağaçtan yapılan halatlardı. Bunlar bükülerek yapılırdı.

ed-Dahhak ve başkaları da şöyle demiştir: Bu, dünyadaki bir durumdur. Çünkü Ebû Leheb'in karısı Peygamber (sav)'ı fakirlikle ayıplıyor, kendisi ise boynuna liften taktığı bir halat ile odun taşıyordu. Yüce Allah, onu bu ipiy*le boğdu ve onun canını aldı. Ahirette ise bu, cehennem ateşinden bir ha*lat olacaktır,

İbn Abbas, Ebû Salih'in rivayetine göre şöyle demiştir: "Boynunda hur*ma lifinden bükülmüş bir ip olduğu halde." Uzunluğu yetmiş arşın gelecek bir zincir bulunduğu halde, demektir. Mücahid ve Urve b. ez-Zübeyr de böy*le demiştir: Bu zincir ağzından girecek, alt tarafından çıkacak ve geri kalan bölümleri de boynuna dolanacaktır.

Katade dedi ki: "Hurma lifinden bükülmüş bir İp" denizden çıkan bon*cuklardan yapılmış irili, ufaklı boncuklardan bir gerdanlık demektir. Şair şöy*le demiştir:

"Aklı ise boncukları emen küçük bir çocuk aklı gibidir."

Mısraın son kelimesinin çoğulu: diye gelir.

el-Hasen dedi ki: Onun boynunda boncuklar vardı. Said b. el-Müseyyeb dedi ki: Boynunda mücevherden oldukça değerli bir gerdanlık vardı ve şöyle demişti: Lat ve Uzza'ya yemin ederim ki, bu gerdanlığı Muhammed'in düşmanlığı uğrunda harcıyacağım. Bu, kıyamet gününde onun boynunda bir azab olacaktır.

Şöyle de açıklanmıştır: Bu onun ilahi yardıma mazhar olmayacağına bir işarettir. Yani o, hakkında geçmiş bedbahtlık hükmü sebebiyle iman etmek*ten alıkonulmuş ve bağlanmıştır. Tıpkı boynunda hurma lifinden bir ip bu*lunarak bağlanmış kimsenin hali gibi.

" Bükmek'1 demektir. İpini, halatını iyice bük*tü' anlammdadır. Şair şüyie demiştir;

"Onun üst tarafındaki (sırtındaki) etleri iyice birbirine geçirir ve pekiştirir."

Şair şunu demek istiyor; O otlar bu eşeğin sırtını güçlendirip, pekiştirir.

"Hilkati güçlü ve sağlam bir binek" tabiri yaratılışı itiba*riyle güçlü ve kuvvetli olan hayvan hakkında kullanılır. Şair şöyle demiştir:

"O bir ip {halat) ki dişi develer(in köselesin)den bükülmüştür

Pek beyaz olmayan fakat asil ve eti birbirine geçmiş develer

Bunlar yaşlı da değildir, derisi güçlenmemiş dört yaşındaki develer de değildir."

(İkinci mısra) şöyle de rivayet edilmektedir;

"Zayıf da değildir onlar, etleri birbirine geçmiştir."

el-Ferra dedi ki; Bu (ikinci mısranın son lafzı) merfûdur ve şiir mukfe'dir (kafiye kelimelerinin irabı farklıdır). Çünkü şair burada: " Ak*sine onların etleri birbirine geçmiştir" demek istemektedir. Mübteda olarak bu lafzı merfû kabul etmiştir.

(Yine el-Ferra) diyor ki: Şairin: "Onlar zayıf da değil*dirler, etleri birbirine de geçmiş değildir" demek istemiş olmasına imkan yok*tur. Tıpkı: " Ben babası ayakta duran bir adamın yanından geçtim" derken (son kelimeyi) mecrur okumak caiz olmadığı gibi.

Başkası ise şöyle demiştir: Burada: "Giden" demektir. O şöyle de*miş gibidir-: Onlar etleri zayıf kimseler de değildirler. Daha sonra "giden" laf*zını da zayıf kimselere atfetmiş (...ve gitmiyorlar da, demek istemiş)

Hilkati güçlü ve sağlam adam" demektir.

"Hilkati güçlü ve sağlam ve güzel cari*ye" demektir. "Fi'âl" vezninde; ise 'in bir söyleyiş şeklidir. Bu da yağ ve balın konulduğu tulum demektir. Bütün bu açıklamaları el-Cev-heri yapmıştır.

Buna itiraz edilerek şöyle denilmiştir: Eğer onun odun taşıdığı ipi bu ise peki bu pasil ateşte kalacaktır. Bu itiraza şöyle cevab verilmiştir: Yandıkça onu tekrar yenilemeye azi2 ve celil olan Allah elbetteki kadirdir. Ebû Leheb'in ve karısının ateşte kalıcılığı ise onların ölüm halleri de dahil olmak üzere kü*für üzere kalmaları şartına bağlıdır. Her ikisi de kâfir olarak öldüklerinden ötürü onlar hakkında verilen haber doğru çıkmış olmaktadır. O halde bu, Pey*gamber (sav) için bir mucizedir.

Yüce Allah, karısının ipi ile boğulmasını takdir etmiştir. Ebû Leheb'in de (mü'minterin annesi Meymune'nin kızkardeşi olan) Um el-Fadi'ın kendisini yaralaması sonucu Bedir vakasından yedi gün sonra abese diye bilmen bir yara ile ölmesini sağlamıştır. Şöyle ki; el-Haysuman Mekke'ye Bedir'in sonu*cunu haber vermek üzere gelince, Ebû Leheb ona: Bana insanların durumu*nu bildir, dedi. el-Haysuman: Olur dedi. Allah'a yemin ederim. Bizler onlar*la karşılaşır karşılaşmaz hemen onlara kollarımızı uzaüverdik, onlar da silah*larını istedikleri gibi indiriyorlardı. Bununla birlikte ben insanlara dokuna*madım. Ablak atlar üzerinde beyaz birtakım adamlarla karşılaştık. Allah'a ye*min ederim ki bizi hiç bırakmıyorlardı. -Hiçbir şey bırakmıyorlardı demek is*tiyor.- Ebû Rafı dedi ki: Ben Abbas'ın bir kölesi idim. Zemzem suffasında çöm*lek yontuyordum. Yanımda da Um el-Fadl oturuyordu. Gelen haber bizi se*vindirmişti. Bunun için odanın örtüsünü kaldırıp, Allah'a yemin ederim İşte onlar meleklerdir, dedim. Ebû Leheb elini kaldırıp yüzüme oldukça şiddet*li bir tokat indirdi. Ben de ona karşı geldim fakat zayıf birisi idim. Beni kal*dırıp yere yıktı, göğsüme oturup beni döğmeğe başladı. Um el-Fadl ise odadan bir direk kapıp geldi ve: Efendisi yanında yok diye onu zayıf buldun öyle mi? diyor ve direkle başına vuruyordu. Başında büyükçe bir yara açtı.

Zelil bir şekilde ayaklarını sürüyerek kalkıp gitti. Sonra Allah onu adese has*talığına mübtda kıldı ve sonunda öldü. Üç gün defnedilmeksizin urtada kal*dı, sonunda kokuştu. Daha sonra çocukları onu su ile yıkadılar, fakat ade*se mikrobu kendilerine bulaşır diye üzerine suyu uzaktan döküyorlardı. Ku-reyşliler taundan sakındıkları gibi bu hastalıktan yakınırlardı. Sonra onu Mekke'nin üst tarafına doğru taşıdılar. Bir duvara onu dayandırıp, üzerine [aş*lar dizip üstünü kapattılar. [20]

(Tebbet Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun).





--------------------------------------------------------------------------------

[1] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/437.

[2] Nevevi diyor ki: 'İbarenin zahirinden anlaşıldığına K"re "ihlâsa erdirilmiş taraftarları*nı" ifadesi, indirilmiş Kuranı bir ifade iken sonrada n nesh edilmiştir." (Şerku Müslim, 111, «2; ayrıca bk. İtin Harer, Fetku'l-Bâri, VI», 502 ve 737 >

[3] Buhûrî, IV, 1902; Müslim, I, 193.

[4] Hu meydi, Müsned, I, 153-154; Hâkim, Müstedrek, II, 393; Ebu Yala, Müsııed, I, H3

[5] Buhârî, III, 1299; Müsned, II. 30>9.



[6] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/437-441..

[7] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/441-442.

[8] DBuAdrî, III, 1251, IV, 1764, VI, 2439, 2730; Müslim, IV, 2042, 2043, 2044; Tirmizi, IV, 444; Ebu Davud, IV, 226; İbn Maet, I, 31; Muvatta, II, H98; Müsned, II, 164. 2H7, 392,

398...

[9] Müslim, IV, 2044'te Hemmâm'ın daha fince zikrediltrnleıiııki gibi rivayet ettiğini kaydet*mekte olup Kurtubî'nin bundan sonra değindiği rivuyete atıfla bulunmaktadır.

[10] Müslim, IV, 2043.

İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/442-443.

[11] Ebu Davud, III, 2HH; Nesâi, VII, 240, 241; İbn Mace, II, 723; Müsned, VI, 31, M, 127, 191

[12] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/443.

[13] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/444.

[14] Cemil" güzel, "Kehih" çirkin, "Avra" tek gözü kor katlın demektir

[15] Müslim, 1. 101; Müsned, V, 391, 396. 399, 406.

[16] Kaynağım te.spil edemedik

[17] Buharı, VI, 2626; Müslim, 2011; Muvatta, II, 99 il Müsned, 11. 307,

[18] Meal, biraz sonra gelecek Âsim kıraatine daha uygundur. Bazı nüansları gtızönünde bu*lundurmadan genelin kıraatine uygun olarak buyrukların meali şöylece verilebilir: "Onun karısı ise -br>ynıınc!a hurma lifinden bükülmüş bir ip bulunduğu hakle- odun taşıyan*dır "

[19] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/444-447.

[20] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, Buruç Yayınları: 19/448-452.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:42 am

NASR SÛRESİ

110

İndiği Dönem :


Medine



İniş Sırası :

114



Âyet Sayısı :

3



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yüz onuncu, iniş sırasına göre yüz on dördüncü sûre*dir. Medine döneminde Tevbe sûresinden sonra nazil olduğu ve tam sûre olarak Kur'an'ın en son inen sûresi olduğu kabul edilmektedir.[1] Sû*renin Veda Haccı esnasında Mina'da indiği rivayet edilir. [2]



Adı

Sûre adını ilk âyetinde geçen ve "yardım, zafer" anlamına gelen "nasr" keli*mesinden almıştır. Hz. Peygamber'in vefatına ima olarak değerlendirildiği için "Tevdî (veda)" adıyla da anılmaktadır; ayrıca "İza câe..." ve "Fetih" adlan da var*dır.[3]



Konusu


Sûrede Yüce Allah'ın Hz. Peygamber'e nasip ettiği zafer, fetih ve fetih son*rası insanların grup grup İslâm'a girmelerinden bahsedilmektedir. [4]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Allah'ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde; 2. Ve insanların akın akın Allah'ın dinine girdiğini gördü*ğünde; 3. Rabbine hamd ederek şanının yüceliğini dile getir ve O'ndan af dile; şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir. [5]



Tefsiri


1-3. Müfessirlere göre "Allah'ın yardımından maksat, Mekke putperestleri*ne veya bütün düşmanlarına karşı Allah'ın Hz. Peygamber'e yardım etmesi ve onu zafere kavuşturmasıdır; mecazen "dinin kemale ermesi, son şeklini alması" anla*mında da yorumlanmıştır. "Fetih"ten maksat ise başta Râzî'nin "fetihlerin fethi" dediği Mekke'nin fethi olmak üzere Hz. Peygamber'e nasip olan bütün fetihlerdir. Fetih mecaz olarak "Hz. Peygamber'e verilen ilimler, dünya nimetleri, cennet" olarak da yorumlanmıştır [6]

Sûrede Hz. Peygamber'İn şahsında genel olarak müminlere hitap edilerek Al*lah Teâlâ kendilerine bir nimet ve yardım lütfettiğinde O'na hamd ve şükretmele*ri gerektiği ifade edilmektedir. Müminler Mekke döneminde fakir ve güçsüzdü; müşriklerin kendilerine yaptıkları zulme karşılık verecek durumda değillerdi. İn*sanlığı kurtuluşa çağıran Hz. Peygamber, çağrısına olumlu cevap alamadığı için üzülüyor, hatta kendi kavmi tarafından dîn konularında yalan söylemekle suçlanı*yordu [7] Fakat Medine döneminde müminler güç*lenerek kendilerine haksızlık eden inkarcılara karşı savaşacak duruma geldiler ve beldeler fethettiler. Bu durum Arap toplumunun İslâm'a girmesinde büyük etken oldu. Özellikle Mekke'nin fethinden sonra Arap kabileleri savaşmaksızın İslâm'ın hakimiyetini kabul etmiş ve akın akın İslâm'a girmişlerdir. 2. âyet bunu ifade et*mektedir. 3. âyette ise daha önce müşrikler tarafından "sihirbaz, şair, kâhin, mec*nûn" gibi yakışıksız sıfatlarla nitelenerek her türlü hakarete mâruz bırakılan Hz. Peygamber'e, kendisini bu durumdan kurtaran Allah'a hamd ve şükretmesi buyu-rulmaktadır. Mekke'den hicret ederken Sevr mağarasında gizlendiğinde yanında sadece Hz. Ebû Bekir vardı; şimdi ise binlerce sahâbî ile birlikte Mekke'yi fethet*miş, tarihin en büyük ve en yapıcı inkılabım gerçekleştirmişti. İşte bu sebeple mü*minlerden Yüce Allah'a hamdetmeleri, kendilerine nasip edilen zafer ve fetih ni*metlerinin şükrünü yerine getirmeleri istenmektedir.

Hz. Peygamber'İn günahtan korunduğu bilinmektedir (ismet). Buna rağmen ona Allah'tan af dilemesi emredildİğine göre bunun mânası ya ümmeti için, onla*rın adına af dilemesi veya -günahtan uzak dursa bile- Allah'tan af dilemek kulluk*ta kemalin gereği olduğu için "Allah karşısında alçak gönüllülük sergilemesi, her şeye rağmen ibadetlerini mükemmel görmeyip bu sebeple O'dan af ve özür dile-mesi"dîr. Bu sûre indikten sonra Hz. Peygamber'İn, "Allahım! Sana hamd eder ve seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Beni bağışla, çünkü sen tövbeleri kabul edensin!" anlamındaki duayı sık sık tekrarladığı rivayet edilmektedir. [8]

Sahabe'den bazıları bu âyetlerden Hz. Peygamber'in görevinin tamamlandığı ve artık vefatının yakın olduğu sonucunu çıkarmışlardır. [9] Bundan dolayı sûreye "vedalaşma" anlamında "Tevdî" ismi de verilmiştir. Nitekim bu âyetler indikten sonra Hz. Peygamber'İn ancak 80 gün gibi kısa bir süre yaşadığı rivayet edilmektedir. [10]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Elmalık, IX, 6234

[2] bk. Şevkânî, V, 602

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/677.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/677.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/677.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/677.

[6] Râzî, (XXXII, 153-155; Şevkânî, V, 602-603

[7] bk. Hûd 11/12; En'âm 6/33-35

[8] İbn Kesîr, VIII, 532-533; aynca bk. Fetih 48/1-3

[9] bk. Buhârî, "Tefsir", 110

[10] bk. Kurtubî, XX, 233

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/678-679.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:43 am

KAFIRUN SURESİ

109


İndiği Yer :

Mekke



İniş Sırası :


18



Âyet sayısı:

6



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yüz dokuzuncu, İniş sırasına göre on sekizinci sûre*dir. Mâûn sûresinden sonra,Fîl sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Medine'de in*diğine dair rivayet de vardır.[1] Tefsirlerde anlatıldığına göre Kureyşliler Hz. Peygamber'den bir sene kendi ilâhlarına tapmasını, bir sene de kendilerinin onun İlâhına tapmalarım istemişler. Hz. Peygamber de "Kendisine bir şeyi ortak koşmaktan Allah'a sığınının!" demiş; bu kez Kureyşlİler, "Bizim ilâh*larımızdan bazılarım istilâm et (öp, el sür), biz de seni tasdik edip ilâhına ibadet edelim" demişler. Bunun üzerine Kâfurun sûresi İnmiştir. [2]



Adı


Sûre adını ilk âyetinde geçen ve "İnkarcılar" anlamına gelen "kâfirim" keli*mesinden almıştır. "Kul yâ eyyühe'l-kâfirûn, Mukaşkışe, İhlâs, İbadet, Dîn" adla*rıyla da anılmaktadır. Aynca İhlâs süresiyle birlikte bu iki sûreye "İhlâsayn (iki İhlâs)" adı verilmiştir.[3]



Konusu


Sûrede Hz. Peygamber'in inkarcılarla şirk ve sapkınlıkta birleşemeyeceği ifade edilmekte ve İslâm dininin şirkten uzak tutulması hedeflenmektedir. [4]



Fazileti


Müfessirler bu sûrenin faziletiyle ilgili olarak Hz. Peygamber'in, "Kul hüvel-lahu ehad Kur'an'ın üçte birine denktir, Kul yâ eyyühel-kâfirûn ise dörtte birine denktir" buyurduğunu; Sahâbe'den birine, "Uyumak üzere yatağına yattığında Kul yâ eyyuhel-kâfırûn sûresini oku; bunu okursan şirk inancına sapmaktan korunur*sun" dediğini naklederler. [5]



Meali


Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. De ki: "Ey inkarcılar! 2. Ben sizin tapmakta olduğunuz şeylere tapmam. 3. Siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. 4. Ben sizin taptıklarınıza tapıyor değilim. 5. Siz de benim taptığı*ma tapıyor değilsiniz. 6. Sizin dininiz size benim dinim banadır." [6]



Tefsir


1-6. Tevhîd ilkesinin sembolü olarak Mekke döneminin ilk yıllarında inen bu sûrede müşriklerin şahsında tüm putperestlere İlân edilmek üzere İman ile şirkin ayrı şeyler olduğu, bu iki inanç sistemi arasında bir benzerlik bulunmadığı, dola*yısıyla ikisinin birlikte bulunmasının mümkün olmadığı kesin olarak ifade edil*miştir.

Bazı müfessirlere göre 2-3. âyetlerde gelecekte Hz. Peygamber'İn müşrikle*rin taptığına tapmayacağı, onların da Hz. Peygamber'in taptığına tapmayacakları ifade edilmiş; 4-5. âyetlerde ise halihazırda da onların tutumlarının farklı olmadı*ğı bildirilmiştir. Ancak Şevkânî bu yorumu reddetmekte, 4-5. âyetlerin 2-3. âyet-lerdekİ gerçeği pekiştirdiğini söylemekte; bu tekrarlara dil kurallarından ve Arap şiirinden örnekler getirmekte, Hz. Peygamber'in hadislerinde de benzer tekrarla*rın bulunduğunu ifade etmektedir (bk. V, 599-600). Bizim tercihimiz de bu yön*dedir. Zira 2-3. âyetlerde Hz. Peygamber'in şahsında müminlerin sadece bir Al*lah'a kulluk etmeleri emredilmiş, Allah'a ortak koşanlarla gerek İnanç gerekse ibadet bakımından hiçbir şekilde benzerliklerinin bulunmadığı vurgulanmıştır. 4-5. âyetlerde ise Hz. Peygamber'i kendi dinlerine döndürmek İsteyen putperestlerin ümidini kırmak maksadıyla vurgu tekrar edilmiştir. "Sizin dininiz size benim di*nim banadır" şeklinde tercüme ettiğimiz 6. âyet, daha geniş kapsamlı ve daha vur*gulu bir şekilde önceki âyetleri tekit eder ve bu iki din arasında uzlaşmanın olama*yacağını gösterir. Zira bu iki dini uzlaştırmak, hak ile bâtılı uzlaştırmak anlamına gelir.

Son âyetten dîn, vicdan ve ibadet özgürlüğünün esas olduğu, kimsenin her*hangi bir dine girmeye zorlanamayacağı anlamının da çıkarılabileceğini düşünen bir kısım müfessirler bu âyetin müşriklere karşı sav aşılmasını emreden âyetle[7] neshedildiğini yani hükmünün kaldınldığım ileri sürmüşlerdir. An*cak, bizim de katıldığımız görüşe göre âyetin hükmü kaldırılmamıştır; çünkü bura*da bir emir veya yasak değil, bir vakıanın tespiti ve ifade edilmesi (haber) söz ko*nusudur; haber ise Allah'tan olduğu için gerçektir, değişmez, kıyamete kadar ge*çerlidir. [8] Bu âyet, bir vakıa tespiti olduğu ve müslümanların zayıf durumda bulundukları bir dönemde indiği için ondan din ve vicdan özgürlü*ğü anlamının çıkarılamayacağı da düşünülebilir. Kuşkusuz İslâm'da din, vicdan ve ibadet özgürlüğü vardır; ancak bu özgürlükler Medine döneminde inen âyetler*de ifade edilmiş, müslümanların hakim oldukları zaman ve mekânlarda uygulan*mış, hayata geçirilmiştir. [9]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Şevkânî, V, 597

[2] Taberî, XXX, 213-214; KurtubîJXX,225

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/671.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/671.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/671.

