JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: 18 Mart Çanakkale Şavaşı 2007-10-21, 11:36 am | |
| - Alıntı :
- Çanakkale Savaşı
Birinci Dünya Savaşı'nda, Osmanlı Devletinin Çanakkale Boğazını ele geçirmeye ve İstanbul'u işgal etmeye yönelik İngiliz-Fransız ortak harekâtına karşı yürüttüğü savunma savaşlarına Çanakkale Savaşları denir. Osmanlı topraklarına karşı böyle bir harekat 1904-1911 arasında İngiltere'de planlandı. Ağustos 1914' den itibaren Çanakkale Boğazı giriş çıkışları kontrol altına alındı. Kasım 1914'te Osmanlı Devleti ile İtilaf devletleri arasında savaş başlayınca plan uygulanmaya başlandı.. Kasım-Aralık 1914'te İngilizler, Seddülbahir ve Kumkale tabyalarını topa tuttular. 2.Ocak 1915'te İngiliz hükümeti Çanakkale Boğazının ele geçirilmesi kararını aldı. (Deniz Kuvvetleri Bakanı Winston Churchill). 28 Ocak 1915'te Deniz harekatı kararı verildi. 19 Şubat 1915'de Çanakkale savaşları fiilen başladı. Boğazın dış tabyaları tahrip edildi. Bombardımana 12 büyük zırhlı ve diğer gemiler katıldı. Deniz savaşının yeterli olmayacağı anlaşılarak çıkarma kararı verildi. Dış tabyaların 19 Şubat'ta tahribi (Toplam 19 top) sonucu İtalyanlar İtilaf Devletlerine meyletti, Ruslar telaşlandı ve İstanbul'un Yunanlıların eline geçeceğinden korkarak 40.000 kişilik bir yardımcı kuvvet göndermeyi teklif etti; ancak, İngiliz ve Fransızlar boğazları Ruslara vermeyi vaat ettiler. Asıl çıkarmanın 18 Mart'ta olmasına karar verildi. Orta tabyalar sürekli bombardıman edildi, dış tabyalar için karaya asker çıkarıldı. Boğazda mayın arama ve temizleme işi sürekli uygulandı. 18 Mart 1915'te düşmanın Büyük Taarruz'u sabah saat 11.00 de başladı. 18 büyük zırhlı, birçok muhrip ve denizaltı mevcut idi . Toplam 506 topa karşılık savunmada toplam 150 top vardı. Sonuç aynı gün 17:45 te alınmıştı. İki İngiliz, bir Fransız zırhlısı battı. Bir İngiliz, iki Fransız zırhlısı ağır yara aldı, üç gemi karaya oturdu. Kayıplarımız kırkdört şehit, yetmiş yaralı, sekiz top idi. Neticede, düşman boğazı denizden geçemeyeceğini anlamıştır. Avustralya'dan Kanada'ya kadar sömürgelerden toplanan askerler de savaşa sürülmüştür. Bu gruptan en savaşcı askerler: "Australia and New Zealand Army Corp.", "ANZAK" lardır. 25 Nisan 1915 Çanakkale Savaşlarının en kanlı muharebeleri başlamıştır. Sabahın erken saatlerinde İngiliz ,Fransız ve ANZAK kara -deniz birlikleri, Seddülbahir ve Arıburnu'na, 70.000 kişi ile 109 harp gemisi, 308 taşıt gemisi desteğinde çıkarma yaptı. Aynı anda Fransız birlikleri Kumkale'ye yanıltıcı küçük bir çıkarma yaptılarsa da tutunamadılar. Arıburnu'na çıkan ve Conkbayırı'na doğru ilerleyen İngiliz birliklerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği 19. Tümen karşıladı. Mayıs, Haziran, Temmuz ayları boyunca gögüs göğüse kanlı çarpışmalar oldu. 9 Ağustos ve 20 Ağustos'taki büyük saldırı ve geri püskürtülmeden sonra Çanakkale'yi karadan da geçemeyeceklerini anlayan İngiliz ve Fransızlar Kasım 1915'ten itibaren savaşı sona erdirmeye karar verdiler ve 9 Ocak 1916'da son düşman kuvvetleri de çekildi. Savaş boyunca 300.000 kadar İtilaf Devletlerinden, 250.000 kadar Türk askerinden kayıp oldu.
| |
|
JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| |
JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: 18 Mart Çanakkale Şavaşı 2007-10-21, 11:39 am | |
| - Alıntı :
- Çanakkale Şehitlerine
Şu Boğaz Harbi nedir ? Var mı ki dünyada eşi ? En kesif orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya, Ne hayâsızca tahaşşüt ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle "bu, bir Avrupalı" Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi! Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer, Yedi iklimi cihanın duruyor karşında; Ostralya'yla beraber bakıyorsun Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler, rengârenk. Sâde bir hadise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi Yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani tâûna da züldür bu rezil istîlâ... Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-u asil Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyla sefil, Kustu Mehmed'ciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyet denilen kahpe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, Öyle müthiş ki: eder her bir mülkü harab. Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı: Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam; Atılan her lâğımın yaktığı yüzlerce adam. Ölüm indirmede. gökler, ölü püskürmede yer; O ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak; Boşanır sırtlara, vadîlere sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü halinde gezerken sayısız tayyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler!.. Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'a mı göğsündeki kat kat iman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrından râm? Çünkü te'sis-i ilâhî o metîn istihkâm. Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, Beşerir azmini tevkîf edemez sun-u beşer; Bu gögüslerse Hüdâ'nın ebedî serhaddi; "O benim sun-u bedîim, onu çiğnetme!" dedi. ÂSIM'ın nesli.. diyordum ya... Nesilmiş gerçek; İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek, Şühedâ gövdesi, baksan a, dağlar, taşlar O, rükû olmasa dünyâda eğilmez başlar, Vurulup tertemiz alnından uzanmış yatıyor; BİR HİLÂL uğruna, yâ Rab, ne GÜNEŞLER batıyor! Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!.. Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor TEVHÎDİ... BEDR'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi... Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni târîhe!" desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. "Bu, taşındır" diyerek KÂBE'yi diksem başına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmiyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle, Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan, Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ haşre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları, sarsam yarana... Yine birşey yapabildim diyemem hâtırana. Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini; Şarkın en sevgili sultânı SELÂHADDÎN'i, KILIÇ ARSLAN gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslâmı kuşatmış, boğuyorken husran; O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın; Sen ki a'sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât! Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihat... Ey şehid oğlu, isteme benden makber, Sana âğûşunu açmış duruyor PEYGAMBER.
Mehmed ÂKİF ERSOY
______________________
Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın Bu toprak,bir devrin battığı yerdir. Eğil de kulak ver bu sessiz yığın Bir vatan kalbinin attığı yerdir. Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda, Gördüğün bu tümsek, Anadolu'nda İstiklal uğruna, namus yolunda, Can veren Mehmet'in yattığı yerdir. Bu tümsek, koparken büyük zelzele Son vatan parçası geçerken ele Mehmet'in düşmanı boğduğu sele Mübarek kanını kattığı yerdir. Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin Yaptığı bu tümsek amansız çetin Bir harbin sonunda bütün milletin Hürriyet zevkini tattığı yerdir Necmettin HALİL ONAN | |
|