|
| CildiyE | |
| | |
Yazar | Mesaj |
---|
JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 2:59 pm | |
| BÖCEK SOKMALARI : ISIRMALARI
Böcek sokmaları özellikle yaz ve sonbahar başlarında tarlada çalışan, tatil ve piknik yapan insanlar için keyif kaçırıcı bazen de yaşamı tehdit edici bir sorun olmaktadır. Ülkemizde de en önemli böcek sokmaları yaban arısı, eşek arısı ve bal arısı ile ortaya çıkmaktadır.
Böcek sokmalarından sonra yerel reaksiyon, sistemik reaksiyon ve sistemik toksik reaksiyon oluşabilmektedir. Seyrek olarak böcek sokmasından 1 ya da 2 hafta sonra serum hastalığı ya da anafilaksi ortaya çıkabilir
Böcek sokmasından sonra ortaya çıkan reaksiyon kişiden kişiye ve böcekten böceğe değişiklik gösterir. Isırıklar tek tek ya da bir böcek, bir alanda birden çok ısırık yaptığı için gruplar halindedir. Bebekler genellikle reaksiyon göstermezler, küçük çocuklar gecikmiş aşırı duyarlılık reaksiyonu, büyük çocuklar hem gecikmiş, hem hızlı aşırı duyarlılık reaksiyonu gösterirler. Olağan reaksiyon ağrı, şişme ve sokulan bölgede etrafında oluşan renk değişikliğidir.
Bölgenin su ve sabunla yıkanması en basit ve etkili tedavidir, buz uygulanması şişliği ve ağrıyı azaltabilir.
Geniş yerel reaksiyon; sokulan bölgenin çevresindeki geniş bir alanın da etkilenmesi durumudur (örneğin dizden sokulan bir kimsede tüm bacağın şişmesi). Bu durumda tedavi normal reaksiyondaki gibidir. Ancak yakınmaları azaltmak için ağızdan bazı ilaçlar vermek gerekebilir. Bu ilaçlara bir doktorun karar vermesi uygun olur.
Bal arısı soktuktan sonra deri içinde kalan iğneyi çıkartma çabaları daha çok, venomun deri içine sokulması ile sonuçlanmaktadır.
Karınca ile sokulmadan 30-60 dakika sonra yerel kaşıntı ve küçük su toplamış kabarcık (vezikül) ortaya çıkmaktadır. Bunu 8-24 saat sonra püstül oluşumu izler. Karınca sokmasından sonra ikincil enfeksiyonlara engel olmak için bol su ve sabunla yıkanmalı, içi su dolu kabarcık sıkılmamalıdır. Topikal steroidli merhemler ve ağızdan H1 antihistaminikler kaşıntıyı azaltmak için kullanılabilir.
Böcek sokması sonrası olan alerjik belirtiler nelerdir?
Böcek sokması olan bölgeden uzakta şişme, kızartı, ürtiker, kaşıntı, kolik şeklinde karın ağrısı, kusma, ishal, göğüste sıkışma hissi, nefes almada zorluk, hırıltılı solunum, at sesi (larinks ödemi bulgusu), dilde şişme olabilir. Bu bulgular, ciddi alerjik reaksiyon ve anafilaksi bulgularıdır ve birkaç dakika içinde ortaya çıkar. Nabzın alınamaması ve kan basıncının düşmesi, bilinç bulanıklığı ve kalp durması yaşamı tehdit eden bulgulardır.
Anafilaksi gelişen her böcek sokması acil tedavisi yapıldıktan sonra alerjiste gönderilmelidir.
Böcek sokmalarından nasıl kaçınabiliriz?
Otların üzerinde açık ayakkabı ve çıplak ayakla yürünmemeli.
Pikniğe, çocuk bahçesine giderken parlak renkli, kol ve bacağı açıkta bırakan giyecekler giyilmemeli.
Yakında uçuşan arı görüldüğünde panik yaratıp, kaçması için saldırıya geçilmemeli (yaban arıları kendilerine saldırıldığında sokmaktadırlar), bir yüzeye yapışmışsa nazikçe kaldırılmalıdır.
Ağzı açık kalmış tatlı içecekler yeniden içilmemelidir.
Çöp tenekelerin ağzı sıkıca kapalı tutulmalıdır.
Ev dışında yenilen yiyeceklerin paketleri sıkıca kapatılmalı, uzun süre ağzı açık bırakılmamalıdır.
Pikniğe, parka giderken tatlı ve bitki kokulu parfümler sıkılmamalıdır.
Evlerin ve arabaların camları kapalı olmalıdır.
Böcek sokmalarında anafilaksi geliştiğinde tedavi nasıl olmalıdır?
Böcek sokmasına bağlı anafilakside tedavi:
ABC (Airway= havayolu açıklığı, Breathing= solunum, Circulation=dolaşım) sağlanması Bacakların yükseğe kaldırılması, Sokulan bölgenin üst kısmına turnike uygulanması, Oksijen desteği sağlanması, Ayrıca, hastaya uygulanacak ilaçlara bir doktorun karar vermesi gerekir. Hastalar anafilaksiye yönelik gerekli tedavileri yapıldıktan sonra en az 48 saat gözlem altında tutulmalıdır. Daha önce anafilaksi geçiren bir kişinin yanında her zaman hazır şırınga edilebilir adrenalin bulunmalıdır. Bu preparatlar ülkemizde yoktur. Daha önce anaflaksi geçirmiş hastalar için Türk Eczacılar Birliği ya da firmalar aracılığı ile bu preparatlar sağlanabilmektedir. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 2:59 pm | |
| cilt yapısı ve yara iyileşmesi
Cilt insan vücudunu kaplayan en geniş organ olup organizmanın çevreye karşı dış duvarıdır; dolayısıyla bazı fonksiyonları yerine getirmekle yükümlüdür.
Mekanik, kimyasal ve biyolojik etkilere karşı koruma sağlar. Su dengesini ve vücut sıcaklığını düzenler. Dokunma, basınç, sıcaklık ve acı gibi duyuları ileten bir duyu organıdır. Kızardıklarında veya sarardıklarında açık tenli kimselerin cildinde duyguları gözükür. Cilt aynı zamanda bağışıklık süreçleriyle de ilgilidir ve metabolik fonksiyonlara (D2 vitamini ve kolesterol sentezi) sahiptir.
Cildin icra ettiği fonksiyonların çeşitliliği karmaşık yapısına yansımıştır. Cilt, her biri farklı bir doku yapısına sahip üç tabakadan oluşur.
Bir araya gelerek cildi oluşturan üç tabaka dıştan içe doğru epidermis, dermis (corium) ve sub kutistir. Her tabaka bundan sonraki bölümde ayrıntılı olarak açıklanmaktadır.
Yaralar kavramıyla iki fizyolojik yara iyileştirme yolu da açıklanmaktadır. Epidermis cildin en dıştaki tabakasıdır. Birkaç keratinosit tabakadan oluşur. Kalınlığı vücudun bölümüne, yaşa ve cinsiyete bağlı olarak değişir. Epidermis hücreleri dört tabakaya ayrılabilir. İçten dışa doğru bunlar stratum basale epidermidis (tek tabakalı), stratum spinosum epidermidis, stratum granulosum epidermidis (tek katlı veya çok katlı) ve stratum corneum epidermidis.
Keratinositler epidermisin stratum basalede teşekkül eder. Süreç sırasında yapılarını değiştirerek üst tabakalara yayılırlar. Stratum spinosumda diken hücreleri, Stratum granulosumda granüler hücre ve stratum corneum da horny hücreler şeklinde bulunurlar. Bir keratinositin bütün tabakaları kat ederek cansız bir horny hücre olarak yüzeye düşmesine kadar geçen süre turnover olarak adlandırılır ve genellikle dört hafta kadar sürer.
Epidermiste mevcut diğer hücreler arasında melanositler (pigment üreten hücreler), Meckel hücreleri, Langerhans hücreleri lenfositler bulunur. Dermisten farklı olarak epidermiste damar bulunmaz. Beslenme, altta bulunan dermisten difüzyon yoluyla olur.
Dermis, cilde elastikliğini veren lifli ve iyice damarlaşmış bir dokudur. İki dokudan oluşmuştur, stratum papillare ve stratum reticulare.
İnce yüzey tabakası olan stratum papillare ince elastik lifler içerir ve bağ doku kabarcıklarıyla epidermise bağlanır. Bu kabarcıklar yoğun bir kılcal damar ağıyla çevrelenmiş olup, epidermise kan gitmesini sağlarlar. Stratum papillare aynı zamanda histositler, fibroblastlar, meme hücreleri ve bağışıklık hücreleri, serbest sinir uçları ile dokunma ve basınç algılayıcıları gibi hareketli bağ doku hücreleri bakımından da zengindir.
Cildin Anatomisi
Epidermisin yapısı
stratum corneum stratum granulosum stratum spinosum stratum basale Fonksiyonu
vücudu dış çevreden korur Ana hücre tipleri
keratinositler ömrü: yaklaşık dört hafta Dermisin yapısı Damarlı ve lifli doku iki tabakadan oluşur:
stratum papillare stratum reticulare Fonksiyonu
epidermisi difüzyonla besler cilde elastikliğini verir sıcaklığı ve kan basıncını düzenler. Bağlantıları
ter bezleri kıllar yağ bezleri Alttaki geniş stratum reticulare esas olarak vücut yüzeyine paralel uzanan kalın kollajen lif demetleri ve elastik liflerden ibaret bir ağ yapısı oluşturur. Ter bezleri, kıl bezcikleri ve yağ bezleri gibi epitel uzantılarının kökleri buradadır. Subcutise bitişik olan dermis ana fonksiyonları vücut sıcaklığı ile kan basıncını düzenlemek olan küçük ilâ orta boy damarların oluşturduğu bir ağ yapısını içerir. Subcutis dermisin altında bulunur ve iki tabakayı ayıran belli bir sınır yoktur.
Subcutis yapısı
yağ doku bağ doku Fonksiyonu
taşıyıcı ve bağlayıcı tabaka ısı ayarlama mekanik tampon Subcutis dermisin altında bulunur ve iki tabakayı ayıran belli bir sınır yoktur. Subcutis fasyanın başladığı yerde biter.
Subcutis, içinden kan damarları, sinirler ve lenf damarlarının geçtiği bağ doku perdelerinin birbirine bağladığı yağ doku lobüllerinden oluşur. Subcutis cildi matrixle irtibatlandıran taşıyıcı ve bağlayıcı bir tabakadır. Enerji deposu ve mekanik tampon görevi yapar ve vücudu sıcaklık dalgalanmalarından korur. Subcutis yapısı cinsiyete, vücudun hangi bölümünde bulunduğuna, yaşa, besleme durumuna ve diğer bazı faktörlere göre farklılık gösterir.
Yara, normal fonksiyonlarını kesintiye uğratacak tarzda bir dokunun yaralanması veya tahrip olmasıdır. Organizmanın doğal tepkisi yaraları mümkün olduğunca kısa sürede kapatmak ve yapıların normal sürekliliğini geri getirmektir. Bu süreç yara iyileşmesi olarak adlandırılır. Yara iyileşmesi tüm dokularda aynı biyolojik ve biyokimyasal prensipleri takip eder. Yara iyileşmesi, yaranın şiddet ve durumuna bağlı olarak birincil ve ikincil olmak üzere iki tipte olabilir. Birincil yara iyileşmesi yara iyileşmesinin optimum çeşididir. Birincil yara iyileşmesinin meydana gelebilmesi için yaranın kenarları düzgün ve aynı hizada bulunmalı, yara temiz ve iyi pansuman yapılmış olmalıdır. Birincil yara iyileşmesi, hissedilir hiçbir yangı olmadan yaranın dört - altı günde süratli ve karmaşıklaşmamış kapanmasıyla sonuçlanır. Çok az kabuk bağlama meydana gelir ve yapı ile fonksiyon büyük oranda eski haline döner.
Doku kaybı, hizası bozuk yara kenarları, enfeksiyon veya kan beslemesinde yetersizlik varsa, ikincil yara iyileşmesi meydana gelir. İkincil yara iyileşmesi bir haftadan uzun süren ve genellikle iki - üç haftayı geçmeyen gecikmeli bir iyileşme süreciyle tanınır.
İkincil yara iyileşmesi değişmez olarak fonksiyon görmeyen büyük bir kabuğun teşekkülüyle sonuçlanır.
Yara iyileşmesi tipleri
Tanım
fonksiyon kaybı eşliğinde doku yırtılması veya tahribi Yara iyileşmesi tipleri
birincil ve ikincil yara iyileşmesi Birincil yara iyileşmesi
optimum iyileşme dört ile altı günde iyileşme karmaşıklaşma yok kabuk bağlama çok az veya hiç yok, fonksiyon kaybı hiç yok İkincil yara iyileşmesi
karmaşıklaşma dolayısıyla geç iyileşme kayda değer kabuk bağlama iki ilâ üç haftada iyileşme
Tedavi Yolları
Yara temizleme geç iyileşen yara yönetiminde yaygın olarak uygulanır. Bazı enzimsel, mikrop kırıcı, fiziki ve cerrahi temizleme teknikleri kullanılabilir. Bunlar gelecek bölümde açıklanmaktadır.
Bir yara temizlenirken hijyenik çalışma şartlarının muhafazası, pansuman karışıklıklarının önlenmesi ve yaranın kurumasının durdurulması önemlidir.
Enzim preperatları yara temizliğinin temel dayanaklarından biridir. Enzimler, exudatif fazda nekrotik malzemeyi ve kabuğu seçici olarak parçalayarak fizyolojik yara temizliğine takviyede bulunurlar. Bu da yeni dokunun (granülasyon ve epitelleşme) üretilmesini hızlandırır. Enzimle temizlemenin önemli avantajlarından biri sağlıklı doku el değmeden kalırken nekrotik dokunun ayrılmasıdır.
Doğal kollajen en önemli insan bağ dokusu proteinidir ve öyle olunca cildin önemli bir yapısal elemanıdır. İnsan kollajeni, doku tipine göre farklı biçimde düzenlenmiş paralel tropokollajen moleküllerden ibaret örgüye benzer fibrillerden meydana gelir.
Kollajenin temel bileşeni olan tropokollajen helixel olarak birbirlerine sarılmış polipeptit zincirlerinin üçlü helixinden yapılmıştır.
Her polipeptit esas olarak amino asitler, glisin, hidroksiprolin ve prolinden meydana gelir. Bu bileşenler glisinle başlayan üçlü spiral oluşturur.
Kollajenaz kollajeni parçalayabilen tek enzimdir. Yara iyileşmesinin exudatif safhasında, yer değiştiren fibroblastlar, keratinositler, makrofajlar ve granülositler tarafından yaranın içine endojen kollajenazlar salınır. Kollajenaz kollajen liflerini daha sonra proteazlar tarafından daha da parçalanabilen dörtte bir ve dörtte üçlük parçalara ayırır. Böylece ortaya çıkan çok küçük kollajen parçalanma ürünleri granülosit ve makrofajların yer değiştirmesi için kemotatik çekici olarak hareket ederler. Granülosit ve makrofajlar nekrotik malzemeyi fagositoza tâbi tutarak yara temizleme sürecine devam ederler. Makrofajlar aynı zamanda granülasyonu hızlandıran (proliferatif faz) kollajenazlar ve biyolojik bakımdan aktif maddeler de salgılar. Yeni granülasyon dokusu teşkil edildiğinde, yeni dokuda fazla hücre çoğalmasını önlemek için, kollajen aktifliği azaltılır. Geç iyileşen yaralarda, bir endojen kollajenaz ek-sikliği vardır. Bu da, kollajen lifleriyle yaranın taba-nına bağlanan nekrotik dokunun yeterince parçalanamaması demektir.
Endojen kollajenaz aktifliğini artırıp iyileşmeyi hızlandırdığından, yaraları geç iyileşen hastalarda bakteriyel kollajenaz preperatlarının kullanılması özellikle tavsiye edilmektedir.
Geç iyileşen bütün yaralara bakteriler koloni kurar. Ancak, bu tedavi gerektiren bir enfeksiyonun varlığını göstermez. Bu nedenle, antibiyotikler ancak milimetreküp başına 105'ten çok koloni teşkil eden birim kültürü gelişmişse ve bitişik dokunun süzmesi nedeniyle kızarıklık ve acı, yaradan su ve püy sızıntısı veya ateş gibi sistemsel belirtiler varsa kullanılmalıdır.
Yara enfeksiyonuna neden olan en yaygın patojenlerden bazıları Escherichia coli, Pseudomonas aeruginosa ve streptococ'dur.
Antibiyotikler sistemik veya lokal olarak kullanılabilir. Antibiotiklerin lokal kullanımı bazı nedenlerden dolayı problemlere yol açabilir. Onların kullanılması patojenlerin daha dirençli olmasına yol açabilir veya dokunma alerjilerini ortaya çıkarabilir. Buna ek olarak, yara iyileşmesi sürecine zarar vermeden yeterli ilaç seviyelerinin elde edilmesi zordur. Lokal tedavinin bir avantajıysa, ilacın kan dolaşımı içine asgari emilmesi nedeniyle neredeyse sistemik yan etkisinin bulunmayışıdır.
Hassasiyet riski yüzünden, lokal tedavi için antibiyotikler yerine antiseptikler kullanılabilir.
Bununla birlikte, antiseptik kullanılırken etki yelpazelerinin sınırlı olduğu, hassasiyete yol açabildikleri-antibiyotiklerden az olsa bile-uygulandıklarında acıya yol açabilecekleri ve yara iyileşmesi sürecine büyük zarar verebileceklerinin unutulmaması önemlidir.
Nekrotik dokunun ayrılıp yaranın temizlenmesini sağlamak için fiziksel tedbirlere başvurulabilir. Bu tedbirlerden bir tanesi, ıslak sargı uygulanmasıdır. Kullanılacak en iyi çözüm, yaradaki elektrolit dengesini altüst etmediğinden yara iyileşmesi sürecine zarar vermeyen Ringerle yıkanmasıdır. Koloni teşkil eden birimlerin sayısını azaltmak üzere denenip test edilen tedbirler arasında H2O2 ile yıkama ve UV-C ışığıyla ışınıma maruz bırakma bulunmaktadır.
Cerrahi temizleme geç iyileşen yaralar halinde bir başka alternatiftir. Cerrahi yoldan, yabancı cisim dokusu, nekrozlar, kabuk ve kötü pansuman yapılmış doku etkin biçimde çıkarılıp yaranın kenarları kolayca temizlenebilir. Enfeksiyona uğrayan bölgeler kesilip çıkarılabilir ve salgıların uzaklaştırılması için çıkışlar bırakılabilir. Bununla birlikte cerrahiyle, taze granülasyon dokusunu zedeleme riskinden bahsetmesek bile, yüksek enfeksiyon, kanama ve acı riskiyle ilişkilidir. Bu nedenle, cerrahi temizleme ancak doğru eğitim verilmiş personel tarafından yapılmalıdır.
