|
| Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:13 pm | |
| DEPRESYON
Herkes zaman zaman bir çökkünlük hissedebilir. Ancak haftalarca süren hüzün, umutsuzluk ya da günlük etkinliklere karşı ilgisizlik, daha ciddi bir soruna işaret edebilir. Depresyon, özellikle bir kayıp ya da hayal kırıklığı yaşandıktan sonra ortaya çıktığında, normal bir durum olarak kabul edilebilir. Depresyon, enfeksiyon gibi başka bir hastalığın semptomu olarak da görülebilmektedir. Ancak 2 haftadan uzun sürmesi ve başka belirtilerin de eşlik etmesi durumunda, önemli bir sıkıntı ve işlevsel yetersizlik nedeni olan depresif hastalık olasılığı akla gelmelidir. Depresif hastalık, insanların %10-%15 inde, yaşamlarının bir döneminde görülebilmektedir. Yaşlılarda (70 yaşın üzerinde) depresyon semptomlarının, fiziksel kapasiteyi daha fazla azalttığı saptanmıştır. Dört yıllık bir süre içinde depresif belirtiler, yürüme hızı ve ayakta dururken birkaç pozisyonda ya da sandalyeden kalkarken dengenin korunması gibi fiziksel performansla ilgili işlevlerde %55 azalmaya yol açtı. Fiziksel performanstaki bu azalma, ağır depresyonu olan daha yaşlı erişkinlerde en belirgin düzeydeydi; ancak depresyonu aynı ölçüde ağır olmayan yaşlılarda da depresyonun benzer etkileri olduğu görüldü. Bu hastalığa ait en az 5 tipik belirtinin, en az 2 hafta devam etmesi durumunda, majör depresyon tanısı konulur. Ancak bu belirtilerin sadece birkaçının bulunması bile sıkıntıya ve işlev yetersizliğine yol açabilmektedir. Sürekli olarak depresyon belirtileri bulunan herkesin, bir hekim tarafından muayene edilmesi gerekir. Neyse ki, depresyonda etkili olan birkaç tedavi şekli bulunmaktadır.
Depresyon Semptomları: - Sürekli olarak hüzünlü, kaygılı ya da "boşluk" hissi ile nitelenen duygu durumu. - Cinsel ilişki de dahil olmak üzere çeşitli etkinliklerden zevk almama ya da bunlara ilgi duymama. - Huzursuzluk, çabuk irkilme ve aşırı ağlama - Suçluluk, değersizlik, çaresiizlik, umutsuzluk ve kötümserlik duyguları - Çok az ya da aşırı uyuma - İştah ve/ya da kilo kaybı ya da aşırı yeme ve kilo alma - Enerji azalması, yorgunluk, "yavaşlama" hissi - Dikkatini toplama, hatırlama ya da karar vermede zorluk - İntihar düşünceleri ya da girişimler.
Tedavi Seçenekleri: - Psikoterapi : Terapistle görüşmelerin yapıldığı birkaç tedavi yönteminin etkili olduğu görülmüştür. Bu tedaviler, ilaç uygulamasıyla birlikte yürütülebilmektedir. - İlaç Tedavisi : Antidepresan ilaçlar, genellikle hastaların üçte ikisinden çoğunda etkili olmaktadır. Günümüzde hekimler birkaç tip antidepresan arasında seçim yapabilmektedir. - Elektrokonvülsif Tedavi (EKT) : Özellikle diğer tedavilere yanıt vermeyen, daha ağır depresyonu olan hastalara uygulanır. DISKI TUTAMAMA
Abdest tutamama hali bağırsak hareketlerini kontrol edebilme yeteneğinin kaybolmasıdır. Bu bozukluk yetişkin bir kimsede görülürse problem bu durumu yaratan şartlardan kaynaklanır. Çocuklarda görülen benzer durum için (Encopresis) kontrol edememe halini doğurabilecek, sebebi tespit edebilmek ıçın doktorunuz size sorular soracaktır.
Sorular hapşırmakla, öksürmekle ilgili olabilir, ayrıca bu hal geceleri mi oluyor ve başka ilgili belirtiler var mı? Doktor bunları da öğrenmek isteyebilir. Ancak sfinkterinizi (kas) muayene ederek bu bölgedeki adalelerin sağlam olup olmadığını belirleyecektir. Doktorunuz ayrıca özel incelemeler de isteyebilir. Elektromiografi veya rektal ve anal bölgedeki çeşitli baskıları belirlemek için özel aletlerin kullanılması bu incelemeler içine girer. Dışkıyı tutamamak, rektumdaki, anüsdeki veya preanal bölgedeki apsenin veya iltihabın arkasından ortaya çıkabilir. Bu bölgede yapılan bir ameliyatın neticesi olabilir. Doğum sırasında olabilecek bir yara olaya yol açabilir. Özellikle eğer anal sfinkter iyiyse bu hal sinir sistemindeki bir rahatsızlıktan bilhassa omuriliği etkileyen bir bozukluktan sonra meydana gelebilir.
Abdest tutamamak genelde yaşlılarda görülür. İleri yaşlarda küçük ve büyük abdest kontrol eden kaslar ve bağlar zayıftır ve fiziki rahatsızlardan daha çabuk etkilenirler. Tutma kabiliyetinin kaybı yaşlılığın şartı değildir. Ayrıca yaşlılarda dışkıların birikip sıkışması da daha sık görülür. Genelde kabız kimselerde olur. Fakat sıkışan dışkı bağırsağı tamamen tıkamaz ve dışkının sıvı halindeki bölümü geçer ve kontrol edememe halini doğurur.
Yetişkinler arasında özellikle eğer anal sfinkter iyi durumdaysa bu problemi halletmek için bağırsakları terbiye etme programına başlanabilir. Bazen hacim genişletici (kronik kabız) de buna dahildir. Doktorunuz tuvalete çıkmak için her gün belli bir süre tuvalette oturmanızı tavsiye edebilir.
Bu günün kalan zamanında kontrolü sağlamanızı temin edebilir. Su içmeniz ve taze meyve sebze yemeniz de tavsiye edilecektir. Bu bazen daha normal dışkı yapmanızı ve daha seyrek dışarı çıkmanızı sağlar.
Bazı zaman özellikle eğer sfinkter zedelenmiş ise doktorunuz bir cerrahi müdahale tavsiye edebilir. DIYAFRAGMATIK FITIK
Diyafragmatik fıtık, diyaframda normal olmayan bir açıklığın karın bölgesi içeriğinin bir kısmının göğüs bölgesine doğru taşmasını mümkün kıldığı durumlarda meydana gelir. Çok ciddi vakalarda, mide ve barsakların büyük bir kısmı, kalp ve akciğerlerin yer değiştirmesine neden olur.
Bu anormallik doğumdan kısa bir süre sonra bebeğin fıtık yüzünden solunum güçlüğü çekmesi ile teşhis edilir. Bu durum bebeğin yaşamını tehdit eden bir durumdur ve acilen ameliyat edilmesi gerekir. Bununla beraber; çoğunlukla fıtık aylar sonrasına kadar kendini belli etmeyebilir.
Geç ortaya çıkan diyafragmatik fıtık semptomları arasında kusma, ağır karın ağrıları, beslenme sonrası rahatsızlık ve kabızlık sayılabilir. Kimi zaman herhangi bir belirti ortaya çıkmaz ve problem ancak rutin röntgen çekimleri esnasında keşfedilebilir. Eğer doktorunuz bebeğinizde diyaframatik fıtıktan kuşkulanıyor ise, teşhisi desteklemek için röntgen çekimine gerek duyulabilir.
Ameliyat gerekli bir tedavi şeklidir. Doğduktan sonraki ilk 3 gün esnasında diyafragmatik fıtık teşhisi konan ve hastalıktan ciddi şekilde etkilenmiş olan bebeklerde, ölüm oranı %50 dir. Bununla beraber, solunum güçlüğü şikayeti olmayan bebeklerin çoğu hayatta kalmayı başarabilir. DIZ YARALANMALARI
Diz eklemi, bacağınızın üstüne bastığınızda ortaya çıkan darbe etkisini azaltmak için yastık benzeri oluşumları kapsar. Bu oluşumlarda yırtılma veya zedelenme ortaya çıkarsa ağrılı diz hastalığı da denilen diz incinmeleri oluşur.
Belirtiler
- Dizde ağrı ve şişme
- Dizin sağlam basamaması, sendeleme duygusu
- Bir patlama sesi, bir sürtünme duygusu veya eklemin fiziki olarak kilitlenmesi
- Diz belirli bir pozisyonda sertçe kilitlenirse veya bir travma olayı şiddetli bir ağrı meydana getirip de diz normal fonksiyonunu yapamaz olursa derhal tıbbi yardım sağlayınız.
Diz eklemini yaralanmalara duyarlı hale getiren iki önemli faktör bulunmaktadır. İlki, dizin konumu, dizi beklenmedik darbelere maruz kalmasına ve sürekli kullanılan bir eklem olmasına neden olmaktadır. İkincisi, dizin yapısının karmaşıklığıdır. Dizin hareket aralığı, vücuttaki diğer eklemlere benzemez: Bükülme dışında, daha karmaşık hareketleri de yapmamızı sağlar.
Teşhis
Bir diz yaralanmanız olduğu zaman, çeşitli pozisyonlarda muayene edilmesi gerektiği için, doktorunuz hareket ettirdiğinde ağrıyı azaltmak amacıyla uyuşturucu bir ilaç verebilir.
Dizin dıştan muayenesinden sonra, dizin içindeki yapıların ve oluşan hasarın görülmesi-ni sağlayan testler yapılabilir. Geleneksel yöntem diz röntgeninin çekilmesidir. Diğer yöntemler arasında, artrografi (eklem boşluğuna boyalı bir madde verildikten sonra röntgen çekilmesi) ve manyetik rezonans (MRI; manyetik bir alana dokunun verdiği yanıtın bir bilgisayar tarafından yorumlandığı, eklem yapısını gösteren yöntem) sayılabilir. Artroskopi (eklem boşluğunun, küçük bir kesiden eklem içine sokulan fiberoptik bir boru aracılığıyla incelenmesi) de yapılabilir.
Diz incinmelerinin şiddet derecesi farklılık gösterir, bu mafsalın uğradığı hasarın tipine bağlıdır. Çoğu diz incinmelerinin sınıflandırıldığı birkaç ana grup vardır. Hepsi de mafsalda ağrı ve dengesizlik güçsüzlük meydana getirebilir.
Menisküs Yırtıkları
Menisküs dizde, uyluk kemiğinin ucuyla kaval kemiği uçları arasında bulunan yarımay şeklinde bir kıkırdaktır. Belirli darbe ve bükme zedelenmeleri ve menisküsde yırtılmaya yol açar ve mafsalda ağrı yapar. Bazen zedelenme anında bir ses duyulur.
Çoğu zaman bu zedelenme sizin bükülüp kalmanıza yol açacaktır. Bazı durumlarda, ayağa kalkıp hatta aktiviteye devam edebilirsiniz, fakat büyük ihtimalle dizdeki bir kıkırdak yırtılması derhal şişmeye ve sürekli ağrıya sebep olacaktır. Birkaç haftalık bir sürede iyileşse bile nüksedebilir.
Serbest Cisimler
Bazı diz zedelenmelerinde diz kapağının veya kıkırdağın (menisküs) parçaları yerlerinden kopar ve mafsal boşluğunda rasgele dolaşmaya başlar. Bunun yaptığı etki bir kapıya kalem sıkışmasına benzer. Küçük bir başıboş kıkırdak parçası bile diz mafsalına takılıp mafsalı "kilitleyebilir veya ağrı yapabilir.
Tedavi
Diz incinmesi için gereken tedavi her incinmeye göre farklıdır. Nispeten küçük diz zedelenmeleri için uygun tedavi yaklaşımı koruma, dinlenme, buz, kompres ve yükseltme olarak özetlenebilir. incittiğiniz zaman dizinizi kullanmayı bırakın. Şişmeyi sınırlı tutmak için buz ve bandaj (sarma, sıkıştırma kullanın. Ağrıyı ve şişmeyi azaltmaya yardımcı olmak için bacağınızı yükseğe kaldırın.
Eğer ekleminiz ağır şekilde hasar görmüşse rekonstrüktif cerrahi gerekecektir, belki kemikleri, eğer yerinden çıkmış veya kırılmışsa yerine yerleştirmek için, veya kopan veya yırtılan bağları tekrar yerine bağlamak için çoğu zaman, ufak zedelenmeler için büyük bir yer açmadan küçük bir bölgede yapılan bir işlem olan artroskopi ile tamir edilebilir.
Rehabilitasyon
Ameliyattan sonra, ilk iyileşme süresi içinde bir destek aracı, aparey veya alçı uygulanabilir. Dizi hareket ettirmenize izin verildikten sonra hareket kapasitesini geri döndürmek ve mafsalın gücünü tekrar kazanması için size bir egzersiz program verilecektir. İyileşmenizi bir fizik tedavi teknisyeni veya rehabilitasyon uzmanı gözlemleyebilir. DOLAMA
Dolama, tırnağın çevresindeki derinin yüzeysel bir enfeksiyonu olup en büyük sıklıkla stafilakoklar veya mantar tarafından meydana getirilir. Bu durum genellikle bir şeytan tırnağını ısırıp kopartma gibi bir yaralanmanın veya tırnak dibindeki deriyi bir işleme tabi tutmak veya deri itmek gibi hareketlerin sonucu olur.
Tırnağa bitişik olan cildin üzerinde kırmızı, şişkin bölge ile kendini gösterir.
Bakteriyel dolama genellikle ani ve ıstıraplı bir enfeksiyondur. Yüzeysel cerahat dolu kabarıklar belirebilir. Tutulan bölgeyi bastırınca cerahat sızıntısı olabilir.
Dolamanın bir başka çeşidine mantar enfeksiyonu sebep olur ve bu, şeker hastalığı olan kişilerde ve ellerini uzun süre su içinde bulunduranlarda yaygındır. Mantar enfeksiyonları ağır ağır gelişir, fakat inatçı olma eğilimi gösterir. Bazen hem bakteriler hem de mantar vardır, böylece daha fazla şişme ve cerahate yol açılır.
Akut bir enfeksiyon tırnağın çevresinden ve epidermisten dolaşarak bunların altına işleyip ağrılı bir apse meydana gelmesine yol açar. Tırnak dibindeki deri kabarır. Tırnak ayrılabilir.
Tırnakta bozulma veya renk atması meydana gelir. Nadir olmakla birlikte, bu enfeksiyon parmağın içine işleyerek tendon dokusuna yayılabilir. Deri boyunca görülen kırmızı çizgiler, bakteriler kanınıza karıştığının işaretidir. Eğer böyle bir durum olursa, doktora gidin. Teşhis için dolamaya hangi tip mikroorganizmanın neden olduğunu belirlemek amacıyla cerahat kültürü yapılabilir.
Tedavi
Sıcak banyolar: Dokuların iltihapla şişmesini azaltmaya yardım edecektir. Bunları takiben bir antibakteriyel madde (bakteri enfeksiyonları için) sürülebilir veya eğer bir mantar enfeksiyonu varsa yüzde 1 lik gentian violet solüsyonu kullanılabilir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:14 pm | |
| DUPUYTREN KONTRAKTURU
Bu hastalık adını 19. yüzyıl başlarında yaşamış ve onu tarif etmiş olan Fransız cerrahı Baron Dupuytren den almıştır. özelliği cildin altındaki dokunun üstünün sertleşmesidir (palmar fascia).
Belirtiler
- Bir veya birkaç parmağı açamamak,
- Avuç içinde küçük bir şişkinlik veya sertlik.
Dupuytren kontraktürü genellikle ağrılı değildir, fakat elde ilerleyen bir deformasyon meydana getirebilir. Aynı zamanda ayak tabanında da buna benzer doku sertleşmesi ve çekmesi görülebilir. Bu rahatsızlık en çok yüzük parmağı ve küçük parmakta oluşur fakat herhangi bir parmağı, ayak tabanını hatta penisi etkileyebilir.
Hastalığın nedeni bilinmemektedir. Fakat kalıtım öğesi güçlü görülmektedir. Çünkü bu problem aynı ailenin bireylerinde daha fazla görülür. Bir diğer ortak özellik, orta yaşlı erkekler olup bazıları alkolik veya epileptiktir. Bu bağlantının nedeni bilinmiyor. Tek bir travmatik olaya bağlı olma ihtimali fazla değildir.
Teşhis
Bu hastalığın teşhisi için fizik muayene genellikle yeterlidir. Hasta bölgenin üzerindeki derinin çukurlaşması oldukça karakteristiktir. Derinin altında, hareket ettirilemeyen bir doku şeridi de olabilir. Bileğin pozisyonundaki bir değişiklik kontraktürü etkilemez.
Teşhis koyulduktan sonra, hastalığın ilerlemesini gözlem altında tutmak önemlidir. Doktorunuz avuç içiniz aşağı gelecek şekilde elinizi düz bir yüzeye koymanızı isteyebilir. Eğer bu durumda parmağınızı açamazsanız, tedavi gerekebilir. Testin sonucu negatif bile olsa, zaman zaman bu testi tekrarlamanız gereklidir. Sonuç, durumun kötüleştiğini gösterirse, ameliyat yapılabilir.
Bu sık rastlanan hastalık, çoğunlukla ağrılı olmamasına rağmen parmakların esnekliğinin gittikçe azalması zaman içinde rahatsızlığa yol açabilir. Fakat birçok vakada tedavi gerekmez.
Ameliyat gerekli olduğu zaman sıklıkla, normal hareket yeteneğinin tamamı veya çoğu geri dönebilir, yine de, bazı kimselerde rahatsızlık nüksedebilir.
Tedavi Ameliyat
Ameliyat, büzüşmüş dokuların çıkarılması ve bazı vakalarda vücudun diğer bölgelerinden alınan derinin bu bölgeye nakledilmesi (gref) ya da diğer cerrahi girişimlerden oluşur. El birkaç gün ya da hafta açık pozisyonda parmaklarla birlikte sarılacak ve daha sonra parmak ve el egzersizlerinden oluşan fizik tedavi başlayacaktır. DUSUK TANSIYON (HIPOTANSIYON)
Kan basıncının düşük olması nadir olarak görülen bir durumdur. Genel olarak sağlık açısından her hangi bir tehlikesi yoktur; dahası tansiyonu düşük insanların daha uzun yaşasığını ve kalp ve böbrek hastalıklarına daha az yakalandıklarına dair bulgular mevcuttur. Bununla birlikte, bazı araştırmacılar tarafından sikulatuvar asteni (dolaşım zayıflığı denebilir) denilen bir hastalık tanımlamışlar ve bunun tedavisine yönelik oalrak, kan basıncını yükselten ilaç geliştirmişlerdir.
Tansiyon düşüklüğü olanlarda ani kalkışlar sırasında; hafif bir başağrısı ve zihin bulanuklığı olabilir. Bunu engellemenin en iyi yolu pozisyon değiştirirken dikkatli olmaktır.
Sürekli yorgunluk ve halsizlik hissedenlerin bazılarında sinirsel kaynaklı tansiyon düşüklüğü olduğu ileri sürülmektedir. Bu kişilerde uzun süre ayakta durmaya, egzersize veya sıcak ortamlarda uzun süre kalmaya bağlı olarak ani tansiyon düşmeleri meydana gelmektedir. Johns Hopkins Universitesinde gerçekleştirilen bir çalışmada, bu tür rahatsızlığı olanlara bol-tuzlu diyet ve kan basıncını yükselten ilaç vermeyi müteakip hastaların %75 inde, yorgunluk şikayetlerinin ortadan kalktığı gözlenmiştir.
Benzer bir durum yaşlılarda da meydana gelebilir. Yaşlılarda özellikle yemeklerden sonra kanın sindirim organlarına hücum etmesine bağlı olarak, bir halsizlik hissedilebilir. Bu duruma yemek-sonrası tansiyon düşüklüğü adı verilir ve genellikle tansiyonu yüksek olan hastalarda gözlenir. Bu kişilerde asıl problem, kan basıncının yüksekliğinden dolayı, göreceli olarak dolaşımda azalmış olan kanın hayati organlardan olan beyne pompalanmasının azalmaya uğramasıdır. Eğer böyle bir probleminiz varsa, günde en az 6 bardak su içerek damar içinde dolaşan kan miktarını arttırın ve yemeklerden sonra az bir miktar yürüyün.
Kan basıncı düşük olan yaşlılarda ölüm oranının daha fazla olduğunu iddia eden araştırmacılar bulunmakla birlikte, sorunun kanbasıncından kaynaklanmadığını öne sürenler de vardır; bunlara göre sorun kalpten kaynaklanmaktadır ve tedavi edilebilmektedir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:15 pm | |
| EKTODERMAL DISPLAZI (Ectodermal Dysplasia)
Deri ve derinin eklerinin (saç, tırnaklar, dişler ve ter bezleri) gelişim bozukluğu ile kendini gösteren kalıtımsal bir hastalıktır. Ektodermal displazinin çok sayıda tipi bulunmakla birlikte en sık rastlanılan tipi; X-kromozomuna bağlı olarak geçiş gösteren anhidrotik ektodermal displazidir (terleme yokluğu/azlığı ile birlikte olan tipi) ve sadece erkeklerde gözlenir. Otozomal kromozomlara (cinsiyet kromozomları dışındaki kromozomlar) bağlı olarak dominant (baskın) geçiş gösteren diğer bir tipi ise hem erkek hem de kız bebeklerde aynı oranda gözlenir. Otozomal dominant tip ile X-geçişli tipde gözlenen şikayetler ve belirtiler aynıdır.
Ektodermal displazide, derinin tüm ekleri değişik derecelerde etkilenmiş olabilir. Anhidrotik ektodermal displazide ter bezlerinin anne karnında iken gelişmemesi sonucu meydana gelir. Etkilenen bebeklerde vücut sıcaklığının kontrolünde sorun vardır ve çok hafif hastalıklarda bile son derece yüksek ve tehlikeli ateş yükselmesi gözlenebilir, çünkü teleyerek ateşin kontrol mekanizması ortadan kalkmaktadır. Yetişkin hastalarda ise sıcak ortamlarda bulunmak ve çalışmak zorlaşır.
Mukozaların (vücudun iç boşluklarını döşeyen deri) tutulduğu hastalarda burunla ilgili kronik enfeksiyonlar daha sık gözlenir, solunum yolu enfeksiyonları artmıştır ve burundan sürekli kötü kokulu bir akıntı gelebilir. Saç telleri çok ince olabilir veya saçta dökülmeler görülebilir. Cİlt ince ve rengi açık olabilir. Diş gelişimi anormaldir ve bir çok diş eksik olabilir.
Bu hastalıktan korunmak için yapılması gereken en önemli şey; ailesinde ektoermal displazi olduğu bilinen anne - babaların hamilelik öncesi genetik danışmanlık hizmetleri için için ilgili bir birime müracaat etmeleridir, hamilelik sırasında hastalığın saptanmasını sağlayacak bir analiz bulunmamaktadır.
Belirtiler ve Şikayetler
- diş sayısının az olması
- sivri dişler
- diş çıkmasının gecikmesi
- terleme yokluğu
- gözyaşı yokluğu (nadiren)
- ince deri
- cilt rengi açıklığı
- kötü kokulu burun akıntısı
- sıcağa tahammül edememe
- vücut sıcaklığınd aani yükselmeler
- ince saş telleri
- saç yokluğu
- tırnaklarda şekil bozukluğu (kalınlaşma)
- burunda basıklık
Tanı
Biyopsi ile tanı konur (deri ve mukozalardan örnek alınır).
Tedavi
Ektodermal displazinin özel bir tedavisi yoktur.
Tedavide genelde kozmetik yöntemler kullanılır: Takma diş veya protez, saç için peruk gibi çözümler kullanılabilir. Gözlerde kurumayı engellemek için sentetik gözyaşı damlaları kullanılabilir. Burundaki akıntıları ve enfeksiyon gelişimini engellemek için sık sık bir hekim tarafından burun iç kısmının temizlenmesi gerekebilir.
Erken yaşlarda panaromik diş grafisi çekilir. Erken aşamada protezlerin kullanılması yüzde yapısal anomalilerin ortaya çıkmasını önleyebilir. Daha yeni yöntemlerden biri de protetik dişlerin içine yerleştirildiği kemik implantları kullanmaktır.
Vücut sıcaklığının kontrolü sürekli bir problem olabilir; sık sık soğuk su ile duş almak, serin ortamlarda bulunmak ve serinletici spreyler kullanmak gerekebilir. Aktiviteler, giysiler, soğutma yöntemleri ve hatta daha serin iklimli bir yere taşınmak gerekebilir.
Anhidrotik ektodermal displazili hastalarda atopik ekzema da sıktır ve tedavi edilmelidir. Hastaların çoğunun derisi kurudur ve nemlendiriciler kullanılmalıdır. Palmoplantar keratoderma varsa keratolitikler kullanılır.
Bu hastalıkla birlikte bulunabilecek yarık damak ve dudak, uretral stenoz, vaginal adezyonlar, mukozal ve kutanöz malignite, sindaktili ve diğer yapısal anormallikler için cerrahi tedavi gereklidir. Mukozal lökoplaki ve atrofik deri bulunursa malignite açısından; diskeratozis konjenita varsa kan diskrazileri için düzenli izlem gereklidir.
Tırnak distrofisi olan hastalarda özel ayakkabı kullanılmalıdır. Akut paronişi varsa antibiyoterapi uygulanır.
Sonuç
Ektodermal displazi hayat boyu sürecek ve gerekli önlemler alındığında hayatı tehdit etmeden kontrol edilebilecek bir hastalıktır. Ancak özellikle vücut sıcaklığının kontrolü konusuna özellikle dikkat edilmelidir.
Ateş yükselmesine bağlı havale geçirilebilir, bu konuya özellikle dikkat edilmelidir. Ayrıca vücut sıcaklığındaki aşırı yükselmeler beyinde hasara neden olabilir. EPIGLOTIT (NEFES BORUSU KAPAKCIGI ILTIHABI)
Epiglotit nefes borusunun üstündeki ufak kıkırdağın iltihabıdır. En sık 2-5 yaş arasındaki çocuklarda görülür ama yetişkinlerde de rastlanır. Erkeklerde kadınlardan, beyaz ırkta diğerlerinden daha sıktır. Epiglotit bakteri enfeksiyonudur. Hodgkin hastalığı, lösemi ve bağışıklığı yok edici hastalıklar epiglottitisli ortam yaratırlar.
Belirtiler
- Boğaz ağrısı
- Ateş,
- Yutma zorluğu
- Kısık-boğuk ses.
- Nefes alma güçlüğü (acil).
Teşhis
Epiglotit belirtileri farenjit ve bademcik iltihabı belirtilerine benzer. Çocuğunuzda boğaz ağrısı görülür ve yutma çok güçleşir. Ateşlenirler ve sesleri kısılır. 1-2 günden uzun sürerse doktora başvurun. Doktor boğazını muayene edip, kültür testi yaptırmak için örnek alacaktır. Bakteri bulunursa, doktor antibiyotik tedavisine başlar. Belki boğaz röntgeni de ister. iltihap hızlı bir şekilde başlayıp 1-2 saatte akut hale gelir. Küçük dil şişince nefes borusunu tıkayıp nefes almayı güçleştirebilir. Kişi boynunu ileri uzatıp öne eğilerek daha yi nefes almaya çalışır. Böyle bir durumda derhal ambülans çağırın ve hastaneye ulaşın.
Tedavi
Genelde antibiyotik tedavisiyle bakteri yok edilebilir. Çok güç nefes alma hallerinde nefes borusundan içeri tüp sokularak nefes almaya yardımcı olunur (tracheostomi). EPILEPSI (SARA)
Epilepsi (nöbetleri), beyindeki ani elektriksel aktivite artışları sonucu meydana gelen ve beynin normal işlevlerini hasara uğratan bir durumdur. Epilepsili hastalar, genelde doğumsal olarak bu hastalığı taşırlar, ancak bazılarında daha sonraki yıllarda (kaza sonrası gibi) gelişebilir. Epilepsi ataklarının şiddeti çok değişken olabilir. İlk kez gözlendiğinde kesinlikle bir acil servise ve nöroloji uzmanına müracaat etmek gerekir.
Epilepsi tedavisinde antikonvülzan adı verilen ilaç grubu kullanılır, bunlar genelde yatıştırıcı etki gösterirler. Bunlardan en eskisi fenobatbital ve fenitoindir. Şu an için piyasada bu amaçla kullanılan çok sayıda ilaç bulunmaktadır. İlaçlarınızı kesinlikle bir nöroloji uzmanının kontrolünde kullanmanız gerekir.
Epilepsi için önerilen tedaviye yardımcı yöntemlerden birisi ketojenik diyettir. Bu diyet yüksek oranda yağ, az miktarda karbohidrat ve protein ile sınırlı miktarda sıvı içerir. Bu diyet vücutta keton cisimlerinin artmasına yani ketozise neden olur. Nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte bu durum (ketozis) epilepsi ataklarının sıklığını ve oluşumunu azaltır. Özellikle 1-10 yaş arasındaki çocuklarda ve ilaçlarla yeterli derecede tedavi edilemeyen (ilaçlardan fayda görmeyen) hastalarda etkilidir. Yetişkinlerde ve adölesan dönemde etkin olmadığı gözlenmiştir.
Aşağıda epilepsi hastalarının tedavilerine yardımcı olabilecek bazı öneriler sunulmuştur, ancak BU YÖNTEMLERDEN FAYDA GÖRSENİZ BİLE KESİNLİKLE HEKİMİNİZE DANIŞMADAN İLAÇALRINIZI BIRAKMAYI VEYA İLAÇ DOZUNU DEĞİŞTİRMEYİN.
- uyarıcı özelliğe sahip tüm alışkanlıklarınızı bırakın: tütün, kahve, kola, çikolata gibi.
- yemeklerle birlikte hergün 3 kez 500 mg kalsiyum ve 250 mg magnezyum alın. Bunlar sinirlerin aşırı uyarılabilirliğini azaltmaya yöneliktir.
- vitamin - E alın. bu konudaki çalışmalar yetersiz olmakla birlikte, fayda sağladığı hastalar bulunmaktadır. önerilen doz 40 yaş altındakiler için 400 IU / gün, daha yaşlılar içinse günde 800 IU dir.
- solunum egzersizleri ve stres kontrol egzersizleri yapın.
- bu yöntemler muhtemelen ilaç kullanma gereksiniminizi ortadan kaldırmayacaktır, ancak uzun sürede ilaç dozunu azaltmanıza yardımcı olacaktır. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:17 pm | |
| FARENJIT
Farenks (Pharynx) bademciklerle ses kutusu arasında kalan kısımdır. Dolayısıyla farenjit boğaz ağrısı denilen hastalığın başka bir adıdır. Bu akut veya kronik olabilir. Akut farenjite sebep ya bir bakteri (beta-streptococcus) veya bir virüstür. Beta-Streptococcus hastalığına strep throatı adı da verilir. Kronik şekli sürekli sinüs, akciğer veya ağız enfeksiyonundan olabilir ve sinüslere yayılır.
