JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: DÜNYANIN EN GÜZEL ÖYKÜLERİ 2 2007-09-23, 11:45 pm | |
| MÖSYÖ SEGUİN’İN KEÇİSİ - Alphonse Daudet
GİRİŞ
Kitap dediğinin daima eskisi makbuldür. Bu yüzden vaktiyle Kadıköy’deki sahaflara uğramayı pek severdim. Kapaklarına rutubet sinmiş, sayfalarını kurtçukların kemirdiği hoş kokulu kitaplar arasında saatler geçirirdim. Arada bir, birkaç iyi kitaba rastladım mı dünyalar benim olurdu. Büyük keşifler yapmış bir adamın heyecanı ve ciddiyetiyle evime gelir, hazinelerimi büyük bir iştahla tüketmeye koyulurdum. Aman sonu gelmesin diyerek her sayfayı iyice sindiremeye çalışır, bir sonraki sayfaya geçmemek için türlü bahaneler icat ederdim. Mösyö Seguin’in Keçisi’ni böyle bir heyecanla keşfettim.
1943, Remzi Kitabevi nüshası bugün bile kitaplığımın en değerli hazinelerinden biridir. Ona gözüm gibi bakar, ne zaman elime alsam gerçek bir kitap tutmakta olduğum hissine kapılırım.
Çevirmen Sabri Esat Siyavuşgil kitabın önsözüne bakın nasıl başlamış;
“Bir eleştirmen der ki, hikaye anlatmak sanatı Fransızlara vergidir, Fransa’nın hiçbir eyaleti de Provence kadar iyi hikayeci yetiştirememiştir, Provence hikayecilerinin hiçbiri Alpohnse Daudet’le boy ölçüşemez ve Daudet’in en nefis hikayeleri de Değirmenimden Mektuplar isimli eserindekilerdir.”
"Dünyanın en iyi öyküleri bunlardır" demenin dolambaçlı bir yolu… Onun bu değerlendirmesini, şöyle sürdüreyim; “Değirmenimden Mektuplar’daki en muhteşem öykü ise, Mösyö Seguin’in Keçisidir.”
Kendisine derin bir aşkla bağlı olduğumuz bazı sanat eserleri vardır. Mösyö Seguin’in keçisi, benim için böyle bir eserdir. İlk okumamdan aldığım hazzın hatırası, bugün bile hafızamda capcanlıdır ve aradan geçen on üç yıl, bu öyküye olan muhabbetimden hiçbir şey götürememiştir.
Çevirmeninin ifadesiyle; “ebedi baharın sırrına ermiş” bu öyküde beni böylesine saran şey nedir?
Birincisi; her iyi öykü gibi bu öykü de büyük bir insanlık sorununu dile getiriyor, güçlü bir ikilem doğuruyor ve Latinlerin, audi alteram partem (öbür tarafı da dinle) deyişinin hakkını verircesine, olası tüm çözümlere adil davranıyor.
İkincisi; birçok farklı okumalarda, birçok kılıklara bürünüveriyor. Öyle ki, bu öyküyü genç bir delikanlının ailesinden kopuşunun, bir milletin hürriyet mücadelesinin ya da isyankar bir ruhun ıstıraplarının izdüşümü olarak okuyabilirsiniz.
Üçüncüsü; ele aldığı büyük insanlık sorununu öylesine naif, öylesine saf, duru, samimi ve içli bir üslupla dile getiriyor, sizi, ağdasız, zorlamasız, temiz ve tatlı bir üslupla öylesine can evinizden kavrıyor ki, bu öyküden sonra insanın, “hakikat yalındır” diyesi geliyor.
Mümkünse Değirmenimden Mektuplar’ı edinin, oradaki bütün öyküleri okuyun. Mümkün değilse, hiç değilse, aşağıya sizin için yerleştirdiğim, Mösyö Seguin’in küçük keçisi Blanquette'in öyküsünü okumayı ihmal etmeyin.