Enzim tedavisi
Enzim tedavisinin fonksiyonu
yara temizliğinin takviyesi granülasyon ve epitelleşmenin hızlandırılması Kollajenin fonksiyonu ve yapısı
en önemli fizyolojik doku proteini üçlü polipeptit zinciri bir topokollajen molekülü oluşturur. üçlü tropokollajen molekülleri fibril oluşturur fibriller birbirine bağlanarak kollajeni teşkil eder. Enzim tedavisi
Polipeptit zincirlerinin bileşimi
prolin glisin hidroksiprolin Endojen kollajenazın fonksiyonu
kollajeni parçalar granülosit ve makrofajları çekerek yarayı temizler makrofajlar vasıtasıyla biyolojik bakımdan aktif maddeler salgılayarak granülasyon dokusu üretimini hızlandırır Bakteriyel kollajenazın fonksiyonu
geç iyileşen yaralarda endojen kollajenaz aktifliğini artırır Antibiyotikle tedavi
Antibiyotiklerin kullanımı
enfeksiyona dair klinik belirtiler varsa milimetreküp başına 105'ten çok koloni teşkil eden birim kültürü gelişmişse Antiseptiklerin kullanımı
lokal antibiyotiklerin yerine Fizik tedavi/cerrahi
Fizik ve cerrahi tedavinin fonksiyonu
yara temizleme nekrotik malzemenin daha etkin biçimde çıkarılması | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:00 pm | |
| ektodermal displazi
Deri ve derinin eklerinin (saç, tırnaklar, dişler ve ter bezleri) gelişim bozukluğu ile kendini gösteren kalıtımsal bir hastalıktır. Ektodermal displazinin çok sayıda tipi bulunmakla birlikte en sık rastlanılan tipi; X-kromozomuna bağlı olarak geçiş gösteren anhidrotik ektodermal displazidir (terleme yokluğu/azlığı ile birlikte olan tipi) ve sadece erkeklerde gözlenir. Otozomal kromozomlara (cinsiyet kromozomları dışındaki kromozomlar) bağlı olarak dominant (baskın) geçiş gösteren diğer bir tipi ise hem erkek hem de kız bebeklerde aynı oranda gözlenir. Otozomal dominant tip ile X-geçişli tipde gözlenen şikayetler ve belirtiler aynıdır.
Ektodermal displazide, derinin tüm ekleri değişik derecelerde etkilenmiş olabilir. Anhidrotik ektodermal displazide ter bezlerinin anne karnında iken gelişmemesi sonucu meydana gelir. Etkilenen bebeklerde vücut sıcaklığının kontrolünde sorun vardır ve çok hafif hastalıklarda bile son derece yüksek ve tehlikeli ateş yükselmesi gözlenebilir, çünkü teleyerek ateşin kontrol mekanizması ortadan kalkmaktadır. Yetişkin hastalarda ise sıcak ortamlarda bulunmak ve çalışmak zorlaşır.
Mukozaların (vücudun iç boşluklarını döşeyen deri) tutulduğu hastalarda burunla ilgili kronik enfeksiyonlar daha sık gözlenir, solunum yolu enfeksiyonları artmıştır ve burundan sürekli kötü kokulu bir akıntı gelebilir. Saç telleri çok ince olabilir veya saçta dökülmeler görülebilir. Cİlt ince ve rengi açık olabilir. Diş gelişimi anormaldir ve bir çok diş eksik olabilir.
Bu hastalıktan korunmak için yapılması gereken en önemli şey; ailesinde ektoermal displazi olduğu bilinen anne - babaların hamilelik öncesi genetik danışmanlık hizmetleri için için ilgili bir birime müracaat etmeleridir, hamilelik sırasında hastalığın saptanmasını sağlayacak bir analiz bulunmamaktadır.
Belirtiler ve Şikayetler
- diş sayısının az olması
- sivri dişler
- diş çıkmasının gecikmesi
- terleme yokluğu
- gözyaşı yokluğu (nadiren)
- ince deri
- cilt rengi açıklığı
- kötü kokulu burun akıntısı
- sıcağa tahammül edememe
- vücut sıcaklığınd aani yükselmeler
- ince saş telleri
- saç yokluğu
- tırnaklarda şekil bozukluğu (kalınlaşma)
- burunda basıklık
Tanı
Biyopsi ile tanı konur (deri ve mukozalardan örnek alınır).
Tedavi
Ektodermal displazinin özel bir tedavisi yoktur.
Tedavide genelde kozmetik yöntemler kullanılır: Takma diş veya protez, saç için peruk gibi çözümler kullanılabilir. Gözlerde kurumayı engellemek için sentetik gözyaşı damlaları kullanılabilir. Burundaki akıntıları ve enfeksiyon gelişimini engellemek için sık sık bir hekim tarafından burun iç kısmının temizlenmesi gerekebilir.
Erken yaşlarda panaromik diş grafisi çekilir. Erken aşamada protezlerin kullanılması yüzde yapısal anomalilerin ortaya çıkmasını önleyebilir. Daha yeni yöntemlerden biri de protetik dişlerin içine yerleştirildiği kemik implantları kullanmaktır.
Vücut sıcaklığının kontrolü sürekli bir problem olabilir; sık sık soğuk su ile duş almak, serin ortamlarda bulunmak ve serinletici spreyler kullanmak gerekebilir. Aktiviteler, giysiler, soğutma yöntemleri ve hatta daha serin iklimli bir yere taşınmak gerekebilir.
Anhidrotik ektodermal displazili hastalarda atopik ekzema da sıktır ve tedavi edilmelidir. Hastaların çoğunun derisi kurudur ve nemlendiriciler kullanılmalıdır. Palmoplantar keratoderma varsa keratolitikler kullanılır.
Bu hastalıkla birlikte bulunabilecek yarık damak ve dudak, uretral stenoz, vaginal adezyonlar, mukozal ve kutanöz malignite, sindaktili ve diğer yapısal anormallikler için cerrahi tedavi gereklidir. Mukozal lökoplaki ve atrofik deri bulunursa malignite açısından; diskeratozis konjenita varsa kan diskrazileri için düzenli izlem gereklidir.
Tırnak distrofisi olan hastalarda özel ayakkabı kullanılmalıdır. Akut paronişi varsa antibiyoterapi uygulanır.
Sonuç
Ektodermal displazi hayat boyu sürecek ve gerekli önlemler alındığında hayatı tehdit etmeden kontrol edilebilecek bir hastalıktır. Ancak özellikle vücut sıcaklığının kontrolü konusuna özellikle dikkat edilmelidir.
Ateş yükselmesine bağlı havale geçirilebilir, bu konuya özellikle dikkat edilmelidir. Ayrıca vücut sıcaklığındaki aşırı yükselmeler beyinde hasara neden olabilir. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:00 pm | |
| Genital Herpes uçuk
Yaygın adı ile uçuk olarak bilinen lezyon, Herpes Simpleks Virus (HSV) adı verilen virüsün yol açtığı bir enfeksiyondur.
Sadece 45 milyon kişi A.B.D.'de bu hastalğa yakalanmıştır ve her yıl 500.000 yeni vaka ortaya çıkmaktadır. Bu tablonun dramatik olan yanı hastaların %80'i ya herhangi bir yakınma ortaya çıkmadığı ya da belirtileri yanlış yorumladığı için hasta olduğunun farkında değildir.
HSV'nin 2 tipi vardır: HSV1 ve HSV2. HSV1 genelde dudak etrafındaki uçuk şeklinde lezyonlara neden olurken, HSV2 genelde genital organlarda enfeksiyon yaratmaktadır.
Virus ilk defa enfeksiyon yarattıktan sonra sinir düğümlerinde sessiz olarak yıllarca bekleyebilmekte ve uygun ortam ve zamanda yeniden enfeksiyona neden olabilmektedir. Bu nedenle HSV enfeksiyonları sinsi enfeksiyonlardır.
Belirtiler Herpes bulguları kişiden kişiye değişir. İlk atakta genelde virüs ile tamastan sonra 2 gün 3 hafta arası bir sürelik kuluçka devresini takiben yanma, kaşıntı, bacaklarda ağrı, kalça ve genital bölgede ağrı, vajinal akıntı, karın boşluğunda dolgunluk hissi görülebilir. Bu ilk bulgulardan birkaç gün sonra enfeksiyon alanında uçuk tarzı yaralar ortaya çıkar. Bu yaralar vajinada ve rahim ağzında olabilir. 3-4 gün içinde bu yaralar iz bırakmadan kaybolurlar. Bu aşamadan sonra virus omurilik düzeyinde sinir köklerine giderek yerleşir ve burada inaktive halde beklemeye başlar. Pekçok kişide de periyodik olarak re-enfeksiyona neden olur. Bu reenfeksiyonlar esnasında virusler sinirler boyunca ilerleyerek genelde ilk enfeksiyonu yarattığı alanların yakınında yeni lezyonları yapar.Her enfeksiyon atağı esnasında gözle görülebilen lezyonların bulunması şart değildir. Çoğu zaman fark edilmeyen ataklar olur. Bu dönemlerde vajinal salgılar ile virüs yayılımı olduğundan kadın cinsel partnerine hastalığı bulaştırabilir.
Genital herpes lezyonunun tipik görüntüsü
Tanı Gözle görülebilen lezyonların varlığında tanıyı koymak kolaydır. Ancak bunun HSV olduğunu göstermek için bazı laboratuvar tetkikleri gerekebilir. Bunun en iyi yolu aktif enfeksiyon sırasında lezyonlardan alınacak materyalde viral kültür yapmaktır. Ancak bu oldukça masraflı bir tekniktir. Materyalde virus üretilememesi hastalık olmadığı anlamına da gelmez. Kesin tanının çok zor olması nedeni ile pekçok vaka hatalı olarak teşhis ve tedavi edilmektedir. Kanda yapılan immünolojik testler ile de HSV varlığı saptanabilir. Ancak bu testler aktif enfeksiyonu göstermez. Sadece kişinin hayatının herhangi bir döneminde enfeksiyon geçirip geçirmediğini ve bağışıklık sisteminin virüse karşı antikor geliştirip geliştirmediğini belirler. Antikorlar bulunsa bile bunlar kişiyi yeni enfeksiyonlardan korumaz. Kan testi ayrıca oral ve genital enfeksiyonların ayrımını da sağlayamaz. Son zamanlarda HSV1 ve HSV2'yi ayrıdedebilen kan testleri geliştirilmiş olmakla beraber bunların yaygın kullanımı henüz daha mevcut değildir.
Tedavi Günümüzde Herpes tedavisi için değişik ilaçlar mevcuttur ancak bu ilaçlar kesin tedavi sağlayamamaktadırlar. Viral bir enfeksiyon olduğu için antibiyotikler etkisiz olmaktadır. İlaçlar sedece ilk atağın şiddetini azaltmakta ve süresini kısaltmakta , daha sonraki atakların ise sıklığını düşürmektedir. HSV enfeksiyonu geçiren kişiler bazı birkaç basit kurala uyarak enfeksiyonun süresini ve bulaşıcılığı azaltabilirler. Bu önlemlerden en basit fakat en önemli olanı enfekte alanı temiz ve kuru tutmaktır.
Uçuk olan bölgeye dokunmamak ya da dokunduktan sonra hemen elleri yıkamak son derece önemlidir.
Lezyonlar tamamen iyileşene kadar cinsel ilişkiden kaçınmak da önemli bir konudur.
Tekrarlayan enfeksiyonlar travma, soğuk algınlığı, adet görme ya da stress gibi vücut direncini düşüren durumlarda ortaya çıkmaktadır.
Riskler Genital Herpes enfeksiyonu bazı riskleri de beraberinde getirir.Ancak uzun dönem hayat kalitesini etkileyebilecek etkileri yoktur. Gebelik gibi genel vücut direncinin azaldığı durumda olan kişiler aktif enfeksiyon açısından dikkatli takip edilmelidirler. Eğer Herpesin ilk atağı gebelik esnasında ortaya çıkarsa bu durumda virüs bebeğe geçebilir ve bu tür gebeliklerde erken doğum riski her zaman bulunur. Neonatal herpes ile doğan (anne karnında iken virüs ile temas eden ve enfekte olan) bebeklerin %50'sinde nörolojik hasarlar ve ölüm meydana gelir. Bebeklerde beyin iltihabı, göz problemleri, ciddi boyutta döküntüler ortaya çıkar ancak bu bebeklerin büyük bir kısmı antiviral ilaç tedavilerinden yarar görürler. Bebeklerdeki risk büyük ölçüde annenin geçirdiği atağın ilk ya da tekrarlayan atak olmasına bağlıdır. Aktif enfeksiyon varlığını araştırmak için yapılan viral kültürlerin sonucu uzun bir süre aldığı için genital herpesden şüphelenilen vakalarda doğum şekli olarak sezaryen tercih edilir. Eğer aktif enfeksiyon yok ise sezaryen şart değildir | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:01 pm | |
| Genital Siğil uçuk
Kondilom ya da condyloma accumunata adı verilen genital siğiller pek çok kadına sıkıntı veren tatsız lezyonlardır. Tekrarlama eğiliminin olması çoğu zaman kadının moralini bozar. Kondilomlar cinsel yolla bulaşan ve human papilloma virus (HPV) adı verilen bir virusun neden olduğu enfeksiyonlardır.
Kondilomlar cinsel yolla bulaşan ve human papilloma virus (HPV) adı verilen bir virusun neden olduğu enfeksiyonlardır.
HPV sadece genital siğillere neden olmaz. Bu virusun 60'dan fazla değişik alt grubu vardır ve bu gruplardan bazılarının rahim ağzı kanserine neden olduğu bilinmektedir. Bazı tipleri ise anus kanserine yol açabilmektedir. Her HPV enfeksiyonu kondilom ya da kansere neden olmaz. Aslında çoğu enfeksiyon belirti vermeden geçirilir. Kişinin bağışıklık sistemi bu virüs ile başedebilir ve belirtiler ortaya çıkmadan hastalık etkisiz hale getirilir. Ancak bu başarı HPV'nin tehlikesiz olduğu sonucunu çıkarmaz. HPV enfeksiyonunun henüz bir tedavisi ya da aşısı olmadığından bu hastalığın tedavisinde en önemli faktör hastalığı bilmek ve
Bulaşma genital HPV hastalığı taşıyan bir bireyle girilen her türlü cinsel ilişki ile bulaşabilir. Virüs, ilişki sırasında ciltte ortaya çıkan mikroskopik yırtıklar ve sıyrıklar vasıtası ile ciltten cilde temas yolu ile bulaşır. Virüsün erkek menisi içinde de saptanması vücut sıvılarının teması yolu ile de bulaşabileceğini düşündürmektedir. Virus ile tamas eden herkesde enfeksiyon bulguları ortaya çıkmaz ancak kondilom ortaya çıkan bireylerin %60-90'ının partnerinde de virüs olduğu saptanmıştır. Virüs birkere vücuda girdikten sonra uzun yıllar sessiz kalabilir. Cinsel yönden aktif olan herkeste görülebilir. En çok birden fazla sayıda partneri olan, ya da partneri birden fazla kişi ile birlikte olmuş 15-30 yaş arası kişilerde görülür. Gebelik esnasında çok hızlı bir seyir izler. Nadiren anneden bebeğine geçebilir.
Kuluçka dönemi Kuluçka süresi belirli değildir. Virüsle temasdan aylar ya da yıllar sonra bulgular ortaya çıkabilir. Hastaların büyük kısmında 1-6 ay içinde belirti verir.
Belirtileri Genelde dış genital bölgede küçük siğiller ortaya çıkar. Bunlar kişinin kendisi tarafından görülebilir ya da elle hissedilebilir. Siğiller yumuşak, pembe-beyaz renkli, karnıbahar benzeri oluşumlardır. Tek ya da grup halinde olabilirler. Zaman zaman dışarı kabarık olmayıp düz olarak bulunurlar. Nadiren vajina içinde,makat çevresinde ağız ve boğazda da görülebilirler. Kondilomda ağrı olmaz, fakat arasıra kaşıntı ve yanma görülebilir.
Tedavi olmadığı taktirde siğiller hiçbir değişikliğe uğramadan uzun bir süre kalabilir, acak bu davranışları oldukça nadirdir. Genelde sürekli olarak büyüme ve yayılma eğilimleri vardır. Kondilom ile birlikte başka bir vajinal enfeksiyon varsa bu büyüme daha hızlı olur. Çoğunlukla vücudun nemli ve sıcak bölgelerine doğru yayılma gösterir. Eğer vajina ve makat civarında anormal renk ve şekil değişiklikleri ile anormal kabarıklıklar görülürse, genital bölgede kaşıntı, yanma ve kanama varsa,partnerde kondilom var ise ya da daha önceden geçirmiş ise mutlaka bir jinekolojik muayeneden geçmek gerekir.
Tipik bir kondilom lezyonu
Kondilomun tipik görünüşü
Tanı Tanı muayene esnasında lezyonların görülmesi ile konur. Bazen bazı solüsyonlar uygulanarak ciltteki renk değişikliklerinden siğil olup olmadığı anlaşılabilir. Dıştan görünen herhangi bir lezyonun olmadığı durumlarda rahim ağzının büyüteç benzeri kolposkop adı verilen bir cihaz ile incelenmesi ile tanı konabilir. Smear testi kondilomun tanı ve takibinde son derece önemlidir. Hayatının herhangi bir döneminde kondilom geçiren kişiler yılda bir defa smear yaptırmalıdırlar. Kondilom tanısı konan kişilerin partnerleri de mutlaka muayene olmalı ve gerekir ise tedavi edilmelidir. Çünkü tedavi edilmemiş bir eş enfeksiyonun sürekli yeniden bulaşmasına neden olabilir.
Tedavi Kondilom ihmal edilmemesi gereken bir hastalıktır.Tedavide virüsü yok etmek mümkün değildir. Tedavi sadece siğilleri ortadan kaldırır. Pek çok vakada tek sefer tedavi yeterli olmamakta en az 2 seans gerekmektedir. Tedavide tıbbi ve cerrahi yaklaşımların ikiside uygulanabilir. Tıbbi tedavi olarak dıştan sürülen bazı ilaçlar kullanılabilir ancak bu uzun süreli ve zahmetli bir tedavidir. Çoğu ilaç hasta tarafından değil hekim tarafından uygulanmalı ve direk lezyonun üstüne tatbik edilmelidir. Normal dokuya temas ettiğinde pekçok ilaç tahribata neden olur. Bu nedenle son derece dikkatli uygulama gerekir. Bazı ilaçlar ise direk olarak lezyona hekim tarafından enjekte edilir.