Belirtiler:
- Boğaz ağrısı,
- Yutma güçlüğü,
- Ateş.
Ayrıca çok alkol, sigara veya kötü, dumanlı hava solumak da başlıca sebepleri arasındadır.
Teşhis
Boğazınız kızarıp şişerek, yutkunmayı ve bazen soluk almayı bile zorlaştırabilir. Cerahat da görülebilir. Boğazınızda yanma hissedebilirsiniz. Bu belirtiler birkaç günden fazla sürerse doktorunuza başvurun.
Doktorunuz boğazınızı muayene edecek ve enfeksiyon etkeninin bir bakteri olup olmadığını belirlemek için, laboratuvara gönderilmek üzere bir kültür örneği alacaktır. Ayrıca burun ve solunum yolları enfeksiyonu gibi diğer hastalıklar yönünden de muayene edecektir.
Tedavi
Çoğunda tedavi gerekmez. Ancak bakterinin yaptığı farenjit için antibiyotik verilebilir. Virüs nedeniyle olanlarda antibiyotiğin yararı olmaz.
Bol bol dinlenmeli, aspirin veya benzer bir ilaç olmalı ve günde birkaç kez ılık tuzlu suyla gargara yapmalısınız. Pastiller de rahatlatabilir.
Yumuşak yiyecekler yiyerek boğazınızı tahrişten kaçınabilirsiniz FIBROZ DISPLAZI
Bir ölçüde Paget hastalığına benzeyen fibröz displazide kemik dokusunun anormal kistik büyümesi söz konusudur. Bu hastalıkta kemik dokusu daha çok fibröz yapıdadır. Nedeni bilinmeyen bu hastalık genellikle ilk çocukluk döneminde ortaya çıkar ve birden fazla kemiği etkileyebilir. Fibröz displazinin bir tipi, kızlarda erken cinsel olgunlaşma (Albright sendromu) ile birlikte görülür.
Belirtiler
- Özellikle bacağın alt bölümünde kemik ağrısı,
- Yürüme zorluğu,
- Nadir olarak kırıklar ve birçok kemikte şekil bozukluğu,
- Çoğu kez herhangi bir belirti vermez.
Teşhis
Fibröz displazinin varlığı, kemik röntgenleri ve biyopsi yapılarak kemik dokusundan alınan örneğin laboratuvarda incelenmesi ile doğrulanır.
Tedavi
Fibröz displazi tedavi edilebilen bir hastalık değildir, ancak kemiklerdeki aşırı fıbröz büyüme ameliyatla çıkarılabilir. Kemik grefi de (başka bir kemikten alınan dokunun etkilenen bölgeye yerleştirilmesi) gerekli olabil FITIKLAR
Çoğu kimse fıtığı ağır kaldırmanın bir neticesi olarak düşünür. Esasında fıtığın genel olarak belirli bir nedeni yoktur. Herhangi bir kimse hatta yeni doğmuş bir bebeğin bile fıtığı olabilir. Karın içi organlarımız ince bir kas örtüsüyle yerlerinde tutulurlar. Bu organlardan birinin herhangi bir kısmı bu kas örtüsünün zayıf bir yerinden dışarı çıkar ve fırlarsa veya bu kas duvarını yırtarsa, fıtık oluşur.
Belirtileri
- Eğilirken veya bir şey kaldırırken rahatsızlık duymak;
- Kasıkta hassas bir kitle bulunması.
Karın bölgesini etkileyen üç tip fıtık vardır. Kasık (inguinal) uyluk (femoral) ve göbek (umblikal) fıtığı. Başka bir fıtık da hiatal fıtıktır. Bu da diyaframın yemek borusuna açılan deliğinden (midenin bir bölümünün) fırlamasıdır. Eğer sıkışan bağırsak parçasına kan gitmezse buna bağırsak düğümlenmesi denir.
Kasıkta Görülen Fıtık
Erkeklerde fıtık ekseriyetle testise uzanan sperm kordonunun karından çıkıp skrotuma (torba) girdiği yerde belli olur. Bu geçitteki (halka) bağ dokusu (dış kasık bağı) zayıflarsa, bağırsağın bir bölümü buradan dışarı çıkabilir ve kasık bölgesinde bir kitle oluşturur. Bu doğrudan (direkt) kasık fıtığıdır.
Karından çıkan bir bağırsak kitlesi sperm tüpünün yolunu izleyip skrotumdan (torba derisinden) içeri girerse buna dolaylı (endirekt) kasık fıtığı denilir. Bu fıtık çok sancılı olabilir ve skrotumu şişirebilir. Bu iki tür fıtık erkeklerde görülen her 5 fıtığın dördünü oluşturur. Kadınlarda kasık fıtığı az görülür ve karından mesaneye idrar yolu geçitleri saran dokularla bir araya geldiği yerde meydana gelir.
Uyluk Fıtığı
Özellikle şişman veya hamile kadınlarda görülür ve uyluğun üst kısmındadır. Ana kan damarlarını (uyluk arteri) bacağa taşıyan kanalda oluşur. Bu fıtık ekseriyetle kasıkta görülen fıtıktan biraz aşağıdadır. Uyluk fıtığının düğümlenmesi olasılığı diğer bütün fıtıklardan daha fazladır.
Göbek Çevresi Fıtığı (Paraumilical Hernia)
Bu tür fıtığa çok daha az rastlanır. Göbeği saran karın duvarındaki zayıflık nedeniyle göbekte bir kitle meydana çıkar. Bazı yeni doğmuş bebeklerde buna benzer bir problem görülür ve ona göbek fıtığı denir. Bu türde bağırsağın bir kısmı bir kısmı kanına dönmek yerine göbek kordonunda kalmıştır.
Kesi Yeri Fıtıtı (Incisional Hernia)
Cerrahi bin müdahaleden sonra gerektiği gibi eski halini almayan bir karın duvarı fıtık yapabilir. Bu tip fıtıklar genellikle az problem yaratır. Fakat bağırsakların bir bölümü fıtıktan dışarı çıkıp rahatsızlık verebilir.
Baskı yapılarak karın duvarından geri (içeri) itilemeyen fıtıkların sıkışmış ve düğümlenmiş olması mümkündür.
Tedavi edilmezse, düğümlenmiş ve sıkışmış olan kısım dolaşan taze kandan oksijen alamaz. Neticede kangren olur. Bu da hayatı tehlikeye atan ve derhal ameliyat gerektiren bir durumdur.
Tedavi
Ameliyat : Birçok fıtık için en iyi tedavi fıtığı ameliyatla karına geri itmek ve karın duvarındaki zayıf adaleyi dikmektir. Ameliyattan aşağı yukarı bir ay sonra güç gerektiren normal hareketlerinizi yapmaya başlayabilirsiniz.
Diğer Tedaviler
Korsa giymek kabul edilebilir bir fıtık tedavisi şekli değildir. Doktorunuz ameliyattan önce problemin ilerlemesini önlemek üzere korse giymenizi isteyebilir. Bu kalıcı bir çare değildir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:19 pm | |
| FOLIK ASIT EKSIKLIGI
Folik Asit Eksikliği Erkeklerde Kısırlığa mı Neden Oluyor ?
Vitamin B9 olarak da bilinen Folik asit, özellikle sebzelerde, portakal suyunda ve tahıllarda bulunuyor. Bugüne kadar folik asitin, özellikle hamilelik döneminde bebeğin sağlıklı bir şekilde gelişimi için olan önemi üzerinde durulmakta idi.
Ancak Kaliforniyalı araştırmacılar folik asit ile ilgili yaptıkları bir çalışmanın sonucunu açıkladıklarında, bu vitaminin farklı bir rolü üzerinde de durulmaya başlandı. Araştırma sonuçlarına göre erkeklerde genelde kısırlıkla birlikte olan sperm sayısı azlığı durumunda aynı zamanda folik asit (bir tipi) eksikliği de bulunduğu saptandı.
Araştırmacılardan Lynn Wallock (Oakland Araştırma Enstitüsü Çocuk Hastanesinde araştırma görevlisi), yaptığı açıklamada sonuçların erkek üreme sağlığı açısından önemli olduğunu gösterdiğini belirtti.
Ancak Kaliforniya Üniversitesi üroloji bölümü öğretim görevlilerinden Paul Turek, sperm sayısının erkek üreme yeteneğinin ancak bir kısmının göstergesi olduğunu belirterek söz konusu çalışmada incelenen sperm sayısı düşük erkeklerin çoçuk yapıp ypamadıklarının incelenmediğini ve erkeğin üreme yeteneği bakımından normal olması için mutlaka normal sperm sayısına sahip olmasının gerekli olmadığını söyledi.
24 sigara içen ve 24 sigara içmeyen erkeğin incelendiği çalışmada aynı zamanda, düşük folik asit seviyesinin sperm içindeki DNA bozuklukları ile de ilişkili olabileceği saptandı. Wallock, bu durumun bebeklerdeki doğumsal defektlerle ve yavrunun ileri yaşlarda orataya çıkabilecek kanser hastalıkları ile de ilişkili olabileceğini söyledi. Çalışmanın tamamı Fertility & Sterility dergisinin son sayısında yayınlandı.
Wallock, "Bazen sperm sayısını normal düzeyde saptayabiliriz, ancak sperm içindeki DNA hasarlı olabilir. Sperm hücresi DNA içeriden bir paket taşıyıcısıdır. Taşıyıcı paketi çok iyi bir şekilde yerine ulaştırabilir, ancak paket açıldığında içindeki DNA nın hasarlı olduğu ortaya çıkar" dedi. Ancak bu tespit de öncekiler gibi eleştirilere maruz kaldı.
Turek, bu çalışmanın folik asit düzeyi ile doğumsal defektler arasındaki potansiyel riski ortaya koyamayacak kadar basit olduğunu belirtti ve bu çalışma ile tür spekülasyonları ortaya atmanın erken olduğunu söyledi.
Oregon Sağlık Bilimleri Üniversitesinden Peter Sutovsky, bu çalışmanın gereksiz yere bazı sigara içenlerin çocuklarına kanser bulaştıracakları (geçirecekleri) korkusuna yol açabileceğini söyledi. Ve bu çalışmada sigara içenlerde sadece bir folik asit tipinin eksikliğinin saptandığının altını çizdi.
Çalışmadaki sigara içenlerin sigara içmeyenlere göre daha yüksek sperm sayılarının olduğuna dikkat çeken Sutovsky, sigara içenlerin spermlerinde DNA hasarı bulunma oranının daha yüksek olmasından dolayı vücudun üretkenliği koruyabilmek için daha fazla miktarda sperm ürettiğini ortaya attı.
Bu üç araştırmacının konu üzerindeki birleştikleri ortak konu ise, erkek üreme sağlığının devamı için iyi bir diyetin gerekli olduğu.
Turek, kısırlık problemi olan erkeklerin iyi yemeleri, iyi uyumaları, streslerini azaltmaları ve vücutlarına bir mabet yeri gibi özenli davranmaları gerektiğini söyledi. "İyi üreme sağlığı iyi bir beden sağlığı ile mümkündür" dedi.
Wallock, erkeklerin her gün 5-9 porsiyon sebze ve meyve yemeleri gerektiğini söyledi. 1998 yılında devletin aldığı kararla belirli yiyeceklerin foli asit ilave edilerek güçlendirildiğini ve çoğu erkeğin yeterli miktarda folik asit aldığını belirtti. Bununla birlikte folik asit ilavesinin tam etkisinin bilimediğini söyleyen bayan araştırmacı, yüksek miktarda alkol alan, bazı mide ve barsak rahatsızlıkları bulunan ve kanser tedavisi için antifolat ilaçlar kullanan erkeklerin besinlerdeki folik asitten yeterince faydalanamayacaklarını iave etti.
Ne Yapmalı ?
Eğer bebeğiniz olmuyorsa (erkek veya dişi olmanız farketmez) yediklerinizi gözden geçirin. Wallock, bu küçük çaplı araştırmanın bile beslenme ile erkek üreme sağlığı arasında olası ilişkiler olabileceğini gösterdiğini söyledi ve folik asit yemek konusunda da aşırıya kaçmamak gerektiğini, çünkü nadir de olsa aşırı folik asit tüketiminin hastalığa neden olabileceğini söyledi. GALAKTORRHEA
Normal olarak, sadece doğum yaptığınızda veya 1-2 gün evvel süt salgılarsınız. Eğer bunun dışında memelerinizden süt sızarsa olağan dışı bir durumunuz var demektir; buna galaktorrhea (Yunanca gala: süt, rhoia: akıntı) denir. Araştırmacılar vakaların yüzde 50 sinde sebebin bulanamadığını, yüzde 25 de sebebin, prolaktinma denilen bir tür hipofiz tümörü olduğunu söylemektedirler. Bu tümör genellikle selim olmasına karşın, süt üretimini düzenleyen prolaktin hormonu salgılar. kalan yüzde 25te galaktorrhea çeşitli nedenlere bağlı olabilir (Örneğin, hipertiroidizm belirtisi veya bir ilacın yan etkisi), Galaktorrhea ya sebep olan ilaçlar methildopa (yüksek tansiyon için kullanılan bir ilaç), phenotiazinler (bir müsekkin grubu) depresyona karşı çeşitli ilaçlar ve dekstroamfetamin içerirler.
Belirtiler
- Genellikle her iki meme başından beyazımsı veya yeşilimsi akıntı;
- Amenore ile birlikte olabilir.
Teşhis
Doktor memenizi ve (bazen kanserle birlikte görülen kanlı akıntı olmadığından emin olmak için) memeden gelen sıvıyı inceleyecektir. Tıbbi olarak tarihçeniz, galaktorrheanın aldığınız bir ilacın yan etkisi olup olmadığını aydınlatır. Prolaktin seviyenizi belirlemek için kan testleri ve hipotalamus ve hipofizin CT scani (bilgisayarlı tomografi) yapılabilir.
Galaktorrhea bir hipofiz tümöründen kaynaklanmadığı takdirde sağlığınızı tehdit etmez. Bu cins tümörler yavaş gelişir ve bazıları sonunda olduğu gibi kalır. Çoğunlukla ilaçla tedavisi başarıyla sonuçlanır. Eğer başarısız olursa ameliyat veya radyoterapi kullanılabilir.
İlaç Tedavisi
Hipotiroidizm için tiroksin verilir. Hipofiz bir tümörünüz varsa veya testten galactorrhea için hiçbir izahat alınamıyorsa, doktorunuz muhtemelen tümörü küçültebilmek, prolatin seviyesini düşürebilmek için bromokriptin verecektir. Bromoktriptin, çoğunlukla belirlenmeyen bir sebepten de olsa, galaktorrhea yı tedavi eder.
Ameliyat
Büyük bir hipofiz tümöründe ameliyat gerekli olabilir. Çünkü bu tümörler yeniden gelişebilirler. Uzun süreli bir bromokriptin tedavisine veya radyoterapi ye ihtiyacınız olabilir. GANGLION
Ganglion, cildin altında beliren bir şişliktir, genellikle el bileğinde olur fakat bazen ayağın üst kısmında veya bileğin (el) iç tarafında veya parmaklarda olabilir.
Belirtileri
- Bilekte bir şişkinlik
- Bu şişkinlikle birlikte ağrı, özellikle bilek açıldığı veya eğildiği zaman bulunabilir fakat genelde bu şişlik ağrısızdır.
Bir mafsal veya tendon içine sızmış olan koyu bir sıvının birikmesinden meydana gelir. Genellikle dokunulduğunda esnektir ve çeşitli büyüklüklerde olabilir.
Teşhis
Bir fizik muayene yapıldıktan sonra, başka sorunların varolmadığından emin olmak için bazı testler ve röntgen gerekebilir. Teşhisi doğrulamak için bazen ultrason incelemesi yararlı olur.
Esas itibariyle zararsızdır. Fakat bileğinizde veya ayağınızda bir şişlik fark ederseniz, habis bir tümör gibi diğer nedenleri saf dışı bırakmak için bir doktora danışın. Eğer ganglion ağrılıysa doktorunuz ameliyat veya diğer yollarla rahatlama sağlayabilir fakat çoğu durumlarda bu zararsız küçük şişlik tedavi gerektirmez ve yaşayışınızı etkilemez.
Tedavi, Ameliyat
Doktorunuz ganglionu birkaç yerden iğneyle deldikten sonra üzerine basınç uygulayarak patlatabilir veya içindekileri iğneyle çekebilir. Çoğu vakalarda ameliyat gereksiz görülür fakat gangliyon ağrılı ise ve direnaja cevap vermiyorsa cerrahi olarak çıkartılabilir | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:20 pm | |
| GILBERT HASTALIGI
Doğumsal ve ailevi bir hastalıktır. Nadiren görülür. Hafif olan olgularda hastalığın farkına varılmaz. Mekanizması tam olarak bilinmemekle birlikte, karaciğer hücreleri kandaki bilirubini alamamaktadır. Bazı hastalarda karaciğer içerisine giren bilirubinin ancak bir kısmı konjüge hale çevrilebilir. Bu durumda indirekt bilirubin 10 mg a kadar çıkabilir.
Hafif derecede bilirubin artışı ile seyreden bir hastalıktır. Serumda indirekt bilirubin değerlerinin arttığı gözlenir. Toplam bilirubin düzeyi 2-5 mg civarındadır.
Doğuştan olmakla birlikte, 15-45 yaşlarında ve erkeklerde sık olarak görülür. Zararsız bir sarılık türüdür.
Hastalarda bilirubinin arttığı dönemlerde hafif bir halsizlik, bulantı ve karın üst kısmında ağrılar meydana gelebilir. Karaciğer ve dalakta büyüme olmaz.
Karaciğer testleri ve SGOT, SGPT değerleri normaldir. Karaciğer biyopsisi normaldir. Hemolitik anemi hastalığı ile karışabilir, ancak kan sayımı ile kolayca ayırt edilebilir.
Hastalık şiddetlenme ve hafifleme şeklinde seyreder. Yorgunluk, açlık, heyacan ve üzüntülerin sarılığın ortaya çıkışında ve alevlenmesinde etkili olduğunu gösteren çalışmalar vardır.
Tedavi gerektirmez, sarılık bir kaç günde kendiliğinden kaybolur. Uzun süren sarılıklarda barbitüratlar verilebilir. GLOKOM (KARASU)
Göz duvarının iç yüzeyi bir basınç altındadır. Bu durumu, kabaca, gözkapakları kapalıyken gözün üzerine iki parmakla basarak saptamak mümkündür. Göz doktorları özel aygıtlar yardımıyla bu basıncı kesin olarak saptayabilirler. Basıncın sürekli artmasına glokom ya da karasu adı verilir. Genellikle gözlerin ikisi birden bu hasta1ığa yakalanır. Hastalık, görme sinirlerinin zedelenmesine ve görüş açısının daralmasına neden olur. Göz içindeki basıncın artması, başka göz hastalıklarında da görülebilir. Fakat çoğu zaman tamamen sağ1ık1ı gözleri yakalayan bir hastalıktır ve sinirsel etkenler büyük rol oynarlar.
Belirtileri:
İki tür glokom vardır. Basit glokom, krizlere neden olmaz, ama görme güçlükleri hastayı doktora gitmeye zorlar. Ameliyatlar bu durumda etkili olmaz ve çoğu zaman muhtemel bir kör1üğün önüne geçilemez. iltihaplı glokomda geçici göz kararmaları, gözlerin önünde renkli daireler görülmesi, hafif baş ve göz ağrısı gibi belirtilerle ortaya çıkar. Şiddetli ve tek yanlı baş ağrısı, göz. boş1uğunda dayanılmaz basınçlar yapar. Alında, diş1erde, yanaklarda zonklama ve görme güçlükleri glokom krizlerinde ortaya çıkan şikayet1erdir. Göz akları kriz sırasında kanlı ve suludur. Kornea tabakası dumanlı, gözbebekleri büyük ve sabittir.
Seyri:
Glokom krizleri günlerce ya da haftalarca sürebilir. Krizler ne kadar uzun sürer ve ne kadar sık görülürse hasta1ığın iyi1eşme ~ansı da o kadar azalır. Bazen bir tek kriz kör1üğe yol açabilir. Krizler arasında tüm belirtiler sürebilir ya da iltihaplı bir durum olabilir.
Tedavi:
Erken tedavi şarttır. Eğer bir iyi1eşme olmazsa ameliyat gerekebilir. Önemle üzerinde durulması gereken konulardan biri de genel tedavidir. Heyecan ve ruhsal zorlamalardan kaçınmalı, hafif giysiler giymeli, giysinin yakaları boğazı sıkmamalıdır. Yere doğru eği1erek ça1ışma1ardan, ağır kaldırma ve ağır eşya taşımaktan kaçınmalıdır. GRIBE KARSI HAZIRLIKLI OLUN
Grip mevsimi yaklaşıyor. Özellikle aşı üreticisi firmalar tarafından grip aşısının gerekliliği üzerinde yoğun olarak durulmakla birlikte, risk gruplarına ve iş gücü kaybının büyük sorunlara yol açabileceği mesleklerde çalışanlara aşı yapılmasının faydalı olacağı söylenebilir.
Bazı uzmanlara göre, "öldürücü" bile olabilen gripten korunmanın tek yolu, her yıl aşı olmak. Ancak aşı bir yıl öncesinin en yaygın hastalık yapan 3 grip virüsüne karşı oluşturuluyor bu nedenle tam bir koruma hiç bir zaman gerçekleşemiyor. Aşının yararlı olması için salgın başlamadan önce yapılması gerektiğini, uygun başlangıç zamanının ise Eylül – Ekim ayları olduğunu belirtiyor.
Grip virüslerinin neden olduğu akut bir solunum sistemi hastalığı olan grip, alt ve üst solunum yollarını tutarak, genellikle ateş, baş ağrısı ve halsizlik gibi belirtilerle kendini gösteriyor. Bu hastalıkla, geçmişte çeşitli yollarla savaşılmasına rağmen gribin henüz tam anlamıyla tedavi edilmediği bilinen bir gerçek. Halen gripten korunma yollarının başında ve en etkili yöntem olarak aşılanma geliyor.
Toplumdaki her yaştan bireyin aşılanabileceğini, ancak risk grubundaki kişilerin, sağlık çalışanlarınının, risk grubu bakıcılarının ve aile yakınlarının aşılanmaları gerektiğine dikkat çeken uzmanlar buna karşın yumurta alerjisi olanlara grip aşısı yapılamayacağı konusunda uyardı.
Aşılama gribe bağlı ölümlerde azalmayı sağlamanın yanısıra işe ve okula devam sürelerindeki kayıpları ve ilaç harcamalarını belirgin şekilde azaltıyor. Son yıllarda grip aşısı yaptıranların sayısında hızlı bir artış gözleniyor. 1989 yılında dünyada grip aşısı yaptıranların oranının yüzde 33’den 1997’de 65.5’e yükselmesi dikkat çekiyor.
GRİP NEDİR?
Grip, Influenza denilen virüsün, solunum yoluyla insan vücuduna girerek özellikle sonbahar sonu, kış ve ilkbahar başında salgınlara neden olduğu bir infeksiyon hastalığıdır.
Grip enfeksiyonu toplumun yüzde 1’ini etkileyen önemli bir sağlık sorunudur. Toplumun yüzde 10’undan fazlasını etkilemesi ise bir grip salgını anlamına geliyor. Grip, tüm dünyada, işe devamsızlığın yüzde 10’undan sorumlu enfeksiyondur.
Grip, daha önceden de bilinmesine rağmen aslında 1918 yılında yol açtığı büyük salgınla gündeme oturmuş bir hastalıktır. İspanyol gribi nedeniyle 1918 yılında yaklaşık 20 milyon kişi öldü. Daha sonra da daha ufak çapta salgınlar görüldü. Örneğin, 1957 yılında Asya gribi diye bilinen, 1968 yılında Hong Kong gribi diye bilinen grip salgınları oldukça büyük sayıda insan topluluklarını etkiledi.
1957-1985 yılları arasında ortaya çıkan 16 salgının her birinde ABD’de 10 bin-40 bin arasında ölüm vakası kaydedilmiştir.
NASIL BULAŞIR?
Grip de nezle gibi, hasta kişilerin bulunduğu ortamlarda, hapşırma ve öksürme yoluyla ve virüs bulaşmış ellerle temas (örn.tokalaşma) sonrasında kolaylıkla bulaşır.
Enfekte olanlar enfeksiyon başlamadan 2 gün öncesinden başlayarak semptomlar başladıktan 7 gün sonrasında kadar virüs yayarlar. Bu süre içinde duyarlı kişiler için enfekte olma riski yüksektir. Dünya nüfusunun tahmini olarak yüzde 10’u ila yüzde 20’si her yıl gribe yakalanmaktadır.
RİSK GRUPLARI
Küçük çocuklar ve 65 yaşından büyük olan kişiler en önemli risk grubunu oluşturmaktadır.
Bunların dışında uzmanlar özellikle;
*Şeker hastaları
*Astım ve kronik akciğer hastalığı olanlar
*Transplantasyonlu organ nakli yapılmış hastalar
*Böbrek hastaları
*Bakımevlerinde ve huzurevlerinde kalanlar
*Bağışıklık sistemini baskılayıcı tedavi gören kişiler
*Anne adayları (gebeliğin 3. ayından sonra)
*6 aylık veya daha büyük bebeklere de grip aşısı yaptırılması gerektiğini kaydediyorlar.
Yapılan analizler sonucunda Türkiye’de bu gruptaki hasta sayısının 10 milyon olduğu belirlenmiştir.
GRİP HASTALIĞININ BELİRTİLERİ NELERDİR?
*Ateş
*Titreme
*Baş, sırt, kol ve bacaklarda ağrı
*Boğaz ağrısı ve kuru öksürük
*Halsizlik
*İştah kaybı
*Kas ve eklem ağrısı
*Bulantı
*Gözlerde yanma
*Burun aktıntısı
Grip, solunum hastalığı veya diğer kronik rahatsızlığı olanlarda çok ciddi durumlara yol açabilir.
GRİP, BAŞKA HASTALIKLARA NEDEN OLABİLİR Mİ?
Bütün üst solunum yollarında infeksiyonlara neden olan virüsler gibi, influenza, yani grip etkeni olan virüsler, sadece gribal infeksiyon tablosuyla sınırlı kalmaz;
*Farenjit
*Larenjit
*Sinüzit
*Orta kulak iltihabı da yapabilir.
Sağlıklı insanlarda grip, 1 hafta içerisinde kendiliğinden iyileşir. Ancak bazı kişilerde, örneğin kronik hasatalık nedeniyle vücut direnci zayıf durumda olanlarda, kalp-akciğer hastalığı olanlarda, yaşlılarda, şeker hastalarında, pnömoni (zatürre), meningoensefalit (beyin iltihabı), miyokardit (kalp kası iltihabı) gibi ciddi ve ağır seyredip ölümle sonuçlanabilecek hastalıklar görülebilir.
GRİBİN EKONOMİK VE SOYAL SONUÇLARI
*Üretkenliğin kaybedilmesi ile ortaya çıkan işgücü kaybı
*Küçük çocukların anne ve babalarından çocuklara geçebilecek enfeksiyon riski
*Çalışanların işlerine gidememelerinden kaynaklanan ekonomik maliyetler
*Yalnız yaşayan çocuklu kadınların hem işlerinden kalmaları, hem de çocuklarının karşı karşıya kaldıkları riskler
KORUNMA YOLLARI
Gripten korunmanın en başta gelen yöntemi grip aşılarıdır. Grip aşısı, özellikle hastalığa yakalanma ve sonrasında oluşabilecek hastalıklar yönünden risk taşıyan Yüksek Risk Grubu dediğimiz kişilere faydalıdır.
Her yıl Eylül sonu - Ekim aylarında tek doz şeklinde yapılmalıdır. Aşı ile koruyuculuk sağlıklı kişilerde %80 lere varmaktadır; yaş ilerledikçe koruyuculuk %50 - 60 lara inmekle birlikte hastalığın hafif geçirilmesi sağlanmaktadır.
Aşı uygulaması, erişkinlerde omuz kası içine veya cilt altına, 2 yaşın altındaki çocuklarda uyluğun ön-yan kısmına bir sağlık görevlisi tarafından yapılmalıdır. Her sene aşı içeriği değiştiğinden kişi o sene üretilen aşı ile aşılanmalıdır. Bu şekilde yapılan aşı, 1 yıl kadar gripten koruma sağlar. Aşı, embriyonlu yumurta kesesinden elde edilmektedir; bu nedenle yumurta allerjisi olanlar kullanmamalıdır. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:20 pm | |
| GRIP ve NEZLE
Grip mi yoksa nezle mi oldugunuzu nasil anlarsiniz ?|iki hastalik arasindaki farklar ve korunma yollari aSagida belirtilmiStir:|Grip:|Grip ve nezle ayni yollardan kiSiden kiSiye geçer. Hastalarin öksurup aksirmasindan havaya mikroplu su damlaciklari dagilir ve bunlar diger kiSilere solunum yoluyla geçer. Ancak grip, nezleden daha yaygindir. Bazi kiSilerde, özellikle 65 yaSin ustunde olanlarda zaturree gibi ciddi sorunlara yol açabilir. Kalp hastalarinda ölume neden olabilir.|Belirtileri:|Grip ateS, titreme, kaslarda agri, agizda ve bogazda kuruluk, baS agrisi, öksuruk ve yataktan kalkamayacak derecede bitkinlik ve uyuma hissi ile kendini gösterebilir. Bazi kiSilerde kusma görulebilir. Genellikle 7-10 gun surer.|Korunma Yollari:|Grip bir çogumuzu ciddi olarak etkilemese bile bazi kiSiler için hastalik tehlikelidir ve bu kiSilerin her yil gribe karSi aSi olmalari gerekir. Bunlar arasinda: - 65 yaSin uzerinde olan kiSiler - Astim dahil kronik akciger hastalari - Kalp ve böbrek hastalari ve - BagiSiklik sistemini zayiflatan ilaçlari kullanan hastalari sayabiliriz. Her zaman kendinizi saglikli hissetseniz bile eger risk grubu içinde iseniz, doktorunuzdan size aSi yapmasini rica etmelisiniz. ASi, size grip mevsimi baSlamadan önce bagiSiklik sisteminizi takviye etmeniz için olanak verecektir. Grip aSisi, yaSli kiSilerle veya bagiSiklik sistemi zayiflamiS kiSilerle ilgilenen saglik görevlileri için de tavsiye edilir. Grip aSisi, gebe kadinlar ve yumurtaya alerjisi olan kiSiler için uygun degildir. Gribi önlemenin diger yolari arasinda gripli kiSilerden uzak durmak, öksurenlerin ve aksiranlarin bulundugu kalabalik yerlere gitmemek ve bulunmamaktir. Bazen mikroplar vucudumuza ellerimizden geçtiginden, ellerimizi sik sik yikamak faydali olabilir. Olabildiginiz kadar saglikli olmaya çaliSin, sigara içmeyin (sigara içenler nezle ve gribe daha çok yakalanirlar), yeterince dinlenin ve bol bol sebze meyve yiyin.|Grip Olunca:|AteSiniz normal duzeyine inip bu seviyede yaklaSik 48 saat kalincaya kadar yataktan çikmayin. Yatak istirahati vucudunuzun virusle savaSmasina yardimci olur. Bol bol sivi Seyler için. AteS için aspirin veya parol gibi ilaçlar kullanilabilir, ancak çocuklarda aspirin kullanmayin. Belirtiler kötuleSirse, (örnegin nefes almakta guçluk, öksururken sarimsi veya yeSilimsi balgam, Siddetli baS agrisi, aSiri su kaybi gibi) veya riskli grupta iseniz mutlaka doktora gidin.|Nezle|cocuklar yilda ortalama 10 defa, buyukler ise 2-3 defa nezleye yakalanirlar. Hastaligin en kötu belirtileri 2-3 gun surer. Belirtiler arasinda hafif ateS, baS agrisi, burun akmasi ve aksirma sayilabilir. onlem ve tedavi gripte oldugu gibidir. Ancak nezlenin aSisi yoktur ve genelde hastalara yatak istirahati gerekmez. Gripte oldugu gibi, nezleye tutuldugunuz zaman da baSkalarindan uzak kalarak hastaligin onlara bulaSmasini engellemelisiniz. GRIPTEN KORUNMANIN YOLLARI
Kış, insanların en çok gribe yakalandığı mevsimdir. Belirtiler tanıdıktır, ilk olarak boğazda bir karıncalanma, ardından hapşırık gelir; nihayet burun akmaya başlar. Bunlara bir de baş, eklem ve boğaz ağrıları, öksürük eklenir ve ateş çıkar. Teşhis: grip. Çoğu zaman buna yol açan zayıf bir bağışıklık sistemidir. Soğuk algınlığına neden olan yaklaşık 200 çeşit virüse karşı bağışıklık sistemini güçlendirmek gerekir.
Soğuk duş
Her sabah soğuk bir duş, özellikle burun - gırtlak bölümünde kan dolaşımını düzenler ve saldırgan virüslere karşı iyi bir savunma oluşturur.
Sauna
Saunada terledikten sonra soğuk suyla dolu bir küvete girmek çok önemli. Soğuk suyun uyarıcılığı damarları hareketlendirir, metabolizmayı düzenler ve bedenin serbest radikallere karşı savunma gücünü çoğaltır.
Ayaklara dönüşümlü sıcak - soğuk su banyosu
Her iki ayağınızı yaklaşık 12 derece soğukluktaki suya daldırın, bir kaç dakika sonra 40 derece sıcaklıktaki suya sokun. Bir kaç defa tekrar edin. Burada dikkat edeceğiniz nokta, daima soğuk suyla bitirmeniz. Bu uygulama, ağız ve gırtlak bölümündeki mukozanın sıcaklığının bir derece yükselmesini sağlar. Bu bir derecelik fark ise, hastalığa yol açan virüsleri anında öldürür.
Dayanıklılığı arttırıcı egzersizler
Bisiklete binmek veya yürüyüşe çıkmak (en azından haftada iki defa), vejetatif sinir sisteminin düzenleme yeteneğini artırır. Ayrıca vücudun serbest radikallerden korunma mekanizmasını güçlendirir.
Doğru beslenme
Sağlıklı ve vitamin açısından zengin besinler yemelisiniz. A vitamini (süt, balık), C (narenciye), ve E (bitkisel yağlar, bakliyat) antioksidan özelliklere sahip besinlerdir. Soğan ve sarımsak, grip virüslerini öldüren bitkisel yağları içerir.
Diş etini fırçalamak
Dişlerinizle beraber, diş etinizi, damak ve dilinizi de fırçalamayı unutmayın. Bu işlem, mukozanın virüslere karşı dayanıklılığını artırır. Bağışıklık sistemini güçlendiren bir diğer etmen de, soğuk suyla yapılan gargara.
Doğru giysiler
Bir tek kalın giysi yerine, bir kaç tane ince giysiyi üstüste giymek daha iyidir. Ayakların üşümesini engellemek için saf yün çoraplar ve sağlam, kalın ayakkabılar kullanılmalı.
Oda sıcaklığı
Odayı aşırı ısıtmayıp devamlı havalandırın. En iyisi, bir kaç damla bitki özlü yağ (ör.nane yağı) damlatılmış nemli bezleri ısıtma cihazınızın üzerine serin.
Kış uykusu
Soğuk mevsimlerde, vücudun enerji ihtiyacı artar. Bu nedenle daha uzun süre dinlenmek gerekir. Yani yeterince uyumak çok önemlidir.
Güneşe çıkın
Fırsatını buldukça güneşe çıkın. Doğal ultraviyole ışınları, bedenin savunma mekanizmasını uyarır. Böylece, kemik oluşumu ve kalsiyum dolaşımı için önemli olan D vitamini üretimi artar. Güneş ışığı ayrıca kış depresyonlarına yol açan "üzüntü" hormonu, Melatonin in üretimini azaltır GUATR
Latince boğaz anlamında olan guttur kelimesinden gelen guatr terimi, çeşitli birçok durumu belirtmek için kullanılır. Aslında guatr sadece tiroid bezinin büyümesini belirtir. Bu büyüme az. küçük, lokalize bir şişkinlik şeklinde, veya her iki lobun daha genel bir şişkinliği şeklinde olabilir.
Büyüyen tiroid bezi hormonunu, normal, normalin altında veya aşırı ölçüde salgılayabilir. Nadir durumlarda büyüme nefes borusunun çevresini sararak nefes borusunun daralmasına yol açar. Bu büyüme yutkunmayı zorlaştırabilir. şaşırtıcı olan şey, genelde guatrların fazla rahatsızlık vermemesidir. Kişinin boğazında bir basınç veya şişkinlik hissi duyulduğu çoğu vakalarda rahatsızlık duygusal gerginlikten kaynaklanmaktadır.
Geçmişte guatrın en sık görülen nedeni, toprağın iyot yönünden yetersiz olduğu bölgelerde beslenmedeki iyot eksikliğiydi. İyotlu tuz piyasaya çıktıktan sonra, guatr çok daha nadir görülür oldu, hem de şimdi yiyeceklerimiz öyledir ki insan iyotlu tuz kullanmasa bile iyot eksikliği olma ihtimali pek yoktur. Dünyanın başka yerlerinde eksiklikleri pek de az rastlanan bir durum olmasa da Amerika Birleşik Devletleri nde iyot takviyesi almak gereksiz ve dolayısıyla arzu edilmeyen bir şeydir.
Basit Guatr
Basit guatrın özelliği, tiroid bezinin yumuşak ve yaygın şekilde büyümesidir. En yaygın olduğu dönemler hamilelik ve buluğ çağıdır şayet basit guatr estetik problemi yaratacak kadar büyükse, küçültmek için tiroid hormonu verilebilir
Graves Hastalığı
Graves hastalığı, genellikle tiroid bezinde hafif, fakat genel bir şişme meydana getirir. Bu, tiroid bezinin 1 aşırı derecede uyarılmasının sonucudur. Bazen bezin kendisi de büyüyebilir.
Adenomlu Guatr
Adenomlar, kendilerini bezin geri kalan kısmından bir duvar gibi ayıran az çok normal tiroid dokusu büyümeleridir. çok sık rastlanmayan bir durum olarak, bir veya daha fazla adenom aşırı miktarlarda tiroid hormonu üretir ve bunun sonucunda hipertiroidizm ortaya çıkar. Bazen de ender olarak bir adenom nefes borusunu kısmen tıkar ve bu durum yüzeysel olarak astımı andıran bir nefes alma zorluğu doğurabilir
Tiroid Kanseri
Çoğu tiroid kanserleri yavaş gelişir. Bunlar, boyundan radyasyon tedavisi görmüş olan kimselerde bir ölçüde daha sık görülme eğilimi gösterirler. Sık görülen tipleri papiler ve folüküler tiplerdir. Papiler tipi boyundaki lenf bezlerine yayılma (sıçrama) eğilimi gösterir. Folüküler tipi akciğerlere ve vücudun daha uzak yerlerine atlayabilir.
Tiroid kanseri gelişirken, başlangıçta tiroid bezinde küçük bir şişkinliktir ve bir adenomdan kolayca ayırt edilemeyebilir.
Kanserli olduğundan şüphelenilen şişkinlikten iğneyle doku alınıp mikroskop altında incelenir. Bu test her zaman şişkinliği kanserli olup olmadığı konusunda net bir cevap sağlamazsa da alınan sonuç şişkinliği cerrahi olarak çıkartılmasında yol göstermeye yeterli olur.
Ameliyatta şişkinliğin habis olduğu ortaya çıkarsa. (patalog, cerraha çıkartılan şişkinliğin habis olup olmadığını birkaç dakika içinde söyleyebilir), cerrah tiroid bezinin büyük bölümünü çıkartacaktır. Belirli şartlar altında ameliyattan sonra cerrahi tedaviyi desteklemek için radyoaktif iyot verilebilir ilaç olarak tiroid hormonu vermenin de geri kalan kanser hücrelerinin büyümesini geciktirdiği düşünülmektedir.
Tiroid Bezinin Medüler Kanseri
Bu az görülen bir tiroid kanseri çeşididir. Bu kanserin hücreleri Kalsitonin denen bir hormon salgılar ve kanserin ilerlemesi kandaki Kalsitonin konsantrasyonunu ölçülmesi yoluyla izlenebilir. Medüler karsinom sıklıkla aynı ailenin üyeleri arasında ortaya çıkar ve buna tutulan kişide aynı zamanda feokroma sitoma da bulunabilir.
Lenfositik Tiroidit
Bu tip guatra bazen Hashimoto hastalığı denir; bu isim hastalığı tarif eden Japon pataloğun adıdır. Bu durumda anormal bir antikor, tiroidin normal fonksiyonunu kaybetmesine neden olur. Bu etki hipotiroidizme yol açar. Genelde bez orta derecede büyümüştür ve doku olarak oldukça esnek lastik gibidir.
Genellikle tiroid hormonu tedavisi bezin küçülmesini sağlar; öyle ki ameliyata gerek kalmaz. Bu, bütün tiroid bozuklukları içinde en çok görülebilir. Antikoru tespit etmek için yapılan kan testi teşhise yardımcı olur ve yapılacak tiroid iğne biyopsisi genellikle bunu teyid edecektir.
Subakut Tiroidit
Bu, yutkunma ile artan bir tiroid ağrısına yol açan, az görülen bir durumdur. Tiroid bezi hafifçe büyümüş olup çok hassastır. Sedimantasyon hızı testi denen özel bir test yapılabilir. Subakut tiroidit durumunda sedimantasyon hızı çok yüksek, tiroid hormonu değerleri düşük veya yüksek olabilir.
Tiroid genellikle birkaç ay içinde normale döner. Çoğu zaman aspirin, belirtiler düzeltebilir, yalnız doktorunuz, eğer belirtileri daha belirgin hale gelirse kortikostiroid ilaçlar verebilir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:21 pm | |
| GUILLAIN-BARRE SENDROMU
Guillain Barre sendromu akut bir sendrom olup periferik sinirlerin tümü ya da bir bölümü üzerinde ciddi hasara yol açar. Hastalık, sinir liflerini kaplayan miyelin tabakasının iltihaplanması ve tahrip olmasından kaynaklanır.
Belirtiler
- Ayak veya el parmaklarına yayılan uyuşmalar ve karıncalanma;
- Kas zafiyeti
- Yaygın karıncalanma ve uyuşma;
- Solunum zorlukları.
Guillain-Barre sendromunun nedeni belli değildir ancak vakaların üçte ikisinde viral bir enfeksiyondan sonra ortaya çıktığı görülür. Bu viral enfeksiyon, Epstein-Barr virüsünde olduğu gibi bir tür herpes olabileceği gibi, grip, nezle veya diğer basit enfeksiyonlardan sonra da ortaya çıkabilir. Bu sendrom ayrıca Hodgkin hastalığı gibi diğer rahatsızlıklarla da beraber görülebilir.
Tüm vakaların yüzde beş ile onu bir ameliyat sonrası ortaya çıkmaktadır. Kısa bir süre için, Guillain-Barre sendromuna bir aşının neden olduğu düşünülmüştü. 1976-1977 yıllarında yaygın bir grip aşısı kampanyasından sonra bu kanıya varılmıştı. Ancak yürütülen araştırmalar bunun doğru olmadığını ortaya koymuştu. Belirtiler, neden olan iltihaplanmadan birkaç gün ile bir-iki hafta, veya bir ameliyattan bir veya dört hafta sonra görülebilir. El ve ayak parmaklarında karıncalanmanın ardından genel bir kas zafiyeti oluşabilir. Bu zafiyet hissi giderek bacaklardan kollara ve yüze yayılır. ciddi vakalarda zafiyet felce dönüşebilir ve solunum kasları etkilenebilir. Göz, yüz, konuşma, çiğneme ve yutkunma ile ilgili kaslara da yayılabilir.
En ağır şeklinde, Guillain-Barre sendromu acil tıbbi müdahale ve hastanenin yoğun bakım servisine kaldırılmayı gerektirebilir. Bu rahatsızlığı olan kişilerin bazıları hastalığın bir aşamasında solunum yardımına gereksinim duyarlar.
Genelde, iyileşme birkaç ay süren bir devre sonrasında gelir. Ciddi şekilde etkilenmişseniz, uzun süren rehabilitasyon dönemine gereksinim vardır. Tüm vakaların yaklaşık yüzde onunda geçmeyen bir sakatlık kalır. Ölüm oranı yüzde üç ile dört arasında değişir. GUT HASTALIGI
Hastalığın diğer isimleri: podagra, damla hastalığı, nikris.
Pürin adı verilen ve bir madde ile ilgili meydana gelen sorunlar nedeni ile gelişen bir hastalıktır.
Metabolik ve renal adı verilen iki tip gut hastalığı vardır. Metabolik olarak adlandırılanda; pürinli maddelerin fazla yapımı, renal tipinde ise pürinli maddelerin böbreklerden yetersiz düzeyde atılması söz konusudur.
Her iki durumda da vücutta artan pürin maddesi sonunda ürik asite (ürat) dönüşür ve vücutta ürat miktarı artar. Kanda artan ürat eklemlerde, deride, eklem kılıflarında ve kulak kepçesinde birikir. Bunlara tofus adı verilir.
Hastaların %90 ından fazlası erkektir. Ayrıca yaş ilerledikçe kandaki ürik asit miktarı artar.
Zamanla beyin ve böbrek damarlarında sertleşme ve darlık meydana gelebilir. Gut hastalarında böbrek taşı gelişimi sıktır.
Gut hastalığının tanısının konulabilmesi için; dokularda ürat kristalleri birikmeli ve en az bir eklemde artrit meydana gelmesi gerekir. Yani kanda ürik asit miktarının artması tek başına gut hastalığı tanısı koydurmaz. Hastalık akut ataklarla seyreder.
Ailevi bir durum söz konusudur. Aşırı beslenme ve alkol bu hastalığın gelişmesine katkıda bulunur.
İlk ortaya çıkışı ve ilk gut atağı genelde ayak başparmağının ilk ekleminde ortaya çıkar. Eklem şiş, üzerindeki deri kırmızı-leylak rengi karışımı ve son derece ağrılıdır.
Atakların tedavisi
Hasta yatak istirahatine alınır ve kolşisin, antiinflamatuvar, kortikosteroid grubu ilaçlar kullanılır.
Ataklar arasında yapılacak tedavi
Gut krizi tedavi edildikten sonra; soğuk ve rutubetten korunulur, günde 2-3 litre su içilir ve kilo vermeye çalışılır.
Diyet: Bol miktarda pürin içeren sakatatlar, konserve balıklar ve diğer deniz ürünleri, et suları alınmamalıdır. Diğer beyaz etler ve sığır eti az miktarda alınabilir.Alkol kesinlike zararlıdır. Çay, kahve ve kakaoda az miktarda pürin bulunur, bunlar az miktarda alınabilir. Baklagiller de bol miktarda pürin içerir, bu nedenle alınmaz. Pirinç alınabilir, tereyağında pürin yoktur.
Ürik asit yapımını azaltan ilaçlar kullanılır: allopürinol.
Ürik asit atılımını arttıran ilaçlar kullanılır: probenesid, sulfinpirazon.
Ürik asit normal değerleri:
Erkeklerde : 2.5 - 8.0 mg / dL
Kadınlarda : 1.5 - 6.0 mg / dL HALLUKS VALGUS
Ayak başparmağı diğer parmağın üstüne bindiğinde bunyon oluşur. Bu durum, halluks valgus (Latincede çarpık anlamına gelen valgus ve ayak başparmağı anlamına gelen halluks sözcüklerinden gelir) denilen kalıtımsal bir özelliğin sonucudur ve ayakta şekil bozukluğu-na neden olur. Ayak başparmağının ayağa birleştiği bölüm, ayağın normal profilinin dışına taşarak, bunyon denilen çıkıntıyı yapar. Bunyon sürekli sürtünmeye maruz kaldığı için, bu bölgedeki deri zamanla kalınlaşır.
Belirtiler
- Ayak başparmağının ayağa birleştiği bölümde kemiksi bir çıkıntı
- Ağrı ve hareket kısıtlılığı da olaya eşlik eder
Bu hafif ancak yaygın sorun kadınlarda daha sık görülür. Bazı kişiler genetik olarak bunyona eğilimli olsa da, daha çok yüksek topuklu ve sivri burunlu dar ayakkabıların giyilmesi sonucu oluşur.
Teşhis
Doktorunuz teşhisi doğrulamak için birkaç açıdan röntgen çektirebilir.
Bunyon genellikle hafif bir rahatsızlığa neden olur. Bununla birlikte, bunyona bursit ya da osteoartrit eşlik ederse ağrı ve eklemde katılık oluşabilir. Bunyon ayağınıza uygun ayakkabı bulmanızı zorlaştırabilir ve uygun ayakkabıların dış görünüşü de hoşunuza gitmeyebilir. Eğer ağrınız olursa, doktorunuza başvurun.
Tedavi
Ayağınıza iyi uyan ayakkabıların kullanımı çoğu kez en iyi çaredir ve bunyonun yarattığı rahatsızlığı önleyebilir. Eğer bursit gelişirse, eski bir ayakkabının bunyonun üstüne gelen bölümünde açılacak bir delik rahatlama sağlayacaktır.
Bunyonun üstüne konacak yumuşak bir yastıkçık yararlı olabilir. Bazı nadir durumlarda fazla kemik dokusunu çıkartmak ve kemiğe eski biçimini vermek için ameliyat yapılabilir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:22 pm | |
| HAREKETSIZLIGIN BEDENSEL ETKILERI
Hareketsizliğin insan organizması üzerinde olumsuz etkiler meydana getirdiği, çok eski dönemlerden beri bilinmektedir. Beden hareketliliğini azaltan bir hastalık, yaralanma veya belirli bir neden olmadan insanların sedanter yaşam tarzını seçmeleri sonucunda, organizmanın pek çok fonksiyonunda gerilemeler ortaya çıkmaktadır. 1960 lı yıllarda başlayan uzay hekimliği çalışmaları çerçevesinde, uzun süreli uzay yolculukları sırasında insanların karşılaşacakları yerçekimsiz ve hareketsiz yaşam koşullarında organizmada oluşan değişiklikler ayrıntılı olarak incelenmiştir. Bu çalışmaların paralelinde, tüm dünyada hareket azlığının kardiovasküler risk faktörlerinden biri olarak kabul edilmesiyle birlikte konuya ilgi artmış ve çalışmalar hızlandırılmıştır.
Hareketsizliğin olumsuz yöndeki etkileri başlıca 4 grup insan üzerinde incelenmiştir:
1.Hastalık ya da yaralanma sonucu uzun süre yatak istirahati yapan kişiler,
2.Çeşitli paralitik (felç) durumlar nedeniyle nöromüsküler (sinir-kas iletimi) aktivitesi önemli ölçüde kısıtlanan hastalar,
3.Yerçekimi etkisini azaltan, oturma, yatma gibi değişik pozisyonlarda uzun süre kalan kişiler,
4.Uzay yolculuklarında ve uzun süreli su altı çalışmalarında yer çekimsiz ortamda bulunanlar.
Sayılan bu inaktivite tiplerinin her biri, kısa süre içinde, gizli fizyolojik değişikliklere yol açabilmektedir.
Ortostatizm gibi belirgin klinik tablolar 5-7 gün içinde ortaya çıkabildikleri halde, ankiloz veya böbrek taşı gibi komplikasyonlar, ancak bir kaç ay sonra görülebilirler.
Hareketsizliğin mekanizmasının daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla, fizik kapasiteyle ilgili bazı kavramları hatırlatmakta yarar var:
1.Fonksiyonel kapasite : Zorlu bir çaba sırasında varılan maksimum metabolik değeri ifade eder.
2.Fizyolojik maksimum potansiyel : Aynı kişinin sistemli bir antreman programından sonra varabildiği maksimum metabolik değerdir.
3.Fonksiyonel rezerv : Fonksiyonel kapasite ile fizyolojik maksimum potansiyonel arasındaki farktır.
Hareketin daha da azalması, örneğin kesin yatak istirahati halinde, fonksiyonel kapasite iyice azalır. Daha sonraki dönemde bu durumdaki bir kişiye birden bire aşırı fizik aktivite programı verilirse, fonksiyonel kapasitede iyileşme sağlanamaz. Kişinin önceki fonksiyonel kapasitesi ve rezervi dikkate alınarak yavaş yavaş artan yoğunlukta bir egzersiz programı verilerek durumu düzeltilmeye çalışılır.
Düzenli fizik egzersizler yapan kişinin fonksiyonel kapasiteleri, fizyolojik maksimum potansiyel düzeyine çok yakın olduğu halde sedanter kişilerde fonksiyonel kapasite düşüklüğü çok belirgindir. Fonksiyonel rezerv önemli ölçüde azalmıştır.
Uzun süreli hareketsizliğin sistemler üzerindeki etkilerini şu şekilde özetleyebiliriz Merkez Sinir Sistemi Duygusal algılamada azalma olması nedeniyle bazı duyu bozuklukları gelişebilir, p****tezi ve ağrı eşiğinde düşmeler görülür.
İstirahat sırasında kaslarda kasılmalar yapılmadığı taktirde, motor verimlilikte azalmalar belirir. Özellikle felçli hastalar durumun çok belirgin örneğidir.
Sedanter kişilerde otonom sinir sistemi oldukça dengesizdir. Düşük veya aşırı aktivite şeklinde fonksiyonel bozukluklar saptanabilir. Bu dengesizlik kardiovasküler sistemin çalışmasını da olumsuz yönde etkiler.
Aktivite azlığı, kişilerde anksiyete ve depresyon gibi ruhsal sorunların gelişmesine de zemin hazırlar.
- Hareket Sistemi: Hareket azlığının uzun zaman sürecinde en belirgin etkileri hareket sistemini oluşturan elamanlardan ortaya çıkar.
En önemli belirtiler kas ve kemik dokularında görülen değişikliklerdir.
Hareket azlığıyla birlikte kas gücü azalmaya başlar. Örneğin hiç bir fiziksel rahatsızlığı olmayan bir kişinin bir haftalık kesin yatak istirahatinden sonra eldeki kavrama gücü % 20 oranında azalır. Kas gücündeki bu azalmaya parelel olarak, kişinin dayanıklılığında da azalma olur. Diğer taraftan hareketsiz kaslarda, kısa süre içinde atrofi (kas kaybı) gelişir. Atrofinin derecesi, hareketsizliğin süresine bağlıdır.
Atrofi, güç kaybı ve duyarlılığın azalması sonucu, hareketlerin koordinasyonunda yetersizlik ortaya çıkar. Bu durum hem alt, hem de üst uzuvlarda görülür ve günlük yaşamda beceri isteyen aktivitelerin yapılmasında veya sportif aktivitelerin yapılışı sırasında eksiklik ortaya çıkar.
- İskelet Sistemi: Hareketsizliğin en olumsuz etkilerinden biri, kemik dokusunda ortaya çıkan osteoporozdur. Bilindiği gibi kemik yapımının düzenli olabilmesi ve kemik kitlesinin yenilenebilmesi için, tendonların (bağlar) çekme fonksiyonu ile oluşan gerilmelere ve ayak ta durma sırasındaki yer çekimi kuvvetine gereksinim vardır. Hareket azaldığı durumlarda ise kemiğin organik ve inorganik elemanlarındaki kayıplar sonucunda, kemik kitlesi azalmaya başlar, kemikteki kalsiyumun mobilize olmasıyla geçici bir hiperkalsemi (kan kalsiyum seviyesinin artışı) ve yumuşak doku içinde ektopik kalsifikasyonlar (kemikleşmeler) gelişebilir. Sonuçta kemiklerin kırılganlığı artar ve kendiliğinden yada minör travmalarla kırılma olasılığı ortaya çıkar.
Kemik dokusunun yanı sıra eklemlerde aktif ve pasif hareketlerin azlığına bağlı sertlikler gelişir ve eklem hareket açıklığı azalmaya başlar. Başlangıçta geri dönüşebilir nitelikte olan sertleşme, hareketsizliğin uzun sürmesi halinde kemiksel nitelik kazanır ve geri dönüşümü mümkün olmayan eklem hasarları ortaya çıkar.
- Kardiovasküler Sistem: Uzun süre hareketsizlik sonucunda kardiovasküler sistem büyük zarar görür ve bazal koşulların üzerindeki metabolik gereksinimleri karşılayamaz duruma gelir.
Kardiovasküler sistemdeki gerilemenin en belirgin göstergesi, maksimum oksijen tüketiminin (Max V02) azalmasıdır.
10 günlük yatak istirahatından sonra tamamen sağlıklı ve genç kişilerde dahi Max V02 nin % 20 oranında, kalp atım hacminin ise % 10 oranında azaldığı gösterilmiştir. Bir kaç günlük istirahatten sonra dahi, aynı şiddetteki egzersize verilen nabız yanıtında artma olmaktadır.
Kardiovasküler sistemle ilgili bir diğer olumsuz gelişme kan basıncıyla ilgilidir. Uzun süre istirahatlarden sonra ortostatizm denilen durum gelişmekte ve kan basıncı dengesi bozulmakta ve kişi ayağa kalktığında ani tansiyon düşüklüğü olmaktadır.
Toplar damarlar üzerindeki kasların pompalayıcı etkilerinin azalması sonucu venöz yatakta birikmeler olmakta ve tromboflebit gelişebilmektedir.
Pıhtılaşma mekanizmasındaki değişiklikler, trombosit kümeleşmesindeki artış, tromboflebit gelişmesine yardımcı olmaktadır.
- Solunum Sistemi: Hareketsizliğe bağlı olarak solunum sistemi ile ilgili hemen tüm parametrelerde gerileme olur ve sonunda kısıtlayıcı tip solunum bozukluğu tablosu ortaya çıkar.
Sağlıklı kişilerde solunum parametrelerinde önemli bir düşme görülmemesine karşın istirahat süresinin uzaması durumunda, örneğin felçli hastalarda, solunum kapasitesi ve fonksiyonel solunum kapasitesinde % 25-50 oranında azalmalar olur. Sınırlayıcı tarzdaki gelişmeler ve yatay pozisyonun akciğer dolaşımı üzerindeki etkisi sonucu solunum-kanlanma oranında önemli bozukluklar ortaya çıkar.
Ayrıca mukus temizleme fonksiyonlardaki azalmaya bağlı olarak, solunum sisteminde mukus birikmeye başlar. Bu koşullar altında öksürük mekanizması bozulur. Karın kaslarındaki zayıflık durumu daha da kötüleştirir ve basit bir üst solunum yolu enfeksiyonunda ciddi akciğer rahatsızlıkları gelişir.
- Sindirim Sistemi: Hareket azlığı, sindirim sistemindeki aktivitelerin azalmasına yol açar. Bu azalma, hem içeriğin ilerletilmesinde hem de salgılama fonksiyonlarında olur. Sonuçta bir taraftan iştah kaybı gelişirken, diğer taraftan bağırsak hareketlerindeki azalma nedeniyle kabızlık görülür.
- Endokrin (hormonlar) ve Böbrek (renal) Sistemler: Endokrin sistemin diğer sistemlerle karşılıklı etkileşmesi sonucu, önemli metabolik ve renal değişiklikler görülür.
Vücudun uzun süre yatay pozisyonda kalması nedeniyle hücre dışındaki sıvılar, kılcal damar yatağının venöz (toplar damar) kısmına geçer ve kirli kanın kalbe dönüşünde artma olur. Sonuç olarak, sağ atriumun (kalp kulakçığı) hacim sensörlerinde bir uyarılmayla birlikte antidiüretik hormonda azalma ortaya çıkar ve idrar çıkışı artar.
Hareketsizliğin etkisiyle sodyum ve kalsiyum atılımı da artar.
İdrarla fazla kalsiyum atımı, üriner yolda tıkanma ve enfeksiyon faktörlerinin etkisiyle, hareketsiz kişilerde idrar yollarında taşlar oluşmaya başlar.
- Deri: Uzun süreli hareketsizlik, deri ve deri üzerindeki oluşumları da olumsuz yönde etkilenir.
Deri altındaki yağ dokusundaki incelme ve deri gerginliğinin bozulması nedeniyle basınç yaraları gelişebilir. Aynı vücut bölgelerin sürekli olarak basınç altında kalmaları ve bu bölgedeki basıncın kılcal damar basıncın üzerine çıkması, yara oluşumunu kolaylaştıran dış etkenlerin başında gelir.
Saydığımız tüm bu olumsuz gelişmeler, hareketsizliğe bağlı problemlerin yalnızca bir kısmıdır.
Hareketsizliğin uzun sürdüğü durumlarda, olumsuz gelişmelerden etkilenen doku ve sistemler durmadan artar ve bir noktada yaşamı tehdit eder duruma gelebilir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:24 pm | |
| HEMOROİDDEN NASIL KORUNULUR ?
Hemoroid oldukça yaygın olarak görülen bir hastalıktır. Makat bölgesinde 3 ana toplardamar ağı mevcuttur. Biri solda, ikisi sağdadır. Bunlara toplardamar yastıkları denir. Kabızlık nedeni ile bunlar genişler ve iç hemoroidleri oluşturur. Zamanla bunlar makat dışına sürüklenir ve dışkılama esnasında dışarı sarkarlar.
Kanama, ağrı, akıntı gibi şikayete sebep olan hemoroid hastalığı erken evrede ise ameliyata gerek kalmadan lazer, bant ligasyon ve ilaç enjeksiyonu ile tedavi edilir. İleri evredeki hastalar için tek tedavi seçeneği ameliyattır. Hemoroid hastalığı sıklıkla kabızlık, şişmanlık ve gebelik gibi karın içi basıncının arttığı durumlarda ortaya çıkar. Kansere dönüşmez, ancak hemoroid hastalığından korunmak için yapılan uygulamalar kabızlığı ortadan kaldırdığı için fissür ve bağırsak kanseri riskini de azaltır.
11 Altın kural
Kişisel tuvalet temizliğine dikkat edilmeli, mümkünse tuvalet kağıdı yerine daha yumuşak olan ıslak mendil veya havlu kullanılmalı.
Fazla kilo almaktan, sigara, alkol, acı biber ve baharatlı yiyeceklerden sakınılmalı.
Düzenli olarak egzersiz yapılmalı.
Lif yönünden zengin besinlerle (meyve, sebze, kepekli ekmek) dengeli beslenilmeli, öğün atlamamalı ve mutlaka kahvaltı yapılmalı.
Bol su içilmeli (gün içinde 8 bardak).
Oturarak çalışılıyorsa her saat başı en az 10 dakika ayağa kalkmalı, ayakta çalışılıyorsa 10 dakika oturulmalı.
Günde en az bir defa ve düzenli olarak tuvalete gitmeli (örneğin kahvaltıdan 10-15 dakika sonra).
Uzun süre dışkı yumuşatıcı (laksatif) kullanmaktan kaçınılmalı.
Tuvalette fazla ıkınmaktan ve zorlanmaktan kaçınılmalı, gazete, dergi okuyacak kadar kalınmamalı, gün içinde tuvalet ihtiyacı geçiştirilmemeli.
Sıcak yerlerden (sauna, hamam) kaçınılmalı.
Dar giysiler giymekten kaçınılmalı. HEPATIT A
Hepatit A hastalığı, Hepatit A virüsünün (HAV) neden olduğu bir karaciğer hastalığıdır. Bulaşma dışkıdan olur. Hastalık geçirildikten sonra kanda HAV bulunmaz, bu nedenle taşıyıcılık ve kan nakli ile bulaşma olmaz. Siroz meydana getirmez.
Kuluçka dönemi 2-6 haftadır.
Kırıklık, hafif ateş, bulantı, kusma, ishal, iştahsızlık, hafif kas ve eklem ağrıları gibi genel şikayetlerle başlar. Sarılık bulguları 3-4 haftada kaybolur ve 6-8 haftada hastalar tamamen iyileşir. Sonuç genelde iyidir, ancak hastaların %1 inde fulminan hepatit denilen durum ve ölüm meydana gelebilir.
Tanı
İlk hafta içinde IgM tipi antikorlar yüksek düzeydedir ve 2 ay içinde tamamen kaybolur. IgG tipi antikorlar ise 1 ay sonra ortaya çıkar ve yıllarca kalır. IgG tipi antikorların saptanması hastalığın daha önceden geçirildiğinin bir göstergesi olarak kabul edilir ve kanda saptandığı sürece o kişide HAV hastalığı tekrar gelişmez.
Korunma
Hepatit A dan korunmak için, el ve tırnak temizliğine son derece dikkat etmek gerekir.
Şehirlerin kanalizasyon sistemlerinin uygun olması önemlidir.
Hepatit A geçiren kişilerin mikrobu bulaştırmalarını önlemek için, iç çamaşırlarının, çarşaflarının ve tuvaletlerin %3 lük formalin veya %2.5 lik kloramin solüsyonu ile temizlenmesi gerekir.
Hastayla ilgilenenlerin (doktor, hemşire, bakıcı, akraba gibi) sık sık ellerini mikrop öldürücü sıvılarla (zefiran) temizlemeleri gerekir.
Aşı
iyi seyirli bir hastalık olduğu için Hepatit A ile meydana gelen hastalıklar için aşı genelde gerekli değildir. Ancak hasta ile irtibatı olan kişiler için (hekim, aile fertleri gibi) immünglobülin ile korunma önerilebilir (Beriglobin). Yetişkinlere kas içine 4-5 ml yapılır ve 4-8 hafta korunma sağlar.
Tedavi
Yatak istirahati : Sırt üstü yatmak karaciğerin kanlanmasının en iyi şekilde olmasını sağlar. Bu şekilde istirahat edilerek karaciğerin yükü azaltılır ve iyileşme hızlanır.
Diyet : İlk günlerde hastalar genelde iştahsız olduklarından sindirimi kolay besinler (meyva suyu, açık çay, süt, çorba, püre, kızarmış ekmek, bal, reçel ve yoğurt) verilmelidir. Ancak hastaya yemesi için ısrar edilmemelidir; çünkü karaciğer kendini korumak için iştah azaltıcı bazı önlemler alabilir. İştahsızlık uzun sürerse asidik özel karışımlar hekim tarafından verilir. Böyle bir durumda iştah açılınca hemen proteinli besinler verilir. Karbonhidratlı gıdalar normal şekilde verilmeye devam edilir. Tuzsuz yemeğe gerek yoktur. Alkol yasaklanır. Günlük alınan yağ miktarı 50 gramı geçmemelidir. Günlük kalori 3000 i geçmemelidir. Sarılık ortadan kalktıktan sonra 6 ay boyunca alkol, kızartma, baharat, sirke ve mezeler verilmez.
İlaç : Sindirim zorluğu olanlara sindirimi kolaylaştırıcı ilaçlar verilir. Ayrıca B ve C vitaminleri verilir. Kaşıntı, bulantı-kusma için de gerekirse ilaç verilebilir. Kusmaları fazla olanlara serum takılabilir. Yine hastanın durumuna göre ilaç tedavisi hekim tarafından başlanabilir. HEPATIT B
Hepatit B, hepatit B virüsünün (HBV) neden olduğu, tedavisi bulunmayan ciddi bir karaciğer hastalığıdır. Belirti olmadan ya da iştahsızlık ve bulantı gibi hafıf belirtilerle geçirilebilir ya da enfeksiyonun yaşam boyu devam etmesi, karaciğer sirozu, karaciğer kanseri, karaciğer yetersizliği ve ölüm gibi ciddi bir hastalık tablosuyla seyredebilir. HBV ye karşı en iyi korunma, öncelikle virüsün bulaşmasını engellemektir. |HBVv nin Bulaşması: HBV, enfekte kişinin kanı ya da vücut sıvılarıyla doğrudan temas yoluyla ya da enfekte anneden yenidoğana bulaşır. |Aşılanma ? Hepatit B aşısı, tıbbi, bilimsel ve toplum sağlığı ile ilgili kurumlar tarafından, hastalık ve ölümün önlenmesi için güvenli ve etkili bir yöntem olarak önerilmektedir. Hepatit B aşılarının içinde bulunan, timerosaldeki (aşıdaki koruyucu madde) küçük miktardaki cıvanın aşı uygulanan yenidoğanlar için oluşturabileceği risk konusunad çeşitli tartışmalar olmuştur, ancak günümüzde timerosal içermeyen yeni aşılar piyasaya sunulmuştur. Birçok bilimsel çalışma bu aşının çok güvenli olduğunu ve multipl skleroz gibi başka kronik hastalıklarla ilişkisinin bulunmadığını göstermiştir. ABD deki birçok sağlık örgütü, bu aşının çocuklara rutin olarak uygulanmasını önermektedir.|Hepatit B nin Bulaşmasının Önlenmesi: ·Sizde ya da eşinizde HBV enfeksiyonu varsa, cinsel ilişki sırasında prezervatif kullanın. ·Cinsel ilişkide bulunduğunuz kişide hepatit B varsa, test yaptırınız, henüz enfekte olmamışsanız aşılanınız. ·HBV enfeksiyonu olan bir kişiyle birlikte yaşıyorsanız, , test yaptırınız, henüz enfekte olmamışsanız aşılanınız. ·Gebeyseniz, HBV enfeksiyonu için tarama yaptırmalısınız; enfeksiyon varsa ya da durumunuz kesin bilinmiyorsa, çocuğunuza doğumu izleyen birkaç saat içinde hepatit B aşısı yapılmalıdır. ·HBV ile enfekte kişilerin kan ya da diğer vücut sıvılarıyla temas etmeyin.|Hepatit B Enfeksiyonu Olanların: Yapması Gerekenler: ·Kanınıza ya da diğer vücut sıvılarınıza dokunduktan sonra ellerinizi yıkayın. ·Kullandığınız kağıt mendilleri, adet sırasında kullandığınız petleri ve tamponları kağıt torbalara koyarak atın. ·Vücudunuzdaki tüm açık yaraların ve kesiklerin üzerini kapatın. ·Karaciğerle ilgili anormallikler yönünden kontrol edilmek için 6 ay ila 1 yılda bir hekiminizi müraccat edin.|Yapmaması Gerekenler: ·Ciklet, diş fırçası, jilet, havlu ya da kan ya da başka vücut sıvılarınızla temas edebilecek herhangi bir eşyayı başkalarıyla ortak kullanmayın. ·Bebeklere çiğnediğiniz yiyecekleri vermeyin. ·Kan, plazma, organ, doku ya da sperm bağışında bulunmayın. ·Kullandığınız şırınga ya da iğneleri başkalarıyla paylaşmayın. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:26 pm | |
| HEPATIT C
Hepatit C, hepatit C virüsünün (HCV) neden olduğu bir karaciğer hastalığıdır. Viral hepatite neden olan beş farklı virüsten (A, B, C, D ve E olarak tanımlanır) biri olan hepatitis C, karaciğerde iltihaba neden olur. Enfekte kişinin kanı ya da cinsel ilişki yolu ile yayılır. Her yıl, HCV ile enfekte kişilerin % 85 inde kronik enfeksiyon geliştiği tahmin ediliyor; bununla birlikte, enfeksiyon bulunan birçok kişide belirti görülmez. Bazılarında ise bu enfeksiyon, siroza (karaciğer hücrelerinde hasar), karaciğer yetersizliğine ve olası karaciğer kanserine yol açabilir. Hepatit C, en sık görülen kanla bulaşan enfeksiyonlardan biridir ve karaciğer nakline yol açan nedenler arasında birinci sırada yer alır. Tüm dünyada yaklaşık 170 milyon kişi bu virüs ile enfektedir. Hastalığa yakalananlarda bazen 20 yıl boyunca belirti gözlenmediğinden, kişiler hastalıklarının farkına çok geç varırlar. Önümüzdeki on yılda bu hastalık nedeniyle ölenlerin ve karaciğer nakli için bekleyenlerin sayısında dramatik bir artış beklendiğinden, toplumda öncelikli bir sağlık sorunu durumuna gelme olasılığı yüksektir. Erken tanı, hepatit C nin daha fazla yayılmasını önlemede ve virüsün karaciğerde yol açacağı hasarın azaltılmasında büyük önem taşır.|Hepatit C Testi: Aşağıda belirtilen kişiler / gruplar risk altında oldugundan Hepatit-C testi uygulanmalıdır. - Temmuz 1992 tarihinden önce kan nakli ya da organ nakli yapılan kişiler, 1987 yılından önce pıhtılaşma sorunları nedeniyle kan ürünü verilenler ya da uzun süreli böbrek diyalizine bağlı olanlar - Kronik böbrek yetersizliği, hemofili ya da kemoterapi gerektiren kanser vakaları gibi sık olarak kan ürünlerinin verildiği hastalar - Sağlık hizmetlerinde çalışanlar - Enjeksiyonla madde kullananlar, eskiden enjeksiyonla madde kullanmış olanlar - Yüksek risk taşıyan cinsel etkinlikleri, birden çok eşi ve/veya cinsel yolla bulaşan hastalığı olan kişiler|Korunma - Üzerinde kan bulunabileceğinden iğne, diş fırçası, makas ya da benzeri araç ve gereci kimseyle paylaşmayın. - Eldiven giymeden kimsenin kanına dokunmayın. - Cinsel etkinliğiniz varsa, güvenli cinsel ilişki kurun ve prezervatif kullanın. - Vücudunuza dövme yaptıracaksanız, kullanılan araç ve gerecin steril olmasına dikkat edin. - Hepatit C virüsü taşıyorsanız, kan ya da plazma bağışlamayın. - Hepatit C enfeksiyonunuz varsa fazla miktarda alkol kullanmayın. HEPATİT-A YAZ AYLARINDA DAHA SIK GÖZLENİYOR
Ateş, halsizlik, bulantı, karnın sağ üst tarafında ağrı ve idrarda koyulaşma halinde belirtilerle ortaya Hepatit A hastalığından korunmak için hijyene dikkat edilmesi, meyve ve sebzelerin kabuklu yenilmemesi ve kontrolsüz suların içilmemesi öneriliyor.
Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Reşit Mıstık, hava sıcaklıklarının giderek arttığı bu dönemlerde, çocuklarda hepatit A hastalığına yakalanma riskinin büyüdüğünü belirtti.
HİJYEN VE EL TEMİZLİĞİ
Çocukların hijyene ve el temizliğine dikkat etmedikleri için hepatit A hastalığına daha kolay yakalandıklarını ifade eden Prof. Dr. Mıstık, hastalığın, genellikle tuvaletlerden ve iyi temizlenmemiş gıdalardan bulaştığına dikkati çekti.
Anneden çocuğa geçen antikorlar sayesinde hepatit A hastalığının 2 yaşına kadar hiçbir bulgu vermeden atlatıldığını vurgulayan Prof. Dr. Mıstık, yaşın büyümesiyle bu hastalığın oluşma riskinin yükseldiğini vurguladı. Hastalığın, su kaynaklarının kirletilmesiyle kolayca geniş kitlelere bulaşabileceğini anlatan Prof. Dr. Mıstık, bulaşıcı bir hastalık olan hepatit A’nın tıbbi bir tedavisi olmadığını, ancak yüzde 100’e yakın bir oranda kendiliğinden iyileşebildiğini bildirdi.Çocukların havaların ısınmasıyla serinlemek amacıyla havuzlara veya su birikintilerine girdiklerine dikkati çeken Prof. Dr. Mıstık “Sularda hepatit virüsü bulunma riski oldukça fazla. Bu nedenle havuzlarda ve su birikintilerinde dezenfeksiyona dikkat edilmelidir” diye konuştu.
BELİRTİLERİ VE KORUNMA YOLLARI
Hastalığın, ateş, halsizlik, bulantı, karnın sağ üst tarafında ağrı ve idrarda koyulaşma halinde belirtilerle ortaya çıktığını bildiren Prof. Dr. Mıstık, şöyle konuştu:
“Hepatit A, oldukça yaygın bir hastalıktır. Çocukların yüzde 70’inden fazlası hepatit virüsüyle karşılaşmıştır. Bu oran 7-20 yaş arasında yüzde 90’lara kadar çıkıyor. Bunun için, ileriki yaşlarda test yapılmadan hepatit aşısı yaptırmaya gerek yoktur. Aşı yapılacaksa erken yaşlarda yapılmalıdır. Hepatit A hastalığından korunmak için hijyene dikkat edilmeli, meyve ve sebzeler kabuklu yenilmemeli ve kontrolsüz sular içilmemelidir.” HIPERTANSIYON
Hipertansiyon Nedir ?
Hipertansiyon, kan damarlarinin içerisindeki basincin yukselmesidir; kelime anlami yuksek kan basincidir. Hipertansiyon kan damarlarina zarar verir. Felç, kalp krizi, kalp yetmezligi ve böbrek yetmezligi gibi ciddi rahatsizliklara neden olabilir.
Doktorum Hipertansiyon Hastasi Olduguma Nasil Karar Verdi ?
Buyuk tansiyon 140 veya uzerinde oldugu zaman veya kuçuk tansiyon 90 ve uzerinde ise hipertansiyon duşunulur. Tansiyonunuz yukseldiginde başagrisi, nefes darligi, gögus agrisi gibi şikayetler olabilir. Ama hipertansiyon hastasi oldugunuzu anlamanin tek yolu tansiyonunuzun ölçulmesidir.
Neler Hipertansiyona şebep Olur ?
Hipertansiyon bazi ailelerde sik olarak görulmektedir, dolayisi ile ailevi (kalitsal) olabilir, ancak bu kesin degildir. Diger bir çok durum hipertansiyona neden olabilmektedir. Bunlardan bazilari şunlardir : şeker hastaligi, şişmanlik, hareketsizlik, aşiri alkol kullanmak, çok tuzlu, çok yagli ve bol kalorili (hamur işleri, tatlilar) yiyecekler yemek, sebze ve meyveyi az yemek.
Tansiyonumun Yukselmesini Nasil Engellerim ?
Tansiyonunuzun yukselmesini engellemek ve meydana getirebilecegi rahatsizliklari engellemek için yaşam tarzinizi degiştirmeniz gerekmektedir. Yaşaminizda degiştirmeniz gerekenlerin başinda şunlar gelmektedir: Eger şişmansaniz, zayiflayin. Alkol kullaniyorsaniz, hiç içmeyin veya azaltin. Haftada 4 - 6 gun, en az 30 dakika spor yapin, en azindan açik havada yuruyun. Dengeli beslenin. Bol sebze ve meyve yeme alişkanligi edinin. Hamur işi ve tatli gibi yagli ve şekerli yiyeceklerden uzak durun. Hayvansal yag ve doymuş yag (margarin) kullanmayin. Yemeklerinize çok tuz atmayin. Ama tamamen tuzsuz yemek de yemeyin. şigara içmeyi birakin. Kahve ve çayi az için.
Doktorum Beni Nasil Tedavi Edecek ?
Doktorunuz hipertansiyonunuz olduguna kesin olarak karar verdikten sonra, bu hastaliga neyi sebep oldugunu araştiracak. Bunun için sizi muayene edecek, ailenizde kalp krizi, felç gibi bir hastalik olup olmadigini soracak ve size kan tetkikleri yaptirarak kan şekerinize, kan kolesterol duzeyinize bakacak. Doktorunuz daha sonra tedavinizi duzenleyecek. Tansiyonunuz hafif derecede yuksek ise yukarida siralanan tavsiyelere uymanizi isteyecek, eger tansiyonunuz daha yuksek ise veya başka bir hastaliginiz varsa doktorunuz bunlara yönelik ilaçlar yazacak.
Bu Hastaliktan Kurtulabilecek miyim ?
Hipertansiyon için 80 den fazla ilaç mevcuttur. Ilaçlarini duzenli olarak kullanan her 10 hastadan 9 u bu ilaçlardan fayda görmektedir. Aşagidaki önerilerimize uyarsaniz durumunuz daha da iyiye gidecektir. Doktorunuza yardimci olun ve ondan bir şey gizlemeyin. Yapacaginiz şeylere ailenizi de dahil edin ; onlarla birlikte spor(yuruyuş) yapin, onlarin da sizin gibi duzenli beslenmesini saglayin, onlara da sigara içirmeyin Tansiyonunuzu duzenli olarak ölçturun veya ölçun ve bunlari formun arkasindaki çizelgeye yazip doktorunuza gösterin. Ilaçlarinizi duzenli olarak alin. Doktorunuzun söyledigi herşeyi yerine getiriyor ama şikayetlerinizin geçmedigini duşunuyorsaniz bunu doktorunuza iletin. Tansiyonunuz normale inse bile doktorunuzun tavsiyelerini birakmayin. Doktorunuz aksine bir şey söylemezse 3 - 6 ayda bir doktorunuza kontrole gidin. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:26 pm | |
| HIPERTIROIDI
Hipertiroidi, kişide yüksek miktarda tiroid hormonu bulunması durumuna verilen isimdir. Boynun alt kısmında bulunan tiroid bezi tarafından üretilen tiroid hormonları, vücudun enerjisini düzenlemekten sorumludur. Tiroid hormon seviyeleri yüksek olduğunda, vücut hızlı bir şekilde enerji tüketir ve yaşamsal fonksiyonlar hızlanır.
Çoğu durumda, hipertiroidizm tiroid bezinin kendisindeki bir problemden kaynaklanmaktadır, ve tiroid bezi başka bir bulgu vermeksizin sadece fazla miktarda tiroid hormonu üretir. Bu durumun en sık nedeni Graves hastalığıdır; bu hastalık bağışıklık sisteminin rol aldığı bir hastalıktır ve tiroid bezinin hormon kontrol mekanizmasını tahrip eder, ayrıca kontrolsüz bir şekilde yüksek miktarda hormon üreten iyi huylu tümör gelişimi de vardır (tiroid bezi dışarıdan şişkin görülür). Tiroid infeksiyonları sonucu kısa süreli hipertiroidizm meydana gelebilir. Nadir olarak hipertiroidizm, hipofiz bezinden tiroid stimüle edici hormon (TSH) un aşırı üretilmesi sonucu meydana gelebilir.
Hipertiroidizmin en sık nedeni oaln Graves hastalığı, tipik olarak 20-40 yaş arasındaki genç kadınları etkiler, bununla birlikte hastaların yaklaşık olarak %12 si erkektir. Graves hastalığının genetik faktörlerle ilgisi vardır ve bu nedenle Graves hastalığı aynı ailede 3-4 kişiyi etkileyebilir.
Nadiren, fazla tiroid hormonun kaynağı tiroid bezi değil, dış kaynaklardır; struma ovarii (kadınlarda overlerde bulunan ve tiroid hormon üreten anormal bir doku). Tiroid takviyesi alan kişilerde de hipertiroidizm belirtileri saptanabilir.
Belirtiler
Sinirlilik, uykusuzluk, dramatik duygusal dalgalanmalar, titremeler, artmış kalp atım hızı, barsak hareketlerinde artma, nedeni açıklanamayan kilo kaybı (artmış iştaha rağmen), sıcak ortama karşı aşırı duyarlılık (daima sıcaklama hissi), kas zayıflığı, nedes darlığı ve çarpıntı. Kadınlarda adet dönemleri, kısalabilir (adetler sıklaşabilir) veya tamamen durabilir. Daha ileri yaşlarda, hastalar kalp yetmezliği veya angina ağrısından şikayetçi olabilir.
Hipertiroidizm özellikle Graves hastalığına bağlı olarak meydana geldiğinde egzoftalmus denilen duruma da neden olabilir. Egzoftalmus, gözlerin arkasında bulunan dokuların şişerek gözlerin ileri doğru çıkmasına verilen isimdir, hasta dik dik bakıyormuş gibi görünür.
Tanı
Yukarıda sıralanan belirtiler araştırılır. Bunun yanı sıra fizik muayene de yapılır. Test olarak kanda tiroid hormon, TSH seviyeleri ile radyoaktif iyot alımına (RAIU) bakılabilir. Sintigrafi faydalı olabilir. Kalp problemi olabilecek hastalarda ilave olarak kalple ilgili muayene ve testler yapılabilir.
Tiroid infeksiyonuna bağlı gelişen hipertiroidizmlerde, tiroid hormon seviyeleri 3-4 ayda normal düzeylerine inebilir. Graves hastalığı olanların az bir kısmında kendiliğinden iyileşme görülürken genelde tedavi gereklidir.
Hipertiroidizmden korunmayı sağlayacak herhenfi bir aşı veya yaşam şekli bilinmemektedir.
Tedavi
Hipertiroidi, anti-tiroid ilaçlar adı verilen ilaçlarla tedavi edilebilmektedir. Bunlar propiltiyourasil veya metimazol gibi ilaçlardır ve tiroid hormonlarının üretimlerini engellerler. Beta-blokör ilaçlar hipertiroidiye bağlı şikayetleri önlemek için tedaviye ilave edilebilir. En sık kullanılan tedavi yöntemlerinden birisi de radyoaktif iyot vermektir. Radyoaktif iyot tiroid bezini tahrip etmektedir. Tiroid bezinin bir kısmının çıkarılması da kullanılan cerrahi yöntemlerdendir, ancak daha nadir kullanılmaktadır.
Anti-tiroid ilaçlarla 12-24 ay tedavi edilen hastaların yarıyı yakınında uzun süreli şikayetsiz dönemler görülmektedir. Radyoaktif iyot tedavisi kısa süreli ve etkili bir yöntemdir. Ancak bu yöntemle hastaların %40-70 inde 10 yıl içerisinde hipotiroidi gelişebilmektedir. Ancak hipotiroidi çok daha kolay tedavi edilebilmektedir HIPERTROFIK KARDIOMIYOPATILER
Bilinmeyen bir nedenle, muhtemelen ailevi (doğuştan) olarak miyokart (kalp kası) hipertrofiktir (kalınlaşmıştır). Miyokardın kalınlaşması ilerleyici karakterdedir ve bütün kalbi ilgilendirmeyebilir. En ziyade ventrikül (kalbin karıncığı) septumunun (ara duvar) kaideye yakın kısmında ve sol ventrikülün serbest duvarında bulunan hipertrofi bazen de sadece septuma veya sağ ventriküle lokalizedir. En ziyade rastlanan lokalizasyonuna göre septum kaidesindeki hipertrofi, ventrikül boşluğundaki sistolojik basıncın (kalbin atımı sırasındaki basınç) sistolik aort basıncından (kalbin atımı sırasında aort ana atardamarında meydana gelen basınç) daha yüksek olmasına neden olur. Bundan dolayı hipertrofik kardiomiyopatinin bu formuna "İdiopatik hipertrofik subaortik stenoz" denmektedir. Böylece sol ventrikülün boşalması güçleşir.
Klinik tablo: Dispne, çarpıntı ve kalp ağrıları başlıca yakınmaları teşkil eder. Yorgunluk ve atım bozuklukları da olur. Aile hakkında sorulan sorularda bu tür yakınmalarla hastalanan bireylere rastlanır. Heredite (kalıtsallık) oranı % 30 dur. Erkekler daha sık hastalanır. Hastalık çocukluk yaşlarında ortaya çıkar. Bazen ömür boyu belirti vermeden kalır.
Muayenede kalbin uç kısmına denk gelen kısımda veya göğüs orta kemiğinin sol kenarında kalbin atımıyla uyumlu olarak hafif bir üfürüm (sistolik sufl) duyulur (stetoskopla). 2/6 şiddetindedir. Karotisler (şah damarı) boyunca yayılmaz. Bu üfürüm bacakların yukarı kaldırılmasıyla hafifler.
Röntgende kalp normal büyüklükte veya büyümüş bulunabilir. EKG her zaman anormaldir: Sol ve bazen de sağ hipertrofi bulguları, QRS dalgası ve T dalgası değişiklikleri, derin Q dalgaları, dal blokları v.s, görülebilir. Derin Q dalgaları nedeniyle miyokard infarktüsüyle karıştırılmalar olabilir.
Ekokardiogramda septumdaki ve sol ventrikül duvarındaki hipertrofi ile mitral kapağının ön kanadının öne doğru sistolik hareketi ayırt edilebilmekte ve kesin tanı konabilmektedir.
Sonuç: Hastalık oldukça ciddidir. Hasta kendine dikkat etmezse yaşam süresi son derece kısa olabilir. Ancak kendiliğinden iyileşmeler de görülmektedir. Hastaların çoğunda ölüm nedeni aniden gelişen atım (ritim) bozukluklarıdır.
Tedavi
Kesin bir tedavisi yoktur. Hastanın her tür efordan kaçınması gerekir.
Kullanılması sakıncalı olan ilaçlar: Digitalis, sempatikomimetikler, kalsium, nitrogliserin gibi ilaçlar verilmez. Digitalis pozitif inotrop (kalbin atım gücünü arttırıcı) etkisiyle hastanın durumunu bozar. Diüretikler de verilmemelidir. Ancak zorunlu hallerde düşük dozlarda verilebilir.
Beta reseptör blokerleri (Betadol, Dideral, Prent v.s.): Kullanılabilir. Negatif inotrop etkileri nedeniyle hastaya yararlı olabilirler. Dozaj: Günde 1 tablet Betadol veya 2 defa 20-40 mg Dideral.
Kalsium antagonistleri (Kardilat, Nidilat, İsoptin, Sensit, Diltizem): Negatif inotrop etkileri nedeniyle (yani kalp kontraksiyonlarını artırmadıkları için) kullanılırlar. Dozaj: Günde 3 defa birer adet yemeklerden birer saat önce.
Cerrahi girişim: Her hastada cerrahi tedavi olup olamayacağı mutlaka araştırılmalıdır. Ameliyata karar verilirse ventrikülomiyotomi yapılır, buna kas rezeksiyonu eklenir veya eklenmeyebilir. Bazı durumlarda mitral valvüloplasti de gerekli olur. Bu konu için bir kalp - damar cerrahı ile görüşmek faydalı olur. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:28 pm | |
| HIPOKRAT YEMINI
Tıp ta yemin denilince ilk akla gelen Hipokrat Andı dır. Hipokrat ( M. Ö. 460 - 370 ) yaklaşık 2500 yıl önce tıbbın özellik arzeden bir sanat olduğu fikrini benimseyerek, bu sanatı yapacak olanları belli bir yemin etrafında birleştirmek ve sanatın kutsallığını ifade edebilmek amacı ile böyle bir metni gelecek kuşak hekimlere miras bırakmıştır.
Tıpta yemin Hipokrattan sonra da Galen, Laennec, Hufeland gibi ünlü isimlerin de ilgi odağı olmuş ve bu hekimlerde kendi oluşturdukları metinleri tıp dünyasına armağan etmişlerdir. Ancak yeminlerin sadece isimleri değişmiş, anlam ise “Hipokrat Andı” nda olduğu şekli ile kalmıştır. ” Hayata saygı duymak ve zarar vermemek.”
ORJİNAL HALİ
"Hekim apollon aesculapions, hygia panacea ve bütün tanrı ve tanrıçalar adına!... and içerim, onları tanık ve şahit tutarım ki, bu andımı ve verdiğim sözü gücüm kuvvetim yettiği kadar yerine getireceğim. Bu sanatta hocamı, babam gibi tanıyacağım, rızkımı onunla paylaşacağım. Paraya ihtiyacı olursa kesemi onunla bölüşeceğim. Öğrenmek istedikleri takdirde onun çocuklarına bu sanatı bir ücret veya senet almaksızın öğreteceğim. Reçetelerin örneklerini, ağızdan bilgileri şifahi malumatı ve başka dersleri evlatlarıma, hocamın çocuklarına ve hekim andı içenlere öğreteceğim. Bunlardan başka bir kimseye öğretmeyeceğim. Gücüm yettiği kadar tedavimi hiçbir vakit kötülük için değil, yardım için kullanacağım. Benden ağı ( zehir ) isteyene onu vermeyeceğim gibi, böyle bir hareket tarzını bile tavsiye etmeyeceğim. Bunun gibi gebe bir kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim. Fakat hayatımı, sanatımı tertemiz bir şekilde kullanacağım. Bıçağımı mesanesinde taş olan muzdariplerde bile kullanmayacağım. Bunun için yerimi ehline terk edeceğim. Hangi eve girersem gireyim, hastaya yardım için gireceğim. Kasıtlı olan bütün kötülüklerden kaçınacağım. İster hür ister köle olsun erkek ve kadınların vücudunu kötüye kullanmaktan mazarrattan sakınacağım. Gerek sanatımın icrası sırasında, gerek sanatımın dışında insanlarla münasebette iken etrafımda olup bitenleri, görüp işittiklerimi bir sır olarak saklayacağım ve kimseye açmayacağım. Vegrorum arcana visa, audita intellecta nemo eliminet."