[5] îbn Kesîr, VIII, 526; Şevkânî, V, 597-598

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/671.

[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/672.

[7] bk. Tevbe, 9/36

[8] bk. Şevkânî,V, 600

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/672-673.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:43 am

KAFIRUN SURESİ

109


İndiği Yer :

Mekke



İniş Sırası :


18



Âyet sayısı:

6



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yüz dokuzuncu, İniş sırasına göre on sekizinci sûre*dir. Mâûn sûresinden sonra,Fîl sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Medine'de in*diğine dair rivayet de vardır.[1] Tefsirlerde anlatıldığına göre Kureyşliler Hz. Peygamber'den bir sene kendi ilâhlarına tapmasını, bir sene de kendilerinin onun İlâhına tapmalarım istemişler. Hz. Peygamber de "Kendisine bir şeyi ortak koşmaktan Allah'a sığınının!" demiş; bu kez Kureyşlİler, "Bizim ilâh*larımızdan bazılarım istilâm et (öp, el sür), biz de seni tasdik edip ilâhına ibadet edelim" demişler. Bunun üzerine Kâfurun sûresi İnmiştir. [2]



Adı


Sûre adını ilk âyetinde geçen ve "İnkarcılar" anlamına gelen "kâfirim" keli*mesinden almıştır. "Kul yâ eyyühe'l-kâfirûn, Mukaşkışe, İhlâs, İbadet, Dîn" adla*rıyla da anılmaktadır. Aynca İhlâs süresiyle birlikte bu iki sûreye "İhlâsayn (iki İhlâs)" adı verilmiştir.[3]



Konusu


Sûrede Hz. Peygamber'in inkarcılarla şirk ve sapkınlıkta birleşemeyeceği ifade edilmekte ve İslâm dininin şirkten uzak tutulması hedeflenmektedir. [4]



Fazileti


Müfessirler bu sûrenin faziletiyle ilgili olarak Hz. Peygamber'in, "Kul hüvel-lahu ehad Kur'an'ın üçte birine denktir, Kul yâ eyyühel-kâfirûn ise dörtte birine denktir" buyurduğunu; Sahâbe'den birine, "Uyumak üzere yatağına yattığında Kul yâ eyyuhel-kâfırûn sûresini oku; bunu okursan şirk inancına sapmaktan korunur*sun" dediğini naklederler. [5]



Meali


Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. De ki: "Ey inkarcılar! 2. Ben sizin tapmakta olduğunuz şeylere tapmam. 3. Siz de benim taptığıma tapıyor değilsiniz. 4. Ben sizin taptıklarınıza tapıyor değilim. 5. Siz de benim taptığı*ma tapıyor değilsiniz. 6. Sizin dininiz size benim dinim banadır." [6]



Tefsir


1-6. Tevhîd ilkesinin sembolü olarak Mekke döneminin ilk yıllarında inen bu sûrede müşriklerin şahsında tüm putperestlere İlân edilmek üzere İman ile şirkin ayrı şeyler olduğu, bu iki inanç sistemi arasında bir benzerlik bulunmadığı, dola*yısıyla ikisinin birlikte bulunmasının mümkün olmadığı kesin olarak ifade edil*miştir.

Bazı müfessirlere göre 2-3. âyetlerde gelecekte Hz. Peygamber'İn müşrikle*rin taptığına tapmayacağı, onların da Hz. Peygamber'in taptığına tapmayacakları ifade edilmiş; 4-5. âyetlerde ise halihazırda da onların tutumlarının farklı olmadı*ğı bildirilmiştir. Ancak Şevkânî bu yorumu reddetmekte, 4-5. âyetlerin 2-3. âyet-lerdekİ gerçeği pekiştirdiğini söylemekte; bu tekrarlara dil kurallarından ve Arap şiirinden örnekler getirmekte, Hz. Peygamber'in hadislerinde de benzer tekrarla*rın bulunduğunu ifade etmektedir (bk. V, 599-600). Bizim tercihimiz de bu yön*dedir. Zira 2-3. âyetlerde Hz. Peygamber'in şahsında müminlerin sadece bir Al*lah'a kulluk etmeleri emredilmiş, Allah'a ortak koşanlarla gerek İnanç gerekse ibadet bakımından hiçbir şekilde benzerliklerinin bulunmadığı vurgulanmıştır. 4-5. âyetlerde ise Hz. Peygamber'i kendi dinlerine döndürmek İsteyen putperestlerin ümidini kırmak maksadıyla vurgu tekrar edilmiştir. "Sizin dininiz size benim di*nim banadır" şeklinde tercüme ettiğimiz 6. âyet, daha geniş kapsamlı ve daha vur*gulu bir şekilde önceki âyetleri tekit eder ve bu iki din arasında uzlaşmanın olama*yacağını gösterir. Zira bu iki dini uzlaştırmak, hak ile bâtılı uzlaştırmak anlamına gelir.

Son âyetten dîn, vicdan ve ibadet özgürlüğünün esas olduğu, kimsenin her*hangi bir dine girmeye zorlanamayacağı anlamının da çıkarılabileceğini düşünen bir kısım müfessirler bu âyetin müşriklere karşı sav aşılmasını emreden âyetle[7] neshedildiğini yani hükmünün kaldınldığım ileri sürmüşlerdir. An*cak, bizim de katıldığımız görüşe göre âyetin hükmü kaldırılmamıştır; çünkü bura*da bir emir veya yasak değil, bir vakıanın tespiti ve ifade edilmesi (haber) söz ko*nusudur; haber ise Allah'tan olduğu için gerçektir, değişmez, kıyamete kadar ge*çerlidir. [8] Bu âyet, bir vakıa tespiti olduğu ve müslümanların zayıf durumda bulundukları bir dönemde indiği için ondan din ve vicdan özgürlü*ğü anlamının çıkarılamayacağı da düşünülebilir. Kuşkusuz İslâm'da din, vicdan ve ibadet özgürlüğü vardır; ancak bu özgürlükler Medine döneminde inen âyetler*de ifade edilmiş, müslümanların hakim oldukları zaman ve mekânlarda uygulan*mış, hayata geçirilmiştir. [9]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Şevkânî, V, 597

[2] Taberî, XXX, 213-214; KurtubîJXX,225

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/671.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/671.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/671.

[5] îbn Kesîr, VIII, 526; Şevkânî, V, 597-598

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/671.

[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/672.

[7] bk. Tevbe, 9/36

[8] bk. Şevkânî,V, 600

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/672-673.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:43 am

KEVSER SÛRESİ

108


İndiği Yer :

Mekke



İniş Sırası :

15



Âyet sayısı :

3



Nüzulü


İniş sırasına göre on beşinci, mushaftaki sıraya göre yüz sekizinci sûredir. Adiyât sûresinden sonra Tekâsür sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Medine'de indiğine dair rivayetler de vardır.[1]



Adı

Sûre adını ilk âyetinde geçen "kevser" kelimesinden almıştır. Ayrıca "İnnâ a'taynâ..." ve "Nahr" adlarıyla da anılır.[2]



Konusu

Sûrede Hz. Peygamber'e dünya ve âhirette verilen nimetlerden bahsedilmek*te, kendisine Allah'a kulluk etmesi ve kurban kesmesi emredilmektedir. Ayrıca ona düşmanlık edenler kınanmaktadır, [3]



Meali


Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Şüphesiz biz sana bitip tükenmez nimetler verdik. 2. Şimdi sen rabbin için namaz kıl, kurban kes. 3. Asıl sonu gelmeyecek olan, sana karşı nefret duyandır. [4]



Tefsiri


1-3. Kevser kelimesi "çokluk" mânasına gelen "kesret" kökünden türemiş olup çok değerli ve çok önemli şeyleri ifade eder. Tefsirlerde kevser, "çok hayır, Kur'ân-ı Kerîm, Kur'an'ın tefsiri ve şer'î hükümlerin hafifletilmesi, peygamber- lik, Makam-i mahmûd[5] cennetteki bir nehir veya havuz, Hz. Pey-gamber'in nesli, Ashabının ve ümmetinin çokluğu, duasının kabul olması, şanının yüceliği, başkasını kendine tercih etme, kalbin nuru, şefaat, mucizeler, kelime-i tevhîd, din konusundaki bilgi, beş vakit namaz, İslâm dini" gibi çeşitli anlamlar*da yorumlanmıştır. [6] Ancak biz, bun*lar içinde Şevkânî'nin de uygun bulduğu, "çok hayır" anlamına uygun düşen "bi*tip tükenmez iyilik" şeklindeki kapsamlı anlamı tercih ettik. Râzî, buradaki "kev-ser" kelimesiyle Duhâ sûresinden buraya kadar doğrudan veya dolaylı ifadelerle Cenâb-ı Hakk'ın, Resûlü'ne lütfettiği, her biri dünyalara değer nimetlerin, şan ve şeref sebeplerinin kastedildiğini belirterek, dolaylı bir ifadeyle ona "Sen de bu lü-tufkâr rabbine ibadet etmek ve kullarını kendileri için en iyi olan yola çağırmakla meşgul ol" buyurulduğunu söyler. Aynı müfessire göre "kevser" kelimesi, Al*lah'ın Resûl-i Ekrem'i düşmanlarına karşı koruyup kendisine zaferler nasip edece*ği, dünya ve âhirette bol nimetler bağışlayacağı yönünde müjdeler de içermekte*dir. [7]

Erkek çocuğu yaşamadığı için kendisine "sonsuz, nesli kesik" diyen müşrik*lerin sözlerinden dolayı üzülmüş olan Hz. Peygamber'e "kevser", yani bitip tüken*mez nimetler verildiği müjdelenerek üzüntüsü giderilmiş, müşriklerin bu konuda*ki dedikoduları reddedilmiş ve Hz. Peygamber'İn şanının yüceliği gösterilmiştir.

2. âyette, kendisine pek çok hayır lütfedilmiş olan Hz. Peygamber'İn bu ni*metlerin şükrünü eda etmek üzere sadece Allah'a yönelerek namaz kılması ve O'nun rızası için değerli mallarından kurban kesmesi emredilmiş; bu suretle put*lar için kurban kesen müşriklerin çok tanrılı inancını silip tevhid İnancını yerleş*tirmesi ve kesilen kurbanlar sayesinde sosyal yardımın sağlanması amaçlanmıştır.

Bilindiği gibi namaz, azdan çoğa göre arttırılarak Mekke döneminde, yaygın kanaate göre hicretten üç yıl kadar önce gerçekleşen Mi'rac olayı sırasında farz kı*lınmış; kurban ibadeti İse Hz. Peygamber tarafından hicretten iki yıl sonra uygu*lanmaya başlanmıştır, Bu âyette geçen namazın beş vakit namaz mı, bayram na*mazı mı olduğu konusunda farklı tespit ve değerlendirmeler vardır. Âyetteki kur*banın da vâcib veya sünnet kurban mı yoksa nafile de dahil mutlak kurban mı ol*duğu tartışmalıdır. Bize göre âyette vurgulanan husus, belli bir namaz ve kurban olmayıp namaz, kurban gibi ibadetlerin yalnızca Allah'a, bütün nimetlerin sahibi*ne özgü kılınması, yalnızca Rabbe ibadet edilmesidir.

Araplar erkek çocuğu olmayan kimseyi "sonsuz, soyu kesik" gibi sıfatlarla niteler ve bu tür lakaplarla anarlardı. Tefsirlerde anlatıldığına göre Hz. Peygam*ber'İn erkek çocukları ölünce müşrikler onu da "ebter" lakabıyla anmaya başla- mışlar ve "Bırakın onu; o, sonu gelmeyecek, soyu kesik bir adamdır!" diyerek ha*karet etmek istemişlerdir. [8] İşte 3. âyet, onların bu davra*nışlarını kınamakta, her ne kadar erkek çocukları bulunsa da asıl soyu kesilecek*lerin kendileri olduğunu haber vermektedir. Çünkü onlar kıyamete kadar lanetle anılırken Hz. Peygamber rahmetle anılmakta, ismi dünyanın her tarafında günde beş vakit ezanda Allah'ın adıyla birlikte okunmaktadır. Mekke putperestleri, olay*ların sadece dış yüzüne baktıkları için Hz. Peygamber'i arkasız ve güçsüz, kendi*lerini kalabalık ve güçlü görür ve buna dayanarak Resûl-İ Ekrem'in davasının so*nuçsuz kalacağından emin olduklarını söylerlerdi. Ama -Râzî'nin ifadesiyle- "Al*lah durumu onların aleyhine çevirdi; asıl güçlü olanın, Allah'ın destekledikleri ve güçsüz olanların da Allah'ın zillete uğrattıkları olduğunu bildirdi. Böylece kesret ve kevser (geniş topluluk ve bol nimet) Hz. Muhammed'in olurken ona düşman olanların payına da ebterük, alçalış ve zillet düştü"[9] Bu ifadeler, do*laylı olarak Peygamber'in yolunu izleyen, inanç ve kararlılığını devam ettiren mü*minler için de bir müjdedir. [10]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. İbn Âşûr, XXX, 57

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/665.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/665.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/665.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/665.

[5] bk. îsrâ 17/79

[6] bk. Taberî, XXX, 208-209; Şevkânî, V, 593

[7] Daha fazla bilgi ve başka yorumlar için bk. XXXII, 119-128

[8] bk. Taberî, XXX, 212

[9] XXXII, 134

[10] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/665-667.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:44 am

MÂÛN SÛRESİ

107


İndiği Yer :

Mekke



İniş Sırası :


17



Âyet sayısı:

7



Nüzulü


İniş sırasına göre on yedinci, mushaftaki sıraya göre yüz yedinci sûredir. Te-kâsür sûresinden sonra Kâfirûn sûresinden önce Mekke'de inmiştir. 4-7. âyetlerin Medine'de münafıklar hakkında indiğine dair rivayet de vardır.[1]



Adı


Sûre adını son âyetinde geçen "mâûn" kelimesinden almıştır. "Eraeyte, Era-eytellezî, Dîn, Tekzîb, Yetîm" adlarıyla da anılmaktadır.[2]



Konusu


Sûrede, biri Allah'ın nimetlerini ve hesap gününü inkâr eden nankör, diğeri amellerini gösteriş İçin yapan riyakâr olmak üzere iki tip insandan söz edilmekte*dir. [3]



Meali

Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Gördün mü dini yalan sa*yanı! 2-3. İşte yetimi itip kakan da yoksula yedirmeyi özendirmeyen de odur. 4. Vay haline o namaz kılanlara ki, 5. Onlar namazlarının özünden uzaktır*lar, 6. Halka gösteriş yaparlar. 7. Hayra da engel olurlar. [4]



Tefsiri


1-3. "Gördün mü?" sorusu, burada şaşılacak bir tutumdan söz edileceğine, dolayısıyla konunun önemine dikkat çekmeyi amaçlamaktadır. Âyetteki "din" ke*limesi, bilinen anlamı yanında "Allah'ın hükmü" veya "uhrevî yargı" mânasında da anlaşılabilir. [5] Ancak bunların birini inkâr eden diğerle*rini de inkâr etmiş olacağı için sonuç değişmemektedir. Genellikle insanlar bir di*ne inandıklarım, dolayısıyla doğru yolda olduklarını, sonuçta mutlu olacaklarını, kendi dinlerine inanmayanların ise yanlış yolda olduklarını, dolayısıyla bedbaht olacaklarını söylerler. Nitekim Hz. Peygamber zamanındaki yahudiler, hrristiyan-lar hatta putperest Araplar bile böyle olduklarını İddia ediyorlardı. [6] Yüce Allah bu sûrede asıl dini yalan sayıp inkâr edenleri tarif ederek bun*ların kimler olduklarını ortaya koymuştur. Bunlar kimsesiz ve yardıma muhtaç du*rumda bulunan yetimi küçümseyerek onu itip kakan, yoksullara kendisi yardım et*mediği gibi başkalarını da buna teşvik etmeyen kimselerdir. Kuşkusuz bu özellik*ler birer örnektir; dini yahut âhiret sorgusu ve yargısını inkâr edenlerin başka özel*likleri de bulunmakla birlikte burada Hz. Peygamber dönemindeki İnkarcıların toplumsal ahlâkla ilgili en belirleyici ve yıkıcı tutumlarına İki ömek zikredilmiş*tir. Nitekim âyetin, putperestlerin tipik şahsiyetlerinden olan Âs b. Vâil hakkında indiği belirtilir. [7] Bununla birlikte âyetin genel amacı, insan sevgisinden mahrumiyetin en belirgin tezahürleri olan bu tür davranışları sergile*yenleri kınamak ve bu yaptıklarının Allah katında en büyük kötülüklerden olduğu*na, bunların temelinde dini, Allah'ın hükümlerini yahut âhireti inkâr etmenin bu*lunduğuna insanların dikkatini çekmektir. [8] Yetim ve yoksul toplumun zayıf ve himayeye muhtaç kesimlerini temsil eder. Bunlan küçümseye*rek hakaret eden, itip kakan kimse toplumdaki zayıfların haklarını çiğniyor de*mektir. Dinin insanlığa yönelik en büyük hedefi ise insanlar arasında sevgi ve da*yanışmayı, paylaşmayı sağlamak, sıkıntıların da mutlulukların da paylaşıldığı bir insanlık bilinci oluşturmaktır.

Bu âyetler, bir taraftan bu tür davranışlar sergileyenleri kınarken diğer taraf*tan da gerçek dindarları yetim ve yoksullar gibi himayeye muhtaç olanlara yardım etmeye özendirmekte; İhtiyaç sahiplerine yardım konusunda başkalarını teşvik et*menin, hatta bunun için hayır kurumlan oluşturarak sosyal yardımı daha verimli, düzenli ve sürekli hale getirmenin gereğini vurgulamaktadır. [9]



4-7. Yukarıda İnsanlara karşı insanlık görevini yerine getirmeyenler kınan*mıştı; burada ise Allah'a karşı gerçek anlamda kulluk görevlerini yerine getirme*yenler eleştirilmektedir.

Burada namaz kılmalarına rağmen kmananların olumsuz tutumlarına üç ör*nek sıralanmıştır:

a) Namazlarının özünden uzak olmaları.

b) İbadetlerinde halka gösteriş yapmaları.

c) Hayra engel olmaları. "(Namazlarının) özünden uzaktırlar" diye çevirdiğimiz "sâhûn" kelimesinin sözlük anlamı "unutanlar" olup bu bağlam*da "namazlarım vaktinde kılmayanlar" şeklinde yorumlayanlar bulunmuşsa da Ta-berî, bizim de mealde esas aldığımız yorumunda "sâhûn" kelimesini "namazı cid*diye almayanlar, başka şeylerle meşgul olmayı namaz kılmaya tercih edenler" şek*linde anlamanın daha isabetli olduğunu, bunun vaktinde hlınmaması veya büsbü*tün terkedilmesiyle ilgili yorumu da kapsadığını belirtmiştir. [10] Bir kim*senin namazı ciddiye almamasının, namaz kılıyor görünse bile onun özünden uzak kalmasının önemli bir sebebi, 6. âyette "riya" kavramıyla ifade edilen "halka gös*teriş yapma" eğilimidir. Riya, özellikle dinî davranışlarla ilgili bir terim olup "bir kimsenin, kendisinde bulunmayan dinî ve ahlâkî bir meziyeti, bir erdemi varmış gibi göstermesi, iyilik yapıyormuş gibi görünmesine rağmen yaptıklarıyla -iyiliğin din ve ahlâktaki karşılığından öte- maddî veya manevî bir çıkar amaçlaması" an*lamına gelir. İşte ayette bu tutum eleştirilmektedir.

"Hayır" diye çevirdiğimiz son âyetteki "mâûn" kelimesini Taberî, "insanın yararına olan her şey" şeklinde tanımlar ve kelimenin âyetteki anlamının "zekât, farz olan sadaka, hakkı ödenmeyen mal, insanların kendi aralarında birbirinden yararlandırmadıkları nimetler, hak, ödünç, mal" gibi anlamlara geldiğine dair gö*rüşler naklettikten sonra kendisi "mâûn" kelimesinin bu bağlamda insanlara iyilik, hayır, nimetlerin paylaşılması gibi anlamlan kuşatan genel bir ifade olduğunu be*lirtir. [11] Bu sebeple biz de mealde "mâûn"u geniş bir kavram olan "hayır" kelimesiyle ifade etmeyi uygun bulduk.