Cerrahi tedavide en çok uygulanan yöntem lezyonun yakılması ya da dondurulmasıdır. Burada amaç lezyonun tahrip edilmesidir. Dondurma işleminde (krioterapi, cryotherapy) sıvı nitrojen ya da karbondioksit kullanılır. yakma işleminde ise laser ya da elektrokoter uygulanır. Bazı büyük lezyonlar cerrahi olarak çıkarılmayı gerektirebilir. Dondurma hariç diğer cerrahi işlemler için lokal ya da tercihan genel anestezi uygulanır.
Önlem Genital siğil riskini azaltmanın en etkili yolu birden fazla sayıda partner ile birlikte olmamaktır. Ancak bunun mümkün olmadığı durumlarda prezervatif en etkili önlem yoludur. Prezervatif siğillerin yanısıra cinsel yolla bulaşan AIDS'de dahil olmak üzere pekçok hastalığa karşı koruma sağlar. Siğiller kondomun kapladığı alan dışında da bulunabildiğinden prezervatif zaman zaman etkisiz kalabilir | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:01 pm | |
| Genital tüberküloz
Tüberküloz yani verem bir zamanların en tehlikeli ve en ölümcül hastalığıydı. Günümüzde ise eskisi kadar yaygın olmasa bile hala daha özellikle ülkemizde yaygın olarak görülmekte olan bir hastalıktır. Ancak geliştirilen antibiyotik ve aşılar sayesinde hem önlenebilen hem de tedavi edilebilen bir hastalıktır. Son 50 yılda tüberküloz tedavisindeki gelişmelere ve gelişmiş ülkelerde büyük ölçüde yok edilmiş olmasına karşın tüm dünyada bakıldığında önlenebilen ölüm sebepleri arasında 5. sıradadır.
Dünya Sağlık teşkilatı 1990 yılında tüm dünyada 2.910.000 kişinin bu hastalık nedeni ile hayatını kaybettiğini açıklamıştır. Çarpıcı olan bu ölüm vakalarının sadece 40.000'inin gelişmiş ülkelerde meydana gelmesidir.
Uzun süre belirti vermemesi nedeni ile ve ihmalkarlıklar sonucu ülkemizdeki tüberküloz görülme sıklığı tam olarak bilinmemekte, hastaların önemli bir kısmı saptanamamakta ve teşhis konulan hastalar yeterli düzeyde takip edilememektedir. Tüberküloz en sık solunum yollarını tutmaktadır. Bu hastaların %2-5 kadarında da genital tüberküloz saptanmaktadır.
Genital tüberküloz primer ve sekonder olarak ikiye ayrılır. Son derece nadir olan primer genital tüberkülozda mikroorganizmanın ilk enfeksiyon yarattığı alan genital organlardır. Vakaların %99'dan fazlası sekonder tüberkülozdur. Burada vücudun başka bir yerinde (genelde akciğerler) bulunan enfeksiyon kan yolu ile genital organlara yayılır (dessendan enfeksiyon).
Dış genital organların tüberkülozu son derece nadirdir. En sık endometrium ve adneksler (yumurtalıklar ve tüpler) tutulur.
Klinik Genital tüberküloz vakalarında tüberküloz için tipik olan yorgunluk, kilo kaybı, gece terlemeleri, gece yükselen ateş çok nadir görülür. Genital tüberkülozlu hastalarda en sık başvuru sebebi infertilitedir. Hastalarda %25-50 oranında pelvik ağrı ve %10-40 oranında anormal kanama görülür. Endometriumda olan harabiyet nedeni ile zarlar birbirine yapışır (Asherman sendromu) ve bu durum hem infertiliteye hem de adet kanamasının azalmasına ya da olmamasına neden olur. Tüpler sıklıkla iki taraflı tutulur ve histerosapingografide (rahim filmi) görünümü tipiktir.
Tanı Genital tüberkülozdan şüphelenilen vakalarda aile ve kişinin kendi öyküsü önemlidir. Daha önceden tüberküloz tanısı alıp almadığı, ailesi ve yakın çevresinde bu hastalığa sahip kişi olup olmadığı araştırılmalı ve detaylı bir fizik muayene yapılmalıdır. Tanıya yardımcı olması açısından akciğer grafisi çekilmeli ve PPD testi yapılmalıdır. İnfertilite nedeni ile müracaat etmiş hastalarda HSG çekilmeli, gerekli vakalarda endometrium biopsisi yapılmalıdır.
Tedavi Genital tüberkülozun tedavisi tıbbidir. Ancak gelişmiş olan infertilite vakalarında tedaviye yanıt çok iyi değildir. Sebat eden vakalarda cerrahi tedavi de uygulanabilir. Çocuk isteği olmayan kadınlarda rahim alınabilir. Genital tüberküloz tedavisi güç ve yüzgüldürücü olmayan bir hastalıktır. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:01 pm | |
| mpetigo
Klinik bulgular : Büllöz olmayan formu, sıklıkla yüz ve ekstremitelerde , kesi, çizik, böcek ısırması gibi minör bir travma sonucu oluşur. Eritemli bir zeminde papül, ardından küçük bir vezikül şeklinde başlar, hızla püstüle ve rüptüre olur. Pürülan akıntı kurur ve karekteristik kalın, sarı-yeşil kabuklar oluşur. Bal peteği görünümündedir. Kaşıntı sıktır ve kaşınmayla yayılır. Yüzeyeldir, ülsere olmaz ve dermisi infiltre etmez. Hafif bölgesel bir lenfadenopati olabilir. Sistemik infeksiyon bulguları , ateş çok nadirdir. Ağrısızdır ve skar bırakmaz. Grup A streptokoklar tarafından oluşan impetigo bazen poststreptokokal glomerulonefrite yol açabilir. Büllöz impetigo; yenidoğan ve infantlarda oluşur. Vezikül olarak başlar, sonra bül haline geçer , büller kolayca rüptüre olur, kırmızı bir yüzey oluşur, sonra açık kahverengi krutlar ortaya çıkar. Sıklıkla boyun, yüz ve çeneyi tutar.
Etyoloji : Etken genellikle A grubu beta hemolitik streptokok veya Staphylococcus aureustur. Birlikte de olabilirler. Büllöz impetigoda S. aureus etkendir(grup II bakteriofaj içeren ). Yenidoğan da B grubu streptokoklar da etken olabilir.
Epidemiyoloji : Streptokokal impetigoda genelde fiziksel temasla geçiş söz konusudur. . Epidemiler yapabilir. İmpetigoyu takiben de çoğunlukla üst solunum yolunda da kolonize olur.
Tanı : Kesin tanı enfekte bölgeden S.pyogenes veya S.aureus’un kültürde izolasyonu ile konur. Genellikle mikrobiyolojik çalışma gerekmez. Gram boyama yapılabilir.
Ayırıcı tanı : Tipik olmakla birlikte başlangıçta su çiçeği, mantar enfeksiyonları, Herpes simplex virus enfeksiyonları, akut püstüler psöriazis ile karışabilir.
Tedavi : Lokal yara bakımı yararlıdır(su ve sabunla yıkama). Topikal antibiyotik; bacitracin, neomycin-bacitracin, mupirocin de kullanılabilir. Günde 3 kez , 7-8 gün uygulama yeterlidir. Yaygın impetigo, aile içi infeksiyon varsa , kreş grubu veya atletik takım ve büllöz impetigoda topikal ajanlar yeterli olmaz. Sistemik antimikrobiyal ajan kullanımını gerektiriyorsa; Penisilin veya amoksisilin verilir.. Oral 1.jenerasyon sefalosporinler, penisiline allerjisi olanlarda; eritromisin, azithromycin doz clarithromycin verilir. Stafilokokların etkin olduğu düşünülüyorsa, büllözse; penisilinaza dirençli oral penisilin ör:dicloxacillin--cloxacillin veya I.jenerasyon sefalosporinler; cephalexin, cephradine veya , cefadroxil oral kullanılabilir.Cefixim S.aureusa etkin olmadığı için kullanılmaz. Amoksisilin/clavulanic asit, Clindamycin veya trimethoprim/sulfamethoxazole 160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir. Gerekirse diğer antistafilokokal ajanlar da kullanılabilir. Oral ajanlarla tedavi süresi bir haftadır.
Dozlar : Penisilin : Oral penisilinV ; 25000-90.000Ü/kg/gün, dört dozda, 10 gün ,erişkinde; 250 mg , oral, 4 kez/gün veya benzathin penisilinG ;300 000-600.000Ü çocuk, 1200 000Ü erişkin olarak tek doz kas içine uygulanır.
Amoksisilin : 25-50mg/kg/gün, üç dozda, erişkin:1.5gr. iki-üç dozda
Ampicillin : 50-100mg/kg/gün, 4 dozda, erişkin: 2-4 gr/gün, 4 dozda
Oral 1.jenerasyon sefalosporinler : Cephadroxil oral; 30mg/kg/gün, iki doza bölünerek, erişkinde 2gr. iki doza bölünüp, , cefpodoxime; 10mg/kg/gün 2 dozda, erişkinde 800mg, iki doza bölünüp, cefprozil; 15-30mg/kg/gün iki doza bölünüp, erişkinde 1 gr/gün iki dozda, ceftibuten 9mg/kg/gün, bir doz, cephalexin ; 25-50mg/kg/gün 4 doza bölünerek, erişkinde günlük doz 1-4 gr, cephradine; 25-50mg/kg/gün 2-4 dozda ,erişkinde 250mgx4 doz.
Erythromycin: Yenidoğanda doz : 2000gr.dan düşük ağırlıklı bebekte;10mg/kg ağırlıklıda 12 saatte bir , 2000gr.dan büyükte; 10mg/kg, 8 saatte bir , 20-50mg/kg 2-4 dozda erişkinde 6 saatte bir 250-500mg olarak.
Azithromycin 5-12mg/kg gün tek doz, erişkin : 500mg/gün veya İlk gün 0.5 gr.daha sonra 250 mg/gün toplam 5 gün.maksimum doz; 600 mg. Clarithromycin 7.5 mg/kg/gün iki dozda, erişkinde 1 gr/gün, iki dozda,. 10 gün verilir.
Dicloxacillin : 3.125-6.25 mg/kg-cloxacillin 12.5 mg/kg dörde bölünüp, erişkinde 250mg oral 4 kez/günde) veya sefalosporin: cephalexin, cephradine (25-50mg/kg) ikiye bölünüp(erişkinde 250mg , oral, günde 4 kez) veya , cefadroxil 30mg/kg /gün, iki dozda kullanılabilir. Amoksisilin/clavulanic asit:25-45 mg/kg/gün, 2-3 dozda(formülasyona göre), erişkin:1.5 gr./gün, üç dozda.
Clindamycin : 2000gr.dan düşük yenidoğanda 5mg/kg, 12 saatte bir, 1 haftadan büyükse 5mg/kg 8 saatte bir, 2000gr.dan büyük ve 1 haftadan küçüklerde 5mg/kg, 8 saatte bir, bir haftadan büyüklerde 5mg/kg 6 saatte bir , infantlarda; 15-25mg/kg/gün 3-4 doz oral, erişkinde 150mg-450mg, 4 kez günde oral.
Trimethoprim/sulfamethoxazole : 8mg/kg/gün(trimethoprime göre), 2 dozda, erişkin; 160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir.
Korunma : Kişisel temizlik kurallarına uymak. Cilt infeksiyonu olanlar antimikrobiyal tedaviye başladıktan 24 saat sonraya dek okula gönderilmemeli, mümkünse o sürede yakın temastan uzak durmalı. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:02 pm | |
| KONTAKT DERMATİT VE MESLEKİ EKZEMA
Erişkinler arasında, ekzemanın en çok rastlanan tipi kontakt dermatittir. İki tip kontakt dermatit vardır; allerjik kontakt dermatit ve irritan dermatit. Her ikisi de zararlı maddelerin direkt teması ile ortaya çıktığından klinik olarak ayrımları zordur
Kontakt dermatitin üstesinden gelebilmek için bu zararlı maddeler ile temas durumunun ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Allerjik Kontakt Dermatit Allerjik kontakt dermatit sadece allerjiye eğilimli kişilerde görülür. Görülen karakteristik kırmızı, ekzematöz leke belirli allerjenlerle direkt temas sonrası ortaya çıkmaktadır. Allerjik reaksiyona yol açabilecek çok sayıda diğer maddeler de olmasına rağmen bu konuda en sabıkalı olanlar nikel, kauçuk (lastik vb.), lanolin ve kumaş boyalarıdır.
Kontakt Dermatit İrritan kontakt dermatit, kişinin irritanlarla (temas sonucu zarar verebilecek maddeler) defalarca temas etmesi sonucu oluşur. Bu irritanlar, derinin lipid tabakasını ortadan kaldırmakta, dolayısıyla da bu tabakanın koruyucu özelliği yok olmakta ve zararlı maddelerin deriden yüksek oranda emilmesine yol açmaktadırlar.
Islak giysi içindeki kauçuk dikiş alerjisi Başlangıçta, deride birikim sonucu oluşan bu hasar görülmeyebilir çünkü zararlı maddeye karşı vücut aylarca ve hatta yıllarca tolerans gösterebilir. Ancak, bu olumsuz durumun deride defalarca tekrarlanması sonucunda öyle kritik bir noktaya gelinir ki, bu maddelerin küçük miktarlarda dahi teması sonucu hastalık başlayabilmektedir.
İrritan Kontakt Dermatite Neden Olabilecek Maddeler
Alkaliler Zayıf asitler Makine ve motor yağları Sabunlar Deterjanlar Terebentin, tiner, aseton, kuru temizleme sıvıları gibi çözücüler.
El sırtları, parmakların avuç içine bakan tarafları, bilekler ve ön kol kısımları irritanlar ile en sık temas eden yerler olmalarından ötürü, hastalıktan en sık etkilenen yerlerdir.Bu tip dermatitin erken evrelerinde, irritan maddelerin sık birikim yaptığı parmak arası boşluklarında kurumalar görülür .Eğer irritan madde ile kontakt devam ederse elin bütünü etkilenebilir ve etkilenen deride acı, hassasiyet ve hareket kısıtlılığı gelişir.
Mesleki Ekzamanın Gelişimi Sıklıkla, kişinin mesleği ile ilgili günlük aktiviteleri, irritan veya allerjik maddelerle karşı karşıya kalmasına neden olmaktadır .Nem, ısı, sürtünme ve basınç koşulları altında irritasyona neden olan adı geçen maddelerin etken olduğu çalışma ortamı, bu hastalık için başlı başına bir anlam içermektedir. Eğer ortam devam ederse, meslek ile ilgili ciddi deri rahatsızlıkları ortaya çıkabilir.
Oluşan yaraların şiddetli ve ağrılı olması durumunda, o kişinin etkin bir şekilde çalışabilmesi mümkün olmayabilir. Bunun yanısıra, bu durumdaki kişiler, derilerindeki hoş olmayan görüntüler nedeniyle içinde bulundukları toplum tarafından dışlanabilirler.Diğer birçok deri hastalığında olduğu gibi, ekzama ile de ilgili çok sayıda söylenti bulunmaktadır.
Ne yazık ki, hala birçok kişinin bu hastalığa yaklaşımı ile ilgili yanlışlıklar vardır. Bu hastalık ile ilgili yeterli bilgi sahibi olmayan birçok insan ekzemayı bulaşıcı bir hastalık sanmakta ve havlu, terlik gibi kişisel eşyaların paylaşımı ile veya direkt temas yoluyla hastalığın bir diğerine geçebileceğine inanmaktadır. Ekzama, hiçbir şekilde bulaşıcı bir hastalık değildir ve yukarıda adı geçen yolların hiçbiriyle kişiden kişiye geçmesi söz konusu değildir. Bir kişinin, bu hastalığa yakalanması için ya kişisel allerjik bir durumun oluşumu ya da irritan maddelerle uzun süre teması gereklidir.
Mesleki dermatitler, her yıl binlerce gün iş kaybına neden olmaktadır.
Bazı mesleklerin, kontakt dermatit açısından yüksek risk içerdikleri bilinmektedir.Kronik kontakt dermatit açısından yüksek risk grubundaki meslekler :
Fırıncılar Güzellik uzmanları Kasaplar Temizlik işçileri Aşçılar İnşaat işçileri Diş teknisyenleri Balıkçılar Bahçıvanlar Kuaförler Metal işçileri Motor -mekanik işçileri (örn.Oto tamircileri) Matbaa işçileri Sağlık personeli
Kontakt Dermatit ve Mesleki Ekzamanın Tedavisi Kontakt dermatitin erken tanımlanması kesinlikle bir avantajdır, şöyle ki, gerek işyeri gerekse evdeki potansiyel irritan veya allerjik maddeler, mümkün olduğunca çabuk bir şekilde ortamdan uzaklaştırılabilir.
Olaya neden olan maddelerle temas kaçınılmazsa ,hastalar kullanım konusunda, işverenler ise koruyucu kremler, giyecek malzemesi ve özel temizlik uygulamaları gibi koruyucu önlemler konusunda eğitilmelidirler Şiddetli vakalarda, meslek değişimi önerilebilir.Bunun yanısıra, yumuşatıcı kremleri ve uygun topikal kortikosteroidleri, olayı başlatan zararlı maddeden uzak kalmak suretiyle kullanımını içeren bilinçli tedaviler, hastaların büyük bir çoğunluğunda etkili olmaktadır.Schering Alman İlaç Firması, dermatologlarla bir uyum içinde sürdürdüğü araştırma ve gelişmelerle bu alanda hizmet vermektedir. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:02 pm | |
| Klamidya enfeksiyonu
Klamidya enfeksiyonu chlamydia trachomatis adı verilen bir bakterinin sorumlu olduğu bir hastalıktır ve özellikle gelişmiş ülkelerde cinsel yolla bulaşabilen hastalıkların en sık görülenidir.
A.B.D.'de her yıl 4 milyon yeni klamidya vakası görülmektedir ve maalesef bu kadınların %40'ından fazlası hasta olduğunun farkında değildir. Çoğu zaman enfeksiyon herhangi bir belirti vermez ve başka bir nedenden dolayı doktor kontrolüne gidene kadar fark edilmez. Problemin erken dönemde fark edilebilmesi için yılda bir ya da tercihan 6 ayda bir doktor kontrolü ve tarama testlerinin yapılması şarttır. Bu özellikle genç kadınlarda ve birden fazla partneri olan 35 yaş üstü kadınlarda önemlidir.