Eser 1866 tarihinde, Alphonse Daudet tarafından yazılmış ve Değirmenimden Mektuplar isimli öykü kitabında neşredilişinin ardından, önce Fransa’da, sonra bütün Avrupa’da ve dünyada büyük yankı uyandırmıştır. Öyle ki, Fransa'daki birçok ilkokul çocuğu, bu öyküyü heceleyerek okuma yazma öğrenmişlerdir.
Eser 1943 tarihinde büyük edebiyatçımız Sabri Esat Siyavuşgil tarafından enfes biçimde dilimize kazandırılmış, Remzi Kitabevi tarafından aynı tarihte neşredilmiştir.
Eserde yer alan kimi eski sözcükleri (ki, sayıları pek azdır) yenileriyle değiştirdik, bazı çeviri hatalarını ve söyleyiş bozukluklarını giderdik.
Daudet’in sözleriyle bitireyim; “Parisliler, keşkülünüzü uzatın. Bu kez size hâlis Provence kaymağı ikram ediliyor.”
MÖSYÖ SEGUİN’İN KEÇİSİ – Alphonse Daudet
Sen hiç değişmeyeceksin, zavallı Gringoire’cığım! Nasıl olur? Sana Paris’in tanınmış bir gazetesinde köşe yazarlığı teklif ediyorlar da sen bunu reddetmeye kalkışıyorsun! Kendine bir baksana, zavallı çocuk! Şu delik deşik mintanına, şu hapı yutmuş pantolonuna, şu açım diye haykıran sıska suratına bir baksana! Güzel kafiyeler uydurmak ihtirası, bak seni ne hale soktu? Apollon cenaplarının hizmetinde on senedir sadıkane verdiğin emek, bak sana neye mal oldu… Hala da mı utanmıyorsun? Köşe yazarı olsana, budala! Köşe yazarı olsana! Çil çil liracıklar kazanırsın, Brebant lokantasında karnını doyururusun, külahına yepyeni bir tüy takarak tiyatroların ilk temsil akşamlarında boy gösterirsin. Nasıl? İstemiyor musun? Sonuna kadar, keyfine göre serbest yaşamak mı istiyorsun? Peki öyleyse. Mösyö Seguin’in keçisi hikayesini bir dinle bakalım. Dinle de serbest yaşamak arzusu insana ne kazandırır, öğren.
Mösyö Seguin’in keçilerinden yana hiç talihi yoktu. Hepsini de, aynı şekilde elinden kaçırırdı. Bir sabah ipini koparan dağa yollanır ve orada kurda yem olurdu. Ne sahibinin okşayışı, ne kurt korkusu bir tek keçiyi bile vazgeçirememişti. Bunlar, herhalde ne pahasına olursa olsun açık havayı ve başıboş gezmeyi seven, hürriyet aşığı keçilerdi. Hayvanlarının huyundan pek anlamayan zavallı Mösyö Seguin, çok kederliydi: - Anlaşıldı, diyordu. Keçilerin burada canı sıkılıyor. Artık istemem, keçi beslemeyeceğim. Yine de ümitsizliğe düşmedi. Altı keçisi aynı şekilde kaybolduktan sonra, tuttu, bir yedincisini satın aldı. Yalnız bu sefer, alışması kolay olsun diye kart değil, körpe keçi almaya dikkat etti. Ah, Gringoire, bilsen Mösyö Seguin’in keçisi ne güzeldi! Baygın gözleri, küçük zabitlerinki gibi didon sakalı, pırıl pırıl ayakları, çizgili boynuzları, üstünde harmani gibi uzun beyaz tüyleriyle o kadar güzeldi ki! Neredeyse Esmeralda’nın oğlağı kadar şirindi, hatırlıyorsun değil mi Gringoire? Sonra, yumuşak başlı, sokulgandı. Sağılırken kımıldamaz, ayağını süt kabının içine sokmazdı. Velhasıl, cana yakın bir keçiydi.
Mösyö Seguin’in evinin arkasında, etrafı ak dikenle çevrilmiş bir ağılı vardı. İşte yeni kiracısını buraya yerleştirdi. Onu, çayırın en güzel yerinde, bir kazığa bağladı. Ama ipini de uzun bıraktı. Arada sırada, rahatı yerinde mi diye yoklamayı ihmal etmiyordu. Keçi mutlu görünüyor ve öyle keyifli otluyordu ki, Mösyö Seguin’in ağzı kulaklarına varıyordu. Adamcağız kendi kendine: - Nihayet, diyordu, burada canı sıkılmayan bir keçi bulabildim. Mösyö Seguin aldanıyordu, keçisinin canı sıkıldı. Bir gün dağa bakarak, kendi kendine: - Kim bilir dedi, oraları ne güzeldir! Boynumun derisini yüzen şu uğursuz ip olmasa da, fundalıkların içine bir dalsam! Ne hoş olurdu. Çitin içinde otlamak eşeğe veya öküze yakışır! Keçi milletine açıklık lazım! O andan sonra ağılın otu kendisine tatsız geldi. Can sıkıntısı başladı. Eridi, sütü azaldı. Onun, böyle bütün gün, ipini çekerek, kafasını dağ tarafına çevirmiş, burun delikleri açılmış, mahzun mahzun, meee! demesi yürekler acısıydı. Mösyö Seguin keçisinin bir derdi olduğunu anlıyordu ama ne olduğunu bir türlü kestiremiyordu. Bir sabah, sağılması biterken keçi başını çevirdi ve kendi lisanıyla: - Bakın Mösyö Seguin, dedi. Ben burada eriyip bitiyorum. Bırakın da dağa gideyim! Mösyö Seguin: - Allahım! Bu da mı? diye haykırdı. O kadar şaşırmıştı ki, süt kabını yere düşürüverdi. Sonra keçisinin yanına, otların üzerine oturarak: - Nasıl Blanquette, dedi, beni bırakıp gitmek mi istiyorsun? Blanquette: - Evet Mösyö Seguin, diye yanıt verdi. - Otunu mu az buluyorsun? - Hayır Mösyö Seguin. - Galiba ipin kısa geliyor, istersen uzatayım. - Ne zahmet Mösyö Seguin - Öyleyse neyin eksik? Ne istiyorsun? - Dağa gitmek istiyorum Mösyö Seguin. - Ah Zavallı! Dağda kurt olduğunu bilmiyor musun? Karşına çıkarsa ne yaparsın? - Tos vururum Mösyö Seguin. - Kurda senin boynuzların vız gelir. O benim, senden daha bir nice boynuzlu keçilerimi yedi. Zavallı Renaude’u bilirsin. Hani geçen sene buradaydı. Teke gibi güçlü kuvvetli, ne azılı keçiydi. Bütün gece kurtla dövüştü ama sabahleyin kurt onu yedi. - Vah zavallı Renaude! Ama zararı yok Mösyö Seguin, bırakın beni, dağa gideyim. - Aman Allahım! Benim keçilerime de ne oluyor? Bunu da kurt elimden kapacak. Ama yağma yok. İste, isteme seni kurtaracağım kâfir. İpini koparmayasın diye seni ahıra kapayacağım. Artık hep orada kalacaksın. Bunun üzerine Mösyö Seguin, keçiyi zifiri karanlık bir ahıra götürdü ve ahırın kapısını adam akıllı kilitledi. Kapıyı kilitlemişti ama pencereyi unutmuştu. Seninki arkasını döner dönmez, keçi pencereden atlayıp kaçtı. Gülersin tabi Gringoire! İnkar etme, ben bilirim. Sen o zavallı Mösyö Seguin’e karşı keçilerin tarafını tutarsın. Ama biraz sabret, sonunda da gülecek misin bakalım. Beyaz keçinin dağa gelişi, her tarafta hayranlık uyandırdı. İhtiyar çamlar, o güne kadar keçinin bu kadar güzelini hiç görmemişlerdi. Onu küçük bir kraliçeymiş gibi karşıladılar. Kestane ağaçları, Blanquette’i dallarının uçlarıyla okşayabilmek için yerlere kadar eğiliyorlardı. Yolunun üstünde katır tırnakları açıyor ve ellerinden geldiğince güzel kokmaya çalışıyorlardı. Bütün dağ, ona bayram yaptı. Bizim keçinin ne kadar mutlu olduğunu bir düşün Gringoire! Artık ne ip var, ne de kazık. Onu, keyfinin istediği gibi sıçramaktan, otlamaktan alıkoyacak hiçbir şey yok. Asıl otun bolluğu oradaydı. Ta boynuzlarını aşacak kadar, azizim! Hem ne ot! Lezzetli, ince, diş diş, bin bir çeşit nebatın mahsulü. Hele çiçekler? Maviş maviş kocaman boru çiçekleri, uzun kırmızı yüksük otları, sarhoş edici usareleri taşan bütün bir yabani çiçek ormanı! Beyaz keçi, bunların arasında, yarı sarhoş, ayakları havada, yere dökülmüş yapraklarla kestanelere karışarak, bayır aşağı yuvarlanıp duruyordu. Sonra, bir sıçrayışta ayağa kalkıyor, haydi yallah, yine çalıların, yeşilliklerin içine dalıyor, fırt bir kayanın üstüne çıkıyor, fırt bir hendeğin dibine atlıyordu. Bir aşağı bir yukarı, her yere burnunu sokuyordu. Sanki Mösyö Seguin, dağa on keçi birden salıvermişti. Çünkü Blanquette’in hiçbir şeyden pervası yoktu. Bir sıçrayışta koca koca selleri aşıyor, aşarken de su ve köpük içinde kalıyordu. Sonra, sırılsıklam, gidip düz bir kayanın üstüne uzanıyor, güneşte kurunuyordu. Bir seferinde de, ağzında bir çiçek, yaylanın kenarına kadar geldi ve aşağıda, ta aşağıda, ovada, Mösyö Seguin’in evini ve ağılını gördü. Bu manzaraya katıla katıla güldü: - Ne de küçükmüş! dedi. Nasıl olmuş da sığmışım! Zavallıcık, kendisini o kadar yüksekte görünce, dünyaya bir türlü sığamaz olmuştu. Velhasıl, Mösyö Seguin’in keçisi çok güzel bir gün geçirdi. Öğleye doğru, sağa sola koşarken, bir yabani asmayı kıtır kıtır yiyen bir sürü dağ keçisinin arasına düştü. Bizim beyaz elbiseli kaltak, ortalığı birbirine kattı. Kendisine yabani asmanın en lezzetli parçasını ikram ettiler. Hele erkekleri görme. Bir çıtkırıldım oldular ki. Hatta dahası var Gringoire ama, aramızda kalsın. Siyah tüylü, genç bir dağ keçisi galiba, Blanquette’in hoşuna gitmek şerefine mazhar oldu. İki sevdalı, bir iki saat ormanın içinde kayboldular. Birbirlerine ne söylediklerini öğrenmek istersen git de, yosunların altında belirsiz dolaşan geveze kaynakları sorguya çek. Ama birdenbire hava serinledi, dağ menekşe rengi bağladı; akşam olmuştu. Küçük keçi şaşırıp kaldı: - Ne çabuk! Aşağıda tarlalar sise gömülmüştü. Mösyö Seguin’in ağılı, hemen hemen kaybolmuştu; küçük evin yalnız tüten bacasıyla çatısı görünüyordu. Blanquette, ağıla dönen bir sürünün çıngırak seslerini dinledi, içi burkuldu. Yuvasına dönen bir akdoğan, geçerken kanatlarıyla ona sürtündü, içi