Sûrede dikkati çeken önemli bir nokta şudur: İbadetlerde şekil şartlan da vaz*geçilmez olmakla birlikte, en az şekil kadar özen gösterilmesi gereken husus, imanla birlikte niyet, ihlâs, huşu, takva gibi kavramlarla ifade edilen öz ve içerik*tir. Kur'an'a göre ibadetlerde niyet ve ihlâs, tevhid ilkesinin ibadetteki yansıması*dır. [12] Bunu Hz. Peygamber, "Allah'ı görü*yormuşçasına ibadet etmek" şeklinde belirtmiştir. [13] İşte 4-6. âyetlerde "Vay haline o namaz kılanlara ki, onlar namazlarının özünden uzaktır*lar; halka gösteriş yaparlar" mealindeki eleştiriyle verilmek istenen mesaj budur.

Sûrede dikkati çeken diğer önemli bir nokta da Allah'a gönülden ibadet et*mekle yardımlaşma ve dayanışmanın dindarlıkta birbirinden ayrılmazlığının vur*gulanmış olmasıdır. Buna göre gerçekten dine inanan ve âhiret sorumluluğu taşı*yan insan hem Allah'a hem de yaratılmışlara karşı ödevlerinin bilincinde olup bunları tam bir ihlâs ve samimiyetle yerine getiren, kendisi iyilikler yaptığı gibi herkesin de iyilik yapmasına ön ayak olan, yardımlaşma ve dayanışmanın önünü tıkayan değil, aksine gelişip yaygınlaşmasına, bireyselliği aşarak toplumsal ve ku*rumsal bir yapı kazanmasına katkıda bulunan insandır. İslâm'ın hakim kılmak is*tediği gerçek ahlâk ve üstün insanlık işte budur. [14]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. îbn Âşûr, XXX, 563

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/659.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/659.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/659.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/659.

[5] bk. Taberî, XXX, 310

[6] bk. Bakara 2/113

[7] Râzî, XXXII, 111

[8] İbn Âşûr, XXX, 564

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/659-660.

[10] XXX, 312

[11] XXX, 313-320

[12] meselâ bk. Fatiha 1/5; ÂH İmrân 3/64

[13] Buhârî, "îman", 37

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/660-662.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:44 am

KUREYŞ SÛRESİ

106


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :

29



Ayet sayısı :

4



Nüzulü


Mushaftakİ sıralamada yüz altıncı, iniş sırasına göre yirmi dokuzuncu sûre*dir. Tîn sûresinden sonra, Karia sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]



Adı


Sûre adını birinci âyette geçen "Kureyş" kelimesinden almıştır. Aynca "Li-îlâ-fı Kureyşin" adıyla da anılmaktadır. [2]



Konusu


Sûrede Kureyş'e Câhiliye döneminde verilen ticarî imtiyazlardan, emniyet, istikrar, zenginlik vb. nimetlerden bahsedilmektedir. [3]



Meali

Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1.0, Kureyş'i ısındırıp alıştır*dığı için, 2. Onları kış ve yaz yolculuklarına ısındırıp alıştırdığı için, 3-4. On*lar da kendilerini besleyip açlıklarını gideren ve her çeşit korkudan emin kı*lan şu evin rabbine kulluk etsinler. [4]



Tefsiri


1-4. Kureyş, Hz. Peygamber'in mensup olduğu, İslâm'ın tebliğine ilk muha*tap olan ve Kur'an'da adı geçen büyük Arap kabilesidir. Nesep bilginlerinin çoğun*luğuna göre Kureyş'in atası Nadr b. Kinâne b. Huzeyme b. Müdrike b. İlyas b. Mu-dar b. Nizar b. Maad b. Adnan'dır. Hz. Peygamber Kureyş'in Hâşimoğullan koluna

mensuptur. Kabile reisliği genellikle Haşimoğullan ile Ümeyyeoğullan arasında mücadele konusu olmuştur. Câhiliye döneminde Kureyşliler Allah'ın varlığına inan*makla birlikte putları Allah'a ortak koşuyorlardı, bu sebeple Kur'an onları "ortak koşanlar" anlamına gelen "müşrikûn" sıfatıyla nitelemiştir. 610 yılında Hz. Peygam-ber'e Kur'an inmeye başlayınca Kureyş.'in bir kısmı ona iman etmekle birlikte çoğu inanmadığı gibi Peygamber efendimize karşı gittikçe sertleşen ve savaşlara kadar varan bir mücadeleye girişmişlerdir. Bu direniş hicretin 8. yılında Mekke'nin fethi*ne kadar sürmüştür. Mekke'nin fethedilmesiyle birlikte İslâmiyet'in karşısındaki Kureyş düşmanlığı da tamamen ortadan kalkmıştır. Bundan sonra İslâm'ın dünyaya yayılması için Kureyşliler'in ön saflarda mücadele verdikleri görülmektedir. [5]

Kureyş kabilesi, Araplarca kutsal sayılan Kabenin gözetim ve bakımını üst*lendikleri için diğer Arap kabileleri onlara büyük saygı gösterirlerdi; özellikle Ka*be'yi yıkmaya gelen fil ordusunun mucizevî bir felâkete maruz kalarak Kabe'yi yık*ma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Kureyşliler'in kabileler nez-dİndeki saygınlığı iyice arttı. Emirler ve krallar onlara saygı gösterir, başkaları çöl*lerde haydutlar tarafından saldırılara uğrarken Kureyşliler güven içerisinde yazın Tâif in serin yaylalarına, kışın da Yemen'in ılık bölgelerine serbestçe seyahatlerde bulunarak büyük kazançlar elde ederlerdi. Hatta Kureyş'in ticaret kervanları kış ay*larında Somali ve Habeşistan'a, yaz aylarında da Suriye, Mısır, Irak ve İran'a kadar giderlerdi. Mekke'nin bulunduğu bölge tarım ve hayvancılığa elverişli olmadığı için halkın ticaretten başka gelir kaynağı yok denecek kadar azdı. Hac mevsiminde ku*rulan panayırlar ticaretlerinin canlanmasına vesile olduğu gibi buralarda düzenlenen şiir, hitabet vb. yarışmalar da dil, edebiyat ve kültürün gelişmesini sağlıyordu. İşte sûrede Allah'ın onlara lütfettiği bu imkânlar hatırlatılmakta, özellikle Kabe'ye vur*gu yapılarak "Şu evin (Kabe'nin) rabbine kulluk etsinler" buyurulmaktadır.

Kabile hayatı yaşayan Arap yarımadası devlet otoritesinden yoksun olduğu için burada genel bir güvensizlik bulunduğu halde Mekke Hz. İbrahim zamanından beri Yüce Allah tarafından saygınlığı çiğnenmeyen (harem) bölge olarak insanlığa duyurulmuş, bu sayede Mekke halkı dış saldırılardan korunmuştur. Nitekim bir âyet-i kerimede, "Görmezler mi ki, çevrelerindeki insanlar durmadan yerinden ko*parılıp götürülürken biz (Mekke'yi) güvenli, dokunulmaz belde yapmışızdır?" [6] buyurularak bu nimetler hatırlatılmaktadır. Aynca başka bölgelerde üretilen sebze, meyve ve diğer gıda maddeleri Hz. İbrahim'in duası bereketiyle[7] bir ticaret merkezi haline gelmiş olan Mekke'ye getirilip satılır, böy*lece bura halkının ihtiyacı karşılanırdı. İşte sûrede Kureyş'in, bütün bu nimetlerin şükrünü yerine getirmek için Allah'a kulluk etmeleri istenmiştir. [8]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/655.

[2] bk. Buhârî, "Tefsir", 106; İbn Kesîr, VIII, 512

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/655.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/655.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/655.

[5] ayrıca bk. Casim Avcı, "Kureyş (Benî Kureyş)", DİA, XXVI, 442-444

[6] An-kebût, 29/67

[7] İb*rahim 14/37

[8] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/655-656.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:45 am

FÎL SÛRESİ

105


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :


19



Âyet sayısı :


5



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yüz beşinci, iniş sırasına göre on dokuzuncu sûredir. Kâfırûn sûresinden sonra, Felak sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]



Adı


Sûre adını birinci âyette geçen "fîl" kelimesinden almıştır. [2]


Konusu


Sûrede Fil ordusu kıssası anlatılmaktadır. Kabe'yi yıkmak isteyen Yemen'in genel valisi Habeşistanlı komutan Ebrehe'nin fillerle Mekke'ye hücumunu, sonuç*ta yok olup gitmelerini [3] komi edinmiştir. [4]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Rabbin filin yanındakile*re neyi nasıl yaptı görmedin mi! 2. Onların planlarını boşa çıkarmadı mı? 3-4. Onların üzerine pişkin tuğladan yapılmış taşlar yağdıran sürü sürü kuşlar salmadı mı? 5. Sonuçta Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevir*di. [5]



Tefsiri


1-5, Tefsir ve tarih kaynaklarında anlatıldığına göre o zaman Habeşistan'ın yönetiminde bulunan Yemen'in genel valisi Ebrehe her yıl Mekke'deki Kabe'yi ziyaret eden Arap hacılarını San'â'ya çekmek İçin burada Kulleys veya Kalîs (ki*lise) denilen büyük bir katedral yaptırdı. Çeşitli bölgelere propagandacılar gönde*rerek mabedi ziyaret etmeleri için halkı San'â'ya çağırdı. Ancak bu ümidi gerçek*leşmeyince Kabe'yi yıkmaya karar verdi ve muhtemelen 570 yılında, içinde Mah-mûd (mamut) adlı filin de bulunduğu büyük bir ordu ile Mekke üzerine yürüdü[6] Ebrehe, hareketini engellemek İçin karşısına çıkan bazı güçleri etkisiz hale getirerek yoluna devam etti. Gönderdiği bir müfreze, için*de Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib'e ait 200 devenin de bulunduğu Mek-keliler'e ait çok sayıda deveyi ele geçirdi. Abdülmuttalib, Ebrehe'ye gelerek de*velerinin iadesini istedi; Ebrehe'nin Kabe île ilgili bir sorusu üzerine Kabe'yi me*rak etmediğini, çünkü onu sahibinin koruyacağını söyledi. Ertesi gün Ebrehe or*dusuna Kabe yönünde hareket emri verdi. Fakat kaynaklarda belirtildiğine göre en öndeki fil (mamut) yerinden kımıldamadığı gibi askerler de üzerlerine taşlaşmış çamur yağdıran sürü sürü kuşlar tarafından -âyetteki benzetmeyle- "yenilip çiğ*nenmiş ekin" gibi imha edildi. Bazı müfessirler "sürü sürü" şeklinde çevrilen "ebabil" kelimesinin bir kuş türünün adı olduğu kanaatindedir, buna göre 3. âyete "ebâbîl kuşlarını göndermedi mi?" şeklinde mâna vermek gerekir; fakat -konuya ilişkin rivayet ve tefsirler dikkate alındığında- bu görüş ikna edici görünmemek*tedir. [7] Yaygın inanışa göre bu olay Hz. Pey-gamber'in doğumundan elli, elli beş gün veya üç ay önce vuku bulmuştur.

Sûrede Hz. Peygamber'e hitap edilerek 1-2. âyetlerde fil ordusunun başına gelen felâketin büyüklüğünden ve Kabe'yi yıkma planlarının boşa çıkarıldığından haberdar olduğu ifade edilmektedir. Hz. Peygamber olaya bizzat şahit olmadığı halde ona yöneltilen "görmedin mi" şeklindeki hitap mecazî bir ifade olup olayı bizzat gözüyle görmese bile görenlerden işitmiş olduğunu ve görmüş gibi kendisi*ne tasvir edildiğini gösterir. 3-5. âyetler ise felâketin nasıl cereyan ettiğini yani Al*lah tarafından gönderilen sürülerle kuşun fil ordusunun üzerine pişkin tuğla türü taşlar yağdırarak onlan nasıl hayvanlar ve haşarat tarafından yenmiş ekin artığına çevirdiğini ifade eder. Râzî'ye göre Ebrehe ve askerlerinin besledikleri kötü emel*lerin sûrede "keyd" (plan, tuzak) kelimesiyle ifade edilmesi, onların sadece Ka*be'yi yıkma amacı taşımadıklarını gösterir. Çünkü önceden açıkladıkları için Kâ-bey'i yıkma fikri artık "tuzak" olmaktan çıkmıştı. Şu halde "keyd" kelimesi bura*da Ebrehe tarafının Araplar'a karşı besledikleri başka sinsi planları dile getirmek*tedir. [8]

Eski tefsirlerde bu fil olayı bütünüyle bir mucize olarak değerlendirilir. Bazı tarihçi ve müfessirlerin, Tabiîn âlimlerinden İkrime'ye atfettikleri bir rivayette, "Bu taşlar kime isabet ettiyse onda çiçek hastalığı görüldü" demiştir. [9] Rivayete göre Hicaz bölgesinde çiçek ve kızamık hastalığı ilk defa bu olaydan sonra görülmüştür. [10] Muhammed Abduh, Ferid Vecdî, Cevad Ali gibi bazı çağdaş araştırıcılar bu rivayetlere dayanarak olayı bulaşıcı hastalık salgını şeklinde yo*rumlamaya çalışmışlardır. Abduh'a göre sûrede sözü edilen kuşlardan maksat muhtemelen sinek, sivrisinek gibi mikrop taşıyıcı canlılardır. [11] Ancak dönemin güçlü akımlarından pozitivizmin etkisi altın*da ortaya konduğu anlaşılan bu yoruma çağdaş müfessirlerin çoğu katılmamış, ona karşı ciddi tenkitler yöneltmişlerdir. [12] Sonuç olarak Allah'ın evini yıkmaya kalkışan saldırgan bir güç, bir mucize neticesinde cezasını görmüş; hiçbir şekilde düşmana karşı koyma imkânı bulunmayan ve şehri terkedİp dağlara çekilen Mek*ke halkı da bu olaydan zarar görmeden kurtulmuştur.

"Pişkin tuğla" diye çevirdiğimiz 4. âyetteki "siccîl" kelimesi "taşlaşmış ça*mur" demektir. Son âyetteki "asf" kelimesi ise "ekinin samanı ve buğday kapçığı gibi güve, böcek ve kurtçukların yediği, rüzgârın sağa-sola savurduğu kırıntıları" anlamına gelir. Müfessirler kuşların, ağızlarında ve ayaklarında bu tür taşlar götü*rüp Ebrehe ordusunun üzerine fırlattıklarım, sonuçta askerlerin birçoğunun bu taş*ların etkisiyle öldüğünü, Ebrehe'nin ise yaralı olarak San'â'ya döndükten sonra orada hayatını kaybettiğini ifade etmişlerdir. [13] "Allah onları yenilip çiğnenmiş ekine çevirdi" mealindeki son âyet, Ebrehe ve ordusunun nasıl büyük bir felâkete maruz kaldığını ve sonuçta helak olduğunu gösterir. Bu olayın Mekkeliler için öneminden dolayı bu yıla "Fil yılı" denilmiş ve onlar olayı tarih başlangıcı olarak kullanmışlardır. [14]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/649.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/649.

[3] aş. Bk.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/649.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/649.

[6] Olayın tarihi ve sebepleriyle ilgili farklı görüşler için bk. Mustafa Fayda, "Fil Vak'ası", Dİ A, XIII, 70-71

[7] bilgi için bk. Elmahh, IX, 6102-6105

[8] XXXII, 99; Bu planlan ve tuzakların neler olabileceği konusunda bk. Fay*da, gös. yer

[9] İbn Hişâm, es-Sîretü'n-nebeviyye, I, 54; Taberî, XXX; 298-299, 3-3

[10] bk. Taberî, XXX, 196

[11] bk. Tefsîru cüz'i Amme, s. 157-158

[12] meselâ bk. Elmalılı, VIII, 6123-6144; Seyyid Kutup, Fî Zıîâli'l-Kur'ân, VI, 3976-3979

[13] Taberî, XXX, 196; Râzî, XXXII, 96-97

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/649-651.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:45 am

HÜMEZE SÛRESİ

104


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :


32



Âyet sayısı :

9



Nüzulü


Mushaf'taki sıralamada yüz dördüncü, iniş sırasına göre otuz ikinci sûredir. Kıyamet sûresinden sonra, Mürselât sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]



Âdı


Sûre adını birinci âyette geçen ve "arkadan çekiştirme" anlamına gelen "hü*meze" kelimesinden almıştır. [2]


Konusu

Sûrede insanları küçümseme, kusur arama gibi davranışlar eleştirilmekte; yanlış bir zenginlik zihniyetinin kişiye ne büyük zararlar getireceği anlatılmaktadır. [3]



Meali


Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1-2. Servet toplamış ve onu sa*yıp durmuş olan, arkadan çekiştiren, ayıp kusur arayan herkesin vay haline! 3. O, malının kendisini sonsuzca yaşatacağını zanneder. 4. Hayır! Andolsun ki o, Hutame'ye atılacaktır. 5. Nedir o Hutame bilir misin? 6. Allah'ın tutuş*turulmuş ateşi! 7-9. Uzatılmış direklere bağlı olarak içine hapsedildikleri, yükselip yürekleri saran ateş! [4]


Tefsiri


1-3. "Vay haline" diye çevirdiğimiz "veyl" kelimesi "çetin azap, helak, yok olma, rezil rüsva olma, cehennemde bir vadi, beddua" anlamlarına gelmektedir. Mealde bunların tümüne işaret eden "vay haline" lafzı kullanılmıştır. "Arkadan çe*kiştiren" diye çevirdiğimiz "hîimeze" kelimesi ise "birini arkasından çekiştirmek, kaş-göz, el-kol işaretleriyle onunla alay etmek, aşağılamak" manalarına gelen "hemz" kökünden türemiş bir sıfat olup "insanları arkadan çekiştirmeyi, şeref ve haysiyetlerini yaralamayı alışkanlık haline getiren, bundan zevk alan kimse" de*mektir. "Ayıp kusur arayan" diye çevirdiğimiz "lümeze" kelimesi de benzer dav*ranışları arkadan değil, kişinin yüzüne karşı gösteren kimseyi ifade eder. Bu âyet*lerin, mal ve servetinin çokluğuyla gururlanıp insanlarla alay ederek onların şah*siyetlerini zedeleyen Ahnes b. Şüreyk isimli putperest Arap hakkında indiği riva*yet edilmiştir.[5] Ancak sûrenin iniş sebebinin özel olması hükmünün genel olmasına engel değildir. İslâm dini, insan şahsiyetinin ve onuru*nun korunmasına son derece önem verdiği için Kur'an bu tür davranışları kına*makta ve böyle davranışlar sergileyenlerin âhirette ateşle cezalandırılacağım haber vermektedir. 2-3. âyetler servetinin çokluğuna gururlanıp insanlarla alay eden kimselerin aynı zamanda helâl haram demeden mal toplayan, onu saklayan, fakir*lik korkusuyla cimrilik ederek onu hayır yolunda harcamaktan kaçman, fakirin hakkını vermeyen ve servetinin kendisini ebedîleştireceğini sanan kimseler olduk*larını da ifade etmektedir. [6]



4-9. "Hutame", "kıran, parçalayan" anlamında bir sıfat olup içine atılan her şeyi yakarak kırıp geçiren cehennemi veya onun özel bir bölümünü ifade eder. "Hayır" anlamına gelen 4. âyetin başındaki "kellâ" kelimesi, asıl gerçeğin yukarı*da nitelikleri anlatılan o bedbaht inkarcının düşündüğü gibi olmadığını gösteren bir uyan amacı taşır. Nitekim devamında onun mutlaka cehenneme atılacağı bil*dirilmektedir. 5. âyetteki soruyla cehennemin son derece korkunç bir yer olduğu*na vurgu yapılmıştır.

Burada dünyadayken gönül incitip yürek yakan suçluların, günahkârların -zindandaki mahpuslar, esirler gibi- uzun direklere, sütunlara bağlandıkları, ateş*ten kaçıp kurtulmanın mümkün olmadığı bir cehennem tasviri yapılmaktadır. Öy*le ki, her şeyi yakıp kavuran ateş, ta yüreklere kadar bütün vücudu sarıp kuşatıyor! Çünkü o günahkâr da dünyada zayıf, çaresiz masumların yüreklerini yakmıştı. Her kötülük önce kalptedir, oradan başlar ve inkâr, hakaret, küfür, alay, aşağılama, çe*kiştirme, saldın vb. eylemler olarak dışa taşar. Onun için âyette azabın da kalple*ri saracağı belirtilmiştir. [7]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/645.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/645.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/645.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/645.

[5] bk. Kurtubî, XX, 183

[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/645-646.