GÜNÜMÜZDEKİ HALİ
"Tıp fakültesinden aldığım bu diplomanın bana kazandırdığı hak ve yetkileri kötüye kullanmayacağıma hayatımı insanlık hizmetlerine adayacağıma insan hayatına mutlak surette saygı göstereceğime ve bilgilerimi insanlık aleykine kullanmayacağıma mesleğim dolayısıyla öğrendiğim sırları saklayacağıma hocalarıma ve meslektaşlarıma saygı göstereceğime din, milliyet, cinsiyet, ırk ve parti farklarının görevimle vicdanım arasına girmesine izin vermeyeceğime mesleğimi dürüstlükle ve onurla yapacağıma namusum ve şerefim üzerine yemin ederim." HIPOPITUITARIZM
(Hipofiz Ön Lob Hormonlarının Yetersiz Salgılanışı) Hipopitüitarizm, hipofiz bezinin hipofiz bezi hormonlarından bir veya daha fazlasını yetersiz miktarda salgılaması ile görülen bir rahatsızlıktır. Hastalığın adı Yunancada "altında" anlamına gelen hipo kelimesinden kaynaklanır. Bazı kişilerde kalıtsal olarak hipopituitarizme eğilim vardır. Diğer insanlar bilinmeyen nedenlerden dolayı bu hastalığa yakalanırlar. Ancak olayların birçoğunda nedenin belirlenmesi mümkündür. Bu durum bezdeki herhangi bir tümör nedeniyle ortaya çıkabilir veya ciddi bir kafa yaralanmasından sonra gelişebilir. Hipopituarizm bazı kadınlarda doğumdan sonra ortaya çıkar. çünkü hamilelik sırasında normal olarak büyümesi gereken bez öylesine fazla büyür ki, bunun için gerekli olan oksijen veya kanla verilen diğer maddeler vücut tarafından temin edilemez hale gelir. Daha sonra hipofiz bezi dokularının bir kısmı veya hepsi ölür.
Belirtiler
Çocuklarda:
- Büyüme ve cinsel gelişimde yavaşlama,
- Hipoglisemi (kan şekerinin aşırı düşüşü)
Yetişkinlerde:
- Kadınlarda adetten kesilme, kısırlık veya doğumdan sonra süt verememe,
- Erkeklerde azalan cinsel istek, sakal ve vücut kıllarının dökülmesi,
- Göz ve ağız çevresindeki ciltte ince kırışıklıklar;
- Bitkinlik
- İştahta azalma ve bazen kilo kaybı.
- Stresli bir durum veya enfeksiyon nedeniyle tansiyonun çok fazla düşmesi ve ateş.
Hipofiz bezinin diğer bezleri de harekete geçiren diğer hormonları salgılaması nedeniyle, bu hormonların yetersiz salgılanması hipotiriodizm ve Addison hastalığı da dahil olmak üzere diğer bazı hastalıkların belirtilerini ortaya çıkarabilir.
Teşhis
Hipofiz hormonlarının yetersiz salınımı çocuklarda cüceliğe neden olacaktır.
En önemli bulgu büyümede yavaşlamadır. Bu yavaş gelişme çocuğun normal muayenelerinde doktor tarafından saptanacaktır Bu hastalık oldukça ender görülür. Akranlarından daha kısa çocukların çok azında hormon yetersizliği vardır.
Eğer doktorunuz hipopitüitarizmden kuşkulanıyorsa kan ve idrarda hormon düzeyini ölçmek üzere çeşitli testler yapacaktır. Kan şeker düzeyini düşürmek üzere insülin iğneleri - yapılır ve bu durum hipofiz bezinde hormon üretimini sağlar. Sonra bu hormonların miktarı ölçülebilir.
Eğer test sonucu hipofiz hormonlarının düşük düzeyde olduğunu gösteriyorsa, altta yatan nedeni saptamak üzere daha ileri tetkikler yapılır. Olasılıklardan biri hipofiz tümörüdür.
Hipofiz hormonlarının azlığı yada yokluğu yaşamı tehdit edebilir çünkü böbreküstü bezi herhangi bir güçlü stres ya da enfeksiyona cevap veremez hale gelebilir. Böyle bir durumda doktor kortikosteroid tedavisi yapacaktır.
Cüce bir çocuğa büyüme hormonu enjeksiyonu yapılarak normal gelişimini sağlamak mümkündür. çocuk tedavi edilmezse erişkin ölçülerine ulaşamayacaktır. cinsel gelişimi de diğer hormonların normal miktarda olup olmamasına bağlıdır.
Yetişkinlerde de aynı hormon tedavisi gereklidir.
İlaç Tedavisi
Hipopitüitarizmin tedavisi hipofiz bezindeki işlev bozukluğunun derecesine bağlı olarak çeşitli hormonların verilmesine dayanır.
Büyüme Hormonu: Bu ilaç tedavisi hipofiz bezi hormonlarının yerini tutabilecek hormonları içerir. Büyüme hormonunun yanı sıra böbreküstü bezi ve tiroid hormonları ve hatta yumurtalık hormonları (kadınlar için) ya da testosteron (erkekler için) gerekli olabilir.
Kortikosteroidler: Böbreküstü bezinin işlevi azaldığında doğal kortizol hormonunun yerine genellikle prednizon ya da hidrokortizon gibi bir ilacın günlük alınımı gerekir.
Ameliyat ya da ciddi bir stres karşısında bu steroid hormonların daha yüksek dozda alınması gerekebilir,
Diğer Hormonlar: Eğer östrojen, testosteron ya da tiroid hormonları yetersizse, bunlarında alınması gerekebilir. HIPOTIROIDIZM
Aktivitesi az olan bir tiroid bezi hipotroidizme yol açar (hipertiroidizmin tam aksi durum). Adı Yunanca az manasındaki "hypo" ile "kalkan biçiminde" anlamındaki "thyreas" kelimelerinden gelmektedir. Belirtiler grubu uzun yıllardan sonra ortaya çıkar ve tedavi edilmezse, miksedemaya dönüşür.
Belirtiler
- Fiziki ve zihinsel fonksiyonların yavaşlaması ile ortaya çıkan letarji hali
- Nabzın yavaşlaması
- Soğuğa dayanıksızlık
- Kabızlık
- Saç ve cilt kuruluğu
- Guatr (bazı hastalarda)
- Ağır ve uzun aybaşı halleri
- Seksüel ilginin azalması
- Miksedema koması; bunun karakteristik belirtisi, soğuğa aşırı dayanıksızlık ve uyuklama duygusunun ardından derin letarji ve bilinç kaybıdır. Miksedema komasını sedatifler hızlandırabilir ve acil tıbbi müdahale gerektirir.
Tiroid hormonunun büyüme ve gelişme üzerinde öyle önemli ve belirgin etkileri vardır ki, eksiklikler çeşitli sağlık problemlerine yol açabilir.Aşın vakalarda eksiklik durumları bebeklerde ve çocuklarda zekA geriliğine ve yetişkinlerde zihinsel proseslerin yavaşlamasına normal vücut ısısını koruyamamaya ve hatta kalp yetmezliğine neden olabilir.
Hipotiroidizmde vücudun normal fonksiyon hızı, yani bazal metabolizma yavaşlamıştır. Tiroid hormonunun azlığı vücudun yavaşlamasına yol açar ve hastalığı fiziki ve zihinsel yönden tembel durumda bırakır.
Bazı durumlarda hipofiz bezinin TSH (tiroid uyarıcı hormon) üretmeyişi hipotiroidizme yol açar. Daha büyük sıklıkla, tiroid bezi anormal bir antikor tarafından yavaş yavaş tahrip edilmektedir. Diğer vakalarda hipotiroidizmin nedeni bilinmez. Daha da başka vakalarda hipotiroidizmin tedavisi, fazla başarılı olunca hipotiroidizm meydana gelebilir. Bu vakalarda tiroid hormonu durumu tersine döner (hormon fazlalığından hormon azlığına) bu durum geçici veya kalıcı olabilir. Bazen ender durumlarda bebekler tiroid bezleri olmaksızın doğarlar.
Hashimoto hastalığı (lenfositik tiroidit) de hipotiroidizmin nedeni olabilir.
Çok sık rastlanan bir rahatsızlık olmamakla birlikte hipotiroidizm ender bir hastalık da değildir. Her iki cinsiyette ve herhangi bir yaşta meydana gelebilir, Fakat yine de en fazla orta yaşlı kadınlarda görülür ve yaşlılarda teşhis konulmadan sürüp gitme ihtimali çok fazladır.
Teşhis
Hipotiroidizm genellikle aylar veya yıllar süren bir gelişme sonucu ortaya çıkar Böyle bir rahatsızlığı olan bir kimse, değişikliklerin bazılarını fark etmeyebilir. Fakat hastayı birkaç aydır görmemiş bulunan bir tanıdık veya akraba görünüşteki bozulmayı dikkat çekici bulabilir.
Başlangıçta adale ağrıları ve sürekli yorgunluk, serin ve soğuk yerlerde sıcak kalamamaktan başka belirti olmayabilir. Kabızlık da görülebilir. Yüz şişkin ve cilt donuk olacak ve kuru ve kalınlaşmış bir duruma gelecektir. Ses kısılabilir ve işitme, kaybı olabilir. hipotiroidizmde kilo almak sık görülen bir belirti sanılmakla birlikte, kilo alma eğer varsa bile çok azdır.
Hipotiroidizmi teşhis etmenin en etkili yolu laboratuvar testleridir. Kan örnekleri tiroid hormonunun çeşitli formları bakımından tahrip edilir ve tiroid uyarıcı hormonu (TSH) ve antikorlara bakılır (düşük tiroid hormonu ve yüksek TSİ] değerleri hipotiroidizmi düşündürür, yüksek bir antikor değeri ise hipotiroidizmin nedeninin Hashimoto hastalığı olduğunu düşündürür).
Çoğu kimselerde hipotiroidizm kronik veya ilerleyici değildir. Tedavi edilmesiyle normal hayata dönülür. Fakat ağır hormon eksikliği olan kimselerde tedavi özellikle önemlidir.
Miksedema koması
Hipotiroidizmin hayatı tehdit etme ihtimali pek yoksa da Miksedema Koması bunun dışındadır. Bu ender görülen durum genellikle uzun süreli teşhis konmayan hipotiroidizmin sonucudur ve hastalık soğukta kalma, kaza veya yaralanma veya ameliyat sonucu ortaya çıkabilir. Miksedema koması, genellikle hormon enjeksiyonu şeklinde yapılacak olan acil müdahaleyi gerektirir.
Kretinizm
Bebeklerde tedavi edilemeyen hipotiroidizm cücelik ve zeka geriliği (kretizm) sonuçlarını doğurabilir. Eğer durum hayatın ilk birkaç ayında teşhis edilirse, (sıklıkla da tespit edilebilir, çünkü doğumdan hemen sonra rutin kan tahlilleri yapılır) normal gelişme ihtimali çok büyüktür. Kretinizmin tipik belirtisi olan, gelişmesi durmuş çocukta karakteristik belirtiler sürekli olarak ağızdan salya akması, omuzlar geride karın şiş bir görünüş, kısa boy ve düzensiz dağılımı olan iyi gelişmemiş dişlerdir.
İlaç Tedavisi
Temel tedavi, tiroid hormonunun her gün alınmasıdır, Hayvan tiroid bezlerinden elde edilmiş ilaçların da kullanılabilmesine rağmen, bir çok doktorlar sentetik bir tiroid hormonu vermeyi tercih etmektedirler. Çoğu vakalarda, hormon tedavisine başlanmasından bir hafta içinde durum belirgin şekilde düzelir. Birkaç ay içinde bütün belirtiler kaybolur. Fakat hasta bu tedaviye hayatının sonuna kadar devam etmek zorundadır.
Beslenme
Bazı kimselerde, tiroid hormonu eksikliği, gıda rejiminde uzun süreli bir iyot yokluğun dan kaynaklanır. O zaman tiroid bezi açığı kapamak için büyür ve boynun alt kısmında bir şişlik, yani guatr oluşur. Bu durum Amerika Birleşik Devletleri nde son derece nadirdir. Çünkü sofra tuzlan iyot takviyelidir ve gıdalar genellikle iyottan yana zengindir. Fakat dünyanın toprakta iyot eksikliği olan bölgelerinde iyot eksik]iği guatr sebebi olarak çok sık görülen bir durumdur. Böyle bölgelerde iyotlu tuz kullanımı etkili bir halk sağlığı önlemidir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:29 pm | |
| HIRSCHSPRUNG HASTALIGI
Hirschsprung hastalığı (doğuştan kalın barsak genişlemesi olarak da adlandırılır) yavaş yavaş anormal büyüklükte ya da genişlemiş kalın barsak oluşmasına neden olur. Bunun nedeni alt rektumun dışkıyı anüsten dışarı çıkarmakta yeterli olmamasıdır. Prematüre bebeklerde nadir olmak koşulu ile, Hirschsprung hastalığı yeni doğan bebeklerdeki kalın barsak tıkanıklığı nedenlerinden %33 ünü oluşturmaktadır.
Yeni doğan bebeklerde ilk işaretler arasında mekonyum dışkısını çıkarmakta başarısızlık, kusma, karın bölgesinde şişme ve dışkılayamama sayılabilir.
Rektal bir muayene sonrasında, bebek çoğunlukla patlayıcı şekilde dışkılar. Bazen yeni doğmuş bir bebek bu yüzden dışkı bile kusabilir. Su kaybı ve kilo kaybı da çok rastlanır. Çoğu yeni doğmuş bebekler bunun yanı sıra kabız ve ishal de olabilirler.
Yeni doğmuş bir bebekte büyümüş bir kalın barsağı teşhis etmenin en iyi yöntemi rektal biyopsi yapmaktır.
Hirschsprung hastalığının tedavisi, dışkının atılabilir bir torba içine doldurulabilmesi için karın bölgesinin dış kısmına bir çıkış yapılmasından sonra ameliyattır. Bu, geçici bir tedbirdir. Bu açıklık, çocuk 12 ile 18 aylık olduğunda başka bir ameliyat ile kapatılır.
Her ne kadar sürekli ishal nöbetleri kimi zaman problem teşkil ederse de tedavi son derece başarılı sonuç verir. HORLAMA
Horlama uyku sırasında solunumun kısa süreli kesilmesi ile oluşan bir rahatsızlık durumudur. Solunumun kısa aralıklarla kesilmesinin vücuda birçok olumsuz etkisi vardır. Horlama esnasında bir yandan kandaki oksijen miktarı azalırken öte yandan akciğer basıncı artar ve kalp ritimlerinde değişimler baş gösterir. Bu arada uyku düzeni bozulur ve giderek uykudan uyanmalar ortaya çıkar. Baş ağrıları, zayıflık ve uykusuzluk belirtileri de rahatsızlık haline gelen horlamanın sonuçları olabilir.
Horlama bir rahatsızlığın göstergesi olmasına karşın sonuç olarak kişiyi ve çevresini rahatsız eden bir durum oluşturur.
Horlayan kişi ağzından hava soluduğu için havayı süzmeden alarak boğazda rahatsızlık oluşmasına da neden olur.
Bebeklerde de horlama görülebilir. Bu, bebeğin damağını kullanmasını henüz öğrenememesinin sonucudur.
Özellikle genç yaşlarda ortaya çıkan horlama, yüksek tansiyonu, kalp rahatsızlıklarını ve kalp krizini de beraberinde getirir.
Horlamaya karşı değişik tedavi yöntemleri uygulanabilir.
Horlama şişmanlık nedeniyle oluşuyorsa zayıflama bir tedavi yoludur.
Horlama burun rahatsızlığı nedeniyle oluşuyorsa cerrahi müdahale iyi bir netice verebilir.
Son çare ise; hava kompresöründen oluşan plastik bir maskenin uyku süresince buruna örtülmesidir. HORLAMA: NEDENLERİ VE TEDAVİSİ
Normal erişkin insanların en az %45’i zaman zaman horlamaktadır. %25’i sürekli olarak horlamaktadır. Horlama problemi en sık şişman erkeklerde görülür ve yaşla birlikte her geçen gün artar.
A.B.D. de 300 den fazla firma horlamaya karşı cihaz geliştirmiştir. Bazı modeller pijama arkasına tenis topu yapıştırmak gibi eski bir modelin modifikasyonlarıdır (Sırt üstü yatarken horlama daha çok artar.). Çene ve boyun askıları, boyunluklar ve ağız içine yerleştirilen cihazlar hiçbir yarar sağlamamıştır. Horlama sesi ile çalışıp hastayı uyandıran elektronik cihazlar bulunmuştur. Bütün bunlar hastanın horlamadan uyuma alıştırmaları olarak düşünülmüştür. Ancak maalesef horlama kişinin kontrolünde olmayan bir problem olup tüm bu cihazlar hastayı sadece uyutmamaya yöneliktir.
HORLAMANIN NEDENİ NEDİR?
Ağız ve burun arkasındaki hava yolunda darlık olduğunda ortaya çıkan gürültü biçiminde ki sese horlama denir. Dilin arkası ve yumuşak damak ve küçük dilin olduğu kısmın genizle birleştiği bölge kendiliğinden daralabilen bir bölgedir. Bunlar birbirleri üstüne geldiğinde solunumla birlikte titreşmekte ve horlama ortaya çıkmaktadır. Horlayan biri aşağıdaki problemlerden en az birine sahiptir.
Dil ve boğaz kasları gerginliği azalmıştır. Gevşek kaslar sırt üstü yatınca dilin boğaz arkasına doğru kaymasına engel olamaz. Bu olay alkol yada ilaç alarak gevşemiş birinin uykusunda kas kontrolünün kaybolması ile ortaya çıkar. Bazı insanlarda uykunun derin fazında gevşemeye bağlı olarak yine horlama görülebilmektedir.
Boğazdaki dokuların aşırı büyük olması. Büyük bademcik ve geniz eti çocuklarda en sık rastlanan horlama nedenidir. Şişman insanlarda kalın boyun dokusu sebep olarak gösterilir. Kist ve tümörlerde nadir olarak bu yolla horlama yapabilmektedir.
Yumuşak damak ve küçük dilin aşırı sarkık ve uzun olması boğaza doğru hava yolunu daraltır. Hava yoluna sarktığı için bir valv gibi horlamaya neden olur.
Burun tıkanıklığı olan kişi havayı almak için genizde aşırı vakum yaratır. Bu vakum boğazda kollabe olabilen dokuları hava yoluna doğru çeker. Böylelikle burun açık iken horlamayan kişide horlama görülmeye başlar. Bu durum neden bazı insanların sadece allerjik dönemlerde veya grip, sinüzit olduğu zamanlarda horladığını izah etmektedir. Burun deformasyonları bu tip burun tıkanıklığı nedenleri olarak bilinir. Deviasyon burun orta bölmesinin yan taraflara taşması olarak tanımlanır. Burun içi deformasyonları içinde en sık rastlanılanıdır.
HORLAMA CİDDİ BİR SORUN MUDUR?
Sosyal olarak evet! Bu aile yaşamında ciddi bir şekilde tehdit eder. Horlayan kişi alay konusu olur. Ailenin diğer bireyleri için uykusuz gecelerin sorumlusu tutulur. Horlayan kişi tatil ve iş gezilerinde istenilmeyen oda arkadaşı olur. Tıbbi olara evet! Kişinin kendine verdiği zarar daha büyüktür. Dinlenilmeden geçirilen geceler vardır. Aşırı horlayan kişilerde yüksek tansiyon horlamayan kişilere göre daha sık görülür. Horlamanın en ağır formu “tıkayıcı tipte horlama hastalığıdır.” “Uyku apnesi” diye bilinen bu hastalıkta şiddetli horlama nefessiz kalınan bir dönemle kesilmektedir. Bu sırada solunum tam durmuştur. 10 saniyenin üzerindeki nefessiz kalma nöbetlerinin bir saat içinde 7 den fazla görülmesi yaşamı ciddi şekilde tehdit eder. Bu durumda doktorunuzun size bir uyku merkezinde inceleme yapılmasını önerecektir. Apneli (nefesin kesilmesi) hastalarda saatte 30-300 defa tıkanmalara rastlanılmaktadır. Böylelikle uykuda kan oksijen düzeyi aşırı oranda düşer. Oksijenin düştüğü bu dönemde kalp kanı daha çok pompalamak zorundadır. Bir süre sonra kalp ritmi bozulurken, yıllar içinde yüksek tansiyon ve kalp büyümesi yerleşir. Tıkayıcı tipte horlama hastalığı olan kişiler uykularının çok az bir kısmında derin uyku fazına geçebilmektedirler. Derin faz gerçek dinlenme için tek yoldur. Dinlenmeden geçirilen gecenin gündüzü uykulu, yorgun ve verimsiz geçecektir. Araba kullanırken yada iş başında uyuklamalar görülecektir.
HORLAMA TEDAVİ EDİLEBİLİRMİ?
Horlamanın bir çok tipi tedavi edilebilir. Erişkin horlayan kişiler için aşağıda sıralana önerilere uyulmalıdır.
1. İyi bir adele tonusu kazanmak için sportif bir yaşam biçimi seçilmeli.
2. Horlayan kişiler uyku ilaçları, sakinleştirici ve antihistaminik denilen allerji ilaçlarını uykudan önce almamalı.
3. Uykudan 4 saat önce alkol almaktan sakınmalı.
4. Uykudan 3 saat önce ağır yemekten sakınmalı.
5. Aşırı yorgunluktan sakınmalı.
6 .Uykuda sırt üstü yatmak yerine yana yatmak tercih edilmeli. Eski bir öneri olarak pijama sırtına tenis topu dikmek hala faydalı bir metot dur. Böylelikle sırt üstü uyumaya engel olunur.
7. Yatağınızın baş tarafı daha yukarıda olacak şekilde tüm yatağınız yaklaşık olarak 10 cm bir tarafa doğru çeviriniz. Bu amaçla yatağınız bir tarafı altına bir tuğla yerleştirmek amacınıza uygun olacaktır.
8. Evde horlamayan kişilerin sizden önce uykuya geçmeleri için onlara süre tanıyın.
Her pozisyonda horlayan kişiler “ağır horlayan” olarak isimlendirilir. Bu kişilerin yukarıdaki önerilerden daha fazla yardıma ihtiyaçları vardır.
Horlama kişi ve ailesi için zararlı hale geldiğinde uzman doktorunuz ile görüşmeniz uygun olacaktır. Bu özellikle uyku sırasında nefes alamama problemi olduğunda (Yüksek sesli horlama nefessiz kalma dönemi ile kesilmektedir.) Doktorunuza baş vurmanız daha da önem kazanmaktadır. Horlama hastasının burun, ağız, boğaz ve boynunun detaylı muayenesi yapılmalıdır. Horlamanın boyutu ve horlayan kişinin sağlığını belirlemek açısından uyku laboratuarı çalışmaları değerlidir.
Tedavi şüphesiz tanıya dayanır. Bu allerji veya enfeksiyon tedavisi gibi basit yada bademcik geniz eti veya burun bozukluklarının cerrahi gerektirir biçimdedir. Horlama - Nefessiz kalma hareketli dokuların sabitleştirilmesi ve hava yolunun daha genişletilmesini sağlayan horlama ameliyatlarından başarılı sonuçlar elde edilmektedir. Buna uvulopalatofarengoplasti ameliyatı (UPPP) adı verilmektedir. Hasta için bademcik ameliyatından çok farklı his vermez. Laser ın kullanıldığı Laser-assisted uvulopalatoplasti (LAUP) lokal anestezi ile yapılabilen bir başka ameliyattır. Cerrahinin çok riskli veya hasta tarafından istenilmediği durumlarda boğaza basınçlı hava veren maske takarak (CPAP) uyuyabilir. Kronik olarak horlayan her çocuk KBB uzmanı tarafından detaylı olarak muayene edilmelidir. Bademcik ve geniz eti ameliyatının gerekli olduğu durumlarda cerrahi müdahale çocuk sağlığına ve gelişimine çok önemli yararlar sağlayacaktır.
Unutmayın: Horlama nefes almanın tehlikeli biçimde kesilmesidir. Horlama komik değildir, umutsuz hiç değildir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:29 pm | |
| IDRAR INKONTINANSI
İdrar inkontinansının (idrar akışını kontrol edememe durumu) fazla ya da az aktif bir mesane, fiziksel tıkanma, enfeksiyonlar ya da kafein ve bazı ilaçların yan etkileri gibi birçok nedeni vardır. Kanser, diyabet, inme, Parkinson haslalığı ya da multipl skleroz gibi daha ağır hastalıklar da inkontinansa neden olabilir. Bu durum erkeklerde, genişleyen prostatın ya da prostata ilişkin diğer sorunların göstergesi olabilir. Herhangi bir inkontinans sorunu söz konusuysa, daha önemli bir durumun belirtisi olabileceğinden, en kısa zamanda doktorunuza başvurun. Doktorunuzun yardımıyla inkontinansın nedenini ve uygun tedavi seçeneğini bulabilirsiniz. İdrar inkontinansı yaşlandıkça daha da sık görülen yaygın bir durumdur. Gerçekten de 65 ve daha ileri yaştaki 10 kişiden en az birinde idrar inkontinansı görülür. Birçok kişi bu konuda gereksiz biçimde sessiz kalır. Doktora danışmaya ve istediği gibi gereken yardımı almaya utanır. Bazı kişiler bu durumun yaşlanmanın kaçınılmaz sonucu olduğunu ve olası nedenlerinin ve tedavi seçeneklerinin bulunması yerine sonuçların ele alınacağını düşünür. Oysa, enfeksiyonu kontrol altına almak için antibiyotik kullanmak ya da idrar akışını kontrol eden kasları güçlendirecek egzersizleri öğrenmek gibi basit tedaviler söz konusu olabilir.
İDRAR İNKONTİNANSININ TİPLERİ: Aynı kişide birden fazla tipte inkontinans bulunabilir. - Stres inkontinansı: Öksürme, hapşırma, gülme, ağır kaldırma ya da hızlı hareket etme sonucunda mesanede oluşan basıncın neden olduğu inkontinans.
- Acil idrar yapma gereksinimi: kişinin idrar yapma gereksiniminin farkında olması, ancak kontrol edemeyerek acil olarak tuvalete gitmek zorunda kalması.
- Taşma inkontinansı: mesane tamamen dolu olduğunda (idrarı normal şekilde yapamama ya da bazı engeller nedeniyle) gerçekleşir ve az miktarda idrar kaçırılır.
TANI: İdrar inkontinansına tanı konması kolaydır ve nedene bağlı olarak çoğunlukla tedavi edilebilir. Hasta ve ailesinin doktora karşı açık ve dürüst davranması önemlidir. İdrar yapma alışkanlığınıza ve inkontinansın ne zaman gerçekleştiğine ilişkin kayıt tutmak yardımcı olabilir. Bu kayıtlar, inkontinansta hangi maddelerin ve durumların rol oynadığını öğrenmenize yardım edecektir. Inkontinansın hangi sıklıkta olduğunu, ondan önceki aktivitenizi (ör. hızla ayağa kalkmak, gülmek, egzersiz yapmak), sızıntı miktarını (çok az ya da bir anda çok fazla) ve eğer varsa, herhangi bir uyarıcı belirtiyi, sizi gece uyandırıp uyandırmadığını ya da belirli bir içecek, besin maddesi ya da ilacın alınmasından sonra görülüp görülmediğini kaydedin.
TEDAVİ: Etkili tedavinin seçimi, idrar inkontinansının nedeninin tanımlanmasına bağlıdır. Değerlendirme için en kısa zamanda doktora başvurmak çok önemlidir. IDRAR KACIRMAYA KARSI EGZERSIZLER
Bazen istemeden idrar kaçırıyorsanız alt karın duvarınızdaki kaslar, yaşlandıkça gevşemiş demektir. Her yerde yapabileceğiniz egzersizler için günde 20 dakika ayırabilirseniz, mesanenizin kontrolünü yeniden kazana-bilirsiniz.
Mesaneyi kontrol eden kaslar anüs ve vajinayı çevreleyen kaslardır ve "pubokoksigeal" kasları adını alırlar. 1950 lerde Dr. A.M. Kegel bu kasları geliştirmek için bir sistemi geliştirdi.
Anüs çevresindeki büzgen kasları dışarı çıkmanızı engelleyecekmiş gibi kasarak başlayın. Gevşeyin ve tekrar kasın. Bunu 20-30 defa yapın. Bu hareketleri gün boyu birçok defa tekrarlayın. Pubokokigeal kaslarınızın gücü arttıkça mesanenizi daha iyi kontrol edebilirsiniz. Bunu yapan kadınların çoğu fazladan, cinsel olarak daha hevesli bir hale geldiklerini fark etmişlerdir. IDRAR YOLU ILTIHABI (OZGUL OLMAYAN)
Özgül olmayan idrar yolu iltihabı bazen "klamidya"nın neden olduğu bir idrar yolu iltihabıdır. Buna Ureaplasma ureliticum" adı verilen bir bakteri de sebep olabilir. Bulgular 10-20 gün içinde ortaya çıkmazsa da eğer tedavi edilmezse, leğen boşluğunda iltihabi komplikasyonlara (fallop tüplerinin, yumurtalıkların, rahmin veya rahim boynunun iltihaplanması) yol açabilir. Bu nedenle, eşinizde "üretrit ortaya çıkarsa siz de kontrolden geçmelisiniz. Onun enfeksiyonun sebebi "Ureaplasma" veya "Klamidya" veya cinsel ilişkiyle bulaşan başka bir hastalık da olabilir.
Belirtiler
- Batma ve yanma hissiyle birlikte sık idrar yapma;
- Karın altında ağrı;
- Arada sırada ince bir vajinal akıntı.
Teşhis
Doktorunuz gelişmenin nasıl olduğunu dinleyecek, başka ihtimalleri eleyebilmek için alt karın muayenesi yapacak ve bir idrar kültürüyle hastalığa neden olan bateriyi tanımlayarak teşhisini koyacaktır.
Bu rahatsızlık erken teşhis edilerek tedaviye başlanırsa, genellikle tehlikeli olmaktan daha çok can sıkıcıdır.
Tedavi
Belirsiz idrar yolu iltihabı için standart tedavi antibiyotiklerdir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:30 pm | |
| IHTIYOZ
İhtiyoz a balık pulu hastalığı da denir. Bunun nedeni karakteristik döküntüsünün görünümüdür. Kalıtım yoluyla geçen cilt hastalıkları içinde en sık görülenidir.
Belirtiler : Küçük çocuklarda kuru, pullu cilt.
Bu hastalık genellikle 1 ile 4 yaşları arasında ilk defa ortaya çıkar. Bazen yetişkinlik yıllarında tamamen kaybolup daha ilerde yeniden belirir. En fazla belirgin olan döküntü yerleri dirsekler, dizler ve ellerdir. Genellikle, kışın daha kötü olur. İhtiyoz, atopik dermatitle bağlantılı olabilir.
Tedavi
Etkilenen yörelere vazelin sürün ve gece naylonla sarın. Günde iki kere kullanmak kaydıyla laktik asit losyonu ve gece kremi sürmek faydalı olabilir ILAC DOKIUNTULERI
Herhangi bir ilaç kullanırken, bir döküntü meydana gelirse döküntünün nedeni olarak o ilaçtan şüphe edilmelidir.
Belirtiler
- Kızarıklık, döküntü, kabarcıklar ve cilt içinde kanamalar dahil, cilt değişikleri
- Kaşıntı
- Herhangi bir reçetesiz ilaca veya reçeteli ilaca allerjik reaksiyon gösterilebilir.
İlaç reaksiyonları basit bir kaşıntı veya döküntüden çok fazla şeyler de yapabilir: ateş, nöbetler, bulantı, kusma veya ishal, nabız bozuklukları, nefes alma zorluğu, astım veya idrar azalması bunlardan bazılarıdır. Bunlara ek olarak laboratuar tahlilleri hemoglobin değerinde veya akyuvar sayısında bir değişim gösterebilir. Böylece, bir ilaç reaksiyonunun belirtileri son derece çeşitlidir.
Cilt döküntüleri çeşitli biçimlerde olur. Bu döküntünün nedenini belirlemeyi zorlaştırır. İlaç döküntüleri genellikle ilk dozun alınmasından az sonra başlar. Bu zaman ilişkisi daha başka problemlerin çıkma ihtimaline karşı bir uyarıcı olabilir.
Birçok ilaç reaksiyonunun ilk ve en erken belirtisi ateştir. Döküntüler, ilaç reaksiyonu olayının genellikle başlangıç safhalarında görülerek böyle bir reaksiyonun başladığına dair uyarı görevi yapar.
Tedavi
Eğer döküntünüz ilaca bağlıysa, ilacı bırakınca belirtiler genellikle kesilecektir. Fakat, ilaç reçeteliyse, kesmeden doktorunuza danışın.
Eğer döküntünüz kaşıntılıysa yulaf unu banyoları veya nemli pansumanlar rahatlatabilir. Lokal hidrokortizon kremi de faydalı olabilir. IMPETIGO
impetigo adli iltihapli deri hastaligi, vucudun baSlica yuz, el ve diz gibi açikta kalan kisimlarini etkileyen, bakterili bir enfeksiyondur. içinden cerahat akmasi da mumkun, kalin kabuklarla kapli yaralar Seklinde görulur.|Bu hastalik çok bulaSicidir. ozellikle çocuklar arasinda yaygindir.|Tedavi:|Tedavi için bir doktora gitmeniz gerekir. Doktorunuz antibiyotik ve/veya krem yazacaktir. Belirtiler tedaviye baSladiktan sonra 5 gun içinde geçmelidir.|onlemler:|impetigonun yayilmasini önlemek için tirnaklar temiz ve kisa tutulmalidir. Evde herkesin kendine ait havlusu, mendili ve bardagi olmali ve herkes her gun banyo yapmalidir.|Okuldan Alikoyma:|impetigo geçiren çocuklar, yaralar tedavi edildigi ve temiz bir sargiyla örtuldugu surece okula gidebilirler. Yaralar sarilmamiSsa ve vucudun baS, el veya bacak gibi açikta kalan kisimlarinda ise çocuk, bunlar iyileSene kadar okula gidemez. INME
İnme, beynin bir bölgesinde, kan akışının engellenmesi ya da beyindeki damarlardan kanın dışarı sızmasıyla ortaya çıkan bir hasardır. "İnme" terimi, olayın ani başladığını vurgular. Bazen bir baş ağrısı, sadece baş ağrısı değildir ya da baş dönmesi ile kollarınızda ve bacaklarınızda hissettiğiniz güçsüzlük sadece ne kadar çok çalıştığınızın bir işareti olmayabilir. Dengeli beslenmek için gıdaya gereksinim duymanız gibi, beyninizin de (vücudun diğer bölümleri gibi) normal işlevini görebilmesi için oksijenleşmiş kanla beslenmesi gerekir. Yeterli miktarda oksijenleşmiş kan ulaşamadığında beyin hücreleri hasar görür ya da ölür. Kalpten beyne ve kafaya kan taşıyan damarlarda (karotis) daralma ya da tıkanma, beyne ulaşan kan miktarını azaltır. Daralma ve tıkanmaya ateroskleroz (arter duvarlarının kalınlaşması) gibi birkaç hastalık yol açar. Karotis daralması (stenoz) için ilaç ve cerrahi tedavi mevcuttur. Tam tıkanma durumunda (karotis oklüzyonu) tedavi seçeneği çok azdır. Her iki durum da inme (yeterli kan ulaşmaması nedeniyle beyin dokusunda hasar) ya da geçici iskemik atak (birkaç haftada geçen inme benzeri semptomlar) riskini artırır. İnme, erişkinlerdeki işlevsel yetersizliğin birinci nedenidir. Özellikle, kan basıncınız yüksekse ya da sigara içiyorsanız, kendinizde ya da bir yakınınızda inme riski olup olmadığını doktorunuza sorun.
Karotis Nedir? Kalpten kafaya ve beyne kan ulaştıran ve boynun her iki tarafından geçen büyük kan damarlarıdır.
Stenoz Ve Karotis Oklüzyonu: Arterlerin, kısmen tıkanmaya yol açacak biçimde daralmasına stenoz denir. Bir yağ plağı ya da kan pıhtısı kanın geçişini engelleyerek darlma ya da tıkanmaya neden olur. Karotis oklüzyonu, karotisin beyne kan akışını azaltacak biçimde tamamen tıkanmasıdır.
Stenozun Saptanması: Doktorunuz boyundaki karotiste uğultu (arterde anormal kan akışı sesi) olup olmadığını steteskopla saptayabilir. Karotis uğultusu karotis hastalığının göstergesidir. Doktorunuz ultrason taraması ya da anjiyografi ile karotiste kısmi tıkanma olduğunu doğrulayabilir.
İnme Ya Da Geçici İskemik Atak Semptomları: Aşağıdaki semptomlardan biri görüldüğünde hemen acil servise ulaşmak için ambülans çağırın ya da doktorunuzu arayın. - Ani görme, konuşma ve denge bozukluğu - Ani ortaya çıkan uyuklama ve şiddetli baş ağrısı - Ani zihinsel bozukluk ve bellek kaybı - Bir gözde ani geçici körlük ya da başka görme kusurları - Kolda ya da bacakta ya da tüm vücutta uyuşma, güçsüzlük ya da felç - Ani konuşma ya da yutma güçlüğü - Koma ya da nöbetler
İnme Nasıl Önlenir? - Kan basıncınızı sık kontrol ettirin. Sürekli olarak yüksekse (>140/90 mmHg) kontrol altına almak için doktorunuzun önerilerini uygulayın. - Atriyal fibrilasyonunuz ya da diyabetiniz varsa ya da kolesterolünüz yüksekse, doktorunuzun önerdiği tedaviyi uygulayın. - Sigara içiyorsanız, bu alışkanlığınızdan vazgeçin. - Alkol alıyorsanız, ılımlı miktarda kullanın. - Düzenli egzersiz yapmayı günlük etkinliklerinizin önemli bir parçası haline getirin.
İnmeyle İlişkili Risk Faktörleri: Aşağıdaki durumlardan herhangi biri varsa, inme gibi ciddi tıbbi sorunlara yol açmaması için doktorunuzla görüşerek tedavi uygulayın: - Yüksek kan basıncı (hipertansiyon) inmenin en önemli nedenidir. - · Arter kanallarının daralması (ateroskleroz), özellikle beyne kan taşıyan arterlerde kısmi tıkanma (karotis stenozu) - · Kalp atışında düzensizlik (atriyal fibrilasyon) gibi kalp hastalıkları, yüksek kolesterol (kandaki yağların yüksek düzeyde olması) ya da kalp krizi (miyokard enfarktüsü) - · Sigara içme, aşırı alkol kullanımı, fiziksel etkinlik eksikliği ile sebze ve meyve açısından yetersiz beslenme gibi yaşam tarzıyla ilgili etmenler - · Diyabetin neden olduğu komplikasyonlar inme riskini artırabilir. - · İnmeyle ilişkili uyarı niteliğindeki kısa süreli belirtiler (geçici iskemik atak)
Aşağıdaki Durumlarda Hemen Yardım İsteyin : Kendinizde ya da tanıdığınız birinde inmeden kuşkulanıyorsanız, hemen tıbbi yardım isteyin ve ambulans çağırın. İnmeye yönelik bazı tedaviler sadece kısa zamanda tanı konulup uygulanırsa yararlı olduğundan, hemen tıbbi yardım sağlanması önemlidir. İnmeyle ilgili uyarılar şunlardır: - Özellikle vücudun tek yanında olmak üzere yüz, kol ya da bacakta uyuşma ya da güçsüzlük - Ani konfüzyon (zihin karışıklığı), konuşma ve anlama zorluğu - Bir ya da iki gözde ani görme sorunu - Ani yürüme zorluğu, baş dönmesi, denge ya da koordinasyon kaybı - Ani ve nedeni bilinmeyen şiddetli baş ağrısı
Yapılması Gerekenler: Uyarıcı belirtiler ortaya çıktığında, hastaneye götürülmek üzere bir ambulans servisinin telefonunu arayın.
Tedavi Karotis endarterektomisi, karotisteki tıkanmayı ortadan kaldıran cerrahi bir işlemdir. İnme ya da geçici iskemik atak semptomları olan ya da olmayan, bir ya da iki taraftaki karotiste %60 tan fazla tıkanma görülen hastalarda ameliyat önerilebilir. Ameliyat, tam tıkanma durumunda ya da akut inmesi iyileşmekte olanlarda tavsiye edilmeyebilir. tPA gibi pıhtı eritici bir ilaç, inmede acil tedavi olarak etkili olabilir. Bu ilacın etkili olması ve iyileşme şansını artırabilmesi için, inme belirtilerinin başlangıcını izleyen ilk 3 saat içinde uygulanması gerekir. İnme vakalarının yaklaşık %80 i iskemiktir (beyin arterlerinde kan pıhtılarının oluşmasına bağlı), geri kalanları ise hemorajiktir (kan damarının yırtılmasına bağlı beyin kanaması). ABD de inme, ölüm nedenleri arasında, kalp hastalığı ve kanserden sonra üçüncü sırada yer almaktadır ve bu ülkedeki erişkinlerde önde gelen sakatlık nedenidir. Her yıl inme geçiren Amerikalılar ın üçte birinin, bu hastalık nedeniyle öldüğü tahmin edilmektedir. İnme geçiren bir hastanın, hemen tanı konarak hastaneye yetiştirilebilmesi için, sadece risk taşıyanların değil herkesin, inmenin uyarıcı belirtileri konusunda eğitilmesi gereklidir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:31 pm | |
| INTUSSUSEPSIYON
İntussusepsiyon, barsağın, genellikle ince barsağın bir kısmının, barsağın başka bir kısmının içine girdiği bir durumdur. 3 aylık il~ 6 yaşındaki çocuklardaki barsak tıkanmasının en yaygın nedeni budur.
Belirtiler
- Ani, şiddetli karın ağrısı;
- Kuvvetsizlik ve uyuşukluk;
- Sık sık safra çıkararak kusma;
- Kuşüzümü jelatinine benzer kanlı dışkı;
- Yüzeysel nefes alma;
- Şok.
Nedeni bilinmemektedir, ama bazı vakalarda, intussussepsiyon ile bazı virüs enfeksiyonları arasında bir bağlantı vardır.
Tipik olarak, intussusepsiyon daha önce iyi olan bir çocukta aniden patlak verir. Çocuk birden bire sık aralıklarla ortaya çıkan şiddetli bir karın ağrısı duyar. Başlangıçta çocuk ağrılar arasında normal olarak oynamaya devam edebilir, ama bir süre sonra kuvvetsizleşir ve uyuşuklaşır.
Teşhis
Çocuğunuzda bu belirtiler varsa, doktoru aramakta gecikmeyin. Belirtiler ve fiziksel bulgular, teşhiste bulunmak için yeterli olabilir. Ancak genellikle karın röntgeni ya da baryum röntgeni gibi başka testlere de gerek duyulabilir.
Tedavi edilmeden bırakılırsa, çok tehlikeli olabilir. Ancak, tedavi ilk belirtilerin ortaya çıkmasından sonra 24 saat içinde başlarsa çocukların çoğu iyileşmektedir.
Tedavi
Teşhis için kullanılan baryumlu lavman, birbirinin içine girmiş barsağı normal yerine itmek için yeterli olabilir. Ancak bu tedavi"den sonra tekrarlama oranı yüzde 10 kadar yüksektir. Birçok durumda, ameliyat gereklidir; ameliyattan sonra genellikle tekrarlama olmaz. IRIS ILTIHABI (IRITIS)
Sıklıkla genç erişkinlerde görülür ve vakaların çoğunda neden frengidir. Kornea yaraları, şeker hasta1ığı, romatizma, diş apseleri ve burun iltihapları da iritis nedenleri olabilir.
Belirtileri:
Gözde şiddetli ağrı duyulur. Göz aşırı sulanır ve kızarır. Hasta, parlak ışığa bakamaz. Korneanın rengi bulanıklaşır ve gözbebeğinin ışığa karşı refleksleri düzensizleşir.
Seyri:
Gözbebeğinin refleksleri zamanla tamamen kaybolur ve görme iyice bulanıklaşır. Böyle bir kriz birkaç hafta sürebilir.
Tedavi:
Nedene yöneliktir. Dinlenme, camları koyu renkli gözlük kullanılması, fazla okumaktan kaçınılması salık verilir. Ayrıca, göze ılık pansuman yapılır ve ağrı giderici ilaçlar verilir. Atropinli damlalar ya da merhemler kullanılır. IRRITABL (HASSAS) MESANE
Sık sık aniden gelen ve bazen tuvalete yetişemeyecek kadar sıkıştıran, idrara çıkma ihtiyacı hissediliyorsa, nedeni mesane hassasiyeti irritabl mesane; zaman zaman kasılmaları kontrol edilemeyen mesane olabilir. Bazen durumun sorumlusu bir enfeksiyondur. Ama genellikle mesane kronik olarak iltihaplanmış gibi bir görünüm yerse de neden belirsizdir. Bu rahatsızlık bezdirici olsa da tehlikeli değildir. Mesane iltihabından farklı olarak düşünülmelidir.
Belirtiler
- Ani ve bazen kontrol edilemeyen idrara çıkma ihtiyacı;
- Geceleri sık sık idrara çıkma ihtiyacı.
Teşhis
Doktor laboratuvarda incelemek üzere idrar örneği alır. İdrar yaparken özel bir röntgen filmi alınabilir (Bir boşaltma sistogramı). Ucu ışıklı ince bir boruyu uretra yoluyla mesaneye sokarak sistoskopi yapmak da bir başka olasılıktır.
ilaç Tedavisi
Enfeksiyonları tedavi etmek için antibiyotikler kullanılır. İmipramin veya kalsiyum kanal blokerleri mesanenin kasılmasını sağlayan kasları gevşetip rahatlatabilir. Başka ilaçlar da kasılmaları kontrol eden sinirlerin aktivitesini yavaşlatabilir.
Mesane hassasiyeti (irritabl mesane) enfeksiyona bağlı değilse, çoğunlukla mesane kaslarının egzersizi ve güçlendirilmesiyle çözümlenebilir. İdrar yaparken, idrarı mümkün olduğu kadar uzun bir süre tutmaya çalışmak buna bir örnektir. ISHALLER
İshal, dışkılama sayısında artışla beraber, dışkının şekilsiz bir hal alması olarak tariflenir. Normalde dışkı kuru ve şekilli iken, ishal durumunda içerdiği su miktarı artarak şekilsiz olur. İshal nedeniyle bağırsak hareketleri artar, normal süreden daha kısa aralıklarla dışkılama ortaya çıkar. Örneğin günde bir kez katı, şekilli dışkılaması olan bir kişi, günde 3-4 kez veya çok daha fazla dışkılıyorsa veya dışkı cıvıklaşmış, su gibiyse ya da sümüksü olmuşsa ishalden bahsedebiliriz.
İSHAL NEDENLERİ NELERDİR ?
İshale neden olan pek çok durum mevcuttur. İshal nedenlerinin başında mikrobik ishaller gelmektedir ki, yaz ishalleri de bu gruptandır. Mikroplar dışında başta antibiyotikler olmak üzere çeşitli ilaçlar, çeşitli mide-bağırsak hastalıkları, bazı hormonal hastalıklar, bağırsak veya bağırsak komşuluğunda ortaya çıkan tümöral durumlar, aşırı ve ani ısı değişimleri de ishale neden olabilir. Heyecanlanma, üzüntü, korku, stres gibi durumlar da ishale neden olabilir.
YAZ İSHALLERİNİN NEDENLERİ NELERDİR ?
Yaz ishaline neden olan mikroplar, bakteriler ile protozoon denilen gözle görülmeyen parazitlerdir.
YAZ İSHALLERİ NASIL ORTAYA ÇIKAR ?
Doğadaki sıcaklık artışıyla tüm canlıların su ihtiyaçları da buna paralel olarak artar. Dolayısıyla insanlar, yaz aylarında daha fazla su tüketir. Böylece, bu tüketimin beklenmeyen bir sonucu olan yaz ishalleri, çoğunlukla mikroplu suların içilmesi veya bu sularla yıkanmış meyva ve sebzelerin yenilmesiyle ortaya çıkar. Bazen insanlar ishal olup bu mikropları dışkıları ile çevreye yayabilir. Dışkıyla bulaşmış ellerin ağıza götürülmesi sonucu da ishal olabilir. Her zaman kullanılan suların sağlıklı olup olmadığını bilmek mümkün olmaz. Doğada, özellikle insan ve hayvan dışkılarıyla kirlenmiş sularda yaşayan, ishal nedeni olabilecek çeşitli mikroplar bulunmaktadır. Bunlar özellikle durgun sularda, kanalizasyonun karıştığı sularda, iyi ilaçlanmamış içme ve kullanma sularında, özellikle yaz aylarında uzun süre canlı kalarak çoğalır. Bu suların içilmesi veya böyle sularla bulaşık, sıcak ortamda beklemiş gıdaların, örneğin çiğ sebzelerle hazırlanmış salataların ve meyvaların tüketilmesi sonucu ishal yapan mikroplar, ağız yoluyla alınarak insanların bağırsaklarına ulaşır. Bunların bir kısmı bağırsak duvarında iltihap oluşturarak hem bağırsak hareketlerini artırır, hem de barsağa su ve iltihabi hücrelerin geçişine neden olur; bir kısmı da bağırsakta iltihap yapmadan, salgıladıkları toksin denilen zehirli maddelerin etkisiyle su ve tuz geçişini artırmak suretiyle ishale neden olur.
YAZ İSHALLERİNİN BELİRTİLERİ NELERDİR ?
En önemli belirti, dışkılama sayısının artması ve dışkı vasfının değişmesidir. Dışkı, cıvık, patates püresi görünümünde olabileceği gibi, sümüksü ve iltihaplı veya su gibi olabilir. Dışkı miktarı ve su içeriği, ince bağırsaklarda hastalık yapan parazit ve bakterilerin ishallerinde fazladır, kalın bağırsakta hastalık yapanlarınkinde ise azdır; ayrıca bunlarda dışkılama sayısı diğerlerine oranla daha fazladır. Su gibi tariflenen ishallerin çoğunluğu paraziter nedenlidir. En sık giardia denilen protozoon neden olur. Bu tip ishallerin en ciddisi ve hayatı tehtid edeni ise dışkının pirinç suyu görüntüsü olarak tariflendiği, kolera bakterisinin yaptığı ishaldir. İltihaplı dışkılamaya neden olan bakterilere ise tifo ve tifo benzeri hastalıklara neden olan salmonella bakterilerini örnek verebiliriz. Kalın bağırsakta ishale neden olan bakterilerin bir kısmı ve bazı parazitler dışkının iltihaplı, sümüksü görünmesine, aynı zamanda bağırsak duvarını da zedeleyerek damarların kanamasına neden oldukları için, kanlı olmasına da neden olurlar. Dışkının böyle kanlı ve iltihaplı olması dizanteri olarak adlandırılır. Nedenlerinden birisi şigella denilen bakteri, bir diğeri amip denilen protozoondur. İshalle birlikte bulunan diğer belirtiler karın ağrısı, karında buruntu hissi, bazen bulantı, iltihabi durumlarda bunlara ilaveten ateş olarak karşımıza çıkar. Dışkılamadan sonra tam rahatlayamama da bir diğer belirti olabilir. Örneğin kalın bağırsak ishallerinde ağrı ve rahatlayamama sıktır. Aşırı su ve tuz kaybına bağlı olarak kalp damar sistemine, böbreklere, sinir sistemine ait kalp ritm bozuklukları, böbrek yetmezliği, şuur bozuklukları gibi belirtiler de olabilir. Dilin kuruması, cildin parlaklık, nem ve yumuşaklığını kaybetmesi, gözlerin göz çukuruna çökmesi gibi belirtiler, su kaybının işaretleridir.
İSHAL OLUNCA NE YAPMALIYIZ ?
İlk tedbir olarak kaybedilen su ve tuzu geri koymak için pratik olarak hazırlayacağımız şu solusyonu içebiliriz: Bir litre kaynatılmış soğutulmuş suya 1 çorba kaşığı şeker, 1 tatlı kaşığı sofra tuzu ve 1 çay kaşığı karbonat konularak karıştırılır, içilebildiği kadar sık aralıklarla içilir. Ancak mikrobik ishallerin hemen hepsi 24 saatten fazla devam eder ve hemen hepsi ilaç tedavisi almadan düzelmez. Bu nedenle, 24 saatten fazla süren ishallerde en yakın sağlık merkezine başvurularak muayene ve tetkik olunması gerekir. Çünkü farkında olmadan dışkımız yoluyla çevreye mikrop bulaştırabilir, ayrıca ishalin tedavisiz kalarak daha ciddi sağlık problemlerine yol açmasına neden olabiliriz.
SAĞLIK KURULUŞUNDA NELER YAPILACAKTIR ?
Sağlık kuruluşunda, şüphelenilen gıdaların ve suyun olup olmadığı ve ne zaman tüketildiği, ishalin ne zaman başladığı, karın ağrısı, ateş, dışkıda iltihap ve/veya kan olup olmadığı, yakınımızda başka hasta insanların olup olmadığı sorulacak; muayenenin ardından dışkı tahlili ve kültürü, kan sayımı ve gerekirse diğer kan tetkikleri istenecektir. Tüm verilere göre hekim tedaviye karar verecektir.
NASIL TEDAVİ EDİLİR ?
Sıvı ve tuz kaybının az olduğu, ishalin hastanın komforunu çok bozmadığı durumlarda, hastaneye yatırılmadan genellikle sadece uygun bir diyetle hasta ayaktan tedavi edilir. Aşırı su ve tuz kaybı, ağır dizanteri halleri, kolera şüphesi olan durumlarda hasta mutlaka hastaneye yatırılarak öncelikle kaybedilen su ve tuzun yerine konması amacıyla serum verilir, daha sonra uygun ilaçlara başlanır. İshal diyeti nasıldır? İshali olan kimselerin düzelene kadar posasız ve yağsız gıdalar alması gerekir. Yani sebze ve meyvalar, kuru yemiş, çikolata, kızartmalar gibi gıdalar alınmamalıdır. Yağsız makarna, pirinç pilavı, haşlanmış patates-patates püresi, haşlanmış yağsız et ve tavuk, yağsız ızgara köfte yenebilir. Ayrıca bol miktarda içeçek alınmalıdır.
İYİLEŞME ŞANSI NEDİR ?
Uygun tedaviyle yaz ishallerinin tedavisi oldukça yüz güldürücüdür; hemen hepsinde iyileşme tamdır. Ancak mikroplu ortamla temas devam ediyorsa, gerekli tedbirler alınmadıysa ishalin tekrarlama şansı her zaman vardır.
YAZ İSHALLERİ NASIL ÖNLENEBİLİR ?
Bu ishallerin önlenmesinin en önemli yolu, menşei bilinmeyen suların tüketilmemesi ve kişisel temizliğe dikkat edilmesi, özellikle ellerin her yemekten önce ve sonra yıkanmasıdır. Kullanılan ve içilen suların klorlanması pekçok mikrobun yaşamasını önler. Şüpheli suların, şüpheli olmasa bile salgın olduğu bilinen yerlerdeki suların kaynatılarak kullanılması gereklidir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:32 pm | |
| ISITME KAYBI (IS SARTLARI NEDENLI)
90 desibel (db) gürültünün (Sesin) uzun zaman etkisinde kalan bir insan kulağı zarar görür. Yüksek ses dalgalarının oluşturduğu güçlü vibrasyon iç kulaktaki kohleayı saran tüy hücrelerini zedeler. Bu tür bir tahribat, duyma sinirine (hissine) bağlı olarak işitme kaybına neden olur, çünkü iç kulağın çalışmasını etkiler. Bu tür işitme kaybı ekseriyetle düzeltilemez. Normal konuşmanın gürültü seviyesi aşağı yukarı 60 dbdir. 4 metre uzaklıktaki bir dizel kamyonun gürültüsü ise 90 db. , 30 metre uzaklıktaki bir jet motorunun gürültüsü ise 130 db dir. Onun için bazı işlerin sağırlık riski olması sürpriz değildir.
Belirtiler : Gitgide artan işitme kaybı
Büyük inşaatlarda işitme kaybının sık rastlanır bir nedenidir. Hava alanları yer işçileri kulaklarını korumak için gerekli önlemleri almazlarsa, işitme kaybı riski yüksek gruba girerler. Çiftlik traktörü operatörleri de bu gruptadır. Rak müziği çalanlar da bu müziği çok yüksek sesle dinleyenler de riskli gruba girer.
Teşhis
Eğer işitmenizde bir azalma olduğunu fark ederseniz, bir kulak burun boğaz uzmanına başvurun. Doktorunuz kulağınızı muayene ettikten sonra, işitme kaybının tipini belirlemek için testler yapacak olan bir odyologa (işitme uzmanı) gönderebilir.
Tedavi
Eğer işitme kaybınız işyeri koşullarından kaynaklanıyorsa, işitme kaybının daha da artmaması için çalışırken uygun bir koruyucu malzeme kullanın.
Eğer işitme kaybı diğer insanlarla iletişim kurmanızda sorunlar yaratıyorsa, doktorunuz işitme aleti kullanmanızı önerebilir. ISKELET BOZUKLUKLARI (DOGUMSAL)
"Konjenital kalça çıkığı", kalça ekleminin bir kısmının ya da tüm kısımlarının anormal bir gelişim göstermesinin sonucudur. Problem, doğum sırasındaki ilk muayenede ya da daha sonra tespit edilebilmektedir. Konjenital kalça çıkıklı olarak doğan bebeğe, kalça kemiğinin (femur) baş kısmını kalça yuvası (asetabulum) içine yerleştirilmesi için bağ ya da cebire benzeri bir aygıt takılır. Bu tedavi genellikle 6 ile 8 hafta içinde başarılı olmaktadır. Yeni doğan bebeklerin ilk dönemlerinde teşhis edilen kalça çıkığı vakalarının çoğu bu yolla gerektiği gibi tedavi edilebilmektedir.
"Cücelik" (displazi), çoğunluğu kol ve bacaklarla gövde boylarının oransızlığını içeren çok çeşitli iskelet anomalisi durumlarını anlatır. Genellikle çocuğun kol ve bacakları başlangıçta kısadır, çocuk büyüdükçe gövde de oransız bir biçimde kısa kalır.
Çoğu displazi vakaları doğumdan hemen sonraki dönem içinde teşhis edilememektedir. Bu çocuklarda işitme bozukluğu, böbrek sorunları ve bağışıklık noksanlığı gibi başka konjenital problemler de bulunabilir. Gerçek iskelet kusurlarının giderilmesi mümkün değildir, ancak yan sorunların birçoğu tedavi edilebilir.
Tedavi, çocuğun hareket yetenek (mobilite) ve işlevini maksimuma çıkarmaya ve kol ve bacaklarla omurganın deformitelerini düzeltemeye yönelik bir ortopedik teknikler kombinasyonu içerir.
Moral desteği ve danışma hizmetleri de genellikle yararlı olmaktadır. KABIZLIK (YETISKINLERDE)
Birçok faktör barsak hareketlerini etkilemektedir: bunların başlıcaları diyet, ilaçlar, fiziksel aktivite durumu, stres ve sıkıntıdır. Çok yaygın bir durumdur ve kadınlarda daha sık gibidir. Hayatınızda yapacağınız basit bir kaç düzenleme ile bu rahatsızlıktan kolayca kurtulabilirsiniz.
Daha çok su için. Yetersiz sıvı alımı, dışkının sertleşmesinin en sık nedenlerinden birisidir ve dışkının barsaklarda ilerlemesini zorlaştırır.
Daha çok lifli besin tüketin. Parçalanmayan lifli besinlerin diyetinizde az olması da kabızlığın önemli bir nedenidir. Normal diyetten, daha çok bitkisel kaynaklı besinlere doğru kayan kişilerin barsak hareketlerinde de önemli değişiklikler meydana gelir.
Daha çok egzersiz yapın, daha hareketli olun. Az hareket edenlerin barsak tonusunda da azalma meydana gelir.
Kafeinli içecekleri bağımlılık derecesinde kullanmayın. Kahve ve diğer kafein içeren içecekler, barsak hareketleirni son derece güçlü bir şekilde uyararak dışkı çıkışını kolaylaştırırlar. Bunun nedeni de kafeinin barsak hareketlerini düzenleyen sinirleri uyarmasıdır. Ancak sürekli ve fazla miktarlarda alındığında barsakların normal hareketi bozulur ve etkinliği azalır. Düzenli bir kahve içicisi değilseniz, bir bardak kahve içmek kabızlığı kısa sürede düzeltir.
Tütün kullanmayın. Nikotinin barsaklar üzerine etkisi tıpkı kafein gibidir. Diğer bazı maddelerin de bağımlılık derecesinde kullanılması (kokain, amfetamin, efedrin,fenilpropilamin gibi) kronik (sürekli) kabızlığa neden olabilir.
Kabızlık yapan ilaçardan uzak durun. En yaygın oalrk kullanılanları opiatlar ve atropin, skopolamindir.
Barsakları irrite edici laksatiflerden uzak durun. Bu tür ilaçlar genelde kısa sürede ishal yapması için kullanılırlar, ancak barsaklar kısa sürede bunlara bağımlı hale gelebilir. Bu durum kişide kısa sürede tekrar kabızlık meydana gelmesine neden olur. Bu tür ilaçlar arasında en sık kullanılan madde fenolftaleindir. Bu amaçla en sık kullanılan bitkilerden birisi de sinameki bitkisidir. Bazı insanlar bitkilerden elde edilen ürünlerin kesinlikle zararsız olduğunu düşünürler, ancak hamilelikte bile kullanılan sinameki bitkisinin de aşırı miktarda ve çok uzun süre kullanımı sonucunda çeşitli problemlerle karşılaşıldığı görülmüştür.
Mineral yağ içeren laksatiflerden uzak durun. Bunlar yağda çözünen vitaminlerin emilimini engelleyerek zarar verirler.
Magnezyum sitrat ve magnezi sütü gibi tuz türündeki laksatiflerden uzak durun. Bunlar çok miktarda sıvıyı barsaklara çekerek etkilerini gösterirler. Diğer irrite edici laksatiflere göre daha az zararlı olmalarına rağmen, sıklıkla kullanılmaları gerektiğinden zararlıdırlar.
Lavman tipi ilaçlardan uzak durun. Bunlar ancak gerektiğinde ve bir defalık kullanılmalıdır, hiç bir zaman normal barsak hareketlei oluşturmazlar.
Dışkınız çok sert ve ıkınma büyük bir sıkıntı haline geldi ise, yukarıdaki ilaçların yerine yumuşatıcı (purgatif) ilaçlar kullanın. Ancak bunların kısmen irrit eedici olduğunu unutmayın.
Kabızlık sizde sürekli bir problemse ve çok fazla ilaç kullandıysanız, artık başka yöntemler deneme zamanınız gelmiş demektir: stresten uzak durun, solunum egzersizleri, yoga gibi yöntemleri deneyin. Bunların faydalı olduğu gösterilmiştir. Özellikle sürekli kabızlığı olan ve bunun yanıda el ve ayakları sürekli soğuk olan ve üşüyen bayanlarda otonom (autonomic) sinir sisteminde bozukluk olabilir.
Her gün dışkılamanız gerekmez deseler de siz itibar etmeyin. Her gün en az bir kez rahat bir şekilde dışkı çıkarabilmeniz sağlıklı olduğunuzun bir göstergesidir. Diyetiniz sağlıklı, su tüketiminiz yeterli, egzersizleriniz uygun düzeyde ise vücudunuz için gerekli olmayan ve büyük olasılıkla da zararlı olan maddeleir barsaklarınızda tutmanızın bir gereği yoktur. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:33 pm | |
| KALSIYUM VE OSTEOPOROZ
Kadınsanız, menopozdan sonra osteoporoz olma şansınız dörtte birdir. Osteoporozda, kemikler zayıf, ince ve kırılmaya eğilimli olurlar. Omurga, bilek ve kalçanın eğri duruşu ve kırılmaları yaygındır. Daha yaşlı bazı insanlar için, bu tür kırılmalardan kaynaklanan komplikasyonlar ölümcül olabilir.
Osteoporozun nedeni henüz tam olarak bilinmemektedir. Bir faktörün hayatınız boyunca tükettiğiniz kalsiyum miktarı olduğunu biliyoruz. Bu nedenle diyetiniz yeterli miktarlarda kalsiyum içermelidir.
11 ilâ 24 yaşlarında erkekler ve kadınlar için, kalsiyumun tavsiye edilen miktarı günde 1200 miligram, 25 yaşın üzerinde ise günde 800 miligramdır. Ancak, kadınların birçoğu bu miktarın ancak yarısını tüketmektedirler.
Kalsiyum kemik, diş ve tırnak sağlığında önemli rol oynar. Sağlıklı kemik oluşumu, bunun devamı ve kemik kaybının önlenmesi için kalsiyum dengesi çok önemlidir.
Büyüme dönemindeki çocuklar, ergenler, gebeler ve emziren kadınlar kalsiyuma en çok ihtiyacı olanlardır. Kemik kütlesi otuzlu yaşlarda maksimum miktarına erişir. Araştırmacılar, özellikle genç yaşlarda bol kalsiyum alınmasının, ileri yaşlarda osteoporoz riskini azalttığını belirtiyorlar.
Yaşla birlikte kalsiyum emilimi azalır. Eğer 65 yaşın üzerindeyseniz D vitamini yapımı da azalmıştır. D vitamini, kalsiyumun kemiklere ulaşması için gerekli bir vitamindir.
Kadınlarda östrojen düzeylerinin düşmesi, kemik yıkımını hızlandırır çünkü östrojen kemiklerdeki kalsiyumun azalmasını önleyen bir hormondur. Menopozda östrojen düzeyleri düşünce kemik yıkımı artar.
Süt, peynir ve yoğurt gibi süt ürünleri kalsiyum açısından özellikle zengindir. Birçok Kadın şişmanlatıcı olduğu varsayımıyla, süt ürünlerinden kaçınır. Kaygınız buysa, şunu düşünün: kaymağı alınmış sütten yapılan süt ürünleri, tam yağlı sütten yapılan yüksek kalorili ürünlerle aynı miktarda ya da biraz daha fazla kalsiyum içermektedir.
Diğer kalsiyum kaynakları arasında konserve som balığı ve sardalye (kılçıklarıyla birlikte), brokoli, lahana, ıspanak gibi koyu yeşil sebzeler, fasulye, küçük kuru fasulye, benekli fasulye, soya ve börülce gibi fasulyeleri içerir. Özümseme farklılıkları nedeniyle, lif açısından zengin sebzelerde muhtemelen vücudunuzun kullanabileceği daha az kalsiyum vardır. Bu nedenle, lif açısından zengin bir diyet uyguluyorsanız, kalsiyum açısından zengin başka gıda kaynaklarını dahil etmeye dikkat edin. (Not: psyllium içeren hacim oluşturucu bir ilaç alıyorsanız, yemek zamanı dışındaki zamanlarda alın.)
Bazı yoğurt, portakal suyu ve süt markaları kalsiyum takviyelidir. Genellikle biraz daha pahalıdırlar ve başka kaynaklardan aldığınız kalsiyum miktarı düşükse buna değebilir.
Ek kalsiyum gerekir mi?
Genel olarak, mümkün olduğu kadar çok kalsiyumu diyetinizden almanız daha iyidir. Ancak, yiyeceklerle gereken miktara ulaşamıyorsanız, ek kalsiyum farkı kapatmaya yardımcı olabilir. Osteoporozu önlemek için tavsiye edilen en yüksek ek doz günde 1000 ilâ 1200 miligramdır, bu 25 yaşında ve daha yaşlı insanlar için gereken miktarın çok az üzerindedir. Özellikle menopoza girdiyseniz, diyetiniz için gereken ek kalsiyum alma konusunu doktorunuzla görüşün.
Ek kalsiyum desteği :
Günlük besinleriniz arasında süt ve süt ürünleri fazla yer tutmuyorsa kalsiyum desteği almanız gerekir. Kalsiyum desteği alırken dikkat etmeniz gerekenler:
-Küçük dozlarda alın, Her bir doz 600 mg ı aşmasın. Küçük dozlar daha iyi emilir.
-Yemekle birlikte alın, Yemek yenilirken asit üretiminin uyarılması, kalsiyum emilimini artıran bir faktördür.
-D vitamini ile birlikte alın, Bir multivitamin almıyorsanız kalsiyumun yanı sıra 200-400 IU D vitamini içeren bir kalsiyum desteği seçin.
Yeterli kalsiyum alınması, kemik yıkımının yavaşlamasını sağlayarak osteoporoz riskini azaltacaktır. Kalsiyum ve D vitamini desteğinin yanı sıra düzenli ağırlık kaldırma egzersizleri yapılması kemikleri güçlendirecektir. Kadınlarda egzersiz ve yeterli kalsiyum alımı ile kombine edilen östrojen tedavisi, kemik erimesi ve kırıklara karşı en iyi savunmadır. KANCALI KURT
Parazit adı verilen küçük canlılar tarafından meydana getirilen ve cilt, ince barsaklar ve akciğerleri etkileyebilen hastalıklardır. Necator americanus, Ancylostoma duodenale, Ancylostoma ceylenicum ve Ancylostoma braziliense adı verilen parazitler hastalığa neden olabilir. İlk iki parazit sadece insanlarda son ikisi ise hem insanlarda hem de hayvanlarda hastalık yapabilir. Bu yazıda ilk iki tür üzerinde durulacaktır. Kancalı kurt hastalığı son derece yaygındır ve nemli tropikal ve subtropikal bölgelerde yaklaşık olarak 700 milyon insanı etkilemektedir. Dünya genelinde günde 700 milyon insandan ortalama 7 milyon litre kan emmektedirler.
Özellikle gelşmekte olan ülkelerde çocuklarda meydana gelen kancalı kurt enfeksiyonu sonucu normalde ölümcül olmayan bir çok hastağa karşı çocukların direnci düşmekte ve ölüm meydana gelebilmektedir.
Her iki türün de uzunluğu ortalama 10 mm civarındadır. Kancalı kurtlar açık pembe veya pembemsi beyaz renktedirler. Baş ev gövdeleri ters yönlere doğru bükülüdür. Erkeklerinde yelpaze şeklinde (başka parazitlerde olmayan) keseleri vardır. Döllenmiş bir dişi, 60 x 40 mikrometre boyutlarındaki yumurtalarından günde 10.000-20.000 arasında yumurtlayabilir. Kancalı kurtlar 30 oC güney ve 45 oC kuzey enlemleri arasında bulunurlar.
Hastalık; ılık, nemli ve oksijenli toprakta gelişen yavru kancalı kurtlarla (larva) deri yoluyla bulaşır. Cilde giriş yerlerinde kaşıntılı bir kızarıklık meydana gelebilir. Özellikle kapalı ve kalabalık topluluklarda daha sıktır.
Deriden kan damarlarına geçen kancalı kurtlar akciğerlere ulaşabilirler. Akciğerlere ulaştıklarında küçük hava yollarına giderek öksürüğe neden olabilirler. Öksürük sırasında yukarı doğru çıkan larvalar yutularak sindirim sistemine geçerler. Bu sayede ince barsaklara yerleşen larvalar (yavrular ?) gelişimlerini tamamlayarak yetişkin (olgun) kancalı kurt haline gelirler. Olgun ve yavru larvalar dışkı ile dışarı çıkarlar.
Deriye giriş yerinde meydana gelen şişlik, kızarıklık ve kaşıntı, genelde Necator americanus paraziti ile meydana gelir ve allerjik bir olaydır. Aylarca devam edebilir.
Belirti ve bulgular
- Bu parazitin bulunduğu kişilerde genelde belirti ve şikayet bulunmaz, çünkü sayıca azdırlar. Bununla birlikte zaman içerisinde ileri derecede demir eksikliği anemisi (kansızlığı) meydana gelebilir.
- Akciğer tutulumunda: öksürük, hırıltılı solunum ve hafif bir ateş ortaya çıabilir. Genelde hafif seyreder.
- Sindirim sistemi tutulumunda: şiddetli hastalık durumunda iman tahtasının aşağı kısmında şiddetli ağrı ve barsak hareketleirinin artışı dikkat çekicidir. Sürekli kan emileceğinden kansızlık ve albümin eksikliği meydana gelebilir. Meydana gelebilecek diğer şikayetler: iştah kaybı, ishal, solukluk, halsizlik, dışkıda yumurta ve kan görülmesi, ağızdan kanlı salya gelmesi.
Tanı
Hastanın taze dışkısının mikroskopla incelenmessonucu eğer parazit yumurtaları görülebilirse tanı konur.
Bu hastalıkta D-xylose testinin sonuçarı da değişebilir.
Korunma
Özellikle kanalizasyon sisteminin ve genel çevre hijyeninin iyileştirilmesi gerekir.
Tedavi
Hastalığın tedavisinde pyrantel pamoate ve mebendazole etken maddeli ilaçlar son derece etkilidir. Ayrıca meydana gelen kansızlık ve beslenme yetersizliği gibi durumların da tedavi edilmesi gerekir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:33 pm | |
| KANSIZLIK (ANEMI)
Kanda bulunan kırmızı kan hücreleri (eritrositler) dokulara ve hücrelere oksijen taşırlar. Bunu içlerinde bulunan hemoglobin maddesi sayesinde yaparlar. Hemoglobin aynı zamanda kana kırmızı rengini de veren maddedir. 1 gram hemoglobin 1.4 mL oksijen taşır. Normalde kanda 13-15 gram / 100 mL hemoglobin bulunur. Kırmızı kan hücrelerinin ömürleri 4 ay kadardır. Böbreklerimizden salgılanan eritropoetin adlı hormon, kemik iliğine etki ederek, kırmızı kan hücrelerinin yapımını başlatır.
Kansızlık (anemi), kan hemoglobin düzeyinde veya kırmızı kan hücreleri sayısında azalma ve sonucunda ortaya çıkan bulgulardır. Genelde başka bir hastalığın neden olduğu bir durumdur. Bu nedenle sadece anemi ifadesinden ziyade demir eksikliği anemisi, akdeniz anemisi gibi altta yatan hastalığı da belirtecek terimler kullanılır.
Ortaya çıkan şikayetler ve saptanan bulgular doku ve hücrelere yetersiz oksijen taşınmasına bağlı olarak gelişmektedir. Anemili hastalarda yorgunluk, hafif çarpıntı ve nefes darlığı gelişebilir. İleri düzeyde bir anemide ise, bütün bu bulgular, istirahat halinde görülmesinin yanı sıra; kulak çınlaması, baş dönmesi, baş ağrısı, uyuma güçlüğü, iştahsızlık, kilo kaybı, adet kanamalarının düzensizliği veya fazlalığı, adet görmeme ve iktidarsızlık gibi bulgular ortaya çıkabilir. Aneminin sık görülen bulgularından çarpıntı, anemi yüzünden dokularda oluşan oksijen açlığını gidermek amacıyla, kalbin atım hızını ve her atımda pompaladığı kan miktarını artırması nedeniyle ortaya çıkar. Buna rağmen dokularda yeterli oksijen sağlanamıyorsa, solunum sayısının artması ve nefes darlığı ortaya çıkar. Uzayan anemilerde ve yaşlı kişilerde veya kalp hastalığı olanlarda kalp yetmezliğine ait bulgular gelişebilir. Anemideki en belirgin bulgulardan birisi de solukluktur. Aneminin şiddetine bağlı olarak, ağız ve göz kapağı içindeki deride ilk olarak fark edilebilen solukluk, aneminin ilerlemesi ile avuç içinde, tırnak yataklarında ve deride de belirginleşir. Anemiye yol açan nedene bağlı olarak çok çeşitli bulgular gelişebilir.
Laboratuvar Testleri - Kırmızı küre sayısı (erkek: 4.5-6.0 milyon)-(bayan: 4.0-5.5 milyon)adet/ml - Hemoglobin (erkek: 14-18)-(bayan: 12-16)gr/dL - Hematokrit (erkek: 41-51)-(bayan: 37-47)% - MCV (Mean Corpuscular Volume); (87 ± 7 fl). Kırmızı kan hücrelerinin ortalama hacmi. Buna göre anemi, mikrositer, normositer ve makrositer olarak tanımlanabilir. - MCH (Mean Corpuscular Hemoglobin); (29 ± 2 pg). Kırmızı kan hücrelerinde bulunan ortalama hemoglobin miktarıdır. Yani, kırmızı kan hücresindeki hemoglobinin ağırlığıdır. - MCHC (Mean Corpuscular Hemoglobin Concentration); (34 ± 2 gr/dL). Bir kırmızı kan hücresinde bulunan ortalama hemoglobin konsantrasyonudur. Yani birim hacimdeki ağırlıktır (g/dl). MCH ve MCHC sonuçlarına göre anemi, hipokrom ve normokrom olarak sınıflanabilir. - Periferik yayma, kanın şekilli elamanlarının mikroskopla incelenmesidir. - Serum demiri, toplam demir bağlama kapasitesi, folik asit, ferritin, vitamin B12 düzeyleri ve serbest eritrosit protoporfirin de gerekirse tanı için incelenebilir.
Anemi Nedenleri
- Kan kayıpları, - Kırmızı kan hücrelerinin aşırı yıkımı, - Kurşun ve diğer toksik maddelerle olan zehirlenmesi, - Glutatyon veya globulin sentezlerinin bozulması, - Glikoliz veya hücre zarı bozuklukları, - Bazı enfeksiyonlar, - Dalağın fazla çalışması, - Bazı ilaçlar, - Yetersiz kırmızı kan hücresi üretimi - Temel yapım maddelerin eksikliği (demir, folik asit, B12, protein, niasin, bakır vs) - Kronik hastalıklar (Kronik böbrek hastalığı, kollajen doku hastalıkları, siroz) - Eritroblast eksikliği(aplastik anemi, kimyasal ajanlar, antikorlar) - Kemik iliğinin diğer hücreler tarafından işgali (lösemi, lenfoma, multipl myeloma) - Endokrin hastalıklar (Miksödem, hipofiz yetmezliği, adrenal yetmezlik)
Anemi Türleri
Mikrositer anemiler, - Demir eksikliği anemisi , - Talassemiler , - Kronik hastalık anemisi , - Sideroblastik anemi,
Normositer anemi , - Kronik hastalık anemisi , - Hemolitik anemiler , - Kemik iliğinin infiltratif hastalıkları , - Kronik böbrek hastalıkları , - Kronik karaciğer hastalıkları , - Malign hastalıklar,
Makrositer , - Kronik karaciğer hastalıkları , - Hipotroidi , - Postsplenektomi , - Vitamin B12 eksikliği, - Folik asit eksikliği , - İlaçlar (kemoterapi)
Tedavi
Altta yatan nedene göre tedavi edilir, örneğin demir eksikliği anemisinde demir preparatları verilir, kanamaya bağlı olanlarda kanama odağı tedavi edilir KANSIZLIK (ANEMI) TEDAVISINDE BESLENME ONERILERI
1. Kırmızı et, kuru baklagiller, kuru meyve (kuru üzüm, kuru incir gibi), yeşil yapraklı sebzeler, pekmez ve kakao yu daha çok yiyin.
2. Vitamin - C (günde 100 miligram) alın. C-vitamini demirin barsaklardan emilmesini arttırır.
3. Demir bakımından zengin besinler alın (baklagiller, mercimek, darı, nohut, koyu yeşil renkli sebzeler, pekmez, demirle zenginleştirilmiş tahıl ürünleri, kuru kayısı, kuru şeftali, balkabağı, ayçekirdeği, fıstık, ceviz, badem, soya fasülyesi gibi).
4. Demir hapı alanların yoğurt alması faydalıdır. Yoğurtta bulunan laktik asit demirin vücutta depolanmasını kolaylaştırır.
5. Demir emilimini azaltan besinlerden uzak durun: kafeinli içecekler, yumurta, süt ve kepek (kepekli ekmek gibi).
6. Eğer demir eksikliği aneminiz yoksa demir almanıza gerek yoktur; ayrıca demir damar sertiğine neden olabilir, bu nedenle demir eksikliği aneminiz yoksa demir içermeyen vitamin hapları kullanın. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:34 pm | |
| KARBON MONOKSIT (CO) ZEHIRLENMESI
Karbon monoksit renksiz, tatsız, kokusuz, yanıcı, zehirli bir gazdır. Duvarlardan bile sızabilir. Vücuda solunum yolu ile girer. Karbon monoksit vücutta parçalanmaz, solunum yoluyla dışarı atılır. Karbon monoksit zehirlenmeleri sıklıkla kapalı bir ortamda meydana gelen yanma sırasında olur (bacası çekmeyen şofben, soba, ocak gibi) ayrıca karbon monoksidin kullanıldığı veya üretildiği iş kollarında da meydana gelebilir. Solunum zehiri olan karbon monoksitle meydana gelen zehirlenmelerde kısa süre içerisinde tıbbi müdahele yapılmazsa, zehirlenemeler ölümle sonlanabilir.
Tehlike kaynakları - Kapalı ortamda meydana gelen yanmalar (açık ocaklar, bacası çekmeyen soba - şofbenler, bacasız gaz sobaları gibi). - Isıtma amacıyla kullanılan her tür soba ve ocakta (havagazlı, linyitli, kok kömürlü v.b.) yanma sırasında oluşur. - Karbon monoksit, havagazı ve jeneratör gazlarının bileşiminde bulunur. Ayrıca kokhane gazlarında, yangın ve patlamalarda çıkan dumanlarda vardır. - Motorların ekzos gazlarında vardır (benzinli motorlarda çok, di esel motorlarında daha az.). Özellikle kapalı garaj, park binaları, feribotlar, motor onarım ve bakım işlikleri bu bakımdan tehlikelidir. Ayrıca: - Yanlış yapılmış ve defektli her tür ısıtma sistemleri, - Açık ocaklar, - Karbon monoksitli gazların üretimi, dağılımı, kullanımı, - Tünel, maden ocağı gibi yerlerdeki yangın ve patlamalar, - Kimya endüstrisinde karbon monoksit kullanılan işlemler, başlıca tehlike kaynaklarıdır.
Etki Şekli Karbon monoksidin zehirli etkisi hemoglobine (Hb) (kanda oksijen taşıyan eritrositlerin (kırmızı kan hücrelerinin) içeriğinde bulunan bir madde) oksijene göre çok daha fazla bağlanmasından kaynaklanır. Ortaya çıkan karboksihemoglobin (CO-Hb) hipoksemiye neden olur. Bu birleşme geri dönüşümlüdür, yani ayrılabilir.
Karbon monoksidin hemoglobine olan bağlanma kapasitesi, oksijeninkinden ortalama 300 kez daha güçlüdür. CO-Hb bileşiminin tüm vücut genelindeki durumu zehirlenmenin derecesini belirler. Bu da şu etkenlere bağlıdır: - Soluk alma havasındaki CO konsantrasyonu, - Solunum dakika hacmi, etki süresi, - Hemoglobin miktarı.
Zehirlenme (Akut) Hemoglobinin % 20si CO-Hbe dönüştükten sonra belirtiler giderek şiddetlenir: - başağrısı - baş dönmesi - bulantı, kusma, - taşikardi ve kan basıncı yükselmesi, - bazen pektanjinöz yakınmalar, - kulak çınlaması, - dalgınlık, - genel bitkinlik, - apati, - bazen kas kranpları, - cildde kiraz kırmızısı renk, - bilinç kaybı (% 50 CO-Hb oluşumunda), - Ölüm (% 60-70 CO-Hb oluşumunda)
Kronik Sağlık Bozukluğu Düşük miktarlarda uzun süre maruziyete bağlı zararları öncelikle merkezi sinir sistemi ve kalpte ortaya çıkar.Dar anlamda kronik karbon monoksit zehirlenmesi tartışmalıdır. Ne var ki, yinelenen, az miktarda, ancak uzun süreli maruziyetlerde, psikolojik ve sinirsel bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Akut zehirlenmelerinin bıraktığı sekeller de bunlara katılabilir. - Uyku, bellek bozuklukları, parkinsonizm, - görme ve konuşma bozuklukları, - kalpte aritmiler, miyokard zararları.
Özel Laboratuvar Testleri Kanda karboksihemoglobin (normalde kandaki Hbnin % 1i COHbdir, sigara içenlerde % 10a kadar saptanabilir, tolere edilebilen üst sınır: % 20, eksitus: % 60-70) Solunum (dışarı verilen) havasında karbon monoksit.
İlk Yardım - kazada yerinden uzaklaştırma, temiz havaya çıkarılmalıdır - suni solunum, - gerekirse entubasyon, - oksijen verilir - solunum ve dolaşıma yardımcı ilaçalr verilir, - hasta sıcak tutulmalıdır. Suni solunum ve gerekirse kalp masajı uzun süre yapılmalıdır.
Karbon monoksitle ilgili bazı teknik bilgiler:
Formülü : CO Rölatif Molekül ağırlığı : 28,1 Kaynama noktası : -191,5C Ergime noktası; : -205°C Yoğunluk (0°C) : 1,25 g/It. Buhar yoğunluğu (hava = 1) : 0,97 MAK değeri: 50 ppm (sm3/m3)= : 55 mg/m3 KARPAL TUNEL SENDROMU
Karpal Tünel, el bileğinden geçen geçittir. (Yunanca bilek anlamındaki karpalisden gelir.) Kemikler ve bağlarla çevrelenmiş olan bu geçit ele uzanan sinir ve tendonları korur.
Belirtiler
- Parmaklarınızda ve elinizde hissizlik veya yanma duygusu,
- El bileğinde ön kota doğru çıkan veya avuca veya parmaklann yüzeyine giren ağrı,
- Hissizlik veya ağrı gece daha kötü olabilir ve sizi uyandırabilir. Sıklıkla, bu durum elinizi veya bileğinizi zorlayarak kullandığınız bir günün sonrasında olur ve eli sarsmak veya kalkıp biraz dolaşmakla rahatlar.
Bu tüneli meydana getiren dokular şişliği veya iltihaplandığı zaman, medyan sinir basınç altında kalır. Bu temel sinir başparmak, işaret parmağı, orta ve yüzük parmaklarınıza duyu sağladığı için bunun üzerine gelen basınç, bu sendromun özelliğini veren uyuşukluk ve ağrıyı doğurur. Çoğu zaman her iki bilek de etkilenir.
Bu sendrom, el bileğinin tekrarlanan zorlamalara maruz kaldığı özellikle bilek eğik tutularak kavrama hareketi yapılan belirli mesleklerde yaygındır. Böylece, demir işçilerinin (demirci, nalbant) geleneksel olarak bu hastalığa tutulma yüzdeleri yüksektir. Daktilo yazanlar, marangozlar, tezgahtarlar, fabrika işçileri, et kesme işleri yapanlar, viyolonistler ve sık görülmemekle birlikte golf oynayanlar bu sendromla karşı karşıya kalabilirler.
Fakat problem her zaman tek başına görülmez sıklıkla diğer hastalık veya olaylarla birlikte görülür. Bazı hamile kadınlar su toplama ve kilo alma eğilimlerinin bu sendroma yol açtığını fark edebilirler, fakat doğumdan sonra belirtiler kaybolur. Şeker hastalığı gibi bazı hormonal bozukluklar ve ender olarak hipotiroidizm ve akromegalidede bu sendrom bulunur; romatoid artritte olduğu gibi. Genelde, bu sendrom en fazla, orta yaşa yaklaşan kadınlarda görülür.
Teşhis
Parmaklardaki hissizlik küçük parmağın tutmaması teşhiste önemlidir. Karpal tünelden geçen medyan sinir boyunca elektriksel uyarıların taşınıp taşınmadığını gösteren bir elektromiyogram gerekebilir; uyarıların yavaşladığının ortaya konması sinire bası olduğunu gösterir. Tünel belirtisi testi de yapılabilir: Doktorunuz bileğinizin iç bölümüne hafifçe vurduğunda elde ve önkolda ağrı oluşması pozitif bir belirtidir; bu test genellikle hastalığın varlığının güvenilir bir göstergesidir. Başparmak kaslarında erime de olabilir.
Uygun tedaviyle ağrı geçebilir ve el ya da bileğinizde kalıcı hasar oluşmaz.
Tedavi
Konservatif tedaviler arasında eklemi dinlendirmek ve bileği hareketsiz bıraktığı halde elin hareket etmesine olanak veren ve normal faaliyetlere devam etmeyi sağlayan ve araç takılması bulunur.
Böyle bir destek çoğu zaman özellikle belirtileri azaltmaya yardımcı olur.
İlaç Tedavisi
Etkilenen bölgeye kortizon gibi bir ilaç zerkedilebilir. Fakat genellikle bu tedavi sadece konservatif tedaviler başarısız kaldığı zaman kullanılır.
Eğer iki kere kortizon enjekte edildikten sonra problem nüksederse doktorunuz ameliyat tavsiye edebilir.
Ameliyat
Karpal Tünel sendromunun ağrısı geçmiyorsa ameliyat en uygun seçim olabilir. Bu işlem, sinire baskı yapan bağ dokusunu kesmeyi içerir. Nekahat devresinden sonra genellikle birkaç hafta veya bir kaç ay içinde bilek ve el normal kullanılmaya başlanabilir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:35 pm | |
| KAS GEVSETME YONTEMLERI
İnsanlar bazen, strese karşı çeşitli kaslarını kullanarak adeta bir tepki meydana getirirler. Bu bir gerilim alışkanlığıdır. Kas gerilmesinden kaynaklanan ağrılarla başa çıkabilmek için bazı kas gevşetme yöntemleri geliştirilmiştir.
Bu yöntemler özellikle gerilimden kaynaklanan baş ağrıları ile sırt ağrılarının tedavisinde başarıyla uygulanabilmektedir. Özellikle yorucu geçen bir günden sonra "acaba ne zaman başım ağrımaya başlayacak?" diye düşünürüz. Disiplin ve gerekli yöntemlerin uygulanmasıyla bu bir gerilimden başka gerilime geçen fasit daireyi kırabiliriz. Gevşeme kursları, yoga, yürüyüş yapmak, jogging insanların kendi kendilerine yardım etme yöntemlerinden bazılarıdır. Birçok kişi için uygulanan gevşeme yöntemleri stres atmada başarılı olmuştur. Yöntemler çeşitlidir ve size yardımcı olacak kasetler, kitaplar ve video bantları vardır. Ne kadar çok pratik yaparsanız, stresle başa çıkmakta o denli başarılı olursunuz. Eğer kendinizi tedirgin hissediyorsanız, rahat bir koltuğa oturun veya bir yere uzanın. Gözlerinizi kapatın. Derin ve yavaş yavaş nefes almaya çalışın. Süre boyunca derin ve ritmik olarak nefes alıp, verin. Nefes alırken mide ve göğsünüzün hava ile şişmesine gayret edin. Nefes verirken ise, bu organlarınızı boşaltın. Nefes alıp verme arasında bir-iki saniye için nefesinizi tutun. Biraz çalıştıktan sonra göreceksiniz ki, stresli durumlarda kullanacağınız bu yöntem rahatlamanızı sağlayacaktır. şimdi de ayak parmaklarınızın kaslarını iyice gerin ve yere sıkıca basın ayağınızdaki ve ayak parmaklarınızdaki gerilimi hissedin. Sıkışmanın nerede olduğuna dikkat edin. Kasları gergin tutarak 20 saniye kadar öyle kalın. Sonra kasları ve ayakları gevşetin. Gerilimin kaslarınızı terk edip gittiğini hissedin. Ayaklarınızın giderek gevşediğini ve ağır bastığını hissedin.
Gerilim sizi terk ettikçe ayaklarınızda bu sıcaklığın dolaştığını göreceksiniz. İçinizden "sakinleş" ve "rahatla" sözcüklerini tekrarlayın. Başka tüm düşüncelerden arının. Kendinizi giderek daha serbest bırakın. Ayak ve ayak parmaklarınız iyice gevşeyince, aşağı yukarı 30 saniye sonra, başka bir kas kümesi ile aynı yöntemi tekrarlayın: Ayak bilekleri, baldırlar, kalça, mide, yumruk, kollar ve omuzlar için aynını yapın. Acele etmeyin. Başınızı bir yastığa bastırarak, boyun kaslarınızı gevşetin. Tüm vücudunuz gevşeyince, gözlerinizi yumup, kendinizi ne kadar ağır hissettiğinizi düşünün. Bu ağırlığı üzerinde bulunduğunuz yüzeye bastırın. Derin derin nefes alırken kendi kendinize çok dinlenmiş olduğunuzu üst üste tekrarlayın. Üçe kadar sayın ve gözlerinizi açın.
Bazı kişiler gün ışığının ya da idman yapmanın krizleri harekete geçirdiğini söylemektedirler. KATARAKT
Normal göz mercekleri saydamdır. Göz merceklerinin dumanlanmasına katarakt adı verilir. Normalde siyah olan gözbebeğinin grimsi beyaz ya da dumanlı bir görünüm a1dığı katarakt doğma1ık ve sonradan kazanılan katarakt olmak üzere ikiye ayrılır. Sonradan kazanılan kataraktların nedenleri yaralanmalara, ışın zedelenmelerine (aşırı sıcak, röntgen ışınları, şimşek, kaynak ışığı) ya da göz merceklerinin yetersiz beslenmelerine (yaşlılık, şeker hasta1ığı) bağlanabilir.
Belirtileri:
Yaşlılıkta gözbebeğinin hafif bulanık olması normaldir. Görme güçlükleri başladığı andan itibaren katarakttan söz edilir. Yaşlılık kataraktı yanlardan başlayarak gözbebeği bölgesinde ilerlemeye başlar ve bulanıklık giderek artarken, buna bağ1ı olarak görme yeteneği de azalır. Sonunda bulanıklık bulut şeklini alır ve bütün göz merceğini kaplar. Bu durumda hasta açık ve koyu ayrımını yapamaz.
Seyri:
Kataraktın ilerlemesi hastanın yaşına bağ1ıdır. Has ta1ığın son evresi birkaç yıl durumunu korur. Fakat zamanla çözülme ve göz merceğinin kenarlarında sıvılaşma görülür.
Tedavi:
İlaç tedavisiyle başarılı sonuçlar alınamamaktadır. Bunun için yalnız ameliyat yöntemine başvurulmaktadır. Mercek, mercek kapsülünün yırtılmasından sonra çıkartılır. Eğer mercek parçaları kalırsa kataraktın tekrarlama olası1ığı vardır ve ikinci bir ameliyatı gerektirir. Ameliyattan altı hafta sonra katarakt göz1üğüy1e gerekli keskin görüş yeniden sağ1anabilir. KATARAKT KAHVERENGI GOZLULERDE DAHA SIK GORULUYOR
Kahverengi gözlülerde katarakt olma riskinin daha fazla olduğu bildirildi.
Sydney Üniversitesinden Christine Younan ve ekibinin yaptığı araştırmada, kahverengi gözlülerin katarakt olma risklerinin mavi ve yeşil gözlülere oranla yüzde 80 fazla olduğu saptandı. American Journal of Ophthalmologyde yayımlanan araştırmada, 49 yaş ve üstündeki 3 bin 654 kişinin göz sağlığı incelendi.
Beş yıl sonra, bu kişilerden hayatta olanların 2 bin 335 inde katarakt olup olmadığına bakıldı. Araştırmanın yapıldığı 5 sene içinde, kahverengi gözlülerde katarakt oluşması olasılığının mavi ve yeşil gözlülere oranla çok daha yüksek olduğu belirlenirken, kahverengi gözlülerin ameliyat olma gereğinin de 2.5 kat yüksek olduğu saptandı.
Araştırmacılar, göz rengiyle katarakt arasındaki bağlantının biyolojik açıklamasının yapılması için araştırmaya ihtiyaç olduğunu hatırlattılar. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:36 pm | |
| KIL DÖNMESİ
Kıl dönmesi, kılların kuyruk sokumu ve nadiren göbekte cilt altına geçip yara, abse ve fistül oluşturmasıdır. Kıl dönmesi, yani DERMOİD KİST veya PİLONİDAL SİNÜS, cilt altı kıl yuvası demektir. Sırt ve baştan dökülen kılların kuyruk sokumundaki iki kaba et arasında, kıllı ve terli oluğa takılıp sürtünmelerle oluğun en dibindeki ter bezi deliklerinden vida gibi dönerek cilt altı yağ dokusu içine hissettirmeden girmesi, labirentler açması, peşinden labirentlere giren bakterin de katkısı ile etrafı iltihaplandırması; cerahatlı veya kanlı, pis kokulu akıntılar ve abseler oluşturmasıdır. Sert büro koltuklarında ve bilgisayar başında, özellikle kaykılık pozisyonda uzun süre oturanlarda veya uzun süre jip sürenlerde veya uzun süre otobüs yolculukları yapanlarda daha sık olur. Kıl dönmesi 16 ila 30 yaş arası kıllı ve gürbüz, genç erkeklerde, nadiren de genç bayanlarda oluşur. Oluş şekline gelince; kıllar yılan derisindeki gibi yivli veya pullu olup, dar ve sıkışık veya sürtünmeli ortamlarda kıpırdandıkça tek yönde ilerler. Saç telini iki parmak ile tutup hafifçe oğuşturunca bu hareketi açıkça görmek mümkündür. Benzer şekilde iki kaba et arasındaki herhangi bir serbest kıl, sürtünme, itelenme ve dönme mekaniği ile oluğun dibine doğru hareket eder. Hiperkeratoz ve aşırı terleme nedeni ile genişlemiş bir ter bezi ağzından deri içine girebilir, peşinden başka bir kıl geçebilir. Giderek bu minik ağız, kılların minik zorlaması ile genişler, deri hücreleri ter bezinin ve deliğin içine doğru yürür ve deliklerin iç yüzeyi cilt epiteli ile döşenerek minik bir tünel oluşur ve peşpeşe kılların buraya girmesi kolaylaşır. Uzun saç kılları bile girebilir. Bazan bir kaç kıl girdikten sonra tünel girişi iyileşip kapanabilir. Ama tünel içindeki kılların ve bakterilerin cilt altında derinlere doğru ilerlemesi ve iltihaplanmalar devam eder. Günün birinde mutlaka abseleşme ve fistülleşme olur. Fistül ağızlarının % 78 i oluğun sol kenarında ve % 82 si kıl giriş deliklerinin yukarı tarafında yer alır.
Kıl dönmesinde Kuyruk Sokumu Neden Tercih Nedeni?
Kuyruk sokumunu tercih nedeninde
1. teori; sırttan dökülen kılların kaba etler nedeni ile oluşan derin olukta birikmesi; iki kaba etin birbirine veya oturulan zemine veya sert ve dar giysilere sürtünmesi ile kılların yürüyebilmesi; kapalı ortam nedeni ile oluktaki cildin incelmesi ve kolay delinip tahriş olması ve sert kuyruk kemiğinin baskısı nedeni kılların daha da kolay ilerlemesidir.
2. teori; insan vücuduna ana rahmindeyken cilt elbisesi, pelerin şeklinde yukardan aşağıya giydirilir; cilt pelerinin fermuarı gibi kuyruk sokumunda kapatılır. Kapanma sırasında bir kısım cilt dokusu kıl olarak altta kalabilir. Kıllanma yaşına gelince bu bölgede kıllar büyüyerek dermoid kist oluşturabilirler. Kıl dönmesinin bir başka görüldüğü yer göbek çukurudur. Göbek çukuru derin ve kişi kıllı ise akıntı ve apse olabilir. Buraya da kıllar yürüyerek pis kokulu akıntılar, hatta nadiren, göbek etrafında veya karın içinde abse ve fistüller oluşturabilir.
Kıl Dönmesinin Belirtileri Nelerdir?
Kuyruk sokumunda veya anüsün arka yukarı tarafında az hassas küçük şişlikler kaşıntı, akıntı veya akıntısız , kıllı, kılsız, milimetrik delikler ve bazan de abse oluşmasıdır. Muayene ve tetkiklerde içi iltihabi granülasyon dokusu ve kıl dolu kese ve fisütller ve olayı çepe çevre sınırlayan ve kılların daha derinlere gitmesini önemli ölçüde önleyen kalın fibrotik kılıf görülür. Abselerin hacmi 1 cc den 100 cc ye kadar değişir ve kendini lokal ısı ve ağrı, sistemik ateş ve halsizlik ile belli eder.
Kıl Dönmesi Doğuştan Olabilir Mi?
Son yıllardaki araştırmalar, 16 yıllık tecrübemiz ve histopatolojik incelemeler hastalığın doğuştan değil sonradan kazanıldığını göstermektedir. Tedavi ve takiplerini yaptığımız 1000 den fazla hastanın hiç birinde kıl ve iltihabi tahriş ile oluşan granülasyon dokusu dışında farklı dokuya örneğin kıl ve ter üreten follikül ve ter bezlerine, müstakil deri dokusuna rastlanmamıştır. Bu bulgular hastalığın doğuştan olmadığını gösterir. Ancak kuyruk sokumunda, doğuştan kalan çukur ve delikler varsa bunlar kıllanma dönemi gelince az da olsa risk teşkil eder.
Tedavi Edilmezse Ne Gibi Sorunlar Gelişebilir?
Kuyruk sokumunda abse ve akıntılar eksik olmaz. İkide bir ağrılı abseler nüks eder. Hastalık sağa sola genişler, bölge köstebek yuvasına dönüşür. Yani; dermal epitel denilen deri hücreleri, kılları peşinden kıl kesesinin ve deliklerin içine girip yeni yeni tüneller veya labirentler oluşturur; daha çok yatay, nadiren dikey yönde, çok yönlü olarak deri dokusu içinde ilerler. Labirentler içine giren kıl sayısı da, tahriş de artar; hastalık durmadan genişler, pek çok delikten zuhur eden pis kokulu akıntılar dayanılmaz olur. Yıllarca süren kronik, iltihabi akıntılar, nihayette, epidermoid kanser geliştirebilir. Veya hastalık, nadiren de olsa derinleşerek kalın bağırsak, rektum ve mesane içine ilerleyebilir, hatta mesane kanserine dahi yol açabilir. Haliyle bu durumda tedavi zorlaşır ve olaya multidisipliner yaklaşmak gerekir.
Kıl Dönmesi Nasıl Tedavi Edilir?
Bu güne değin fazla uygulanmış olan tedavi şekli cerrahidir. Cerrahi tedavi şeklileri çoktur ve hemen hepsinde sağlam çevre doku ile birlikte hastalıklı dokular genişçe çıkarılır, yara açık bırakılarak aylar süren pansuman ile kapanbası beklenir. Ya da yara çeşitli tekniklerle kapatılır. Kapalı yöntemlerden Limberg in tarif ettiği, derin olduğu düzleyici flep rotasyonu, en radikal yöntemdir. Ancak 2 - 3 günü hastanede olmak üzere 5 ila 10 gün yatak istirahati, iki gün süreli hemovak dren geniş spektrumlu antibiyotik tedavisi on gün yüz üstü yatılması ve üzerine oturulmaması, bir hafta su değdirilmemesi ve operasyon sırasında en ufak bir kıvrım gamze veya oluk bırakılmaması gerekir. Değilse nüks riski %10 u bulur. Bu nedenle alternatif yöntem araştırmaları devam etmiş ve Fenol ile oldukça etkili tedaviler yapılmıştır.
KIL DÖNMESİNDE ALTERNATİF TEDAVİ: GÜMÜŞ NİTRAT ve FENOL
Kıl dönmesinde alternatif tedavi olarak tarafımızdan geliştirilen sklerotik ve litik bir kimyasal ajan olan fenol ve ondan daha güçlü olan gümüş nitrat uygulamalarımız klasik cerrahi yöntemlere göre çok daha etkili olmuştur. Bu yöntemde eritilen gümüş nitrat aynen veya fenol, fistül ağızlarından veya foliküllerden içeriye verilir. Kılların yuvalandığı piyojenik granülasyon dokuları ve diğer patalojik dokular; ilaç etkisi ile hızla erir ve gri bulamaç halinde dışarıya akar. Mikro enstrümantasyonla labirentler ve fistüllerin içi temizlenir. Fistül girişleri gerekirse eksize edilir ve tekrar kıl girmemesi için sütüre edilir. Bu işlemler 15 dakikada tamamlanır. Hastalığın çok ilerlediği bazı hastalarda gerekirse labirentler kısmen veya tamamen açılır, kılların ilerde sorun çıkartabileceği gamzemsi çukurluklar ve kıvrımlar varsa küçük plastik ve estetik müdahale ile düzeltilir. Ama eskiden beri mevcut ve pilonidal sinüs oluşturmamış geniş çukurlara müdahale tavsiye edilmez. İşlem bitince labirentler antibiyotikli pomatla doldurulur ve hasta evine gönderilir. Günlük pansuman ve temizlik ve 1 hafta sonunda kontrole gelmesi öğütlenir. İyi kürete edilmiş labirentler genellile 1 haftada iyileşir. Ancak tavanı açılmış labirentelerin ve sinüslerin tamamen kapanması pansuman yardımı ile 2 ila 3 haftayı bulur. Bu sürenin illa da kısaltılması isteniyorsa, fistüllerin fibrotik duvarları, lokal anestezi altında, kürete veya eksize edildikten sonra sütüre edilir. Bu durumda işlem süresi 30 dakikayı bulur.
Alternatif Tedavide Tam Başarı Şansı Nedir?
Her işte olduğu gibi başarı, dataylarda gizlidir. İşin püf noktalarını iyi bilmek, titizlik yakın ilgi, hasta ve hekim işbirliği başarıyı belirleyen başlıca faktörlerdir. Sadece labirentleri kıldan arındırmak yetmez. Yeni kıl girişimlerine yol açacak mikro girişleri, en küçük şüphe arzeden gamzeleri potansiyel çukurları gidermek şarttır. Kurallara uyulursa, başarı tamdır. Nüks İhtimali Nedir?
Kıl dönmesinin alternatif tedavisinde, kurallara uyulduğu takdirde, nüks (tekrarlama) ihtimali sadece % 3 - 5 tir. Sebebi de gözden kaçabilecek bazı mikroskobik kıl girişlerinin kalabilmesi veya hijyenik bakım kusuru sonucu oluşabilecek yeni kıl giriş delikleridir. Ç****i dikkat ve hijyenik bakımdır. Nüks halinde metodu değiştirmeye gerek yoktur. Hatta verilen eğitim sayesinde henüz başlangıç halinde iken yakalanacağı için çözüm daha basit ve sonuç kesindir.
Nüksü Önlemek için Hastanın Uyması Gereken Kurallar ve Hijyenik Bakım Nedir?
Hijyenik bakım, ince sıhhi temizlik demektir; şöyle ki; 1 - Hekimin önerdiği şekilde, hastalar temizlik ve pansumanlara riayet etmeli. Yara veya kıl giriş delikleri iyileştikten sonra, kuyruk sokumu oluğu hergün taharetlenirken yıkanıp silinerek boşta gezen kıllar temizlenmeli. 2 - Kuyruk sokumu sabah akşam giyinirken el ile 3 - 5 saniye fırçalanıp kıl, hav, yün ne varsa uzaklaştırılmalı 3 - Çok kıllı olanlar, 30 yaşına kadar kuyruk sokumu oluğunu, haftada bir kez kıl dökücü krem ile veya cımbızla temizlemeli, kaba etlerini genişçe traş ettirmeli. Otuz yaşından sonra, kuyruk sokumu cildi nispeten daha az terler ve kurur, giderek sertleşip kalınlaşır ve delinme riski kalkar. İster ameliyatla ister ilaçla tedavi olsun tedavi sonrası hijyenik bakım tedavisinin uzun süreli başarı şansını doğrudan etkiler.
Alternatif Tedavilerin Yan Etkileri Nelerdir?
Fenol ve gümüş nitrat; labirent dışında kaçırılmadığı sürece hiç bir yan etki oluşturmaz. Kaçırıldığında birkaç gün içinde aynı yerde enflamasyon, ağrı ve akıntı yaparsa da tedavisi lokal anestezi altında debridmanla sağlanır. İlaç hiç bir zaman damar içine verilmediği için sistemik etki oluşturmaz; dokulardan damar içine geçiş veya emilim olmaz; harici yan etki olmaz.
Kıl Dönmesinde Alternatif Tedavinin Avantajları Nelerdir?
1- Narkoz, yani genel anestezi gerektirmeyen, az invaziv, konservatif ve pratik bir küçük operasyondur.
2- Hastanede veya evde yatmayı veya istirahati; tahlil ve tetkik gibi bir ön hazırlık gerektirmeyen, günübirlik uygulanabilen bir tedavidir.
3- Nüks ihtimali çok düşük olup nüksetse bile aynı yöntemle, hem de çok daha kolay bir şekilde tedavisi kesinliğe kavuşturulabilir.
4- Müdahale iz bırakmaz ve çok iyi estetik sağlar, anatomi bozulmaz.
5- Hastaların bu alternatif müdahale için hekime, yarımşar saatten birer gün arayla 2 veya 3 kez uğraması yeterlidir; işten ve yolculuktan alıkoymaz. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:36 pm | |
| KIZAMIK, KABAKULAK, KIZAMIKCIK
(MMR)
Kızamık Kızamık, ates, döküntü, nezle, öksürük ile gözlerde agrı ve kızarıklıga neden olan ciddi ve çok bulasıcı bir viral hastalıktır. Kızamık bazen, zatürree gibi tehlikeli komplikasyonlara neden olabilir. Hastalıga yakalanan 2000 çocuktan yaklasık bir tanesinde beyin iltihabı görülmektedir. Bu sekilde etkilenen her on çocuktan birisi yasamını kaybetmekte ve dördünün beyninde kalıcı hasar olusmaktadır. Kızamık, hasta olan kisinin öksürme ve aksırması sırasında çıkan tükürük damlacıkları aracılıgıyla geçebilir. Çocuklarda, kızamık hastalıgından birkaç yıl sonra SSPE olarak adlandırılan ender bir saglık sorunu ortaya çıkabilir. Hızlı bir sekilde beyni tahrip eden SSPE, her zaman öldürücüdür.
Kabakulak Kabakulak, ates, basagrısı ve tükürük bezlerinin iltihaplanmasına neden olur. Bazen beyni çevreleyen zarda iltihaplanmaya yol açar. Ancak, hastalıgın kalıcı yan etkileri ender olarak görülmektedir. Bu hastalık ayrıca kalıcı sagırlıga da neden olabilir. Kabakulak, hasta olan kisinin öksürme ve aksırması sırasında çıkan tükürük damlacıkları aracılıgıyla geçebilir. Hastalıga yakalanan bes ergin ya da yetiskin erkekten yaklasık birisinde erbezlerinde (testislerde) agrılı iltihap ve sislik görülmektedir. Bu durumdaki erkekler genellikle tamamen iyilesmekte, ancak bu komplikasyon ender olarak kısırlıga yol açabilmektedir.
Kızamıkçık Kızamıkçık, hafif bir çocukluk dönemi hastalıgıdır. Ancak, ergenlik çagındaki gençleri ve yetiskinleri de etkileyebilir. Hastalık lenf bezlerinde sisme, eklem agrısı ile yüzde ve boyunda iki üç gün süren döküntüye neden olur. Hasta her zaman hızla ve tam olarak iyilesir. Kızamıkçık, hasta olan kisinin öksürme ve aksırması sırasında çıkan tükürük damlacıkları aracılıgıyla geçebilir. Kızamıkçık, kadınların hamileliklerinin ilk 20 haftasında hastalıga yakalanmaları durumunda çok tehlikelidir. Bu, bebekte ciddi olusum bozukluklarına neden olabilir. Ísitme ve görme özürlülügü ile kalple ilgili olusum bozuklukları ve zihinsel özürlülüge yolaçabilir. Kızamıkçık çok bulasıcı bir hastalık olup, hamile kadınları ve bebeklerini korumanın en uygun yolu, kadınların hamile kalmadan önce ası olmalarını saglamak ve hastalıgın yayılmasını önlemek için tüm çocukları asılamaktır.
Dogurganlık yasında olan ve özellikle hamile kalmayı düsünen kadınların doktora basvurmaları ve kızamıkçık kan testi yaptırmaları gerekir. Kan testi, baska bir MMR asısının gerekip gerekmedigini gösterecektir. Bir diger MMR asısı yapılmasının gerekmesi halinde, asının koruma sagladıgından emin olmak için, asının ardından bir kan testi daha yapılmalıdır. Hamile olan veya iki ay içinde hamile kalmayı planlayan kadınlara ası yapılmamalıdır. Kadınların her hamilelikten önce, koruma düzeyinin halen yeterli olup olmadıgının belirlenmesi için, kızamıkçık kan testi yaptırmaları önemlidir.
MMR ’nin Olası Yan Etkileri MMR asısının yan etkileri, hastalıkların komplikasyonlarından çok daha az sıklıkta görülmektedir. En yaygın yan etkiler, kisinin kendisini iyi hissetmemesi, hafif ates ve muhtemelen asıdan sonra yaklasık altı ile onbir gün süren döküntülerdir. Bu süre içinde döküntüleri olan kisiler hastalıgı baskalarına bulastırmaz. Ası olan kisilerde bazen, asının bilesimindeki kabakulak virüsü nedeniyle, asıdan yaklasık üç hafta sonra tükürük bezlerinde hafif sisme görülebilir. Beyin iltihabı gibi, asının en önemli yan etkisi çok ender olarak görülmekte ve muhtemelen milyonda bir ya da daha az sıklıkta olusmaktadır. Yaygın Yan Etkiler asagıdaki uygulamalarla azaltılabilir: • Fazla miktarda sıvı içilmesini saglama. • Fazla kalın giyinmeme. • Ası yapılan yere soguk, ıslak bir bez parçası koyma. • Herhangi bir rahatsızlıgı azaltmak için parasetamol alma (ya da çocugunuza verme)(yasa göre uygun dozda vermeye dikkat ediniz). Yan etkilerin ciddi olması veya geçmemesi ya da kaygı duymanız halinde, doktorunuza ya da hastaneye gidiniz.
Aşı Öncesi Kontrol Listesi Sizde ya da çocuğunuzda aşağıda belirtilen durumların olması halinde, aşı olmadan önce bunları doktor ya da hemşireye iletiniz: . Son bir ay içinde başka bir a. ı olunması. . A. ı yapılacağı gün hasta olunması. . Herhangi bir aşıya karşı ciddi yan etkilerin olması. . Herhangi bir ciddi alerjinin olması. . Herhangi bir tür steroid ilaç kullanılması (sözgelimi, kortizon gibi). . Son üç ay içinde gamaglobulin a. ısı veya kan nakli yapılması. . Bağışıklık sistemini zayıflatan bir hastalığın olması ya da tedavinin uygulanması (sözgelimi, kan kanseri, kanser, HIV/AIDS, radyoterapi ya da kemoterapi gibi). . Halen ara. tırmaları süren merkezi sinir sistemiyle ilgili bir hastalığın olması. . Hamile olmanız veya aşıdan sonra iki ay içinde hamile kalmayı planlamanız. Aşının farklı bir şekilde yapılması gerekebileceğinden, yukarıda belirtilen durumların doktor ya da hemşireye iletilmesi gerekir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:37 pm | |
| KIZIL (SCARLET FEVER)
Streptokoklarların (A grubu beta hemolitik streptokok veya streptokokus piyogenes (beta mikrobu)) neden olduğu bir enfeksiyon hastalığıdır.
3-5 günlük kuluçka süresinden sonra aniden yükselen ateş, kusma, boğaz ağrısı, baş ağrısı, bitkinlik belirtileri ve 12-48 saat sonra cilt döküntüleri görülebilir. Bazen şiddetli karın ağrısı nedeniyle apandisit sanılabilir. Ateş 40 C ye kadar çıkabilir ve penisilin tedavisinden 24 saat sonra normale döner. Ağız içinde bademciklerde, ağız arka duvarında, dil ve damaklarda renk değişiklikleri görülür. Dil büyük, ödemli, kırmızıdır, ilk günlerde beyazdır. Şiddetli vakalarda bademciklerin üzerinde ve ağız arka duvarında zar görülebilir ve difteriden ayırmak zordur. İlk 1-2 gün beyaz renkli olan dil (beyaz çilek) daha sonra soyularak kırmızı renk alır (kırmızı çilek).
Üst damak kırmızı noktacıklarla kaplı olabilir. Hastalığın başından itibaren 12-48 saat içinde ciltte döküntüler başlar. Yüzden başlar, 24 saat içinde bütün vücuda yayılır. Alın ve yanaklar çok kırmızı buna karşılık burun ile ağzın birleştiği üçgen ve ağız kenarında döküntü yoktur (ağız kenarı soluktur). Kıvrım yerlerinde (koltuk altı, kasıklar, diz arkası, dirsek önü) döküntüler üst üste geldiği için bir çizgi halini alır (pastia çizgisi). Bu döküntüler üzerine bastırıldığında kısa süre için kaybolur. Şiddetli hastalarda kabarcıklar şeklindeki döküntüler karında, ellerde ve ayaklarda görülebilir. Döküntüler başladığı yerden itibaren solmaya başlar ve şiddetli biçimde soyulmalar olur. Döküntü genellikle bir haftanın sonunda kaybolur.
Muayene sonucunda kızıldan şüphelenilen hastadan örnek alınarak kültür yapılır. Ayrıca antistreptozilin (ASO) titresinin 1/200 Todd ünitesinin üzerinde olması teşhiste yardımcıdır. Anti DNA titresine de bakılabilir. Kanda beyaz küre artmıştır. Sedimantasyon hızı artmıştır.
Zamanında ve uygun bir şekilde tedavi edilmezse; servikal adenit, otitis media, sinüzit, bronkopnömoni, mastoidit, septisemi, osteomyelit, romatizmal ateş, akut glomerulonefrit gelişebilir.
TEDAVİ
Penisilin tedavide ilk seçenektir. Allerjisi olanlara Eritromisin ve Sefalosporinler kullanılabilir. Genellikle 10 günlük tedavi yeterlidir. Derideki döküntüler için merhem ve losyonlar doktorunuz tarafından önerilebilir. KOLESTEATOM
Kolesteatom mastoid çıkıntının ve orta kulağın rahatsızlığıdır. Östaki borusunun tıkanması sonucu orta kulakta hava basıncı düşer ve kulak zarı içeri doğru çöker. Bu durum kulak zarındaki bir delikten kulak kanalı derisinin orta kulağa doğru ilerlemesi nedeniyle de olabilir. Normalde atılacak olan deri hücreleri (epitelial hücreler) orta kulakta tutulur ve burada bir kist veya kolesteatom denilen bin tümör oluştururlar. Kolesteatom bu bölümü çevreleyen kemikleri aşındırır ve orta kulaktaki ufak kemiklere zarar verir.
Belirtiler
- işitme kaybı
- Kulaktan cerahat akması
- Baş ağrısı veya kulak ağrısı
- Baş dönmesi
Bazı vakalarda bu doğuştan vardır. Gelişme sırasında deri hücreleri kulak zarının gerisinde sıkışıp kalmıştır. Kolesteatom eğer bir çocuğun kulağında oluşursa, çabuk büyür. Yetişkinlerde bu problem yavaş ilenler.
Teşhis
Doktorunuz kulağınızı otoskopla, kulak kanalının bütününü görmesini sağlayacak bir ufak aletle, muayene eder ve kulak enfeksiyonu geçirip geçirmediğini öğrenmek ister. Eğer bir kolesteatomdan şüphelenirse, sizi bir kulak-burun-boğaz uzmanına gönderir. Böylece daha geniş bir muayeneden ve işitme testinden geçersiniz.
Kolesteatom selimdir, başka yerlere yayılmaz. Ancak kalıcı işitme kaybına neden olabilir. Ayrıca yüz sinirlerini etkileyebilir ve tedavi edilmediğinde nadiren menenjite sebep olabilir.
Tedavi
Bu durum kroniktir ve ancak ameliyatla geçer. Kolesteatom küçükse daha basit (minör) bir ameliyatla alınır. Daha büyük ve ilerlemiş bir kolesteatom orta kulak kemiklerindeki bozuklukların giderilmesi için daha büyük çapta bir ameliyat veya ameliyatlar dizisi gerektirebilir. Bu uygulama kistin tüm parçalarını alabilmek için çok titiz çalışma gerektirir. Kist tekrar oluşabilir onun için tekrar tekrar ameliyat gerekebilir.
İşitmeyi sağlayabilmek için orta kulak kemiklerinin yeniden yapılması da ameliyata dahil olabilir. Orta kulağı yeniden şekillendirmek için başka kimselerin kulak kemikleri veya yapay (prostetik) gereçler kullanılabilir.
Şiddetli vakalarda radikal (kökten çıkaran) mastoidektomi yapıp belli aralıklarla temizlenebilecek bir bölüm bırakmak uygulanabilir bir seçenektir. Bu metot kemikleri tedavi etmez ve işitme kaybını düzeltmez. KOLOBOM (COLOBOMA)
Kolobom; gözle ilgili herhangi bir oluşumun (göz kapağı, retina,iris gibi) doğumsal gelişim kusurudur. Genelde yarık şeklinde kendini gösterir. Gözün embriyolojisinde 4 haftalık fötus evresinde, gözü oluşturmak üzere ön beyinden çıkıntı yapan parçacık, gözün küresel bir yapıya dönüşmesi için kendi içine çökerek birleşir. Bu kapanma (birleşme) kusurları kolobom olarak bilinir. Durumun ağırlığına göre retina, makula, optik sinir, koroid, lens, iris, kapak kolobomu tekil olarak veya birkaçı bir arada ortaya çıkabilir. Ancak olay herzaman gözlerde belirgin bir yarık şeklinde algılanmamalı, göze ait herhangi bir oluşumun gelişiminin tam olarak tamamlanmadığı şeklinde algılanmalıdır.
Koloboma neden olarak ailevi geçiş kesin bir neden olarak saptanmamıştır ancak, hastalıkların belirli kromozomal hastalıklarla ilgili olduğu bilinmektedir. Schmid Fraccaro sendromu, Trisomy 18 (E- sendromu) gibi kromozomal hastalıklarda kolobom meydana gelebiir.
Sebebi açıklanamayan tüm doğumsal anomalilerde olduğu gibi, ailevi risk olup olmadığı dikkatlice araştırılmalıdır.
Kolobomun etkileri hastalığın şiddetine ve problemin yerine bağlı olarak değişir. Açıklık genelde gözün alt kısmındadır.
Lens kolobomu; eğer büyükse iris ve koroid tabakada kusurlara eden olabilir ve retina tabakasında yırtılma meydana gelme olasılığını biraz arttırır. Şiddetli olgularda, gözün büyüklüğünde azalma meydana gelebilir. Buna mikroftalmus adı verilir. Ancak mikroftalmus, kolobom olmadan da meydana gelebilir.
İris kolobomu, pupilde anahtar deliği görünümü verebilir. Merkezi görmede hasar oluşabilir.
Bazı kolobom olgularında, nörolojik ve kromozomal problemler de var olabilir. Bunlardan birisi son derece nadir görülen CHARGE hastalıklar grubudur. (C - Coloboma; H - Heart defects (kalp problemleri); A - Atresia of the choanae (arka burun deliklerinin kapalı olması); R - Retarded growth and development (büyüme ve gelişme geriliği); G - Genital hypoplasia (yetersiz cinsel organ gelişimi, inmemiş testis gibi); E - Ear anomalies (kulak anomalileri)).
Yine küçük göz, fazla parmak ve zeka geriliği koloboma eşlik edebilir. Görme yeteniğinde azalma, nistagmus, şaşılık, fotofobi ve görme alanı kaybı hastalarda bulunabilir.
Tedavi
Hastalığın durumuna göre tedavi yöntemleri farklılık göstermektedir.
Retina dekolmanı (ayrılması) durumunda vitrektomiyi takiben lazer (argon veya kripton) ile retina altta yatan yapılara tutturulur.
İris kolobomunda, kozmetik amaçla kontakt lensler kullanılabilir.
KOLOBOM KONUSUNDA BİR GÖZ UZMANI HEKİME BAŞVURULMALIDIR | |
| | | | Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |