Sultân Murad, zorbacı başı Receb Paşa’nın entrikalarının ardında
mâzul Sadrazam Hüsrev Paşa’nın bulunduğunu biliyordu. Ayrıca isyan
eden zorbalar, sadece Ahmed Paşa’nın öldürülmesiyle yetinmiyorlardı.
Es’ad Efendi’den sonra yeniden Şeyhülislâm olan Yahya Efendi’nin de
bu görevden alınmasını istiyorlardı. Nitekim alındı ve yerine
Ahi-zâde Hüseyin Efendi Şeyhülislâmlığa getirildi. İsteklerinin sonu
gelmiyordu. Sultân Murad evvela, Murtaza Paşa’yı tavzif ederek
Tokat’taki Hüsrev Paşa’nın ele geçirilmesini istedi; teslim olmadı
ve sonra da öldürülüp halka cesedi teşhir edildi. Bunun üzerine
Receb Paşa yeniden kapıkulu askerlerini tahrik ederek 20 Şaban
ihtilali diye bilinen ikinci isyanı çıkarttı. Veliahd Şehzâde
Bâyezid Padişah yapılmak istendi; ancak muvaffak olunamadı. IV.
Sultân Murad, ipleri ele almaya başlamıştı ve hemen devleti
tehlikeye sokan Recep Paşa’yı 18 Mayıs 1632 tarihinde idam ettirdi.
Bunun üzerine Sultânahmed Meydanına toplanan isyancı askerler
yeniden anarşi çıkarmak istediler. Ancak Sultân Murad zeki davrandı
ve açık bir divan yaparak âlimler, devlet ricâli ve askerlerin
huzurunda, halkın da duyabileceği şekilde tarihî bir nutkunu îrâd
eyledi. Anarşinin devletin temellerine girdiğini, ordunun savaşamaz
hale geldiğini, askerin siyâset ile uğraşmaktan işini yapamadığını,
devleti bir avuç zorba ve hırsıza yedirmeyeceğini, şerî’ata,
kendisine ve kanuna itaat etmeyen kim olursa olsun hakkından
geleceğini bildirdi. Padişah, “Allah’a, O’nun Peygamberine ve sizden
olan ülü’l-emre itaat ediniz” mealindeki âyeti okudu ve tefsir etti.
Arkasından “Habeşli bir köle dahi olsa başınızdaki âmirlere itaat
ediniz” manasını taşıyan hadisi zikredip şerh etti. Ve şununla
bağladı: “Sizin sadakatiniz şu vakit doğrudur ki, aranızda tefrikaya
mahal vermeyesiniz. Aranızdaki müfsidleri barındırmayasınız.
Allah’ın emrine ve Resûlüllah’ın hadisine aykırı hareket edenleri
desteklemeyesiniz. Ben ki, halifeyim, bana itaat etmeyip celâliler
ve haricîler mesabesindeki eşkıyaları desteklerseniz, memleketin
hali ne olur?”.
Bu fevkalade ikna edici konuşmayı dinleyen halk ve devlet ricali,
Padişah lehine çok büyük tezâhürât yaptılar ve IV. Murad’ın asıl
saltanat yılları başlamış oldu.
İkinci Safha: IV. Murad’ın ikinci ve asıl saltanat safhasıdır ki,
Receb Paşa’nın katledilip zorbaların tasfiye edildiği 1041/1632
yılından başlar ve vefâtına yani 1640 yılına kadar devam eder. Son
sekiz yıl Sultân Murad’ın asıl saltanat yıllarıdır.
IV. Murad 21 yaşına gelmiş ve çocukluk devresini bitirerek devleti
idare edecek tecrübeye sahip olmuştu. Devletin idaresini ele alır
almaz, Tabanı Yassı Mehmed Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. Evvela
devlet toprakları üzerindeki emniyet ve âsâyişi temin etmeye
başladı; sonra da Devleti tehdit eden başta İran olmak üzere dış
tehlikelere yöneldi. Şimdi bunları da çok kısa olarak özetleyelim:
1) IV. Murad’ın ilk yaptığı icraat, Ağabeyi Genç Osman’ın ölümüne
yol açan ve memlekette huzuru bozan zorbacıların elebaşılarını teker
teker temizlemek oldu. Gerçekten Saka Mehmed, Gürcü Rıdvan, Cadı
Osman ve benzeri eşkıya reisleri hemen idam edildi. Bunlardan
Beyşehri, Seydişehri ve çevresini kasıp kavuran Deli İlâhî,
İstanbul’a getirilerek katl olundu. Balıkesir çevresinde Solakoğlu
diye bilinen İlyas Paşa, Küçük Ahmed Paşa’nın gayretleriyle ele
geçirildi ve ortadan kaldırıldı. Yine Lübnan ve Suriye taraflarında
zulüm rüzgarları estiren Dürzi lider Maanoğlu Fahreddin ve oğlu
Mes’ud da İstanbul’a celb olunduktan sonra 1635 yılında idam
edildiler.
2) İstanbul’da 1043/1633 yılında çıkan ve İstanbul’un yaklaşık beşte
birini yakıp yıkan büyük yangın üzerine, bunu da bahane eden IV.
Murad, zamanın Şeyhülislâmı Ahi-zâde Hüseyin Efendi’den de fetvâ
alarak, tütün ekmeyi ve tütün içmeyi yasaklamıştır. Ancak
Şeyhülislâmdan aldığı fetvâyla bununla kalmamış ve çıkarılan yasağa
uymayanları, devlete isyan etmiş kabul edip katl etmeye başlamıştır.
Solak-zâde, tütün yüzünden katle şer‘î cevaz veren Şeyhülislâm
sonradan idam edilince, kendisi hakkında “Cezây-ı sezâsını buldu”
ifadesini kullanmıştır. IV. Murad, tütün yasağı ile yetinmemiş ve o
devirde zorbaların, işsizlerin ve de eşkıyanın toplantı yerleri
haline gelen kahvehâneleri de hem kapatmış ve hem de yasağa rağmen
içki içip sarhoş olanları gerekli cezalarla cezalandırmıştır. Her
iki hadiseyi de, memlekette kaybolan huzuru yeniden tesis etmek
gayesiyle ve de eşkıyanın gözünü korkutmak için yaptığı ifade edilen
Sultân Murad, bazı tarihçilere göre, bütün Osmanlı arazilerinde
yaklaşık 20.000 eşkıyayı ortadan kaldırmıştır. Elbette ki bütün
tasfiyeler sırasında bazı mazlumlar da zulme maruz kalmış olabilir.
3) Sultân Murad’ın eski Osmanlı Padişahlarından farklı olarak
yaptığı bir icraat da, o zamana kadar “Görevden azl olunur ve nefy
olunabilir; ancak katl olunmaz” diye bilinen kuralı çiğneyerek,
ulemâ sınıfından bazı insanları da idam ettirmesidir. 1043/1633
yılında İzmit, İznik ve Bursa taraflarına doğru düzenlediği teftiş
seyahatinde, rüşvet iddiaları ve yolsuzluk ithamları yüzünden İznik
Kadısını idam ettirmiştir. Bu durumu, teessüfle Vâlide Sultân’a bir
tezkire ile duyuran ve tezkiresinde “Kendülerini bedduadan
sakınırız. Umulur ki, siz kendilere nasihat buyurub âlimler
zümresinin hayır duasını aldırasınız; ecdadının hürmet gösterdiği bu
zümreye Padişah da hürmet göstere” ifadelerini kullanan Şeyhülislâm
Ahi-zâde Hüseyin Efendi, Vâlide Sulân tarafından hemen menfi
ithamlarla Padişah’a ihbar edilmiştir. Maalesef Sultân Murad,
Şeyhülislâmı Padişaha isyan hazırlığı suçundan idam ettirmiştir. Bu
Şeyhülislâm, kardeş katline de karşı çıkan ve bunu bizzat Sultân
Murad’a hatırlatan cesur bir ilim adamıdır.
4) Osmanlı Devleti’nin iç ahvâlindeki bu karışıklıktan istifade eden
İran Şah’ı, yeniden Bağdad’a saldırmış ve Bağdad’ı ele geçirmiştir.
Padişah, sadrazamları tarafından yapılan harekâtlar netice
vermeyince, bizzat kendisi İran üzerine iki ayrı sefer
düzenlemiştir. Birinci İran Seferi, Revan Seferi diye meşhurdur.
1635 yılında yapılan bu sefer neticesinde, Revan (Erivan) alınarak
Tebriz taraflarına da akın yapılmıştır. On ay sürmüştür. İkinci İran
seferi ise, Bağdad Seferi diye bilinmektedir. İranlıların Revan’ı
yeniden ele geçirmeleri üzerine 1638 yılında Padişah Bağdad’a
yürümüştür. Uzun süren bir muhasaradan sonra 1639 yılında Bağdad
yeniden Osmanlı Ülkesine katılmıştır. Bu savaşta Osmanlı Sadrazamı
Tayyar Mehmed Paşa şehid olmuştur. Daha sonra Kemankeş Kara Mustafa
Paşa’nın başkanlığında yürütülen sulh müzâkereleri neticesinde
İranlılarla Kasr-ı Şirin Andlaşması yapılmış ve savaşlara son
verilmiştir. Bu antlaşma ile Erivan ve Azerbaycan İran’da; Bağdad ve
havalisi ise Osmanlı Devleti’nde kalmıştır. Artık, IV. Murad,
Fâtih-i Bağdad ünvanını kazanmıştır.
Sultân Murad, büyük bir karşılama ile İstanbul’a döndü. Ancak nikris
hastalığına müptelâ idi. Nihâyet tedâviler netice vermeyince,
Ramazan Bayramının 2. günü yatağa düşen Sultân, 8.2.1640 tarihinde
vefât eyledi. Cenaze merâsiminde gazalarda bindiği üç atının
eğerleri ters takılarak cenazenin önünde yürütülmesi, İslâmiyet’te
yok ise de, İslâma kesin aykırı bir âdet de değildir .