[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/646.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:45 am

ASR SÛRESİ

103


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :


13



Âyet sayısı :

3



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yüz üçüncü, iniş sırasına göre on üçüncü sûredir. İn*şirah sûresinden sonra, Âdiyât sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Medine'de in*diğine dair rivayet de vardır.[1]



Adı


Sûre adını birinci âyette geçen ve "zaman, çağ, ikindi vakti" gibi anlamlara gelen "asr" kelimesinden almıştır.[2]



Konusu

Sûrede insanı ebedî hüsrandan kurtaracak yollar bildirilmektedir. [3]



Fazileti

Ashab-ı Kiram'dan iki kişinin karşılaştıkları zaman biri diğerine Asr sûresi*ni okumadan ve ardından selâm vermeden ayrılmadıkları rivayet edilir. [4]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Asra yemin ederim ki, 2. İn*san gerçekten ziyandadır. 3. Ancak iman edip iyi işler yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler başkadır. [5]



Tefsiri


1-3. "Asr" (asır) kelimesi isim olarak "mutlak zaman, içinde bulunulan za*man,kam (80 veya 100 yıllık zaman dilimi), gece, sabah, akşam, ikindi vakti, ikin*di namazı, bir neslin veya bir hükümdarın, bir peygamberin yaşadığı zaman dili*mi, bir dinin yaşandığı dönem" gibi mânalarda kullanılır. Müfessirler burada zik*redilen "asr" kelimesini ikindi vakti, ikindi namazı, mutlak zaman, Hz. Muham-med'in asrı ve âhir zaman gibi farklı şekillerde tefsir etmişlerdir. Bize göre bunlar içinde sûrenin içeriğine ve mesajına en uygun düşeni "mutlak zaman" anlamıdır. Buna göre sûrenin başında zamana yemin edilerek onun insan hayatındaki yerine ve önemine dikkat çekilmiştir. Çünkü zaman Allah Teâlâ'nm yaratma, yönetme, yok etme, rızk verme, alçaltma, yüceltme gibi kendi varlığım ve sonsuz kudretini gösteren fiillerinin tecelli ettiği bir varlık şartı olması yanında, insan bakımından da hayatını içinde geçirdiği ve her türlü eylemlerini gerçekleştirebildiği bir imkân ve fırsatlar alanıdır. Yüce Allah böyle kıymetli bir gerçeklik ve imkân üzerine ye*min ederek zamanın önemine dikkat çekmiş; onu iyi değerlendirmeyen insanın so*nunun, 2. âyetteki deyimiyle "hüsran" (ziyan) olacağını hatırlatmıştır. Burada "zi-yan"la âhiret azabı kastedilmiştir. Çünkü zamanı ve ömrü boşa geçirmiş insan için en büyük ziyan odur. [6] Sûrede bu ziyandan ancak şu dört özelliğe sahip olanların kurtulacağı ifade edilmiştir:

a) Samimi bir şekilde iman etmek. [7]

b) İyi İşler yapmak, yani din, akıl ve vicdanın emrettiklerini yerine getirmek, yasakladıklarından kaçınmak;

c) Hakkı tavsiye etmek;

d) Sabrı tavsiye etmek.

İkinci şıktaki "iyi işler"in içinde hakkı ve sabrı tavsiye etmek de vardır; fa*kat bunlar, hem bireyin erdemini ve hemcinslerine karşı sorumluluk bilincini yan*sıttığı hem de bireyi aşarak toplumsal yararlar doğurduğu için önemi dolayısıyla aynca zikredilmiştir. [8] Hakkı ve sabrı tavsiye buyruğunda, bu görevlere kişinin öncelikle kendisinin uyması ge*rektiği anlamının da bulunduğu kuşkusuzdur. Bu husus, her akıl ve iz'an sahibi ta*rafından kolayca anlaşılıp benimsenecek kadar açık olduğu için âyette bunun özel*likle belirtilmesine gerek görülmediği anlaşılmaktadır.

Âyetteki hakkı ve sabn tavsiye, eğitimin önemine ve mahiyetinin nasıl olma*sı, amacının ne olması gerektiğine de ışık tutmaktadır. Çünkü her eğitim faaliyeti sonuçta bir tavsiye yani nasihat ve irşaddır. Doğru bir eğitim faaliyetinin amacı İse insanlara inançta, bilgide ve ahlâkta hakkı yani gerçeği ve doğruyu aktarmak; bu*nun yanında hayatın çeşitli şartları, maddî ve manevî zorluklar, saptırıcı duygular, hata ve suç sebepleri karşısında da kişiye sabır ve dayanıklılık aşılamaktır. Hakkı ve sabrı tavsiye, toplumsal hayat ve birlikte yaşamanın getirdiği bütün ahlâkî gö*revleri İçine alan geniş kapsamlı bir görevdir. Hakkın karşıtı bâtıldır; bâtıl İse inanç ve bilgide asılsızlık ve yanlışlığı, ahlâkta kötülüğü içine alan bir kavramdır. Aynca hak, adaletle de yakından ilişkilidir. Bu açıdan âyette insanların âdil olma*ları ve adalet düzeninin, yani herkesin hakkına razı olduğu ve herkesin hakkının korunduğu bir toplumsal düzenin kurulmasına katkıda bulunmaları gerektiği de anlatılmaktadır. Sonuçta kul, sûrede sıralanan dört ilkeden iman ve sâlih amel sa*yesinde Allah'ın hakkını, hakkı ve sabn tavsiye ile de kulların hakkını yerine Öde*miş olur.

Görüldüğü gibi Asr sûresi en kısa sûrelerinden biri olmakla birlikte Kur'an'ı Kerim1 deki bütün dinî ve ahlâkî yükümlülüklerin, öğütlerin özü sayılmaya değer bir anlam zenginliğine sahiptir. Bu sebeple İmam Şafiî'nin sûre hakkında, "Şayet Kur'an'da başka bir şey nazil olmasaydı, şu pek kısa sûre bile insanlara yeterdi. Bu sûre Kur'an'ın bütün İlimlerini kucaklıyor" dediği nakledilmiştir. [9] Mehmet Akif Er-soy'un deyişiyle:

Halikın nâ-mütenâhî adı var en başı Hak

Ne büyük şey kul için hakkı tutup kaldırmak

Hani ashâb-ı kiram ayrılalım derlerken

Mutlaka sûre-i ve'1-asr'ı okumuş bu neden?

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felah

Başta imân-ı hakîkî geliyor sonra salâh

Sonra hak sonra sebat: İşte kuzum insanlık

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsran artık [10]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Şevkânî, V, 579

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/639.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/639.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/639.

[4] Beyhakî, Şu'abü'l-îmân, Nunıosmantye Ktp., nr. 1125, m, varak 174b

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/639.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/639.

[6] bk. İbn Âşûr, XXX, 531

[7] iman hakkında bk. Bakara 2/256; Nisâ 4/136-137

[8] hak için bk. Bakara 2/42; sabır için bk. Bakara 2/45

[9] bk. İbn Ke-sîr, VE, 499; Muhammed Eroğlu, "Asr Sûresi", Dİ A, III, 502

[10] Safahat, İstanbul 1944, s. 419

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/640-641.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:46 am

TEKÂSÜR SÛRESİ

102


İndiği Yer :



Mekke



İniş Sırası :

16



Âyet sayısı :


8



Nüzulü


Mushaf'taki sıralamada yüz ikinci, iniş sırasına göre on altıncı sûredir, Kev*ser sûresinden sonra, Mâûn sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Medine'de indi*ğine dair rivayet de vardır.[1]



Adı

Sûre adını birinci âyette geçen ve "çokluk yangı, çoklukla övünme" anlam*larına gelen "Tekâsür" kelimesinden almıştır. "Elhâküm" ve "Makbûre" isimleriy*le de anılmaktadır. [2]



Konusu

Sûrede insanların, hayatın aldatıcı yönleriyle meşgul olmalarından, dünya malını biriktirmeye olan düşkünlüklerinden ve âhiret hallerinden söz edilmektedir.[3]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Çoğaltma yansı sizi o dere*ce oyaladı ki, 2. Sonunda (kimin yakını daha çok diye) kabirlere bile gittiniz. 3. Hayır! Yakında bileceksiniz! 4. Hayır, hayır! Elbette yakında bileceksiniz. 5. Hayır! Keşke kesin bir bilgiyle bilmiş olsaydınız! 6. Yemin olsun, cehenne*mi mutlaka göreceksiniz! 7, Sonra kuşkusuz onu gözünüzle ayan beyan göre*ceksiniz. 8. Nihayet o gün nimetlerden elbette sorguya çekileceksiniz. [4]



Tefsiri


1-5. "Çoğaltma yarışı" diye çevirdiğimiz 1. âyetteki "tekâsiir" kelimesi, bu sûre bağlamında özellikle "yüksek bir amaç gütmeden, nedenine niçinine bakma*dan mal, evlât, yardımcı ve hizmetçi gibi her devrin telakkisine göre çokluğuyla övünülen şeyleri büyük bir tutkuyla durmadan çoğaltma yarışına girişmek, mane*vî ve ahlâkî sorumluluğunu düşünmeden alabildiğine kazanma hırsına kendini kaptırmak" anlamına gelmektedir. Bu tutku bireysel olabileceği gibi toplumsal da olabilir. Âyette "tekâsiir" kavramı Câhilİye toplumunun zihniyet yapısını tanıt*makla birlikte daha genel olarak evrensel bir mesaj içermekte, genel bir tespit ve dolayısıyla uyan anlamı da taşımaktadır. Nitekim birkaç asırdır özellikle "geliş*miş" denilen ülke ve toplumlarda hakim zihniyet olan kapitalizmin esası da dur*madan üretmek, tüketip tekrar üretmek, kârı ve serveti sınırsızca çoğaltmaktır. İş*te bu dünya görüşü ve onun doğurduğu uygulamalar da bu "çoğaltma yanşı"nm çağdaş örneğidir. Ancak insanlığın manevî ve ahlâkî değerlerini, birikimlerini sis*tem dışı bırakan, hatta tahrip eden bu yarış, sonuçta ekonomik ve siyasî gücü, ile*tişim imkânlarım da kullanarak bireysel ilişkilerden uluslar arası ilişkilere kadar uzanan bir haksızlık ve adaletsizlik düzeni doğurmakta ve nihayet dünyayı "glo*bal" bir mutsuzluk alam haline getirmektedir.

2. âyetteki "mekabir" kelimesi "kabir" anlamındaki "makbere"nİn çoğulu*dur. "Sonunda kabirleri ziyaret ettiniz" mealindeki cümleye müfessirler üç türlü mâna vermişlerdir:

a) Mecazî anlamda, "Sonunda ölüp kabirlere girdiniz".

b) Yi*ne mecazî anlamda, "Kabirlerdeki ölülerle Övündünüz"

c) Lafzı anlamda, "Biz*zat kabirlere gidip ölülerle övündünüz". Tefsirlerde anlatıldığına göre Câhiliye Arapları mal, evlât, akraba ve hizmetçilerinin çokluğunu bir gurur ve şeref sebebi sayarlar, hatta bu hususta övünürken yaşayanlarla yetinmeyip kabilelerinin üstün*lüğünü geçmişleriyle de ispat etmek İçin kabirlere gider, ölmüş akrabalarının ka*birlerini göstererek onların dahi çokluğuyla övünürlerdİ. Sûrenin iniş sebebi ola*rak bu tür rivayetler anlatılmış olmakla birlikte genel anlamda insan fıtratındaki mal, evlât ve taraftarların çokluğu ile övünme vb. davranışlar eleştirilmekte, ger*çek üstünlüğün âhirette ortaya çıkacağı belirtilmektedir. 3-5. âyetlerin başındaki "hayır" anlamına gelen "kellâ" edatı, ebedî olan âhiret hayatını, orada verilecek hesabı ve bu hesap için hazırlık yapmayı unutup da fani olan ve ancak daha yük*sek amaçlar için kullanıldığında bir değer ifade eden mal mülk vb. imkânları bi*linçsizce çoğaltma yansına girişip bunlarla övünmenin korkunç bir yanılgı olduğu gerçeğini pekiştirmek maksadıyla üç kez tekrar edilmiştir. 5. ayette "kesin bir bil*gi" diye çevirdiğimiz "ilme'l-yakîn" tamlaması sözlükte "bir şeyi gerçek haliyle idrak etmek" anlamına gelen "ilim" ile "gerçeğe uygun kesin bilgi" anlamındaki "yakîn" kelimelerinden oluşan bir terim olup "kesin olan aklî ve nakli delillerin ifade ettiği bilgi" diye tarif edilmiştir. [5]



6-8. "... gözünüzle ayan beyan göreceksiniz" diye çevirdiğimiz kısımdaki "ayne'l-yakîn" tamlaması sözlükte "göz" anlamına gelen "ayn" ile "gerçeğe uy*gun kesin bilgi" anlamındaki "yakîn" kelimelerinden oluşan bir terim olup gözlem yoluyla elde edilen ve doğruluğu apaçık olan bilgiyi ifade eder. [6] Ayne'l-yakîn ile elde edilen bilginin İl*me'l-yakîn ile elde edilenden daha üstün ve kesinlik derecesi daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Yüce Allah dünya hayatında mutlak gerçeği kabul edip de âhiret için hazırlık yapmayan, aksine fani şeylere aldanıp onlarla başkalarına karşı övü*nenlerin âhirette cehennem azabıyla cezalandırılacağını yemin ederek haber ver*miştir. 6. âyette "Cehennemi mutlaka göreceksiniz" İfadesinin mecazî bir görme şeklinde anlaşılmaması için 7. âyette "Onu ayne'l-yakîn olarak, gözünüzle ayan beyan göreceksiniz" buyurutmuş; böylece hem tehdit pekiştirilmiş hem de cehen*nem olayının büyüklüğü ifade edilmiştir. [7] 8. âyet ise Al*lah'ın verdiği nimetlerin şükrünü yerine getirmek üzere O'nun yolunda ve emret*tiği şekilde değerlendirmeyip de onları başkalarına karşı övünme ve kendini üstün görme aracı yapanların bu nimetlerden hesaba çekileceklerini, sonuçta cehennem azabıyla şiddetli bir şekilde cezalandırılacaklarını göstermektedir. [8]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Buhârî, "Rikak" 10; Şevkânî, V, 575

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/633.

[2] İbn Âşür, XXX, 517

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/633.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/633.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/633.

[5] Bu terim hakkında bilgi için bk. Yusuf Şev*ki Yavuz, "İlme'l-yakîn", Dİ A, XXII, 137

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/634-635.

[6] bk. Yusuf Şevkj Yavuz, "Ayne'l-yakîn", DÎA, IV, 269

[7] Ebû Hayyân, VIII, 508

[8] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/635.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:47 am

KARÎA SURESİ

101

İndiği Yer :

Mekke



İniş Sırası :

30



Âyet sayısı :

11



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada yüz birinci, iniş sırasına göre otuzuncu sûredir. Ku-reyş sûresinden sonra, Kıyâme sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]



Adı


Sûre, ilk âyeti oluşturan ve "kapı çalan" anlamına gelen "Karia" kelimesiyle isimlendirilmiştir. [2]



Konusu

Sûrede bazı kıyamet tasvirlerine yer verilmekte, âhiret sorumluluğu bilinci aşılayan uyanlarda bulunulmaktadır. [3]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Kulakları patlatan o ses! 2.0 ne dehşetli ses! 3.0 korku salan sesin ne olduğunu bilir misin? 4.0 gün insanlar dağılmış kelebekler gibi olur. 5. Dağlar da atılmış renkli yüne dönü*şür. 6. Kimin tartılan amelleri ağır gelirse, 7. İşte o mutlu bir hayat içinde olur. 8. Amelleri yeğni olana gelince, 9. Onun varacağı yer Hâviye'dir. 10. Ne*dir o Hâviye bilir misin? 11. Yakıp kavuran bir ateş! [4]



Tefsiri

1-3. "Kulakları patlatan o ses" diye çevirdiğimiz "kari'a" kelimesi sözlükte "şiddetle vurmak, çarpmak" anlamına gelen "kar"' kökünden türemiş bir isim olup kıyameti ifade eder. Arapça'da büyük felâket ve belaya da "kari'a" denir. [5] Kıyamet dehşet verici halleriyle kalplere korku saldığı ve o günde suçlu*lar cezaya çarptırıldığı için kıyamete "kari'a" denmiştir. Bu âyetler, gerek üslûp gerekse anlam bakımından kıyamet olayının büyüklüğünü ve şiddetini ifade ettiği gibi kıyametin ne zaman meydana geleceğinin bilinemeyeceğini de göstermekte*dir. [6]



4. Kıyamet gününde insanların kabirlerinden kalkarak mahşer yerine gidişle*ri tasvir edilmektedir. İnsanlar o anda korku ve dehşet içerisinde dağınık bir halde bulunacaklarından Yüce Allah onları dağılmış kelebeklere benzetmiştir. Kabirle*rinden kalkan insanlar büyük kalabalıklar oluşturacakları için de başka bir âyet-I kerimede. [7] dağılmış çekirgelere benzetilmektedirler. O gün insanlar birbirlerini çiğnercesine hareket edip mahşerde toplanacaklardır. [8]



5. Kıyamet gününde dağların yok olma safhalarından biri dile getirilmekte*dir. Başka âyetlerde anlatıldığına göre o gün dağlar parça parça olacak [9] akıp giden kum yığını haline gelecek[10] atılmış renkli yüne dönüşecektir. Sonrada serap olacaktır. [11]Bütün bu tasvirler, kıyamet gününde yerkürede meydana gelecek olan sarsıntının ne derecede şiddet*li olacağım gösterir. [12]



6-11. "Tartılan ameller" diye çevirdiğimiz "mevâzîn" kelimesi ya "tartılan şey" anlamına gelen ve amelleri ifade eden "mevzun" kelimesinin veya "terazi" anlamına gelen "mîzan"ın çoğuludur. Mealde birinci anlam tercih edilmiştir. İkin*ci anlama göre de kelime kinaye olarak yine tartılan amelleri ifade eder. Zira tera*zilerin ağır gelmesi, "onlarda tartılan eşyanın ağır gelmesi" demektir. "Tartılan amellerin ağır gelmesi" hayır ve iyiliklerin fazla olmasını anlatmakta ve Allah'ın azasının bu sayede kazanılacağını göstermektedir. 6-7. âyetler iyilikleri kötülük*lerinden çok olan kimselerin nimetlerle donatılmış cennetlerde ebedî olarak mut*lu ve müreffeh bir hayat süreceklerini ifade eder. Amellerin yeğni olması ise ku*lun dünyada yaptığı iyiliklerin azlığı veya bulunmaması demektir. Bu âyet, dolay*lı olarak "günahları ağır basarsa" anlamını da içermektedir. Âhiret olayları gayb âleminden olduğu için amellerin nasıl tartılacağı veya ölçüleceği hakkında söz söylemek yahut fikir yürütmek mümkün değildir.

9. âyette "varacağı yer" diye çevirdiğimiz "ümm" kelimesi sözlükte "anne" anlamına gelir. Burada mecaz olarak "barınak" mânasında kullanılmıştır. Âyette, annenin çocuğuna kucak açıp onu bağrına basmaya can attığı gibi cehennemin de suçlulara kucak açarak onları içine almak için iştiyakla beklediğini İfade eden ki*nayeli bir anlatım söz konusudur. [13] 8-9. âyetler, böyle iyi işleri az, kötülükleri çok olan kimselerin gidecek*leri yerin cehennem olduğunu göstermektedir. Tefsirlerde "hâviye" kelimesinin cehennemin isimlerinden biri olduğu belirtilmiş, son âyet de buna kanıt gösteril*miştir. [14]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/627.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/627.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/627.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/627.

[5] bk. Ra'd 13/31

[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/628.

[7] Kamer 54/7

[8] krs. Kehf 18/99

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/628.



[9] Fecr 89/21

[10] Müzzemmil 73/14

[11] bk. Nebe' 78/20

[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/628.