Belirtileri Genelde belirti vermemesine rağmen bazı kadınlarda hafif sarımsı akıntı, idrar yaparken yanma, sık idrara çıkma, vajinal bölgede yanma ve kaşınma, kızarıklık, şişlik, dış genital organlarda yaralar, ilişki esnasında ağrı ve anormal kanama gibi kalmidya enfeksiyonuna özgü olmayan nonspesifik tabir edilen belirtiler olur. Erkeklerde ise en sık bulgu penisden olan akıntı ve idrar yaparken olan yanmadır.
Tanı Tanı hastanın öyküsü ve muayene esnasında alınan servikal doku örneğinin laboratuvarda incelenmesi ile konur. Bu masraflı bir teknik olmasına ve heryerde yapılamamasına rağmen en etkili teşhis yöntemidir.
Klamidyayı saptayacak ve tarama testi olarak kullanılabilecek idrar analiz teknikleri geliştirmek amacı ile çalışmalar sürdürülmektedir. Klamidya saptandığında kişinin son 1 hafta içinde ilişkide bulunduğu bireyler de taranmalıdır.
Tedavi edilmediği taktirde klamidya enfeksiyonununen ciddi sonucu infertilitedir.
Pek çok kadında pelvik iltihabi hastalığın etken faktörü klamidyadır ve vücuda girdikten uzun yıllar sonra bu tabloya neden olabilir. Klamidya enfeksiyonu karın boşluğu içerisinde yapışıklıklara neden olur ve uzun dönemde çocuk sahibi olmada güçlükler meydana gelebilir.Enfeksiyon varlığından habersiz olan gebe kadınları bekleyen en büyük tehlike ise erken doğum riski ve bundan çok daha önemlisi doğum esnasında mikroorganizmayı bebeğe bulaştırmaktır. Klamidya bebeklerde göz iltihaplarına neden olur. Trahom adı verilen bu hastalık körlükle dahi sonuçlanabilir. Ayrıca yenidoğanlardaki diğer bir tehlike de klamidya zaatürresidir. Bu nedenle gebe olan her kadında klamidya taraması iddeal olarak yapılmalıdır.
Önlem Klamidya enfeksiyonundan korunmanın en etkili yolu diğer bütün cinsel yolla bulaşan hastalıklarda olduğu gibi (uzun süreli tek eşli bir ilişki yok ise) kondom kullanmaktır. Bunun dışında yıkanırken akan suyla yıkanmak yani duş yapmak, vajina içini su ile yıkamamak, sentetik iç çamaşır yerine pamuklu olanları tercih etmek, çok dar pantolon giymemek gibi basit kurallara dikkat etmek tüm vajinal enfeksiyonlardan korunmada olduğu gibi klamidyadan da korunmada etkilidir. En az yılda bir herhangi bir yakınma olmasa bile kontrole gitmek de genel sağlık açısından önemlidir.
Tedavi Klamidyanın tedavisi antibiyotikler ile olur.Yapılan araştırmalar sonucu Amerikan Hastalık Kontrol ve Öneme Dairesi klamidya enfeksiyonları için standart protokoller önermiştir. Bu tedaviler ile klamidya herhangi bir zarar yaratmadan tedavi edilebilir. Klamidya ile gonore (bel soğuklu) genelde birarada bulunduğundan bu hastalıklardan bir teşhis edildiğinde diğerine yönelik tetkik ve tedaviler de mutlaka yapılmalıdır. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:02 pm | |
| Kıllanma Hirsutizm
Vücudun normalden aşırı kıllanmasına Hirsutismus diyoruz. Bu bir kadın için büyük üzüntü kaynağıdır. Aşırının ölçüsü toplumdan topluma, insandan insana değişebilmektedir,mesela dudak kenarındaki tüylenmeden erkek tipi bıyığa kadar değişebilir. Bir insana göre veya bir topluma göre önemli olan kıllanma, bir diğer insan veya topluma göre mutsuzluk nedeni olabilir.Batı toplumlarında kadınlarda alışılmışın dışında kıllanma kabul edilemez bir durumdur,bu durumdaki kadınlar kendilerini çekici hissetmezler,güvensiz olurlar ve sosyal ilişkilerde zorlanırlar,hatta bu yüzden karşı cinse yaklaşamayan kadınlar dahi vardır.
Kıllanma kozmetik ve görsel bir problem den daha fazlasıdır genelde,çünkü altında hormonal bir neden yatmaktadır.
Nedeni:Normal dışı kıllanma her hanımda az miktarda var olan erkeklik hormonunun çeşitli nedenlerle artmasına bağlı olarak gelişir.Çok az olarak ta bazen kıl köklerinin bu hormona hassasiyeti artar.
Kıllanmada ( hirsutismus’da ); üst dudakta, alt çene ve üst çenede, şakaklarda, memeler rasında, meme başı etrafında, göbek altında, kuyruk sokumunda ve kalçalarda anormal kıllanma vardır. Bu bölgelerde hanımlarda da var olan ince, renksiz, kısa ayva tüyleri kalın, uzun koyu renkli kıllara dönüşür ve deri yağlanır, yüz sırt ve göğüs civarında akneler(siyah lekeler) oluşabilir.
Kıllanma sorunu olan bir hanımda sorulması gerekli sorular şunlar olabilir;
-Kıllanma ne zaman başlamış, artıyor mu ?
-Ailevi mi ?
-Erken adet başlangıcı, veya menopoz(adetten kesilme) ?
-Kıllanmaya karşı ne tür kozmetik yöntem kullanıldı ? ( mesela jilet kullanılarak kıllar arttırıldı mı ?)
-Adet düzensizliği, adet görememe, kısırlık şikayeti var mı ?
-Kıllanma yapabilecek herhangi bir ilaç kullandı mı ?
-Sistemik bir hastalığı var mı ?( şeker gibi )
Kıllanma derecesi seçilir, hafif, orta ve ağır kıllanma olarak değerlendiririz.
-Hafif kıllanma; yüz yanlarında, çenede ( tam sakal değil ), kol ve bacaklarda hafif kıl artışı, ve karında artma, kıl yapısı ince, yumuşak ve açık renkte
-Orta derecede kıllanma, kıl yapısı kalın ve koyudur, yüzde ( tam sakal değil ), göğüste, karında kıllanma vardır.
-Aşırı kıllanmada ise kaba kalın kıllar, yüzde sakal oluşumu, kulaklar, parmaklarda dahi kıllanma vardır.
Dokuz farklı vücut bölgesinde kıllanma skorlaması yapılır. Normal değerler: toplamda 4-8 arası normaldir. 8 üstü hafif kıllanmaya,16üstü şiddetli kıllanmaya girer.Ayrıca tek alanlarda 3-4 de tek başına kıllanma göstergesidir.
3 tip kıl vardır;
1-Lanugo kılları :Bebek anne karnındayken olan vücuttaki kıllar,erken doğmuş bebeklerde daha sık görülür
2-Vellus kılları : Ayva tüyü tabir edilen kıllar
3-Terminal kıllar : Ayva tüylerinin bluğ çağına(cinsel olgunluk başlaması)girilmesi sırasında hormonların etkisi ile son halini alması.
Erkekler ve kadınlar doğduklarında aynı sayıda kıl tomurcuğuna sahiptirler, ve insan vücudundaki kıl tomurcukları sayısı ve dağılımı ırklara göre farklılık gösterebilir.
Kıl tomurcuğu gebeliğin 2. ayında gelişmeye başlar,doğumda çocuğun hayatı boyunca sahip olacağı tüm kıl tomurcuğu(folikülü) mevcuttur.
Kılların üzerinde erkeklik ve kadınlık hormonlarının farklı etkileri vardır.Mesela erkeklik hormonu erkeklerde göğüste kıl çıkmasını uyarırken,kadınlarda kadınlık hormonu(östrojen)göğüste kıl çıkmasını engeller,sakaldada aynı olay gerçekleşir.
Ne yapmalıyız ?
Her konuda dediğimiz gibi altta yatan neden araştırılmalıdır, bunun içinde bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına müracaat etmelisiniz.
Doktorunuz sizi sorgulayacak ( ne zamandır gibi? ) ve muayene edecektir.
Muayene ve ultrasonografi ile olabilecek bir anomaliyi ( yumurtalık yokluğu gibi ) veya fazla erkeklik hormonu salgılanmasını sağlayan bir tümör gibi olabilecek olasılıkları değerlendirecek, gerekirse radyolojik tetkikte isteyerek,
laboratuar tetkiki isteyerek hormon düzenini inceleyerek sebep olan faktörleri ortaya çıkarmaya çalışacaktır.
Toplumumuzda görülen kıllanmalarının bir çoğu basit nedenlerden oluşmakta hastanın yaşı, konumu, çocuk isteyip istemediği gibi durumlar değerlendirilerek verilen tedavilerle bu konu çözümlenmektedir.
Tedavide kıllanmayı oluşturan faktörün bulunup ortadan kaldırılması veya tedavi edilmesi birinci basamak ikinci basamak ise oluşmuş kıların kozmetik yöntemler ile temizlenmesidir.
Şişmanlarda adet düzensizliği ve kıllanma varsa önce zayıflama kürlerine baş vurularak zayıflatılmalı ve kozmetik yöntemlere baş vurulmalıdır.
Adet düzensizliği ve kıllanma arasındaki yakın ilişki göz ardı edilmemeli bu tip yakınmaları olanlar en kısa sürede hekime başvurmalıdırlar.
Başka neler kıllanma yapabilir?; bazen gebelik, polikistik over hastalığı (adet düzensizliği,gebe kalamama,kıllanma şişmanlık,yumurtalıklarda problemin olduğu bir hastalık) bazı yumurtalık tümörleri, diğer bazı beyin tümörler bazı böbrek üstü bezi hastalıkları kronik stress bazı bünyelerde bazı doğum kontrol hapları vs
Sayın bayanlar her şeyin çözümü mevcuttur, şikayetleriniz için geç kalarak geçirdiğiniz süre bedeninize kalıcı zararlar verebilir. Erken tehşis ile her şey çözülebilir.
Hanımlarımızdan bir ricamızda kıllanmanın kozmetik çözümleri hakkında iyi araştırma yapmadan rastgele tedavi ve tüy döktürücü işlemler yaptırmamalarıdır. Özellikle son zamanlarda bazı kişilerin hanımlarımızın bu zaafları ve iyi niyetlerinden faydalanarak yüksek paralar karşılığında bilinçsizce laserle epilasyon tedavisi veya ne olduğu bilinmeyen bir takım karışımlar ,jeller ile tüy dökücü seanslar yapmaları sonucu ciddi sağlık problemleri ortaya çıkmıştır, uzun vadede neler yapabileceği ise ürkütücüdür.
Unutmayınız var olan kıllar yok edilemez,sadece zayıflatılabilir,kıllanmanın birinci tedavisi nedeni yok etmektir,sonra ise kılların alınması(kozmetik çözüm) gelir.
Çeşitli kuruluşlar ve yerler kılları kesinlikle yok ettiklerini söyleyebilirler ama bu çok zordur,sadece günlerce süren seanslar ve tonlarca para sonucu ya cildiniz yanar yada bir sure sonra kıllar tekrar çıkmaya başlar.
Bu konuda danışma alabileceğiniz size yol gösterebilecek çok ciddi kurumlar vardır, lütfen onlara danışarak seçiminizi yapınız. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:02 pm | |
| kepek saçta kepeklenme
Şikayet
Kafa derinizden beyaz beyaz bir şeyler dökülüyor.
Nedenleri
Derideki yağbezleri iltihabı : Omuzlarınıza adeta kar taneleri düşüyor, başka belirti yok. Veya kaşlarınızda, burnunuzda, kulaklarınızın arkasında, hatta koltuk altlarınızda ve cinsel organlarınızda çok miktarda pul pul kabuk ya da kepek var. Kızarma, kabuk bağlama ve akıntı görülüyor. Bunun nedeni kesinlikle bilinmiyor, ancak bu muhtemelen aşırı yağlanmayla birlikte görülen ve çoğunlukla fiziksel ya da duygusal stresle, aşırı sıcak ve nemli havayla veya soğukla daha da kötüleşen bir mantar enfeksiyonundan kaynaklanabilir.
Kendi kendine yardım yöntemleri genellikle işe yarar.
Sedef hastalığı : Önce kepek vardı, ama artık lekeler başladı ve bu beyaz pullarla kaplı kabarık lekeler saç derisine, dizlere, dirseklere ve kaba etinize yayıldı.
Lekeler kaşınıyor veya ağrı yapıyor. Tırnaklarınızda yumuşama ve renk atma, eklem ağrıları ve sertleşme de söz konusu olabilir.
Mantar Enfeksiyonu : Saç derinizde kaşınan, kırmızı veya gri lekeli pullar var. Muhtemelen saçınız biraz döküldü. Mantar enfeksiyonlarına mikroskopik organizmalar yol açar. Tutulmalar hafif ile ağır arası derecelerde olabilir. Enfeksiyon genellikle hijyene dikkat etmemenin sonucudur. Bazen reçetesiz veya reçeteli ilaç gerekebilir.
Kendiniz Ne Yapabilirsiniz?
Reçetesiz veya reçeteyle verilmiş ve sülfür, asit salisilik, selenyum veya katran içeren bir şampuanla her gün yıkayın. Talimatlara harfiyen uyun ve iyice durulayın. Bir güçlendirici yararlı olabilir.
Önleme
Kepeğe karşı şampuanı ara sıra, normal şampuan kullanımının arasında kullanın. Farklı şampuanları deneyin, iki şampuanı değişmeli kullanın veya birkaç günde bir şampuan değiştirin.
Öteki Nedenler
Kontakt dermatit
Çocuğunuzun Tedavisi
Yumuşak bir saç fırçası veya diş fırçasıyla saç derisinin rahatsız bölgesini (pullu, kırmızı, kabuklu ya da akıntılı kısmını) yumuşatın. Kabuklar çıkmayacak kadar sertse, ılık bebe yağı sürün ve çocuğunuzun başına ılık havlu sarıp 15 dakika beklettikten sonra kepek giderici şampuanla yıkayın, ancak şampuan çocuğun gözüne kaçmasın. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:03 pm | |
| liken planus
Sebebi bilinmeyen ("liken ruber planus"ta oldugu gibi nadiren de sebebi bilinen), oldukca sik gorulen bir "papuloskuamoz" hastalik olan liken planusta, hastalarda cok kasintili, pullanan, duz tepeli lezyonlar bulunur. Tam olarak gelismis lezyonlarin rengi koyu kirmizi ile mor arasindadir. Lezyonlar pullanan plaklar olusturacak sekilde birbirleriyle birlesirler. Travmaya ugrayan bolgelerde yeni lezyonlar ortaya cikar (Koebner fenomeni). Tercih ettigi yerler diz ve bileklerin fleksor yuzleridir fakat vucut yuzeyinin bircok kisminda olabilir. Sacli deride, diger deri yuzeylerinde gorulen likenoid lezyonlarla birlikte veya tek basina inatci, skarlasan alopesi ("liken planopilaris") olabilir, fakat genellikle deri yuzeyinde en azindan follikuler hiperkeratoz bulunur. Hastalarin yaklasik yarisinda agiz lezyonlari da vardir ve bunlar ulserasyonlara bagli siddetli rahatsizlik olusturabilirler. Vakalarin %20 kadarinda da genital lezyonlar bulunur. Lezyonlarin merkezinde yuvarlak bir beyazlasma olabilir ve bu sifilitik sankrdan ayirmada onemlidir. Tirnaklar da etkilenebilir. Lezyonlarda kalin bir pullanma ("hipertrofik liken planus") ve hatta blisterler bile ("bulloz liken planus") olusabilir. Agiz boslugundaki kronik ulseratif liken planusta yassi hucreli karsinom gelisebilir fakat bu nadir gorulen bir durumdur. PATOLOJI. Histopatolojik degisiklikler ayirdettiricidir. Travmaya ugramamis lezyonlarda, parakeratoz olmaksizin stratum korneumda kalinlasma ve sikilasma vardir. Granuler tabaka fokal olarak kalinlasir. Stratum spinozum da kalinlasmistir ve bazal keratinositler ortadan kalktigi icin bazal membran bolgesine dogru uzanir. Geride kalan bazal keratinositlerde sitoplazmik vakuolizasyon bulunabilir. Nekrotik bazal keratinosit kalintilari kolloid cisimcikler ("Civatte cisimcikleri") olarak gorunur. Nekrotik keratinositlerin hemen cevresinde lenfositler birikir ("satellitozis"). Papiller dermis kalinlasir ve bant tarzinda lenfosit infiltrasyonuyla dolar. Tam olarak gelismis lezyonlarda lenfositler dermis epidermis sinirini siler. Papiller dermiste lenfositler kadar, melanofajlar ve fibrozis de bulunabilir. Dermis degisiklikleri karakteristik olarak yuzeyeldir ve papiller dermisi tutar fakat liken planopilariste kil follikullerinin derinliklerine kadar uzanabilir. Atrofik lezyonlarda nisbi hipergranuloz ile cok ince bir epidermis bulunabilir. Bulloz lezyonlarda dermis epidermis birlesim yerinde, bazal keratinositlerin nekrozundan kaynaklanan bir yarik vardir ve liken planus vakalarinin cogunda buna benzer daha kucuk yariklar bulunur ("Max Joseph mesafeleri"). Liken planus ilâclara sekonder, lupus eritematozus kaynakli gibi baska likenoid hastaliklardan ayirdedilmelidir. Likenoid ilâc erupsiyonlari dermiste hatta epidermiste orta derecede yogun olabilen eozinofillere sahiptir. Plazma hucreleri, ozellikle eozinofillerin bulunmadigi hallerde sekonder sifiliz ya da lupus eritematozus icin arastirma yapilmasini gerektirir. Bazi hastalarda lupus-liken planus cakisma sendromu (LE-LP overlap sendromu) denilen bir durum olusur; burada lupus lezyonlari klinik olarak liken planusa benzer ve bazi lezyonlar histopatolojik olarak dahi liken planustan ayirdedilemez. Dermis epidermis sinirinda ince granuler tarzda immunoglobulinlerin varligi gibi immunofloresan bulgular lupus eritematozusun gostergesidir. Liken niditus ve liken striatus yuzeyi parakeratotik bir pullanma ile ortulu, lenfositik infiltrasyon gosteren, kucuk likenoid papullere sahip farkli hastaliklardir. Liken striatusta papuller lineer bir dizilim gosterir. Histolojk olarak siklikla kil follikulleri ve ter bezlerini tutar hatta derin dermise de ilerler. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:04 pm | |
| cilt kırışıklıkları kırışması ve önlenmesi
Kırışık giderme konusunda Kozmetik dünyasında en çok konuşulan yardımcı A vitamini ve türevleridir. Çok geniş olarak konuşulmasada da C vitamini, selenyum, dengeli beslenme, spor ve su cilt sağlığı ve kırışıklıkların giderilmesi veya oluşumunun engellenmesinde önemlidir. Yapılan bazı çalışmalar kollagen yapımı üzerine etkileri nedeni ile C vitaminini de gündeme getirmiştir. Bazı çalışmalar C Vitamininin, vücüdumuzdaki bağ doku denen, koruyucu doku katmanının korunmasında anahtar rölü oynadığını göstermiştir. Kollagen de bu dokunun bir elemanıdır. Kollajen sentezi için gereken sinyali C vitaminin oluşturduğu düşünülmektedir. Günlük hayatımızda besinlerimiz ile C Vitamini almaktayız. Bu vitamin suda eriyebilen vitaminler gurubundandır. Asit yapıdadır, kimyasal ismi Askorbik asittir. Yani sindirim kanalından kana, vücudun emme mekanizmasının izin verdiği ölçüde geçer, ve vücudun her noktasına taşınır. Hücreler ihtiyaçları kadar C vitaminini kandan alırlar ve fazla alınmış miktar ise vücuttan idrar yolu ile atılır. Sıklıkla yediğimiz, taze sebze ve meyvalar C vitamini için iyi bir kaynaktır. Günlük erişkin bir kişi için önerilen C vitamini dozu 300 - 500 mg. dır. Sigara kullanan kişilerin ihtiyacı daha yüksektir. Fazla miktarda C vitamini alınması halinde idrar yolu ile atılır bir zararı yoktur. Ancak çok yüksek dozda alınan C vitamini, atılımı sırasında idrarda, kum veya taş oluşumuna neden olabilir. Erişkinler için önerilen minimum C vitamini dozunun, vücutta C vitamini eksikliği oluşmaması için gereken doz olduğunu vurgulayan uzmanlar, bu dozların kırışıklar üzerine bir etki sağlamayacağını söylemektedirler. Özellikle güneş ışınlarının taşıdığı ultrviyole ışınlarının cilt üzerindeki olumsuz etkileri düşünüldüğünde, Hücre içi metabolizma bozulur,Daha az kan taşınır, Ter ve yağ bezlerinin fonksiyonları bozulur , Kollagen yapımı azalır, var olan kollagen lifleri kalınlaşır, Damarların duvarlarındaki kollagen liflerde özelliklerini kaybettiklerinden (özellikle göz çevresi ve damarların daha yüzeyde olduğu bölgelerde) damar duvarlarından dışarı kan serumu çıkmakta ve süngersi yapıdaki bölgelerde, torbalaşmalara neden olmaktadır. Bu konular daha detaylı olarak cilt kırışıkları bölümünde incelenmiştir.
Genç ciltlerde daha çok kan akımı ve damarsal oluşumlar varken, yaşlılıkta azalan kan akımı ve daha çok ultraviyoleye tabii kalmış yıpranmış, daha çok serbest radikallerin (hücre için, sağlam moleküllerden elektron çalarak, onların yapısını bozarak, normal moleküllere zarar veren zararlı bir gurup madde) oluştuğu ciltte, daha çok C vitamin gereklidir.
Cilde, yüksek dozda C vitamini içeren kremlerin uygulanması ile bazı olumlu gelişmeler gösterilmiştir. Özellikle sunblock (tam UV kesen kozmetikler) ile birlikte C vitamini uygulamasının, serbest radikallerin oluşumu azalmakta ve kırışıkların oluşumlarının başlamasında engel olduğu düşünülmektedir. Bu tip ürünlerin, güneşe çıkmadan en az 20 - 30 dakika önce uygulanması gerekmektedir.
Ciltte kırışıklıkların oluşumuna engel olan bir diğer mekanizmada E vitaminidir. Anti oksidan özelliği ile serbest radikalleri ortadan kaldırır. Bu tip ürünlerin güneşe çıkmadan değil de, güneşe maruz kaldıktan sonra uygulanması önerilmektedir. Vitamin E'nin kendisinin de ultraviyole karşısında, serbest radikaller oluşturduğu bilinmektedir. Güneşlenmeden 8 saat sonra uygulanan E vitamini yağının, ciltteki zarardan cildi koruduğu ve şişme oluşumunu engellediği söylenmektedir. Ağız yolu ile alınan E vitamininin, cilt kırışıklıkları üzerine olan etkisi yeni çalışılan bir konudur ancak, bu tip uygulamanın cildin daha sağlıklı olmasına ve ultraviyole zararlarından korunmada etkili olduğu bildirilmiştir.
Vitamin E gibi etki gösteren bir başka mineralde selenyumdur. Toprakta bulunan bu mineral besinlerimiz yolu ile alınırlar. Topraktaki selenyum içeriği doğrultusunda bazı bölgelerde alım eksikliği olur. Cilt sağlığı için günlük önerilen minimum miktar 50 - 200 mikrogramdır. En çok kullanılan selenyum tuzu l-selenomethionin'dir. Bu mineralin kullanılmasında mutlaka hekiminize danışmalısınız. 100 mikrogramın üzerindeki yüksek dozlarda toksik ( zarar verici) olabilmektedir. Sadece gereğinde kullanılmalıdır. Özellikle soğan, sarmısak gibi yemeklerimizde sıklıkla kullanılan sebzeler yüksek miktarlarda selenyum içerir. En çok Ton balığında vardır. Ondaki miktar bile 3 konserve kutu balıkta 100 mikrogram kadar yer alır. Bazı araştırıcılar iyi sonuçlar aldığını bildirmektedir.
Cilt kırışıklıkları konusunda içki ve sigaranında çok etkisi vardır. Sigara içerdiği maddeler nedeni ile damarların büzülmesine ve kan akımının azalmasına neden olur. Ciltte tahrişlere ve kurumalara neden olurlar.
Vücuda su alımı da çok önemli bir faktördür, ciltte bulunan hücrelerin su içeriklerin tam olması, yağ ve ter bezlerinin normal fonksiyonları için su çok önemlidir. Doğal olarak cildi nemlendirir. Bir kişinin günde 5 lt. ye yakın miktarda sıvı alması gerekir. Bol bol su içilmesi, tüm sağlık problemlerinde önerilen bir unsur olduğu gibi cildin her türlü sorununuda da çok önemlidir ve etkindir. Dolaşım sisteminin, sağlıklı çalışması cildin de beslenmesi konusunda çok önemlidir. Dolaşımın artması ve düzenli olması, hücrelere daha düzenli besin ve oksijen taşınması demektir. Daha sağlıklı bir vücut için sporda çok önemli bir faktördür. Spor, dolaşım sisteminin sağlıklı fonksiyon görmesini sağlar.
Denegeli bir beslenme, güneşten korunma, spor yapmak ve bol bol su içmek, cilt sağlığı için yapılması gereken en temel davranışlardır. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:04 pm | |
| DERİ: CİLT KANSERLERİ
Deri kanseri sıklığında son yıllarda artış olmuştur. Bunda en önemli rolü ultraviyole oynar. Işın, ısı, travmaya maruz kalmak; arsenik, katran, kurum, madeni yağlar,parafin ile uzun süreli temaslar deri kanseri sıklığını arttırır.Karsinojen maddelerle çalışan endüstri işçilerinde bu tip kanserler gelişir.İyileşmeyen yaralar,cilt hastalıkları,eski yanık sahalarında da kanser gelişme riski vardır.Açık tenli, sarışın ve kızıllarda cilt kanseri sıklığı koyu tenlilere oranla çok daha fazla görülür. Cilt kanserlerine öncülük eden çeşitli lezyonlar da olabilir.Bunların erken tespit edilip tedavisinin yapılması cilt kanseri sıklığını azaltır. Çeşitli bölgelerdeki iyileşmeyen yaralar öncü lezyonlardan olabilir.Vücutta eskiden beri var olan benlerde büyüme, küçülme, kanama, kaşıntı, kabuklanma gibi şikayetler hekime başvurulmasını gerektirir. Yaşla birlikte deri kanseri sıklığı artar.
Deri kanserlerinin en sık görülen üç tipi vardır: 1. Bazal hücreli kanser 2. Epidermoid kanser 3. Malign melanom
Bazal hücreli kanser % 85 baş boyun bölgesinde görülür.Genelde yüzeyden hafifçe kabarık, üstü kabuklu, pullu, parlak, üzerinde küçük damarcıklar bulunan olmak üzere çeşitli görünümlerde olurlar.Cilt kanserlerinin en yavaş ilerleyeni ve başka uzak organlara en az yayılanıdır. Genelde erken tanı konur, çok nadiren tekrarlar ve tedavisinde başta cerrahi olmak üzere kriyoterapi, küretaj, radyasyon, laser, topikal 5 -FU kullanılır.
Epidermoid kanser 2. en yaygın görülen cilt kanseridir. Cildin en üst tabakasındaki atipik epidermal keratinositlerden gelişir. Nadiren normal ciltte meydana gelebilmekle birlikte, genellikle güneşten hasar görmüş ciltte yada aktinik keratoz gibi öncü lezyonlardan gelişir. Virüsler, eski yanık alanları,iyileşmeyen yaralar , çeşitli cilt hastalıkları zemininde de gelişir. Çeşitli sekillerde olabilirler. İleri dönemlerde genelde kötü kokuludurlar.Oldukça hızlı büyür, derin ve uzak dokulara doğru hızlı ilerler. Tedavileri öncelikle cerrahidir. Kanserin bulunduğu döneme göre ek tedavi prosedürleri uygulanır.
Malign melanom deriye rengini veren pigmenti üreten, melanosit adı verilen hücreden gelişir.En öldürücü cilt kanseri tipidir.Güneşe maruz kalan bölgelerde özellikle sık görülür.(Kadınlarda bacaklar, erkeklerde gövdede…) Çeşitli renklerde (kırmızı, beyaz, mavi veya karışık renkli), düzensiz sınırlı(köşeli, çentikli vs.) ve düzensiz yüzeyli olabilirler. Hastalar lezyonlardaki kaşıntı, kanama, ülserasyon, boyut ve rengindeki değişikliklerden dolayı hekime başvururlar. Eskiden vücutta var olan benlerden gelişebileceği gibi sonradan oluşan benlerin zemininden daha çok gelişirler. Erken tanı son derece önemlidir.Cerrahi tedaviye ek olarak çeşitli ilaçlar da kullanılır. Deri kanserleri gözle görülebilen bölgelerde ortaya çıktığından genellikle erken devrede tanı konabilmekte ve tedavide başarı oranı bu nedenle yüksek olmaktadır. Yüzünüzde, ellerinizde ya da vücudunuzda bir aydan daha uzun süre iyileşmeyen kapanmayan yara, fark ederseniz zaman geçirmeden doktorunuza başvurunuz. Şüpheli yaralardan ufak bir parça alınarak yapılacak olan patolojik inceleme ile yaranın kanser olup olmadığı belirlenecektir. Ayrıca bu yolla ne tip bir yara ise buna göre uygun tedaviye karar verilecektir.
Dudak, yüzün alt bölümü veya kulak kepçesi derisinde iyileşmeyen bir yara fark ederseniz şüphelenmeniz gerekir. Deri kanserleri arasında klinik olarak en az zararlı olanı "bazal hücreli" olan tiptir. Genellikle seneler sürebilen yavaş bir gelişim gösterir. Krater şeklinde ortası çukur bir yara etrafa doğru yavaş yavaş genişler. Daha hızlı olarak aylar içinde gelişen deri kanseri ise "yassı hücreli" tiptir. Klinik olarak daha kötü huylu olup yine zamanında ve çok yayılmadan teşhis konduğunda tamamen tedavisi mümkündür. Daha da kötü prognoza sahip olan kanser olan "Malign melanom" hastalığında, deride daha önce mevcut olan veya sonradan çıkan bir leke (ben) koyu siyah veya koyu mor renk değişikliğine neden olur; bazen de ortadaki bir lekenin etrafında daha küçük lekeler görülür. Bunun dışında leke üzerinde kanama veya renk değişmesi olabilir.
Baş veya boyun derisinde özellikle büyüklüğü artan siyah veya koyu mor renkli bir leke fark ederseniz muayene olmanız gerekir. Önceden mevcut olan bir nevüste (ben) huy değişimi, renk değişimi, çapında hızlı artış, üzerinde kanama, kabuklanma, tüylenme veya tüylerin dökülmesi, etrafında uydu yeni lezyonların oluşması durumunda mutlaka doktora başvurunuz. Deri kanserleri genellikle güneş ışınlarının vücuda dik açıyla geldiği bölgelerde ve güneş ışınına uzun süre ve sürekli maruz kalanlarda daha çok görülür ve bu etki yıllar içinde birikim gösterir ve olasılık giderek artar (bazal hücreli ve yassı hücreli tipler). Malign melanoma ise çoğunlukla güneşten uzak kapalı odada uzun süreli çalışıp daha sonra birden örneğin yaz tatilinde kısa süreli fakat çok şiddetli güneş ışınına maruz kalanlarda görülebilir.
Atmosferdeki ozon tabakasının günümüzde kullanılan bazı maddelerin oluşturduğu çevre kirliliğine bağlı olarak tahrip olması sonucunda güneş ışınlarının zararlı etkisi giderek artmaktadır. Bu nedenle güneş ışınlarından korunmak, özellikle bu etkinin çok arttığı saatlerde güneşe çıkmamak (saat 10-16 arası) ya da güneş ışınından koruyucu kremler kullanılması, geniş gölgelikli şapkalar giyilmesi önerilmektedir. Deri yüzeyinde oluşabilecek yaraların erken devrede tedavisi çok daha kolay ve başarı oranı daha yüksektir.
Deri kanserlerinin sık görüldüğü bir bölge de alt dudaktır. Özellikle erkeklerde daha sık görülmekte ve zaman kaybedildiğinde yara genişlemekte tüm dudağı tutabilmekte, hatta buradan boyun bezelerine (lenf bezi) ve diğer organlara (akciğer, kemik) yayılabilmektedir. Yine erken devrede tanı konduğunda tamamen tedavisi mümkündür.
Deri kanserlerinde birinci tedavi seçeneği cerrahi tedavi yani kanserli kısmın yeteri kadar dışından çıkarılması ve oluşan doku eksikliğinin hastanın başka bölgesinden aktarılan kendi dokuları ile onarılmasıdır. Kanser cerrahisinde birinci amaç tüm kanserli kısımların çıkarılmasıdır. Eğer cerrahi olarak çıkarılabilmesi mümkün olmayacak kadar genişlemiş ya da kontrol edilemeyecek şekilde diğer bölgelere ya da organlara yayılım olmuşsa radyoterapi (ışın tedavisi) ve kemoterapi (ilaç tedavisi) gibi diğer yöntemlere başvurulur. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:04 pm | |
| epilasyon
EPİLASYON TEKNİKLERİ
1. Tüylenme
Doğumdan sonra 3. veya 4. ayda tüylenme başlar. İki tip kıl oluşur; bunlar, kısa, renksiz, ince olan vellus (ayva tüyleri) ve koyu, kalın, uzun olan terminal kıllardır. Terminal kılların kalıtımsal nedenlerle büyümesine 'hipertriker', androjen etkisiyle erkeksi karakterde büyümesine 'hirsutizm' denir. Hirsutizm sorunu olan kişilerin doktor kontrolünde tedavi olması gerekir, ancak tedaviyle bu kılların tamamı dökülmeyeceğinden epilasyon da uygulanmalıdır. Hipertrinerin tedavisi yoktur, oluşan kıllar değişik yöntemlerle yok edilir. Belli başlı epilasyon yöntemleri şunlardır:
2. İğneli Klasik Yöntem
Epilasyon yapılacak bölge önce alkolle temizlenir, sonra ince bir iğneyle kıl köküne girilerek elektrik verilir. Bu şekilde kıl kökü tahrip edilmiş olur. Jilet ya da tüy dökücülerle alınarak kalınlaşmış tüylere daha fazla elekrik verilmesi gerektiğinden, bu durumda daha fazla acı hissedilir. Seanslar yüze haftada bir, vücuda 1,5-2 haftada bir tekrarlanır, süreleri epilasyon yapılan bölgeye göre değişir. Bir seans yüzde 15 dakika sürerken, vücutta birkaç saatten uzun sürebilir. Bu yöntem hamileler dışında herkese uygulanabilir. Yanda SORISA cihazı ile uygulama görülüyor
3. Blend Yöntemi
Bu yöntem klasik iğneli yönteme çok benzer. Aynı şekilde iğneyle kıl köküne girilerek elektrik verilmesine dayanır. Farkı akımdan sonra yüksek frekans uygulanmasıdır. Verilen yüksek frekans nedeniyle kıl kökünde bir çeşit sıvı oluşarak kılı öldürür. Bu sıvının oluşması beklendiğinden seanslar klasik iğneli yönteme göre daha uzun sürer. Epilasyondan sonraki ilk 24 saat içinde cilde su ve fondoten, ilk 48 saat içinde de sabun değdirilmemesi gerekmektedir. Bu yöntem hamilelere, vücudunda platin taşıyanlara, yüksek tansiyon hastalarına ve regl dönemindekilere uygulanmaz. Yanda BIOTRON iğneli Dijital Blend epilasyon cihazını görüyorsunuz.
4. Bio-Aktif Sistem
Öncekilerden oldukça farklı olan bu yöntemde epilasyon yapılacak bölgeye, epilasyondan önce 3 gün üst üste bitkisel ağırlıklı bir solüsyon olan Biodepyl sürülür. Bu sürede kesinlikle su değdirilmez. Seans sırasında solüsyon sayesinde yumuşamış bölgedeki tüyler sır ağda ile alınır ve tekrar Biodepyl sürülür. Sonra epilasyon makinasının bob adı verilen başlığı ile bu bölgeye 15 dakika kadar masaj yapılır. Bu yöntemin esasını oluşturan solüsyonun amacı kılları zayıflatmaktır. Bu şekilde gittikçe zayıflayan kıllar 6 ayla 1 yıl arası bir sürede tamamen yok olurlar. Seans aralıklerı kılların tekrar uzamasına göre değişir. Az miktarda da olsa uzayan kıllar için fazla vakit geçirmeden tekrar epilasyona girilmesi gerekir. Seans uzunluğu komple vücutta en az 2,5 saattir ve bu süre kılın alınma zorluğuna göre daha da uzayabilir.
Yanda SORISA cihazı ile uygulama görülüyor.
5. Radyo Frekansı İle Epilasyon
Bu yöntem ses dalgalarının kıl kökünde ısıya dönüşerek kıl kökünü yakmasına dayanır. Acı vermez ve iz bırakmaz. Diğer yöntemlerden farklı olarak seanslardan sonra denize girilebilir, yıkanılabilir ya da güneşe çıkılabilir. Kesin sonuç alınması 6 ayla 1 yıl arasında değişir, jilet kullanımı ya da hormon dengesizliği bu süreyi uzatan faktörlerdendir. Seans aralığı ise kılların tekrar uzamasına bağlıdır.
6. Foto Epilasyon
Foto epilasyon, lazer gibi ışığın yoğun biçimde deriye verilerek kıl köklerinin yakılmasıdır. Ancak ışığın dalga boyu lazerinkinden daha düşüktür. Beyaz ışığın önüne 590-755 nm. arasında değişik dalga boyları için filtreler takılıp, derinin ve kılın tipine göre seçilerek yöntem tatbik edilir. 2-5 pals'te 1-5 mm. derinlikteki kıl köklerine ulaşılabilir. Dalga boyunun değişebilir olması tek dalga boyunda çalışan lazerlere olan üstünlüğüdür. Epilasyon yapılacak bölge acıyı hafifletmek ve oluşabilecek kızarıklıkları engellemek için önce buz ile soğutulur.Yeni sitemlerde acı diğer yötemlere göre daha az hale getirilmiştir.
Daha sonra özel bir jel sürülerek ışık verilir. Bu sistemde tenin ve kılın rengi çok önemlidir çünkü ten rengi koyulaştıkça ışık dağılır ve sonuç alma süresi uzar. Bu nedenle bu yöntem zencilere uygulanamaz. Önemli olan kılın deri içindeki renginin, deri renginden koyu olmasıdır. Kesin sonuç 2-5 seans arası alınır ve seans aralıkları aynı bölge için en az 3 hafta olmalıdır. Tedavi süresince ve tedaviden sonraki belirli bir süre boyunca güneşe çıkmak ve bronzlaşmak yasaktır.
7. Lazer İle Epilasyon
Lazer seçilmiş dalga boyundaki yoğun ışıktır. Doku, lazer ışığını emerek ısınır. Özel olarak seçilen dalga boyundaki lazer ışığı, çevre dokuları etkilemeden sadece kıl köküne etki eder. Lazer ışığı, epilasyonda 2 önemli vücut yapısı tarafından tutulur. Melanin (cilde rengini veren koyu renkli piment) ve oksihemoglobin (kandaki oksijen taşıyan molekül). Melanin kıl ve kıl kökünde bulunduğundan lazer ışığını daha çok tutar ve ısınır. Kıl köklerinin zayıflamasına ve uygun gelişmişlikteki kılların yok edilmesini sağlar. İyi bir lazer cihazının dalga boyu, kıl çevresindeki epidermis deri tabakasının zarar görmeyeceği bir dalga boyuna sahiptir. Bu yöntemde verilen ışın demeti kıl köküne ulaşıp, ısı etkisiyle kıl kökünü yok eder. Foto epilasyonda olduğu gibi ten rengi çok önemlidir, aynı şekilde açık ten ve koyu renkli kıllar işi kolaylaştırır. Kıl köklerinin tamamen yok edilmesi 2-3 kere lazer uygulanması ile olur. Uygulaması da foto epilasyona benzer şekilde jel sürüldükten sonra lazer verilmesinden ibarettir. Yine aynı şekilde tedaviden sonra güneşe çıkmamak gerekir. Seans süresi yaklaşık 15 dakikadır ve bu süre içerisinde tüm yüz ya da iki koltuk altı tamamen temizlenebilir.
8. Bazı Lazer Teknikleri
Nd-YAG (Q tetikli) Lazer
Katı hal lazeridir. 1064 ve 532 nanometre dalga boylarındadır. Değişik teknikler ile daha farklı dalga boylarında da elde etmek mümkündür. Uygulaması basit, yan etkileri azdır. Çok amaçlı kullanıma izin veren, oldukça acısız bir yöntemdir. Süratli uygulama yapmak mümkündür. Çevre dokulara etkisinin az olduğu söylenmektedir.
Ruby (Yakut) Lazer
Katı hal lazeridir. En eski lazer sistemidir. 694.3 nanometre dalga boyunda, yüksek enerjili ışınlardır. Melanin tarafından tutulur.Epidermis ve kan hücrelerince de tutulduğu bilinmektedir. Epilasyon uygulamasında, mutlaka soğutucu ellikler kullanılmalıdır. Yavaş ve hantal bir sistemdir.
Alexandrite Lazer
Alexandrite lazerinin dalga boyu 755 nanometredir. Melanin tarafından emilirken, önemli ölçüde oksihemoglobin tarafından tutulur. Süratli bir yöntemdir. Isı ile kıl dışı dokuların etkilenmesi ve zarar görmesi, bu sistemde daha ön plandadır. Epidermal cilt yanıklarına neden olabilir. Acı hissi, diğer lazerlere göre daha fazla olduğu söylenmektedir.
Diode Lazer
Yeni bir lazer sistemidir. Gallium Arsenid diod lazerinin dalga boyu 800-840 nanometredir. Bu lazerlere ait fazla klinik uygulama henüz tamamlanmamıştır. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:05 pm | |
| ektima
Tanım : Dermal ülserasyona yol açan ve epidermise dek uzanan cilt infeksiyonudur. Tedavi impetigo gibidir.
Klinik bulgular : Daha önce travma, malnütrisyon, kötü hijyen koşulları olan ve alkoliklerde daha sık oluşur. Tek veya çoğul vezikül şeklinde başlar, kabuk olur ama ülserasyona neden olur ve skar bırakır.. Genellikle alt ekstremitede oluşur.
Etiyoloji : Etken: S.aureus ya da grup A streptokoklar, bazen ikisi birlikte etken olabilir. Tanı:Kliniktir, gerekirse kültür.
Tedavi : Tedavi impetigo gibidir. Lokal yara bakımı yararlıdır(su ve sabunla yıkama). Topikal antibiyotik; bacitracin, neomycin-bacitracin, mupirocin de kullanılabilir. Günde 3 kez , 7-8 gün uygulama yeterlidir. Yaygın impetigo, aile içi infeksiyon varsa , kreş grubu veya atletik takım ve büllöz impetigoda topikal ajanlar yeterli olmaz. Sistemik antimikrobiyal ajan kullanımını gerektiriyorsa; Penisilin veya amoksisilin verilir.. Oral 1.jenerasyon sefalosporinler, penisiline allerjisi olanlarda; eritromisin, azithromycin doz clarithromycin verilir. Stafilokokların etkin olduğu düşünülüyorsa, büllözse; penisilinaza dirençli oral penisilin ör:dicloxacillin--cloxacillin veya I.jenerasyon sefalosporinler; cephalexin, cephradine veya , cefadroxil oral kullanılabilir.Cefixim S.aureusa etkin olmadığı için kullanılmaz. Amoksisilin/clavulanic asit, Clindamycin veya trimethoprim/sulfamethoxazole 160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir. Gerekirse diğer antistafilokokal ajanlar da kullanılabilir. Oral ajanlarla tedavi süresi bir haftadır.
Dozlar : Penisilin : Oral penisilinV ; 25000-90.000Ü/kg/gün, dört dozda, 10 gün ,erişkinde; 250 mg , oral, 4 kez/gün veya benzathin penisilinG ;300 000-600.000Ü çocuk, 1200 000Ü erişkin olarak tek doz kas içine uygulanır.
Amoksisilin : 25-50mg/kg/gün, üç dozda, erişkin:1.5gr. iki-üç dozda
Ampicillin : 50-100mg/kg/gün, 4 dozda, erişkin: 2-4 gr/gün, 4 dozda
Oral 1.jenerasyon sefalosporinler : Cephadroxil oral; 30mg/kg/gün, iki doza bölünerek, erişkinde 2gr. iki doza bölünüp, , cefpodoxime; 10mg/kg/gün 2 dozda, erişkinde 800mg, iki doza bölünüp, cefprozil; 15-30mg/kg/gün iki doza bölünüp, erişkinde 1 gr/gün iki dozda, ceftibuten 9mg/kg/gün, bir doz, cephalexin ; 25-50mg/kg/gün 4 doza bölünerek, erişkinde günlük doz 1-4 gr, cephradine; 25-50mg/kg/gün 2-4 dozda ,erişkinde 250mgx4 doz.
Erythromycin: Yenidoğanda doz : 2000gr.dan düşük ağırlıklı bebekte;10mg/kg ağırlıklıda 12 saatte bir , 2000gr.dan büyükte; 10mg/kg, 8 saatte bir , 20-50mg/kg 2-4 dozda erişkinde 6 saatte bir 250-500mg olarak.
Azithromycin 5-12mg/kg gün tek doz, erişkin : 500mg/gün veya İlk gün 0.5 gr.daha sonra 250 mg/gün toplam 5 gün.maksimum doz; 600 mg. Clarithromycin 7.5 mg/kg/gün iki dozda, erişkinde 1 gr/gün, iki dozda,. 10 gün verilir.
Dicloxacillin : 3.125-6.25 mg/kg-cloxacillin 12.5 mg/kg dörde bölünüp, erişkinde 250mg oral 4 kez/günde) veya sefalosporin: cephalexin, cephradine (25-50mg/kg) ikiye bölünüp(erişkinde 250mg , oral, günde 4 kez) veya , cefadroxil 30mg/kg /gün, iki dozda kullanılabilir. Amoksisilin/clavulanic asit:25-45 mg/kg/gün, 2-3 dozda(formülasyona göre), erişkin:1.5 gr./gün, üç dozda.
Clindamycin : 2000gr.dan düşük yenidoğanda 5mg/kg, 12 saatte bir, 1 haftadan büyükse 5mg/kg 8 saatte bir, 2000gr.dan büyük ve 1 haftadan küçüklerde 5mg/kg, 8 saatte bir, bir haftadan büyüklerde 5mg/kg 6 saatte bir , infantlarda; 15-25mg/kg/gün 3-4 doz oral, erişkinde 150mg-450mg, 4 kez günde oral.
Trimethoprim/sulfamethoxazole : 8mg/kg/gün(trimethoprime göre), 2 dozda, erişkin; 160/800 mg.lıktan oral yolla günde iki kez verilebilir. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:05 pm | |
| laserle cilt kırışıklığı tedavisi
Cilt Gençleştirme : Lazer ile cilt gençleştirme bu alandaki diğer yöntemlerden birçok noktada daha avantajlıdır. Bunlar arasında uygulamadaki hassasiyet, hiç veya çok az kanama olması, sayılabilir. Ancak yine de lazer ile cilt yenilemesi istisnasız herkes için geçerli bir yöntem değildir. Bazı vakalarda dermabrazyon ve kimyasal peeling gibi alternatif bir yöntem bugün dahi daha iyi bir seçim olabilir. Cilt gençleştirme yöntemlerinin hepsi aynı prensibe dayalıdır. Öncelikle hasara uğramış derinin üst tabakaları sıyrılarak soyulur. Daha sonra iyileşme sürecinde oluşan yeni hücreler daha düzgün, daha sıkı ve genç görünen bir cilt yüzeyi oluşturur. Lazer ile cilt yenilemesi hasara uğramış cildin ortadan kaldırılması için kullanılan yeni bir yöntemdir. Yöntemin yeni olmasının bir sonucu olarak bu teknik konusunda uzun vadeli sonuçlar(5-10 senelik) henüz alınamamıştır. Ancak mikroskobik değerlendirmeleri içeren bir dizi çalışma lazer uygulanan ciltte oluşan fiziksel değişikliklerin dermabrazyon veya kimyasal peeling ile oluşanlarla aynı olduğunu göstermiştir. Ayrıca üstün teknoloji lazerlerin yıpranmış deri tabakalarını çok iyi tamir ettiği mikroskobik çalışmalarda gösterilmiştir. Bu konuda bilimsel araştırma ve yayınlarla sürekli olarak bu tekniğin üstünlüğü ortaya çıkmaktadır. Cilt yenilemesi konusunda alternatif yöntemleri seçerek önemli olan bir diğer nokta da iyileşme süresidir. Genel olarak söylendiğinde cilt yenileme işlemi ne kadar derin ise iyileşme süresi de o ölçüde olacaktır. Yüzeysel kimyasal peeling veya yüzeysel lazer uygulaması gibi “hafif” yenileme işlemlerinde iyileşme dönemleri daha kısa sürer. Ancak doğal olarak daha derin yöntemlerle elde edilen sonuçları bu tür daha hafif prosedürlerle sağlanması ancak bu uygulamaların birden fazla tekrarlanması ile mümkündür.
Lazer ile cilt gençleştirme için en uygun adaylar : Her yaştaki kadın ve erkek lazer ile cilt yenilenmesinden yarar görebilir. Lazer uygulaması için ideal hasta açık renkli yağsız cildi olan hastalardır. Yağlı cilt, kumral ve esmer hastalar önerilen cilt yenileme metodu ne olursa olsun uygun cilt hazırlığı ve tedavisi görmeden bu işlem yapılırsa pigmentasyon değişiklikler için yüksek riski olacaktır. Plastik cerrahınız sizin cilt özelliklerinizi değerlendirecek ve lazer öncesi hazırlık için uygun tavsiyelerde bulunacaktır. Yine 12-18 aylık bir süre içinde Roacutane kullanılan veya kötü yara izi oluşturma(keloid) eğilimi olan hastalar veya uygulama bölgesinde aktif deri enfeksiyonu olan hastalar bu girişim için uygun olmayan adaylardır. Bu yöntem yüzünüzdeki bütün kusurları ortadan kaldırarak yaşlanmazı önleyecek sihirli bir formül değildir. Yüzünüzün doğal hareketleri sonucu gülümseme, göz kırpma, konuşma,çiğneme oluşan çizgiler eskisine kıyasla çok azalmasına rağmen kaçınılmaz olarak bir süre sonra tekrar ortaya çıkacaktır. Plastik cerrahınız lazer ile elde edilen sonuçların sürdürülmesi için güneşten korunmanız veya hafif kimyasal peeling veya özel cilt kremleri kullanımı gibi idame edici uygulamaları konusunda size gerekli önerilerde bulunacaktır. Bu nedenle lazer ile cilt yenilemesi öncesinde beklentileriniz konusunda tekrar düşünmeniz ve bu konudaki sorularınızı cerrahınızla tartışmanız yararlı olacaktır. Yüzeysel veya orta derecedeki bir cilt yenilemesi için lazer epidermis ve papiller dermise sınırlı kalır. Daha derin yenileme için retiküler dermisin üst katları işleme dahil edilir. Özel sivilce ve çizgilerin tedavisi lazerin derinliğinin değiştirilmesi ile sağlanır.
Lazer işleminin riskleri: Lazer ile cilt yenilemesi gerekli eğitimi almış deneyimli bir cerrah tarafından ve ileri teknoloji CO2 lazer cihazı ile uygulandığında komplikasyonlar oldukça az sayıda ve genellikle hafif derecededir. Bunlar yanık veya lazer enerjisinin ısısından kaynaklanan diğer hastalar, kötü nedbe oluşumu ve işlem sonrası ciltte belirgin renk açılması veya renk koyulaşmasıdır. Ayrıca lazer ile cilt yenilemesi herpes virüs enfeksiyonlarını(uçuk) ve nadiren de diğer bazı enfeksiyonları aktive edebilir. 20 gün önce koruyucu olarak ilaç başlayacaktır. Arada sırada dudağınızda uçuk olursa bunu doktorunuza söylemelisiniz ki ilacın dozunu ona göre ayarlasın. Yara iyileşmesi anormal veya gecikme olduğunda, beklenmedik bir pigmentasyon veya nedbe oluşumu söz konusu olduğunda lazer işlemi sonrası bazı ek girişim veya tedaviler gerekebilir. Bütün bunlara karşın lazer cerrahisi konusunda özel eğitim almış deneyimli bir plastik cerrahın seçimi ile belirtilen risklerin azaltılması mümkündür.
Ameliyat öncesi görüşme : Hasta açısından ameliyat öncesinde üzerinde dikkatle durulması gereken bir konu seçtiği plastik cerrahın lazer uygulaması konusunda yeterli eğitim ve deneyime sahip olmasıdır. Hasta olarak doktorunuzla ilk görüşmede ameliyatla ilgili beklentileriniz konusunda açık olunuz ve merak ettiğiniz her soruyu sormak konusunda tereddüt etmeyiniz. Aynı şekilde cerrahın da sizinle aynı açıklıkta görüşmesi gerekmektedir. Bunlar arasında yapılacak işleri ve sonuçları etkileyebilecek faktörleri sizlere açıklamalıdır. Daha önceden tanı konulmuş veya tedavi edilmiş herhangi bir cilt hastalığı, şu anda veya geçmişte alınan ilaçlar, daha önceden oluşmuş olan deri yaralanmaları -yanık, abrazyon veya operasyonlar bu faktörler arasındadır. Cerrahınız sizinle yaptığı görüşmede daha önce geçirdiğiniz tüm hastalıklar ve ameliyatlar, kullandığınız ilaçlar konusunda sizden bilgi alıp muayene yapacak ve daha sonra da işlem yapılacak bölgenin fotoğrafını çekecektir. Akne tedavisi için Roacutane isimli ilacı kullandıysanız bunu doktorunuza bildirmeniz çok önemlidir. Cerrahınızın size konusunda tüm detayları anlatması gerekir.
Lazer işlemi için hazırlık : Sizin cilt yapınıza bağlı olarak cerrahınız lazer işlemi öncesi cildinizin hazırlanması için bir ön program tavsiye edebilir. Lazer işlemi sırasında işlem sonrasında cildinize nasıl bakacağınız konusunda size özel öneriler yapılacaktır. Yine cerrahınız işlemden maksimum ölçüde yararlanmanız için cildinizin uzun vadeli bakımı konusunda da gerekli önerilerde bulunabilir.
Lazer işleminin yapılabileceği yerler : Lazerle cilt yenilemesi bir hastanede veya bir cerrahın özel ofisinde yapılabilir. Ancak daha yaygın cilt yenilemesi söz konusu olduğunda veya cilt yenilemesine diğer cerrahi girişimlerin eklendiği durumlarda hastane daha uygun bir yer olabilir.
Anestezi : Lazer ile cilt gençleştirme özellikle de yüzün belirli bölgelerinde uygulandığında en sık olarak lokal anestezi ve sedasyonla yapılır. Ameliyat sırasında uyanık ancak sakinleştirilmiş olacağınız için hissedeceğiniz rahatsızlık önemsiz düzeyde olacaktır. Çok daha yaygın cilt yenilemelerinde cerrahınız işlem boyunca sizin uyuyacağınız genel anesteziyi tercih edebilir.
Cilt gençleştirme : Lazerle cilt gençleştirilmesi yapılacağı alanın genişliği ile orantılı olmak üzere birkaç dakikadan bir saate kadar herhangi bir sürede tamamlanabilir. Yüzey düzensizliklerinin özellikle derin olduğu durumlarda cerrahınız lazer işleminin tekrarlanmasını gerekli görebilir. İşlem sırasında aktive edilmiş lazer mevcut nedbe veya kırışıklık daha az fark edilebilir bir düzeye gelene kadar uygulama 2 veya 3 kere yapılabilir. İşlem bittiğinde soyulmuş cilt iyileşme tamamlanana kadar önce özel bandaj daha sonra koruyucu krem veya pomatlarla kaplanır.
Tedavi sonrası : Lazer ile cilt soyulması sonrası orta derecede bir şişlik ve rahatsızlık hissedebilirsiniz. Ancak bu sorunlar buz torbası ve cerrahınızın yazacağı ilaçlarla kontrol altına alınabilecek ölçüdedir. İşlemden sonra bir bandaj uygulaması tercih edilmiş ise bir gün sonra bandaj çıkarılacak ve cildinizin üzerine ince bir tabaka halinde deri pomadı sürülecektir. Bu aşamaya geldiğinde cerrahınız size iyileşmekte olan cildinizi nasıl yıkayacağınızı ve bakım yapacağınızı söyleyecektir. İyileşmenin bu aşamasında en önemli noktalardan birisi işlem yapılan bölge üzerindeki kabukların sizin tarafınızdan koparılmaması gerekliliğidir. Aksi takdirde kötü nedbe oluşumu ihtimali artacaktır. Hastaların çoğu ameliyattan sonraki 10. günde kabuklardan tamamiyle kurtulur. Ancak kızarıklık birkaç hafta sürecektir.
Normal hayata dönüş : Lazer işlemini izleyen birkaç hafta cildiniz rengi parlak pembe ile kırmızı arası bir renkte olacaktır. İki hafta veya daha sonra hastaların çoğu makyaj yaparak bu geçici renk değişikliğini gizleyebilirler. Ancak hafif derecedeki bir pembelik altı aya kadar devam edebilir. Tedaviyi izleyen birkaç ay cildin tamamı ile normale dönüşüne kadar işlem yapılan bölgelerin güneşten korunması son derece önemlidir. Düzenli olarak güneş koruyucu kremlerin kullanılması lazer ile elde edilen sonuçların korunması ve cildinizde güneşe bağlı yeni hasarların oluşmamasına yardım edecektir. Güneşte kalmanız gerekli olduğunda yüzünüze 28 veya üzerindeki güneş koruma faktörlü bir krem sürerek güçlü bir blok oluşturmalı aynı zamanda şapka veya şemsiye kullanarak da yüzünüzü gölgede bırakmalısınız. Cilt yenilemesi göz etrafında uygulanmamışsa en iyisi UVA ve UVB’ yi %100 filtre eden kaliteli güneş gözlüklerinin kullanılmasıdır. Lazer ile cilt soyulmasından elde edilen sonucun tam olarak ortaya çıkması birkaç ay alabilir. Ancak bir kez pembelik solmaya başladığında hastalar ciltlerinde fark edilir ölçüde bir iyileşme, tazelik ve gençlik fark ederler. Unutulmaması gereken şey elde edilen sonucun uzun süreli olduğu ancak sonsuza kadar devam etmeyeceğidir. Anlaşılması gereken başka bir nokta yeni cildinizin de yaşlanma etkilerinden muaf olmadığıdır. Lazeri izleyen aylar ve yıllar içerisinde yüzünüzün doğal hareketleri nihayet yüzünüzdeki ifade çizgilerinin tekrar ortaya çıkmasına yol açacaktır. Cilt yenilemesi konusundaki diğer yöntemlerde olduğu gibi lazer uygulaması da tekrarlanabilir. Ancak kendinizi güneşten koruyarak ve plastik cerrahınızın tavsiye ettiği bir cilt bakım uygulamasını izleyerek kazandığınız genç görünümü sürdürmeye yardımcı olabilirsiniz. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:06 pm | |
| Makatta kaşıntı anal kaşıntı pururitis ani
Pruritus ani de denen anal (makat bölgesi) kaşınma sık rastlanan bir sorundur.
İnatçı anal kaşınma, çocuklarda ve yaşlılarda daha sık görülen bir durumdur. Çocuklarda bu durum, sık rastlanan bir parazit olan kılkurdunun varlığına bağlı olabilir. Yaşlılarda ise neden, yaşlanan deri-nin kurumasıdır.
Doktorunuz anal kaşınmanızın nedenini araştırırken, sedef hastalığı gibi bir deri hastalığının, deri kanserinin ve bir mantar enfeksiyonunun işaretlerini de arayacaktır. Kaşınmaya ve tahrişe neden olan hemoroid, anal fissür ve anal fistül yönünden de muayene edilebilirsiniz; bu hastalıklar anal kaşınmanın nadir nedenleridir. Çoğu kez kaşınmanın kesin nedeni bulunamaz.
Aşırı Bakım
Bazı kişiler, anüs bölgesini sert bir sabun bezi ve sabunla iyice temizlemeye çalışırlar. Bu durum, bölgenin kaşınmasına, yanmasına ve tahriş olmasına yol açabilir.
İlaç Reaksiyonları
Bazı kişilerin kaşınmayı geçirmek için kendi başlarına kullandıkları ilaçlar, tahrişe yol açarak kaşımayı ve yanmayı artırabilir.
Stres
Bazı doktorlar, kanıtlanmamış olsa da, stresin kaşınmaya yol açabileceğine inanmaktadır.
Anal Kasların Gevşemesi
Normalde anal kanalı kapalı tutan kaslar gevşediğinde, dışkı dışarı sızarak bu bölgedeki deride tahrişe yol açabilir.
Kötü Bakım
Eğer dışkılamadan sonra uygun temizlik yapılmazsa, anüs bölgesindeki dışkı artıkları tahrişe ve kaşınmaya neden olabilir.
Eskiden kronik anal kaşınması olanlarda, anüs bölgesine ışın tedavisi, alkol enjeksiyonu ve hatta bu bölgedeki deri ve sinirleri çıkarmak için ameliyat yapılırdı. Artık bu tür uygulamalar ortadan kalkmıştır.
Eğer böyle bir sorununuz varsa, aşağıdakileri deneyin.
1-Kaşımayı kesin. Sürekli kaşıma tahrişe yol açar. Ne kadar çok kaşırsanız, o kadar çok kaşınırsınız. Bölgeye soğuk uygulamayı de-neyin.
2-Bölgeyi temiz tutun. Gece, gündüz ve her dışkılamadan sonra bölgeyi tahriş etmeden, nazikçe temizleyin.
3-Dışkı sızıntısının deride yaptığı tahrişi engellemek için, bu bölgeye bez koyun ve gerektikçe değiştirin.
4-Kaşınmayı azaltmak için yatarken antihistaminik bir ilaç da alınabilir.
Eğer kaşıntınız sürerse, tam bir muayene için doktorunuza baş-vuru | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:06 pm | |
| mezoterapi
Mezoterapi, uzun zamandan beri estetik tıpta en sık talep konusu olan lipodistrofi veya sellülit konusunda en seçkin tedavi biçimini oluşturmaktadır. İlk kez 1952 'de Dr. Michel Pistor tarafından uygulanmıştır. 1987 'de Fransız Tıp Akademisi tarafından geleneksel tıbbın bir parçası olarak kabul edilmiştir. Fransa' da ortalama 15.000 doktor, günde 60.000 den fazla hastayı mezoterapi yöntemi ile tedavi etmektedir. Uluslar arası Mezoterapi Derneğine üye olan Avrupa, Afrika ve Güney Amerika'da 14 ülkede yöntem başarı ile uygulanmaktadır. Mezoterapinin kelime anlamı orta deri tedavisidir. Temeli, tedavi edilecek bölgeye 4-6 mm uzunluğunda çok ince iğneler kullanılarak çok küçük miktarlarda ilaçları lokal olarak enjekte etmeye dayanan tamamen tıbbi bir eylemdir. Endikasyona göre değişen çeşitli ilaç karışımları 5-10 dakika gibi bir süre içerisinde deri altına enjekte edilir.
Hangi Durumlarda Uygulanır ?
ESTETİK KULLANIMLARI; Sellülit Saç Dökülmesi Ergenlik ve Hamilelikte Oluşan Çatlaklar Yüz Gençleştirme Yara İzleri, ( skatrisler ) DİĞER KULLANIM ALANLARI; Romatoloji Dolaşım Problemleri ( varis, varis ülserleri ) Migren Spor Hekimliği Mezoterapi seans aralıkları minimum 1 hafta olmalıdır.Bir seansta enjekte edilen ilaç dozu 10 cc yi aşmamalıdır.Mezoterapide ortaya çıkan yan etkiler genellikle seans aralığı ya da dozaja dikkat edilmedi ise görülmektedir.
Uygulanmaması Gereken Durumlar
Kalp Yetmezliği Diyabet Böbrek Rahatsızlıklarında Antikuagülan Tedavi Altındaki Hastalarda Sonuç Mezoterapi, etkinliği bütün dünyada kanıtlanmış bir geleneksel tıp yöntemidir. Bir çok ülkede uygulanıyor olması, her gün binlerce doktorun hastalarına uygulaması, yararlı bir yöntem olduğunun en güçlü kanıtıdır. Hasta ile hekim arasında etkin bir dialoğun olması sonuçların biran önce ve en iyi şekilde elde edilmesi için gereklidir. Ancak mezoterapiden, her zaman çok kısa sürelerde sonuç alıp, mucize bir düzelme de beklenmemelidir | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:06 pm | |
| Nörofibromatozis
Nörofibromatozis
Nörofibromatozis (NF), deri, sinir sistemi ve gözde belirtiler oluşturan ve genetik geçiş gösteren bir hastalıktır. Hastalığın tip 1 (NF1) ve tip 2 (NF2) olmak üzere iki alt tipi tanımlanmıştır. NF1, 17. kromozomdaki, NF2 ise 22. kromozomdaki gen defekti sonucunda gelişir. NF1, 3000 doğumda bir görülürken, NF2 sıklığının yaklaşık olarak 1/50000 olduğu tahmin edilmektedir.
Nörofibromatozis tip 1 tanı kriterleri. 1. Ergenlik öncesi dönemde 5 mm veya daha büyük, puberte sonrası dönemde 15 mm veya daha büyük deride sütlü kahve rengi döküntülerin olması ve sayısının altı veya daha fazla olması, 2. Herhangi bir tipte iki veya daha fazla nörofibromun (sinirlif kitlesi) olması 3. Koltuk altı veya kasık bölgesinde çillerin bulunması, 4. Gözde Ana görme sinirinde özel bir tümör (optik gliom)mevcut olması, 5. Gözde siyah tabakada (iris) İki veya daha fazla kabarcığın (lish nodülü veya iris hamartomu) bulunması, 6. Eklem yerlerinde kireçlenme,eklem deformasyonları ve uzun kemiklerde incelme gibi kemik anomalilerinin olması, 7. Birinci dereceden akrabalarında yukarıdaki tanı kriterlerine göreNF1 tanısı konulmuş insanların olması.
(*Tanı için yukarıdakilerden ikisi veya daha fazlası olgularda bulunmalıdır.)
Nörofibromatozis tip 2 tanı kriterleri. 1. mikroskopla hücreleri inceleyerek özel bir sinir tümörü olan schwannoma gösterilmesi veya Manyetik rezonans inceleme ile (MR) ile her iki taraflı vestibüler schwannoma bulunması, 2. Ebeveyn, kardeş veya çocukta NF2 bulunması ve, a)Tek taraflı vestibüler schwannoma, veya b) Meningiom(özel bir beyin tümörü) , gliom,(özel bir beyin tümörü) schwannoma(özel bir sinir tümörü) , Gözde lensin arka tarafında opakt görüntüler ve beyin kireçlenmelerinden herhangi birinin olması, 3. İki veya daha fazla Meningiom(özel bir beyin tümörü) , gliom,(özel bir beyin tümörü) schwannoma(özel bir sinir tümörü) , Gözde lensin arka tarafında opakt görüntüler ve beyin kireçlenmelerinden herhangi birinin bulunması.
TARİHÇE VE GENEL BİLGİLER: NF1 ilk defa von Recklinghausen tarafından tanımlanmış, otozomal dominat geçiş gösteren veya spontan mutasyon sonucunda gelişen bir hastalıktır. Görüldüğü gibi NF birçok sistemi tutabilmekte ve ciddi komplikasyonlara neden olabilmektedir. Bu nedenle olguların erken belirlenmesi ve tanı konulması önem kazanmaktadır. Bu amaçla prenatal tanı için DNA analizleri yapılabilir.10,11 Böylece istenmeyen gebelikler sonlandırılabilir. Olgulara erken tanı konulması hastaların yakından takip edilmelerine ve gelişecek komplikasyonların erkenden belirlenmesine olanak sağlar. Bu nedenle belirlenen olgunun tek olarak ele alınmaması, aile bireylerinin de kontrolden geçirilmesi daha uygun olacaktır. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:07 pm | |
| NASIR
Nasır, aşağı yukarı herkesin bildiği bir sorundur. Genellikle kendi kendine tedavi edilebilir; ama çok ciddi olduğunda doktora göstermek gerekir. Nasır, sürtünme ya da basınç nedeniyle derinin boynuzsu tabakasından oluşan bir oluşumdur. Ölü deri hücreleri birikerek bir keratin (protein) tabakası oluştururlar. Bu durum ilerledikçe nasırın altındaki deri hücreleri iltihaplanır, ağrı ve rahatsızlık verir.
Nedenleri
Nasır, daha çok derinin aşırı sürtünmeyle karşılaştığı yerlerde ortaya çıkar. Elleriyle çalışan işçilerde ve çıplak ayakla dolaşanlarda, normal olarak ağrı vermeyen ve gerçek nasır olmayan deri kalınlaşması olabilir. Ancak, sözgelimi kemancılarda sürekli olarak çenelerini kemanın gövdesine dayamaktan ya da yeni ayakkabı alanlarda ayakkabının belirli noktalarda ayağı vurmasından gerçek nasır oluşur.
Bütün sıkı ayakkabıların ve yüksek ökçelerin nasır oluşturabilmesine karşılık, nasır en çok ayaktaki çıkıntılarda, parmaklar arasında ve topukta ortaya çıkar. Bunyonların üzerinde de nasır olur. Bunun nedeni, buradaki kemiğin çıkıntılı oluşu ve sürekli olarak ayakkabıya sürtünmesidir. Bu kemik çıkıntıları üzerindeki sert deri tabakası alt tabakaları koruduğundan, buralarda nasır sık görülür. Ancak nasır ve bunyon oluşumu arasında bundan öte bir ilişki yoktur. Bazı kişiler, özellikle de yaşlılar, nasıra daha eğilimlidirler.
Protez kullananlarda, derinin aşınması nedeniyle de nasır olabilir. Böyle durumlarda nasır oluşturan nedenin ortadan kaldırılması genellikle yeterlidir ama bazen nasırın alınması zorunlu hale gelebilir.
Belirtiler
Nasır, çevresindeki normal deriye göre daha sarımsı renkte, kalın bir deri tabakasıdır. Koni biçiminde olabilir. Ayak parmakları arasındaki nasırlar ise çoğunlukla yumuşaktır. Nasırlar günün sonunda ağrı yapar, ayrıca basınçla karşılaşınca rahatsızlık verirler. Kronikleştiğinde ya da şiddetli olduğunda, çevresindeki deri kızarır ve nasır, hareketsiz durulurken bile çok ağrır. Belirtiler çok çeşitlidir ve bazen nasırı siğilden ayırmak zor olur. Ancak siğil genellikle daha ufaktır ve basınçla ağrı yapar. Derinin üst tabakası kazındığında siyah noktacıklar halinde siğilin kökü ortaya çıkar.
Nasır rahatsızlık verir ve ağrır, ama çoğunlukla tehlikeli değildir. Daha ciddi bir sorun, "hiperkeratoz" denen, derinin avuç içinde ve tabanda hiçbir neden olmadan kalınlaşması ve bunun yayılması durumudur. Hiperkeratoz hemen doktora gösterilmelidir. Nasırın tek tehlikesi, alınması sırasında kirli aletlerin kullanılmasıyla enfeksiyon kapması ve iltihaplanmasıdır. Özellikle şeker hastalarının bu konuya dikkat etmesi gerekir. Ayaktaki kan dolaşımları zayıf olduğundan, enfeksiyon kolaylıkla kangrene dönüşebilir. Bu yüzden en iyisi nasırlarını bir uzmana göstermeleridir.
Tedavi
Nasır, kalınlaşmış deri olduğu için, derinin üst tabakalarının temizlenmesiyle tedavi edilir. Nasırlı kısım bir süre ıslatılıp yumuşatıldıktan sonra ponza taşıyla ovulur. Bu, yeni oluşmaya başlayan nasırlar için yeterlidir. Daha ileri durumlarda ise, nasır bir makasla ya da özel bıçaklarla alınır. Ancak bu işlem sırasında yumuşak deriyi kesmemeye dikkat edilmelidir. Yumuşatıp nasırı düşüren nasır yakıları da vardır. Salisilik asit (% 40 oranında) içeren bu yakılar nasırın tam üstüne uygulanır ve 24 saat bırakıldıktan sonra alınıp, yumuşayan nasır bir ponza taşıyla temizlenir. Tek uygulamada yumuşamayan nasıra yeniden yakı konur. Daha yaşlı kişiler bazen nasırlarıyla yaşama yolunu seçerler. Bunun için yumuşak tamponlar kullanılır. Ortası delik olan bu tamponlar nasırın ağrı vermesini önler. Şeker hastaları ve dolaşım sistemi bozukluğu olan kişiler ise, sık sık bir uzmana giderek gerekli bakımı yaptırmalıdırlar.
Değişik bir alışkanlık ya da yeni bir ayakkabı nedeniyle oluşan tek bir nasırın giderilmesi oldukça kolaydır ve bir daha yinelemez. Büyük nasırlardan kurtulmak için, önce nedenin ortadan kaldırılması gerekir. Ayak kemikleri üzerindeki ya da parmak aralarındaki yineleyen nasırlar, düzenli bakım ister. İyi uyan ayakkabılar yardımcı olursa da, bu tür nasırlar genellikle kronikleşme eğilimi gösterirler. En iyisi, daha başlangıçta tedavi için girişimde bulunmak ve düzenli ayak bakımını ihmal etmemektir | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:07 pm | |
| nevüz ben benler
NEVÜSLER (BENLER) Tıpta “Nevüs”, halk arasında “Ben” adı ile anılan deri oluşumları, çok farklı görünümde ve yapıda olabilmekle beraber, genellikle kastedilen; yuvarlak veya oval deriden hafif kabarık 3-5 mm büyüklükte, siyah-kahverengi sertçe yapılardır. Bunlar; pigment üretici hücreye çok benzeyen özel hücrelerin deri içinde bir alanda yuvalanması sonucu gelişirler. Doğuştan itibaren var olabilecekleri gibi çoğu çocukluk döneminde, bir kısmı da sonraki bir zamanda ortaya çıkarlar. Benler 2 nedenle tıbbi açıdan önem taşırlar;
1- Bazı ben tiplerinin zamanla malignleşme (kötü huylu bir şekle dönme) riskine sahip olması,
2- Pigment üretici hücrelerden gelişen “Melanom” adındaki malign oluşumunun iyi huylu bir ben olarak algılanıp tedavisiz bırakılması.
Bu nedenle risk taşıyan benlerin özelliklerinin ve bir bende rastlanabilecek hangi değişimlerin önemli olduğunun bilinmesi gerekir;
· 0.5-1 cm’den büyük olması
· Sınırın girintili çıkıntılı asimetrik olması
· Rengin alacalı olması (yer yer siyah, kırmızı, kahverengi, beyaz)
· Ayak tabanı, el ayası ve parmak uçlarında yer alması
· Sayılan bu özellikleri taşıyan benlerin ailede de olması
· Geçmişte zaman zaman yanık yapacak şekilde yoğun güneşlenmelerin olması
Var olan bir benin;
· Neden yokken kanaması
· Üzerinde ülser gelişmesi
· Rengin hızla koyulaşması
· Rengin etrafa yayılması (veya etrafta beyazlanma olması)
· Kaşınma, acıma gibi belirtilerin olması
Günümüzde malign melanom için en etkin tedavi, olabildiğince erken teşhis edilip cerrahi olarak etraflıca çıkarılmasıdır. Başlangıçta ve sonra zaman zaman yayılma olasılığına karşı gerekli incelemeler yapılır. Bir bene cerrahi girişim uygulandığında malignleşebileceği veya yayılabileceği inanışı YANLIŞ ve maalesef yaygın bir inanıştır. Ben veya bene benzeyen oluşumlarla ilgili herhangi bir kuşkuda sağlık kuruluşuna başvurmak en doğru davranış olacaktır. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:07 pm | |
| Psoriatik Artrit
Psöriyatik artrit nedir?
Psöriyatik artrit, kronik bir cilt ve tırnak hastalığı olan sedef hastalığıyla (psöriyazis) birlikte görülen bir iltihabi artrit tipidir. Bu hastalığın beş tipi vardır:
Öncelikle el ve ayak parmaklarındaki küçük eklemleri tutan artrit
Kol ve bacaklardaki eklemleri tutan asimetrik artrit
Romatoid artrite (iltihaplı romatizmaya) benzeyen simetrik poliartrit (çok sayıda eklemi tutan artrit)
Nadir fakat ekleme son derece zarar veren ve şeklini bozan bir tip olan artritis mutilans
Sakroiliyak (omurgayla kalça kemiğini birbirine bağlayan eklem) eklemin ve omurganın artriti (psöriyatik spondilit)
Bu artrit tiplerinin her birinin hangi sıklıkta görüldüğünü belirlemek zordur. Aynı hastada zamanla artritin tipi değişebilir ve bazı hastalarda birden fazla tip bir arada görülebilir. Bazen artrite ek olarak gözde ya da bağların ve tendonların (kasın kemiğe tutunduğu yapı) kemiğe yapıştığı yerde, örneğin topukta, iltihaplanma vardır, ikinci durumda o bölgede ağrı ortaya çıkar.
Nedeni
Tam nedeni bilinmemektedir, fakat bağışıklık, genetik ve çevresel faktörlerin birlikte etki ettiklerinden şüphe edilmektedir. Psöriyatik artritli hastaların %40'a varan bir bölümünün ailelerinde psöriyazis ya da artrit öyküsü vardır.
Sağlık üzerindeki etkisi
Psöriyatik artrit ABD'de bulunan 3 milyon psöriyazis hastasının en az %10'unda görülmektedir.
Kadınlarda ve erkeklerde eşit sıklıkta görülmekte ve genellikle 30-50 yaşları arasında başlamaktadır, fakat çocuklukta da başlayabilir.
Psöriyatik artrit, hastaların %15'e kadar bir kısmında psöriyazis tanısı konulmadan önce başlayabilir.
Tanı
Kesin bir tanı konulmadan önce, psöriyazis için karakteristik olan cilt ve tırnak değişiklikleri gösterilmelidir. Bazı hastalarda sedimentasyon yüksekliği, hafif anemi ve kan ürik asit düzeyi yüksekliği bulunabilir. Gut olmadığı kanıtlanmalıdır.
Tedavi
Psöriyatik artritin tedavisi başlangıçta steroid olmayan antiinflamatuvar ilaçlardan ibarettir, fakat artrit bu ilaçlara yanıt vermezse metotreksat kullanılması gekebilir. Antimalariyal (sıtma tedavisinde kullanılan) bir ilaç olan hidroksiklorokin de etkili olabilir fakat bazı hastalarda bu ilaçla psöriyaziste alevlenme görülebilir. Sulfasalazin adlı ilaç bazı psöriyatik artrit hastalarında çok faydalı olmaktadır. Hastalığın ağır şekillerinde azatioprin kullanılabilir.
Doğrudan eklemin için uygulanan kortikosteroid enjeksiyonları faydalı olabilir. Son zamanlarda siklosporin ile iyi sonuçlar alınmaktadır, fakat bu ilacın böbrek üzerinde yan etkileri olduğu için, diğer tedavilere cevap vermeyen ilerleyici hastalıkta kullanılmalıdır. Uygun egzersizler çok önemlidir. Eklem harabiyeti gelişen hastalarda cerrahinin yararı olabilir. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:08 pm | |
| PİŞİK
Bebek Bezi ve Pişik Yeni doğan bebek, tuvalet kontrolünü hayatının ilk dönemlerinde yapamaz. Bebek idrar ve dışkısını kontrolsüzce dışarı atar. Bu atıklar, bebeğin son derece hassas olan cildi üzerine, tahriş edici etkiye sahiptir. Cildin yüzeyindeki ince, koruyucu yağ tabakası, bu nem ve atıklarca geçilir ve cilt tahriş olur.
Buna fırsat vermemek amacı ile, insanoğlu çok eski devirlerden beri, bebeklerin altına, atıkları emebilecek ve cildi mümkün olduğunca kuru tutacak yaprak, toprak ve daha sonraları bezler koymuşlardır. Günümüzde kağıt bazlı, bir kez kullanımlık bebek bezleri, bu konuda en yaygın kullanılan çözümdür.
İster kumaş, ister kağıt bezler kullanılsın, zaman zaman bebeklerin poposunda kendisini parlak kırmızı renk ile gösteren tahriş durumları ortaya çıkar. Bu tablo pişik olarak adlandırılır. Neyse ki pişikler çoğunlukla çok ciddi tablolar halinde seyretmez. Bazı basit, temel koruyucu işlemler, bebeği pişikten veya daha ciddi durumlardan korur.
Kumaş ya da kağıt bezlerin kullanılmasında en önemli konu, sık değiştirmektir. Kullanılan bez ne zaman ıslanır veya dışkı ile kirlenirse değiştirilmelidir. Amaç bebeğin altının kuru tutulmasıdır.
Eğer yeteri sıklıkta, bezleri değiştiriyorsanız, başka hiçbir şeye ihtiyacınız yoktur. Talk pudrası, günümüzde çocuk sağlığı uzmanlarınca önerilmemektedir. Eğer ille de bir pudra tatbik etmek gerekirse, mısır nişastası (bu amaca yönelik olarak hazırlanmış) önerilmektedir. Yapılan bazı çalışmaların, kullanılan pudra zerreciklerinin havada asılı kaldığı ve solunum ile bebeğin akciğerlerine gittiği, nadir de olsa pnömoni (akciğerde enfeksiyon, zatüre) yaptığı gösterilmiştir. Yeterli sıklıkta altı değişen bebeğin, pudraya ihtiyacı yoktur. Özellikle, büyükanne-babalar torunlarına bol bol pudra serpmek, losyon sürmekten büyük keyif almaktadırlar. Bu yaklaşım pişiği engellemez. Bazı çocuk sağlığı uzmanlarına göre, kullanılan pudra ve parfüm içeren bazı ürünler, aslında bebek cildi için pişiklere neden olabilecek kimyasal maddeler içermektedir. Bu tür ürünlerin alerjik madde içermediğinden emin olmalısınız.
Bebeğin, kirli altını temizlemenin en etkin yolu sabunlu su ile yıkamak, su ile durulamak ve kurulamaktır. Bir çok aile kokulu sabun veya alkol içeren ürünler kullanırlar. Bu ürünler de pişiklere neden olabilirler. Pişik görüldüğünde, hemen sadece sabunlu su ile temizliğe dönülmelidir. Bazı uzmanlar, dışkı yapılmış poponun, içine 1-2 damla bebek yağı ilave edilmiş ılık su ile hafifçe yıkanmasını önermektedirler. Bu alan, daha sonra temiz, yumuşak, emici bir bez ile temizlenir.
Bebeğin altının değişimi sırasında 10-15 dakika süre ile bez bağlanmadan, bebeğin altının açık olması ve hava ile teması da oldukça koruyucudur.
Bebeğin altı bağlanırken, mümkün olduğunca bel bölgesinde gevşek bağlanmalı ve havanın bez içinde dolaşması sağlanmalıdır.
Bebeğin altı bağlandıktan sonra naylon bir külot (muşamba) veya sızdırmayı engelleyici katman koyulmamalıdır. Cildin hava almasını engellediği gibi nemin de içeride kalmasına neden olarak pişiklerin oluşumuna neden olur.
Eğer Pişik Varsa
Bebeğin altını sabunlu su ile temizleyin, durulayın ve kurulayın.
Pişik olan bölgeleri, idrar ve dışkıdan korumak için kalın tabakalar halinde, pişik için eczanelerde satılan kremlerden kullanınız.
Ne Zaman Doktora Gitmeli?
Bütün bebeklerde zaman zaman pişik görülebilir. Bunlar yüzeysel tahrişlerdir. Yukarıda açıkladığımız basit önlemler ile birkaç gün içinde geçmiyor ise doktorunuza başvurmalısınız. Pişik ilerledikçe cilt, daha parlak kırmızı bir renk alır, kasıklar da kızarır, kırmızı alanlardan odaklanan yuvarlak kırmızı lekeler sağlam ciltte de görülür. Çok ağrılı hale gelir, kaşıntı olabilir. Özellikle pişik kremlerine rağmen 3-4 gün devam eden olgularda, maya veya mantar enfeksiyonu düşünülür. Eğer pişik alanlarında sivilcemsi yapılar, küçük kabarcıklar görülüyor ise mikrobik enfeksiyonlar düşünülmeli ve hekime gidilmelidir.
Bebek Bezi ve Sağlık
Bebek bezi, bebeğinizin sağlığı açısından size büyük ipuçları verir. Bebeğin günde kaç kez idrar yaptığını veya dışkılama yaptığını takip edebilirsiniz.
Bu da size -Bebeğinizin yeterli su alıp almadığını -Yeni aldığı besine karşı reaksiyonunu -Üriner ve sindirim sistemi
sağlığı hakkında bilgi edinmenizi sağlar.
Normalde bebeğin idrar rengi neredeyse renksizdir veya hafif sarıdır. Alınan besinler, ilaçlar ve bazı hastalıklar idrar renginin değişmesine neden olur. Özellikle yeni doğan bebekler yeteri kadar su alamıyorlar ise idrar rengi pembe olabilir. Bunun nedeni ürat kristalleridir. Böyle durumlarda doktorunuza başvurmalısınız.Doktorunuz bebeğin idrarını test ederek, renk değişikliğinin susuzluktan mı yoksa başka bir nedenden mi olduğunu ayırt edecektir.
Bebek bezlerini tuvalete atmayınız. Kullan-at bezlerde mutlaka bebeğinizin cins, kilo ve yaşına göre uygun ürünler kullanınız. | |
| | | JosE FATIHIO AdmiN
Mesaj Sayısı : 1544 Yaş : 37 Kayıt tarihi : 14/09/07
| Konu: Geri: CildiyE 2007-10-09, 3:08 pm | |
| Psikolojik cilk hastalıkları
Dermatolojik yani başka bir deyişle cilt hastalıklarının bir çoğunda psikolojik faktörler rol oynamaktadır. Psikokütan dermatozlardaysa psikolojik rahatsızlık ön plandadır ve bu hastalığın bir göstergesi olarak ciltte lezyonlar oluşmaktadır. Gerçekte psikokütan dermatozların kesin bir sınıflaması yoksada burda
1.Artefakt dermatiti
2.Nörotik ekskoriasyonlardan bahsetmek istiyorum:
Artefakt dermatiti
Esasında primer olarak bir psikiyatrik rahatsızlık olmakla beraber kişinin derisindeki problemler sebebiyle dermatologların teşhis koyduğu bir hastalıktır. Tanı koymak bazen zor olmakla beraber lezyonlar çoğu hastada tipik tanı koydurucuda olabilir.
Hipokrat zamanından beri rastlanılmaktadır. Hastanın kendi derisinde kesme,delme,yolma,sıkıştırma,çimdikleme,vurma,enje ksiyon ve benzeri eylemlerle bilinçli veya bilinçsiz olarak yaptığı yıkımlar sonucu aniden ortaya çıkan lezyonlar vardır. Dediğim gibi bir psikiyatrik problem olan hastalıkta bu lezyonların oluşturulması sırasında acıya nasıl dayandıkları bazen hayret uyandırır.
Artefakt dermatitinde ciltteki bulguları yani lezyonlar düzensiz ve dağınık olup, ellerin özellikle de sağ elin uzanabileceği alanlardadır. Bayanlarda genellikle yüz,el ve kollarda yerleşir.
Artefakt dermatitinde belirtiler, yıkım için kullanılan malzemelerin niteliğine bağlı olarak değişmektedir: Hasta lezyonları oluşturmak için jilet,bıçak,cam parçaları yada kendi tırnaklarını kullanarak kesikler,yarıklar oluşturabilir.Lezyon şekilleri hiç bir deri rahatsızlığına benzemeyen türden köşeli,düzensiz yada geometrik biçimli olabilir. Çoğunluklada lezyon boyutları 1 cm den büyüktür bazen tüm karın yada kolun tamamında olabilir. Bunlardan başka hasta lezyonları oluşturmak için asit yada alkali ajanlar,fenol,gümüş nitrat gibi maddelerde kullanabilir yada vücudunda sigara söndürerek lezyon oluşturabilir.Bu durumlarda yerçekimine bağlı olarak sıvı maddelerin akması yada etraftaki deriye bulaşmasıyla çizgisel yada yılanvari lezyonlar göze çarpabilir. Buraya kadar yazdığım durumlarda tanı koymak genellikle zor değildir iyi bir muayeneyle tanı konulabilmektedir.
Bunun dışında deri altına alkali,nişasta,silikon,yağ,gaita,tükürük,idrar,mür ekkep enjekte edenler,göz kapaklarına hava enjekte edip ödem oluşturanlar, allerjik hastalığı olup özellikle bu allerjenlere kendini maruz bırakıp hastalığının alevlenmesine sebep olanlarda vardır.Bu hasta grubunda lezyonlar başka deri hastalıklarını taklit edeceğinden tanılarıda zordur.
Artefakt dermatiti kadınlarda erkeklere oranla daha sık görülür. Her yaşta görülebilmekle birlikte ergenlik ve genç erişkinlikte daha sıktır. Hastalar çoğunlukla içe dönük,emosyonel yönden olgunlaşmamış ve bencil yapılı kişilerdir bazen anoreksi ve de alkol bağımlılık problemleri de olabilir. Hastalık ergenlik döneminde ebeveynlerle iletişim bozukluğu, kıskançlık ,fiziksel yada cinsel travmalar sonrası yada ani gelişen strese karşı geçici bir uyum bozukluğu sonucu başlayabilir.
Hastaların genellikle yüzeyselde olsa tıbbi bilgileri vardır.Kendisi veya çok yakın bir aile üyesi sağlık sektöründe çalışan hasta sayısı oldukça fazladır.Tüm bunlar hastaların lezyonları daha profesyonelce taklit ederek gerçek deri hastalıklarına benzetmelerini sağlamaktadır.
Bu gruptaki hastalar lezyonlarının aniden çıktığını söyler ve çok ayrıntılı hastalık öyküsü verirler.Bazende lezyonların gelişiminden hiç haberdar olmadıklarını belirtebilirler.
Tanıyı koymada bazen çok zorluk çekilebilinir.Hastalar lezyonları kendilerinin yaptığını inkar ederler hatta bazı olgularda tanı konulup bunun psikiyatrik bir problemden kaynaklandığı ve de psikiyatri konsültasyonu istendiğinde hastada dermatoloğa karşı düşmanca tavırlar gelişebilir. Bu hastalar oldukça zeki olabilirler ve bazen bu tür lezyonları kendi ailesinden intikam almak,üzerlerine ilgi çekmek içinde yapabilmektedirler.Dikkatli hareket edilmesi gereken bir hasta grubudur.Hatta kendisinin hastalığını ortaya çıkaran bir hocamıza silahlı saldırıda bulunan bir hastamız bu hastalıkta ne kadar dikkatli davranılması gerektiğine çok güzel bir örnektir.
Bu grup hastaların askerlikten kaçmak,sigortadan para almak,işten kaçmak gibi kendilerine çıkar sağlama amacıyla (malingering) vücutlarında yaralar oluşturan kişilerden ayırdedilmesi gerekir. Çünkü bu gruptakiler gerçekten hastadırlar bazen küçük kazançları olsada bunlar ilgi,sevgi..gibi kazançlardır... | |
| | | | CildiyE | |
|
| Bu forumun müsaadesi var: | Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
| |
| |
| |