titredi. Sonra dağda bir uluma duyuldu: - Uuuuuu! Uuuuuu! Aklına kurt geldi; bütün gün çılgın gibi, kurdu hiç düşünmemişti. Yine o anda, ovanın ta dibinden bir boru sesi işitildi. Bu, bizim Mösyö Seguin’in başvurduğu son çareydi. Kurt: - Uuuuuu! Uuuuuu! diye uluyordu. Boru: - Eve dön! Eve dön! diyordu. Blanquette, bir an, geri dönmek istedi ama kazığı, ipi, ağılın çitini hatırlayınca, bu hayata daha fazla katlanamayacağını, dağda kalmanın hayırlı olacağını düşündü. Artık boru sesleri de kesilmişti. Keçi tam arkasında bir yaprak hışırtısı duydu. Döndü ve karanlıkta kısa ve dimdik iki kulakla, pırıl pırıl yanan bir çift göz gördü. Bu, kurttu. Koskocaman, hareketsiz, kıç üstü oturmuş, küçük beyaz keçiye bakıyor ve onu gözleriyle şimdiden yiyordu. Nasıl olsa yiyeceğini bildiği için hiç acele etmiyordu. Yalnız, keçi yüzünü kendisine dönünce, fena fena gülmeye başladı: - Hah! Hah! Mösyö Seguin’in küçük keçisi! Sonra kocaman kırmızı diliyle, kav rengindeki sarkık dudaklarını yaladı. Blanquette mahvolduğunu anladı. Bir an, bütün gece dövüşüp de ancak sabah olunca kurdun karnına giren koca Renaude’un macerasını hatırladı ve beyhude yere uğraşmaktansa, hemen yutuluvermenin daha hayırlı olacağını düşündü. Sonra bundan vazgeçti, kafasını kıstı, boynuzlarını uzattı, müdafaaya hazırlandı. O Mösyö Seguin’in kahraman keçisi değil miydi ya! Kurdu öldürmek ümidine kapılmamıştı, keçiler kurtları öldüremezler, ama Renaude kadar dayanabilip dayanamayacağını anlamak istiyordu. Nihayet canavar, keçinin üzerine yürüdü. Küçücük boynuzlar da harekete geçti. Ah yavrucuk! Var kuvvetiyle nasıl karşı koyuyordu. Belki on defa, yalan söylemiyorum Gringoire, belki on defadan da fazla, kurdu gerileyip nefes almaya mecbur etti. Bu bir dakikalık aralıklarda bile kâfir obur, hemen o güzelim otlardan bir parça koparıyor, sonra, ağzı dolu dolu, yine kavgaya tutuşuyordu. Bu, bütün gece devam etti. Mösyö Seguin’in keçisi bazen parlak gökyüzüne, yıldızların kaynaşmalarına bakıyor ve kendi kendine: - Ah ne olur, diyordu, şafak atıncaya kadar dayanabilsem! Yıldızlar birbiri ardı sıra sönüp kayboldu. Blanquette boynuzlarına, kurt dişlerine yüklendi. Ufukta solgun bir ışık peyda oldu. Çiftliğin birinde kısık sesli bir horoz öttü. Can vermek için sabahı bekleyen zavallı hayvancık: - Çok şükür! dedi ve kan lekelerinin benek benek ettiği o güzelim beyaz postuyla, boylu boyunca yere serildi. O zaman kurt, küçük keçinin üzerine atıldı ve onu parçalayıp yedi. Allahaısmarladık Gringoire! Dinlediğin hikayeyi ben uydurmadım. Şayet bir gün, olur da Provence’e gelirsen, bizim rençberlerden sık sık şunu duyarsın: Mösyö Seguin’in keçisi bütün gece kurtla boğuştu, sonra sabah olunca kurt onu yedi. Beni iyi dinliyor musun Gringoire; sonra sabah olunca kurt onu yedi.
SON | |
|