[13] Bu ve başka yorumlar için bk. İbn Aşûr, XXX, 514-515

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/628-629
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:47 am

ADİYÂT SÛRESİ

100

İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :


14



Âyet sayısı :


11



Nüzulü


Mushaftakİ sıralamada yüzüncü, iniş sırasına göre on dördüncü sûredir. Asr sûresinden sonra, Kevser sûresinden Önce Mekke'de inmiştir. Medine'de indiğine dair rivayetler de vardır.[1]



Âdı

Sûre adını birinci âyette geçen ve "koşan atlar" anlamına gelen "âdiyât" ke*limesinden almıştır.[2]



Konusu

Sûrede insanoğlunun mala düşkünlüğünden ve kıyamet gününde ortaya çıka*cak olan sıkıntılı hallerden söz edilmektedir. [3]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Yemin olsun nefes nefese koşanlara; 2. Sonra çakarak kıvılcım saçanlara; 3. Sabahleyin ansızın bas*kın yapanlara; 4. Derken o sırada tozu dumana katanlara; 5. Peşinden ora*da bir topluluğun ta ortasına dalanlara! 6. İnsan, rabbine karşı pek nankör- dür. 7. Şüphesiz buna kendi vicdanı da şahittir; S. O, mal sevgisine de aşırı derecede kapılmıştır. 9.0 bilmez mi ki kabirlerde bulunanlar diriltilip dışa*rı atıldığı zaman; 10. Ve kalplerde gizlenenler ortaya konduğu zaman; 11. İş*te o gün rableri onlardan tam manasıyla haberdardır! [4]



Tefsiri


1-5, Savaş sırasında düşman üzerine saldıran atlar tasvir edilmekte ve eski sa*vaşların insandan sonra en önemli unsuru olması dolayısıyla atlar üzerine yemin edilmektedir. Yeminin amacı, böylesine yararlan bulunan ve insanların en çok sevdiği mallardan olan atlan onlara bağışlayanın Allah olduğuna işaret etmek, özellikle sonraki âyetlerdeki mesajın önemine dikkat çekmektir. [5]



6-8. İlk âyetteki "insan" kavramıyla genellikle insan türünün kastedildiği, çünkü bütün insanlarda bu tür olumsuz özelliklerin az çok bulunduğu belirtildiği gibi[6] burada özellikle hidayetten nasibini alamamış insanların söz konusu olduğu da söylenmiştir. Râzî, bu İkinci yorumun çoğunlu*ğun görüşü olduğunu belirtir. [7] Bu âyetler, söz konusu insanların tabi*atlarına yerleşmiş bulunan Allah'ın nimetlerine karşı nankörlük, kadir bilmezlik, mal biriktirmeye düşkünlük ve nimetin şükrünü yerine getirme vecibesini umursa*mama gibi olumsuz özellikleri ortaya koymaktadır. 6. âyetteki "kenûd" kelimesi*nin bir hadiste şöyle açıklandığı rivayet edilir: "Öyle bir nankördür ki yalnız başı*na yer, kölesini döver, vergisini vermez"[8]7. âyet insanın ken*disinin de bu nankörlüğünün farkında olduğunu, buna bizzat kendi vicdanının da tanıklık ettiğini belirtmektedir. Âyete "Şüphesiz buna Allah şahittir" mânası da ve*rilmiştir. [9] Bu takdirde âyet Allah'ın verdiği nimete karşı nan*körlük edenler için bir uyan anlamı taşır. Fakat birinci mâna bağlama daha uygun*dur. Âyete ayrıca "Nankör kişi âhirette kendi aleyhine şahitlik edecektir" şeklînde de mâna verilebilir. [10] "Mal" diye tercüme ettiğimiz 8. âyetteki "hayır" kelimesini Râgıb el-Isfehânî, "akıl, adalet, fazilet, faydalı nesne vb. genel*likle insanların rağbet ettiği şey" şeklinde tarif etmiştir [11] Eski Araplar'da kelime sıklıkla "mal" ve özellikle "at" anlamında kul*lanılmaktaydı. Burada da "çok mal, servet" anlamında kullanılmıştır. [12]



9-11. Dünya menfaati ve servet biriktirme hırsıyla cimrilik ve nankörlük eden kimse kendisine ne derece kötülük ettiğini düşünmeye davet edilmekte ve uyanlmakta; aksi halde o kişinin, kıyamet gününde bütün gizliliklerin ortaya dö*küldüğü, kabirlerde gömülmüş bulunanların dışarıya fırlatıldığı, gönüllerde gizli olan niyetler ve maksatların ortaya konduğu, sırların ifşa edildiği zaman perişan olacağı düşüncesi işlenmektedir. 11. âyette "Rableri o gün onlardan tam mânasıy- la haberdardır" buyurulması, Allah Teâlâ'mn onların yaptıklarım önceden bilme*diği anlamına gelmez; O'nun, daha önce olduğu gibi kıyamet gününde de her şey*den haberdar olacağını belirtir. Çünkü O'nun ilmi sonsuzdur, hiçbir şeyden gafil değildir, gizli olanı da aşikâr olanı da, öncekini de sonrakini de bilir. Dünyada ver*diği nimetlere karşı nankörlük ve cimrilik ederek bu nimetlerden Allah yolunda harcamamış olan kimselerin yaptıklarından da mutlaka haberdardır ve âhirette kar*şılığım verecektir. [13]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Şevkânî, V, 566

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/621.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/621.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/621.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/621-622.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/622.

[6] bk. İbn Âşûr, XXX, 502-503

[7] XXXII, 67

[8] Taberî, XXX, 180

[9] Taberî, XXX, 180

[10] Elmalüı, IX, 6021

[11] Müfredata'l-Kur'an, "hyr" md

[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/622.

[13] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/622-623.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:48 am

ZİLZAL SÛRESİ

99


İndiği Yer :


Medine



İniş Sırası :


93



Âyet sayısı :

8



Nüzulü


Mushaf'taki sıralamada doksan dokuzuncu, iniş sırasına göre doksan üçüncü sûredir. Nisa sûresinden sonra, Hadîd sûresinden önce Medine'de, inmiştir. Mek*ke'de indiğine dair rivayetler de vardır.[1]



Adı


Sûrede kıyamet sırasındaki büyük yer sarsıntısından bahsedildiği için "dep*rem" anlamına gelen "zilzâT isimim almıştır. "Zelzele" adıyla da anılmaktadır. [2]



Konusu

Sûrede kıyamet kopması sırasındaki şiddetli yer sarsıntısının ardından kıya*met gününde yaşanacak olan sıkıntı ve dehşet verici haller anlatılmaktadır; ayrıca dünyada işlenen hayır veya şerrin karşılığının âhirette ödül veya ceza olarak alına*cağı bildirilmektedir.[3]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Yer o dehşetli sarsıntısıyla sarsıldığında; 2. Ye yer ağırlıklarını dışarı çıkardığında; 3. Ve insan, "Ne olu- yor buna!" dediğinde; 4-5.0 gün yer, rabbinin ona vahyettiği şekilde bütün haberlerini anlatır. 6. İşte o insanlar yaptıkları kendilerine gösterilsin diye (bulundukları yerden) farklı gruplar halinde çıkarlar. 7. Kim zerre miktarı ha*yır yapmışsa onun karşılığını görür. 8. Kim de zerre miktarı şer işlemişse onun karşılığım görür. [4]



Tefsiri


1-5. Kıyamet gününün ne kadar dehşet verici bir gün olduğu ve o sırada ne*lerin meydana geleceği anlatılarak insanların o gün için hazırlık yapmaları gerek*tiğine dikkat çekilmektedir. Diğer âyetlerden de anlaşıldığı üzere kıyamet kopaca*ğı gün Sûr'un birinci defa üflenmesiyle yer küresinde şiddetli sarsıntılar meydana gelir ve dağlar yerlerinden kopup savrulur, yeryüzünde yıkılmayan hiçbir şey kal*maz [5] Çünkü "kıyamet sarsıntısı gerçekten çok büyük bir olaydır"[6] 2. âyetteki "yerin ağırlıklarını dışarı çıkarması" ifa*desi birkaç türlü yorumlanmıştır:

a) İçindeki hazineleri dışarı çıkarması.

b) Kabir-lerdeki ölülerin dirilip dışarı çıkması.

c) Yer altındaki madenler, gazlar, ve lâvla*rın dışarı çıkması. Müfessirler yerin ağırlıklarını dışarı çıkarması olayının Sûr'un ikinci kez üflenmesiyle gerçekleşeceğini söylemişlerdir. Yerkürede meydana ge*len bu dehşet verici olayları gören insan, "Ne oluyor buna!" diyerek korku ve şaş*kınlığını ifade eder. Çünkü daha önce bu derecede şiddetli bir sarsıntı görülmemiş*tir.

"O gün yer, rabbinin ona vahyettiği şekilde bütün haberlerini anlatır" mealin*deki 4-5. âyetler başlıca üç şekilde yorumlanmıştır:

a) Allah yere bir çeşit konuş*ma ve anlatma yeteneği verir, o da üzerinde olup bitenleri ve kimin ne yaptığını açık açık anlatır. Nitekim bir hadiste kıyamet gününde arzın dile gelerek konuşa*cağı bildirilmiştir. [7]

b) O gün Allah'ın hükmü uyarınca arz, üstünde olup bitenleri tek tek sayıp dökercesine insanların orada yaptıkları her şe*yi açığa çıkarır.

c) Yer, o büyük sarsıntıyla âdeta dünyanın son bulduğunu ve âhi-retin geldiğini haber verir. [8] Sonuçta önemli olan arzın gerçek anlamda konuşup konuşmaması değil, dünya hayatının bittiğini ve herkesin neler yaptığını açık açık ortaya koyması ve artık orada hiçbir şeyin saklı gizli kalmaya*cak olmasıdır. Âyetin bunu anlatmaktan maksadı ise insanların bu gerçeği göz önüne alarak o gün arzın kendisi hakkında iyi şeyler söylemesini sağlayacak bir hayat yaşamasıdır, [9]



6. "Farklı gruplar halinde" dîye çevirdiğimiz "eştât" kelimesine,

a) Herkesin kabirlerinden çıkıp mahşer yerine doğru ilerlerken dünyadaki amellerine göre iyi veya kötü şartlar altında, güzel veya çirkin bir görünüşte olması.

b) İnsanların, inanç ve amellerine göre farklı guruplar oluşturması.

c) Yeryüzünün farklı bölge*lerinden çıkıp bölük bölük mahşer yerine doğru ilerlemeleri gibi değişik anlamlar verilmiştir. [10] Âyetin, bu anlamların hepsini içerdiğini düşünmek de mümkündür. Burada asıl anlatılmak istenen, daha kabirle*rinden çıktıkları andan itibaren her bir insanın âhiretteki durumunu, akıbetini, iyi*ler arasında mı yoksa kötülerle birlikte mi olacağını belirleyen şeyin, bizzat ken*disinin bu dünyadaki tercihi, inancı ve yaşayışı olduğudur. Şu halde bu tasvir, her insanın devredilemez bireysel sorumluluğunun varlığını da göstermektedir. [11]



7-8. Herkesin eninde sonunda yaptıklarının karşılığını bulacağını belirten bu âyetler, bütün insanlığın paylaştığı bir gerçeği dile getirmesi bakımından hikmet dolu ifadelerden (cevâmi'I-kelim) sayılmıştır. Nitekim Hz. Peygamber de bu âyet*leri, kuşatıcı anlamıyla eşsiz bir ifade olarak nitelemiştir. [12] Âyetler, dünyada yapılan en küçük hayır veya şerrin bile kaybolma*yacağını, âhiret gününde bunun hesabının verileceğini ve karşılığının ödül veya ceza şeklinde alınacağını ifade eder. [13] Hz, Peygam*ber de "Bir yarım hurma veya bir güzel sözle olsun ateşten korunun" [14] şeklindeki buyruğuyla kişinin, karşılığını Allah'tan bekleyerek iyi niyetle ve insan sevgisiyle yaptığı en küçük bir haynn da*hi onu âhirette ateşten koruyabileceğini, her İnsanın imkânı oranında İyilikler yap*ması, belirtilen şartlara uygun iyiliğin az da olsa küçümsenmemesi gerektiğim vur*gulamıştır. [15]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Şevkânî, V, 562

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/615.

[2] İbnÂşûr,XXX,489

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/615.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/615.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/615-616.

[5] krs. Kehf 18/47; Tâhâ 20/101-107

[6] Hac 22/1

[7] İbn Mâce, "Zühd", 31

[8] Râzî, XXXII, 59

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/616.

[10] Razı, XXXII, 60; Elmalıh, IX, 6012

[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/616-617.

[12] Buhârî, "Şürb", 12; "Tefsîr", 99

[13] krş. Kehf 18/49; Enbiyâ 21/47

[14] Buhârî, "Edeb", 34, "Zekât", 10, "Tevhîd", 36

[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/617.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:48 am

BEYYİNE SÛRESİ

98


İndiği Yer :


Medine



İniş Sırası :

100



Âyet sayısı :


8



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada doksan sekizinci, iniş sırasına göre yüzüncü sûredir. Talâk sûresinden sonra, Haşr sûresinden önce Medine'de inmiştir. Mekke'de indi*ğine dair rivayetler de vardır; ancak özellikle Buhârî'de yer alan bir hadis[1] sûrenin Medine döneminde indiğini göstermektedir.[2]



Adı


Sûre adını birinci âyette geçen ve "açık delil, kesin belge" anlamına gelen "beyyine" kelimesinden almıştır. "Kayyime, Beriyye, İnfıkâk" gibi isimlerle de anılmaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber'in bu sûreyi "Lem Yekünillezîne keferû" şeklinde andığı da rivayet edilmiştir. [3]



Konusu


Sûrede Hz. Muhammed aieyhisselâmın peygamberliği karşısında Ehl-İ kitap ve müşriklerin İnkarcı tutumları eleştirilmekte; özellikle Ehl-i kitap mensupları*nın, bu tutumlarıyla kendi dinlerinin özüne de aykırı davrandıkları, çünkü İslâm'ın iman ve ibadete dair temel buyruklanyla peygamberlik inancının o dinlerin asılla*rında da bulunduğu bildirilmektedir. Sûre kötülerle iyilerin âhiretteki durumlarını özetleyen açıklamalarla son bulmaktadır. [4]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1-2. Ehl-i kitap'tan ve müşrik*lerden hakkı inkâr edenler, kendilerine açık kanıt, Allah tarafından gönderi*len, tertemiz sayfaları okuyan bir elçi gelinceye kadar (bulundukları durum*dan) ayrılacak değillerdir. 3.0 sayfalarda dosdoğru hükümler yer almakta*dır, 4. Ehl-i kitap ancak kendilerine o açık kamt geldikten sonra ayrılığa düş*tüler. 5. Halbuki onlara, Allah'a yürekten inanıp itaat ederek ve hanîfler ola*rak O'na kulluk etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emredilmişti. Doğru din de işte budur. 6. Ehl-i kitap'tan ve müşriklerden hakkı inkâr eden*ler, içinde ebedî olarak kalacakları cehennem ateşindedirler. İşte halkın en kötüleri onlardır. 7. İman edip iyi işler yapanlara gelince, halkın en hayırlısı da onlardır. 8. Onların Rableri katındaki ödülleri, zemininden ırmaklar akan, içinde devamlı kalacakları Adn cennetleridir. Allah onlardan razı ol*muş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır. İşte bu, rabbini sayıp O'ndan kor*kanlar içindir. [5]



Tefsiri


1-3. Burada eleştiri konusu edilen "Ehl-İ kitap"tan maksat, özellikle o dö*nemde Medine ve çevresinde yaşayan yahudilerle hıristiyanlar; "müşrikler"den maksat ise dönemin putperest Araplan'dır. Her ne kadar burada Hz. Peygam-ber'in yakın çevresinde bulunan iki grup inkarcı zikredilmişse de hüküm geneldir, bütün insanlığı ilgilendirmektedir. İlk âyet hakkında yapılan yorumlan üç nokta*da özetlemek mümkündür:

a) Müfessirlerin çoğunluğu bu âyeti, "Allah ve Resû-lü'nü inkâr eden yahudiler, hıristiyanlar ve putperestler, kendilerine açık kanıt ya*ni peygamber gelinceye kadar içinde bulundukları inkarcılıktan ayrılıp ona son vermeyeceklerdir" şeklinde yorumlamışlardır.

b) Diğer bir yorum da şöyledir: Al*lah Teâlâ, Hz. Peygamber'in muhatapları olan Ehl-i kitap ile müşrikleri, -yeni bir ilâhî mesajın zamanı geldiği için- o mesajı göndermeden dünyadan ayırmayacak-tır.

c) Aynı âyet, söz konusu grupların, kendilerine elçi ve kamt gelmedikçe, gön- lir[6] İbadet teriminin genel anlamı içinde namaz ve zekât da bulunmakla birlikte bu iki ibadet dinin esaslarını teşkil eden un*surlardan olduğu için âyette özellikle zikredilmiştir. Gerek önceki kutsal kitapla*rın aslında ve gerekse Kur'an'da insanlara sadece bir olan Allah'a ihlâsla ibadet etmeleri, namaz kılmaları ve zekât vermeleri emredilmiştir. Namaz Allah'a saygı*nın, zekât ise insana şefkat ve sevginin en anlamlı ifadeleridir. Bu sebeple, âyette belirtildiği gibi tevhid inancı ve "Allah'a gönülden saygı ve itaat" anlamındaki ih-lâsın yanında, namaz ve zekât da diğer ilâhî dinlerin bozulmamış şeklinde mevcut idi. Âyetin son cümlesinde bu vecibelerin, ilâhî vahye dayanan "dosdoğru dİn"in kendisi ve doğru yolda giden milletlerin dini olduğu vurgulanmıştır. [7]



6-8. Bu sûrenin indiği Medine ve çevresindeki yahudiler ve hıristiyanlar, son peygamber Hz. Muhammed'in risâleti hakkında bilgi sahibi okudukları halde, -ön*ceki âyetlerde "kanıt" olarak ifade edilen- o hak peygamberi ve Kur'an'ı inkâr et*tikleri; putperestler ise bir olan Allah'a ortak koştukları, aynca onlar da Allah'ın gönderdiği peygamberi ve indirdiği vahyi inkâr ettikleri için halkın en kötüsü ola*rak nitelendirilmişlerdir. Onlara ibadet etmeleri ve namaz kılıp zekât vermelerinin emredilmesi İslâm dinini kabul etmeye çağrıldıklarını ifade eder. Âyette, sonuç olarak, inatla hakkı inkârda direnmeleri yüzünden her iki grubun da ebedî olarak cehennemde kalacakları bildirilmiştir. Buna karşılık 7. âyette, iman edip iyi işler yapanlar -ki bunlarm başında namaz kılmak ve zekât vermek gelmektedir- halkın en hayırlısı olarak nitelendirilmiştir. 8. âyette ise müminlere dünyada yaptıkları iyi işlerin karşılığı olarak âhiret nimetlerinin en güzellerinden olan Adn cennetlerinin verileceği, müminlerin bu cennetlerde ebedî olarak kalacakları haber verilmekte*dir. Bunlardan daha iyisi ise Yüce Allah'ın azasını kazandıklarının müjdelenmiş olmasıdır. Dünyada Allah'ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakındıkları için Allah Teâlâ onlardan razı olmuştur. Bir hadis-i kudsîde belirtildiği üzere on*lara gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insan aklına gelmemiş olan son*suz nimetler verileceği için [8] onlar da Allah'a karşı hoşnutluk ve memnuniyet hissiyle dolacaklardır. Sûrenin sonunda ise bütün bu nimet ve lütuflann, kendisini yaratan, büyütüp besleyen ve yaşaması için her türlü imkânı sağlayan yüce rabbine karşı "haşyet" içinde olan, yani O'nun ululuğu karşısında derin bir saygı ve korku duyan, bu duygularla ürperip heyecan*lanan mümine sunulacağı bildirilmiştir. [9]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tef-sîr", 98/1-3

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/609.

[3] Buhârî, "Tefsir", 98

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/609.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/609.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/610.

[6] bilgi için bk. Bakara 2/135; Rûm 30/30

[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/610-611.

[8] Buhârî, "Tevhîd", 35; Müslim, "İman", 312

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/612.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:49 am

KADİR SÛRESİ

97

İndiği Yer :

Mekke



İniş Sırası :

25



Âyet sayısı :


5



Nüzulü


Mushaf'taki sıralamada doksan yedinci, iniş sırasına göre yirmi beşinci sûre*dir. Abese sûresinden sonra, Şems sûresinden önce Mekke'de İnmiştir. Bir rivaye*te göre müfessirlerin çoğu Medine'de İndiğini söylemişlerdir.[1]



Âdı

Sûrede Kadir gecesinden bahsedildiği için bu adı almıştır. "İnnâ enzelnâ" adıyla da anılmaktadır.[2]



Konusu

Kur'an'in Kadir gecesinde indirildiği bildirilmekte ve bu gecenin önemi an*latılmaktadır. [3]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Biz onu (Kuranı) Kadir ge*cesinde indirdik. 2. Bilir misin nedir Kadir gecesi? 3. Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. 4.0 gece melekler ve Ruh, rablerinin izniyle her bir iş için iner du*rurlar. 5.0 gece tan sökünceye kadar esenlik doludur. [4]



Tefsiri

1-3. "Kadr" kelimesi sözlükte "güç, hüküm, takdir, şeref, ululuk" gibi anlam*lara gelir. Özellikle Kur'an'm bu gecede indirilmesinin geceyi şereflendirdiğini ve kadrini yücelttiğini ifade etmek üzere ona bu İsim verilmiştir. Bu sûre inmeden ön*ce gecenin böyle bir ismi yoktu. Duhân sûresinde "Biz onu mübarek bir gecede in*dirdik" (44/3) buyurularak bu gecenin bereketli, hayırlı, uğurlu, önemli ve kutsal bir gece olduğu açıkça ifade edilmiştir. Sûrenin ilk âyetinde Kur'an'm bu gecede, Bakara sûresinde de (2/185) Ramazan ayında indirildiği belirtilmiştir. Buna göre Kadir gecesinin Ramazan ayı içerisinde olduğu açıktır; Ramazan'ın hangi gecesi*ne denk geldiği konusunda farklı görüşler vardır. Bununla birlikte, Buhârî ve Müs*lim'in kaydettiği, Hz. Âîşe'ye isnat edilen ve Alak sûresinde naklettimiz bir hadis*te Hz. Peygamber'e ilk vahyin Ramazan'ın 27. gecesinde geldiği bildirilmiş; bu sebeple Kadir gecesinin Ramazan'ın 27. gecesi olduğu yönünde genel bir kanaat oluşmuştur. Bazı rivayetlere göre Kur'an bu ayın son on günü içinde inmeye baş*lamıştır. [5] Kadir gecesinin kesin olarak bildirilmemesi, insan*ların o gecede kazanacakları sevaplara güvenip diğer zamanlarda kulluk görevle*rini ihmal etmelerini önlemek gibi bazı sebep ve hikmetlerle açıklanmıştır.

Müfessirler, "Biz onu Kadir gecesinde indirdik" diye çevirdiğimiz 1. âyette*ki "o" zamiriyle Kur'an'm kast edildiği konusunda İttifak etmişlerdir. [6] Kur'an'm, zamirle anlaşılacak de*recede apaçık bilinen, tanınan, şanı yüce bir kitap olduğunu göstermek için adının açıkça anılmadığı belirtilir. "Biz onu indirdik" ifadesi "tamamını indirdik" mâna*sına geldiği gibi bundan "indirmeye başladık" mânası da anlaşılabilir. Âlimlerin çoğu, âyette "peyderpey İndirdik" anlamındaki "nezzelnâ" yerine "indirdik anla*mındaki "enzelnâ" fiilinin kullanılmasını gerekçe göstererek burada Kur'an'm ta*mamının ulûhiyet makamından dünya semasına indirilmesinin söz konusu edildi*ğini ileri sürmüşlerdir. Bazı âlimler ise bu âyetle doğrudan Hz. Peygamber'e ge*len Alak sûresinin ilk âyetlerinin kastedildiği kanaatindedirler. Her iki yoruma gö*re de söz konusu zaman diliminin Kur'ân-ı Kerîm'in indirilİşİne sahne olduğu ve bu olayla büyük bir değer kazandığı için bu sûrede ona "leyletü't-kadr" denilmiş*tir. [7] "Bilir misin nedir Kadir gecesi?" mealindeki 2. âyete cevap veren sonraki âyetlerde onun tarihinin açıklanması yerine bu gecenin önemi, insanlar için hayır ve bereketi üzerinde durulmuştur. Duhân sûresinde de Kur'an'm "mübarek bir ge*cede" İnidirildiği belirtilerek hüküm ve hikmet içeren bütün işlerin bu gecede ay-nldığı, belirlendiği ifade edilir. [8]

Müfessirlerin bir kısmı, Kadir gecesinin bin aydan hayırlı olduğunu bildiren 3. âyeti hakiki manasında anlayarak bu gecede yapılan ibadet ve hayırların, içinde Kadir gecesinin bulunmadığı tam bin ayda yapılanlardan daha çok sevap getirece*ğini belirtirler. Başka bir yoruma göre buradaki bin sayısı çokluktan kinayedir. Ni*tekim birçok dilde olduğu gibi Arapça'da da bin rakamı mübalağa yoluyla çoklu*ğu anlatmak için kullanılmaktadır. Şu halde bu âyette Kadir gecesinde yapılan İba*det ve iyiliklerin diğer bütün zamanlarda yapılanlardan daha çok sevap getireceği ifade edilmiş olmaktadır. [9]



4-5. Burada Kadir gecesinin bin aydan hayırlı oluşunun başka bazı sebepleri açıklanmaktadır. Bu gece Allah Teâlâ'nuı vereceği görevleri üslenmek üzere me*lekler ve Rûh yeryüzüne inerler. Müfessirlerin çoğunluğuna göre 4. âyetteki "Rûh"tan maksat Cebrail'dir. [10] Cebrail meleklerden biri olmakla birlikte makamının yüksekliğini ve şanının yüceliğini göstermek üzere ayrıca zikredilmiştir. Ruha "meleklerin ileri gelenleri, meleklerin dışında Allah'ın görünmez ordularından bir ordu, rahmet" vb. mânalar verenler de vardır. [11] 5. âyette bu gecenin esenlik ve mutluluk gecesi ol*duğu ifade edilmiştir. Zira melekler gecenin başından itibaren tan yeri ağanncaya kadar gruplar halinde inerek müminlere selam verirler. Bu durum gecenin karan*lığı çekilİnceye kadar devam eder. Kadir gecesinde Allah Teâlâ rahman ismiyle te*celli etmekte, -Duhân sûresinin 4-6. âyetlerinden de anlaşıldığı üzere- bu tecelli en az bir yıl boyunca genel esenliğin devamını sağlamakta, düzeni ve dengeyi koru*maktadır. Bu sebeple Ramazan'in son on gününe girildiğinde Hz. Peygamber dün*yevî işlerden uzaklaşıp mescidde itikâfa çekilir, vaktini daha çok ibadet ve tefek*kürle geçirirdi. [12] Dolayısıyla müminler de kadir gecesini ibadetle ve dualarla ihya etmelidirler. Hz. Âişe bu gecenin nasıl ihya edileceğini Hz. Peygamber'e sormuş, o da "Allahım! Sen affedicisin, affı se*versin, beni affet!' de" şeklinde cevap vermiştir. [13]

Kadir gecesi, "kandil geceleri" denilen ve zamanla İslâm kültür tarihinde kutsallığına inanılıp çeşitli ibadetlerle ihya edilen, hatta merasimlerle kutlanan ge*celerden bîri ve en önemlisidir. [14]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Şevkânî, V, 554

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/603.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/603.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/603.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/603.

[5] Kurtubî, XVI, 124

[6] bk. Taberî, XXX, 166; Râzî, XXXII, 27; Şevkânî, V, 554

[7] M. Said Özervarh, "Kadr Sûresi", DM, XXIV, 140-141

[8] Duhân 44/3-4

[9] Şevkânî, V, 555; İbn Âşûr, XXX, 459

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/604-605.

[10] krş. Şu'arâ 26/193-194

[11] Râzî, XXXII, 34; Şevkânî, V, 555

[12] Buhârî, "İtikâf", 1; Müslim, "İtikâf", 1-5

[13] Tİrmizî, Da'avât", 84; İbn Mâce, "DuT, 5

[14] Geniş bilgi için bk. Halit Ünal, "Berat Gecesi", DİA, V, 475-476; M. Sait Özervarlı - Mustafa Uzun, "Kadir Gecesi", a.g.e., XXIV, 124-127; Nebi Bozkurt, "Kandil", a.g.e., XXIV, 300-301

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/605.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:49 am

ALAK SÛRESİ

96


İndiği Yer :



Mekke



İniş Sırası :

1



Âyet sayısı :


19



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada doksan altıncı, iniş sırasına göre birinci sûredir. Ka*lem sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Baştan beş âyeti Hz. Peygamber'e gelen ilk vahiy olduğundan ilk inen sûre kabul edilir. Geri kalan 14 âyetinin ise sonrala*rı Ebû Cehil hakkında indiği rivayet edilmiştir. Bazı müfessirler ise ilk inen sûre*nin Müddesir, bazıları da Fatiha olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Buhârî ve Müslim'de Hz. Âişe'ye isnat edilen rivayete göre Hz. Peygamber, inzivaya çekilmeyi âdet edindiği Hira mağarasında iken Ramazan ayının 27. gece*si (Pazar-Pazartesi) tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce ufukta nurdan bir şekil görmüş; o zamana kadar hiç karşılaşmadığı bu nurânî varlığın (Cebrail) ken*disine seslendiğini duymuştur. Hz. Peygamber olayı şöyle anlatır: "Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarımn arası*na alıp kuvvetle sıktı; sonra 'Oku!' dedi. Ben yine, 'Okuma bilmem' dedim. Beni tekrar kollarımn arasına aldı, kuvvetle sıktı ve 'Oku!' diye tekrar etti. Ben yine 'Okuma bilmem' dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sık*tıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi: 'Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir"[1]



Adı


Sûre adını ikinci âyette geçen ve "asılıp tutunan" anlamına gelen "alak" ke*limesinden almıştır. Ayrıca "oku" anlamına gelen ilk kelimesinden dolayı "İkra"' ve "İkra' bi'smi rabbike" adlarıyla da anılmaktadır.[2]



Konusu


Sûrede "okumanın önemi vurgulanmakta, insanın neden yaratıldığına dikkat çekilmekte, kendini yeterli görüp nankörlük eden insanın taşkınlığı ve buna veri*lecek ceza anlatılmaktadır. [3]



Meali


Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1- Yaratan rabbinin adıyla oku! 2- O, insanı ataktan (asılıp tutunan zigottan) yaratmıştır. 3-4. Oku! Ka*lemle (yazmayı) öğreten rabbin sonsuz kerem sahibidir. 5.0, insana bilme*diklerini öğretti. 6-7. Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli görerek il*le de azgınlaşmaktadır! 8. Oysa (kuldaki) her şey yalnız rabbine aittir (O'na dönecektir). 9-10. Gördün mü, bir kulu namaz kılarken engelleyen o adamı? 11. Peki, düşündün mü (ey inkarcı), ya o kul doğru yolda ise! 12. Yahut gü*nahtan sakınmaya çağırıyorsa! 13. Düşündün mü (ey Resulüm), ya öteki hak*kı bıkar ediyor, sut çeviriyorsa! 14. Allah'ın her şeyi gördüğünü bilmiyor mu o? 15. Hayır, hayır! Eğer vazgeçmezse mutlaka onu perçeminden yaka*layıp sürükleriz! 16.0 yalancı, günahkâr perçeminden! 17.0 hemen kurul*tayını çağırsın. 18. Biz de zebanileri çağıracağız! 19. Sakın ona uyma! Secde*ye kapan ve Allah'a yakmlaş. [4]



Tefsiri


1-5. "Nüzulü" bölümünde açıklandığı üzere bu âyetler Hz. Peygamber'e inen ilk vahiy olup Peygamber'e ve onun şahsında tüm müslümanlara okumayı emret*miş, onları kalemle yazmaya ve ilimde gelişip yetkinleşmeye teşvik etmiştir. İlk vahyin "oku" emriyle başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi, okumanın ve İlmin dinde ve insan hayatında ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Kur'an'ın, canlılar arasında insanın farklı ve üstün yerini onun öğrenme özelliği ile tanımlaması son derece anlamlıdır[5] Âyette Hz. Pey-gamber'e emredilen okumanın konusu belirtilmemiştir; çünkü başta kendisine in*dirilen vahiy ve kozmik evrendeki âyetler olmak üzere, okunması yani üzerinde inceleme yapıp zihin yorarak hakkında bilgi edinilmesi, ders ve ibret alınması ge*reken her şeyi tanıması, hakikatini anlayıp kavraması istenmektedir. Kuşku yok ki yaratanı tanımak, bilimin de dinin de temelini teşkil eder. Bu sebeple "Yaratan rabbinin adıyla oku" buyurularak Hz. Peygamber'in okuma faaliyetine veya her*hangi bir işe, başka varlıkların adıyla değil, yaratan rabbin adıyla başlaması ve O'ndan yardım istemesi emredilmiştir. Âyete "Yaratan rabbinin adına oku" şek*linde de mâna verilebilir. Sonuçta okumanın (veya herhangi bir faaliyetin) Al*lah'ın adıyla, Allah için ve Allah adına yapılması emredilmiştir. Âyette "Yaratan rabbinin adıyla oku" buyurularak özellikle yaratma sıfatına vurgu yapılmıştır. Çünkü hem insandaki okuma yeteneği ve imkânını hem de onun okuduğu, incele*diği, anlamaya ve kavramaya çalıştığı objeleri, nesneleri yaratan Allah'tır, İnsan, bilgi edinme sürecinde Allah'ın verdiği imkân ve yetenekleri kullanmakta, O'nun yarattığı şartlarda ve onun yarattığı varlıklar üzerinde bilimsel inceleme ve araştır*malar yapmaktadır. Durum böyle iken, yani O'nun yarattığı yeteneklerle O'nun yarattığı varlık âlemini incelerken, bütün bu lütuflan görmezlikten gelerek Allah'a şükretmemek, O'nu tanımamak, üstelik bunu bilim adma yapmak büyük bir nan*körlüktür.

Sözlükte "yapışmak, asılmak, sevgi, İlgi, kan emen kurtçuk" gibi anlamlara gelen "alaka" kelimesinin çoğulu olan 2. âyetteki "alak" ile aşılanmış yumurtanın ana rahminin iç cidarına asılı vaziyetinin (zigot) kastedildiği anlaşılmaktadır. Âyetler insanın kâmil bir varlık haline gelmesi için önce yaratanı, sonra da yaratı*lanı yani kendisini tanımasının gerekli olduğunu gösterir. [6]

"Nüzulü" bölümünde anlatıldığı üzere Cebrail Hz. Peygamber'e "Oku" dedi*ğinde o okuma işinin okuma-yazma bilenler tarafından yapılabileceğini düşünerek "Ben okuma bilmem" demişti. İşte 3. âyet, bir bakınma Resûl-i Ekrem'in bu do*laylı özür beyanına bir cevap olmaktadır. Buna göre Allah'ın keremi sonsuzdur; O, insanı "alak"tan yaratıp mükemmel bir varlık haline getiren ve peygamberlik gibi yüce bir makama kadar erdiren kudretiyle, dilediği kullarına normal yollar*dan, yani kalemi ve diğer bilgi malzemesini kullanarak bir hocadan bilgi almasını sağlayarak okumayı öğretir, ama O, kullarından dilediğine, bir öğretici ve öğrenim aracılığı olmadan bilgi öğretmeye de kadirdir.

4 ve 5. âyetlerde kalemin önemi vurgulanmıştır; çünkü kalemde sayılamaya-cak kadar çok ve büyük faydalar vardır. Kalem vasıtasıyla ilimler tedvin edilmiş, hikmetler kaydedilmiş, öncekilerle ilgili haberler, bilgiler zaptediîmiş, Allah tara*fından indirilmiş olan kutsal kitaplar yazılmıştır; kısaca uygarlıklar kalem sayesin*de süreklilik kazanmış, kuşaktan kuşağa aktarılmış; Allah kalem vasıtasıyla insa*na bilmediklerini öğreterek onu cehalet karanlığından kurtarmış, ilmin aydınlığına kavuşturmuştur. Burada "kalem" kelimesinin, -işlevi ve amacı dikkate alındığın*da- bilinen kalemden bilgisayara kadar bütün okuma, yazma ve bilgi alıp verme araçlarını kapsadığını da belirtmek gerekir. [7]



6-7. Müfessirlerin çoğunluğu 6. âyette eleştirilen "insan" ile bilhassa İs*lâm'ın en azılı düşmanlarından olan Ebû Cehil'in kastedildiğini belirtirler. Riva*yete göre Ebû Cehil, "Lât ve Uzzâ'ya yemin olsun, Muhammedi namaz kılarken görürsem mutlaka ensesine binip yüzünü toprağa sürteceğim!" diyerek onun na*maz kılmasını engellemeye karar vermişti. Hz. Peygamber'i namaz lalarken gör*düğünde yeminini yerine getirmek isteyince hemen geri döndüğü ve garip bir şe*kilde elleriyle kendini korumaya çalıştığı görülmüş; kendisine niçin böyle yaptığı sorulunca, "Benimle onun arasında ateşten bir hendek, korkunç bir varlık ve bazı kanatlı şeyler meydana geldi" demiştir. Hz. Peygamber, "Eğer bana yaklaşsaydı melekler onu kapıp parça parça edeceklerdi!" buyurmuş, bu olay üzerine 6-19. âyetler inmiştir. [8]

"Gerçek şu ki" diye çevirdiğimiz "kellâ" kelimesi olumsuzluk edatı olup kendisinden sonra anlatılanların aslında olmaması gerektiğini ifade eder. Bu bağ*lamda, zenginliğine güvenerek şımaran ve kendini yeterli görerek nankörlük eden, azgmlaşıp hakka sırt çeviren İnsanın böyle yapmaması gerektiğini vurgular. Zira gerçekte insan zayıf ve muhtaç bir varlıktır; sağlık, huzur, sükûn ve emniyet içe*risinde hayatını devam ettirebilmesi için öncelikle Allah'a ve kendisinin de üyesi bulunduğu toplumun diğer fertlerine ihtiyacı vardır. İnsanların ellerinde bulunan bütün imkânların gerçek sahibi ise kendileri değil, onu yaratan ve istediği anda el*lerinden alma gücüne sahip olan Allah Teâlâ'dır. Buna rağmen insanın sahip ol*duklarına aldanıp şımararak Allah'a itaatten uzaklaşması, kendini kendine yeterli ve başkalarından üstün görmesi, kaderinin kendi elinde olduğunu iddia etmesi vb. küstahça tutumları bilgi, iman ve basiret eksikliğinden kaynaklandığı için Yüce Allah tarafından kınanmıştır. [9]



8. Alak sûresini Kur'an'in ilk inen sûresi olarak kabul edenlere göre bu âyet de Kur'an'da âhiret hayatına dikkat çekmek üzere inmiş İlk âyet olup bir uyarı ola*rak dünya hayatının geçiciliğini, sonunda herkesin hesap için mutlaka Allah'ın hu*zuruna getirileceğini, bu nedenle azgınlık ve taşkınlıklardan sakınılması ve âhiret hayatı için hazırlık yapılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Daha sonra inen birçok âyette âhiret hayatının varlığı kesin ve net bîr şekilde açıklanarak iman esasların*dan biri olduğu ortaya konmuş, dünyada yapılan iyi veya kötü işlerin orada hesa*bının sorulup karşılığının verileceği, iyilerin ödüllendirileceği, kötülerin ise ceza*landırılacağı haber verilmiştir. [10]

Bizim tercih ettiğimiz meale göre 8. âyet, önceki iki âyetle bağlantılı olup, elindekini kendine ait sanan, Allah'ın gerçek sahip ve mâlik olduğu bilincinden yoksun bulunan, bu yüzden böbürlenen, azıp sapan İnsana karşı bir uyandır, [11]



9-14. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu âyetler Hz. Peygamber'e hitap ede*rek onun ve müminlerin Kabe Önünde namaz kılmalarını engellemeye kalkışan Ebû Cehil'e karşı bir eleştiri ve uyandır. Ancak bunları genel anlamda tüm insan*lık için bir uyan olarak değerlendirmek daha uygun olur. Zira âyetlerin İçeriği dik*kate alındığında burada, belli tarihsel kişi ve olaylann ötesine uzanılarak her dö*nemde görülen ve dinin sosyal hayatı iyilik, hak ve adalet ilkeleri yönünde şekil*lendirme işlevini engellemek isteyen bütün zorbaların eleştirildiği ve insanlığın onlara karşı uyarıldığı anlaşılmaktadır. 11-12. âyetler ise hem kendisi doğru yolda olan hem de başkalarına Allah'a saygılı olmayı ve sorumluluk şuuru içerisinde bu*lunmayı emreden bir kimsenin ibadetten veya dinin emirlerini yerine getirmekten engellenmesinin kesinlikle yanlış ve haksız olduğunu ifade eder. [12]



15-16. "Perçeminden yakalayacağız" sözü mecazî bir ifade olup "Onu tutup cehenneme atacağız, yüzünü kara çıkaracağız, yüzünü damgalayacağız, alçaltaca-ğız" gibi değişik şekillerde açıklanmıştır. [13] Kendini kendine yeterli gördüğü için azgınlık eden ve Allah'ın kullarının ibadet etmelerine, dinin emirlerini yerine getirmelerine engel olan kişinin, imtihan gereği bir süre veya dünya hayatı boyunca serbest bırakılsa da sonunda bir gün gelip yakasına yapışı-lacağı, hak ettiği cezayı göreceği bildirilmektedir. Âyette bu cezanın dünyada mı yoksa âhirette mi verileceğine dair bir açıklama yapılmadığına göre her ikisini de kapsadığı düşünülebilir. Nitekim Ebû Cehil ve benzerleri müslümanlar karşısında*ki yenilgileri ve tükenişleriyle bu dünyada cezalarını görmüşlerdir; ayrıca âhirette de cezalandırılacaktan birçok âyette haber verilmektedir, [14]



17-19. "Kurultay" diye çevirdiğimiz "nâdî" kelimesi "bir konuda istişare et*mek üzere toplanmak" anlamına gelen "nedve" kökünden türemiş olup kurultay*da bir araya gelen heyeti ifade eder. Câhiliye döneminde Mekke'de bu tür toplan*tıların yapıldığı yere Dârunnedve denilirdi. "Zebaniler" diye çevirdiğimiz "zeba*niye" kelimesi ise "itmek, savmak" anlamına gelen "zeben" kelimesinden türemiş çoğul bir isim olup azap meleklerini ifade eder. Rivayete göre Resûlullah İbra- him'in makamında namaz kılarken Ebû Cehil "Ben sana namaz kılma demedim mi!" diyerek onu tehdit edip engellemek istemiş, Hz. Peygamber de ona sert bir şekilde karşılık vermişti. Ebû Cehil ise, "Sen beni ne ile tehdit ediyorsun? Vallahi ben bu vadide adamları en çok olan kimseyim" demiş, bunun üzerine bu âyetler inmiştir. [15] Allah Teâlâ, "O hemen kurultayını çağırsın, biz de zebanileri çağıracağız" buyurarak Hz. Peygamber'e meydan kuyan Ebû Ce*hil'in aczini ortaya koymak istemiştir. Nitekim Ebû Cehil bu âyetleri dinlediği hal*de kötü niyetini gerçekleştirme yönünde herhangi bir teşebbüste bulunmaya cesa*ret edememiştir. 19. âyette tekrarlanan "Hayır!" anlamındaki "kellâ" edatı da, o azgın insanın, Hz. Peygamber'e kötülük etmek üzere taraftarlarını çağırmaya asla cesaret edemeyeceğini gösterir. Burada Resûlullah'a, böyle azgın, Allah ve pey*gamber tanımaz kimseye boyun eğmemesi, namaz kılmaya ve secde ermeye de*vam ederek Allah'a yakınlaşma gayretlerini sürdürmesi emredilmiştir. Şüphe yok ki Allah'a yaklaşmak, O'nun emirlerine İtaat etmekle ve bu itaatin en anlamlı ifa*desi olan secde ile mümkündür. Nitekim Hz. Peygamber, "Kulun rabbine en yakın olduğu an secdede bulunduğu andır" buyurmuştur. [16]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] bk. Buhârî," Bed'ü'I-vahy", 3; Müslim, "İmân", 252

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/595.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/595.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/595-596.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/596.

[5] ayrıca bk. Bakara 2/31

[6] insanın yaratılış safha*ları hakkında bk. Hac 22/5; Mü'minûn 23/14

[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/596-598.

[8] bk. Müslim, "Münâfikîn", 38; İbn Kesîr, VIIT, 461

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/598.

[10] bk. Bakara 2/177; Nisa 4/136

[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/598-599.

[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/599.

[13] bk. Râzî, XXXII, 23

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/599.

[15] bk. Kurtubî, XIX, 127

[16] Müslim, "Salât", 215

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/599-560.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:50 am

TIN SÛRESİ

95


İndiği Yer :



Mekke



İniş Sırası :


28



Âyet sayısı :

8



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada doksan beşinci, iniş sırasına göre yirmi sekizinci sû*redir. Bürûc sûresinden sonra, Kureyş sûresinden önce Mekke'de inmiştir. [1]



Adı


Sûre adını birinci âyette geçen ve "incir" anlamına gelen "tin" kelimesinden almıştır. Ayrıca "Ve't-tîn" ismiyle de anılmaktadır. [2]



Konusu


Sûrede bazı önemli varlıklar üzerine yemin edilerek insanın yüksek değeri vurgulanmış, kötü ahlâkın bu değeri düşürdüğü ifade edilmiştir. İman edip iyi iş*ler yapanlar övülmüş, hesap ve cezayı yalan sayanlar kınanmış, hüküm verenlerin en üstününün Allah olduğu bildirilmiştir. [3]



Meali


Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Yemin olsun incire ve zeyti*ne; 2. Sînâ Dağı'na; 3. Ve şu güvenli şehre! 4. Biz inşam en güzel biçimde ya-ratmışızdır. 5. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. 6. Ancak iman edip erdemli işler yapanlar başka; onlar için kesintisiz bir ödül vardır. 7. Artık bu kanıtlardan sonra (ey insan!) seni dinin asitsiz olduğu sonucuna götüren şey nedir? 8. Allah hüküm verenlerin en âdiU değil midir? [4]



Tefsiri


1-3. Sûre, biri tatlı, diğeri acı olmasına rağmen ikisi de insanların severek ye*diği iki besin ile biri Hz. Musa'ya Tevrat'ın, diğeri Hz. Muhammed'e Kur'an'ın indiği ve bu özellikleriyle insanlığın manevî hayatındaki gelişmenin iki büyük sembolü olan iki mekâna, Sînâ Dağı ve Mekke'ye yeminle başlamaktadır. İncir ve zeytin, insanın bedenî varlığına, Sînâ Dağı ve Mekke de onun manevî hayatına yönelik olan ilâhî lütfün örnekleri olarak zikredilmiştir. Yeminin amacı ise deva*mında gelen âyetlerdeki insanın mahiyetiyle ilgili konunun önemine dikkat çek*mektir. Âyette Sînâ Dağı için kullanılan "şîrîn" kelimesinin Habeşçe veya Nabat-ça olduğu ve "verimli, bereketli, bol ağaçlı" veya "mübarek" anlamına geldiği be*lirtilir. [5]

Mekke'nin "güvenli şehir" olarak anılmasının sebebi ise gerek İslâm'dan önce gerekse İslâmî dönemde buranın bir barış kenti olarak tanınması ve orada her türlü kan dökmenin yasaklanmasıdır. [6]



4-6. "En güzel biçim" diye çevirdiğimiz "ahsen-i takvim" tamlaması bu bağ*lamda insana Allah tarafından verilen en güzel ve en mükemmel biçim ve yapıyı, bu sayede insanın, yeryüzü varlıkları içinde gerek fizyolojik gerekse ruhsal yete*nekler bakımdan en mükemmel ve en seçkin canlı olarak yaratılmış olmasını ifa*de eder. Yaratılmışların en mükemmeli olan insanda bulunan -âyetteki deyimiyle-bu güzelliğin kaynağı, Allah'ın onu kendi eliyle yaratıp ruhundan üflemesi[7] "kendi sureti üzere" (kendi sıfatlarından ona -insanlık düzeyinde ol*mak üzere- lütufta bulunarak) yaratması[8] onu yeryüzünde halife kılması[9] vb. lütuf ve inayetleridir. Müfessir-ler Allah'ın insandan daha güzel mahlûku olmadığı kanaatindedirler. Zira Allah insanı canlı, bilen, irade sahibi, konuşan, işiten, dinleyen, gören, düşünüp tedbir alan, hikmetle hareket eden ve bütün bu özellikleri sayesinde fizik bakımdan ken*disinden daha güçlü varlıklar üzerinde bile hakimiyet kurabilen bir varlık olarak yaratmıştır ki bütün bu vb. sıfatlar aynı zamanda ilâhî sıfatların bir kısmının onda*ki yansımaları, tecellileridir. [10] İşte 1-4. âyetlerde Yüce Allah kendisinin ilim, sanat ve kudret sıfatlarını gösteren dört önemli varlığa yani insa*nın maddî gıdalarından olan İncir ve zeytine ve manevî gıdası olan vahyin İndiği Sînâ Dağı ite "emin belde"ye (Mekke), insanların muhtaç oldukları maddî ve ma*nevî ikramların mükemmel örneklerine yemin ederek insanı en güzel biçimde ya*rattığım, hem bedenen hem de ruhen yükümlülük alabilecek yeteneklerle donattı- ğını ifade buyurmuştur. [11]

Bir görüşe göre İncir ve zeytin, mecaz olarak bu ağaçların çokça bulunduğu

topraklan, yani Akdeniz'in doğusunda bulunan Filistin ve Suriye'yi simgelemek*tedir. Kur'an'da adı geçen peygamberlerin çoğu bu topraklarda yaşadıkları ve teb*liğde bulundukları için bu iki ağaç cinsi bu peygamberlerin dile getirdiği dinî öğ*retilerin sembolü olarak kabul edilmektedir. Keza "tin" ve "zeytûn" kelimeleri hakkında, ilkiyle Mekke'deki Mescid-i Haram'm, ikincisiyle Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'nın kastedildiği gibi daha başka sembolik izahlar yapılmıştır. Ancak Şevkâ-nî'nin de haklı olarak belirttiği gibi bu tür yorumların aklî ve naklî dayanağı yok*tur. [12]

"Sonra onu aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn) indirdik" ifadesini müfessir-ler iki türlü yorumlamışlardır:

a) İnsanın aşağıların aşağısına indirilmesi, onun be*densel ve zihinsel gelişmesini tamamladıktan sonra fizyolojik ve psikolojik olarak gerilemeye başlaması; algı, hafıza ve düşünme kapasitesinin gittikçe zayıflaması-dır. Nitekim başka âyet-i kerimelerde bazı insanların güçlendikten sonra "erzel-i ömür" denilen ömrün en zayıf ve sıkıntılı çağına eriştirileceği ifade buyurulmuş-tur. [13] Yaşlanma, müminler için de inkarcılar için de ge*çerli olan kaçınılmaz brr durumdur. Buna göre 6. âyet, inanıp iyi işler yapan yaşlı kimselerin, itaatlerinden ve birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye etmelerinden dola*yı kesintisiz ödül alacaklarını, bedenen ve zihnen gerileseler bile manen ilerleye*ceklerini ifade eder.

b) Bu ifade, yaratılış amacına uygun hareket etmeyip ahlâkî değerleri hiçe sayan ve en güzel biçimde yaratılmış olmanın şükrünü yerine getir*meyenlerin cehenneme indirileceğini gösterir.

c) Bize göre "Sonra onu aşağıların aşağısına (esfel-i sâfilîn) indirdik" ifadesiyle şu gerçek ortaya konmaktadır: İman etmeyen ve sâlih amel (iyi, erdemli, dünya ve âhiret için yararlı işler) yapmayan kimseler, Allah Teâlâ'nın insana verdiği, onu yaratılmışların en mükemmeli kıla*bilecek imkânları kötüye kullanmış oldukları için, hayatın başlangıç noktasından ileriye doğru gitmek, kesintisiz gelişme ve ecir alma imkânından yararlanmak ye*rine geriye, insandan geri canlılar âlemine doğru gitmiş, alçalmış olacaklardır. [14]



7. İnsanların yaratılışına, üstün yeteneklerine, onların istifadesine verilen ni*metlere temas edildikten sonra sağlıklı bir düşüncenin insanı imana götürmesi ge*rektiği, bütün bu kanıtlara rağmen dini inkâr etmenin ilim ve akıl yönünden sağ*lam bir dayanağının bulunamayacağı vurgulanmaktadır.

Ayetteki "dîn" kelimesini "âhiret ve yargı günü" olarak anlamak da müm*kündür. Bu da sonuçta dinin ve inanmanın bir gereğidir. [15]



8. "Allah hüküm verenlerin en âdili değil midir?" cümlesi, Yüce Allah'ın ev*reni ve evrendeki varlıkları hikmet ve adalet ölçülerinde yaratıp yönettiğini, dün*yada peygamberleri aracılığıyla en doğru ve âdil hükmü verdiğini, âhirette de yi*ne en âdil hakim olarak mahrukat arasında hüküm vereceğini ifade eder. Sözün so*ru şeklinde olması, hükmün kesinliğini pekiştirir. Hz. Peygamber bu âyeti okuya*nın "Evet, öyledir; ben de buna şahitlik edenlerdenim" demesini tavsiye etmiştir. [16]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/589.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/589.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/589.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/589-590.

[5] Râzî, XXXII, 10; İbn Âşûr, XXX, 421

[6] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/590.

[7] bk. Sâd 38/72

[8] bk. Buhârî, "İsti'zân", 1; Müslim, "Birr", 115

[9] bk. Bakara 2/30; bilgi için bk. Süley*man Uludağ, "Ahsen-i Takvîm", Dİ A, II, 178

[10] krş. Şevkânî, V, 546

[11] İnsanın seçkin yaratılışı ve üstünlüğü hakkında ayrıca bk. İsrâ 17/70

[12] V, 545-546

[13] bk. Hac 22/5; Yâsîn 36/68

[14] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/590-591.

[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/591.

[16] bk.Tirmizî, "Tefsir" 84

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/592.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:51 am

İNŞİRAH SÛRESİ

94


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :


12



Âyet sayısı :


8



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada doksan dördüncü, iniş sırasına göre on ikinci suredir. Duhâ sûresinden sonra, Asr sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]



Adı

"İnşirah" açılıp genişlemek, huzura kavuşmak" anlamlarına gelmektedir. İlk âyetinde aynı kökten olan fiil kullanıldığı ve Hz. Peygamber'in gönül ferahlığına ve huzura kavuşturulduğu bildirildiği için sûre "İnşirah" adını almıştır. Ayrıca "Şerh, Elem neşrah" adlanyla da anılmaktadır. [2]



Konusu

Sûrede Yüce Allah'ın Hz. Peygamber'e manevî lütufları özetlenmekte, her güçlükle birlikte mutlaka bir kolaylığın olduğu bildirilerek Mekke'de putperestle*rin baskısı yüzünden sıkıntı çeken Resûlullah ile müslümanlara teselli ve ümit ve*rilmekte; onlardan Allah'a ibadet ve itaatini sürdürmeleri istenmektedir. [3]



Meali

Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Senin kalbini açıp genişlet*medik mi? 2-3. Üzerinden, belini büken yükünü kaldırmadık mı? 4. Senin adım sanım yüceltmedik mi? 5. Demek ki zorlukla beraber bir kolaylık var- dır. 6. Evet, doğrusu her güçlüğün yanında bir kolaylık var. 7.0 halde işini bitirince hemen kalk, 8. Ve yalnız rabbine yöncl. [4]



Tefsiri


1-4. Hz. Peygamber'in kalbinin açılıp genişletilmesi ifadesini, Zümer 39/22 âyeti de dikkate alındığında, onun beşerî idrak kapasitesinin vahiy ile arttırıldığı*na ve azami seviyeye çıkarıldığına işaret olarak anlamak uygun olur. Ayrıca mü-fessirler bunu, ona indirilen vahyi anlaması, koruması ve peygamberlik görevini yerine getirebilmesi için kendisine verilmiş olan zihin açıklığı, maneviyat yüksek*liği gibi mânalarla da açıklamışlardır. Bazı müfessirler ise Duhâ sûresinin devamı mahiyetinde olan bu âyetlerde, bir süre ara verilmiş olan vahyin yeniden başlama*sıyla Peygamber efendimizin maneviyatının güçlendirildiğine değinildiği kana*atindedir.

2 ve 3. âyetlerde "Hz. Peygamber'in belini büktüğü" bildirilen "yükün kaldt-nlması"ndan maksadın ne olduğu konusunda yapılan açıklamalar İçinde[5] en zayıf olanı "günahlarının, hatalarının bağışlanmış olması" şek*lindeki yorumdur. Çünkü onun, Câhiliye döneminde puta tapmadığı bilinmektedir, İşlediği herhangi bir günah da tarihlere geçmiş değildir. Esasen İslâm tebliğ edil*meden onun yasaklarını çiğnemenin günah olduğundan da söz edilemez. İs*lâm'dan sonra bazı ictihad hataları olmuşsa bunlar da günah değil, ecir ve sevap vesilesidir. [6] Bize göre Allah'ın bir lütuf olarak onun omuzlarından kaldırdı*ğı yük iki şekilde açıklanabilir: a) Arasında yaşadığı topluluğun inanç ve ahlâk yö*nünden içine düştüğü durumdan dolayı duyduğu ıstırabın, vahiy yoluyla kaldırıl*ması; b) Bâtıla karşı verdiği çetin mücadelede birçok ilâhî destek ve inayete maz-har kılınması.

Hz. Peygamber'in "adının ve sanının yüceltilmesi"ne müfessirler, Resûlul-lah'ın adının mukaddes kitaplarda zikredilmesini ve geleceğinin müjdelenmesini, kelime-i şehâdette onun isminin Allah'ın ismiyle birlikte yer almasını, gök yüzün*de melekler, yeryüzünde müminler tarafından hürmetle anılmasını, Kur'an'da Al*lah'a itaatle birlikte ona da itaat edilmesinin enıredilmesini örnek gösteririler [7] Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olması da[8] onun şanının yüceltildiğini ifade eder. Aynca bu âyeti, ileride Resûlul^ lah'ın isminin ve tebliğ ettiği dinin bütün dünyada tanınıp yayılacağını bildiren bir müjde olarak anlamak da mümkündür. Yine, Kur'an'da onun müstesna nitelikle*rini, Allah katındaki konumu ve değerini açıklayan âyetler de bu bağlamda "adını sanım yüceltme" olarak değerlendirilebilir. [9]



5-8. Hz. Peygamber ve arkadaşları Mekke döneminde müşriklerin giderek değişik şekildeki işkencelere kadar varan baskılarından acı çekiyorlardı. Bu durum hem Peygamber'i hem de müminleri üzüyordu. Yüce Allah Resûlü'nü ve mümin*leri teselli edip gönüllerini rahatlatmak için bu âyetleri indirerek sıkıntılardan son*ra ferahlığın ve başarının geleceğini müjdelemiştir. Rivayete göre bu sûre inince Hz. Peygamber, 5 ve 6. âyetlerde güçlüğün yanında kolaylığın da bulunacağının iki kez zikredilmesini göz önüne alarak, kendisine inananlara, "Müjdeler olsun! Sİze kolaylık geldi; artık bir güçlük iki kolaylığa asla galip gelemez!" buyurmuş*tu [10]

Oldukça muhtasar ve değişik şekillerde açıklanmaya elverişli olan "O halde işini bitirince hemen kalk" mealindeki 7. âyetle ilgili olarak çok farklı yorumlar yapılmıştır. [11] Bize göre İbn Âşûr'un, âyeti herhangi bir özel iş ve ibadetle sınırlamadan, "Önemli işlerden bi*rini tamamlayınca ardından başka bir işe yönel ki böylece bütün vakitlerini önem*li işlerle değerlendirmiş olasın" şeklindeki açıklaması isabetli görünmektedir. [12] Bu yoruma göre âyette Resûlullah'a ve onun şahsında müslü-manlara bütün vakitlerini hayırlı ve yararlı faaliyetlerle değerlendirmeleri, ibadet, dua, tebliğ ve irşad gibi dinî faaliyetlerin de; çalışma, üretme, öğrenme-öğretme, yardımlaşma ve dayanışma gibi dünyevî faaliyetlerin de hakkını vermeleri emre*dilmiştir, Son âyette ise kişinin, gerek çalışmasında gerekse ibadetinde yalnız Al*lah'a yönelmesi, her işini öncelikle O'nun rızasını gözeterek yapması, ne diliyor*sa O'ndan dilemesi, ne istiyorsa O'ndan İstemesi emredilmiştir. [13]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/583.

[2] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/583.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/583.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/583-584.

[5] bk. Râ-zî, XXXII, 4-5

[6] Buhârî, "İ'tisâm", 13, 21; Müsüm, "Akziye", 15; ayrıca bk. Tevbe 9/43; Fetih 48/2

[7] bk. Şevkânî, V, 542

[8] bk. Enbiyâ 21/107

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/584.

[10] Muvatta', "Cihâd", 6; Taberî, XXX, 151

[11] meselâ bk. Taberî, XXX, 152; Râzî, XXXII, 7

[12] XXX, 416-417

[13] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/585.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:51 am

DUHÂ SÛRESİ

93


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :

11



Âyet sayısı :

11



Nüzulü


Mushaftakİ sıralamada doksan üçüncü, iniş sırasına göre on birinci sûredir. Fecr sûresinden sonra, İnşirah sûresinden önce Mekke'de inmiştir. Rivayete göre Fecr sûresinin İnişinden sonra bir süre vahiy kesilmiş, müşrikler bu olayı kullana*rak Hz, Peygamber'e "Herhalde rabbin sana darıldı ve seni terk etti" demişlerdi. Bu sözlerden dolayı Hz. Peygamber'in duyduğu üzüntü üzerine bu sûre inmiştir. [1]


Adı


Sûre adını birinci âyetinde geçen ve "kuşluk vakti" anlamına gelen "duhâ" kelimesinden almıştır. Ayrıca "Ve'd-duhâ" adıyla da anılmaktadır. [2]



Konusu


Müşriklerin üzücü söz ve davranışlarına karşı bir teselli olmak üzere Hz. Peygamber'e, Yüce Allah'ın himayesi sayesinde çocukluğundan itibaren nice güç*lükleri aşarak bu günlere geldiği hatırlatılmakta ve kendisinin de yetime, yoksula iyi davranması emredilmektedir.[3]



Meali

Rahman ve rahîm olan Allah'ın adıyla... 1. Yemin olsun, kuşluk vaktine; 2. Kararıp sakinleştiğinde geceye ki; 3. Rabbin seni bırakmadı ve sana darıl-madı. 4. Elbette işin sonu senin için öncesinden daha hayırlı olacaktır. 5. Rab*bin sana mutlaka lütuflarda bulunacak, sen de memnun olacaksın, 6. O seni yetim bulup barındırmadı mı? 7, Seni yol bilmez halde bulup yol göstermedi mi? 8. Ve seni yoksul bulup zengin etmedi mi? 9.0 halde sakın yetime kötü*lük ve haksızlık etme! 10, El açıp isteyeni de sakın azarlama! 11. Rabbinin ni*metini minnet ve şükranla an. [4]



Tefsiri


1-3. "Duhâ" kelimesi "kuşluk" anlamına gelmekle birlikte çoğu müfessirler, 2. âyetteki "gece"nin alternatifi olarak burada bütünüyle gündüz vakti İçin kulla*nıldığı kanaatindedirler. İbn Âşûr'a göre ise kelime burada da kuşluk vaktini İfa*de etmekte olup bununla tıpkı kuşluk vakti güneş ışığının yeryüzünü bütünüyle kaplaması gibi vahiy ışığının da dünyaya inip aydınlatmaya başladığına imada bu*lunulmuştur. 2. âyetteki gece karanlığı da Hz. Peygamber'in bu vakitte evinde ve*ya Kabe çevresinde sesli olarak Kur'an'ı okuduğu, müşriklerin ise onu gizlice din*ledikleri vakit olup bundan dolayı bu iki vakit üzerine yemin edilmiştir. Yeminin amacı putperestlerin artık Hz. Peygamber'e vahyin gelmez olduğu, Allah'ın onu terk ettiği iddialarının gerçekle ilgisinin bulunmadığını kesin bir dille belirtmektir. [5]



4-5. "İşin sonu" diye çevirdiğimiz "âhiret" ile "öncesi" diye çevirdiğimiz "ûlâ" kelimelerinin buradaki anlamlan konusunda iki yorum yapılmıştır: a) Senin bundan sonraki hayatın bundan önceki hayatından daha güzel ve başarılı olacak, özellikle peygamberlik görevinin sonu başlangıcından daha verimli olacak, b) Ebedî olan âhirette cennetteki hayatın geçici olan dünya hayatından daha güzel olacak. Bİze göre, -bu âyetlerin inmesine sebep olan putperestlerin, "Artık Mu-hammed'e vahiy gelmiyor; Allah onu unuttu" gibi sözler söyleyerek[6] Peygamber'in sonunun geldiğini, davasının Fiyasko ile biteceğini ummaları karşısında- Allah Teâlâ, Resulü'nün sonunun gelmesi şöyle dursun, bundan sonraki hayatının ve peygamberlik faaliyetlerinin öncekinden daha verim*li, daha başarılı olacağını müjdelemiştir. [7]



6-8. Hz. Peygamber, annesi ona hamile iken babasını, altı yaşında iken de an*nesini kaybetmiş; önce dedesi Abdulmuttalib'in, onun Ölümünden sonra da amca*sı Ebû Tâlib'İn himayesinde yetişmiştir. Ebû Tâlib, yeğeninin peygamberliğini ka*bul ettiğini açıkça ilan etmemekle birlikte düşmanlarına karşı onu korumuştur. Fa-kat Ebû Tâlİb ve Hz. Peygamber'in eşi Hatice vefat edince müşrikler ona karşı sal*dırılarım arttırmışlardı. Ancak Yüce Allah, elçisine yeni bir yurt ve yeni koruyu*cular hazırlamıştı. Bu sırada Yesrib'den (Medine) gelen heyetler müslüman olmuş ve Hz. Peygamber'i memleketlerine davet etmişlerdir; Hz. Peygamber de bu da*veti kabul ederek yeni yurduna hicret etmiş, Medine müslümanlanntn yardım ve destekleriyle zafere kavuşmuştur. 6. âyet onun bu durumunu dile getirmektedir.

"Seni yol bilmez halde butup yol göstermedi mi?" diye çevirdiğimiz 7. âye*ti bazı müfessirler, "Resûlullah küçük iken Mekke vadilerinden birinde yolunu şa*şırıp kaybolmuştu. Allah onun dedesine gelmesini sağladı" şeklinde yorumlarken bazıları da "Resûlullah amcası Ebû Talip'le birlikte Suriye'ye giderken yolda kay*bolmuştu, Allah'ın yardımıyla amcasını buldu" demişlerdir. [8] Buna benzer başka yorumlar da olmakla bir*likte bunlar âyetin amacına açıkbk getirici nitelikte görünmemektedir. Bizim de katıldığımız müfessirlerin çoğunluğunun yorumuna göre ise bu âyette Hz. Mu-hammed'in peygamberlikten sonraki dönemiyle önceki dönemi arasında bir karşı*laştırma yapılmaktadır. Nitekim o peygamber olmadan önce de başta putperestlik olmak üzere kendi toplumunda hâkim olan inanç ve yaşayışın yanlışlığını, insanın varlık amacına yakışmadığını görüyor, bu gidişi asla beğenmiyordu ama onların bundan nasıl kurtulacaklarım da bitmiyordu. Âyetteki deyimiyle bu konuda "yol bilmez bir halde"ydi. İşte Yüce Allah Kur'an'ı göndererek onu bu durumdan kur*tarıp yolunu aydınlattı; ona hem varacağı hedefi hem de o hedefe nasıl varacağını öğretti [9]

Hz. Peygamber Kureyş'in soylu bir ailesine mensup olmakla birlikte yetim ve himayeye muhtaç olarak büyümüştü; çocukluğu ve gençliğinin ilk yılları yok*sulluk içerisinde geçmiş, daha sonra gerek kendisinin ticarî faaliyetleri gerekse zengin bir tüccar olan Hz. Hatice ile evlenmesi ve eşinin tüm servetini onun yöne*timine bırakması neticesinde fakirlikten kurtulmuştur. Ancak buradaki zenginleş*tirmeyi, Allah Teâlâ'nın Resûlü'ne gönderdiği vahiy ile onun ruh ve kalp dünya*sını zenginleştirmesi, onu hern kendisini hem insanlığı aydınlatabilecek zenginlik*te hakikatlere mazlıar kılması şeklinde anlamak da mümkündür. Bazı müfessirle-re göre 8. âyette, onun hayatındaki bu gelişme hatırlatılarak kendisine bu imkân*ları sağlayan Yüce Allah'ın ona darılmasının kendisini terketmesinin söz konusu olamayacağı bildirilmiştir. [10]



9-11. Câhiliye döneminde yetimlerin, yoksulların hakları gözetilmez, malla*rı ellerinden alınır, kendilerine zulmedilirdİ. Buna göre 9-10. âyetlerin ana hedefi Resûlullah'ın şahsında bütünüyle toplumun dikkatini bu iki temel ahlâkî ve sosyal problem üzerine çekmek ve bunları çözüme kavuşturmaktı. Bunun yanında, daha özel olarak Resûlullah'a mazhar olduğu anılan ihsanlar karşısında şükür mahiye*tinde bazı görevleri hatırlatılmaktadır. Burada sıralanan görevlerin, 6-8. âyetlerde Hz. Peygamber'e bahsedildiği bildirilen ilâhî lütuflarla alakalı olduğu görülmek*tedir. Buna göre Allah onu yetim iken korumuştur; o da yetimi incitmemeli, hima*ye etmelidir. Allah ona ne yapacağını bilmez iken yol göstermiştir; o da kendisine bir şeyler sorup aydınlanmak isteyeni geri çevirmemelidir. Allah onu yoksulken zengin kılmıştır; o da kendisinden yardım isteyeni azarlamamalı, gereken yardımı yapabildiği kadar yapmalıdır. Şükürle ilgili bu özel görevler örnek olarak sıralan*dıktan sonra sûre bu konuda "Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an" şeklinde*ki genel ve kuşatıcı bir buyrukla tamamlanmıştır. Bazı müfessirler buradaki "nİ-met" kelimesini "Kur'an, peygamberlik, bu sûrede Resûlullah'a lütfedildiği bildi*rilen şeyler" gibi değişik mânalarla açıklamışlarsa da bunu, Resûlullah'ın hayatı boyunca mazhar olduğu maddî ve manevî bütün lütuflar, nimetler olarak anlamak sûrenin amacına ve âyetlerin akışına daha uygun düşmektedir.

Şunu da belirtmek gerekir ki, Hz. Peygamber'in hayat hikâyesi onun eşsiz ahlâkını açıkça göstermektedir ve bu âyetlerde söz konusu edilen uyarılara onun herhangi bir davranışı sebep olmuş değildir. Kur'an'ın irşad ve eğitimde kullandı*ğı üslûp gereği burada onun şahsında bütün insanlığa hitap edilmektedir. [11]





--------------------------------------------------------------------------------

[1] Taberî,XXX, 148

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/577.

[2] Buhârî, "Tef*sir", 93; İbn Âşûr, XXX, 393

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/577.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/577.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/578.

[5] XXX, 394-395

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/578.



[6] Buharı, "Tefsir", 93

[7] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/578.

[8] Ebû Hayyân, el-Bah-ru'1-muhît, VIII, 486, Beyrut, 1983

[9] Râzî, XXXI, 215-216; Elmalılı, VIII, 5900-5901

[10] bk. Abduh, Tefsîru cüz'i Amme, s. 112; Elmalılı, VIII, 5902

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/578-579.



[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/579-580.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 37
Kayıt tarihi : 14/09/07

Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty
MesajKonu: Geri: Sure Sure Diyanet Tefsiri   Sure Sure Diyanet Tefsiri Empty2007-11-01, 12:52 am

LEYL SÛRESİ

92


İndiği Yer :


Mekke



İniş Sırası :

9



Âyet sayısı:


21



Nüzulü


Mushaftaki sıralamada doksan ikinci, iniş sırasına göre dokuzuncu sûredir. A'lâ sûresinden sonra, Fecr sûresinden önce Mekke'de inmiştir.[1]



Adı


Sûre adını ilk âyette geçen ve "gece" anlamına gelen "leyi" kelimesinden al*mıştır. Aynca "Ve'1-Leyli izâ yağşâ" diye de anılmaktadır.[2]



Konusu


Sûrede insanoğlunun iki zıt huyundan, cömertlik ve cimrilikten bahsedilir; imanla cömertlik ve imansızlıkla cimrilik arasındaki ilişkiye dikkat çekilir. [3]



Meali

Rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla... 1. Yemin olsun, bürüyüp örttü*ğünde geceye; 2. Aydınlandığında gündüze; 3. Erkeği ve dişiyi yaratana; 4. El*bette çabalarını/ farklıdır. 5. Artık kim cömert davranır, günah işlemekten sakınırsa; 6. En güzele de inanırsa; 7. Biz onun için rahatlık ve mutluluk yo*lunu kolaylaştırırız. 8. Ama kim cimrilik eder, kendisiyle yetinirse; 9. En gü*zel olanı da yalan sayarsa; 10. Biz ona zahmet ve mutsuzluğun yolunu kolay*laştırırız. 11. Düştüğü zaman da malı kendisine hiç fayda vermez. 12. Doğru yolu göstermek bize aittir. 13. Şüphesiz âhiret de dünya da bizimdir. 14. Alev alev yanan bir ateşe karşı sizi uyarmış bulunuyorum, 15-16. O ateşe ancak gerçeği yalan sayıp sırt çeviren isyankâr kişi girer. 17-18. Malını Allah yolun*da verip arman takva ehli ise onun semtine bile uğratılmaz. 19. Onun elinde, hiç kimsenin, karşılığı verilecek bir nimeti yoktur (Verdiğini bir iyiliğe karşılık olarak vermez); 20. Ancak yüce rabbinin rızasını kazanmak için verir. 21. Bu hoşnutluğa da mutlaka erecektir. [4]



Tefsiri


1-4. Bu yeminler, üzerine yemin edilen varlıkların değerini, onları yaratan gücün büyüklüğünü göstermekte; ayrıca gelecek konunun önemine dikkat çek*mektedir, Allah Teâlâ, 3. âyetteki yeminle ilim ve kudretinin sonsuzluğuna ve sa*natının üstünlüğüne işaret etmiştir. Zira aynı maddeden yaratılmış olan erkek ve dişi arasındaki cinsiyet farkının şuursuz tabiat tarafından bir tesadüf eseri olarak meydana getirilmesi ihtimal dışıdır. 4. âyette, insanların çabalarının, yaptıkları iş*lerin türleri, nitelikleri ve amaçlan bakımından başka başka olduğu belirtilerek so*nucu etkileyecek asıl farklılığın cinsiyete değil davranışların mahiyetine bağlı ol*duğu ima edilmiş; sonraki âyetlerde ise bu çeşitli işlerin yararlı ve zararlı olanları tanıtılmıştır. [5]



5-7. Bu sûrenin indiği Mekke'de insanlar arasında büyük bir gelir farkı bulu*nuyor; varlıklı putperest Araplar yoksullar karşısında inanılmaz derecede bencil, duyarsız, umursamaz davranıyor; hatta dönemin canlı şahidi olan Kur'ân-ı Ke-rîm'in bildirdiğine göre zengin putperestler "Allah'ın doyurmadıklarını biz mi do*yuracağız!" diyecek kadar küstahlaşıyor. [6] birbirlerine cimriliği Öğütleyecek kadar insafsızlıkta ileri gidiyorlardı. [7] Bu sebeple Mekke döneminde inen âyetlerin Allah'ın birliği inancının yerleştirilme*sinden sonra en büyük hedefi insanların kalplerini yoksul ve himayesizlere karşı bencillik, sevgisizlik ve cimrilikten arındırmak; dertlerin de nimetlerin de paylaşı-labildiği bir toplumsal ruh ve zihniyet geliştirmek olmuştur. Konumuz olan sûre bu zihniyeti hazırlayan anlamlı tespitler, öğütler, uyanlar ve müjdeler içermekte*dir. Sonuç olarak sûrede iki farklı karakter tipi ortaya konmakta; açıkça belirtilme*mekle birlikte ifadenin genelinden kolayca anlaşıldığı üzere bunlardan ilki olan cömert ve özverili tip müslüman insanı, cimri ve bencil tip de inkarcıyı temsil et*mektedir.

"En güzel" diye çevirdiğimiz 6. âyetteki "hüsnâ" kelimesini müfessirler "iman, kelime-i tevhîd, en güzel din olan İslâm, namaz, oruç ve zekât, ibadetlerin en güzel karşılığı" gibi anlamlarla açıklamışlardır. [8] Bize göre "hüsnâ" kelimesi bu bağlamda inanç, ibadet, muamelât ve ahlâk ilkeleriyle İslâm inanç ve uygulamaları bütününü ifade eder. 7. âyette geçen ve Allah'ın cömert kulu için kolaylaştıracağı bildirilen rahatlık ve mutluluk yolu*nu ifade etmek üzere "en kolay" anlamına gelen "yüsrâ" kelimesi kullanılmıştır. Bu kelime "daha fazla iyilik yapma özelliği, erdemi" olarak da açıklanmıştır. Bu*na göre insan iyilik yapmaya çalıştıkça Allah da onda iyilik iradesini güçlendirir, iyilik yollarını kolaylaştırır ve sonunda cömertlik denilen güzel haslet onun kişili*ğinin ayrılmaz bir özelliği haline gelir. [9]



8-11. Cimrilik edip kendisiyle yetinen kişi için Allah'ın kolaylaştıracağı bil*dirilen zahmet ve mutsuzluk yolu "en zor" anlamına gelen "usrâ" kelimesiyle ifa*de edilmiştir. Bu sebeple cümle genellikle "Biz onu en zora hazırlarız" şeklinde anlaşılmıştır. Allah'ın kulunu zor olana hazırlamasından maksat da kulun, Allah ve Resûlü'nün gösterdiği yolu kabul etmeyerek yanlışlarda ısrar etmesi, bu sûre bağlamında ise cimriliğini sürdürmesi neticesinde Allah'ın ondan hidayet ve yar*dımını çekmesi, onu kendi haline bırakmasıdır. Bu ise İnsan için en büyük mahru*miyettir. Çünkü bu şekilde kendi başına kalan kul helal haram demeden nefsânî arzularını tatmine çalışır; kötülük yapmak, günah işlemek ona kolay gelir, bunlar*dan zevk alır. Sonuçta cehennemi boylar; dünyada cimrilik edip biriktirmiş oldu*ğu servetini orada fidye olarak verip cehennem azabından kurtulmak ister ama bu da mümkün olmaz. [10]



12-13. Kitap indirmek ve peygamber göndermek suretiyle hidayet ve dalâlet yollarını, hayn ve şerri açıklamak Allah'a aittir. Bir önceki sûrede açıkça belirtil*diği üzere Allah insana duyu ve bilgi vasıtaları, akıl ve İrade vermiş; hayn serden, hakkı bâtıldan ayırma imkânını bahsetmiştir. 13. âyette Allah Teâlâ hem dünya hem de âhiret hayatının kendisine ait olduğunu ifade buyurarak, her iki dünyanın kendi yönetiminde olduğunu belirtmekte, dolayısıyla her iki dünyanın iyilik ve gü*zelliklerini O'ndan istememiz gerektiğini İmâ etmektedir. [11]



14-16. Yüce Allah kullarına doğru yolu göstermekle yetinmemiş, aynı za- manda yanlış yolda gitmenin sonucu olan cehenneme karşı da onları vahiy ve pey*gamberleri aracılığıyla uyarmıştır. [12]



17-21. Bazı müfessirler 19-21. âyetlerin[13] bazıları ise 5-19. âyetlerin[14] müşriklerin işkence ettiği köleleri saün alıp azat ederek hürriyetlerine kavuşturan Hz. Ebû Bekir hakkında indiğini söyle*mişlerdir. Müşrikler Hz. Ebû Bekir'in bu yaptıklarım bir iyilik veya bir menfaat karşılığında yaptığını iddia etmişlerdi. Burada, böyle bir İddiaya karşı cevap da olabilecek şu önemli husus dile getirilmektedir: İman ve amelde takva düzeyine ulaşmış hiçbir mümin, birine iyilik yapmak için mutlaka ondan bir iyilik görmek, bir nimet elde etmek gerektiğini, karşılıksız iyilik yapılamayacağını düşünmez; mümin, her türlü nimetin yalnızca Allah'ın bir lütfü olduğuna, iyiliklerin de bir ni*met elde etmek için değil, sadece Allah rızası için yapılması gerektiğine inanır. Böylece bu âyetlerde müşriklerin bencil ve çıkarcı zihniyet ve ahlâk yapılarının yansımasından ibaret olan yukarıdaki iddiaları reddedilmiş, Hz. Ebû Bekir örne*ğinde gönüllerini insan sevgisi ve cömertlikle bezeyen müminler Allah tarafından takdirle anılmıştır.

"Takva ehli" diye çevirdiğimiz "etkâ" kelimesinin kök anlamı, "büyük bir tehlikeye karşı kendine bir şeyi siper edinerek konmmak"tir. Bu kökten gelen tak*va kavramı, özellikle Mekke döneminde İnen âyetlerde "kötülüklerden uzak durup iyilikler yapmak ve bu amelleri sayesinde kendini cehennem azabına karşı koru*mak" anlamında geçmektedir. Nitekim burada da 14. âyette muhataplar "alev alev yanan ateş'e karşı uyarıldıktan sonra

17-20. âyetlerde, birine borçlu olmadıkları, kimsenin kendilerinde bir hakkı bulunmadığı halde bile, sırf Allah rızası için in*sanlara mal yardımı yapıp manen arındıkları ve bu sayede ateşten uzak tutulacak*ları bildirilmiştir, Nihayet son âyette, Allah rızasına böylesine değer veren, kendi*sini bu rızadan mahrum bırakacak günahlardan sakınan, tamamen karşılıksız ola*rak seve seve insanlara yardım edenlere, Allah tarafından kendilerinin de razı edi*lecekleri, yani korktuklarından emin ve umduklarına nail olacakları müjdelenmiş-tir ki inanan bir kimse için bundan daha büyük bir müjde olamaz. [15]



--------------------------------------------------------------------------------

[1] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/571.

[2] Buhârî, "Tefsir", 92; İbnÂşûr,XXX,377

Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/571.

[3] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/571.

[4] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/572.

[5] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/572.

[6] bk. Yâsîn 36/47

[7] bk. Nisa 4/37; Hadîd 57/24

[8] bk. Şevkânî, V, 530; Elmalılı, Vin, 5876

[9] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/572-573.

[10] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/573.

[11] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/573.

[12] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/573-574.

[13] bk.Taberî, XXX, 146

[14] bk. Elmalık, VIII, 5881

[15] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kafi Dönmez, Prof. Dr. Sabrettin Gümüş, Kur’an Yolu:V/574.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
 
Sure Sure Diyanet Tefsiri
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 9 sayfasıSayfaya git : 1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9  Sonraki

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
: : : SÜPER FORUM TÜRKİYE : : : :: İMAN VE İNSAN :: Dini Bilgiler-
Buraya geçin: