|
| Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:57 pm | |
| SES ALETLERI
Larenjektomi (ses tellerinin olduğu gırtlak bölümünün de çıkarıldığı ameliyat) ameliyatı yapılmış kişiler gırtlaklarının yardımı olmadan tekrar konuşmayı öğrenmek zorundadır. Ses tellerinizin olmaması bir daha konuşamayacağınız anlamına gelmemektedir,ancak yeni konuşmanız daha öncekinden farklı olacaktır.
Yemek Borusu Yoluyla Konuşma
Larenjektomi ameliyatı yapılan birçok kişi yemek borusu yoluyla konuşma denen bir teknikle tekrar konuşmayı öğrenmektedir. Önce, daha sonra yemek borusundan çıkarılmak üzere hava yutulur. Sonra dil ağız tavanına dayanarak hava dışarı verilir. Bu sırada yemek borusu ve ağız titreşerek geğirmeye benzeyen bir ses çıkar. Bu ses dil,
damak, dudaklar ve dişler kullanılarak kelimeye dönüştürülür. Bir konuşma bozuklukları uzmanının yardımı ve uygulama ile larenjektomi ameliyatı geçiren birçok kişi bu yöntemle konuşmayı öğrenmektedir.
Yapay ses Aletleri
Larenjektomi ameliyatı yapılanlar için yemek borusu yoluyla konuşma sesli iletişim kurmanın tek yolu değildir. Bu yöntemle konuşmayı öğrenemeyen ya da anlaşılabilecek kadar yüksek ses çıkaramayan kişiler yapay ses aletleri kullanabilirler. Bu aletler ses yolundan geçebilen sesler üretirler. Çoğu kez yemek borusu yoluyla konuşma yöntemi ile birlikte kullanılabilirler.
Bu aletlerin başlıca iki tipi vardır: Boyun tipi ve ağız içi tipi. Boyun tipi olanlar elde taşınan, pilli ve elektronik titreşimler yaratan aletlerdir. Aletin baş tarafı boyuna dayanır; titreşimler boyun dokularına geçer ve dil,dişler,dudaklar ve damak tarafından konuşmaya çevrilecekleri gırtlak, ağız ve buruna yayılırlar. Bu aletlerin çoğu yalnızca akciğerlerden gelen havayı kullanırlar.
Diğer tipte ses oluşturan bir cihaz esnek bir tüp aracılığıyla sesi ağız içine verir. Bu ses daha sonra dil,dudaklar, dişler ve damak tarafından konuşmaya çevrilir. Boyun tipi konuşma aletleri çoğu kez ağız içi konuşma için de uyarlanabilir.
Sesli iletişim kurma için üçüncü bir yöntem ses protezleridir. Temel olarak bu araçlar nefes ve yemek borusu arasında bir köprü oluştururlar. cerrah nefes borusunun arka duvarına ve yemek borusunun ön duvarına küçük delikler açar. Yemek borusuna hava geçmesini sağlamak, açıklığın kapanmasını engellemek ve nefes boru-suna yiyecek ve içeceklerin kaçmasını engellemek için buraya küçük bir tüp yerleştirilir. Bazen tüpün ağzına açılır kapanır bir kapak yerleştirilebilir; bu kapak kapanarak alete ve yemek borusuna hava geçişini engellediğinde yemek borusu yoluyla ağızdan konuşmaya olanak da sağlar. SES TELLERI SORUNLARI
Gırtlağın iki yanında bulunan ses telleri titreşerek sesin oluşmasını sağlarlar. Gırtlak kasları ses tellerinin uzunluğunu ve gerginliğini kontrol ederek titreşimi ayarlarlar. Ses telleri ayrıca yutkunma sırasında yiyecek ve içeceklerin akciğerlere kaçmasını önlemede de yardımcı olurlar.
Ses telleri konuşmada ve şarkı söylemede en önemli öğelerdir. Eğer yanlış ya da kötü kullanılırlarsa çeşitli sorunlar ortaya çıkabilir. Bu tür sorunlar arasında polipler, nodüller ve ülserler bulunmaktadır.
POLİPLER
Polipler, ses tellerinin üstünü örten ince zarda ortaya çıkan şişliklerdir. Bunlar büyüdükçe yuvarlak bir şekil alırlar; tüm ses teli boyunca yayılabilir ya da bir bölümünde sınırlı kalabilirler.
Uzun süre ya da tekrar tekrar çığlık attığınızda, bağırdığınızda veya doğal olmayan çok düşük bir tonda konuştuğunuzda ses tellerinizde bir nödül gelişebilir. Kronik bir alerji sonucunda veya sigara dumanı ya da endüstriyel dumanlar gibi tahriş edici dumanları soluduğunuzda da polip gelişebilir.
Polipler sesinizin fısıltı halinde çıkmasına ya da kısılmasına neden olabilirler. Bunlar bazen larengoskopi denen özel bir muayene sırasında çıkarılabilirler. Kanser olmadığından emin olmak için polip biyopsisi de yapılabilir. Polip çıkarıldıktan sonra altta yatan nedeni düzeltmek için ses terapisi yapılmalıdır.
ŞARKICI NODÜLÜ
Profesyonel şarkıcılar, öğretmenler, seyyar satıcılar ve din adamları gibi sesini çok fazla kullananların ses tellerinde nodül oluşma riski vardır. Polipler gibi nodüllerde sesin aşırı kullanımı sonucu gelişir.
Bu tür nodüller sesin kısılmasına ya da fısıltı halinde çıkmasına neden olabilirler. Nodülün polipten farkı, ses tellerini örten ince zardan değil, bu zarın üstünü kaplayan hücre tabakasından(epitel) köken almasıdır. Deri yüzeyini de benzer hücreler örtüğü için yapısal olarak nasıra benzerler.
Birkaç hafta hiç konuşmayarak ya da çok az konuşarak ses tellerinin dinlendirilmesi nodüllerin küçülmesini sağlayabilir. Bazen biyopsi yapılması ve poliplerin ameliyat-la çıkarılması gerekebilir. Nodül oluşmasına yol açan sesin kötü kullanımını ortadan kaldırmak için ses terapisi oldukça önemlidir. Ara sıra çocuklarda sürekli bağırma sonucu ortaya çıkan nodüller sadece ses terapisi ile tedavi edilebilirler.
TEMAS ÜLSERLERİ
Ses tellerinde temas ülseri denen yaralar da görülebilir. Bu durum genellikle sesin uygun olmayan biçimlerde kullanılması sonucu oluşur. Mide sıvısının ağıza gelmesi ya da ameliyat sırasında anestezi için boğaza tüp takılması diğer sık görülen ses teli hasarlanma nedenleridir.
Temas ülserleri ses tellerinin birbirlerine dokundukları yerde bulunan kıkırdak parçalarında oluşur. Belirtileri arasında konuşurken ya da yutkunurken hafif ağrı ve ses kısıklığı bulunmaktadır.
Doktorunuz gırtlağınızı nasıl kullandığınızı ve yemek alışkanlıklarınızı belirlemek için bazı sorular soracaktır.
Ayrıca kanser olmadığından emin olmak için ülserleşmiş yaradan laboratuvar testleri yapılmak üzere örnek de alacaktır.
Temas ülserlerinin ilk tedavisi yaranın iyileşmesine olanak sağlamak için en az 6 hafta sesin dinlendirilmesidir. Ülserlerin tekrarlamasını önlemek için bu süreyi uzatmak da gerekebilir. Eğer ülserin nedeni mideden ağıza gelen sıvılarsa ülserin tekrarlamasını önlemek için birkaç yöntem bulunmaktadır. Doktorunuz antasit bir ilaç, yatmadan en az 2-4 saat önce yemek yemeyi ve yatarken başı 10-15 cm yükseltmeyi önerebilir.
LÖKOPLAKİ
Latince deki beyaz (leuko) ve yama (plakia) sözcüklerinin biraraya gelmesinden oluşan lökoplaki ses tellerinin birinde ya da her ikisinde oluşabilir. Bu durum kanserle ilişkili olabilir. Lökoplaki ortaya çıktığında laboratuvar incelemesi için çıkarılabilir. Çoğu kez oluşma nedeni sigara dumanıdır.
ÇOCUKLUK DÖNEMİNDE GÖRÜLEN PAPİLLOMLAR
Birçok çocukta virüslerin neden olduğuna inanılan ve selim bir doku büyümesi olan siğiller ortaya çıkar.
Az sayıda çocukta, özellikle erkek çocuklarda, bunlar ses telleri üzerinde gelişir(çocukluk döneminde görülen papillomlar).
Bu oluşumlar habis değildir ve çoğu kez ergenlikte ortadan kaybolur. Bununla birlikte, bu siğiller ergenlikten önce sorun yaratabilirler; kümeler halinde büyüyerek, gırtlağa zarar vermeden çıkarılamayacak bir duruma gelirler. Nadir olarak çok hızlı büyüyerek çoğalırlar ve nefes almayı zorlaştırabilirler. Bu durum ortaya çıktığında, solunum yolu tamamen tıkanmadan hemen tedavi yapılmalıdır.
Ameliyatla çıkarmaktan daha etkili ve daha az zarar verici olduğu için lazer tedavisi tercih edilen bir yöntemdir. Çocukluk döneminde görülen papillomlar sık sık tekrar ettikleri için tedavinin tekrarlanması gerekebilir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:57 pm | |
| SINDIRIM PROBLEMLERI
Sindirim süreci düzgün giderse besinler parçalanıp moleküllere bölünerek kan damarlarınıza geçebilir hale gelir. Zaman zaman bazı nedenlerle bu parçalanma doğru gerçekleşmez ve sindirim ve özümleme işlemleri tamamlanamaz. Bu durumda vücudunuza yarayacak besinlerin çoğu sindirilemez ve büyük abdest çıkar. Bu sindirim bozukluğu sonucu bozuk ve eksik beslenme ortaya çıkar.
Belirtiler
- Kilo kaybı,
- İshal,
- Karın ağrısı, gaz ve şişkinlik,
- Genel halsizlik,
- Kötü kokulu ve gri-siyah büyük abdest.
Sindirim bozukluğunun nedenleri çok farklı olabilir. Pankreasta bir hastalık varsa, sindirim için gereken enzimler eksik olabilir. Buna bozuk sindirim diyoruz. Sindirimin büyük bir kısmı ince bağırsakta olduğu için, buradaki bir hastalık önemli besinlerin sindirilmeden dışarı atılmasına neden olur. Bu durumda büyük abdest yağlı görünümlüdür. Gri veya solgun renkte ve normalden fazladır. Kötü kokuludur ve köpüklüdür. Büyük abdestle yağ ve protein kaybı olur. Besinlerin sindirilememesi A, Bi 2, D, E ve K vitaminleriyle folik asit kaybına neden olur. Kanda B12 ve folik asit düşüklüğü besinlerin sindirilemediğinin başlıca göstergesidir. Sürekli yağ kaybıyla birlikte kalsiyum da vücuttan atılır ve istenmeyen sorunlar doğar:
Böbrek taşları (kalsiyum oksitli) ve kemiklerde osteomalacia adı verilen kemik erimesi denilen hastalık ortaya çıkar.
ÇÖLYAK (TROPİK OLMAYAN) SPRU
Çölyak (tropik olmayan) spru, emilim bozukluğunun yaygın bir nedenidir. Bu hastalığa, buğday, çavdar, yulaf ve arpada bulunan bir protein olan glütene karşı duyarlılık yol açar. Glütene tahammülsüzlük, barsağın içini döşeyen tabakanın besinlerin emilmesini sağlayan ince kıvrımlarını (vilüsler) yitirmesine neden olur. Ayrıca, barsak enzimleri yeterli miktarda üretilmemeye başlar. Sık görülen belirtiler, kötü kokulu ishal, şişkin karın ve anemidir.
Çölyak spru çocuklarda sık sık görülür. Bu çocuklarda, en çarpıcı belirtiler kilo kaybı ve büyüyememedir. Çocuklarda raşitizmin kemik değişiklikleri görülebilir; yetişkinlerde kemik ağrısı ve aşırı hassasiyetiyle birlikte osteomalasi ortaya çıkabilir.
Aşırı miktarlarda yağ ve protein içerip içermedlgini anlamak için dışkınızı incelemenin yanısıra, doktorunuz çölyak spru hastalığından kuşkulanırsa, ince barsağın baryumlu röntgenini (bkz. Yemek Borusu, Mide ve Barsağın Baryumlu Röntgeni) isteyebilir. Ağızdan sokulan bir aletle incebarsağın iç yüzeyinden biyopsi de alınır. Numune tropik olmayan spruya özgü değişiklikler açısından mikroskop altında incelenir.
Çölyak hastalığı, genellikle yemeklerden glüten içeren gıdaların kaldırılmasıyla tedavi edilir. Bazı besin eksikliklerini karşılamak için, başlangıçta vitamin ve mineral ilaveleri verilebilir. Doktorunuz ya da diet uzmanınız, uygun bir glütensiz diyet konusunda size yol gösterecektir.
Glütensiz bir diyet dikkatli bir şekilde uygulanırsa, birkaç aylık bir dönem içinde ince barsağın vilüsleri normal biçimlerine ve emme kabiliyetlerine ulaşırlar. Dışkınız normale döner ve kilo kaybı sona erer. Glütensiz diyet hayat boyu izlenmelidir, yoksa belirtiler tekrar ortaya çıkar.
TROPİK SPRU
Bu, emilim bozukluğuna neden olan başka bir hastalıktır. Dünyanın tropik bölgelerine giden ziyaretçileri etkiler. Belirtiler tropik bölgeden dönüldükten aylar, hatta yıllar sonra ortaya çıkabilir. Bu hastalığın nedeni belirsizdir, ama bulaşıcı bir mikroorganizma olabilir.
Tropik sprusu olan kişiler ishal, kilo kaybı, anemi ve kilo alamama sorunlarıyla karşılaşırlar. Teşhis testleri temel olarak çölyak sprunun testleriyle aynıdır.
Tropik sprunun tedavisi genellikle bir folik asit ve vitamin ilavesi ile tetrasiklin gibi bir antibiyotikten oluşur. Genellikle, özel bir diyet gerekmez. Hastalığın şiddetine bağlı olarak, 6 ay kadar antibiyotik kullanmanız gerekebilir.
AŞIRI BAKTERİ ARTMASI
Normal olarak,bakterilerin ince barsakta aşırı artması bir sorun değildir, çünkü barsağın sürekli hareketi (peristaltizm) bakterileri dışarı atar. Ancak, bazı koşullar altında, barsak bakterileri emilim bozukluğuna yol açacak bir düzeye kadar artabilirler. Bu durum, barsağın da tutulduğu şeker hastalarında ishale katkıda bulunan bir faktör olabilir.
Bakterilerin aşırı artmasının nedeni genellikle peristaltizmin (barsağın kas hareketi) zayıflamasıdır, bu da bakterilerin birikmesine olanak sağlar. Bakterilerin aşırı artması, ince barsağın bazı kısımlarına uygulanan baypas ameliyatlarından sonra da görülür. Teşhis ince barsaktan kültür için alınan örneklerle ya da bazen kan ya da idrar alınmasını içeren dolaylı testlerle yapılır. Tedavi, her ay 1 hafta gibi periyodik biçimde verilen antibiyotiklerle yapılır.
SKLERODERMA
Skleroderma barsağı etkilediğinde, kas duvarlarının incelmesine yol açar, bu da hem besinlerin emilimini hem de barsağın hareketini zayıflatır. Skleroderma yemek borusunun kas tabakasını da da etkileyebilir ve mide yanmasına neden olabilir.
Hastalık ilerlediği ve başka organlara yayılabileceği için, klinik olarak ilerleyici sistemik skleroz (F SS) olarak bilinir. Bu kronik hastalığın nedeni bilinmemektedir. Bakterilerin aşırı büyümesinin yol açtığı şiddetli ishalle ilişkili olabilir. Periyodik olarak (her ay bir hafta gibi) verilen antibiyotikler yararlı olabilir.
AİDS
Emilim bozukluğu sorunları yaratan başka bir hastalık kazanılmış bağışıklık yetmezliği sendromudur (AIDS). Başlıca belirtiler olan ishal ve kilo kaybının AIDS hastalarında ince barsak ve kolondaki enfeksiyonların sonucu olduğu düşünülmektedir.
WHİPPLE HASTALIĞI
Bu emilim bozukluğu hastalığı esas olarak 45 yaşın üzerindeki erkekleri etkilemektedir. Hastalığa henüz kesin olarak tanımlanamamış bir enfeksiyon etkeninin yol açtığı düşünülmektedir. lshal, karın ağrısı, ilerleyen kilo kaybı ve derinin koyulaşması gibi belirtiler ortaya çıkabilir.
Bakteri enfeksiyonu da düşük dereceli ateşe yol açabilir. Teşhis ince barsaktan alınan bir biyopsiyle yapılır.
Uzun dönemli antibiyotik kullanımı, tipik olarak Whipple hastalığına bağlı emilim bozukluğunu düzeltmekte etkilidir.
AMİLOİDOZ
Nişastaya benzer özellikleri olan amiloid denilen bir proteinin varlığı bu hastalığı ortaya çıkarır.
Bu proteinin istenmeyen birikimlerinin vücudun neresinde görüldüğüne bağlı olarak, sonuçlar önemsiz ya da ciddi olabilir. Örneğin, amiloidin ince barsakta birikmesi içini döşeyen tabakayı lastiksi, sert ve yapışkan hale getirir ve sonuç olarak ciddi bir emilim bozukluğu ortaya çıkar. Bu durumun teşhisi ince barsak biyopsisiyle yapılır.
Amiloid birikintilerinin oluşmasını önlemenin bilinen bir yöntemi yoktur. Tedavi, belirtileri azaltmaya ya da amiloidozdan sorumlu olabilecek temeldeki bir hastalığı tedavi etmeye yöneliktir. Bu tür hastalıklar tüberküloz, Hodgkm hastalığı ve romatizmaya bağlı eklem iltihabıdır.
LAKTOZ TAHAMMÜLSÜZLÜĞÜ
İnek sütündeki başlıca şeker olan ve yalnızca sütte ve süt ürünlerinde bulunan laktozun sindirilmesi için laktaz enzimi gereklidir. Laktoz tahammülsüzlüğü, ince barsak duvarlarının iç tabakası bu enzimi normal miktarlarda üretmediği zaman ortaya çıkar.
Laktoz tahammülsüzlüğü, belirli bir miktarın üzerinde süt alındığında, karın kramplarına, şişkinliğe, ishale ve aşırı gaza yol açar. Az miktarda süt genellikle belirtilere yol açmaz. ince barsağın içini döşeyen tabakadaki düşük bir laktaz düzeyi ya da laktaz eksikliği, etkilenen kişilerin yüzde 70 kadarında sorun yaratmayabilir.
Kuzey ve Batı Avrupalı beyazlarda ve onların Amerika Birleşik Devletleri ndeki torunlarında, düşük laktaz düzeyi görece az görülür. Bu nedenle, laktoz tahammülsüzlüğüne bu insanlarda çok sık rastlanmaz. Düşük laktoz düzeyleri , Akdeniz, Afrika ya da Asya kökenli insanlarda daha sık olarak görülmektedir.
Düşük laktoz düzeyleri, tropik olmayan ya da tropik spru, ince barsaktaki virüs ya da bakteri enfeksiyonu ve kistik fibroz gibi başka emilim bozukluğu rahatsızlıklarında ortaya çıkabilir.
Laktoz tahammülsüzlüğü varsa, süt ürünlerini diyetinizden tamamen çıkarmanız gerekmez.
Sadece süt ürünleri tüketiminizi azaltın, sütü yalnızca yemek sırasında için ve kalsiyumu, laktozun süte göre düşük olduğu süt ürünleri olan peynir ve yoğurttan almaya çalışın. Başka bir seçenek, sütünüze karıştırabileceğiniz ticari bir laktaz preparatı almaktır. Bu preparatlar laktozu kolayca sindirilebilen basit şekerlere dönüştürür.
KISA-BARSAK SENDROMU
Barsağın büyükçe bir kısmının ameliyatla alınmasından sonra, bazı insanlarda emilim bozukluğu sorunları ortaya çıkabilir. Bu duruma kısa-barsak sendromu adı verilir. ince barsağın farklı bölgelerinde farklı besinler emildiği için, cerrahi müdahalenin besin emilimi üzerindeki etkisi, barsağın ne kadar büyük bir parçasının ve hangi parçasının alındığına bağlıdır. Barsağın önemli bir kısmı alınmadıkça, kalan kısım genellikle daha fazla emilime uyum sağlamakta ve böylelikle besinlerin emilim yetersizliğini önlemektedir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:58 pm | |
| SINUZIT
1. AKUT SİNÜZİT
Genellikle gribal bir enfeksiyonla veya takiben gelişir. Bazen ani sıcaklık düşmeleri sonucu bir bölgedeki birçok insanı etkileyebilir. Yüzme sırasında derine dalma da sinüzit gelişimine neden olabilir.
Etken genellikle gram pozitif kok adı verilen bakterilerdir (streptokok, satafilokok, pnömokok gibi). Hemofilus influenza adı verilen mikroba bağlı gelişen sinüzitlerde ciddi problemler gelişebilir.
Burun tıkanıklığı, etkilenen sinüs bölgesinde basınç hissi (dolgunluk, ağrı), halsizlik, ateş ve baş ağrısı görülebilir. Burundan kanlı veya kansız akıntı, geniz akıntısı olabilir.
Tedavi
Sistemik antibiyotik, antihistaminik, lokal burun damlası kullanılır. Antibiyotik tedavisi en az iki hafta süreyle devam etmelidir. Ağrı fazla ise ağrı kesici kullanılabilir. İlaçla tedavi mümkün olmaz ise bir KBB uzmanı tarafından sinüslerin temizlenmesi (sinüs lavajı) veya cerrahi tedavi gerekebilir.
--------------------------------------------------------------------------------
KRONİK SİNÜZİT
Akut sinüzit tedavi edilmediğinde veya sık ataklar olduğunda, sinüslerin iç yüzeyini kaplayan deride değişiklikler meydana gelir ve sinüzit kronikleşir. Akut sinüzitteki belirti ve şikayetler daha hafif olarak yıllarca devam edebilir.
Kronik sinüzitte önemli olan konulardan birisi ostiomeatal bölge adı verilen yerlerin olaya karışmasıdır. Bu bölge çeşitli özelliklerinden dolayı çok kolay hastalığa yaklanır ve çok güç tedavi olur. Kronik sinüzitlerde bu nedenle bu bölgenin iyi bir şekilde araştırılması gerekir. Bunun için koronal bilgisayarlı tomografi ve endoskopi gerekebilir.
İlaçlarla tedavi mümkün olmaz ise cerrahi olarak sinüslerin boşaltılması ve daha sonra gelişecek akut sinüzitlerde tedavi geciktirilmemeli ve aksatılmamalıdır.
--------------------------------------------------------------------------------
SİNÜZİTE BAĞLI GELİŞEBİLECEK SORUNLAR
Sinüzite bağlı bir sorun geliştiğinde genelde aşğıdaki belirtilere rastlanır. Bu sorunlar sıklıkla akut sinüzit veya kronik sinüzitin akut atağı sırasında meydana gelir.
Belirtiler
1. yaygın ve inatçı ağrılar
2. kusma
3. konvülsiyon (havale)
4. ateş
5. göz kapaklarında veya alında şişlik
6. bulanık görme, çift görme veya inatçı göz arkası ağrısı
7. kafa içi basınç artışı bulguları (bulantı, kusma ...)
8. kişilik değişikliği SIROZ
Siroz; normal karaciğer hücrelerinin yerine skar (nedbe) dokusunun oluştuğu duruma verilen isimdir, ve bu durum karaciğerin tüm fonksiyonlarında azalmaya neden olur. İlerlemiş hastalarda, hasar o kadar ciddidir ki, tek çözüm yolu karaciğer naklidir. Siroz ABD deki en sık ölüm nedenleri arasında sekizincidir ve her yıl 25 bin kişinin ölümüne neden olur. Ve yine binlerce kişinin karaciğerinin normal fonksiyonları yapma kabiliyetinde yavaş yavaş azalmaya neden olur.
Sirozun çok sayıda nedeni vardır. ABD ve Avrupada, en sık nedenler; aşırı alkol tüketimi ve kronik Hepatit-C virüs enfeksiyonudur.
Alkolik siroz, 10 veya daha fazla yıl süresince aşırı alkol tüketimi soucunda meydana gelir. Ancak sosyal içicilerde de (toplumsal olaylarda (toplantı, eğlence gibi) alkol tüketen kişiler) siroz meydana gelme olasılığı vardır. Alkolün karaciğer hücreleirne toksik etkisi vardır. Neden bazı insanların alkolün zararlı etkilerine daha dayanıklı olduğu bilinmemektedir, ancak kadınlar erkeklerden daha az alkol tüketseler de alkolik siroza yakalanaya daha yatkındırlar.
Kronik hepatit-C enfeksiyonu, karaciğer hücrelerinde inflamasyona neden olmakta ve sonuçta siroz gelişebilmektedir. Kronik hepatit-C hastası olan her 5 kişiden birinde 20 yıldan sonra siroz gelişmektedir. Kronik Hepatit-B, benzer şekilde karaciğer hasarı yapmaktadır ve dünyada sirozun en sık nedenidir. Hepatit-D sadece Hepatit-B hastalarında rastlanmaktadır.
Sirozun daha nadir nedenleri arasında karaciğer hücrelerini veya safra kanallarını tutan otoimmün hastalıklar, ilaçlara bağlı şiddetli yan etki gelişimi, çevresel zehirlere uzun süre maruz kalma, genelde tropikal bölgelerde bulunan bakteri ve parazitler, karaciğer konjesyonu (sıvı birikimi denilebilir) ile birlikte olan kalp yetmezliği atakları. Diğer bir neden de alkole bağlı olmayan steatohepatittir; bu durumda karaciğerde yağlanma ve bunu takiben nedbe dokusu oluşumu meydana gelir.
Nadir görülen bazı kalıtsal hastalıklar da siroza neden olabilir. Bu hastalıklar; hemakromatozis (karaciğer ve diğer organlarda aşırı demir birikimi), Wilson hastalığı (anormal miktarda bakır depolanması), alfa-1 antitiripsin eksikliği (karaciğerdeki özel bir enzim eksikliği).
Belirtiler
Erken dönemlerde genelde herhangi bir şikayete rastlanmaz. Ancak karaciğer hücreleri öldükçe, organ sıvı tutulumunu düzenleyen ve kan pıhtılaşmasını sağlayan proteinleri daha az üretmeye başlar ve bilirübin maddesini işleme kabiliyeti kaybolur. Bunların sonucunda meydana gelen belirti ve bulgular şunlardır: - halsizlik - iştah kaybı - bulantı ve kusma - güçsüzlük - kilo kaybı - bacakarda ve karında sıvı birikimi - artmış kanama ve çürükler - sarılık, deride ve gözlerde sararma - kaşıntı
Hasar arttıkça, karaciğer kanı temizleyememeye başlar ve birçok ilacı daha az işleyebilir hale gelir, böylece ilaçarın etkinliğinde artış meydana gelir. Artan toksik (zehirli) maddeler özellikle beyinde birikir. Bunlara bağlı gelişen belirtiler: - ilaçlara hassasiyetin artması - kişilik ve davranış değişiklikleri, bunalr zihin bulanıklığı, boş bakışlar, unutkanlık, konsantre olamama veya uyku düzensizlikleri, - şuur kaybı - koma
Nedbe dokusu oluşumu, aynı zamanda kan akımını etkiler ve karaciğer toplar damarındaki basınç artar; bu duruma portal hipertansiyon adı verilir. Mide ve yemek borusundaki kan damarları genişler ve vücut bu bölgelerde yeni damarlar oluşturarak karaciğere uğramadan kanı geçirmeye çalışır. Bu damarlara varis adı verilir ve duvarları daha incedir. Bunlardan herhangi birisi hasara uğrarsa meydana gelen kanama saatler içerisinde ölümle sonuçlanabilir. Eğer kan kusmaya başladı iseniz, hemen acil servise müracaat edin.
Tanı
Doktorunuz normal bir anamnez ve fizik muayene yapacaktır. Doktorunuz karaciğerin işlevlerini değerlendirmek amacı ile çeşitli kan testleri isteyebilir. Karaciğerin bilgisayarlı tomografisi, ultrason veya radyoizotop ile karaciğer görüntülenebilir. Siroz tanısını kesinleştirmek için biyopsi yapılabilir.
Siroz sürekli ilerleyen bir hastalıktır, geri döndürülemez veya tedavi edilemez. Ancak meydana gelen hasar ve belirtiler tedavi ile durdurulabilir veya yavaşlatılabilir.
Sirozdan korunmak için yapılacak en iyi şey aşırı alkol tüketiminden uzak durmaktır. Eğer karaciğerle ilgili herhangi bir probleminiz varsa alkolden tamamen uzak durmanız gerekir. Ayrıca Hepatit B ve C den korunmak, uyuşturucu kullanmamak, güvensiz seksten ve çok eşlilikten kaçınmak korunmada alınacak önlemler arasında sayılabilir. Dövme vs yaptıracaksanız kullanılan aletlerin steril olduğundan emin olun. Sağlık personeli iseniz hastaların kan örneklerine maruz kalabileceğinizi unutmayın ve bu konuda dikkatli olun. Hepatit-B aşısı olun, 3 doz yapılan aşı %90 koruma sağlar.
Tedavi
Tedavi sirozun nedenine ve evresine bağlıdır. Meydana gelen karaciğer hasarı geri döndürülemeyeceğinden, tedavide amaç hastalığın ilerlemesini durdurmak ve meydana gelebilecek diğer komplikasyonları önlemektir.
Nedenden bağımsız olarak tüm siroz hastaları, alkolden uzak durmalı ve karacieğeri etkileyebilecek ilaçların kullanımı konusunda kontrollü olmalıdırlar (asetaminofen gibi). Allta yatan hastalığın da tedavisi yapılacağından tedavi protokolleri farklılık gösterebilir.
Tedavinin odak noktası genelde komplikasyonlardır. Sıvı birikmesini önlemek için az tuzlu diyet veya diüretik ilaç kullanımı önerilebilir. Toksik maddelerin vücuttan hızlıca atılması için laksatif (dışkıyı arttırıcı ve kolaylaştırıcı) ilaçlar kullanılabilir. Kaşıntı ve enfeksiyonlara yönelik tedavi verilebilir. Yine portal hipertansiyon için tedavi düzenlenebilir.
Kanayan varisler çeşitli şekillerde tedavi edilebilir. Bunlar arasında damarın bağlanası, balonla sıkıştırılması veya skleroterapi sayılabilir. Skleroterapide, damar içine kimyasal bir madde verilir ve damarın kuruması sağlanır. Transjugular intrahepatic portosystemic shunt (TIPS) yönteminde kan için yeni-yapay bir yol yapılır ve varislerdeki kan basıncı ortadan kaldırılır.
Eğer karaciğer hasarı ileri derecede ise tek tedavi yöntemi karaciğer naklidir. Nakil yapılan hastaların %80-90 ı yaşamaktadır, ve bağışıklık sistemini ibaskılayan siklosporin gibi ilaçlar sayesinde yeni karaciğer bağışıklık sisteminin saldırılarından korunmakta ve yaşam süreleri uzamaktadır.
Erken dönemde tanı konabilen hastalarda sonuç son derece başarılıdır. Bu hastaların çoğu uzun yıllar normal bir hayat sürmektedirler. Ancak alkol kullanımına son vermeyen alkolik sirozlularda ve ilerlemiş hastalarda sonuç iyi değildir. Bu hastalarda kanamalar veya beyin fonksiyonlarının kaybı sonucu ölüm meydana gelir. Sirozlu hastalarda enfeksiyon gelişme riski ve böbrek yetmezliği gelişme riski artmıştır. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:59 pm | |
| SIRT AGRILARI
Vücuda destek olan sırtı önemsememek hiç doğru değil. Sırt ağrıları milyonlarca insanın ortak sorunu. Özellikle gelişmiş ülkelerde sırt sorunları önemli bir probleme dönüştü. Bunun için sırt sağlığına özen göstermeliyiz.
Yapılan bir araştırmaya göre sırt ağrılarından yakınanların yüzde 35’i için sırt ağrıları kronik bir soruna dönüşüyor. İnsanların sırtları neden ağrır? Tıp uzmanları başlıca nedenleri şöyle sıralıyorlar: Kötü duruş, incinme, stres, hamilelik, yaşlılık ve aşırı kullanma.
Duruşa dikkat
Eğer düzgün durmayı ilke edinirseniz sırt ağrılarınızın azaldığını göreceksiniz. Bir süre sonra da hiçbir şikayetiniz kalmayacak. Otururken öne doğru eğilmemeye dikkat edin. Omuzlarınız öne doğru gelmesin. Sürekli olarak omuzlarınızı geri itin ve midenizi içinize çekin. Böylece vücudun ağırlığını eşit olarak çeşitli bölgelere dağıtmış olursunuz. Sakın bacak bacak üstüne atarak oturmayın. Bu alışkanlık kan dolaşımını zorlaştırır. Eğileceğiniz zaman sırtınızı öne eğmeyin. Dizlerinizi kırarak diz çökün. Böylece sırtınıza fazla yük binmesini önlersiniz. Alışverişten dönerken, yükü bir elinizde taşımayın. İki ayrı çanta ya da torbaya eşit miktarda malzeme koyun ve öyle taşıyın. Sırtınız ve omuzlarınız arasında denge kurulmasını sağlamakla, sırt ağrısı çekmekten kurtulursunuz.
Ağrılara neden olan hastalıklar
Schuermann hastalığı:
Boyun ve bele göre sırttaki omurlar daha az hareketlidir. Bu nedenle büyüme çağında kan dolaşım problemlerine ait omur düzeyindeki gelişim hastalıkları en çok sırtta görülür. Büyüme çağında kas, eklem uyumsuzluğu yaşayan çocukların sırtlarında ortaya çıkan kifoz adı verilen yuvarlılık, kamburlaşma sırt ağrısına neden olabiliyor. Hastalığın habercisi olabileceği gibi bu dönemde öne doğru eğilmelerden de kaynaklanabilir. Skolyoz, çocukluk ve genç erişkinlik dönemlerinde omurganın üç boyutta eğrilmesi sırt ağrısıyla kendini belli edebilir. Bu sırt ağrıları hareketle artan dinlenmeyle geçen özelliktedir.
Enflamatuar (İltihaplı) romatizmal hastalıklar:
Enflamatuar, gece ağrıları diye adlandırılan bu sırt ağrıları hastalığın en çok bilinen belirtisidir. Gecenin ikinci yarısında uykudan uyandırabilecek şiddette görülür. Ağrıların yanı sıra eklem şişmeleri, sabah sertliği şikayetleri ortaya çıkar. Romatizmal hastalıklarda erken tanıyla, hastalık nedeniyle ortaya çıkabilecek tahribat en aza indirilmeye çalışılır.
Osteoporoz adı verilen kemik erimesi hastalığı:
Özellikle geceleri sırtta şiddetli ağrılara neden olabiliyor. Yaşlı kadınlarda sırt ağrıları, osteoporoz nedeniyle ortaya çıkan osteoporotik yıkım adı verilen, omurların şekillerini kaybedip çökmesinden kaynaklanabilir.
Kanser:
Orta yaş üstünde (40 yaş üzerinde) omurgaya yayılmış kanser nedeniyle gece sırt ağrıları ortaya çıkabilir. Ağrıların bu yönde araştırılması gerekiyor. Hastalığın elenmesinde en kolay tanı yöntemi iki yönlü sırt grafisi çekmek.
Oransızlık problemleri:
Kilo ve boy endeksine göre göğüsleri büyük olan kadınlar sırt ağrısı çekebiliyorlar.
Kalp hastalıkları:
Kürek kemiğine vuran sırt ağrıları, kalp hastalıklarından şüphelenmesine neden olabiliyor. Safra yolları hastalıklarında sırt ağrısı ilk belirti olarak ortaya çıkabiliyor.
Zona:
Sinir uçlarında iltihaplanması sonucu ortaya çıkan hastalık hiçbir belirti vermeden sırt ağrısıyla kendini gösterebiliyor.
Psikosomatik neden:
Sırt ağrıları sadece yaşam koşulları ve strese bağlanmamalı. Her türlü hastalık irdelenmeli.
Ağrıları geçirmek için
Eğer sırtınız ağrıyorsa, yaptığınız iş ne olursa olsun o işi bırakın. Eğer sırtınızda sıcaklık da varsa, soğuk kompres uygulayın. Eğer sırtınız ağrırken aynı zamanda geriliyorsa, sıcak su torbasını sırtınızda gezdirin. Bu arada ağrı kesici bir ilaç da alabilirsiniz. Eğer iki üç gün içinde sırt ağrılarınız geçmezse bir doktora görünmelisiniz.
Uzun süre yatak istirahati yapmak, sırta destek veren kasları zayıflatabilir. Bu nedenle sadece yatarak ağrı geçirmeyi denemek yanlıştır. Bu arada yoga hareketlerinin sırt için son derece yararlı olduğunu belirtelim.
Sağlıklı bir sırt için
1 - Stres ve gerginlik, sırt kaslarının gerilmelerine neden olur. Bu nedenle haftada bir kez sırtınıza masaj yaptırın ya da yoga yapmayı öğrenin. Sırt kaslarının rahatlaması için bu önlemleri almak zorundasınız.
2 - Sırtın sağlıklı olabilmesi için doğru egzersizleri seçmek çok önemlidir. Yüzme ve yürüyüş sırt için ideal egzersizler olarak nitelendirilir, ama siz gene de bir doktora danışın.
3 - Oturduğunuz sandalye ya da koltuk, mutlaka çok rahat olmalı. Ve sırtınıza destek vermeli. Evde iş yerinde ve arabada bu hususa dikkat etmelisiniz. Yumuşak kanape ve koltukların arkalarına yastık koyarak destek almak gerekir.
4 - Yaşamımızın yaklaşık üçte birini uyuyarak geçirdiğimize göre yatağımıza da dikkat etmemiz gerekiyor. Yatağınız kalçalarınızın ve omuzlarınızın rahat edebileceği bir şekilde olmalı.
Sırt Kaslarınız İçin Yapabileceğiniz Basit Egzersizler
1. Boynunuzu Esnetin
Dik olarak oturun ve başınızı kendi etrafında döndürmeden omuzlarınıza doğru hafifçe eğin. Telefonla konuşurken ahizeyi bir sağ omuzunuza bir de sol omuzunuza koyarak bu egzersizi yapabilirsiniz.
2. Omuzlarınız İçin
Dik oturuş pozisyonunuzu bozmadan gece yatış pozisyonlarınızdan kaynaklanan sırt ağrılarınızı gidermek için omuzlarınızı önce öne sonra arkaya doğru düzenli rotasyon ile hareket ettirin.
3. Göğüs Kasları İçin
Dik oturur pozisyonunuzu bozmadan kollarınızı gergin olarak önde göğsünüze paralel şekilde birleştirin. Kollarınızın gergin olmasına özen gösterin ve elleriniz birbirine birleşik iken, başınızın üstüne doğru kol iç kasları ve gögüs kaslarınızın gerilmesini sağlayın.
4. Sırt Kaslarına Devam
Dik oturur pozisyonunuzu koruyarak Önce sağ/sol kolunuzu yana doğru açın. Elinizi bileğinizden yukarı doğru avucunuz dışa bakacak şekilde gerin ( Bu sizin alt kol iç kaslarınızı açacaktır). Pozisyonu bozmadan kolunuzu sırtınıza doğru gerin ve el bileğinizi kendi etrafında çevirin. Kolunuzu başınıza paralel kaldırın ve aynı hareketi tekrarlayın. Kütürdeyen kas seslerinizi duyacaksınız. Aynı işlemi diğer kolunuza da uygulayın.
5. Sıra Bacaklarda
Sırtınızı dik tutmaya çalışarak bacağınızı göğsünüze doğru çekin. Arka bacak kaslarınızın gerginliğini hissedene bu hareketi yapın. Pozisyonu bozmadan ayak bileğinizi kendi etrafında döndürün ve gergin durumdayken yavaşça sandalyenin yanına 2. şekildeki gibi bırakın. Diğer bacağınıza da aynı işlemi tekrarlayın.
6. Yan Bacak Kaslarınız İçin
Dik oturur pozisyonda önce sağ/sol bacağınızı dik olarak gövdenize paralel olarak uzatın. Bacağınızı gergin hale getirip ayak bileğinizden ayağınızı kendi etrafında çevirin. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 6:59 pm | |
| SITMA (MALARYA)
Tropikal ve subtropikal ülkelerin salgın hastalıklarından biridir (bugün Türkiye de hemen hemen tamamen ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle de karşılaşılan vakalar oldukça seyrektir. Ancak yabancı kaynaklara göre Çukurova bölgesinde halen sıtma görülmektedir). Sıtma, plazmodyum parazitinin etken olduğu bir hastalıktır. Sıtmaya neden olan dört tip plazmodyum vardır: P. vivax, P. ovale, P. malariae ve P. falciparum. Bu parazitlerin hepsinin de alyuvarlar içinde üreyen trofozoit ve şizontları bulunur. P. falciparum dışında, diğer üç parazitin ikincil, alyuvarlar dışı doku hücrelerinde geçen yaşam dönemleri vardır. Alyuvarlar dışı yaşam dönemi sonucu sıtma tekrarlayabilmektedir.
Plazmodyumlar sivrisineklerle sporozoit halinde hastadan sağlam insana geçer. Kan nakli ve hastalık yoluyla da bulaşabilirler. Plazmodiler plasentadan fetüse geçip tehlikeli olabilirler. Tropikal bölgeden dönen kişide görülebilecek ateşli bir hastalıkta, ateşle birlikte olan komada sıtmayı da düşünmek gerekmektedir.
Kuluçka devresi: 10-14 gün.
Belirtileri: Baş ağrısı, titreme, terleme ve kollarla bacaklarda ağrılar.
Hastalığın Seyri
P. malariae nin etken olduğu sıtmada, etken organizmalar, karaciğere gelişlerinden 8 gün sonra gelişmiş hücre şeklinde kan dolaşımına katılır ve evrim 72 saat sürer. Organizmalar hem karaciğerde hem de alyuvarlarda ürerler. P. vivax ve P. Ovale nin etken olduğu sıtmada, gelişmiş hücreler 8. günde karaciğerden çıkarak kana karışırlar ve her 48 saatte bir alyuvarlardan ayrılırlar. Ancak, etken organizmaların hepsi birden karaciğeri terk etmezler ve eşeysiz üreme sürüp gider. P. falcifarum un neden olduğu sıtma, "habis sıtma" adını alır ve en tehlikeli sıtmadır. Karaciğere yerleşen organizmaların tümü birden 6. günde gelişmiş hücre halinde kan dolaşımına geçerler. Organizmaların gelişimi her zaman olmadığı için aktif hücrelerin alyuvarlardan ayrıldıkları zaman ortaya çıkan ateşli dönemler düzensizdir. Organizmalar, hastalığın herhangi bir evresinde kitleler halinde beyin, omurilik, akciğerler ve böbreküstü bezlerinin kılcal damarlarını tıkayabilirler. Bu nedenle ani ölümler ortaya çıkabilir.
Ağır sıtma vakalarında en tehlikeli yan etki karasu hummasıdır. Nedeni kesinlikle belli değildir. Hastalık ani alyuvar yıkımı ile kendini belli eder.
Sıtma tedavisinde göz önüne alınacak üç husus vardır:
1- Antiparazitik ilaçlarla parazitin ortadan kaldırılması,
2- Destekleyici tedbirler ve
3- Komplikasyonların tanınması ve her bakımdan tedavisi.
Sıtmanın spesifik tedavisi vardır. Tedavide kullanılacak ilaçlar:
1- Sprozoidleri ilk üreme dönemi eksoeritrositer şizontları öldürerek pofilaktik etki yapmalı,
2- Eritrositler içindeki şizontları ve kana dökülen şizontları yok etmeli,
3- Gametleri yok etmeli ve
4- Dokulara toksik etki yapmamalıdır.
Bütün sıtma şekillerinin akut dönemlerinin tedavisinde ilk düşünülecek ilaç; klorokin (Aralen) (4-aminoquinoline) dir. Bu ilaç alyuvar dışı üreme dönemi bulunmayan
P. falciparum enfeksiyonlarını tedavi eder. Diğer sıtma şekillerinde tam bir tedavi sağlanabilmesi için plasmodilerin alyuvar-dışı doku şekillerine etkili olan primakin in de klorokin ile birlikte kullanılması gerekir. Doku şekillerine primakin den başka etkili tatminkar bir ilaç yoktur. P. vivax ve P. ovale hipnozoitlerine karşı primakin kullanılarak bunların relaps yapmaları önlenir.
Tedavinin Gözlenmesi:
Tedavi esnasında gözlemler üç gayeye yöneliktir:
1. Tedavinin etkinliğini tayin etme,
2. Mümkün olduğu kadar çabuk sıtma komplikasyonlarını tanıma ve
3. İlaç toksistesini tesbit etme.
Günlük olarak kan yayma preparatlarında aseksüel parazitleri ihtiva eden eritrositler gözükmeyinceye kadar incelenmelidir. İlk 24 saat içinde parazitemideki artma geneldir ve tedavi yetersizliğini ima etmemelidir. Aseksüel parazitemi daha sonra azalmalı ve 5 günde kaybolmalıdır. Gametositemia günlerce haftalarca sürebilir ve tedavi yetersizliğini veya tedavi gereksinimini ima etmez.
KORUNMA:
Sıtma mücadelesinde başarılı olabilmek için bulaş halkasını ortadan kaldırmak gerekir. Bunun için rezervuar insanların tedavisi ve aracı ******lerin üremesini önleyici tedbirlerin alınması gerekir.
Sıtma tedavisinde kullanılan ilaçlardan klorokin ve diğerlerine ilaç direncinin gelişmesi ve yaygınlaşması, insektisidlerin aracı ******lere etkisinin azalması korunma tedbirlerinin önem kazanmasına neden olmuştur.
Korunma tedbirleri arasında en önemlisi sivrisinek ısırımına maruz kalmamaktır. Bunun için, geceleyin sivrisinek ağlarının kullanımı, sivrisinek ısırımını azaltmaya uygun giysiler giymek, sinek kovucu ve sinek spreylerinin kullanımı gereklidir. Bu tedbirler %100 koruyucu olmamaktadır. İlaveten kemoprofilaksi yapılır.
Direnç bildirilmemiş yerlerde klorokin eritrositik enfeksiyonu baskılama için kullanılır. Sıtma sahalarına gitmeden 2 hafta önce ve bu bölgeyi terk ettikten sonra 6 hafta daha klorokin alınmalıdır Bu sahalardan dönenlere P.vivax ve P. ovale enfeksiyon riskini önlemeğe 14 gün süre ile primakin relapsları önlemeye verilir.
Kloroquin dirençli P. falciparum sahalarında koruyucu olarak meflokin, proguanil+klorokin verilir. Doksisiklin meflokin dirençli P. falciparum sahalarında korumada kullanılabilir.
Günümüzde, aşı geliştirme çabaları "kokteyl" aşılara doğru yönelmiş durumdadır. Zira farklı sıtma antijenleri ve sıtma parazitinin hayat-döngüsünün farklı devrelerine ait birçok epitopları vardır. Böylece, sporozoit, merozoit ve gametosit antijenlerinin bir kombinasyonunu aşı içermelidir. Bunlara karşı oluşan antikorlar diğerlerine karşı koruma sağlamadığından bu üç antijenin aşıda bulunması gereklidir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:00 pm | |
| SIYATIK (SIYATALJI)
Siyatik (ischiadic) sinirin irritasyonu (uyarılması - harabiyeti) sonucu meydana gelen ağrılı duruma verilen isimdir. Siyatik sinir vücudun en uzun siniridir. Omuriliğin bel ksmından çıkar, bacaklara kadar uzanır. Siyatik ifadesi, bu sinir irrite edildiğinde, sinir boyunca meydana gelebilen ağrıları tanımlamak için kullanılır. Bu uyarılma genelde siyatik sinirin çıkış yerindeki disklerde meydana gelen kaymalar veya sinirin yolu boyunca oluşan eklem iltihapları nedeniyle oluşur.|Bulgular|Siyatik rahatsızlığında, belden başlayan ve arka kısımda aşağılara inerek bacaklara kadar (nadiren ayaklara da) vuran ağrılar meydana gelir. Ağrı genelde acı, yanma veya soğukluk hissine neden olur. Başlangıçtan sonra rahatsızlık derece derce ilerler, geceleri ağırlaşır, ve hareket etmekle tekrarlayablir. Siyatik rahatsızlığında; etkilenen bacakta karıncalanma, hissizlik ve kas güçsüzlüğü görülebilir.|Tanı|Tanı genelde fizik muayene ile konur. Doktorunuz aynı zamanda sizden röntgen, tomografi ve MR da isteyebilir.|Hastalığın Seyri|Siyatik genelde iyi bir istirhat ve belirli hareketlerin yapılmaması sonucu iyileşir. Çoğu hasta 6 hafta içerisinde kendilerini daha iyi hissederler.|Korunma|Birkez siyatik tanısı konduktan sonra, yapılacak belirli egzersizler, germe hareketleri ve diğer fizik tedavi programları sayesinde ağrıların tekrar ortaya çıkmasını engelleyebilirsiniz. Bunlardan bazıları aşağıda verilmiştir:|Duruş pozisyonunun düzeltilmesi: Ayakta dik olarak durun, kulaklarınız ile omuzlarınız aynı çizgi üzerinde olsun (yani tam olarak ileriye bakın), duvara yaslandığınızda kürek kemiklerinizin ucu ve kalçanız aynı anda duvara değsin, baldırlarınız gergin olsun.|Karın kaslarınızı güçlendirin: Karın kaslarınızın güçlenmesi belinize de destek olacaktır. Günde 10-20 kez mekik yaparak bunu sağlayabilirsiniz, ancak bu hareketi yaparken belinizi yere tam olarak değdirin veya belinizin altına destek koyun.|Yürüyerek ve yüzerek bel kaslarınızı güçlendirebilirsiniz.|Yük kaldırırken dikkatli olun. Bir şeyi kaldırırken mutlaka çökerek kaldırın, kesinlikle eğilerek kaldırmayın. Bu şekilde sadece belinize değil kollarınıza ve kalçalarınıza da yük dengeli olarak dağılır.|Uzun süre oturmayın ve uzun süre ayakta durmayın. Eğer uzun süre oturmak zorunda iseniz, düzenli aralıklarla ayağa kalkın ve enazından birkaç adım yürüyün. Devamlı ayakta durmanız gerekiyorsa arasıra tek ayak üzerinde durarak ayaklarınızı ve belinizi dinlendirin.|Uygun bir pozisyonda uyuyun. Bunun için yan yatın, yan yatamıyorsanız belinizin altına yastık koyarak yatın.|Bir sandalyeye oturup, yere doğru eğilin, ağrı hissettiğiniz anda 30 saniye kadar bekleyin. Bu şekilde geme egzersizi yapmış olursunuz. Daha sonra rahat edeceğiniz bir konuma geçin, bu germe hareketini 6 kez tekrarlayın.|Kesinlikle yüksek topuklu ayakkabı giymeyin; 3 - 4 cm den daha yüksek topuklu ayakkabılar vücut ağırlığınızın öne kaymasına neden olarak bel ve sırt kaslarınıza fazladan yük bindirir.|Tedavi|Siyatik genelde iyi bir istirahat ve belirli hareketlerden sakınarak tedavi edilebilir. Doktorunuz sıcak ve soğuk uygulaması önerebilir. Bunların yanı sıra ağrı kesici ilaçlar (asetaminofen, aspirin, naproksen, ibuprofen gibi) almanızı da tavsiye edebilir.|Ağrılarınız birkaç günden fazla sürerse veya günlük hayatınızda yapmanız gereken işler bu ağrılardan dolayı aksamaya başlamışsa doktorunuza başvurun. Bacaklarınızda, kasıklarınızda veya makat bölgenizde aniden meydana gelen bir hissizlik durumunda veya idrar ve dışkı tutamama durumunda DERHAL doktorunuza müraccat edin. Bu bulgular yuarıda anlatılan yöntemlerle tedavi edilemeyecek bir surumda olduğunuzun habercisi olabilir.|Hastaların az bir kısmında ameliyat gerekebilir. SOLUNUM
Hava, içinde bulunan oksijeni vermek ve karbon dioksiti almak üzere sürekli olarak akciğerlere girip çıkmak zorundadır. Bu da soluk alma ve soluk vermeyle sağlanır. Hava alınmasına soluk alma, verilmesine soluk verme denir. Normal bir insan dakikada 15-20 kez soluk alır ve verir.
Her soluk alışta akciğerlere 500 santimetre küp hava girer ve her soluk verişte aynı miktar hava çıkar. Ne kadar zorlanırsa zorlansın hava tamamen dışarı verilemez ve alveollerde bir miktar hava kalır. Bu nedenle, akciğerler hiçbir zaman havasız kalmadığından gaz alışverişi kesiksiz sürer. Normal olarak solukla alınan 500 santimetre küp havaya soluk havası denir. Daha derin bir soluk alındığında akciğerlere 1500-2000 santimetre küp daha hava girer ki, buna tamamlayıcı hava adı verilir. Normal 500 santimetre küpten daha fazla hava çıkarılması için zorlanırsa, akciğerlerden ayrıca 1500-2000 santimetre küp daha hava çıkar ve bu hava da yedek hava olarak adlandırılır. Bütün bu hava miktarlarının toplamı 3500-4500 santimetre küp tutar ki, buna akciğerlerin hayatsal kapasitesi adı verilir. Ne kadar zorlanırsa zorlansın, akciğerlerden hiç bir zaman atılamayan bir miktar hava vardır. Buna artık hava denir ve yaklaşık 1000-1500 santimetre küp kadardır.
Akciğerler kendi kendilerine hareket etme niteliğine sahip değildir. Bunların genişlemesi ve küçülmesi, yani hava alıp vermesi, birtakım aktif kasların hareketiyle olur. Solunumda rol oynayan kaslardan biri diyafram kasıdır. Akciğerlere hava girmesi için akciğerlerdeki hava basıncının dışarıdaki hava basıncından az olması gerekmektedir. Bu da ancak göğüs kafesinin ve dolayısıyla akciğerlerin hacminin genişlemesiyle sağlanır. Göğüs kafesinin genişlemesi ise, kaburgaların kaldırılması ve diyafram kasının kasılmasıyla mümkündür. Vücudu göğüs ve karın boşluğuna ayıran bir kas olan diyafram, soluk alınmadığı zamanlarda göğüs boşluğuna doğru kubbe biçiminde yükselir. Soluk alınırken diyafram kasının kasılmasıyla kubbe kısmının biraz aşağıya çekilmesi sonucu göğüs kafesi aşağıdan yukarıya doğru genişler. Göğüs kafesini genişlemesi sırasında bırakmayan akciğerler, kaburgaların, özel kaslar aracılığıyla kaldırılmaları sonucunda, göğüs kafesiyle birlikte genişlerler ve akciğerlerde bulunan havanın basıncı azalır. Böylece, basıncı yüksek kalan dış hava, solunum yollarıyla alveollere kadar girer. Diyafram ve kaburgalar eski haline dönerken akciğerlerin hacmi azalır, içindeki havanın basıncı çoğalır ve sonuçta hava dışarı çıkar.
Solunum sistemiyle kan ve dolaşım sistemi, işbirliği halinde çalışarak solunum görevini gerçekleştirirler. Solunum iki şekilde olur:
1. İç solunum: Hücreler içinde oluşan oksijen ye karbon dioksit alışverişine, yani biyolojik yanma olayına iç solunum denir. Biyolojik yanma olayı, organizmalardaki asıl solunumu oluştururlar. Hücrelerde tüm yaşamsal olayların sürmesi için gerekli enerjiyi sağlayan iç solunumdur. İç solunum da, hücreye gelen enerji yüklü bileşiklerin, özellikle karbonhidrat ve yağların biyolojik yanması ve yüklü oldukları enerjinin yaşam olayları için serbest bir hale sokulması demektir.
2. Dış solunum: Akciğerler yoluyla havadan oksijenin alınarak kana verilmesi ve kandaki karbon dioksitin yine akciğerler aracılığıyla dışarı atılması şeklinde geçen solunuma da dış solunum denir.
Solunum olayı: Alveollerin yalnız epitel dokudan yapılmış incecik duvarları vardır. Alveol duvarlarının dış yüzeyleri atar ve toplardamar kılcallarıyla bir ağ gibi sarılmıştır. Akciğer atardamarı aracılığıyla alveollerin dış yüzeylerine sürekli olarak karbon dioksit yüklü kan gelir. Buna karşın, alveollerin içine de hava borularıyla oksijen yönünden zengin hava girer ve ince duvarları aracılığıyla, içlerinde havayla kan arasında bir gaz alışverişi olur. Sayısı yaklaşık dört yüz milyon civarında olan alveollerin akciğerlerde oluşturdukları gaz alışveriş yüzeyi oldukça büyüktür. Derin bir soluk alma sırasında alveollerin yüzeyi, yani solunum yüzeyi toplamı yüz metrekareye yükselir. Bu yüzey, bir insanın vücut yüzeyinin yaklaşık elli katı demektir.
Alveollerin ince duvarlarının dış yüzeylerine gelmiş olan kandaki karbon dioksit miktarı, alveoller içindeki havaya oranla çok fazladır. Oksijen miktarı ise bunun tam tersidir. Aradaki bu gaz yoğunluğu farkı nedeniyle bir geçişme olayı olur. Kanın plazması ve alyuvarlarla getirilmiş olan karbon dioksit alveol duvarından alveollerin içine geçer. Bu sırada alveollerin içindeki oksijen de kana geçer ve kanın alyuvarlarındaki hemoglobin tarafından kimyasal olarak bağlanır. İçinde demir bulunan hemoglobin, oksihemoglobin haline dönüşür. Alveollerin yüzeyinde oksijence zenginleşen kan, toplardamar kılcalları ağıyla toplanarak akciğer toplardamarı yoluyla kalbin. Sol kulakçığına getirilir. Kalbin pompalaması sonucu, oksijence zengin olan kan, sol karıncığa, sol karıncıktan aort ve kolları aracılığıyla tüm vücut hücrelerine yayılır. Hücrelere yanaşan alyuvarlar, akciğerlerden beri taşıdıkları oksijeni hücrelere verirler ve hücrelerdeki biyolojik yanma kalıntısı olan karbon dioksiti ve diğer artık maddeleri alırlar.
Solunum hastalıkları çok çeşitlidir. Burun sümüksel. gömleği iltihaplandığı ve şiştiği zaman nezle hali olur. Burun boşluğunun alın kemiği, kalbur kemiği, üst damak kemikleri gibi çeşitli kemiklerle bağlantısı vardır. Bu kemiklerin içlerinde küçük boşluklar (sinüsler) bulunur. Bazen burun sümüksel gömleğinin iltihaplanması halinde iltihap sinüslere dolarak sinüzit hastalığını oluşturur. Bazı kimselerin burun mukozası çiçek tozlarına (polen) karşı son derece duyarlıdır. Böyle kimseler çiçeklerin tozlaşma zamanında ilkbahar nezlesi adı verilen bir tür alerjik nezleye yakalanırlar. Bazı hallerde burun sümüksel gömleğinde görülen iltihaplı hastalıklar solunum yollarıyla ilgili bölgelere taşınabilir. Buna göre, yutak iltihabı, farenjit; gırtlak iltihabı, larenjit; soluk borusu iltihabı, trakeit ve bronşitten söz edilir. Dirençsiz akciğerlerde, akciğer veremi, tüberküloz oluşabilir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:01 pm | |
| SOLUNUM YOLLARI
Solunum sistemi burun, yutak, gırtlak, soluk borusu (trakea) ve akciğerlerden oluşmuştur. Solunum, havadan oksijenin alınıp kandaki karbon dioksitin atılmasını sağlayan bir olaydır. Solunum yollarının ses oluşumunda, koku ve tat almada da katkısı vardır, ama en önemli görevi solunumu gerçekleştirmesidir. Çünkü solunum yaşam için çok gerekli olan bir olaydır.
Burun, kemik ve kıkırdaktan yapılmış, kas ve deriyle kaplı bir organdır. Burnun alt kısmı kıkırdaktan üst kısmı ise kemikten yapılmıştır. Burnun içinde, sapan kemiğiyle ayrılan iki burun boşluğu vardır. Solunum sırasında hava bu boşluklar. dan geçerek yutağa ulaşır. Burun boşluğunun Üst kısmında koklama organı bulunur. Solunum sırasında hava ilk kez bu koklama organına dokunarak geçer ve bu nedenle de havada zararlı gazların varlığı belirlenebilir. Burun boşluğunun dış yan duvarlarında salyangoz gibi, sarmal durumda kıvrılmış ve incecik Üçer adet içe doğru uzanan kemik çıkıntıları vardır ve bu çıkıntılar boynuzcuk kemikleri adını alır. Bu kemikler aracılığıyla burun boşluğu birçok yollara ayrılmıştır. Burun boşluğunun yüzeyi tüylü bir epitel kaplı müköz zarla örtülüdür. Bu zarın salgısıyla burun içi daima nemli kalır. Solunum sırasında hava buradan geçerken ısınır ve aynı zamanda nemlenir. Yutak, besinleri yemek borusuna götürmekle kalmaz, aynı zamanda dışarıdan alınan havayı soluk borusuna iletir ve akciğerlerden çıkan havayı burun ya da ağza verir. Yutma hareketinde soluk alıp verme durur. Aynı zamanda, lokma, yutulurken yumuşak damak tarafından genzin yutağa açılan bölümü kapanır. Her yutma sırasında soluk borusunun geçidi olan gırtlak yukarı doğru kalkar. Gırtlak üzerinde bulunan kapak, dilin. köküne dayanarak ileri itilir ve soluk borusuna giden gırtlak yolunu kapatır.
Gırtlak, soluk borusunun üst bölümünde bulunan bir ses organıdır ve birtakım kıkırdak parçalarından yapılmıştır. Bu parçalardan biri kalkan kıkırdağı adını alır ve diğerlerine göre biraz daha çıkıntılıdır. Bu çıkıntı erkeklerde daha belirgindir ve her yutkunma sırasında yukarı, sonra aşağı doğru hareket eder. Gırtlak dilin tabanında bulunan dil kemiğine özel kasla asılmış durumdadır. Gırtlağın iç yüzeyi çok katlı, titrek tüylü epitel dokuyla kaplanmıştır. Gırtlak boşluğunun içine doğru karşılıklı olan birer çift kıvrım vardır. Sesin oluşumunda rol oynayan yalnızca alt taraftaki kıvrımlardır. Bunlara alt ses telleri denir. Üst taraftaki kıvrımlara da üst ses telleri denir. Alt ses telleri bunlarla ilgili kaslar tarafından gerilir, akciğerlerden verilen havayla titreşime uğrarlar ve böylece ses oluşur. Gırtlağın yukarıda söylendiği gibi bir gırtlak kapağı vardır ve bu kapak yenilen besinlerin soluk borusuna kaçmasını önler.
Soluk borusu (trakea), 16-20 adet nal şeklindeki kıkırdaklardan oluşan, 9-15 santim uzunluğunda ve 1,5-2,7 santim çapında bir borudur. Soluk borusu nal şeklindeki kıkırdaklardan yapılmış olduğundan, ön ve yan kısımları sert, arka kısımları esnek deriden oluşmuştur. Soluk borusunun iç kısmı çok katlı epitelle örtülü olan sümüksel gömlekle kaplıdır. Epitel hücrelerin dış sırada bulunanları titrek tüylüdür. Sümüksel gömleğin sümük salan bezleri vardır. Epitel hücreleri arasında da sümük salgısı yapan bezler bulunmaktadır. Bezlerin ve hücrelerin bu salgıları soluk borusunu daima nemli tutar. Epitel hücrelerinin titrek tüyleri bu sıvıları harekete geçirerek gırtlağa doğru bir akıntı sağlarlar. Solunumla buralara gelen tozlar bu akıntı yardımıyla dışarı atılır. Gırtlağın dışında, ön kısmında ve altta tiroit iç salgı bezleri bulunur. 7. boğaz omurundan başlayıp 4. küçük göğüs omuruna kadar uzanan soluk borusu alt kısımda iki kola ayrılır ve bu kollardan biri sol diğeri de sağ akciğere girerek ağaç dalları gibi daha ince kollara ayrılırlar. Böylece dallar giderek incelir. Akciğerlerin içindeki farklı çaplarda oluşan bu borucuklar bir hava borusu sistemini oluştururlar. Soluk borusundan ayrılan iki kol da dahil olmak üzere, biraz kalınca olan hava borucukları bronş adını alır. Daha ince borucuklara da bronşçuk denir. Bronşçuklar, içinde birçok alveoller (kesecikler) bulunan akciğer peteklerinde sona ererler. Hava borularının iç yüzeyleri gırtlak ve soluk borusunda olduğu gibi sümüksel bir gömlekle kaplıdır. Bu gömleğin üstünde de titrek tüylü epitel hücreleri vardır. Bu tüylerin görevi de sümüksü akıntıyı harekete getirerek akciğerlere giren tozları dışarı atmaktır. SOSYAL FOBI
Fobi; herhangi bir nesneye, kişiye, hayvana veya duruma/olaya karşı sürekli, aşırı ve gerçekdışı bir korku duyma halinin olmasıdır. Fobisi olan kişi ya korkusunu tetikleyen şeyden kaçınmaya çalışır ya da ona karşı büyük bir rahatsızlık ve anksiyete ile tahammül eder.
Sosyal fobi (sosyal anksiyete bozukluğu): sosyal fobisi olan bir kişi başkaları tarafından utandırılacağını, yargılanacağını, yadırganacağını veya küçük düşürüleceğini düşündüğü bir durum içerisinde kalmaktan korkmaktadır, özellikle de o ortamda tanımadığı kişiler varsa. Bazı durumlarda, bu korku sadece tek tip aktivitelerle sınırlıdır; konferans, konser, iş sunumu veya tiyatro oyunu gibi. Bununla birlikte diğer durumlarda korku daha geneldir, ve fobisi olan şahıs çok sayıda farklı sosyal aktivitelerden kaçınmaktadır. Hatta kişi topluluk içerisinde yemek yemekten korkabilir veya umumi bir tuvaleti kullanmaktan kaçınabilir. Diğer özel fobiler gibi sosyal fobiler de ailevi özellik gösterme eğilimindedir, yani bazı ailelerde daha sık gözlenir. Sosyal fobinin tam olarak nedeni bilinmemekle birlikte, bazı insanlarda hastalığın bazı nörotransmitter adı verilen kimyasal maddelerin miktarlarındaki dengesizlik nedeni ile meydana geldiğine dair deliller vardır. Bu kimyasal dengesizlik, özellikle amygdala adı verilen (korku cevaplarını kontrol eden beynin bir parçası) bölgede saptanmaktadır. Ürkek veya yalnızlık içinde bir çocukluk dönemi, veya yine çocuklukta mutsuz veya olumsuz deneyimler geçirmek, sosyal fobi hastalığı gelişme riskini arttıran risk faktörlerindendir.
Genel olarak aşağıdaki belirtiler saptanır:
Belirli bir durum tarafından başlatılan aşırı, nedeni saptanamayan, sürekli korku veya anksiyete hissetme.
Anksiyeteye bağlı gelişen fiziksel belirtiler: titremeler, çarpıntı, terleme, nefes alma zorluğu, zihin bulanıklığı, kusma ve diğer benzeri bulgular.
İlgili durumdan uzak kalmaya gayret etme hali. Sosyal fobisi olan kişiler, bu durumlarının makul olmadığının farkında olduklarından, diğer insanlardan bu durumu saklamaya çalışırlar, korkularının ortaya çıkmasına neden olacak durumlardan başka bahanelerle kaçınırlar.
Fobi çocuklarda ise şikayetler genelde bir kaç ayda ortadan kaybolur. Bu nedenle 18 yaşın altında genelde sosyal fobi tanısının konası zordur.
Doktorunuza başvurduğunuzda, sizden ayrıntılı olarak hayatınızı anlatmasınızı isteyebilir, ayrıca hayatınızda meydana gelmiş olan gerçek travmaları bilmek isterler. Doktorunuz ayrıca alkol, madde bağımlılığı, ilaç kullanımı gibi bilgileri öğrenmek isteyecektir. Bunların sonuzunda doktorunuz size tanı koyarken standart kriterlere göre karar verecektir.
Fobiler çocukalrda bir kaç ayda kaybolurken, yetişkinlerde ortaya çıkan fobilerin %80 i kalıcıdır ve etkin bir şekilde tedavi edilmeden düzelme beklenmez.
Bu durumun gelişmesini önlemek için bilinen bir yöntem yoktur. Ancak durumunuzun kötüleşmesini engelleyici yollar olabilir: anksiyete durumunda belirtilerin artmasına neden olabilecek uyarıcılardan uzak durun (çay, kahve, sigara, kola, çikolata gibi).
Psikoterapi, gerektiğinde ilaç kullanımı da ilave edilmek şartı ile, tedavinin temelini oluşturur denilebilir. Eğer belirli sosyal fobi merkezleriniz varsa (konerans verme gibi), doktorunuz size propranolol veya atenolol gibi bir beta-blökör reçete edebilir. Daha genel ve süreğen bir sosyal fobiye sahipseniz, doktorunuz SSRI grubu bir ilaç önerebilir. SSRI grubu ilaçlar beyindeki serotonin miktarını arttıran ilaçlardır. Bu ilaçlar serotonin miktarını arttırarak ossyal fobi belirtilerini engellemekle kalmaz, sizde sosyal fobiye eşlik edebilecek olan depresyonun tedavisinde de fayda sağlar. SSRI grubu ilaçlar fayda sağlamadı ise, hekiminiz benzodiazepin (anksiyete tedavisi), antikonvülzan tedavi veya MAO inhibitörü bir ilaç kullanmanızı isteyebilir. Bununla birlikte ilaçsız davranış tedavisi de sosyal fobisi olan bir çok kişide etkili olmaktadır, özellikle de bu tedavi grup terapisi şeklinde yürütülürse.
Korkularınız veya sıkıntılarınızın zihinsel huzurunuzu bozduğuna inanıyorsanız veya bunlar nedeni ile kişilerle olan ilişkilerinizde problemler ortaya çıkıyorsa veya ev ve iş hayatınızdaki faaliyetleriniz korkulardan kaynaklanan nedenlere sorunlar içermeye başladı ise vakit geçirmeden bir psikiyatri uzmanına müracaat edin.
Genelde sosyal fobili bir hastada başarılı sonuçlar alınır. Amerikan Ulusal Mental Sağlık Enstitüsüne göre sosyal fobisi olanların %80 i ilaçla tedaviden, davranışsal tedaviden ve ikisinin kombine kullanımından fayda görmektedir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:02 pm | |
| SPASTIK KOLON (IRRITABIL BARSAK SENDROMU)
Kullanılan diğer isimleri: Pilorospazm, spastik kolitis, sinirsel hazımsızlık, barsak nevrozu, fonksiyonel kolit, irritabıl kolon, huzursuz barsak sendromu, muköz kolit, laksatif kolit, fonksiyonel dispepsi. İnce ve kalın barsakların anormal derecede artmış spontan (kendiliğinden) hareketlerinin görüldüğü bir hastalıktır ve genellikle duygusal stresle artış gösterir.
İrritabıl barsak sendromu, karın ağrısı ve değişmiş barsak hareketlerinin birlikteliği şeklinde gözlenir. Olayın nedeni kalın barsaklardaki kasların hareketlerinde (motilite) bir bozukluk meydana gelmesidir; bununa birlikte barsak yapısında herhangi bir değişiklik yoktur.
Hastalık genellikle bayanlarda görülür ve en sık olarak 20-30 yaşlar arasında meydana gelir. Spastik kolon gelişimini kolaylaştıran nedenler arasında az lifli besinler tüketmek, duygusal sıkıntılar ve laksatif (ishal yapıcı) ilaçalr kullanmak sayılabilir.
Toplumun yaklaşık olarak %10-20 sinde irritabıl barsak sendromu ile uyumlu bulgular bulunmaktadır; ancak bunların çok az bir kısmı tedavi için sağlık kuruluşlarına müracaat etmektedir.
Korunma
İrritabıl barsak sendromu gelişme riski yüksek olan kişiler için şikayetlerin önüne geçmek her zaman mümkün olamayabilir.
Belirtiler
- ishal
- ishal - kabızlık dönemleri (yaklaşık 6 aylık dönemler)
- barsak hareketlerinin başlaması ile geçen ve yemekeri takiben ortaya çıkan karın ağrısı
- aralıklı olarak karında hassasiyet
- karında şişkinlik, gaz ve sıvı hareketlerinin hissedilmesi
- bulantı
- kusma
- iştah kaybı
- duygusal stres
- depresyon
Tanı amacı ile yapılan testlerde genelde herhangi bir anormal durum saptanmaz. 40 yaşın üzerinde yukarıdaki şikayetlerle gelen hastalara kalın barsak kanseri olasılığını bertaraf etmek için endoskopi gerekebilir. Sürekli ishali olan genç hastalarda da endoskopi gerekebilir.
Ancak hastaların şikayetleri tipiktir.
Tedavi
Tedavinin amacı şikayetlerin ortadan kaldırılmasıdır. Diyette değişiklik yapmak, bazı hastalarda şikayetlerin giderilmesine yardımcı olur. Her hastaya iyi gelecek bir diyet yoktur.
Diyetteki lifli besinleri arttırmak ve sindirim sistemini uyarabilecek yiyecek ve içeceklerden (kafeinli içecekler) uzak durmak faydalı olabilir. Diğer uygulanabilecek tedavi yöntemleri:
- anksiyete giderici uygulamalar (düzenli egzersiz gibi)
- yemeklerden önce antikolinerjik ilaçlar almak
- şiddetli anksiyete ve depresyon durumlarında psikiyatrik tedavi
Sonuç
İrritabıl barsak hastalığı, yaşam boyu sürebilir; ancak şikayetler ugun bir tedavi ile azaltılabilir veya tamamen ortadan kalkabilir.
Meydana gelebilecek sorunlar
- beslenme bozuklukları
- huzursuzluk
- dehidratasyon (su kaybı)
- depresyon SPINA BIFIDA
Spine bifida, omurga kavsinde, birleşme noksanlığı sonucu ortaya çıkan bir kusurdur. Bu durum herhangi bir omurda görülebilir, ancak en yaygın olarak ortaya çıktığı yer alt omurganın tabanıdır.
Bu durumun varlığının işareti, kusurun bulunduğu yerin üzerine gelen deri üzerinde tüy kaplı bir alan, bir yağ birikimi veya çok ince damarların bulunmasıdır. Genellikle, bu durum röntgende küçük bir bulgu olarak görülür ve omurga sinirlerini tutmadığı için, ardında yatan nörolojik bir kusurla ilişkilendirilemez.
Spina bifida kusurlu olarak doğan bebeklerin küçük bir yüzdesinde bacaklarda, mesanede veya barsakta nörolojik rahatsızlıklar bulunabileceği için bu tür çocukların ayrıntılı bir nörolojik muayeneden geçirilmeleri gerekir SPOR YARALANMALARI
Sportif faaliyetler sırasında oluşan yaralanmaların çoğu kemik, adaleler veya diğer dokular üzerine yapılan normal dışı baskılardandır. Piste ilk çıktığı gün 5 milli tamamlamaya çalışan acemi koşucu çekeceği ağrı ve acıları aklına bile getirmiyordur. 40 ını geçmiş eski sporcu da şirketin maçı için uzun bir aradan sonra ilk defa oynamaya kalkışınca ağrı ve burkulmalara adaydır.
Hiçbir zedelenme olmadan bir ömür sürmek gerçekçi olmayan bir amaçtır. Fakat, birkaç makul kural rahatsız edici, ağrılı, pahalı ve zaman zaman sakatlayıcı yaralanmalardan sakınmanıza yardımcı olacaktır.
Doktorunuza Danışın
Eğer 40 yaşından yukarı, şişman veya çok sigara içen biriyseniz, açıklanamayan göğüs ağrıları geçirdiğinizde, daha önce bir kalp krizi, düzensiz kalp ritmi gibi kalp problemleriniz olduysa veya diğer ciddi bir sağlık probleminiz olduysa veya büyük ölçüde hareketsiz bir hayat sürüyorsanız yoğun bir egzersiz programına başlamadan
önce doktorunuza danışın. Doktorunuz, kalbinizin ve akciğerlerinizin durumunu değerlendirmek için bir stres testi (efor testi) önerebilir ve sizin fiziki kondisyonunuza göre neleri yapıp neleri yapmamanız gerektiği konusunda değerli öğütler verebilir.
Egzersize Başlamadan Önce Isının
Sakatlanmayı önlemek için adalelerinizi gerip gevşetme işine en az 5-10 dakika ayırın. Bu şekilde bir ısınmanın sağlayacağı artan kan akımı adalelerinizin gerilimini azaltacak, hareket kapasitelerini artıracak ve hatta sizin performans seviyenizi yükseltebilecektir. Aynı zamanda, adale çekilmeleri burkulmalar ve diğer yaralanma ihtimallerini de büyük ölçüde azaltmış olacaksınız.
Egzersiz Yaptıktan Sonra Serinleyin
Çalışmadan sonra adalelerinizin soğumasına fırsat vermek de aynı derecede önemlidir. Çalışma sırasında adaleler kasılmıştır ve tekrarlanan egzersizlerin çoğu bunların daimi olarak kasılmalarına da yol açabilir. Adalelerin dengesini yerine getirmek için çalışmadan sonra bir gerilme seansı şarttır.
Normale böyle kademeli olarak dönme fırsatı verilmeyen kaslar çekme, incinme ve spazmlara daha yatkın olur.
Temponuzu Ayarlayın
Ani ve alışılmamış zorlamalar sakatlanma yaratma ihtimali en fazla olanlardır. Eğer performansınızı geliştirmeyi amaçlıyorsanız geliştirin, fakat makul bir hızla artırarak. Kendinizi çok kısa zamanda aşmaya çalışmayın.
Sizin İçin Uygun Olan Sporu Yapın
Eğer sırt ağrınız ve diz eklemi sorununuz varsa koşu size uygun bir spor değildir. Belki yüzme veya efor bisikleti uygun olabilir. Bunun belirlenmesi için de doktorunuza danışın.
Alışkanlık Haline Getirin
Sadece haftada bir kez spor yapmak, çalışmanın temposu ne kadar hafif olsa da sakatlık yaratma ihtimali açısından uygun değildir. En az haftada üç kez yirmişer dakikalık çalışma programı yapın.
İlk Yardımı öğrenin
Doktorunuzla konuşarak yaralanma ve burkulma gibi hallerde ne gibi ilk yardım uygulayacağınızı iyi öğrenin. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:03 pm | |
| SU CICEGI
Suçiçegi Hastaligi|Suçiçegi (veya varisella), herhangi bir yaSta ortaya çikabilen ancak en sik olarak çocuklarda görulen bir bulaSici hastaliktir. Bu hastaligin tipik özellikleri ateSle seyretmesi ve deride ortaya çikan kabartilardir. Bu kabartilarin birkaç saat içinde, içi saydam siviyla dolu kesecikler haline gelmesi ayirici özelliklerindendir.|BaSlica Nedenleri|Bu hastalik özellikle on yaSin altindaki çocuklari etkileyen salginlar Seklinde ortaya çikar. Varisella zoster virusunden kaynaklanir ve olaganustu bir bulaSiciliga sahiptir. Her ne kadar bu hastaligi geçirmekle yaSam boyu bagiSiklik kazanilirsa da, virus uyku halinde bekleyip daha sonra yetiSkinlik çaginda kendini herpes zoster yani zona olarak gösterebilir.|Suçiçeginin cocukluk cagindaki Belirtileri|Enfeksiyondan sonra 14 ila 21 gunluk bir kuluçka devresi vardir ve daha sonra çocuk ateSlenir ya da hafif bir titreme görulur veya kusma ile sirt ve bacaklarda agri gibi Sikayetlerle kendini daha hasta hissedebilir. Hemen hemen ayni zamanda, sirt ve göguste, bazen de alin çevresinde ve daha nadiren kol ve bacaklarda çok sayida kirmizi ve kaSintili kabarti oluSur. Bu kabartilar birkaç saat içinde saydam bir siviyla dolu kesecikler haline gelir. Bu keseciklerin görulmesi birkaç gun devam eder ve ikinci gunden itibaren içerikleri irine dönuSup, bir iki gun içinde patlayabilir ya da kuruyup buzuSerek tepelerinde kahverengimsi kabuklar oluSur. Bu kuçuk kabuklar bir haftaya varmadan pullanarak dökulur ve iyileSme tamamlanir.|Hasta çocuk dökuntunun görulmesinden itibaren bir hafta sureyle ya da kesecikler kuruyuncaya degin bu hastaligi geçirmemiS çocuklardan tecrit edilmelidir. Ancak kabuklarin dökulmesini beklemeye gerek yoktur.|KiS ve ilkbaharin ilk aylari suçiçeginin yaygin olarak göruldugu aylardir. YetiSkinler ve ergenlik çagindakiler, çocuklara kiyasla daha agir hastalik riski altindadirlar. Agri, ateSin suresi, kiriklik, kaSinti gibi belirtiler daha Siddetli olur, dökuntu daha geniS alana yayilir ve daha uzun surede iyileSir ve hastaligin seyri daha uzun olur. Ayrica, suçiçegi olan yetiSkinler ve gençler için Siddetli komplikasyon riski daha yuksektir.|Suçiçegi Tedavisi|Tedavi hem belirtilere yönelik hem de etkene yönelik yapilabilir. Belirtileri hafifletmek için antipretikler ya da sistemik antihistaminikler kullanilabilir. BagiSiklik sorunu olan ya da enfeksiyon ve komplikasyonlari açisindan risk altinda bulunan çocuklarin Varicella zoster enfeksiyonu tedavisinde antiviral ajanlar kullanilabilir. Uygulama dökuntulerin ortaya çikmasini takiben ilk 24 saat içinde ve 2 yaSindan buyuk çocuklarda yapilmalidir. SİĞİLLER VE TEDAVİLERİ (VERRUCA)
Siğil viral kokenli bulasici bir hastalik olup, etkeni human papilloma virus (HPV) diye adlandirilan bir virus ailesindendir. HPV virusunun bircok altgurubu olup bunlar da degisik klinik goruntu ve degisik ve degisik bolgelerde gelisimine olanak saglar.
Sigillerin bulasma sekli direk deriden kontak seklinde olup, virusu tasiyan kisilerle temas, deriden deriye aktarilmasina neden olur. Bu nedenlede sigil tasiyan kisiler bunu diger aile bireylerine, arkadaslarina bulastirabilirler. Genital sigiller ise genellikle seksuel temas ile bulasir.
Her yasta sikca rastlanan sigiller viral kokenli olduklarindan herhangi bir tedavi yapilmadagi surece artabilir ve buyuyebilirler. El sikisma, opusme, dokunma, ayni havluyu kullanma ile de bu virusu baskalarina aktarabilir. Cogu zaman yuz, gogus ve boyunda kahverengi duz lekeler seklinde gorulup, taninmasi ve hasta tarafindan sigil oldugunun anlasilmasi zor olabilir. Bu kahverengi, sari lekeler cogalarak tum yuze, gogse ve hatta karin bolgesine dek yayilir. Yuz ve gogusde gorulen bu tip sigillere verruca planus(duz sigil) adi verilir. Bazen uzun yillar farkedilmeyebilirler, buda sayilarinin cok artmasina neden olabilir . Elde ve ayakta ise daha kabarik ustu tirtikli deri kabalasmalari olarak gorulur.
Sigillerin oynanmasi, koparilmasi yahut zaman icerisinde gecer dusuncesi ile tedavinin geciktirilmesi buyume ve artmalarina neden olabilir. Ozellikle ayak tabanindaki sigiller nasir ile karistirilabilir ancak nasir cogalma egiliminde degildir. Yan yana sigiller birleserek mozaik form dedigimiz genis sigil alanlari olustuturulabir ve yurumekte agri yaratabilir. Periungual tirnak etrafi sigiller ise ozellikle ya tirnak yeme aliskanligi olanlarda yada manikur yaptiranlarda sikca olusabilir ve tirnak yataginin altina yayilarak tedavileri zorlasabilirGenital bolgede ise ozellikle penis etrafinda, labiumlarin cevresinde minik kabarciklar seklindedir. bi tur sigiller genelde cinsel iliski ile bilasir. Kisa sure icinde tedavi edilmediginde kadinlarda rahim boynunda prekanseroz degisiklikler yaratabilir.
Sigiller tedavi edilmedigi taktirde artabilir. Tedavide kullanilan krem, jel tarzindaki urunler genelde yuzeysel ce az sayidaki sigilin tedavisinde uygulanir. Krioterapi (dondurma tedavisi) sivi azotun patolojik deri bolgesinde yarattigi destruksiyon ile iyilesmenin saglanmasidir. Elektrokoter(sicak ) ile yakma ise en yaygin ve guvenilir yontemlerden olup, lokal anestezi ile uygulanir. Sigil tedavi edildikten sonrada hastani iyilesmesi bir sure izlenir.
Dogru teshis ve dogru tedavi problemin cozulmesinde ve bulastiriciligin engellenmesinde onemlidir. SİVİLCE
Sivilce, dermatolojik adıyla akne vulgaris, toplumda en sık karşılaşılan cilt hastalığıdır.Özellikle ergenlik dönemindeki gençlerde % 80-90 oranında rastlanmaktadır ve hemen hemen herkes hayatı boyunca en az 3-5 kez sivilce çıkarmaktadır.
Bu sık görülen hastalık hem fiziksel olarak görüntüyü bozmakta hem de bu görüntü bozukluğu psikolojik bozuklukların artmasına neden olmaktadır. Tedavi edilmediği takdirde uzun yıllar, hatta bir ömür boyunca devam edebilen bir hastalık haline dönüşmektir.
En sık karşılaştığımız 12-18 yaş gurubundan başlayarak, uygun tedavi alışkanlıkları ve tedavileri, hastanın cilt tipine ve hastalığın şiddetine göre uygulanmalıdır .Sivilce sadece yüz bölgesinde değil aynı zamanda sırt, göğüs, boyun gibi vücudun diğer bölümlerinde de çıkabilir.
Ani başlayan ve ileri yaşlarda gelişen sivilce sorununun altında bazen hormonal bozukluk, stres, yanlış kozmetik ürünlerinin seçimi gibi nedenler yatabilmektedir. Hastaların cildindeki sivilceleri sıkması ve oynaması da iyileşme sürecini uzatmakta ve bazen de kalıcı çukurcuklar, izler oluşturabilmektedir. Temelde yapılan hatalardan bir diğeri de sivilce tedavisinin güzellik salonlarında yapılmaya çalışılması, yanlış yönlendirme ve tedavi girişimleri ile hastaların zaman kaybetmesidir. Sivilce temelde yağ bezlerinin fonksiyonlarının bozulması ve derideki birtakım bakterilerin buna katılmasıyla oluşur. Kimi formlarda siyah nokta veya butonlar şeklinde iken kimi zaman da iri, deri altına yayılmış ağrılı kabarcıklar şeklinde oluşabilir. Genellikle15-25 yaş arasında, erkek cinsiyetinde daha ağır formda yaygın ve şiddetli sivilcelere rastlarız.
Sivilcede, ne kadar erken yaşta tedaviye başlanır ise o kadar olumlu cevap alınır. Tedavi mutlak olarak dermatolog tarafından düzenlenmeli ve doğru bilgilendirmeyle yapılmalıdır. Tedavi için kaybedilen süre, sivilcenin ilerlemesine ve bazen de geriye dönüşü mümkün olmayan izlerin gelişmesine neden olabilir. Uygun bir tedavi, iyi bir temizlik sistemi ile başlar. Tahriş edici olmayan, cildi kurutmayan, Ph ı dengeli bir temizleyici uygun miktarda köpürtülerek cilde uygulanır. Fazla salgılanan yağın emilmesini, bakterilerin üremesini engelleyen krem ve jeller cilde düzgün aralıklar ile sürdürülür. İltihaplı sivilceler bulunuyor ise uygun bir antibiyotik, tedaviye eklenir. Dirençli ve yaygın sivilce formlarında ise A vitamini türevleri kullanılabilir.
Unutulmamalı ki sivilce bir hastalıktır ve tedavisi mümkündür. Erken dönemde tedavi yapılması hem tedavi süresini kısaltır, hem de komplikasyonları azaltır. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:03 pm | |
| SİVİLCE (AKNE)
Sivilce, derideki yağ beslerinin aşırı aktif olmasından kaynaklanan bir durumdur ve genellikle ergenlik dönemindeki artmış hormonal durumdan kaynaklanır.
Yüz, omuz ve sırt derisinde gözlenen en sık rahatsızlıktır. Erkeklerde kızlardan daha kötü bir tablo meydana gelir. Enfeksiyon sık oalrak gözlenen bir durum olmadığından, tetrasiklin ve benzeri antibiyotikler uzun süre kullanılmamalıdır. Diyet de aknenin nedenleri arasında ön sıralarda bulunan bir etken değildir, ancak fazla yağlı ve iyotlu (iyotlu tuz ve midye gibi kabuklu deniz hayvanları) yiyeceklerden uzak durulmalıdır. Cildinizi su ve sabunla düzenli olarak temizleyin, ayrıca benzil peroksit içeren akne ilaçları da kullanabilirsiniz. Benzil peroksit en iyi temizleyici maddelerden birisidir ve bir çok krem ve losyonun içerisinde bulunur. Boya ve yağ içeren cilt bakım ürünleri kesinlikle kullanmayın.
Sivilce için aynısafa (öküzgözü, altıncık) (Calendula arvensis) isimli bitkiyi kullanabilirsiniz. Bu bitki güzel çiçekleri olan ve bahçenizde yetiştirebileceğiniz bir türdür. Parlak, portakal renkli çiçekleri bir çok losyon ve kremin yapımında kullanılır. Bu bitkinin çiçeklerinin demlenmesi ile elde edilen çayla cildinizi temizleyebilirsiniz.
Akneler genelde ergenliğin sonunda kendiliğinden kaybolurlar. Eğer, akne kaybolmamış veya şiddetlenmişse iz bırakmaması için etkili bir tedavi uygulanmalıdır. Vitamin A türevi bazı etkili ilaçlar, bu amaçla kullanılabilir. Bu tür ilaçlar son derece etkili ve toksik olduğundan mutlak bir dermatoloji uzmanının kontrolünde kullanılmalıdır.
Deniz suyunda yüzmek akneye iyi gelebilir.
Akne önlenemez. Bununla birlikte yeterince uyuyup, egzersiz yaparak şiddetlenmesi engellenebilir. Halk arasindaki yaygın inanışlara ragmen, yediginiz besinler akneyi nadiren etkilerler. Ancak çeşitli besinlerden oluşan gidalari yemek genel saglik için oldukça faydalidir.
Her akne olduğunuzda, yağli kremlerle makyaj yapmayi birakarak, toz yuz pudrasi kullanin.
Ergenlikten sonra aniden vücutta sivilce çıkması hormon bozukluğunun veya ilaç toksititesinin (özellikle steroid ilaçların) bir belirtisi olabilir. Bu durumda mutlaka bir hekime görünün. TALASEMI (AKDENIZ KANSIZLIGI)
Eski çağlarda Akdeniz çevresindeki bölgelerde ortaya çıkan ağır bir kansızlık türü kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze değin ulaşmıştır. Akdeniz kansızlığı olarak bilinen bu hastalığın öbür adı olan talasemi, Yunanca da "deniz" anlamına gelen bir sözcükten türetilmiştir.
HASTALIĞIN KALITSAL NİTELİĞİ
Akdeniz kansızlığının çeşitli biçimleri anne ya da babadan genler yoluyla çocuğa aktarılır. Doğumsal hemolitik sarılıkta, yani alyuvarların parçalanması sonucu ortaya çıkan sanlıkta olduğu gibi ana baba normal kalıtsal özelliklerle birlikte hastalık taşıyan genleri de çocuğa aktarır. Alyuvarlara ilişkin kalıtsal bir hastalığın söz konusu olduğu bu durumda erişkinin hemoglobin yapımında bozukluk vardır.
Elektroforez yöntemiyle sağlıklı kişilerin taşıdığı dört hemoglobin tipi saptanabilir. Alyuvarlarda değişik oranlarda bulunan bu dört hemoglobin molekülü içerdikleri protein yapısındaki farklılıklar nedeniyle birbirlerinden ayrılır. Hemoglobinin uluslararası simgesi Hh; dört tipinin ise Hb A1, Hb A2, Hb A3 ve Hb F dir. Hb A1 bütün hemoglobinlerin yüzde 97 sini oluşturur. l-lb A3 olasılıkla erişkin kanında yıkıma uğramış A1 hemoglobininden kaynaklanır. Hb F ya da dölüt (fetüs) hemoglobini yenidoğanın kanında yüzde 80 oranında bulunur. Bu oran 1 yaşında yüzde 1 e düşer.
Normal protein zincirlerinden farklı protein zinciri içeren sıra dışı hemoglobin tipleri de vardır. Örneğin S, C, E hemoglobin tipleri sıra dışı kabul edilir ve değişik kansızlık hastalıklarında görülür. Adı alyuvarların aldığı biçimden kaynaklanan orak hücreli kansızlık bunlardan biridir.
Akdeniz kansızlığı A1 hemoglobininin iyice azalmasına bağlı bir hemoglobin hastalığıdır. Bu eksikliği gidermek için hastanın kemik iliğinde Hb A2 ve/ya da Hb E üretimi başlar. Ama bu işlem eksikliği gideremediği gibi bazen kansızlığın ağırlaşmasına yol açar. Hb A1 in kısmen üretilmesi ya da hiç üretilememesi, bu hemoglobine özgü protein zinciri yapımını denetleyen gende bilinmeyen nedenlerle bir mutasyon (değişinim) olmasından kaynaklanır. Böylece Hb A1 normal biçimde üretilemez.
Daha önce belirtildiği gibi hastalık belirtilerinin ortaya çıkması kalıtsal etkenlere sıkı sıkıya bağlıdır ve Akdeniz kansızlığı baskın kalıtsal özellik gösterir.
Hem anne, hem de babanın hastalığı taşıması durumunda çocuk hastalık yapıcı geni her ikisinden de alabilir (homozigot durum). Çok ağır bir biçimde ortaya çıkan bu olgular Cooley kansızlığı (hastalığı), talasemi majör ya da büyük Akdeniz kansızlığı olarak bilinir.
Anne ve babadan birinin hastalığı taşıdığı durumlarda, çocuk hastalık taşıyan genin yanı sıra sağlıklı anne ya da babadan hemoglobin yapımıyla ilgili sağlıklı geni de alır (heterozigot durum). Sağlıklı gen hastalıklı genin etkisini zayıflatmakla birlikte ortadan kaldıramaz. Ama hastalık belirtileri önceki durumda olduğu kadar ağır değildir. Bu durumda hastalık talasemi minör ya da küçük Akdeniz kansızlığı olarak bil mu. Akdeniz kansızlığının üçüncü ve son tipi talasemi minimadır. Bu tip belirti vermez. Hastalık ancak kan tahlilleri ile ortaya çıkarılır.
Yukarıdaki sınıflama daha çok kuramsal bir önem taşır. Gerçekte Akdeniz kansızlığı tipleri, hastalıktan sorumlu anormal genin değişik biçimlerde etkisini göstermesinden kaynaklanır.
GÖRÜLME SIKLIĞI
Geziler, göçler ve değişik bölgelerden insanlar arasındaki ilişkilerin yoğunlaşmasıyla Akdeniz kansızlığı Akdeniz bölgesinin dışına da yayılmıştır. ABD ve Kuzey Afrika da Akdeniz kansızlığı olgularına rastlanmaktadır. Ama bu hastalık. özellikle bazı bölgelerde daha sık görülür. Örneğin İtalya nın kuzeyindeki Ferrara bölgesi, Po Irmağı havzası, Sardinya ve Sicilya da görülme sıklığı oldukça yüksektir. Bu coğrafi dağılımın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bazı araştırmacılara göre hastalık Eski Yunan kentlerinde ortaya çıkmış, daha sonra Avrupa, Afrika ve Asya ya yayılmıştır.
Akdeniz kansızlığı her yaşta ve her iki cinste de görülür. Kalıtsal özelliği nedeniyle genellikle erken yaşlarda ortaya çıkar. Eskiden çeşitli nedenlere bağlanmasına karşın, artık kalıtsal bir hastalık olduğu kesinlik kazanmıştır. Bununla birlikte hastalığın seyri ve yayılımı çevre koşullarından da etkilenmektedir. Bu yönüyle Cooley hastalığı ile sıtma arasında bir bağlantı kurulabilir.
Sıtma potansiyeli yüksek olan bölgelerde sıtma olgularında düşüş görülmektedir. Bu olay sıtma etkeni olan Plasmodium cinsi tek hücreli asalağın yalnız sağlıklı alyuvarlarda çoğalabilmesiyle açıklanır. Sağlıklı kişiler sıtma etkeniyle karşılaştıklarında sıtmaya yakalanırlar. Ama Akdeniz kansızlığı olan hastalar sıtma salgınlarından etkilenmezler. Eskiden sıtma, ağır durumlar dışında, Akdeniz kansızlığından daha tehlikeli bir hastalıktı; Akdeniz kansızlığına yakalananlar sıtmaya yakalanmaktan kurtulurlar ve daha uzun yaşama şansına sahip olurlardı.
Akdeniz kansızlığında alyuvarların ilk yapım aşamasında oluşan bozukluk, kanda normalden daha küçük, ortalama yaşama süresi azalmış, damla ve kalp gibi değişik biçimlerde alyuvarların belirmesine yol açar. Hastalığın seyri sırasında alyuvarların bu biçim ve işlev bozuklukları sonucu kansızlık, ayrıca dalak büyümesi, kemiklerde yapı değişiklikleri ve aşağıda sıralanan başka kansızlık belirtileri ortaya çıkar.
AKDENİZ KANSIZLIĞINA EŞLİK EDEN BAŞKA ALYUVAR HASTALIKLARI
Hemoglobinin globin bölümünü oluşturan polipeptit zincirlerinden bir çifti a (alfa), öbür çifti ß (beta) olarak adlandırılmıştır. Akdeniz kansızlığı ß zincirindeki yapım bozukluğundan kaynaklanır. Bu nedenle Akdeniz kansızlığının üstün tipleri ß talasemi (beta-talasemi) olarak da bilinir. a zincirinde ortaya çıkan bozukluklar ise Akdeniz kansızlığından ayrı olarak a-talasemi (alfatalasemi) adı altında toplanır. ß talasemiler başka alyuvar hastalıklarıyla birlikte görülebilir. Hemoglobin ya da enzim bozukluklarıyla ilişkili olabilen bu hastalıklar ancak kanın biyokimyasal incelemesi sonucunda ayırt edilebilir. Akdeniz kansızlığının öbür hastalıklarla ilişkisi her zaman olumsuz sonuç vermez. Örneğin, alfa-talasemi Cooley hastalığının belirtilerini hafifletir. Öte yandan heterozigot 13 talasemi ile Hb S hemoglobin bozukluklarının birlikte görülmesi daha ağır sonuçlar doğurur.
TEDAVİ VE KORUNMA
Küçük Akdeniz kansızlığı (talasemi minör) daha hafif bir hastalıktır. Hastanın yaşam süresi uzundur; hasta normal yaşamını sürdürebilir. Ama bu durumdaki kişiler, aynı gen bozukluğu bulunan taşıyıcılarla evlenmemelidirler. Böyle bir evlilikte, anne ve babanın Cooley hastalığına yol açacak genleri çocuğa aktarma olasılığı yüzde 25 tir.
Büyük Akdeniz kansızlığı (talasemi majör) olan çocuklarda ise yaşama olasılığı oldukça düşüktür. Ortalama yaşam süresi azalmıştır ve sağlık durumları kötüdür. Bu hastalığın da ağır ya da daha hafif seyreden biçimleri vardır. Cooley hastalığında kansızlık yalnızca kan nakliyle denetim altında tutulabilir. Verilecek kan miktarı duruma ve hastaya göre belirlenir. Bu tedavide amaç hemoglobin miktarını 100 mililitre kanda 10 gram dolayına çıkarmak ve bir süre bu düzeyde tutmaktır. Bu değer yüksek olmamakla birlikte, küçük hastaların organizma gereksinimleri için yeterlidir.
Küçük yaşlarda uyarlanma mekanizmalarının iyi olması sayesinde hastalar normalin altında hemoglobin miktarı ile yaşayabilirler. Kan naklinde dikkat edilecek nokta, uygulamanın yalnız gerekli olduğunda yapılmasıdır. Bu hastalarda demir düzeyi yüksek olduğundan, gereğinden çok kan nakli açığa çıkan demir miktarını artırır. Bunun sonucu olarak da aşırı demir, çeşitli organlarda birikme eğilimi gösterir. Günümüzde demiri bağlayıp idrarla atılmasını sağlayan maddelerin tıpta kullanıma girmesiyle bu tehlike önemli ölçüde azalmıştır.
Alyuvarların yaşam süresinin çok kısaldığı, kan nakline karşın kansızlığın giderilemediği durumlarda dalak çıkarılır. Bu girişimin sonuçlarını değerlendirmek zordur. Cerrahi girişim zamanla kan nakli sıklığının azalmasını sağlar.
Bu hastalıkta kesin iyileşme beklentisi olmasa da büyük Akdeniz kansızlığına yakalanmış çocuklarda uzun ve zor tedaviyi yürütmek bir görevdir. Zeki ve duyarlı olan bu çocukların rahat edecekleri ve normal yaşamlarını sürdürecekleri koşullar hazırlanmalıdır. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:04 pm | |
| TALASEMI MAJOR (COOLEY KANSIZLIGI)
Bu hastalık sorumlu genin hem anne, hem de babadan, yani homozigot olarak geçmesiyle oluşur. Akdeniz kansızlığının en ağır belirtiler veren tipidir.
Yapılan incelemelerde anne ve babanın kanında talasemi minör ya da talasemi minimaya özgü hemoglobinler saptanarak hastalığın kalıtsal temeli açıkça ortaya çıkarılır.
Hastalık hemen her zaman çocukluk evresinde görülür. Yaşamın ikinci altı ayında tanı konabilmekle birlikte hastalık ilk iki ya da üç yaş içinde açık belirtiler vermeden yavaş yavaş gelişir. Kendini kötü hissetme durumu, hafif üşütme ve diş çıkarma gibi olaylarla ilgili ya da nedensiz ortaya çıkan hafif ateş yükselmeleri biçiminde belirtiler baş gösterir. Ana ve baba oldukça erken evrede bebeğin gittikçe solduğunu ve deri renginin sanlıkta olduğu gibi sarımtırak bir renk aldığım fark ederler. Bebekte iştahsızlık başlar ve büyüme yavaşlar.
Bu noktada hekim hastayı gözleyerek sarımtırak deri rengine ek olarak tanıya yardımcı başka önemli ve tipik belirtileri saptar. Bu belirtilerden biri dalak büyümesidir. Hastalıklı alyuvarların yıkıma uğradığı yer olan dalak, aşın çalışarak iyice genişler.
Karaciğer de büyümüştür ve karın, büyüyen bu iki organ nedeniyle şişerek, dışarı fırlamıştır. Bu durum ince bacaklarla belirgin bir zıtlık yaratır. İskelet yapısında ortaya çıkan değişiklikler ve kemik lezyonlarının da etkisiyle Akdeniz kansızlığına yakalanan çocukların görünümü ayırt edici bir biçim kazanır. Kan hücrelerinin yapılma yeri olan kemik iliği, yıkıma uğrayan alyuvarların eksikliğini karşılayabilmek için aşın miktarda çalışarak alyuvar üretir. Böylece kemik iliği aşırı çalışmaya bağlı olarak genişler, kemikler incelir ve kırıklar oluşabilir.
Uzman bir gözün bebeklerde hemen tanıyacağı bu fiziksel gelişme zamanla daha da belirginleşir. Kafatası genişleyerek köşeli bir görünüm kazanır. Burun basıklaşır ve burun kanatları genişler, burun kökü çöker, elmacık kemikleri çıkıklaşır, gözler çekikleşir.
İskelet filminde kalça, kol ve bacaklarda kemik dokusunun inceldiği, kafatası filminde kemiklerin fırça" biçimini aldığı görülür.
Cooley hastalığına kesin tanı koymada kan tahlillerinin büyük önemi vardır. Hastada kansızlık belirgindir. 1 milimetreküp kandaki alyuvar sayısı genellikle 3 milyonu aşmayan düzeydedir (normal değer 1 milimetreküpte 5 milyondur).
Ama asıl önemli olan dolaşımdaki hemoglobin miktarının azalmasıdır. Normalde 100 mililitre kanda yaklaşık 15 gram olması gereken hemoglobin miktarı, Cooley hastalığında çok azalarak 4 gramın altına düşer. Buna ek olarak fetal hemoglobin (Hb F) önemli ölçüde artarak dolaşımdaki hemoglobinlerin tamamına yakın bölümünü oluşturur.
Lam üstüne yayılan bir damla kan, mikroskopta incelendiğinde alyuvarların küçük, garip biçimli (damla, virgül, kalp, halka, yüzük vb) ve az miktarda hemoglobin içermesi nedeniyle hemen hemen saydamlaştığı açıkça görülür.
Aşırı alyuvar parçalanması sonucunda plazmada ayrışan demir ve bilirubin gibi hemoglobin ürünlerinin düzeyi yükselir. Bu, hafif sarılığa (subikter) yol açar.
Akdeniz kansızlığına yakalanan küçük yaşlardaki hastaların bu duruma oldukça iyi uyum sağladığı söylenebilir. Kansızlık belirginleşene değin hastalar normal yaşamlarım sürdürürler. Ama hastalık sürekli ilerler ve özellikle ilk yıllarda başlamışsa çocukluk yaşında ölüm oram oldukça yüksektir.
Hastalığın çok erken ortaya çıkmadığı durumlarda eşeysel gelişim de etkilenir. Boy ve kilo gelişimi durur. Kıllanma ve ses kalınlaşması gibi ikincil eşeysel özellikler gelişemez. Sonuçta ortaya enfantilizm (çocuk olarak kalma) olgusu çıkar. Genel durumda ve kan sayımında görülen belirgin bozukluğa karşın, hastaların ruhsal ve zeka gelişimlerinde gerileme yoktur. Hatta bu çocukların normalin üstünde bir zekası ve zengin bir iç dünyası olabilir. TALASEMI MINOR (KUCUK AKDENIZ KANSIZLIGI)
Bu hastalıkta sorumlu gen ya anne ya da babadan alınır. Hastalık önceki tipe oranla daha hafif belirtilerle ortaya çıkar. Yaşam umudu daha yüksektir. Kansızlık ve dalak büyümesi en tipik belirtilerdir.
Kanda küçük, hemoglobin içeriği düşük. biçimi ve görünüşü değişmiş alyuvarlar bulunur. Bu hastalıkta, Hb A2nin oranı yükselir, HbF ise normalden yüksek değildir. İskelet sistemindeki bozukluk yoktur ya da çoğu zaman dış görünüşü bozmayacak ölçüde hafiftir.
Ergenlik çağında saptanan olgularda hastanın boy ve kilo gelişiminin geri kaldığı görülür. Bedensel ve ruhsal bakımdan yetersiz kalan bu hastalar çok çabuk yorulur.
Ergenlik gecikmesi ya da bozukluklarına bu hastalarda sık rastlanır. Yapıca zayıf ve nam olmalarına karşın çocukluk çağını aşar ve normal yaşamlarını sürdürerek erişkinlik çağına ulaşırlar. Bu hastaların yaşamlarında başlıca sorun bedensel ve ruhsal zayıflıktan çok, tedavisi çok zor olan kansızlıktır.
Kansızlığa bağlı olarak hasta enfeksiyonlara açıktır. Özellikle verem, organizmanın savunma kapasitesinin azalmasına bağlı önemli bir enfeksiyon hastalığı olarak ortaya çıkar.
TALASEMİ MİNİMA
Akdeniz kansızlığının en hafif tipidir. Belirti vermez. Yalnız kan tahlilleri ile anlaşılabilir. Çoğu zaman Akdeniz kansızlığına yakalanmış çocuğun anne, baba ya da kardeşlerinde kan tahlilleri yapıldığında rastlantı sonucu ortaya çıkarılır. Hastalığın bu tipine genellikle Akdeniz kansızlığı genini taşıyan ve yalnız kan sayımında değişiklikler gösteren erişkinlerde rastlanır.
Alyuvarlardaki biçim bozuklukları genellikle belirgin değildir. Ama Hb A2 miktarı artmıştır. Genellikle bir rahatsızlık yaratmaz ve tedavi gerektirmez TATARCIK HUMMASI (TATARCIK HASTALIGI)
Tatarcık humması, akut, hafif seyirli, enfekte kişide sınırlı bir gelişimi olan ve tatarcık sineği ısırmasıyla bulaşan virüs etkenli bir hastalıktır. İnsanlar dışında bu virüslerin hastalığa neden olduğu başka bir canlı türüne rastlanmamıştır. Orta Doğuda tarla farelerinin ara konakçı olduğu düşünülmektedir. Akdenize kıyısı olan ülkelerde, Balkanlarda, Afrika nın doğu kesimlerinde, Rusya ve Orta Asya ülkelerinde, İran, Irak, Pakistan, Hindistan, Panama, Brezilya ve Trinidad adalarında görülür. Panama ve Brezilya daki olgular genellikle salgın şeklinde değildir ve daha çok ormanla ilişkisi olan insanlarda rastlanmaktadır. Görevli veya turist olarak Kıbrısa gidenlerde sık olarak görülür. Halk arasında Tavuk Hastalığı olarak da bilinir.
Tatarcık hummasının Phlebotomus papatasii ile bulaşan bir virüs hastalığı olduğu 1909 da bildirilmiştir. Tatarcık hummasının etkeni Arbovirüs ailesinden olan bunyavirüs grubundan bir RNA virüsüdür. Tatarcık humması 20 - 45 kuzey enlem dereceleri arasındaki endemik bölgelerde ve vektör phlebotomusların bulunduğu ülkelerde görülür.
Tatarcık Sinekleri (Flebotom)
Tatarcık sinekleri; tropikal bölgelerde yıl boyunca hastalık bulaştırabilirlerken, daha soğuk iklimlerde sadece sıcak aylarda etkilidirler. Orta Doğu ve Orta Asyada hastalık sıcak ve kurak aylarda (yaz veya sonbahar ayları) gözlenir ve insanlara enfekte tatarcık sineklerinin (phlebotomus papatasii) ısırmasıyla bulaşır.
Tatarcık sinekleri; sadece bir kaç milimetre boyunda olan sinekçiklerdir. Sadece dişi tatarcıklar insanları ısırır. Isırılan kişi eğer allerjik bir yapıya sahip değilse ısırılan yerde ağrı hissetmez ve lokal irritasyon görülmez; ısırılanların sadece % 1 lik kesimi ısırıldığının farkına varmaktadır.
Tatarcık sineği geceleri beslenir, gündüzleri karanlık yerlerde bulunur (duvar çatlakları, mağaralar, evler ve ağaç kovukları). Yumurtlama kan emdikten bir kaç gün sonra olur. Yumurtaların kanatlı tatarcıklar haline gelmesi için yaklaşık 5 haftalık bir süre gereklidir. Yetişkin bir tatarcık sineği sıcak ortamda bir kaç hafta yaşar.
Flebotomların hastalardan kan emerek virüs almaları, hastalık belirtilerinin başlamasından iki gün evvel ile hastalık belirtilerinin kaybolmasından 24 saat sonrası arasında olur. Bu süre dışında hastalardan kan emen dişi flebotomlar enfekte olmazlar. Tatarcıklar kan emdikten 6 - 10 gün sonra bulaştırıcı olurlar ve ömürleri boyunca bulaştırıcı kalırlar. Virüs, yumurta ile bir nesilden diğerine geçer.
Bu sinekler zemine yakın yerlerde bulunduğundan ve 3-4 m. yüksekliğe uçamadıklarından büyük binalarda hastalık daha çok alt katta oturanlar arasında görülmektedir. Uçuş menzilleri 100 metreyi geçmez.
Gündüz dinlenir, gece uçarlar. Dişi tatarcıklar yumurtalarını kaya diplerine, ağaç kovuklarına, organik maddelerden zengin nemli ve gevşek topraklara bırakırlar. Doğada tatarcık yumurtalarını, larva ve pupalarını bulmak çok güçtür.
Deri içi veya ven yoluyla aşılanan insanların %5 kadarı infeksiyona tutulmamakta, % 50 - 75 inde ise hastalık belirtileri ortaya çıkmamaktadır.
Belirtiler
Tatarcık sineğinin ısırdığı insanlarda, ısırığın olduğu yerdeki deride kaşıntılı kabarıklıklar oluşur ve 5 gün kadar devam eder. 3 - 6 günlük bir inkübasyon dönemini takiben hastalık aniden ortaya çıkar. Ateşin ortaya çıkışından 24 saat önceki ve 24 saat sonraki periyotta kandan virüs elde edilebilir.
Hastalık genel olarak birdenbire, titreme veya ürpermelerle ateşin yükselmesi şeklinde başlar, bazı hallerde önceden kırıklık, başdönmesi, bacak ve karında anormal hisler olabilir. Başlangıçta veya daha sonra baş ağrısı, gözlerde yanma, göz arkasında göz hareketleriyle ortaya çıkan ağrılar, ensede ve sırtta sertlik, oynaklarda ve taraflarda ağrılar, tat alma duyusunda değişiklikler, iştahsızlık, bulantı, kusma, kabızlık veya sürgün, boğazda ağrı, burun kanaması, baş dönmesi olabilir. Damakta küçük veziküller görülebilir ve maküler veya ürtikeryal döküntüler gelişebilir.
Ateş, 39 - 40 oC ye kadar yükselebilir. Genellikle ateş 2 - 4 gün kadar sürer (3 gün ateşi) ve bol terleme ile düşer; ancak ateş, 1 - 9 gün de sürebilir. Bazen ateş düştükten sonra kısa süren bir yükselme de görülebilir. Nabız yavaşlar. Tatarcık hummasında yüz ve boyun kızarmıştır. Gözde konjuktivadaki kanlanma ucu korneaya varan bir üçgen şeklinde dikkati çeker, fotofobi ve gözde yaşarma olabilir. Ağızda yumuşak damakta ve yutağın arka cidarında kanlanma olabilir. 2 - 12 hafta içerisinde hastaların % 15 inde ikinci bir atak gelişmektedir.
Nadiren splenımegali gelişir, lenfadenopati gözlenmez. Ateşin ilk günü kanda lökosit sayısı normaldir, lenfositler azalabilir ve nötrofillerin sola sapması ile gençlerin çoğalması görülebilir. Ikinci veya üçüncü günler kanda lökopeni polinukleoz yerleşir. Hastalığın sonunda veya iyileşme sırasında lökopeni belirgindir.
Diğer arbovirüs enfeksiyonlarında olduğu gibi tatarcık humması da aseptik menenjitle ilişkili olabilir.
Hastalık kendiliğinden iyi olur, ölüm bilinmemektedir.
İyileşme sırasında ateş ve belirtiler depreşebilir, geçici depresyonlar görülebilir.
Laboratuvar
Beyaz küre sayısındaki değişiklikler hastalıktaki tek pozitif laboratuvar bulgusudur. Düzeldikten 5 - 8 gün sonra lökositlerdeki değişiklikler tamamen normale döner.
Tanı genellikle klinik bulgular ve bölgesel bilgiler ışığında konur. Serumda antikor titresinde artış saptanabilir.
Bağışıklık
Bağışıklık tipe özgüdür ve bu bağışıklık en az iki yıl devam eder. Hastalığın endemik olduğu bölgelerde virüsün 20 kadar alt tipi vardır fakat bunlardan yalnızca 5 i hastalık yapıcıdır. Endemik bölgelerde hastalık çocukluk çağında geçirilir ve bir bağışıklık meydana gelir. Bu bölgelere gelen bağışıklığı olmayan yabancılar mesela askerler ve turistler sıklıkla bu hastalığa yakalanırlar.
Tedavi ve Korunma
Hastalık ilerleyici değildir ve özel bir tedavi gerektirmez. Şikayetlerin tedavisi, yatak istirahati, uygun sıvı verilmesi ve aspirin ile analjezi önerilebilir.
Hastalar, tatarcık geçirmeyen bir cibinlik içinde yatmalıdırlar. Insektisitlerle tatarcıklara karşı savaş çok etkilidir.
Kontrol
İnsektler arasında mücadelesi güç olanlardan birisi de tatarcıktır. Endemik bölgelerde geceleri ilaçlama yapılmalı ve yaşanılan mekanların çevresine kalıcı insektisid atılmalıdır.
Metrekare başına 2 gr DDT, 600 mg Dieldrin veya 1 gr organik fosforlu herhangi bir insektisit kullanılabilir. Tatarcık sinekleri klorlu hidrokarbon içeren insektisidlere karşı çok hassastırlar. Amerika, Avrupa ve Asya nın bazı ülkelerinde 900 - 2700 mg / m2 kalıcı DDT uygulanmasının 1 - 2 yıl kadar etkili olduğu gözlenmiştir.
Bodrum gibi kapalı yerlere insektisit tatbikatında BHC veya DDVP gibi fumigan olan insektisitler kullanılmalıdır. Bunlardan ayrılan kristaller bütün ortamı etkilerler. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:05 pm | |
| TENDINIT
Hafif bin incinme ya da aşırı kullanma, omuz ya da dirsekte ağrı oluşmasına yol açabilir. Genellikle nedeni, kası kemiğe bağlayan tendondaki küçük bir yırtık ya da iltihaptır.
Belirtiler : Özellikle dirsek ya da omuzda, eklemin hemen dışında ağrı ve hassasiyet
Tedinit en sık omuz ve dirsekte görülür. Kemikte herhangi bir sorun olup olmadığını anlamak için röntgen çekilebilir.
Tendinit, tendonlarda kalıcı hasara neden olabilir. Ağrılı bölgeyi hareket ettirmemeye çalışmak da katılaşmaya yol açabilir. Eğer aşırı kullanma yıllarca sürerse, önceleri belirsiz bir rahatsızlık yaratan bu durum, daha sonra dokularda nedbe oluşmasına bağlı esneklik kaybına yol açabilir. Bazen, dirsek ya da omuzunuzu dinlendirdiğinizde, tendinitin yarattığı rahatsızlık birkaç haftada ortadan kaybolabilir. Yaşlılar-da ve etkilenen bölgeyi sürekli kullananlarda, tendinit çoğu kez daha yavaş iyileşir ve genellikle ilerleyerek, kronikleşir. Omuzdaki bağlar ve tendonlar giderek sertleşerek, hareket kaybına neden olabilir; bu durum donmuş omuz olarak adlandırılır.
Tedavi
Dinlenme çok önemlidir. Etkilenen bölgeyi birkaç gün kullanmayın. Etkilenen bölgenin elastik bir bandajla sarılması ve kolun askıya alınması yararlı olabilir. Ayrıca bölgeye buz uygulaması, rahatsızlığı ve şişmeyi azaltabilir.
İlaç Tedavisi
Aspirin gibi bir ağrı kesici şikayetlerin azalmasına yardımcı olabilir. Eğer tendinit sürerse, doktorunuz hasta bölgeye kortizon gibi bir steroid ilaç enjekte edebilir.
Ameliyat
Bir tendon yırtıldığında, onarıcı bir ameliyat gerekebilir.
Egzersiz
Dinlenme tendinit tedavisinin önemli bir parçası olmasına rağmen, uzun süre hareket ettirmeme, eklemde sertleşmeye neden olabilir. Birkaç gün bölgenin dinlendirilmesinden sonra, ekleme hafif hareketler yaptırılarak, esnekliği korunmalıdır. Bu hareketler donmuş omuz oluşmasını engelleyebilir.
Önlem
Tendinitin tekrarlaması egzersizden önce eklemi ısıtarak ve egzersizden sonra soğutarak engellenebilir. Güçlendirici egzersizler de tendinitin tekrarlamasını engelleyebilir. TENISCI DIRSEGI
Tenisçi dirseği adı, bu rahatsızlık hiç tenis oynamayanlarda da ortaya çıktığı için, yanlıştır. Hem tenisçi dirseği önkolu dirseğe bağlayan kasların tendonlarında tekrarlayan küçük yırtıkların sonucu olduğu düşünülen dirsek ağrılarına yol açar.
Belirtiler
- Dirseğin kıvrım yerinin altında ve önkolun üst tarafının dış tarafında tekrarlayan ağrı.
- Bazı vakalarda önkolda bileğe doğru yayılan ağrı.
Bu yırtıklar, önkolda tekrarlayan dönme hareketlerinin yapıldığı çeşitli etkinliklerin sonucu ortaya çıkabilirler. Tenis oynarken "backhand" vurmak, boya yapmak ya da tornavida kullanmak tenisçi dirseğinin oluşumunu hızlandırabilir.
Teşhis
Teşhis için fizik muayene genellikle yeterlidir, ancak başka komplikasyonların olmadığından emin olmak için ağrılı bölgenin röntgeni çekilebilir. Tenisçi dirseğiniz varsa röntgende bir şey çıkmayacaktır.
Çoğu vakada rahatsızlık zaman içinde - 6 ile 12 ay arasında- azalacaktır.
Tedavi
Dirseğe buz uygulanması, masaj, geceleri tespit edici bir aracın kullanılması ve kolun dinlendirilmesi, tedavide uygun yaklaşımlardır.
Korunma
Tenisçi dirseğinin tekrarlamasını önlemek üzere destekleyici bir bandaj kullanabilirsiniz; dirseğin hemen altına takıldığında, iltihaplanmış tendonlar üzerindeki yükü azaltabilir. Ağırlık kullanarak, güçlendirici egzersizler yapılabilir (dirseğinizi avuç içi yere bakacak şekilde bükerek, bileğinizi aşağı yukarı hareket ettirin).
İlaç Tedavisi
Aspirin ya da diğer bir antienflamatuar ilaç, tenisçi dirseğinin ağrısını azaltmak için etkilidir. Bazen steroid bir ilaç enjekte edilebilir, ancak bunlar çok güçlü ilaçlar oldukları için, yalnızca ağır vakalarda kullanılmaları önerilmektedir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:05 pm | |
| TENYA (SERIT)
Şerit hastalığı olarak da adlandırılabilecek olan taenia enfestasyonu parazit adı verilen küçük canlılarla meydana gelen ve genelde sindirim sistemini tutan bir durumdur. Tenyalar, az pişmiş veya çiğ et (tenya bulunan) yemekle bulaşır. Sığırlar genelde Taenia saginata bulaştırırken, domuzlar taenia solium taşıyıcısıdırlar. Tenyalar segmentli yani boğumludurlar. Her boğum yumurta üretebilme kapasitesine sahiptir. Dünya genelinde son derece yaygın bir durumdur.
Sığır Tenyası (Taenia saginata)
Etle alınan tenya larvaları (olgunlaşmamış tenyalar) insan barsaklarında olgun hale gelebilirler ve boyları 4-6 metreye ulaşabilir.
Tenya hastalığı genelde her hangi bir belirtiye neden olmaz. Kişi kendisinde tenya olduğunu genelde dışkısında tenyaları görünce fark eder, özellikle de hareketli parçacıkları.
Nadiren karın üst bölgesinde ağrı, ishal, bulantı, kilo kaybı görülebilir. Bazen apendiks, safra kanalları ve pankreas kanalında tıkanıklığa neden olabilirler.
Dışkıda parazitin yumurta ve boğumlarının görülmesi ile tanı konur. Taenia saginata nın hareketli parçaları dışkıda görülebilir. Parazit yumurtalarını makat civarında toplayabilmek amacı ile kullanılan selofan bant yöntemi ile %85-95 hastada tanı konulabilir.
Tenya hastalığı, ilaçlarla ve genelde tek doz kullanılarak tedavi edilebilir. En çok kullanılan ilaç niclosamide etken maddeli ilaçlardır.
Domuz Tenyası (Taenia solium)
Uzunluğu yaklaşık olarak 5 metre civarındadır. Ülkemizde yaygın olmamakla birlikte dünyada çok yaygındır.
Sığır tenyasından farklı olarak beyin, kalp, göz, akciğer, cilt altı ve kaslarda kist oluşumuna neden olabilirler: Domuz tenyası bulunan yetişkinler ve çocuklar eğer yeter derecede hijyene dikkat etmezlerse, dışkılama sonrası elleri ile makattaki yumurtaları alarak yutarlar. Bu yumurtalar barsaklara ulaştığında içlerinden larvalar çıkar ve dokulara geçerek kister oluştururlar. Eğer larvalar beyne ulaşırsa epileptik ataklar (havale ?) ve diğer sinirsel problemlere neden olabilirler. Bu duruma cysticercosis adı verilir.
Diğer belirtiler sığır tenyasında olduğu gibidir.
Dışkıda yumurta ve larvaların görülmesi ile tanı konabilir. Ayrıca radyolojik incelemelerde kistler görülebilir. Cilt altındaki şişliklerden yapılan biyopsi ile de tanı konulabilir.
Tedavide tek doz niclosamide kullanılır. Kist oluşan durumlarda tedavi cerrahidir.
Balık Tenyası (Diphyllobothrium latum)
Bazı tatlı su balıkları ve som balığı Diphyllobothrium latum adı verilen tenya bulaştırabilirler. Genelde tuzlanmış, çiğ veya iyi pişmemiş balık eti ile bulaşır.
Bunların uzunlukları 3-10 metre uzunluğunda olabilir.
Bu parazitler barsağa tutunurlar.
Dişi parazit günde 1 milyondan fazla yumurta çıkarabilir.
Karın ağrısı, karın krampları, kusma, kilo kaybı ve Vitamin B12 eksikliği ve makrositer anemi gelişebilir.
Dışkıda bol miktarda bulunan yumurtaların saptanması ile tanı konur.
Tedavide tek doz niclosamide kullanılır.
Tenyalardan Korunma
Etlerin yeterli miktarda pişirilmesi tenya larvalarını parçalar. Tuvaletten sonra yeterli el yıkama ve daima uygun hijyen hastalığın yayılmasını önler. TERLEME (ASIRI TERLEME = HIPERHIDROZIS)
Aşırı terleme, esas olarak ter bezlerinin aşırı aktif olmasından kaynaklanmaktadır. Terleme, vücudun aşırı sıcağı vücuttan atma mekanizmalarından birisidir. Ancak bazı insanlar diğerlerine göre daha fazla terlerler.
Aşırı terleme mutlaka bir hastalıkla ilişkili olmak zorunda değildir. Genelde şişmanlıkla ilişkilidir, çünkü fazla kilolu olanlar yürümek gibi normal aktiviteleri için bile, normal kilolulara göre daha fazla efor harcarlar. Aşırı terleme belirli ilaçlardan da kaynaklanabilir. Bazen de sistemik bir hastalığın belirtisi olarak karşımıza çıkabilir (hipertiroidi gibi).
Kendiniz aşırı terlemenizin nedenini ve tam olarak yerini bulmaya çalışın: aşırı terlemeye erhangi bir hareketiniz mi neden oluyor, veya sıcak bir ortamda iken mi diğerlerine göre aşır terliyorsunuz ? Bazen stres ve sıkıntı ile iş toplantısı gibi durumlar aşırı terlemenize neden olabilir. Eğer stres ve benzerleri neden oluyorsa, kendinizi rahatlatmanın yollarını arayın.
Kahve, çay ve diğer uyarıcı alışkanlıklardan uzak durun. Bu tür uyarıcılar apokrin ter bezlerinin (vücudun kıllı bölgelerinde bulunan ve güçlü - keskin kokulu ter üreten özel bezler) aktivitelerini arttırırlar. Kafein gibi uyarıcılar vücudu savaş durumuna hazırlarlar denilebilir, yani bedeni uyararak her tür dış etkene karşı tetikte olmasını sağlarlar, bu durum da stres ve sıkıntıyı artırır. Bol miktarda su için, çünkü terleme ile kaybettiğiniz suyu tekrar almanız gereklidir.
Vücudunuzun sempatik sistemini uyarabilecek çevresel uyaranlardan uzak durun; gürültülü ve yüksek sesli müzik, çalıştığınız işe yoğunlaşmanızı engelleyen şeyler, ve hatta sizi sinirlendiren kişiler bu gruba dahil edilebilir. Rahatlamak için kendinize bir egzersiz bulabilirsiniz, nefes alma egzersizleri gibi. Meditasyonun da faydası olabilir. Düzenli egzersiz ter bezlerinizin düzenli çalışmasına yardımcı olur.
Terleme ile günde 3 mg kadar çinko kaybedebilirsiniz. Çinko özellikle protein ve DNA sentezi ile kan, beyin ve bağışıklık siteminin düzenli olarak işleyebilmesi için gereklidir. Günde 30 mg çinko alabilirsiniz. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:07 pm | |
| TETANOZ
Tetanoz normalde toprakta yaSayan bakterilerin neden oldugu bir hastaliktir. Bu bakteriler genelde hasyvan diSkisi içeren toprakta bulunabilirler. Kesik, çizik, siyrik veya bir Seyin cilde batmasi sonucunda tetanoz mikrobu kana kariSabilir. bagiSik olmayan bir insanda diken batmasi gibi ufak bir yara dahi tetanoza neden olabilir. insan her yaSta tetanoz olabilir.|Belirtiler:|onceleri baS agrili huzursuz bir devre geçirilebilir. Asil belirtiler agrili adale kramplaridir. Bunlar özellikle boyun ve çene kaslarinda görulurler. Daha sonra gövdedeki kaslar sertleSir ve kramplar oluSur. nefes almada guçluk meydana gelir. Bazen ateS olabilir. Mikrobun alinmasindan sonra 5-20 içinde belirtiler ortaya çikar. Bu durumu genellikle havale nöbetleri takip eder. Bazi insanlar bu hastaliktan ölebilir. Halen yuzde yuz etkili bir tedavisi yoktur.|ASi: Bebeklere yapilan karma aSi difteri, tetanoz ve bogmacaya karSidir. Bu aSinin yapildigi çocuklar tetanoza karSi temel bagiSiklik kazanirlar. Ancak bu bagiSiklik zamanla azalacagindan tetanoz aSisinin belirli araliklarla ömur boyu tekrarlanmasi gerekir. Herkes on yilda bir aSi olmalidir.|Yaralanma ve Isirilmalarda:|ozellikle derin, kötu bir Sekilde çizilmiS, siyrilmiS veya kirlenmiS yaralanmalarda tetanoz aSisi için bir saglik birimine muracaat edilmelidir (hayvan isiriklari, agir yaniklar veya sokak pisligi - toprak bulaSmiS siyriklarda).|ASagidaki durumlardan birisi varsa aSi olmaniz gerekir;
- Temel aSi programinin uzerinden 6 veya daha çok yil geçmiSse. - BagiSikligi tazelemek için yapilan aSinin uzerinden 5 veya daha fazla yil geçmiSse - hayatinizda hiç tetanoz aSisi olmadiysaniz TIRNAK BATMASI
Tırnak batması, bir ayak parmağı tırnağının keskin ucunun ayak parmağı etinin içine doğru büyümesidir, sıklıkla ayak başparmağında meydana gelir. Bu durum, normalden fazla kıvrık olan ayak tırnaklarından, iyi uymayan ayakkabılardan veya hatalı kesilmiş olan ayak tırnaklarından meydana gelebilir. Tırnağın etrafındaki doku mikrop kapabilir.
Belirtiler : Bir ayak parmağı tırnağının etrafında ağrı, şişme ve kızarıklık.
Tedavi
Eğer tırnağın çevresindeki doku enfekte olmuşsa, doktorunuz bir antibiyotik verecektir ve aynı zamanda parmağın içine doğru uzamış olan tırnak bölümünün kenarlarından alarak kısaltacaktır (Muayenehanede yapılan kolay bir işlem). Ilık kompres, bir antibiyotik ve istirahat de tavsiye edilebilir.
Koruma
Kronik olarak ayak parmağı tırnaklarının batmasını önlemek için, tırnaklarınızı çok fazla kısa kesmeyiniz; aynı zamanda ayak parmaklarınızın şekline uygun olarak kavisli kesmek yerine düz olarak kesiniz. Ayağınıza tam olarak uyan çorap ve ayakkabılar giyiniz ve ayaklarınız ve ayak parmaklarınız üzerinde aşırı basıncı önleyiniz. TIRNAKLARDA MANTAR ENFEKSIYONU
Mantar sporları, tırnaklarınızı meydana getiren keratin hücrelerinin yatağına yapışabilirler ve onun için de yaşayabilirler. Bundan doğan enfeksiyon onychomycosis olarak bilinir (tırnak tineası) ve sınırsız olarak sürüp gidebilir.
Belirtiler: Rengi bozulmuş veya kırılıp dökülen kenarları olan, kalınlaşmış, pırıltısını kaybetmiş el veya ayak tırnakları.
Bu tip enfeksiyonlara herkese açık alanlarda yalınayak yürümek ile atlet ayağı veya dolama sonucu tutulmak mümkündür.
Eldeki veya ayaktaki ilgili mantar enfeksiyonu hafif olabilir ve hiçbir iltihap meydana getirmeyebilir veya kabarcıklar ve ağrılı şişme yapacak şekilde akut olabilir. Tırnaklar tutulduğu zaman kalınlaşabilir, ayrılabilir ve düşebilir veya tırnak tamamen tahrip olabilir. Enfekte tırnağın parmağa bağlı olmayan ucunun altına da genellikle bir keratin birikmesi görülür.
Doktorunuzun tanı testleri arasında tırnak ucunun altında bulunan keratin birikintisini kazıyıp alarak mantarı belirlemek için incelme yapmak da bulunabilir. Mantar tespit edilirse, diğer tırnak hastalıkları olasılığı ortadan kalkacaktır.
Tedavi
Tırnaklardaki mantar enfeksiyonu için iyi bir tedavi yoktur. Solüsyonlar, krem veya pomatlar, çevredeki derinin mantar enfeksiyonunu kontrol altına alabilmekle birlikte, tırnağın içine işlemez. Bu amaçla sistemik ilaçlar kullanılır. Tırnaktan mantarın tamamen uzaklaştırılabilmesi için 6-12 ay kesintisi ilaç kullanımı gerekecektir. TIRNAKLARDA RENK VE SEKIL BOZUKLUGU
Tırnakların birçok şekilde rengi veya biçimi bozulabilir. Ufak yaralanmalar en yaygın nedendir. çekiçle vurma sonrasında baş parmağınızın tırnağı altındaki siyah nokta kandır.
Uçlardaki beyaz bulut gibi işaretler küçük çarpmalar sonucudur. Yarılma, soyulma ve kırılma genellikle güçlü sabunlara veya kimyasal maddelere aşırı maruz kalmanın sonucudur. Sıkı veya uygun olmayan (vuran) ayakkabılar ayak tırnaklarını kalınlaşmasına veya batmasına yol açabilir, uygun bakım, bakterilerin ve diğer enfeksiyöz organizmaların dokulara girmesini ve muhtemelen kanınıza karışmasını önlemek için önemlidir.
Renk bozulması, mantar enfeksiyonları dahil birçok rahatsızlıklarda meydana gelir. Bunlar tırnaklarınızı sanıya, griye, kahverengiye veya siyaha döndürebilir. Yaralanma, kimyasal maddelere maruz kalma veya ilaçlara karşı reaksiyon da tırnaklarda bir dizi renge yol açabilir. İç hastalıklar tırnakları bozabilir. Parmaklanın kalınlaşıp tırnakların bunların etrafını sarması akciğerlerde bir problem olduğunu gösterebilir.
Tırnaklarınızın bir hastalık sırasında etkilenip sonra iyileşmesi çok seyrek görülen bir olay değildir. Fakat tırnaklar yavaş büyür: (el tırnakları ayda yaklaşık 3 mm. ve ayak parmakları ayda yaklaşık i mm.) Meydana gelen hasar ancak yeni tırnak büyümesi ile tamir edilebilir. Bozulmaya neden olan hastalık kontrol altına alındıktan veya iyileştikten sonra tırnaklar yavaş yavaş normale dönecektir. Fakat renk ve işaretlerdeki değişiklikleri doktora bildirin. OKSIK ERITEM
Normal zamanında doğmuş bebeklerin takriben yüzde 50 si (prematüre bebeklerde daha az) doğumdan 1 ila 3 gün sonra toksik eritem geliştirirler. Genellikle yüzde, karın bölgesinde ve kol ve bacaklarda meydana gelir ve pire ısırığını andırır. Nedeni bilinmemektedir. Döküntüleri zararsızdır ve hiçbir tedavi gerektirmez; genellikle birkaç gün içinde geçer.
Belirtiler: Kırmızı bir yüzey üzerinde kendini beyaz sivilceler ya da kabarcıklarla beli eden bir döküntü.
Pamukçuk
Belirtiler
- Bebeğin ağzında, ağzının içinde ve çevresinde süte benzer ince bir tabaka.
Pamukçuk, ağızda meydana gelen hafif bir mantar enfeksiyonudur; yanakların iç tarafına, dilin üzerine ve ağzın tavanına sürülmüş beyazımsı lekelere benzer. Eğer beyaz leke kazınırsa, altında deri yanmış gibi görünür ve kanaya-bilir. Pamukluk, sağlıklı yeni doğmuş bebeklerde meydana gelir.
Teşhis
Pamukçuk olan bebeğin ağzı yaradır. Bebek emzirilirken rahatsızdır ve hatta emzirilmeyi reddedebilir. Eğer bebeğinizde pamukçuk olduğundan kuşkulanıyorsanız, bebeğinizin doktoruna başvurunuz. Teşhis koymak için çoğunlukla sadece bakmak suretiyle muayene bile yeterli olmaktadır.
Tedavi
Sağlıklı bir yeni doğmuş bebek genellikle hastalığı kendi başına yenebilmektedir. Fakat, özellikle pamukçuk geniş bir alana yayılmışsa, nystatin adı verilen bir antimartar madde bu süreci hızlandırmaktadır. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:07 pm | |
| TOPUK AGRISI
Topuk tabanı, yük bindiğinde ayağın altındaki yapıları koruyan fibröz (özel bir destek doku) bir dokudan oluşur. Topuk ağrısının, topuk tabanındaki dokuların kemiğe bağlandığı yerde oluşan küçük yırtıklar ve iltihabın sonucu olduğu düşünülmektedir. Ağrılı topuk sendromu da denilen bu hastalıkta oluşan ağrı hafif ya da çok şiddetli olabilir.
Belirtiler
- Yüklenmeyle topukta ağrı
- Topuğun üstündeki yük ortadan kalktığında ağrı geçmiyorsa, stres kırığı oluşma riski vardır; hemen doktora başvurunuz.
Teşhis
Doktorunuz ağrının sürekli mi yoksa topuğun üzerine basınca mı oluştuğunu belirleyecektir. Stres kırığı olmadığından emin olmak için, bir röntgen filmi çekilebilir. Bununla birlikte, stres kırıkları oluşmalarından sonraki 6 hafta içinde röntgen filminde görülmezler.
Röntgen filminde bazen, topuk kemiği üzerinde dikensi çıkıntılar görülebilir.Geçmişte topuktaki dikensi çıkıntıların topuk ağrısı yaptığına inanılmasına rağmen (hemen ameliyatla çıkartılırdı) , genellikle ağrıya neden olmazlar. Bu nedenle, nadir olarak ameliyat gerekli olur.
Teşhisi doğrulamak için, kemik radyoaktif izotoplarla görüntülendiği diğer bir röntgen türü (scan) de kullanılabilir.
Çoğu vakada kemik ağrısı birkaç haftada ortadan kaybolacaktır. Bununla birlikte, topuğa binen ağırlığın artığı egzersizler yaparken ayağınıza uymayan ayakkabılar giyerseniz, ağrılar tekrarlayabilir. Ayağınıza iyi uyan ayakkabıların giyilmesi yardımcı olabilir. Yapılan egzersizlerin türünün değiştirilmesi de tekrarlamayı engelleyebilir.
Ancak, çoğu yaka tam olarak iyileşir.
Tedavi
Topuğun ağrıyan bölümüne buz uygulanması ve masaj ağrıyı biraz azaltabilir. Topuğun ağrıyan bölümünün yükseltilmesini sağlayan özel tabanlıkların yerleştirildiği yumuşak tabanlı spor ayakkabılarının da yararı olabilir. Ağrı sürerse, doktorunuz özel bir ortopedik tabanlık kullanmanızı önerebilir.
İlaç Tedavisi
Önce aspirin ve diğer antienflamatuar ilaçları deneyin; yararı olmazsa doktorunuza başvurun. Doktorunuz, topuğunuza kortizon gibi bir antienflamatuar steroid ilacı enjekte edebilir, ancak bu tedavi, diğer yöntemler yetersiz kalırsa uygulanır. TÜBERKÜLOZ - SORU / CEVAP
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre, aşısı bulunduktan sonra ortadan kalktığına inanılan tüberküloz (verem) hastalığına, her yıl ortalama 8 milyon kişi yakalanıyor ve 3 milyon kişi bu hastalık nedeniyle hayatını kaybediyor. WHO verilerine göre, günde 5 bin 500 ve 15 saniyede 1 kişiverem nedeniyle ölüyor. Dünya nüfusunun 3’te 1’i, yani 2 milyar kişi tüberküloz basili ile enfekte durumda.
TÜRKİYE’DE DURUM
Türkiye’de her yıl 20 bin yeni verem vakası ortaya çıkıyor. Türkiye nüfusunun 4’te 1’i verem basali ile enfekte, ancak rakamlarda bir artış bulunmuyor. Aksine hasta sayısında düşüş gözleniyor. Türkiye’de 1950’li yıllarda görülme sıklığı çok yüksek olan ve o yıllarda ölüm nedenleri arasında birinci sırada yer alan hastalığın yaygınlığı, 1952 yılında başlatılan yoğun çalışmalarla hızla azaldı. Verem nedeniyle ölüm oranı, 1945 yılında yüzbinde 262 iken bugün yüzbinde 2.5’e, hastalığa yakalanma oranı ise 1965 yılında yüzbinde 172 iken bugün yüzbinde 30’a geriledi.
VEREM HASTALIĞININ BAŞKA İSMİ VAR MI?
Tıpta tüberküloz olarak adlandırılır. Ayrıca halk arasında ince hastalık, ciğerlerinde duman var denildiğinde de çoğu zaman verem kastedilir.
TÜBERKÜLOZ NASIL BİR HASTALIKTIR?
Tüberküloz asıl olarak akciğerlerde yerleşen, fakat tüm vücuda dağılabilen mikrobik, bulaşıcı, süreğen bir hastalıktır.
TÜBERKÜLOZ HALA KORKULACAK BİR HASTALIK MIDIR?
Bilinen en eski hastalıklardan birisi olmasına; sebebinin kesin olarak bilinmesine; 50 yıldır tedavisinin mümkün olmasına ve üstelik korunulabilir bir hastalık olmasına karşın halen dünyada en yaygın ve ölümcül bulaşıcı hastalıklardan biri olmaya devam ediyor. Yılda üç milyonu aşkın kişi tüberküloz nedeniyle hayatını kaybediyor.
DÜNYADA TÜBERKÜLOZUN DURUMU NEDİR?
Yerküre üzerinde yaşayan her üç kişiden birisi tüberküloz mikrobuyla karşılaşmış ve onunla tanışmış durumda. Halen yılda üç milyon kişi tüberküloz nedeniyle ölmekte olup her yıl 8 milyon yeni tüberküloz hastası teşhis ediliyor. Özellikle Asya, Afrika kıtasında çok sık olarak rastlanıyor. Eskiden gelişmiş Avrupa ve Kuzey Amerika ülkeleri bu hastalıktan hiç söz etmezlerdi. Oysa AIDS salgınına ve küreselleşme sürecine paralel olarak bu ülkelerde de tüberkülozlu hastaların sayısı artmaya başladı.
NASIL BULAŞIR?
Hastalığa sebep olan mikrop veremli hastadan sağlam kişiye geçerek yayılır. Çok daha nadir olarak hasta sığırların süt ve bu sütlerden yapılan süt ürünleri ile de bulaşabilir.
HASTADAN SAĞLAM KİŞİYE NASIL GEÇER?
Verem mikrobu hava yoluyla bulaşır. Hasta kişinin öksürmesi, aksırması, konuşması ve nefes alıp vermesi sırasında havaya saçılan mikroplar havada günlerce asılı halde canlı kalabilir. Hasta kişiyle teması olan yani kapalı bir ortamda uzun süre aynı havayı soluyan sağlam kişiler nefes aldıklarında havadaki bu mikroplar onların akciğerlerine ulaşır ve orada yerleşerek hastalığı başlatır. Hastalığın yayılmasından sorumlu asıl bulaşma şekli budur. Bunun dışında cilt ve mukozalardan, doğum kanalından, anne sütünden de çok nadiren bulaşabilirse de pratikte bu tür bulaşmalar önemsizdir.
HER TÜBERKÜLOZ HASTASI MİKROBU BULAŞTIRIR MI?
Balgamında mikrop bulunan, hastalığı yaygın olup öksüren hastalar daha çok bulaşmadan sorumludur. Akciğer dışı organ tüberkülozu olanlar, 15 gündür tedavi almakta olanlar pratik olarak bulaştırıcı değildir.
HASTAYLA TEMASI OLAN HER SAĞLAM KİŞİDE HASTALIK ORTAYA ÇIKAR MI?
Tüberküloz hastasıyla teması olup mikropla karşılaşan, hatta mikrobu soluyan kişilerin çok şükür ki az bir kısmında hastalık gelişir.
NEDEN MİKROBU ALAN KİŞİLERİN BAZISINDA HASTALIK ORTAYA ÇIKARKEN DİĞERLERİNDE GELİŞMİYOR?
Bu solunan mikrobun sayısına, hastalık yapma gücüne (bazı mikroplar ölü veya zayıf olup hastalık yapamaz) ve sağlam kişinin direncine, savunma sisteminin kuvvetine bağlı olarak kişiden kişiye farklılık gösterir. Sigara içen, alkol alan, beslenmesi bozuk ve kötü yaşam koşullarına sahip kişilerde ve başka akciğer hastalığı, şeker hastalığı, bazı kan hastalıkları, AIDS ve böbrek hastalıkları gibi süreğen hastalığı olanlarda verem oluşma olasılığı daha yüksektir.
MİKROBUN BULAŞMASINDAN İTİBAREN NE KADAR SÜRE SONUNDA HASTALIK ORTAYA ÇIKAR?
Bu süre çok farklıdır. Mikrobu alan kişide bazen 1-2 ay; bazen bir kaç yıl bazen de onlarca yıl sonra hastalık gelişebilir. Veya hiç gelişmeyebilir.
TÜBERKÜLOZ MİKROBU DİĞER ORGAN VE DOKULARA NASIL ULAŞIYOR?
Mikrobun vücuda giriş yolu hastaların tamamına yakın bir çoğunluğunda akciğerlerdir. Ancak buradan lenf akımı ve kan yoluyla vücudumuzdaki tüm doku ve organlara yayılabilir.
TÜBERKÜLOZ AKCİĞER DIŞINDA EN SIK HANGİ ORGAN VE DOKULARI HASTALANDIRIR?
Kemik ve eklemler, böbrek ve üreme sistemi, beyin zarı, göğüs ve karın boşluğunu çevreleyen zarlar, cilt ve lenf bezelerinde sık yerleşir.
TÜBERKÜLOZUN BELİRTİLERİ NELERDİR?
Hastalık ani ve gürültülü olarak ortaya çıkmaz. Sinsi ve yavaş ilerler. Hastalar genellikle aylardır devam ede gelen halsizlik, iştahsızlık, kilo kaybı, hafif ateş, geceleri terleme gibi yakınmalarla hekime başvururlar. Zamanla bunlara öksürük ve balgam çıkarma da eklenir. Balgamda kan da gelebilir. Ağrıya pek rastlanmaz. Akciğer dışı organ tüberkülozlarında tutulan organla ilişkili yakınmalar bulunabilir. Örneğin idrarla ilgili şikayetler (kırmızı idrar yapma, idrar yaparken yanma vb.), boyunda lenf bezelerinin büyümesi gibi ..
BU BELİRTİLER GÖRÜLÜNCE TÜBERKÜLOZ TEŞHİSİ KESİN MİDİR?
Bu sayılan yakınmaların hiç birisi tüberküloza özgü olmayıp diğer bir çok hastalıkta da rastlanabilen şikayetlerdir. Bu nedenle bu tür şikayetleri olan hastaların mutlaka konunun uzmanı bir hekim tarafından değerlendirilip, göğüs röntgeninin çekilip araştırılması gerekir.
TÜBERKÜLOZ TEŞHİSİ NASIL KONULUR?
Kişinin tüberküloz olduğu ancak vücut örneklerinde (balgam, idrar, mide açlık sıvısı, beyin omirilik sıvısı, plevra-periton sıvısı, lenf bezi aspirasyonu vb. ) tüberküloz mikrobunun görülmesi ve üretilmesiyle söylenebilir. Bazen alınan doku biyopsilerinde tüberküloza özgü değişikliklerin izlenmesiyle de tanı konabilir.
MİKROP ARAŞTIRILMADAN YADA ARAŞTIRILDIĞI HALDE BULUNMADAN SADECE ŞİKAYET VE MUAYENE BULGULARINA DAYANARAK TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİNE BAŞLANILABİLİR Mİ?
Maalesef bu tür tedavilere sık başlansada olmaması gerekir. Oysa tüberküloz tedavisi uzun süreli ve bir çok ilacın kullanıldığı bir tedavi olup ilaçlara bağlı yan etkiler ve maliyet göz önüne alındığında gereksiz yere, yanlış bir tüberküloz tedavisi uygulanma ihtimalinin yüksek olması dolayısıyla bu tür kör (ampirik) tedaviler doğru değildir. Üstelik yanlış tedavi asıl hastalığın teşhis ve tedavisini de geciktirir. Tüberküloz çok kere tümör ile benzer belirtiler verir. Buna bağlı olarak tümör teşhisi gecikip hasta için çok önemli zaman kaybı söz konusu olabilir. Tedavi edilebilir bir tümör tüberküloz zannedilerek kör tedavi sırasında vücuda yayılabilir.
MİKROBU ARAŞTIRMAK İÇİN GEREKLİ TETKİKLER YAPILAMIYORSA NE YAPILMASI GEREKİR?
Hasta bu tür incelemelerin yapılabildiği en yakın bir merkeze sevk edilmeli veya hastadan alınan balgam vb. örnekler usulüne uygun şekilde ilgili laboratuarlara gönderilmeli. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:07 pm | |
| VEREM SAVAŞ DİSPANSERLERİNİN KURULUŞ AMACI NEDİR?
Ülkemizde Sağlık Bakanlığı verem ile savaşmak üzere Verem Savaş Daire Başkanlığı altında bir örgütlenme geliştirdi. Verem Savaşı Grup Başkanlıkları, yataklı kurumlar, dispanserler hemen her bölgede ve il ve ilçelerde mevcuttur. Tüberküloz teşhis, tedavi ve takibi, aşılamalar buralarda ücretsiz olarak yapılır. Bazı dispanserlerde mikrop araştırması da yapılır.
VEREM SAVAŞ DERNEKLERİNE AMAÇLA KURULMUŞTUR?
Verem savaşı için gerekli hizmetlerin finansını sağlamak, hasta ve ailelerine ekonomik yardımlarda bulunmak amacıyla hizmet vermekteler.
TÜBERKÜLOZUN TEDAVİSİ MÜMKÜN MÜ?
Elimizdeki tedavi imkanlarıyla uygun şekilde tedavi edilmek koşuluyla artık tüberküloz %100’e yakın tedavi edilebilir bir hastalık haline geldi. Ancak bu pratikte tüberküloz tedavisinde sorun olmadığı anlamına gelmez. Günlük uygulamalarda maalesef bir çok hastanın tedavisi yetersiz kalıp ve hastalık müzminleşmekte. Bunun nedeni de yanlış veya eksik tedaviler.
DOĞRU TÜBERKÜLOZ TEDAVİSİ NASIL OLMALIDIR?
Öncelikte hastadan mikrop üretilerek teşhis kesinleştirilmeli ve mikrobun hangi ilaçlara duyarlı hangilerine dirençli olduğunu gösteren ilaç direnç testleri yapılmalı. Çünkü ülkemizde tüberküloz ilaçlarına karşı primer direnç oranları çok yüksektir. En az dört ayrı ilacı aynı anda birlikte kullanacak şekilde bir tedaviye başlanması gerekir. Daha az sayıda ilaçla başlanan tedavi ülkemiz için yanlıştır. Birlikte kullanılacak olan ilaçların hastanın yaşına, tıbbi durumuna göre seçilmesi gerekir. Tedavi süresince ilaçların mutlaka uygun doz ve sürelerde tedaviye ara vermeden, aksatmadan kullanılması gerekir. Günümüzde en kısa süreli tüberküloz tedavisi 6 ay devam etmek zorundadır. 6 aydan kısa tüberküloz tedavisi olmaz. Fakat hastanın durumuna göre bu süre 9 ay, 12 ay, 24 aya kadar hekim tarafından uzatılabilir.
BUNLARA DİKKAT EDİLMEZSE NE OLUR?
Yukarıda tanımlanan prensiplerden birisine bile dikkat edilmezse zamanla tüberküloz mikrobu tedaviye direnç kazanır ve bir müddet sonra artık tedavi edilebilir hastalık tedavi edilemez hastalık haline gelir. Bu nedenle Dünya Sağlı Örgütü “tüberkülozu yanlış tedavi etmenin hiç tedavi etmemekten daha kötü olduğunu” duyurmuştur.
YANLIŞ VEYA EKSİK TEDAVİLER SONUÇ VERMEZ Mİ?
Maalesef verir. Yani bu tür uygun olmayan tedavilere başlandıktan sonra da 15-20 gün içerisinde hastanın şikayetleri tamamen düzelir ve hasta iyi oldum, işler yolunda gidiyor zanneder. Oysa 3-6 ay içerisinde ilaca direnci gelişir ve hastalık tekrar geri döner. İşte bu taktirde tedavi çok zorlaşır bazen de imkansız hale gelebilir.
İLAÇ DİRENCİ OLUŞMUŞ HASTALARDA NE YAPILABİLİR?
Bu tür hastaların tedavisi güçleşmiş ve tedavinin başarılı olma olasılığı çok azalmıştır. Üstelik bu hastalar ilaçlara dirençli mikropları etraflarına yaydıkları için bunlardan mikrop kaparak hastalanan yeni kişilerin de tedavisi güçleşir. Bu şekilde toplumda tüberkülozun tedavi ve kontrolü giderek daha da zorlaşır. Bu durum tüm dünyada ilgili kişileri endişelendirmekte ilaç direncindeki artışın önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması hususunda yakın takip ve öneriler Dünya Sağlık Örgütü ve ilgili örgütler tarafından ülkelere iletilmektedir. Her şeye rağmen ilaç direnci olan veya ilk tedavileri yetersiz olan hastaların mutlaka bu tür hastaların yatırılarak tedavi edilebileceği, alternatif ilaçların kullanılabileceği, dirençli tüberküloz tedavisinde deneyimli uzmanların bulunduğu özel merkezlere gönderilmeleri ve sadece buralarda tedavi edilmeleri gerekir. Bu hastaların orada-burada rasgele tedavi edilmeleri, değişik ilaçları kullanmaları sadece zaman kaybettirmekle kalmaz hastalığı tamamen tedavi edilemez hale getirebilir.
TÜBERKÜLOZ İLAÇLARI NASIL KULLANILIR?
Streptomisin hariç diğer tüberküloz ilaçları ağızdan hap yada şuruplar şeklinde her gün bir defada topluca alınabilir. Gerekirse iki üç öğüne de bölünmüş olarak verilebilir. Rifampisin adlı ilacın aç karnına alınması önerilir.
HAFTADA İKİ GÜN İLAÇ ALINARAK TEDAVİ MÜMKÜN MÜ?
Teoride evet fakat ülkemiz koşullarında hayır. Çünkü bu tür aralıklı tedavi rejimlerinde ilaçların görevli bir sağlık personeli tarafından hasta adresinde ziyaret edilerek gözetim altında içirilmesi gerekir. Yoksa günlük tedavide olduğu gibi ilaçları hastaya vererek uygulanamaz. Çünkü bir doz unutma veya atlamada direnç gelişme olasılığı yüksektir.
TÜBERKÜLOZ İLAÇLARININ NE TÜR YAN ETKİLERİ VARDIR?
En önemli yan etki karaciğer üzerinedir. Bilhassa 35 yaşın üzerinde, alkol almış, hepatit veya başka karaciğer hastalığı olan kişilerde daha sık rastlanır. Görme, işitme ve denge üzerine olumsuz etkiler ile kırmızı yeşil renk körlüğü görülebilir. Böbrek ve sindirim sistemine zararlı tesirler olabilir. Allerjik reaksiyonlar da gözlenebilir.
İLAÇLARA BAĞLI İSTENMEYEN ETKİLER ORTAYA ÇIKTIĞINDA NE YAPILMASI GEREKİR?
Bu durumda hasta kendi başına tedavisini kesmemeli, önemsiz görüp hiçbir şey yokmuş gibi de davranılmamalı, derhal hekimine ulaşıp sorununu aktarmalı. İlaçla ilgili olsun olmasın tüberküloz tedavisi altında olan her hastada ortaya çıkan her türlü sağlık sorunu ilaç yan etkileri açısından hekimine bildirilmeli ve araştırılmalı. Eğer şikayetler ilaçlara bağlı ise öncelikle hangi ilaçla ilgili olduğu ve yan etkinin şiddeti saptanıp ona göre hareket edilmeli. Hafif sorunlarda ilaca devam edilirken önemli reaksiyonlarda ilaca bir süre ara verilebilir, yada o ilaç tedaviden tamamen çıkarılabilir.
TEDAVİ SIRASINDA KONTROL GEREKLİ Mİ?
Hem tedavinin etkili olup olmadığını görmek, hem de olası ilaç yan etkilerini gözden kaçırmamak için hasta aylık olarak kontrollere çağrılmalı.
TÜBERKÜLOZ HASTASININ VEREM SAVAŞ DİSPANSERİNDE TAKİP VE TEDAVİSİ ŞART MIDIR?
Tüberkülozu konunun uzmanı bir hekim dışarıdan da tedavi edebilir. Ancak hastanın düzenli olarak takip edilebilmesi, ilaçlarını ücretsiz alabilmesi ve ülkemizdeki tüberküloz sorunu hakkında dokümantasyonların yapılabilmesi açısından dispansere kayıt yaptırılması gerekir. Zaten tüberküloz teşhisi konan hastayı bildirmek yasal bir zorunluluktur.
TÜBERKÜLOZDAN NASIL KORUNABİLİRİZ?
Öncelikle hasta kişilerin teşhis edilip tedavi edilmesi gerekir. Çünkü kaynak onlardır. Bir hasta yılda ortalama 10 sağlam kişiye hastalığı bulaştırır. İkinci olarak hasta kişiden sağlam kişiye geçişin önlenmesi gerekir. Bunun için hastanın yaşadığı mekanın havalandırılması, negatif aspiratörlerle havanın temizlenmesi, ültraviyole ışınlama yapılması, hastanın maske kullanarak basil saçılmasının önlenmesi faydalı olabilir. Balgamında mikrop bulunan hastanın izolasyonuna artık pek başvurulmamaktadır. Üçüncü olarak sağlam kişilerin direncinin artırılması için aşılama yapılması gerekir. Eğer evde bir kişi tüberküloza yakalandı ise o hane halkı taranması ve gereken kişilere koruyucu tedavinin uygulanması gerekir.
AŞI KİMLERE YAPILMALI?
Doğumu takiben ikinci ay sonunda ve ilk okula başlayan her çocuğa BCG aşısı denen tüberküloz aşısı yapılması gerekir. Aşı konusunda bazı çevrelerin akıl karıştırıcı yaklaşımları varsa da ülkemizin durumu göz önüne alındığında bu aşının mutlaka yapılması gerekir. Aşı hastalığı %100 önlemese de sıklığını azaltır ve ağır türlerinin ortaya çıkmasını önler.
KORUYUCU İLAÇ TEDAVİSİ KİMLERE UYGULANMALIDIR?
Balgamında mikrop saçan tüberküloz hastasıyla yakın teması olan her kişinin koruyucu ilaç tedavisi açısından uzman hekim tarafından değerlendirilmesi gerekir. Bundan başka önceden tüberküloz mikrobunu almış, aktif olarak hastalık geçirmemiş fakat tüberkülozun yeniden aktive olması için uygun koşullar taşıyan yani vücut direncini düşüren başka bir hastalığı olan (AIDS, lenfoma vb ) veya direnç düşürücü bir başka tedavi alan (kortizon kullanan) hastalarda koruyucu ilaç tedavisi gerekebilir.
KORUYUCU İLAÇ TEDAVİSİ NASIL UYGULANIR?
Bu durumda kişi hasta değildir. Sadece mikrobu almıştır. Tedavi hastalığı iyileştirmek için değil hastalığı önlemek içindir. Bu nedenle genellikle tek ilaçla 6 ay müddetle uygulanır. Fakat kişinin durumuna ve temas olunan hastanın mikrop özelliklerine göre daha farklı rejimler de gerekebilir.
OKULDAKİ ÇOCUĞUN KOLUNA TÜBERKÜLOZ TESTİ YAPILIP, POZİTİF ÇIKMIŞ İSE TEDAVİ GEREKİR Mİ?
PPD veya tüberkülin deri testi dediğimiz uygulama tüberküloz mikrobuyla karşılaşıp karşılaşmama durumunu ortaya koymak için yapılır. Hastalığın olup olmadığını göstermez. Testin pozitif olması kişinin daha önce tüberküloz mikrobunu bir hastadan aldığını ve vücudunda tüberküloza karşı bir reaksiyon oluştuğunu gösterir. Ancak söz konusu kişi tüberküloz hastası olabilir de olmayabilir de. Bu nedenle pozitiflik tek başına tedavi gerektirmez. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:08 pm | |
| UCUK
Uçuk iki çeSidi olan bir virus hastaligidir. Birinci çeSidi, genellikle agiz veya burun etrafinda görulur. Daha az yaygin olmamasina ragmen, cinsel organlarda veya vucudun baSka yerlerinde de görulebilir (tibbi adi herpes simplex tip 1). ikinci çeSidi olan, cinsel organ uçugu (genital herpes), genellikle cinsel organlarda veya çevrelerinde ya da makat bölgesinde görulur (tibbi adi herpes simplex tip 2). Hastaligin kendini göstermesi, her iki tipinde de, sizili bir kaSinti ile olur. Kirmizi bir leke belirir, sonra da iltihapli kabarciklar geliSip kabuklu yaralara dönuSerek yavaS yavaS kaybolur. Hastalik yaklaSik olarak 7-10 gun surer. Yaralar göruldugu surece, uçuk kiSiden kiSiye temas ile geçebilir.|Uçuk Su durumlarda daha sik olabilir: - stres içindeyseniz. - yorgun ve zayif duSmuSseniz veya vucudunuzda baSka bir enfeksiyon varsa. - guneSte kaldiktan sonra.|Tedavi:|OluSan yaralari temiz ve kuru tutun. Yaralarin uzerine alkol emdirilmiS bir pamugu hafif hafif vurarak kuru kalmasini saglayabilirsiniz. Cinsel organinizda uçuk oldugunu saniyorsaniz, tam bir tedavi için doktora muracaat edin. Verilecek ilaçlar hastaligin iyileSmesini hizlandirir, yani kesin olarak tedavi eden bir ilaç yoktur.|Uçuk tedavisi için Sunlar önerilebilir:
- kendinizi kötu hissediyorsaniz (genellikle ilk baSta) 3-4 gun yatak istirahati kullanin. - hastalikli yerleri hafif sicak, tuzlu suyla gunde 2-3 kez yikayip, her defasinda özenle kurulayin (yarim kilo suya 1 çay kaSigi tuz).|onlemler:|BaSkalarinin uçuk yaralarina dokunmayin. Bu sure belirtilerin ilk ortaya çikiSindan (kaSinti, sizlama), cilt normale dönunceye kadardir. Sizde veya eSinizde, cinsel organ uçugu varsa, cilt normale dönene kadar cinsel iliSkide bulunmayin. Hastalik belirtileri bulunmasa da virus eSinize geçebilir. GuneSte kalak, hastaligin baSlamasina neden olabilir. Uçuklar tekrarlarsa, 15+ geniS etki alanli guneSten korunma kremi ve dudak kremi size yardimci olabilir.
UÇUK (Bu Ay 19 Defa Okundu)
Nedeni Herpes simpleks denilen bir virüs olan uçuk genellikle dudak, ağız ve burun delikleri çevresinde ortaya çıkar. Eğer dokunulursa, yüze, göze ve vücudun diğer bölümlerine bulaştırılabilir.
Yapılan araştırmalar, dünya nüfusunun %80’inin yaşamları boyunca en az bir defa uçuk geçirdiğini gösteriyor. Türkiye’de ise her yıl 8 milyon kişinin uçuk nedeniyle sıkıntı ve acı çektiği tahmin ediliyor.
BELİRTİLERİ NELERDİR?
Uçuk çıkmadan önce kendini belli eder (0-24 saat önceden); karıncalanma, kaşınma, yanma, sızlama hissedilir. Bunu o bölgenin kızarması, şişmesi ve daha sonra da içi sıvı dolu kabarcıkların ortaya çıkışı izler. Bu kabarcıklar konuşurken, gülerken, yiyip içerken acı ve ızdırap verir. Zamanla kuruyup çatlar, sızıntı yapar ve açılarak görüntüyü bozan çirkin bir yara haline gelir.
NASIL BULAŞIR?
Uçuk, ön belirtileri ile açık yaranın kapanması süresi arasında bulaşıcıdır. Uçuğu olan bir kişinin kullandığı, havlu, bardak, çatal, kaşık vb. eşyalardan ve uçuklu kişinin öpmesi sonucu bulaşır. Uçuk virüsü (Herpes simpleks) ile insan genellikle ilk defa küçükken (0-5 yaş) tanışır. Uçuğu olan aile bireylerinden birinin “Sevgi dolu” öpücüğü sonucunda uçuk virüsü vücuda girer. Çoğunlukla fark edilmeyen küçük kızarıklıklar şeklinde ortaya çıkar; ağız içi, diş etleri ve dudaklar enfekte olur. Ama kimi hassas bünyelerde ciddi enfeksiyon şeklinde görülebilir.
DİKKAT! UÇUK BULAŞICIDIR!
Uçuğa dokunulmamalıdır. Dokunulursa eller çok iyi yıkanmalıdır.
Bayanlar makyajlarını çıkarırken özellikle çok dikkat etmelidirler. Kesinlikle gözlere dokunulmamalıdır.
Özellikle bebekler, çocuklar ve diğer insanlar öpülmemelidir.
Uçuklu insanın kullandığı havlu, bardak, çatal, kaşık vb. eşyalar ayrılmalı ve başkalarının kullanmasına izin verilmemelidir.
Yerken, içerken kullanılan malzemeler özellikle çocuklar ile paylaşılmamalıdır.
Uçuk ve uçuk yarasının kabuğu ile oynanmamalıdır. (Parmaklara uçuk virüsü bulaştırırken, uçuk yarasına da diğer mikroplar bulaştırılmış olur.)
NİÇİN NÜKSEDER?
Uçuk virüsü (Herpes simpleks) vücuda girip ilk enfeksiyonu yaptıktan sonra o bölgedeki isnir düğümüne girip yerleşir ve istenmeyen bu misafir, vücudun zayıf düştüğü durumlarda çoğalır ve uçuk çıkar.
Stres
Aşırı yorgunluk, uykusuzluk
Aşırı güneş ışığı ve UV ışınları
Diğer enfeksiyonlar
Adet dönemi, hamilelik gibi durumlarda virüs aktif hale geçebilir.
KONTROL EDİLEBİLİR Mİ?
Öncelikle uçuğun nüksetmesine sebep olan durumlardan sakınmak gerekir. Örneğin strese bağlı olarak gelişir ise; stresimizi azaltacak gevşeme tekniklerini öğrenmek. Yorgunluk ve uykusuzluk sebep ise; dinlenmek ve iyi uyumak. Güneş sebep oluyor ise; dudaklar için koruyucu krem ya da yüksek koruma faktörlü güneş yağı kullanmak ve şapka ile yüzü güneşten korumak gerekir. Tüm alınan önlemlere rağmen uçuk yine de nüksedebilir.
Ön belirtiler (karıncalanma, kaşınma, yanma, sızlama) hissedildiğinde o noktaya kısa aralarla antiviral bir uçuk kremini uygulamak gerekir. Uçuk ya hiç çıkmayacaktır ya da çıksa bile hafif seyredecektir.
EN ETKİLİ ŞEKİLDE NASIL TEDAVİ EDİLİR?
Önceden bazı madde ve ilaçlar uçuğun verdiği rahatsızlığı azaltmak için kullanılmıştır.
Alkol ve antiseptik ilaçlar, Uçuğun üzerindeki bakteri enfeksiyonunun gelişmesini engeller
Ağrı kesici ilaçlar; Uçuğun sebep olduğu ağrıyı azaltır.
Buz uygulamak; Ağrı azaltılabilir
Oysa günümüzde etkili tedavide kullanılan antiviral uçuk kremleri, deriden geçerek uçuk virüsüne (Herpes simpleks) etki eder ve deriye zarar vermelerini engeller.
KİMLER ÖZELLİKLE RİSK ALTINDADIR?
Sık sık veya uzun süreli olarak uçuk çıkıyorsa (Örneğin tedaviye rağmen 10 günden daha uzun süre devam ediyorsa)
Uçuk, bir bebekte ya da 6 yaşından küçük bir çocukta çıkmışsa
Dudak, ağız v eburun çevrenizin dışındaki vücut bölgelerinde, özellikle de gözlerinizde, parmaklarınızda ya da cinsel organınızda uçuk çıkmışsa
Uçuk ile birliket baş ağrısı, ateş ve kas ağrısı gibi başka şikayetleriniz varsa
Uçuk sarı renkte cerahatli ise
Bağışıklık sisteminizi baskı altına alan ilaçlar, örneğin kortizonlu ilaç kullanıyorsanız
Bağışıklık sisteminizin zayıflığı (yani bulaşıcı hastalıklarla mücadele etme gücünüzün azalmış olması) nedeniyle tıbbi kontrol altındaysanız. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:08 pm | |
| ULSER (MIDE, DUEDONUM, GASTRIK)
Stres ve beslenme alışkanlıkları ile yakın ilişkili olduğu kabul edilen ülserlerin, son yıllarda Helikobakter pilori (Helicobacter pylori) adı verilen bir mikrop (bakteri) tarafından meydana getirildiği ve antibiyotik tedavisi ile bu hastalığın tedavi edilebileceği üzerinde yoğunlaşılmıştır. Ancak yapılan çalışmalar ve alınan sonuçlar bu bakterinin çevremizde çok yaygın olarak bulunduğunu ve tedavi edilse bile çok kısa sürede tekrar vücuda girdiğini göstermiştir. Sonuçta tek başına bu bakterinin ülser nedeni olmadığı kabul edilmektedir.
Ülserler genelde duodenumun (ince bağırsağın ilk bölümü) başlangıcında, midenin çıkışında gelişirler. Midede daha nadiren gelişmektedirler. Her iki durumda da ülser gelişen bölümdeki dokular, mide asidine karşı duyarlı hale gelirler. Kesin tanı endoskopik inceleme (gastroskopi) ile konur. Ülserler kendiliğinden kaybolabilir ve tekrar gelişebilir. Aktif durumda olduklarında, yemek yemekle kaybolan ağrılara neden olurlar. Ağrının yanı sıra ağızda ekşime, yanma gibi hoş olmayan şikayetlere de neden olabilirler.
Klasik tedavide bir çok ilaç kullanılmaktadır: antasitler, yüzeyi kaplayıp koruyan ilaçlar, spazm gidericiler ve en sık olarak da midenin asit üretimini engeleyen ilaçlar.
Aşağıdaki öneriler ülserli hastaların tedavilerine yardımcı olarak kullanılabilir:
- Kafeinli veya kafeinsiz her türlü kahveden ve tüm kafein içeren besinlerden uzak durun. Alkol, sigara kullanmayın.
- Aspirin ve benzeri ilaçlardan ve non-steroidal anti-inflamatuvar ilaçlardan (naproksen içerenler, diklofenak içerenler gibi) uzak durun. Ağrı kesici olarak asetaminofen (acetaminophen) grubu ilaç kullanın.
- Çay yerine nane çayı için.
- Size süt içmeniz önerilse de kesinlikle içmeyin, çünkü süt mide asit salgısını arttırır.
- Daha sık ancak daha az yemek yiyin. Uzun süre midenizin boş kalmamasına dikkat edin.
- Sarısabır (Aloe vera) suyu içebilirsiniz. Bu ülserin iyileşmesine katkıda bulunur. Ancak yüksek dozda kullanıldığında ishale neden olur. Bu nedenle her yemekten sonra 1 çorba kaşığı alınabilir.
- Bal, ülser tedavisinde kullanılabilen en etkin ilaç ve yiyeceklerden birisidir. Her yemekten sonra 1 çorba kaşığı çiçek balı yendiğinde ve buna 6 ay süresince devam edildiğinde hastaların %96 sında nedbe dokusu bırakmadan tam bir iyileşme olduğu gözlenmiştir. Ayrıca tedaviye başladıktan bir kaç gün sonra hazımsızlık, ağrı ve yanma - ekşime gibi şikayetler ortadan kalkmaktadır.
- Stres ve sıkıntıdan uzak bir hayat yaşamaya çalışın | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:09 pm | |
| ULSERATIF KOLIT
İltihaplı bağırsak hastalığı denen diğer hastalık da ülseratif kolittir. Bu hastalığın nedenleri bilinmiyor. Ülserleşmiş kolit sadece kolonda görülür. Bu yönden bağırsağın herhangi bir bölümünde olabilen Crohn hastalığından farklıdır. Ufak yaraların ve apselerin sadece kolonun iç cidarında (mukoza) görüldüğü iltihaplı bir hastalık özelliğini taşıyan ülserleşmiş kolit bir kronik durumdur. İltihaplı reaksiyonlar neredeyse her zaman rektum bölgesinde oluşur ve kolonun diğer kısımlarına uzanır. Kolonun ne kadarının etkilendiği bir kimseden diğerine değişir. Eğer iltihap rektumla sınırlıysa bazen bu durum için ülserleşmiş proktit (proctitis) terimi de kullanılır. Bu hastalığa her yaşta yakalanılabilir. Ancak en çok 15 ila 30 yaşlar arasında görülür. Crohn hastalığında olduğu gibi beyazlar arasında yaygın bazı ailelerde daha sık görülür.
Belirtiler
- Kanlı ishal, cerahatli de olabilir.
- Karın ağrısı,
- Acilen, ağrılı olarak tuvalete çıkmak,
- Ateş,
- Kilo kaybı,
- Mafsal ağrısı,
- Deride lekeler.
Bazen ülserleşmiş kolit belirti vermez. Bazen de kolon iltihaplanır ve kanlı ishale neden olur. Böyle hastalığın alevlendiği sıkıntılı devreler arasında sakin rahat devreler yaşanabilir. Aşağı yukarı bu hastalığı yakalananların %15 inde tüm kolonu kaplayabilen ve değişen iltihaplanmalarla hastalık çok ciddi seyredebilir. Belirtiler kuvvetli kanlı ishal, ateş ve karın ağrısıdır. Bu belirtiler acil bir tıbbi durum da doğurabilir. Çünkü kolonun (toksit megakolon) şişmesi veya genellikle iltihaplanmış kolonun delinmesi riski vardır. Ülserleşmiş kolitler, vücudumuzun diğer yerlerindeki çeşitli belirtilerle de ilgili olabilirler. Büyük mafsallarda olan ağrı veya iltihaplanma en çok da dizde ayak ve kol bileklerinde görülenler bu tip belirtiler arasında sayılabilir. Bazı durumlarda ankilozan spondilit ülserleşmiş kolitle ilgili olabilir. Bazen de akut göz ve deri iltihaplanmaları görülür ve kısmen de tıkanabilir.
Ayrıca kolonun tamamı veya tamama yakın bir bölümü ülserleşmiş kolitten etkilenen kimselerde de hastalığın 8-10 yıl arasında devam etmesi halinde kolon kanseri riski doğar. Hastalık daha az yayılmışsa (örneğin, kolit sadece kolonun sol kısmında ise) risk azalır. Kanser riski zaman uzadıkça artar. Fakat risk iltihaplanma derecesine bağlı değildir. Ülserleşmiş kolit belirtileri en az düzeyde olsa bile kanser gelişebilir.
İlaçla Tedavi
Ülserleşmiş kolitlerin tedavisinde kullanılan ilaçlar iltihaba karşı tesirli olabilenlerdir. Bunlar "sulfasalazine ve "kortikosteroid lerdir.
Sulfasalazine, hastalığın zaman zaman görülen minor (çok önemli olmayan) artışlarında ve sancının giderilmesinde kullanılır. Kortikosteroidler ise kanlı ishalin daha şiddetli vakalarında kullanılır. Eğer iltihaplanma yalnız rektumda ise kortikosteroidlerden biri iltihabı geçirip belirtileri ortadan kaldırabilir. Son yıllarda aspirin gibi ilaçlarla hazırlanan bazı yeni preparatların iltihabı kuruttuğu ve faydalı olduğu görülmüştür. Ayrıca araştırmacılar aspirin gibi ağızdan verilen ve bağırsakta özümsenmeyen bileşimlerin faydalarını araştırmaktadır. Bunların iltihabı ortadan kaldırma özelliği doğrudan iltihaplı bölgede yararlı olabilir.
İshal çok fazlaysa hastaneye gitmek gerekebilir. Burada vücudun su ihtiyacı damar yoluyla sağlanıp ağızdan beslenme yapılmayarak dinlendirilebilir. Doktorun dikkatle kontrolü altında nadiren azathiopirine gibi ilaçlarla immunosuppresive tedavi yapılabilir.
Beslenme
Bazı durumu çok ciddi olan hastalar da-
mardan verilmek suretiyle beslenirler çünkü kolonları yemeğe tahammül edemez. Durumu o derece ciddi olmayanlarda ise ishal nedeniyle kaybedilen besinleri telafı etmek için sıvı bir ilave yemek, ağızdan verilebilir.
Ameliyat
Ülserleşmiş koliti olanların yaklaşık yüzde 20 ila 25 i bir zaman ameliyata gerek duyarlar. Bunlar, ilaç tedavisine yanıt vermeyen ya da ağır komplikasyonları olan insanlardır.
Şimdiki eğilim, hasta halsizleşene kadar beklemek yerine, ameliyatı hastalığın erken aşamalarında, kolonun iltihabının ilaç tedavisine yanıt vermediği anlaşıldığı zaman yapılması yönündedir. En yaygın olarak uygulanan ameliyat ileo-anal ağızlaştırmadır. Önceki tekniklerin tersine, bu teknik şekil bozucu değildir, dışkının anüsten normal çıkışını korur ve genellikle ameliyat için seçilenlerin çoğu tarafından iyi tolere edilmektedir. 8 ila 10 yıldır yaygın ülserleşmiş kolitiniz varsa, doktorunuz, kanserin önlenmesi için tüm kolonun isteğe bağlı olarak alınmasını tavsiye edebilir.
Alternatif olarak, doktor, kolonda habis hücrelere bir dönüşümü düşündüren değişiklikleri araştırmak ve kuşkulanılan alanlarda biyopsi yapmak için kolonoskopiyle kolonun dönem dönem muayene edilmesini önerebilir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:10 pm | |
| URETRA DARALMASI
Üretra (penisin içindeki idrar ve meniyi taşıyan ince boru) o kadar daralır ki, idrarın geçmesine engel olur. Bu seyrek görülen bir olaydır. Üretra daralmasının birçok nedeni olabilir. Penisin incinmesi veya bir hastalık sonucunda oluşup, zamanla büzülerek yolu daraltan yara izi, bunlardan birkaçıdır. Çok ender olarak idrar yolu tamamen kapanabilir. Üretra daralması, akut bir belsoğukluğu olayından yıllar sonra ortaya çıkabilir.
Belirtiler
- İdrara çıkma zorluğu;
- Ağrılı idrara çıkma.
Teşhis
İdrar yaparken ağrı veya zorluk varsa bir ürologa görünmek gereklidir. Üretra daralmasından başka nedenler de bu sorunları ortaya çıkarabilir. Doktor penisi inceleyerek, çeşitli testler yapacak ve üretrayı ince, esnek bir aletle inceleyerek, sistoskopi uygulayacaktır.
Normal idrar yapabilmeyi sağlayabilmek için, üretra daralmasının tedavi edilmesi gereklidir. İlk yapılacak şey, içine ince bir alet sokarak üretrayı genişletmek olacaktır. Bu işlem lokal anestezi ile yapılır. Bu tedavinin birkaç kere tekrarlanması gerekir. Eğer idrar yolu bu açma çabalarından sonra yeteri kadar genişlemezse, ameliyat yöntemine başvurmak gerekebilir.
Darlığın derecesi sistoskop ile bakarak anlaşılabilir. Ameliyat uygulandığı zaman da, bu işlem sistoskopa bazı özel aletler takarak gerçekleştirilir. ÜRETRIT (KRONIK)
Bazen uretra (idrar yolu) tahriş ve iltihaplanması, bakteri enfeksiyonu belirtisi olsun ya da olmasın, haftalarca hatta aylarca geçmez. Bu durumda devamlı idrar yapma ihtiyacı duyarsınız ve idrar yapmak rahatsızlık verir. Kronik uretra iltihabında arada düzelme olursa da, bu iyilik dönemi gitgide kısalır.
Belirtiler
- İdrar yaparken geçmeyen veya tekrarlayan rahatsızlık;
- Sık idrara çıkma.
Mesanenin dibine kadar ilerlemiş iltihaba "trigonitis" denir.
Trigonitisi teşhis etmek için ucunda ışık bulunan ince bir alet mesaneye sokularak bakılır (Sistoskopi).
ilaç Tedavisi
Gerçekten iltihap belirtisi varsa antibiyotik veya sülfamit verilir.
Başka tedavi yöntemlerinin de (örneğin uretranın bir alet yardımıyla açılarak esnetilmesi gibi) yardımı olur. URTIKER (KURDASEN)
Ürtiker (kurdaşen), ciltte meydana gelen genellikle kaşıntılı, yuvarlak veya oval şişliklerdir. Bazen kırmızı olmakla birlikte, herzaman böyle olmak zorunda değildirler. Ürtiker plakları, derideki allerji ile ilgili hücreler (mast hücreleri) histamin adı verilen ve kılcal damarlardan sıvı sızmasına neden olan maddeleri salgılarlar. Damarlardan sızan bu sıvılar deride birikirler ve belirtilen şişliklere neden olurlar.
Çoğu insan bu şişlikleri gördüğünde alerjik bir reaksiyondan şüphelenirler. Ancak ürtiker plakları bazen sıcak, soğuk, güneş ışığı, egzersiz, stres, cildin bir bölgesine uzun süreli basınç uygulanması, ateş veya çok sıcak banyoya bağlı cildin sıcaklığında ani artış veya cildi tahriş eden kimyasal bir madde (kozmetik bir madde veya sabun gibi) gibi fiziksel kaynaklı etkenler de ürtiker gelişimne neden olabilir. Ürtiker plakları tüm vücudu ilgilendiren allerjik bir reaksiyonun da belirtileri olabilir:
- Solunumla alınan alerjenler: polenler, hayvan tüyleri, küfler
- böcek ısırıkları (özellikle arı), bazı ilaç enjeksiyonları
- yiyecekler : fındık-ceviz gibi yiyecekler, balık ve deniz ürünleri, süt ürünleri, gıda katkı maddeleri, penisilin veya aspirin gibi ilaçlar.
İnsanların yaklaşık %20 sinde yaşamları boynca en az bir kez ürtiker gelişmektedir. En sık ürtiker gözlenen yaşlar 20-30 yaşlar arasıdır. Nadiren, tüm vücudu etkileyen ve yaşamı tehdit eden boyuttaki anaflaktik şok adı verilen alerjik durumlarda da ürtiker ortaya çıkar. Bazı durumlarda, ürtiker plakları 6 hafta veya daha fazla süre kalabilir ve kronik (idiyopatik) ürtiker adı verilir. Sıklıkla, kronik ürtikerin nedeni bulunamaz, ve bir süre sonra kendiliğinden geçer.
Belirtiler
Ürtiker plakları, beyazımsı veya et renginde kabarıklıklar olarak gözlenirler; bazen kımızı bir bölge ile çevrilirler (eritem). Tipik olarak yuvarlak veya ovaldirler, sıklıkla kaşınırlar. Büyüklükleri değişkendir ve bazen çok büyük alanlar oluşturabilirler. Her hangi bir cilt bölgesinde ortaya çıkabilirler, acnak sıklıkla kol ve bacaklarda görülür. Çoğu ürtiker plakları kısa sürede ortadan kaybolur, ancak hasta aynı duruma maruz kalıyorsa 24-72 saatlik zamanlarda yeni alanlar ortaya çıkmaya devam edebilir.
Eğer ürtiker tüm vücudu ilgilendiren alerjik bir reaksiyonun ilk belirtileri olarak gelişmiş ise gelişebilecek diğer bulgular şunlardır: dilde, dudaklarda ve yüzde şişme, solunum güçlüğü, şuur bulanıklığı, göğüste daralma / sıkışma hissi. Bu belirtilerin araştırılması ve geliştiğinde acilen sağlık birimine müracaat etmek önemlidir çünkü bunlar anaflaktik şok habercisi olabilir.
Tanı
Muayeneye ve gerekirse alerjik deri testlerine göre tanı konur.
Aşırı yaygın olmayan ürtiker plakları genelde 8-12 saatte ortadan kaybolurlar. Ancak etken ortadan kalkmadığı sürece tekrarlayabilir.
Korunma
Sizde ürtikere neden olan durumları saptayabildi iseniz, bunlardan uzak durarak ürtikerden korunabilirsiniz.
Tedavi
Losyon veya krem türü bir antihistaminik ilaç ve ilave olarak antihistaminik tablet veya enjeksiyon gerekli olabilir. Eğer genel bir alerjiden şüphelenilmiyorsa kaşıntıyı geçirmek yeterli olabilir. Gerekli görülürse daha ileri tedaviler uygulanabilir. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:10 pm | |
| UYKU HASTALIGI
Tripanosoma cinsi bir organizmanın etken olduğu tropikal bir hastalıktır. Genellikle çeçe sinekleri tarafından bulaştırılır.
Kuluçka devresi: 2-3 hafta.
Belirtileri ve seyri
Hastalığın uzun süren gizli bir dönemi vardır. Erken dönemde vücut ısısı dönümlü olarak yükselir, dalak ve lenf bezleri şişer, bacaklarda şişme görülür. Bu belirtiler yaklaşık üç yıl kadar sürer. Bu dönemden sonra hastada titreme nöbetleri başlar. Yüz ifadesi anlamsızdır, konuşmada yavaşlama belirtileri baş gösterir. Daha sonra hasta giderek hareketsizleşir. Genel bir halsizlik durumu vardır. İştah hiç yoktur ve hasta giderek zayıflar. Vücut ısısı normalin çok altına düşer. ölümden kısa süre önce hasta artık yerinden hiç kalkamaz ve sürekli uyku halinde komaya girer.
Tedavi
Erken teşhis edildiği takdirde ilaç tedavisi uygulamasıdır. Geç teşhis vakanın ağırlaşmasına neden olacağından tedavi uzun sürebilir. UYKU NEDIR?
Ortalama olarak yaşamımızın üçte birini uykuda harcamaktayız - diğer aktivitelerde harcadığımızdan daha fazla bir zaman. Kendimizi iyi hissetmemiz için gerekli ve hayati bir şey olan uykunun bu kadar çok bölümünün halen bir bilinmeyen olması merak uyandırıcıdır. Son 50 yılda pek çok araştırmacı uyuma paternlerini ve uyuduğumuzda ortaya çıkan fizyolojik ve nörolojik değişiklikleri araştırmıştır. Nasıl uyuduğumuzla ilgili çok şey bilinmektedir - fakat niçin uyuduğumuz hakkında çok az şey biliyoruz.
Böyle olduğunda bile, herkes kötü bir gece uykusunun etkilerini bilir ve herkes uykunun ve iyi bir gece uykusundan sonra dinçleşmiş ve dinlenmiş kalkmanın yararlarını bilir. Bu yararları hissetmediğimiz zaman, uyku hakkında düşünmeye başladığımız ve uykumuzu iyileştirmenin yollarını aradığımız zamandır.
Normal uyku
Son 50 yılda nörolojik, endokrinolojik ve fizyolojik açıdan uyku ile ilgili çok şey yapılmıştır. Bunu takiben artık nasıl uyuduğumuz ve uyuduğumuzda ya da uyumadığımızda oluşan değişiklikler hakkında çok şey bilinmektedir.
Uykunun evreleri
Uykuya daldığımızda, bilinç düzeyimiz değişir ve iki uyku tipi arasında gidip geliriz:
- non-REM uykusu
- REM (hızlı göz hareketleri) ya da paradoksal uyku
Non-REM uykusu
Non-REM uykusu, uykunun gidişatı sırasında ortaya çıkan elektroensefalografik değişimlere dayanarak sıklıkla dört evreye ayrılmaktadır.
- Evre 0- Bütünüyle uyanıklık değişmiştir.
- Evre I- Uyku basması. Bu, uykuya dalmakta olan bir kişinin karşılaştığı durumdur. Eğer kişi uykunun bu evresinde uyandırılırsa etrafında olup bitenden tamamen haberdar olmamasına karşın genellikle uyanık olduğunu söyleyecektir.
- Evre II - Uykunun bu evresinde bilinç, kişi uyandırıldığında uykuda olduğunu hatırlayabilmesine yeterli olacak şekilde EEG paternleri.
- Evre III ve IV - Yavaş dalgalı uyku.
REM uykusu
Hızlı göz hareketleri (REM) uykusu, uykunun rüya görülen evresidir. Bu evre uykunun diğer evrelerinin arasına serpiştirilmiştir. Çok sayıda farklı özellik ile bağlantılıdır. Aynı zamanda paradoksal uyku olarak da bilinmektedir; çünkü önceleri, hızlı göz hareketleri ve huzursuzluğun eşlik etmesi araştırmacılara bu uyku evresinin hafif uyku olduğunu düşündürmüşse de, kas paralizisinin de olaya eşlik etmesiyle aynı zamanda paradoksal olarak da ağır bir uyku olduğu saptanmıştır.
Uykunun gece paterni
Uykuya daldığımızda non REM uykusunun dört evresinden hızla geçeriz ve ilk doksan dakikanın çoğu, yaklaşık on dakikalık REM uykusunun takip ettiği evre IV uykusunda harcanmaktadır. Bu patern kendisini, her bir döngüdeki REM uykusunda daha fazla zaman harcanacak şekilde, gece boyunca dört ya da beş kez tekrar eder. Uyanmamızdan önce REM uykusunda bir saat kadar zaman harcarız. REM uykusunda harcanan zaman yüzdesi doğumdan sonra gittikçe azalır ve (doğumda % 50) üç yaşında % 33 e, 11 yaşında % 27 ye ve ergenlikte de yaklaşık %25 e düşer.
Uyku ve uyanıklık ritimleri
Vücudun günlük ritimleri iyi bilinmektedir. Uyku bu doğal ritimlere sıkıca bağlı olan pek çok vücut fonksiyonundan birisidir. Bu ritimlerin uykudaki önemleri, uzun uçak yolculuğundan sonra ortaya çıkmaktadır. Vücut saatimizin, normalde uyku ve uyanıklık ile ilişkili olan dış uyarılarla ayarlanmadığını bu tür yolculuklarda ayrımsarız.
Uyku problemi olan kişiler sıklıkla doğal uyku ve uyanıklık ritimleri normalin dışında olanlardır. Bunlar gece vardiyasında çalışanlar veya küçük bebek sahibi ebeveynler ya da kendilerini geç kalkma ve ardından da yatma saatinde uyuma güçlüğü çekme alışkanlığına kaptırmış kişilerdir. Pek çok Akdeniz ülkesinde görülen uyku paterni -örneğin öğleden sonraları, özellikle sıcak havalarda iş arası verip uyuma - doğal uyku ritmimize Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika da sıklıkla görülen paternden olasılıkla daha yakındır.
Hormonlar ve uyanıklık
Adrenalin ve kortikosteroid düzeyleri uyanık olduğumuzda daha yüksektir - aslında uykuda olduğumuzda adrenalin düzeyleri çok azalır. Buna karşılık, büyüme hormonu ve diğer yenileyici hormonların düzeyleri uykuda daha yüksektir.
Melatonin uykuyu harekete geçirir ve bu gerçek, insanların uçak yolculuğunda ortaya çıkan gece ve gündüz paternlerine uyum sağlamalarıyla sonuçlanacak şekilde, vücudun hormonal döngülerinin bazılarını değiştirerek, uzun süreli hava yolculuklarının etkilerinin üstesinden gelmek için yardımcı olmak üzere, kişilere bir melatonin eşdeğeri ilaç verilerek araştırılmaktadır.
Ne kadar uykuya gereksinmemiz var?
Fizyolojik faktörler
Herkes farklılık gösterir - sıklıkla bir gecede 8 saatlik uykunun azalmış formu herkes için geçerli değildir. Bazı kişilerin bundan daha fazlasına gereksinimi varken diğer taraftan başka insanlar bir gecede sadece 3 ya da 4 saatle yetinmektedir.
Tarih her gece birkaç saatlik uykuya gereksinim duyan başarılı liderlerin hikayeleriyle doludur - Napolyon ve Churchill bunlardan ikisidir. Diğer taraftan Einstein bazen günün 16 saatini uykuda harcayan uzun bir uykucuydu.
Uykunun miktarı yaşla değişkenlik gösterir. Yeni doğmuş bebekler günün 20 saatini uykuda harcamaktadır. Yaklaşık 2 yaşında uykuya gereksinim azalmaktadır, buna karşın küçükler halen erişkinlerden daha çok uykuya gereksinim duyar. Çocukluğun ileri yaşlarında ortalama uyku saatleri erişkin ortalamasının sadece çok az fazlasına kadar düşer. Ergenlikte uyku paternleri değişken hale gelir ve bazı gençler 11 yaşında olduklarından daha fazla uykuya gereksinim duyar görünmektedir. 16-17 yaşlara geldiklerinde, insanların çoğu, yaklaşık kırk beş yaşına kadar sürecek olan uyku paternlerini edinirler.
Yaşlı kişiler daha hafif uyuma eğilimindedir ve genellikle gençliklerinde gereksinim duyduklarından daha az uykuya gerek duyarlar - 70 yaşında olduklarında gecede ortalama sadece 6 saat (Bu ortalama bir değer olduğu için pek çok kişi bundan daha azına gerek duyacaktır). Uykusuzluktan yakınan pek çok yaşlı kişi aslında yaşları için normal uyumaktadırlar, fakat onlar gençlik yıllarında hatırladıkları uykularını stilleriyle karşılaştırmaktadırlar.
Çevre faktörleri
Bu bireysel farklılaşmalardan daha önemli olarak bir toplumdaki ortalama uyuma miktarı dış faktörlerden etkilenmektedir. Örneğin; elektriğin genel kullanımından önce insanlar uyuma paternlerini gün ışığının paternlerine daha fazla bağlamışlardı; bu özellikle de mevsime bağlı olarak oldukça değişkenlik gösteren gün ışığı miktarının olduğu yerler olan yüksek bölgelerde daha belirgindi. Biz doğal olarak çevremizdeki insanlarla aynı zamanda uyuma eğilimindeyiz. Tüm toplumlarda karanlığın uykunun ana harekete geçiricilerinden biri olduğu bizi şaşırtmamalıdır. Bu doğal ritim gece işçilerinde olduğu gibi şaşarsa uyku ile ilgili problem sıklıkla ortaya çıkar. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:10 pm | |
| UYKU PROBLEMLERI
Aslında herkesin herhangi bir zamanda uyku problemi olur. Bunun için pek çok neden bulunmaktadır. Uykusuzluk en az üç hafta süren uykuya başlama ve devam etmede güçlük olarak tanımlanmıştır. Bir ya da iki gece bozulan uyku, uykusuzluk kavramına uymaz. Aynı zamanda gün boyunca yorulmadıysanız, ne kadar kötü uyuduğunuzu düşünürseniz düşünün uykusuzluk yakınmanız yoktur. Böyle bir durum bile zaman zaman uyuma probleminin olmadığı anlamına gelmemektedir ve bozuk bir uykunun sıkıntısını bilmek için uykusuzluk çekiyor olmanız gerekmez.
Genç kişilerin yaşlılardan daha az uyku problemi var gibi görünmektedir. Buna karşın yukarıda belirtildiği gibi bunun yaşlandıkça uyku paternlerinizde meydana gelen değişiklikle ilgisi olabilir. 20 li yaşlarında her 10 kişiden biri uyku problemi olduğundan yakınırken yetmişli yaşlardaki kişilerin 3 te biri şikayet etmektedir.
Farklı kişiler klasik olarak aşağıdaki problemlerin bir ya da daha fazlasıyla, farklı şekillerde karşılaşmaktadır:
- Uykuya başlama ve uyuma zamanı arasının uzunluğu (sıklıkla bir o yana bir bu yana dönme)
- Gece boyunca pek çok kere uyanma, bunun sonucu olarak da sabahleyin kötü uyku uyumuş olma duygusu
- Erken uyanma ve daha sonra tekrar uyuyamama
Kötü uykunun nedenleri
Endişe - stres ve anksiyete
İlaçlar - aşırı alkol - aşırı nikotin - aşırı kafein - çeşitli reçeteli ilaçlar
Dış faktörler - ses - ışık - aşırı sıcak ya da soğuk - rahatsız yatak
Tıbbi durumlar - ağn - horlama ve uyku apnesi - nefessiz kalma (örn. kalp ya da akciğer hastalığının yol açtığı) - idrar sıklığı - depresyon
Günlük hormonal ritmin bozulması - uzun mesafe uçak yolculuğu - gece işi
Fizyolojik - yaşlılık
Anksiyete
Endişe, uyuma güçlüğü için öne sürülen en sık nedendir. Aslında; neredeyse herkes bir gece endişe nedeniyle rahatsız bir gece uykusu geçirmiştir - düşünceler kafanızda uykunuzu engelleyecek şekilde dolanırken klasik olan bir o yana bir bu yana dönme hikayesi. Eğer bu uyumada bir güçlüğün nedeniyse o zaman endişeye yol açan problemlerle uğraşmalı ya da en azından uyumak için geçmişin ya da ertesi günün endişelerini unutmak mümkün olacak şekilde yeni alışkanlıklar geliştirmektir.
İlaçlar
İlaçlar kötü uykunun en alışılmış diğer bir nedenidir. Uyku paternlerinde oluşturdukları rahatsızlıklar gençleri yaşlılardan daha az etkilemektedir.
Aslında, sıklıkla gecenin sonunda içilen bir ya da iki bardak kahve 30 lu yaşlarındaki insanların bile iyi uyumasını engellerken, 20 li yaşlarındakiler hemen hiçbir etki hissetmez ve çok iyi uyurlar.
Kafeinin sizi uyanık tuttuğu iyi bilinmektedir, özellikle de kahve gece geç içildiğinde nikotinin de benzer etkisi vardır.
Alkolün bozuk bir uykuya yol açtığı belki de daha az iyi bilinmektedir. Sıklıkla gecenin sonunda içilen sevdiğiniz bir kadeh içkinin iyi bir gece uykusu uyumanıza yardımcı olacağı düşünülmektedir. Bu alkolün alımdan birkaç saat sonra oluşan geri dönüm ya da çekilme etkisi nedeniyledir. Zira uykuya çabucak dalıp fakat sabahın erken saatlerinde uyanma deneyimi.
Uyku hapları doktorlar tarafından hastalarına geniş ölçüde reçete edilmektedir ve şaşırtıcı şekilde doktorların kendileri tarafından da kullanılmaktadır. Bu durum, kullanımlarının ortaya çıkardığı problemin şu anda iyi bilinmesi gerçeğine karşın devam etmektedir. En iyisi uyuma ile ilgili kısa dönem problemlerde yararlı olmalarıdır, fakat bu ilaçları uzun dönemler için kullanmak anlamlı değildir. Başka bir özellik de uzun süreli uyku hapları kullanmanın uyuma problemine neden olan sorunu ortadan kaldırmanıza yardımcı olmayacağı ve uyku haplarını aldıktan sonraki etkinin oldukça dramatik olabileceğidir. Tüm formülasyonlar REM ve non-REM uykusunun doğal ritmini değiştirmemesine karşın pek çoğunun etkileri belirsizdir.
Dış Faktörler
Çok gürültülü, çok sıcak, çok soğuk ya da yeteri kadar karanlık olmayan bir oda kolaylıkla uyku problemine yol açabilir. Eğer durum böyle ise o zaman odayla ilgili bazı değişikliklerin sırası gelmiştir. İdeal olarak da kat kat gecelik giymeyi gerektirmeyecek şekilde rahat olmanızı sağlayacak kadar sıcak olmalıdır (fakat tercihen rahatsız edici kadar da sıcak olmamalıdır!). Oda iyi havalandırılmalıdır - eğer mümkünse kısmen açık bir pencere ile uyuyun. Uyuyanların tümü, özellikle de iyi uykucular uykularını alabilmek için makul derecede bir sessizliğe gereksinim duyarlar ve tabii ki eğer ortam karanlık değilse uykuya dalmak daha güçtür - örneğin perdeler sokak lambalarını ya da dışarıdaki diğer ışıkları kapatmaya yetecek kadar kalın mı?
Pek çok kişi orta derecede sert bir yatakta kendini en rahat şekilde hisseder - kısa dönemde yumuşak bir yatak daha rahat görünebilir, fakat uzun dönemde sırtınız için iyi değildir ve iyi bir uykuyu harekete geçirmesi olanaklı değildir. Çift kişilik yataklar bir problem ortaya çıkarabilir, özellikle de eşlerden biri diğerinden daha sert bir yatak severse. Bununla birlikte, iyi bir çift kişilik yatak ortada bombe yapmaz.
Tıbbi koşullar
Uykusuzluğa neden olabilecek pek çok tıbbi problem vardır. Uyku apnesi esasen aşırı kilolu erkekleri etkileyen ilginç bir durumdur. Bu durumda uykuya dalışta hava yolları soluk almayı engelleyecek şekilde 20 ila 30 saniye kadar tıkanmış gibi gözükür. Bu da hastayı uykudan uyandıracak şekilde iki ya da üç kez güçlükle nefes almasına yol açar. Ardından hiçbir şekilde iyi bir uyku uyunamaz. Horlama da aşırı kilolu olmakla bağlantılıdır ve horlayan kişi genellikle iyi uyuyabilmesine karşın, eşi ve hattı aynı evdeki diğer insanlar oldukça etkilenebilir.
Uyku Sorununuzun Olası Yanıtları
Eğer problemli uykunuz varsa bu durumu düzeltmeye çalışmak için yapabileceğiniz pek çok şey vardır:
- Sizi uyandıran ya da uyutmayan şeyleri belirleyen birçok şey olabilir.
- Ozel problemlerle gün içinde ya da akşam ilgilenmeye çalışın - tamamen üstesin -den gelinmediyse en azından ertesi gün ilgilenmek üzere hareket planı yapmaya çalışın; daha sonra onları gece boyunca bir kenara koymak için çaba sarf edin. Bazı kişiler hareket planlarını yazmayı yararlı bulmaktadır.
- Gece geç saatte harekete geçirici aktivitelerden uzak durun - bunun içinde iş (bazen önlenemeyen ya da kurs!), ağır egzersiz ve tartışmalar vardır.
- Hemen yatma saati öncesi aşın yemeyin
- Kahve, çay ve tütün gibi uyarıcılardan gece geç saatte uzak durun
- Gece aşırı alkolden kaçının - alkol uyumanıza yardımcı olacak gibi gözükse de harekete geçirdiği uyku kalite açısından zayıftır ve ertesi sabah kendinizi zinde hissetmemenizi yoiaçar.
- Kendinize her akşam yapacağınız rutin bir iş bulun. Bu sizi rahatlatacak ve hoşunuza gidecek bir şey olmalıdır.
- Yatak odasını sadece uyku için kullanın - yatak odasında okuma (bunun uyumanıza yardım ettiğini bildiğiniz takdirde aksi olabilir), televizyon seyretme, yemek yeme ve kesinlikle çalışma yapılmamalıdır
- Hergün hatta erken kalkmanız gerekmeyen günlerde bile kendinizi erken kalkmak üzere ayariayın
- Eğer uyanma güçlüğünüz varsa, odanın diğer bir tarafına çalar saat koymayı ya da uyandığınızda hemen ışıkları açmayı deneyin
- Düzenli egzersiz yapmaya çalışın
- Yatak odasını yatmak için hazırlayın, fakat sadece yorgun olduğunuzda yatağa gidin
- Tüm bunlara karşın uykuya daima güçlüğünüz olduğunu fark ederseniz yatakta uyanık bir halde oradan oraya dönmeyin. Kalkın ve başka bir odada rahatlatıcı bir şeyler yapın. Kendinizi yorgun hissedene kadar da yatağa geri dönmeyin.
- Gece yarısı ya da sabah erken uyanırsanız yatakta yatmayı sürdürmeyin. Kalkın ve başka bir odada bir şeyler yapın. Eğer gece yarısı kendinizi böyle bir durumda bulursanız endişelenmeyin. Normalde yapma fırsatı bulamadığınız bir şeyler yapın,örneğin kitap okuyun, hafif müzik dinleyin ya da normalde yoğun olan dünyanızın huzur, sessizlik ve sakinliğinin tadını çıkarın. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:11 pm | |
| UYKUSUZLUK
Uykusuzluk genelde; stres, sıkıntı, depresyon ve uyarıcı maddelerin kullanımı sonucunda meydana gelmektedir.
Hayatınızdaki tüm uyaranlardan kurtulun (çay, kahve, tütün, kola ve uyarıcı ilaçlar gibi).
Aerobik egzersizler yapmayı alışkanlık haline getirin. Gününüzün belirli bir bölümünü bu egzersizlere ayırın. Belirli bir süreegzersiz yapmak genelde geceleri rahat bir şekilde uyumanız için yeterli olabilir.
Yatmadan önce sıcak bir banyo yapmak (aşırı sıcak değil tabiiki), kaslarınızı gevşeterek uyumanıza yardımcı olur.
Eğer kas ağrılarınız ve kas spazmlarınız varsa ve bu nedenle uyuyamıyorsanız, şerbetçiotu (Humulus lupulus) bitkisinin çaylarını içebilirsiniz. Bira yapımında kullanılan bu bitki, binlerce yıldır yatıştırıcı ve rahatlatıcı oalrak kullanılmaktadır.
Yine ıhlamur çayı rahatlatıcı etkisi ile rahat uyumanıza yardımcı olur.
Yatmadan önceki 6 saat süresince çay ve kahve içmeyin.
Her sabah normalde kalktığınız saatten 1 saat önce kalkmaya çalışın.
Sinir - kas gevşemesini sağlayan kalsiyum ve magnezyum alın. Yatmadan hemen önce her ikisinden de 1000 mg alabilirsiniz. Glukonat ve sitrat formları mide-barsak sisteminde daha kolay bir şekilde emilmektedirler.
Yatmadan 30 dakika önce nişastalı bir şeyler yiyin; örneğin fırında pişirilmiş sade bir patates veya bir dilim ekmek gibi. Bunlar beyinden yatıştırıcı maddelerin salınmasına neden olabilir.
Uyumak için yattığınızda solunum egzersizleri yapın.
Kediotu (Valeriana officinalis) bitkisinin çaylarını (özellikle kökü) deneyebilirsiniz. Bu bitkiden elde edilen valepotriatların yatıştırıcı etkisi vardır.
UNUTMAYIN BİTKİLER DE (TIPKI İLAÇALR GİBİ) YÜKSEK DOZDA ZARARLI ETKİLER MEYDANA GETİREBİLİR. UYUZ
Uyuz hastaligina, cildin diş veya nasirli tabakasinda yaşayan ve ureyen ufak bir böcekçik neden olmaktadir.Uyuz, özellikle parmak aralarinda ve dirseklerde kuçuk kabarciklar veya sivilceler halinde bir dökuntu ile başlar.ozellikle geceleri çok kaşinti yapar. Bebekler dişinda, kaşintili yerler her zaman için boyundan aşagisinda kalan bölgelerdir. En çok etkilenen kisimlar; kalça, cinsel organlar, meme uçlari, parmak, bilek, dirsek ve dizlerdir.Kisa bir sure sonra kaşinti istegi, iltihaplanabilecek kaşinti izlerine ve yaralara neden olur. Eger ayni evde yaşayanlarin hepsi veya bazilari gunlerdir veya haftalardir kaşiniyorlarsa, bunun nedeni buyuk olasilikla uyuzdur. Uyuz kişiden kişiye çabuk bulaşir.
Tedavi:
1. Doktorun verdigi ilaçlara ve önerilere özenle uyun.
2. şize verilmiş olan krem veya losyonu, cinsel organlari da kapsayarak, vucudunuzun boyundan aşagi tum kisimlarina surun. ilaci el ve ayak tirnaklarinin içleriyle, ayak parmak aralarinin arasi ve alti gibi her turlu gizli kalmiş bölgeye surmeyi unutmayin.
3. ilaci 24 saat, duş veya banyo yapmadan uzerinizde birakin. Bu sure içerisinde ayni giysileri giyin.
4. 24 saat sonra hafif sicak bir banyo yapip ilaçtan arinin. Butun giysi ve iç çamaşirlarinizi degiştirip, yatak çarşaflarinizin tumunu yikayin. Normal yikama şekli tum uyuz böcekçiklerini öldurmeye yeterlidir.
5. Evdeki tum uyuzlular ayni anda tedavi edilmelidir. Bazilari uyuz olmuş ancak henuz kaşinti başlamamiş olabilir. Okul veya yuvaya giden çocugunuz uyuz olmuş ise, ögretmenini bilgilendirerek okuldaki diger çocuklarin kontrolunu saglayin.
6. Yumurtalarindan çikmiş yeni uyuz böceklçiklerini de öldurmek amaci ile ilk tedaviden bir hafta sonra tedaviyi yeniden tekrar edin. Başarili bir tedaviden sonra kaşinti 1-2 hafta daha devam edebilir. Uyuz kremini fazla surmeyin, bu durum daha fazla tahrişe neden olabilir.
7. 12 ayliktan kuçuk bebekler için mutlaka doktora gidin, yukarida yazilanlari uygulamayin.
onlemler:
Uyuz olmak için uyuz olan birinin cildine temas etmek gerekir. Ayni yatagi paylaşmak, çocuk bakimi gibi durumlar uyuzun yayilmasina neden olabilir.
Okuldan Alikoyma:
Gereken tedavi başlamadan çocuklarin okula gitmelerine izin verilmez. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:11 pm | |
| VITILIGO
Vitiligo, hemen her yaşta ortaya çıkabilen, doğumsal olmayan, sınırları net, parçalı, renksiz (açık renkli) alanlarla karakterize bir cilt hastalığıdır. Açık rekli alanın çevresinde genelde renk artışı vardır. Renk açıklığının olduğu bölgedeki kıllarda da renk kaybı meydana gelebilir. Her 100 kişiden birinde bu hastalığın olduğu düşünülmektedir.
Koyu tenli kişilerde daha belirgindir. Vitiligo nun nedeni tam bilinmemekle beraber pigment üreten hücrelerin (melanosit) kaybına bağlı olarak meydana geldiği düşünülmektedir. Bu hücrelerin hasara uğramasında da kişinin kendi bağışıklık siteminin etkili olduğu ileri sürülmektedir.
Doğuştan olmamakla birlikte bazı ailelerde sık görülmesi, genetik yatkınlık olduğunu düşündürmektedir.
En sık etkilenen bölgeler boyun, el sırtları ve cinsel organlardır (testis). Küçük lekeler halinde başlar, daha sonra bunlar büyüyerek veya birleşerek, klasik görüntüyü meydana getirirler.
Sadece muayene edilerek tanı konabilir.
Hastalığın gidişatı değişkendir. Belli bir büyüklükten sonra senelerce devam edebilir veya kaybolabilir. Bazı hastalarda ise tüm vücudu kaplayabilir.
Bu astalarda güneş yanığı sık gelişir, korunulması gerekir.
Yine vitiligo hastalarında pernisyöz anemi, hipertiroidizm ve Addison hastalığı da diğer insanlara göre daha sık görülmektedir (ya da daha sık birlikte bulunmaktadır).
Tedavi
Nedeni kesin olarak saptanamayan vitiligonun, kesin bir tedavisi de yoktur. Estetik amaçla, lekeleri kapatmak için bergamot esansı kullanılabilir.
8-metoksipsoralen veya trimetilpsoralen tedavileri lekeleri koyulaştırmadaki en etkin ilaçlardandır. Bu ilaçlar kullanıldıktan sonra hastaya ultraviyole-A ışını verilir. Bu ilaçlar 11 yaşın altında kullanılmamalıdır. Ancak bu tedaviye rağmen yeni bölgelerde hastalık oluşabilir.
Tedavide hipnozu önerenler de vardır.
Yurtdışında (Romanya) bulunan Gerovital H-3 yüz kremi (GH-3), adı verilen bir kremin yetişkinlerde etkili olduğu iddia edilmektedir. YEMEK BORUSU (OZAFAGUS) TIKANMASI
Yemek borusu (gırtlaktan mideye uzanan boru) tıkanması ile dünyaya gelen bir bebek tam olarak gelişmemiş bir yemek borusuna sahiptir.
Tahminen 3000 ila 4500 de bir bebek bu bozuklukla dünyaya gelmektedir. Yemek borusu tıkanıklığı ile dünyaya gelen bebeklerin üçte biri prematüre olarak doğmaktadır.
Bu bozukluğun yanı sıra, genellikle soluk borusu bozukluklar gibi başka anormallikler de meydana gelmektedir. Dahası, yemek borusu tıkanması ile dünyaya gelen bebeklerin en az % 30 unda yasamı tehdit eden kalp, üreme sistemleri ve merkezi sinir sistemi problemleri gibi bozukluklar da meydana gelmektedir.
Bu doğum kusurunun belirtileri çoğunlukla daha doğum odasında ortaya çıkar. Böyle bir bebeğin ağzından anormal derecede fazla salgı gelir ya da annesi bebeği beslemek istediğinde bebek yutkunamaz, öksürür ya da morarır. Eğer doktor bebeğe ağzından midesine bir sonda sokamaz ise, bebeğin yemek borusu tıkanması teşhisi konur.
Eğer bebeğinizde yemek borusu tıkanması varsa, derhal ameliyat edilmesi gerekir. Eğer tıkanık bölge derin değil ise iyileşme de çabucak gerçekleşir. Fakat tıkanıklık uzun bir bölgeyi kaplıyor ise, cerrah yemek borusunu onarmak yerine uzatmayı tercih edebilir; bu durumda, bebeğin beslenmesini sağlamak için yemek borusundan midesine ek boru takılır. | |
| | | iwles Sadık ÜyE
Mesaj Sayısı : 294 Kayıt tarihi : 20/10/07
| Konu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... 2007-10-21, 7:12 pm | |
| ZAYIFLIK (YETERSIZ KILO PROBLEMI) Öncelikle kilo durumunuzu doğru bir şekilde saptamanız gerekir, bunun için ilgili sayfamızdaki hesaplama aracından yararlanabilirsiniz. Bu hesaba göre zayıf olduğunuz saptandı ise ve hekim tarafından başka bir rahatsızlığınız olmadığı size söylendi ise burada yazılanlar sizin içindir. Şişmanlık özellikle gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde önemli bir problemdir ve hemen tüm yazılı ve görsel maedya araçları zaman zaman insanların zayıflamasına yarsımcı olacağını iddia ettikleri yöntemlerden ve diyetlerden bahsederler. Ancak ne yazık ki toplumun az bir kısmını ilgilendiren zayıflık problemi konusunda yeterli çaba harcanmamaktadır. Bununla birlikte zayıf insanların sağlıklı bir şekilde kilo almaları sanıldığı kadar kolay bir olay da değildir. Bol miktarda kızartma, hamurişi, tatlı gibi bol kalorili şeyleri günboyu yiyerek sağlıklı bir şekilde kilo alamazsınız, tüm temel besin maddelerinden yeterli ve dengeli düzeyde almanız gerekir. Sebze ve meyvelerden her gün 5 porsiyon yememiz gerekir. Bunlar doğal olmalıdır, yani dondurulmuş veya konserve olmamalıdır. Sebze ve meyvelerde bulunan antioksidanlar sizi hayat boyu bir çok rahatsızlıktan ve kanserden koruyacaktır. Süt ve süt ürünleri, özellikle kalsiyum, protein ve vitamin açısından son derece zengin besinlerdir; bunun yanı sıra süt içerek aldığınız kalori miktarını en kolay şekilde arttırabilirsiniz. Eğer sütü sevmiyorum diyorsanız içerisine bir kaşık meyve püresi, meyveli yoğurt gibi şeyler katın. Eğer bol miktarda süt içmeye karar verdi iseniz, az yağlı sütü tercih edin aksi taktirde vücuttaki yağ dengeniz bozulabilir. Süt ürünlerinde de özellikle az yağlı peyniri bol miktarda tüketebilirsiniz. Kanınızla ilgili her hangi bir problem yaşamamak için her gün iki porsiyon et (kırmızı, balık, tavuk) tüketin. Et demir içeriği açısından en zengin besindir. Ancak iki porsiyondan daha fazla et tüketmeyin. Et yerine yumurta, kuru baklagiller yiyebilirsiniz. Ancak salam, sosis, sucuk, hamburger gibi yağlı ve bol kalorili yiyecekleri en az düzeyde tüketin. Ara öğünleriniz olsun, bu kilo almanıza yardımcı olur. Ancak yine bu öğünlerde bol kalorili, yağlı ve şekerli yiyecekleri az yüketin. Belki de en önemlileri; öğün atlamayın, iştahlı ve göz zevkinize hitap edecek şekilde yiyeceklerinizi hazırlayın, yerken zevk almaya çalışın ve DÜZENLİ OLARAK EGZERSİZ YAPIN. TEMEL KONULARA DEĞİNDİKTEN SONR AKİLO ALMANIZA YARDIM EDECEK İPUÇLARI 1) yiyeceklerinizi seçerken bol kalorili olmalarına dikkat edin. 2) Günde 4-6 öğün yemek yiyin (hepsi de bol kalorili) 3) Bol karbonhidrat ve protein alın. Ancak unutmayın kalorinizin çoğunluğunu daima karbonhidratlar oluşturmalıdır, proteinler değil. 4) Su için. Şişmanlara sorun, su içsek yarıyor diyeceklerdir, gerçekten de su esinlerin kullanılabilmesi için teml bir besin maddesidir ve kilo kazanmak istiyorsanız bol miktarda içmelisiniz. 5) Geceleri yatmadan 2-3 saat önce yemek yiyin. Böylece kaloriniz az harcanacaktır. 6) Yo-Yo diyeti uygulayın. Bu en iyi kilo alma yöntemlerinden birisidir. 4 gün boyunca yüksek kalorili bir diyet yapın, sonra 3 gün süresince daha çok kalori içeren yiyecekler yiyin. Bu durum zayıflamak isteyen şişmanların başına sık sık gelen bir durumdur. Zayıflamak için diyet uygularlarken, birden kendilerini kaybedip daha çok yemeye başlarlar, ancak siz bunu bilinçli yapacaksınız. 7) Biraz daha fazla sodyum alın. Bu vücudunuzun suyu tutmasını sağlayacaktır. Bu durum da zamanla kas mikarınızın artmasına neden olacaktır. Kırmızı et diğer etlere göre daha fazla kilo almanıza neden olur. Ancak bunu sürekli olarak tüketmeyin, arada başka protein kaynakları da tüketin. 9) Protein ve aminoasit içeren içecekler için, bunlar eczanelerden bulunulabilir. Ayrıca bu amaçla sütün içerisine blendırda parçalnmış hurma koyarak iebilirsiniz. 10) Yiyin ve istirahat edin. | |
| | | | Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... | |
|
Similar topics | |
|
Similar topics | |
| |
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |