: : : SÜPER FORUM TÜRKİYE : : :
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


TüRkİyE'nİn ''EN'' SüPer FoRuM SiTeSi
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...

Aşağa gitmek 
2 posters
Sayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
YazarMesaj
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 5:56 pm

ADDISON HASTALIGI


Böbreküstü bezi yetmezliği böbreküstü bezlerinin işlevlerinde yavaşlamayı anlatan bir terimdir. Bu durumda aldosteron, kortizol, cinsel hormonlar, adrenalin ve noradrenalin gibi hormonların üretimi yetersiz kalır. Bazen bu hormonlardan bazısındaki eksiklikle bazısındaki artış birlikte görülür, ama bu tür olgulara çok ender rastlanır. Çeşitli böbreküstü bezi hormonlarının ana maddesi kolesteroldür. Bu ana madde bir dizi kimyasal tepkime sonucunda hormona dönüşür. Kimyasal tepkimeler için gerekli enzimlerden birinin eksikliği, bütün üretim zincirinin durmasına ve son ürünün, yani hormonun yapılamamasına yol açar.

Olguların büyük bölümünde hastalık böbreküstü bezi kabuğunun her üç katmanına da yerleştiğinden böbreküstü bezi yetmezliği genel bir hormon eksikliği olarak ortaya çıkar.

NEDENLERİ

Olguların yüzde 70-80 ine Koch basilinin etken olduğu böbreküstü bezi veremi yol açar. Hastalık belirtilerinin görülebildiği ilerlemiş olgularda böbreküstü bezleri belli bir biçimden yoksun, san-gri renkli ve peynirimsi yapıda iki torbacık halini almıştır. Hastalık belirtilerinin ortaya çıkması için veremin yol açtığı doku yıkımına bağlı bu yapı bozulmalarının böbreküstü bezlerinin yüzde 90 ma yayılması gerekir. Bundan da anlaşılacağı gibi böbreküstü bezlerinin yedek üretim kapasitesi çok geniştir. Bez dokusunun yaklaşık yüzde l0u sağlam kaldığı sürece yetmezlik belirtileri yalnız vücudun yüksek düzeyde hormona gereksinim duyduğu anlarda ortaya çıkar. Bu gibi durumlarda böbreküstü bezleri organizmanın birden artan hormon gereksinimini karşılayamaz.

Böbreküstü bezlerinde verem akciğerlerdeki enfeksiyonu izleyen ikincil bir odak olarak belirir. Veremin yanı sıra kronik enfeksiyon hastalıkları, frengi, böbreküstü bezi tümörleri, bu doku hücrelerini yaygın yıkıma uğratan kloroform ve salvarsan gibi zehirli maddeler ve böbreküstü bezlerini besleyen damarların tıkanması da böbreküstü bezi yetmezliğine yol açabilir.

Bazen sorun başka nedenlerden de kaynaklanabilir. Bu durumlarda hastalığın kökeni vücudun daha yukarısında yer alan merkezlerdir. Örneğin, etken beynin hipotalamus bölgesinde üretilen ve hipofiz bezini adrenokortikotrop hormon (ACTH) salgılamaya iten serbestleştirici faktör eksikliği olabilir. Hipofizin ACTH salgılayamaması böbreküstü bezlerinde doku gerilemesine yol açar ve böbreküstü bezi yetmezliğiyle sonuçlanır.

BELİRTİLERİ

Addison hastalığı ya da hipoadrenalizm adıyla bilinen böbreküstü bezi yetmezliğinin ilk belirtisi aşırı yorgunluktur. Hasta bitkinlik duyar ve ilerlemiş olgularda yataktan kalkıp yürüyecek gücü kendinde bulamaz. Gittikçe zayıflar. Tansiyonu sürekli düşük kalır. Hastalığın bütün bunlardan daha tipik belirtisi ise deri renginin koyulaşmasıdır (melanodermi). Deri özellikle yüz, el ve kollarda koyu, bronz bir renk alır. Elin üstündeki deri koyulaşarak pembemsi avuç içiyle belirgin bir karşıtlık oluşturur. Meme başları ve varsa yara izleri siyaha çalan koyu kahverengiye döner. Dişetleri, yanaklar ve üreme organların-da koyu renkli lekeler belirir. Erkeklerde cinsel güçsüzlük, kadınlarda adet düzensizlikleriyle birlikte özellikle koltukaltı ve dış üreme organları çevresinde kil dökülmesi hastalığın öbür belirtileridir.

Şimdi bu hastalıkta eksikliği duyulan hormonların yukarıda sıralanan belirtilere nasıl yol açtığına bakalım. Yorgunluk ve düşük tansiyon birbiriyle yakından ilgilidir. Her ikisi de su ve sodyumun böbrekler yoluyla dışarı atılmasını denetleyen aldosteron hormonunun eksikliğinden kaynaklanır. Aldosteron eksikliği nedeniyle su ve sodyumun boşaltım sisteminden dışarı atılması denetlenemeyen su kaybına, dolayısıyla da dolaşımdaki kan miktarının azalmasına ve tansiyonun düşmesine yol açar. Kilo kaybı bu bozukluğa ek olarak kortizol eksikliğiyle de ilgilidir. Kortizolun başlıca görevi proteinleri şekere dönüştürerek hücrelere enerji sağlamaktır. Addison hastalarında kortizol eksikliği nedeniyle kan şekeri normal düzeyin altına düşer. Bu durum bütün organizmayı olumsuz etkiler; hastanın yorgunluk duymasına da yol açar.

Deri renginin koyulaşması böbreküstü bezlerinin dışında gelişen bir belirtidir. Bu bezlerdeki işlev yetersizliği nedeniyle kanda kortizol miktarının azalması ön hipofizin sürekli uyarılarak aşırı ACTH salgılamasına yol açar. Aynı süreçte hipofizin orta lobu da etkilenerek, fizyolojik denge durumunda çok az önem taşıyan melanosit uyarıcı hormonu (MSH) salgılar. Bu hormon deri hücrelerindeki melanin adlı koyu renkli pigmentin artmasına ve deri renginin koyulaşmasına neden olur. Cinsel organlarla ilgili bozukluklar ve kıl dökülmeleri ise böbreküstü bezlerince salgılanan cinsel hormonların eksikliğinden kaynaklanır.

AKUT BÖBREKÜSTÜ BEZİ KABUK BÖLGESİ YETMEZLİĞİ

Akut hipokortikoadrenalizm adıyla da bilinen bu çok şiddetli hastalık neyse ki çok ender görülür. Ağır enfeksiyon hastalıkları sırasında böbreküstü bezini besleyen bir damarın çatlaması sonucunda gelişebilir. Neredeyse yalnızca çocuklarda ve yaşlılarda görülen bu biçime Waterhouse-Friederichsen sendromu adı verilir. Bir başka olasılık kronik böbreküstü bezi kabuk bölgesi yetmezliği sırasında duyulan aşırı hormon gereksinimiyle sıra dışı olarak hastalığın akut biçime dönüşmesidir. Hastalığın bunların hepsinden yeni bir nedeni ise tedavi amacıyla kullanılan kortizonun birden kesilmesidir. Kortizon tedavisi sırasında kanda yeterli miktarda kortizon bulunduğu için hipofiz bezi böbreküstü bezlerini uyarmaz. Böylece böbreküstü bezleri geçici bir "dinlenme" evresine girer ve dinlenme durumundan çıkıp normal işleyişe dönmeleri için belli bir süre gerekir. Dışarıdan verilen kortizon birden kesilince böbreküstü bezleri vücudun kortizon gereksinimini karşılayamaz ve akut böbreküstü bezi kabuk bölgesi yetmezliği gelişir.

Belirtileri ve tedavisi

Hastalığın belirtileri kalp, akciğer, beyin ve sindirim sistemiyle ilgilidir. Mide bulantısı, kusma, kan şekeri ve basıncında önemli ölçüde düşme, su ve tuz dengesinde aşırı bozukluklar görülür. Günümüzde akut böbreküstü bezi kabuk bölgesi yetmezliği eksik hormonların dışarıdan verilmesiyle ürkütücü bir hastalık olmaktan çıkmıştır. Hormon tedavisi hastaların normal bir yaşam sürdürmesine olanak vermektedir

AILEVI AKDENIZ ATESI


Ailevi Akdeniz Ateşi irsi bir bağırsak rahatsızlığıdır. Tekrar eden ateşlenme ve iltihaplanma hastalığın özellikleridir. Bu rahatsızlıkta karın bölgesinde görülen iltihaplanma nedeniyle Ailevi Akdeniz hastalığına periodik peritonit (belli aralıklarla gelen peritonit) de denir. Ailevi Akdeniz hastalığı olan çoğu kimsede belirtiler 5 ila 15 yaş arasında ortaya çıkar. Çoğu nöbette ateş vardır. Ayrıca, peritonit zatülcenp, ve artrit belirtilerini anımsatan karın zannın göğüs bölgesinin ve mafsalların iltihaplanması gibi belirtiler de görülebilir. Ailevi Akdeniz hastalığına yakalanmış olan kimselerin dörtte birinde bacaklarının alt kısmında şişmiş kırmızı bir bölge vardır. Bu hastalıkta tekrar eden nöbetler olur. Nöbetlerin ağırlığı ve durumu bir olaydan diğerine değişiklik gösterir, birbirinin aynı değildir. Ailevi Akdeniz hastalığının sebebi bilinmemektedir. Bu hastalığın etkisinde olan kimselerde nöbetler arasında hiçbir belirti görülmez.

Belirtiler

- Ateş,

- Karın ağrısı

- Göğüs ağrısı,

- Mafsal ağrısı,

- Bacakların alt kısmında ciltte bozukluklar,

Tedavi

Antibiyotik ya da kortikosteroid kullanımını da içeren birçok farklı tedavi yöntemi vardır. Ancak hiçbirinin etkinliği kanıtlanmamıştır.Kolşisin kullanımı, birçok hastada hastalığın ataklarının sayısında çarpıcı bir azalmaya yol açmıştır. Doktorunuz uzun süre kolşisin kullanımının muhtemel yan etkilerini anlatacaktır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 5:57 pm

AKCIGERDE SIVI TOPLANMASI (PULMONER ODEM)


Akciğerdeki toplardamarların içindeki basıncın aşırı bir şekilde yükselerek aşırı miktarda kanın bu toplardamarları parçalayarak alveoller (hava kesecikleri) içine girmesi sonucunda akciğer ödemi (pulmoner ödem) meydana gelir. Pulnomer ödemin sebebi genel olarak çok sık olan kalp krizleri, mitral ve aort kapağı hastalıkları ve nadir olmakla birlikte yüksek irtifaya maruz kalmasıdır.

Acil Belirtiler

- Nefes darlığı (ciddi);

- Huzursuzluk ve endişe;

- Pembe ve köpüklü balgam:

- Terleme;

- Sararma (beniz sarılığı);

Pulmoner ödemde derhal hastaneye kaldırma ve tedavi gereklidir.

AKUSTIK NORONOM (ISITME SINIRI URU)


İşitme sinini unu, çok ağın büyüyen selim (kanser olmayan) bir tümör (ur)dür. 8inci kafatası sinini üzerinde ekseriyetle kafatasından çıkıp iç kulağın kemik yapısına girdiği yerde oluşur. Bu tümöre bazen açı tümörü de denir. Çünkü bulunduğu yen beyin parçalarının (cerebellum ve pons) bir açı oluşturdukları yendir.

Belirtiler

- Hafif baş dönmesi

- Kulak çınlaması

- işitme kaybı.

Teşhis

Eğer hafif baş dönmesi, dengesizlik hissederseniz, kulakta çınlama veya kulakta seslen duyarsanız ve gitgide işitme kaybı başlarsa bu durum işitme sinini unu olabilir. Hafif baş dönmesi Menier Sendromundaki gibi tek başına görülen bin belirti değildir. Doktorunuz bin işitme gücünü ölçme testi (Odiometri) ve sinirlenle ilgili inceleme yapacaktır. Sinirlerde zedelenme varsa bunu bulmak için bin baş röntgeni veya CT (bilgisayarlı tomognafi) muayenesi isteyebilir.

Tedavi

Selim karakterli olduğu halde ve ağır büyümesine rağmen kafatasının içinde hayati önemi olan birçok beyin yapısına bitişik olduğu için bu tümör tehlikeli olabilir. Büyüdükçe bu yapılana basınç yapıp zarar verebilir. Tek tedavi ameliyatla alınmasıdır

AKUSTIK TRAVMA


Akustik travma işitme kaybının sık görülen bir türüdür. Ekseriyetle kulağa gelen bir darbe veya patlama sonunda hava basıncı çok fazla aniden değişir. Bu da kulağın hassas kemikleri-ne ve mekanizmasına zarar verir. Ayrıca yüksek makine sesini ve aşırı yüksek müzik sesini uzun zaman dinlemek durumunda kalanlarda da görülür.

Belirtiler

- işitme kaybı

- Kulak çınlaması.

Teşhis

Yakındaki bir patlamadan ya da kulağa gelen bir darbeden sonra meydana gelen işitme kaybı sık görülen bir durumdur. Kısmi sağırlığa, yüksek perdeli bir kulak çınlaması da eşlik edebilir.

Doktorunuz bir dizi test yaparak, hangi tipte bir işitme kaybı olduğunu belirleyecektir.

Tedavi

Travmanın neden olduğu ağır işitme kaybının etkili tek tedavisi işitme aletleridir.Bazı yöntemler de kısmi sağırlığa uyum sağlamayı kolaylaştırabilir; bunlar arasında yüz ifadesine dikkat etmek ve dudak okumak bulunmaktadır.

Önlem

Eğer yüksek sesle işyerinde çalışacağınızı biliyorsanız, özel olarak yapılmış kulaklık kullanın. Bunlar aşağı yukarı tüm gürültüyü keser ve takan kimse diğer kimselerle iletişim kurabilsin diye bunlara mikrofon ve alıcı yerleştirilebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 5:58 pm

ALLERJIK RINIT (SAMAN NEZLESI)


Alerjik rinit, burun mukozasının alerjik nedenli iltihabıdır. Özellikle alerjik yatkınlığı olan, atopik kişilerde görülür. Çoğunlukla ömür boyu devam etmekle birlikte, ileri yaşlarda şiddeti azalabilir.

En sık rüzgarın havada uçurduğu polenlere bağlı olarak gelişen alerjik rinit, herhangi bir alerjen tarafından da meydana gelebilir. Kendiliğinden geçme olasılığı ise oldukça düşüktür. Alerjik rinite yakalanmamak için bu hastalığa neden olan alerjenlerden uzak durmak ve bunun için gerekli tedbirleri almak gerekir. Alerji ve alerjik rinit hakkında bilmeniz gerekenler ve alerjik rinitten korunmak için almanız gereken pratik tedbirler...

Burun rahatsızlıklarından kaynaklanan sorunlar, önemli bir sağlık sorununu oluşturuyor. Toplumun yaklaşık yüzde 17’si alerjik rinitli. Alerjik rinitler, horlama, sinüzitler toplumda sık görülen önemli sağlık sorunları arasında. Bu rahatsızlıklar, kişilerde sosyal ve psikolojik sorunlara da neden olmakta.

ALLERJİ NEDİR?

Alerji vücudun yabancı bir madde ile karşılaştığında buna karşı geliştirdiği bir yanıttır. Vücudun karşılaştığı yabancı maddeye antijen adı verilir. Alerjiye neden olan maddelere alerjen de denilmektedir. Alerjik reaksiyonlar vücudun belirli bir bölgesinde olabileceği gibi, yaygın da olabilir. Alerjik reaksiyonlarda en korkulan şey anafilaksi dediğimiz hayatı tehdit eden durumun gelişme riskidir, fakat bunun tüm alerjik reaksiyonlar içinde görülebilme sıklığı oldukça düşüktür.

NELER ALLERJİYE YOL AÇAR?

Günlük hayatımızda alerji nedeni olabilecek birçok alerjen ile karşılaşmaktayız. Özellikle sanayi ürünlerinin ve kimyasal madde kullanımının yaygınlaşması ile alerjik hastalıkların görülme sıklığı da giderek artmaktadır. Alerjenler çok çeşitlidir. Yiyecekler, havada uçuşan polenler, ev tozları ve bunların içinde gözle görülmeyen küçük canlılar, hayvan tüyleri, giyecekler, takılar, kimyasallar ve aklınıza gelebilecek daha birçok şey alerji etkeni olabilir. Alerjik reaksiyon kişiye özel bir durumdur. Farklı kişiler farklı maddelere farklı alerjik reaksiyonlar gösterebilirler veya hiç alerjik reaksiyon göstermeyebilirler. Alerjiye yatkınlık kalıtsaldır ve genetik faktörler rol oynar. Alerjenler alerjik rinit, alerjik konjüktivit, alerjik astım, kontak dermatit, ürtiker gibi birçok alerjik hastalığa neden olabilir.

ALLERJİK RİNİT NEDİR?

Rinit burun iltihabı anlamına gelmektedir.. Alerjik rinit alerji kaynaklı burun iltihabıdır. Alerjenlerin hava yolu mukozasına yapışarak iltihabi reaksiyonları başlatması ile meydana gelir. Belirli mevsimlerde (en çok polenlerin uçuştuğu bahar aylarında) ortaya çıkan tipine mevsimsel rinit denir. Mevsimsel alerjik rinit saman nezlesi olarak ta bilinir, fakat bu doğru bir terim değildir. Bir de alerjik rinitin tüm bir yıl boyunca süren tipi vardır ve perenial rinit olarak adlandırılır. Perenial rinitte neden, genellikle yıl boyunca ortamda bulunan hayvan tüyü, çeşitli kimyasallar veya ev tozu gibi alerjenlerdir.

HANGİ ALLERJENLER ALLERJİK RİNİTTE ROL OYNAR?

En sık olarak havada uçuşan polenler ve çevremizde bulunan ağaçlar alerjik rinite yol açar. Fakat benzer reaksiyon küf, hayvan tüyü, ev tozu ve akarları gibi alerjenlere karşı da gelişebilir. Rüzgarla havada uçuşan küçük polenlerin hava yolları mukozasına yapışarak alerjik olayı başlatması ile alerjik rinit meydana gelebilir. Bu alerjenler ebatlarından dolayı burun mukozasında yakalanır ve genellikle daha aşağılara inerek alt solunum yolu belirtileri oluşturmazlar. Fakat bu her zaman geçerli değildir. Bu reaksiyonları başlatan polenler kişiye ve yöreye göre farklılık gösterirler. Özellikle kuru ve rüzgarlı havalarda havadaki polen miktarı fazladır ve alerjik rinit görülme sıklığı artar.

ALLERJİK RİNİTİN BELİRTİLERİ NELERDİR?

Alerjen ile karşılaşıldığında özellikle ağız, burun, gözler,boğaz ve deride kaşıntı ortaya çıkar. Burun akıntısı ve gözlerin sulanması tipiktir. Burun tıkanıklığı ve koku almada güçlük ortaya çıkabilir. Bazen bu belirtilere hırıltılı solunum eşlik edebilir. Öksürük ve başağrısı da görülebilir.

ALLERJİK RİNİTİ OLAN HASTALARDA DİĞER ALLERJİK HASTALIKLAR DA ARTMIŞ MIDIR?

Alerjik rinit genellikle alerji yatkınlığı olan, atopik olarak adlandırılan kişilerde bulunur. Bu kişilerde diğer alerjik hastalıkların (egzema, ürtiker veya astım gibi) görülme sıklığı normal kişilere göre daha fazladır. Ayrıca ailesinde alerjik hastalık öyküsü olan kişilerde de alerjik rinit ve diğer alerjik hastalıkların görülme sıklığı daha fazladır.

ALLERJİK RİNİT HANGİ YAŞLARDA GÖRÜLÜR?

Hastalık semptomları genellikle 40 yaşından önce ortaya çıkar ve yaş ilerledikçe şikayetler azalır. Fakat hastalığın kendiliğinden tamamen geçmesi nadirdir.

ALLERJİK RİNİTTE TANI NASIL KONULUR?

Alerjik rinit tanısındaki en önemli şey hastanın öyküsüdür. Belirtilerin hangi mevsimde, ne ile karşılaşıldığında, nasıl ortaya çıktığının bilinmesi tanıya ulaşmada önemlidir. Bazen yapılan testlerin sonuçları negatif olduğu halde, hastanın tipik öyküsünden tanı koymak mümkün olmaktadır. Muayene sırasında hastaların burun mukozaları soluk, fakat burun delikleri kırmızıdır. Bu hastalarda burun mukozasının sürekli iltihabına bağlı polipler gelişmiştir, bu polipler özellikle tüm yıl boyunca devam eden tipte sıktır. Bu polipler de burun tıkanıklığına neden olabilir. Tanı testleri arasında alerjiye neden olan antikor IgE’nin total kan düzeyinin ölçülmesi ve özel alerjene karşı uygulanan alerji testleri en sık kullanılan tanı yöntemleridir. Özellikle deriye uygulanan alerji testleri en sık kullanılan metoddur. Kanda eosinofil denilen ve alerjik reaksiyonlarda sayıları artan hücrelerin sayılması veya bu hücrelerin burundan alınan sürüntüde incelenmesi tanıyı destekler. Bazen de olası alerjenlerden uzak durma veya karşılaşma sonrasındaki yanıta bakılarak alerjenin tanısına gidilebilir.

ALLERJİK RİNİTİ OLAN HASTALARIN DİKKAT ETMESİ GEREKENLER NELERDİR?

Tozlu ve polenli ortamlarda bulunmamalı, eğer bulunmak durumunda kalınırsa da maske kullanılmalıdır.

Polenlerin uçuştuğu mevsimlerde kapı ve pencereler kapalı tutulmalıdır.

Özellikle kaloriferli evlerde kuru ev havası alerjik rinitin kötüleşmesine neden olabileceğinden, evde hava nemlendiricisi kullanılmalıdır.

Oda havasının temizliğine dikkat edilmeli, havalandırma sistemlerinin iyi çalıştığından emin olunmalıdır.

Evde hayvan ve bitki beslemekten kaçınılmalıdır.

Tüylü ve yünlü battaniyeler yerine pamuklu ve sentetik olanları tercih edilmelidir.

Toz barındırabilecek tarzda kilim, halı gibi ev eşyaları kullanılmamalıdır.

ALLERJİK RİNİTTE TEDAVİ NASILDIR?

Alerjik hastalıklarda en önemli şey alerjen ile karşılaşmaktan kaçınmaktır. Bu konuda alınması gerekli önlemler ‘Alerjik riniti olan hastaların dikkat etmesi gerekenler nelerdir?’ bölümünde anlatılmıştır. Alerjik rinitin tedavisi şikayetlerin giderilmesine yöneliktir, hastalık bu tedaviyle ortadan kaldırılamaz. Alerjik rinitin tedavisinde hekim tarafından, antihistaminik denilen ve alerjenle karşılaşıldığında olaya neden olan madde salınımını engelleyen ilaçlar, burun iç yüzeyindeki şişliği azaltan ilaçlar, kortizon içeren burun spreyleri gibi ilaçlar verilebilir. Ancak tüm bu ilaçlar muhakkak hekim tarafından hastalığın şiddeti ve hastanın durumu değerlendirilerek düzenlenmelidir.

ALLERJİK RİNİTİN SONUÇLARI NASILDIR?

Alerjik rinit ömür boyu devam eden fakat yaşla beraber şiddeti azalan bir hastalıktır. Alerjik rinit hastaya sıkıntı vermesi, yaşam kalitesini bozması ve iş gücü kayıplarına neden olması dışında çok önemli sağlık sorunlarına neden olmaz. Eğer gerekli tedbirler alınır ve uygun tedavi verilirse bu hastalığın atak sayısını oldukça azaltmak mümkündür.

ÖNEMLİ UYARILAR

Alerji vücudun yabancı bir madde ile karşılaştığında buna karşı geliştirdiği bir yanıttır.

Alerjiye neden olan maddelere alerjen de denilmektedir.

Alerjenler, alerjik rinit, alerjik konjüktivit, alerjik astım, kontakt dermatit, ürtiker gibi birçok alerjik hastalığa neden olabilir.

Alerjik rinit alerji kaynaklı burun iltihabıdır. Alerjenlerin hava yolu mukozasına yapışarak iltihabi reaksiyonları başlatması ile meydana gelir

En sık olarak havada uçuşan polenler ve çevremizde bulunan ağaçlar alerjik rinite yol açar.

Alerjen ile karşılaşıldığında özellikle ağız, burun, gözler, boğaz ve deride kaşıntı ortaya çıkar. Burun akıntısı ve gözlerin sulanması tipiktir

Alerjik rinit genellikle alerji yatkınlığı olan, atopik olarak adlandırılan kişilerde bulunur

Alerjik rinit tanısındaki en önemli şey hastanın öyküsüdür.

Tanı testleri arasında alerjiye neden olan antikor IgE’nin total kan düzeyinin ölçülmesi ve özel alerjene karşı uygulanan alerji testleri en sık kullanılan tanı yöntemleridir.

Alerjik hastalıklarda en önemli şey alerjen ile karşılaşmaktan kaçınmaktır.

Alerjik rinitin tedavisinde hekimin önerisiyle, antihistaminik denilen ve alerjenle karşılaşıldığında olaya neden olan madde salınımını engelleyen ilaçlar, burun iç yüzeyindeki şişliği azaltan spreyler ve kortizon içeren burun spreyleri gibi ilaçlar kullanılır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 5:58 pm

ALZHEIMER HASTALIGI


Alzheimer hastalığı, beyindeki sinir hücrelerinin dejenerasyonuna ve beyin dokusunun büzüşmesine neden olan bir durumdur. Beynin düşünce, bellek ve dili kontrol eden bölümlerini etkiler. Genellikle 60 yaşın üzerindeki kişilerde görülmesine karşın 40 yaşındakileri de etkileyebilir. Yaşlılarda demansın (zihinsel yetide azalma) en sık rastlanan nedenidir.
Çoğu kişi zaman zaman, anahtarlarını nereye koyduğunu unutabilir ya da bir hafta önce neler olduğunu hatırlamayabilir. Unutkanlık sıklaşır, giyinmek ya da evin yolunu bulmak gibi günlük işleri kapsarsa Alzheimer hastalığının (AH) belirtisi olabilir.
AH nin kesin nedeni hâlâ bilinmiyor. Araştırmacılar bu hastalığın, genetik etmenler, yaşlanma süreci ve çevreyle ilgili nedenlerin birlikte etki göstermesi sonucunda ortaya çıktığını düşünüyorlar. ABD de 4 milyon kişide AH bulunduğu belirtiliyor.
İki tip Alzheimer hastalığı bulunmaktadır. Birincisi, kalıtım yoluyla anne babanın birinden ya da her ikisinden geçen özgül gen mutasyonunun kişiyi hastalığa yatkın duruma getirdiği ailevi Alzheimer hastalığıdır. İkincisi ise hiçbir belirgin kalıtımsal kalıbın görülmediği sporadik Alzheimer hastalığıdır. Ailevi AH vakalarının çoğu erken başlangıçlıdır (genellikle 65 yaşın altındaki kişilerde görülür). Daha sık rastlanan geç başlangıçlı AH ise 65 yaşın üzerindeki kişilerde görülür.
Alzheimerli hastalar kendilerine bakamadıklarından, aile üyeleri önemli kararlar almak zorundadır. Bu hastaların ailelerine destek ve yardım sağlayan çeşitli kuruluşlar bulunuyor.

BELİRTİLER:
Unutkanlık ve dikkatini yoğunlaştıramama erken ortaya çıkan belirtilerdir. Hastalık geliştikçe, kişiler olayları hatırlamayabilir, zaman ve yer konusunda zihinleri karışır, doğru sözcüğü bulmada ve söylemede güçlük çeker ve basit günlük işlerini yapamazlar.

TEDAVİ:
Günümüzde, Alzheimer hastalığını önlemeye ya da iyileştirmeye yönelik bir tedavi yoktur. Bazı ilaçlar belleği bir dereceye kadar düzeltebilir, davranış sorunları gibi özgül bazı belirtilerin kontrol edilmesine ya da hastalığa bağlı kaygı (anksiyete) ya da depresyonun tedavisine yardımcı olabilir.

AMIPLI DIZANTERI


Entomoeba histolytica ismi verilen amipin yaptığı hastalıktır.


Genelde tropikal ve Subtropikal bölgelerde (25 derecenin üzerindeki sıcaklıklarda ve nemli bölgelerde) yaygındır. Her yaşta görülebilir. Amip yiyecek ve içeceklerle bulaşır. Sudaki amip kistleri klorlamaya duyarlıdır. Yüksek ısıda ölürler. Sinekler ve hamam böcekleri de amip kistlerinin taşınmasında rol oynar.




Amipin Özellikleri


Hasta, amipin bulaşıcı formunu (4 çekirdekli kist) ağız yoluyla alır. ince barsaklarda kist çatlar ve ortaya 4 tane amipçik çıkar. Bunlar da ikiye bölünerek 8 amipçik oluşur. Daha sonra kalın barsağa geçerek, hastalık yapıcı form olan trofozoid şekline dönüşürler ve olgunlaşırlar. Burada su kaybına uğrayan amip, tekrar 4 çekirdekli kist formuna dönüşür ve dışkı ile atılır. Dolayısı ile taşıyıcı olanların dışkısında bu kistler bulunur. Kistler toprak ve suda canlı kalabilirler.


Amipler kalın barsağa yerleşerek yaralar oluştururlar. Kalın barsağın herhangi bir yerine yerleşebilirler, ancak kan akımının az olduğu yerleri tercih ederler. Acak kalın barsağa yerleşen her amip hastalık yapmaz.




Belirti ve Bulgular


Kuluçka süresi 4-5 günle 1-4 ay arasında olabilir. Su ile bulaşmış olan amipler daha şiddetli hastalık yapar. İştah azlığı, kilo kaybı, kusma ve kanlı ishal ile seyreder. Bazen hiç bir belirti gözlenmez.


Kalın barsakta delinme nadiren olur. Ancak genelde kalın barsakta kitleler (ameboma) meydana getirirler.


Hastalık oluşumu genelde vücut direncinin düşmesi ile ortaya çıkar, ileri derecedeki hastalarda amip kana karışarak yayılır ve karaciğer, dalak, akciğer, beyin, deri ve idrar yollarında abseler yaparlar.


Karaciğer tutulduğunda (hepatik amibiazis) ateş, terleme, karaciğerde hassasiyet ve karaciğer büyümesi görülür. 2-3 haftada tüm karaciğer tutulur.




Teşhis


Erken tanı önemlidir. Laboratuvar tetkikinde taze dışkı kullanılır. Dışkıda ayakımsı uzantıları ile hareket eden amipler görülür. Dışkıdaki Charcot-Leyden kristalleri tanı koydurucu bir özelliktir.


Taşıyıcılarda 2 çekirdekli kist, hastalarda 4 çekirdekli kist görülür.


Ayrıca tutulan organa özgü tetkikler (röntgen, sintigrafi, ultrason gibi) gerekebilir.




Tedavi ve Korunma


Tedavide metranidazol ve terasiklin grubu ilaçlar kullanılır. Genelde 10 günlük tedavi yeterlidir.


Hastalıktan korunmak için temizlik, içme sularının 50 derecenin üzerine kadar ısıtılması yarar sağlar. Mide asidi kistlere etkisizdir.


Dünya Sağlık Örgütü nün amipli dizanteri ve benzer hastalıklardan korunmak için 10 altın önerisi:


1) yiyecekleri alırken güvenilir yerleri tercih edin


2) yiyecekleri tam olarak pişirin, az pişmiş yemeyin


3) pişirdiğiniz yemekleri bekletmeden yiyin


4) yiyecekleri saklarken aşırı özen gösterin


5) buzdolabından çıkardığınız yemekleri kaynayana kadar ısıtın


6) pişmiş ve pişmemiş yiyecekleri hiç bir zaman karıştırarak yemeyin


7) ellerinizi tekrar tekrar yıkayın


Cool mutfağınızın temizliği konusunda son derece titiz olun


9) yiyeceklerinizi tüm hayvanlardan (sinek, fare, böcek...) koruyun


10) kesinlikle güvenilir su kullanın
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 5:59 pm

AMYOTROFIK LATERAL SKLEROZ (ALS)


Amyotrofik lateral skleroz (ALS), Motor Nöron Hastalığı olarak da bilinmektedir. Omurilik ve beyin sapındaki sinir hücrelerinin (motor nöronlar) kaybından kaynaklanmaktadır. Bu kayıplar kaslarda kuvvet kaybı ve incelmeye neden olmaktadır. ALS de piramidal yol adı verilen bölümde de hasar meydana gelmektedir. Hastanın entellektüel fonksiyonlarında (zihinsel fonksiyonlar ve bellek) azalma meydana gelmez, bunama hastaların sadece %5 inde görülür.

Hastalık ilerleyici ve yayılıcıdır. Kas zayıflığına duyu kaybı eşlik etmez. Kas zayıflığı genelde el, ayak, yutak veya dilde başlayabilir. Hastalarda konuşma ve yutma güçlüğü meydana gelebilir. İlerlemiş olgularda solunum güçlüğü meydana gelebilir. Hasta el ve ayaklarında seğirmeler tarif eder.

Hastalık 3-5 yılda ölümle sonuçlanabilir. İlerlemiş hastalarda solunum yetmezliği veya ağır bir zatüre ya da asfiksi sonucu ölüm meydana gelebilir.

Genelde ileri yaşlarda (40-50) ve erkeklerde biraz daha fazla görülür. Ancak daha genç veya daha ileri yaşlarda ortaya çıkabilir. 100.000de 1-1,5 sıklıkta rastlanır. Hastaların % 5-10 unda ailevi geçiş görülür. Otozomal dominant (baskın) ve resesif (çekinik) geçiş gösterebilir. Otozomal dominant tipinde hastalığın başlangıç yaşı daha erkendir. Otozomal resesif tip ise çok daha nadirdir ve çok erken başlar (2-23 yaş), ve çok daha uzun sürelidir (15-20 yıl).

Zayıf insanlarda daha sık gözlenmesi dikkat çekicidir. Stephan Hawking de (Zamanın Kısa Tarihinin yazarı , ünlü bilim adamı) ALS hastasıdır.

Hastalıktan şüphelenildiğinde bir an önce bir nöroloji uzmanına veya ilgili sağlık merkezine müracaat etmek yerinde olur. Tanı genelde muayeneye ve EMG adı verilen analize dayanılarak konur. ALS ile karışabilecek hastalıkların ayırt edilmesi önemlidir, çünkü ALS ile karışabilen hastalıkların bir kısmı tedavi edilebilir hastalıklardır.

Piramidal yol hasarının gelişmesini takiben, reflekslerde canlanma ve kaslarda sertlik meydana gelebilir. Hastalık ilerledikçe hareket zorluğu artar ve hasta yatalak hale gelebilir.

Hastalığın oluşumuna etki eden faktörler çeşitlidir ve kesin olarak nedeni saptanamamıştır. Ancak hastalığın etkeni hastalığın ortaya çıkışından yıllarca önce olayı tetiklemiş olabilir. Yapılan deneysel araştırmalara göre Otoimmünite, Oksidatif stress, uzun yıllar ağır metallere maruz kalma, hücresel anormallikler gibi durumların hastalığa neden olabileceği iddia edilmektedir.

Hastalığın kesin bir tedavisi henüz yoktur. Hastalığın ilerlemesini yavaşlatan bazı ilaçlar mevcuttur. Ayrıca bir çok ilaç bu hastalığın tedavisinde yardımcı olarak kullanılabilmektedir.

ANAL FISSURLER VE FISTULLER


Anal (anüse ait) fissür oldukça ufak ve sık rastlanmayan bir aşınmadır. Bu anal sfinkterden (kas) başlar ancak kanalın içine uzanır. Dışarı çıkma sırasında acı verebilir ve dışkıda kan izleri bırakabilir. Bu durum kadınlar arasında daha yaygındır. Ekseriyetle anal fissür lifli, posalı yiyecekler yendiğinde iyileşir. Dışkıyı yumuşatıcı bir ilaç da yardımcı olabilir. Eğer aşınma bir ülserse daha kuvvetli ağrı duyulur. Çünkü ülser anal sfinkter (kas) adalesinin spazm yapmasına neden olur. Burada da lifli veya hazım yaratıcılar (şişebilen maddeler) sancının giderilmesinde yardımcı olur. (Kronik Kabızlık) Sıcak bir banyo adaleyi yumuşatıp ağrıya neden olan spazmı ortadan kaldırır. Eğer sancı devam ederse doktorunuz ameliyata karar verebilir. Bu genelde ufak bir cerrahi müdahaledir. Hastanede gece kalınması gerekmez.

Bir anal (anüse ait) fistül anal kanaldan anüse geçişin etrafındaki deride bulunan bir deliğe uzanan anormal tüp gibi bir geçittir. Ciltte apse oluşabilir (Anorektal Apseler).

Cilt bu delikten cerahat ve su aktığı için kaşınabilir ve tahriş olabilir. Bu fıstüller genelde rektumun iç cidarının altındaki apselerden kaynaklanır.

Bazı zamanlar bir anal fistül veya anorektal apse Crohn hastalığının bulunduğunu belirtir. Bu bölgede daha evvel yapılmış bir ameliyat neticesinde de çıkmış olabilir. Bir rektal muayene (proktoskopi ve bir baryumlu incelenme, Yemek Borusunun, Karnın ve bağırsakların Baryumlu Radyografık incelenmesi) yapılabilir. Tedavi fistülün ameliyatla alınması ve apsenin boşaltılmasıdır.

ANAL KASINTI


Pruritus ani de denen anal (makat bölgesi) kaşınma sık rastlanan bir sorundur.

İnatçı anal kaşınma, çocuklarda ve yaşlılarda daha sık görülen bir durumdur. Çocuklarda bu durum, sık rastlanan bir parazit olan kılkurdunun varlığına bağlı olabilir. Yaşlılarda ise neden, yaşlanan deri-nin kurumasıdır.

Doktorunuz anal kaşınmanızın nedenini araştırırken, sedef hastalığı gibi bir deri hastalığının, deri kanserinin ve bir mantar enfeksiyonunun işaretlerini de arayacaktır. Kaşınmaya ve tahrişe neden olan hemoroid, anal fissür ve anal fistül yönünden de muayene edilebilirsiniz; bu hastalıklar anal kaşınmanın nadir nedenleridir. Çoğu kez kaşınmanın kesin nedeni bulunamaz.

Aşırı Bakım

Bazı kişiler, anüs bölgesini sert bir sabun bezi ve sabunla iyice temizlemeye çalışırlar. Bu durum, bölgenin kaşınmasına, yanmasına ve tahriş olmasına yol açabilir.

İlaç Reaksiyonları

Bazı kişilerin kaşınmayı geçirmek için kendi başlarına kullandıkları ilaçlar, tahrişe yol açarak kaşımayı ve yanmayı artırabilir.

Stres

Bazı doktorlar, kanıtlanmamış olsa da, stresin kaşınmaya yol açabileceğine inanmaktadır.

Anal Kasların Gevşemesi

Normalde anal kanalı kapalı tutan kaslar gevşediğinde, dışkı dışarı sızarak bu bölgedeki deride tahrişe yol açabilir.

Kötü Bakım

Eğer dışkılamadan sonra uygun temizlik yapılmazsa, anüs bölgesindeki dışkı artıkları tahrişe ve kaşınmaya neden olabilir.

Eskiden kronik anal kaşınması olanlarda, anüs bölgesine ışın tedavisi, alkol enjeksiyonu ve hatta bu bölgedeki deri ve sinirleri çıkarmak için ameliyat yapılırdı. Artık bu tür uygulamalar ortadan kalkmıştır.

Eğer böyle bir sorununuz varsa, aşağıdakileri deneyin.

1-Kaşımayı kesin. Sürekli kaşıma tahrişe yol açar. Ne kadar çok kaşırsanız, o kadar çok kaşınırsınız. Bölgeye soğuk uygulamayı de-neyin.

2-Bölgeyi temiz tutun. Gece, gündüz ve her dışkılamadan sonra bölgeyi tahriş etmeden, nazikçe temizleyin.

3-Dışkı sızıntısının deride yaptığı tahrişi engellemek için, bu bölgeye bez koyun ve gerektikçe değiştirin.

4-Kaşınmayı azaltmak için yatarken antihistaminik bir ilaç da alınabilir.

Eğer kaşıntınız sürerse, tam bir muayene için doktorunuza baş-vurun.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:00 pm

ANKILOZAN SPONDILIT


Spondilit kelimesi belkemiğinin (omurga) inflamasyonu anlamına gelir; ankiloz kelimesi ise iki kemiğin kaynaşarak tek bir kemik haline gelmesi anlamına gelir. Birlikte alındığında ankilozan spondilit ifadesi; kronik, sakroiliak eklemin (omurga ile leğen kemiği arasındaki eklem) romatizmal hastalığını ifade eder, ancak diğer omurga kemikleri de iltihaplı eklemlerle kaynaşma gösterebilir (özellikle alt omurga kemikleri). Ankilozan spondilit, spondiloartropatiler adı verilen hastalıklar grubuna dahildir. Oldukça nadir görülmesine rağmen ankilozan spondilit son derece önemli bir hastalıktır, çünkü genelde başka her hangi bir sağlık problemi olmayan genç erkeklerde gözlenir.

Hastalık gövde, sırt, boyun, kalça, kaburga ve omuzlarda ağrı ve sertliklere (spazmlar) neden olur. Omurgalar ve omurgaları destekleyen yapılar kasıldığından dolayı (sertleşme), ankilozan spondilitli hastalarda öne eğik durma eğilimi meydana gelir. Zamanla tedavi edilmeyen hastaların omurgaları birbiri ile kaynaşır ve tek bir kemik gibi görünür; son derece sert ve katılaşmış bir omurga meydana gelir. Bu durum kolların ve göğüsün hareketlerini engelleyebilir.

Ankilozan spondilitiniz varsa özellikle sabahları ve bir süre hareketsizlik sonrası, genelde belinizde ağrı veya sertlik hissedebilirsiniz. Ağrılar genelde sakroiliak eklemde başlar ve gittikçe yukarı doğru ilerleyerek boyun omurlarını etkiler. Diz ve ayak bileği eklemleri de etkilenebilmekle birlikte genelde omurgalar dışında tutulan eklem sayısı 3 veya 4 ü geçmez. Egzersiz yapmak sertleşmeleri azaltır, bu nedenle düzenli egzersiz yapmayan ankilozan spondilitli hastalar gittikçe kötüleşir. Kaburgalarla, kaburga eklemleri de hastalıktan etkilenebileceğinden dolayı, hastalar derin nefes alırken veya öksürürken rahatsız olurlar-zorlanırlar.

Şikayetleriniz azalma ve artışlar gösterebilir, ancak hastalık kronik ve ilerleyicidir. Omurga civarındaki kemikler, eklemler ve diskler hasara uğrar ve kaynaşır, bu nedenle aralıklar daralır. Kemiklerde sindesmofit adı verilen çıkıntılar sıklıkla meydana gelir. Bu durumda hareketler sırasında aşırı bir ağrı meydana gelir. Bel bölgesindeki ağrı ve sertlikler yürüme problemlerine neden olabilir. Ancak çoğu durumda hastalık hafif seyreder ve genelde hastalık başladıktan yıllar sonra tanı konur. Çok nadiren kalp, akciğerler ve gözler hastalıktan etkilenebilir ve bu durumda ciddi bir tablo ortaya çıkar.

Ankilozan spondilitin nedeni bilinmiyor. Ancak genetik (kalıtımsal) faktörlerin etkili olduğunu gösteren bulgular bulunmaktadır. Hastalık en sık 20-40 yaşları arasında ortaya çıkıyor, bununla birlikte 10 yaşın altında bile görülebiliyor. Hastalık 10.000 de bir kişide ve genelde erkeklerde gözlenir. Erkeklerde kadınlardan 10 kat daha fazladır.

Belirtiler

- Sırt, baldır, kalça ve diğer sırt eklemlerinde ağrı ve hassasiyet
- sırt bölgesinde özellikle sabahları belirgin olan ve hareket etmekle azalan katılık ve hareket kısıtlılığı
- göğüs bölgesinde rahatsızlık hissi
- diz, ayak bileği ve diğer eklemlerde şişme ve ağrı
- halsizlik, ateş
- iştahsızlık, kilo kaybı
- gözde inflamasyon
- kambur veya düzleşmiş sırt görünümü

Tanı

Normal muayene ve radyolojik tetkiklerin yanı sıra hastalığın genetik özellikleri bulunduğundan genetik test tanıya yardımcı olabilir. Ancak genetik bulguların saptanması tanıyı kesinleştirmez.

Tedavi

Tedavinin amacı; eklem ağrılarını azaltmak ve omurgalarda meydana gelen veya gelebilecek hasarları geciktirmek / düzeltmektir.

Ağrıyı, sertleşmeleri ve inflamasyonu gidermek için nonsteroidal anti-inflamatuvar ilaçlar kullanılır (aspirin, naproksen gibi). Bu ilaçlar hastaların normal faaliyetlerine devam etmesine yardımcı olur ve ağrıları azaltır. Nonsteroidal anti-inflamatuvar ilaçların yetersiz kaldığı durumlarda sulfasalazin veya metotreksat gibi ilaçlar kullanılabilir. Ancak bu ilaçların yan etkileri oldukça fazladır ve çok iyi kontrol edilmeleri gerekir.

Eğer hastada sinirlerinde bir hasar meydana gelmiş ise veya eklem hasarı çok ciddi ise ameliyat yapılır.

Sizin Yapabilecekleriniz

Eğer düzenli postür (duruş) ve solunum egzersizleri yapıyorsanız rahatlıkla normal bir hayat sürebilirsiniz. Fizik tedavi ve egzersiz tedavinin temelidir. Yapmanız gereken hareketler için bir fizyoterapistten bilgi almanız yerinde olur.

Yüzme, sizin için en iyi sporlardan birisidir. Sık sık yüzün.

Sırtınıza ve belinize yük getirecek hareketlerden ve yaralanmaya neden olabilecek sporlardan uzak durun.

Sıcak su banyoları (kaplıcalar) ve sıcak ortamda yapılacak masajlar ağrılarınızı azaltır. Uyuma pozisyonunuzu düzeltin. Düz bir zeminde sırt üstü ve yastıksız yatın (veya çok ince bir yastık kullanın).

Sigara içiyorsanız kesinlikle bırakın. Aksi halde akciğerlerinizin kapasitesi azalacağından son derece güç nefes alıp-verirsiniz.

İlerlemiş durumlarda sırt desteği sağlayan aletler kullanmanız gerekebilir.

Bu hastalık şu an için tedavi edilemiyor. Ankilozan spondilit hayat boyu sürecek bir problem olduğu için onunla yaşamayı öğrenmelisiniz. Şikayetleriniz hiç beklemediğiniz şekilde azalıp çoğalabilir, ancak hastalığınızın gittikçe ilerleyeceğini kabul etmelisiniz; bununla birlikte gerekli önlemleri alır ve bakım sağlarsanız hastalığınız ilerlediği halde şikayetleriniz fazla ilerlemeyebilir; daha doğrusu siz onlarla başa çıkmanın yollarını bildiğinizden hayatınızı aşırı etkilemez. Arada şiddetli dönemler olabilir, ancak bunların zamanla azalabileceğini unutmayın. Tedavi ve bakım sizin normal bir hayat sürmenizi sağlayacaktır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:00 pm

ANKSIYETE BOZUKLUKLARI


Kişinin sebebini tam olarak ortaya koyamadığı iç sıkıntısı haline anksiyete (bunaltı) adı verilir. Anksiyete psikiyatri uzmanına müracaat eden hastalar arasında en sık ve yaygın olarak görülen bir belirtidir. Genelleşmiş veya yaygın aksiyete bozukluğu olarak adlandırılabilecek hastalıkta kişi yaşadığı aksiyeteyi korku, endişe, dehşet, kaygı gibi terimlerle ifade edebileceği gibi, sürekli olarak tetikte bekleyiş gerginliği, bilinmeyen ve ayırt edilemeyen bir tehlike veya kötülük duygusu olarak da ifade edebilir.

Kisinin yasami boyunca anksiyete bozuklugu geçirme orani % 25 dolayindadir. Saglikli kisilerde korku ve kayginin nedeni bellidir. Hastalik durumunda ise nedensiz korku ve kaygi duyulur. Bu duygulanımlara ilave olarak bazı hastalarda; başdönmesi, ağız kuruluğu, vücudu soğuk kaplaması, irkilme, huzursuzluk, titreme gibi belirtiler de olabilir. Bazen de tüm bunların bir karışımı olabilir. Fiziksel şikayetleri daha yoğun olan hastalar genelde kaygı, korku ve dehşet duygularını inkar ederler.

Hastalik yüksek bir oranda alkol ve uyusturucu madde kullanimi ile gitmektedir. Kisiler baslangiçta kaygilarini azaltmak için bu maddeleri kullanmakta, ancak sonra bunlar hastaligin gidisini daha kotu bir sekilde etkilemektedir.

Stresle baglantili baska hastaliklar (gastrit, irritabl kolon, gerilim tipi bas agrilari gibi) da buhastaliga eslik edebilmektedir.

Baska ruhsal hastaliklarla birlikte bulunma orani yüksektir (saplanti-zorlanti bozuklugu, depresyon,sosyal fobi,panik bozukluk gibi). Bu hastaliklara ilerleyen dönemlerde dönüsebilme olasiligi bulunmaktadir.

Kisinin endiseleri nedeniyle çevresindekileri kisitlamasi sonrasinda ailesel ve mesleki sorunlar olusabilmekte ,kisi sosyal ortamlardan uzaklasabilmekte ve ayriliklar,bosanmalar ,eriskin-çocuk uyusmazliklari olusabilmektedir.

Ansiyete bozukluklari çesitlidir:
- Panik bozuklugu
- Yaygin anksiyete bozuklugu
- Sosyal fobi ve diger fobiler
- Obsesif kompulsif bozukluk
- Travma sonrasi stres bozuklugu

Endişe duyan, yaşadığı anksiyete belirtilerini ifade eden ve belirgin olarak sıkıntı çektiğini hissettiren hastalar bile altta yatan nedeni tam olarak ortaya koyamayabilirler.

Tedavi hekimin oyacağı anksiyete bozukluğunun alt tiplerine göre değişiklik gösterir. Tedavide mutlaka gerekli değilse ilaç kullanılmamalıdır. Genelde psikoterapi uygulanması daha iyi sonuç verebilir.

ANOREKSIA NEVROZA


Kişinin ruhsal nedenlere dayalı olarak beslenmesini azaltması veya beslenmeyi reddetmesi nedeniyle ve/veya zorla kusarak (parmak atıp kusarak) aşırı kilo kaybetmesidir. Bunun yanı sıra, mide bulantısı ile birleşik mide şikayetleri, kabızlık (bazen fazla miktarda müshil kullanma) da bulunur. Anoreksia nevroza, çoğunlukla erken ergenlik ve ergenlik sonrası çağındaki genç kızlarda görülür.

Bu tip insanların kişiliğinde istisnasız ya histerik ya da çocuksu genital gelişim basamağına yakın) bir yapı bulunup, her iki halde de belirgin oral takıntı vardır. Bu nevrotik özelliklerde, psikogenetik açıdan, yeterli sevgi göstermeyen veya cinsel düşman olarak görülen bir ana figürü rol oynamıştır. Bunun sonucu olarak büyümenin psikoseksüel yönleri karşısında yoğun korkularla birlik kuvvetli bir puberte çatışması meydana gelmiştir Özellikle kadın rolü ile kadınsı beden biçimini ve cinsel problemleri reddetme söz konusudur.

Anoreksia nevroza hastalarının tipik özelliği, hastalık bilincinin bulunmamasıdır. Kendilerindeki korkunç zayıflamayı ve acil tedavi gereksinimini kabul etmez, yadsırlar. Kendi kendilerine zorlamalı kusmaları da inatla yadsınır, bu yadsıma ya bilinçli bir yalan şeklinde, ya da yarı bilinçli bir kabul etmeme türündedir. Bu hastaların hepsinde aşırı bir ilişki bozukluğu vardır.

BELİRTİLERİ

- Kızlarda erkek bedenine benzer biçimde beden görünümü,

- Aşırı hareketlilik,

- Cinsel kimliğini reddetme,

- Normal beden ağırlığı, olması gerekenin çok altındadır.

- Cinsel ilgide eksiklik vardır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:01 pm

ANOREKTAL APSELER


Anorektal apseler, anüsün çevresindeki bölgeyi etkiler. Bunların bazıları fissürlerin neden olduğu enfeksiyonlardır.

Belirtiler

- Cerahat çıkması,

- Ateş,

- Anal yolun içinde veya etrafında rahatsızlık hissi,

- Dışkının çıkışına aşırı duyarlı veya bu hareketten rahatsız olmak.

Bazıları da seks yoluyla alınmış hastalıklardır. Fakat çoğu apseler tıkanmış anal guddelerden kaynaklanır.

Anüse yakın bir apse doktorunuzun muayenehanesinde veya hastanede kolayca açılıp boşaltılabilir. Diğer yandan ateşiniz ve çok sancınız varsa ve anüsten kuyruk sokumuna doğru bir baskı hissi duyuyorsanız apse daha yukarda rektumda olabilir.

Bu derindeki apseler kolay ele gelmez, teşhis edilmeleri daha zor olur ve yaratabilecekleri komplikasyonlar daha ciddidir.

Derindeki apseler daha dikkatli yaklaşım gerektirir, çünkü bunlar Crohn hastalığı ülserleşmiş kolit veya divertikülit gibi bir bağırsak hastalığından kaynaklanmış olabilir.

Teşhis

Eğer derin bir anorektal apse şüphesi varsa doktorunuz rektumun tümünü kapsayan bir muayene yapar. Proktosigmoidskopi ve baryumlu bir maddeyle tarama da bu muayeneye dahildir.

Tedavi ve Ameliyat

Apse belirlendiği zaman hastaneye gideceksiniz. Apse açılıp temizlenecek. Ayrıca size sancı duymamanız için bir ağrı kesici ve bazı hallerde enfeksiyonu önlemek için bir antibiyotik verilebilir.

ANOREXIA ATHLETICA


• Bu kişiler normalden fazla egzersiz yapar.

• Kilo ve diyet konusunda takıntılı davranışlar gösterir.

• İşten, okuldan, arkadaşlarından ve ailesinden zaman çalarak egzersiz yapar.

• Egzersiz onun için eğlence değil bir hırs olmuştur.

• Performansı her şeyden önemlidir.

• Sportif başarılarını her zaman az bulur ve daha fazla çalışır.

• Etrafındaki insanlara kendisi gibi ince ve zayıf olmaları konusunda bilgi verir ve onları zorlar.

• Çevresinden alamadığı ilgiyi egzersizle sağlamaya çalışır.

• Genellikle yalnız ve az arkadaşı olan insanlardır.

• Egzersiz yapmasındaki amaç kilo vermenin dışında, kendi özgüvenini artırmak, egzersizi öne sürerek performansıyla kendini saygı gören bir kişi yapmaktır.

ANUS TIKANIKLIGI


Eğer yeni doğan bebeğiniz kapalı bir anüsle dünyaya gelmişse, anal açıklık tıkanıktır. Sonuç olarak dışkının dışarı çıkması için hiçbir geçit yoktur.

Anüs ve rektumun doğuştan gelen anormallikleri, 500 çocuktan birinde meydana gelen küçük anormallikler ve 5000 doğumdan 1 inde meydana gelen büyük anormallikler ile oldukça sık rastlamaktadır.

Anal ve rektal anormalliklerle doğan çocuklarda üreme organı anormallikleri gibi, diğer doğum kusurlarının da ortaya çıkma oranı oldukça yüksektir.

Kapalı anüs olgusundan, bebek mekonyum dışkısını çıkaramadığı zaman kuşkulanılır. Tıkanıklığın rektumun aşağısında ya da yukarısında olup olmadığını belirlemek için röntgel ve ultrason incelemeleri yapılır.

Tedavi tıkanıklığın bulunduğu yere bağlı olarak değişir. Eğer anal açıklık yalnızca daralmış ise, bu açıklığı bir aygıtla genişletmek mümkündür. Başka tür kapalı anüs vakalarında ameliyat gereklidir; tıkanıklık rektumdan ne kadar yukarıda ise o derece büyük cerrahi müdahale gerekir.

Bazı çocuklarda anüsün tamamıyla rekonstrüksiyonu gerekebilir; kimi çocuklarda ise bebek 6 ila 12 aylık oluncaya kadar geçici kolostomi gerekli olabilir. Rektumun alt kısmında anal tıkanıklığı olan çocuklar ameliyattan sonra iyileşme gösterir ve dışkılamayı kontrol edebilirler. Tıkanıklığın daha yukarıda olması durumunda ise kendini tutamama sorunları meydana gelebilir.

APANDISIT


Körbağırsağın apandis denen solucansı uzantısının iltihaplanması apandisit olarak bilinir. Çok sık rastlanan ve özellikle yetersiz tedavi sonucu yol açacağı tehlikeli komplikasyonlardan ötürü korkulan bir hastalıktır. Günümüzdeki antibiyotik olanaklarına karşın bu ikincil hastalıkların en ağın peritonit yani karın zarı iltihabıdır.


Apandis içinden besinlerin geçmediği küçük bir bağırsak çıkıntısıdır. Hareketli ve esnek bir boru biçiminde olan bu çıkıntı kalınbağırsağın başlangıç bölümü olan körbağırsağa, incebağırsakla birleşme yerinin hemen gerisinde bağlanır. Genellikle eğik biçimde gövde eksenine doğru uzanır. Bu normal konumunun dışında leğen içine, karaciğer altına ya da sol böğüre doğru da yerleşebilir. Alışılmış yerinin dışında bulunan apandisin iltihaplanması, belirtileri değerlendirmede ve hastalığın tanısını koymada güçlükler yaratır.


Apandisin anatomik yapısında üç katman göze çarpar. Dış yüzeyi seröz (sıvı içeren) bir zar örter. Bunun altında kas katmanı ve en içte de lenf dokusunca zengin, girintili çıkıntılı bir mukoza yer alır. Lenf dokusunun bolluğundan ötürü apandise "bağırsak bademciği" de denir.


NEDENLERİ


Apandisin iç boşluğu çok dardır. Bağırsak florasında bulunan bütün mikroorganizmalar burada da yaşar. Apandis genellikle bu mikroplara karşı yeterince dirençlidir. Ama bazen çoğalan mikroplar hastalık yapıcı özellik kazanır. Böylece apandisin iltihaplanma süreci başlar.


Mikropların hastalık yapıcı özellik kazanmalarını sağlayan en önemli olay, apandis iç boşluğunun tıkanarak körbağırsakla bağlantısının zayıflamasıdır. Mikropların burada durağan biçimde kalmasıyla apandis duyan iltihaplanır. Tıkanmanın birçok nedeni vardır. Bunlar arasında yoğun mukus tıkaçları, bağırsak solucanları, apandisin çok uzun olması, duvarlarında hareketi zorlaştıran köşelerin bulunması ya da kiraz gibi meyvelerin takılı kalan çekirdekleri sayılabilir.


GÖRÜLME SIKLIĞI


Antibiyotiklerin yaygın biçimde kullanıma girmesiyle apandisit olgularının sayısı azalmıştır. Gene de bütün cerrahi girişimlerin yüzde 2 si apandisit nedeniyle yapılmaktadır. Bebeklik çağında ender görülen apandisit, çocukluk ve özellikle ergenlik çağında çok sık ortaya çıkar. Daha sonra görülme sıklığı azalmakla birlikte her yaşta gelişebilir ve her iki cinste de eşit oranda görülür. Bazı hastalarda akut apandisit kendiliğinden geriler. Ama olguların yarısında bu krizler yineler ve kesin tedaviyi gerektirir.


Hastalığın akutla kronik arası ve kronik biçimlerinden de söz edilir. Akutla kronik arası olgular çok ender değildir. Buna karşılık kronik apandisite düşünüldüğünden çok daha az rastlanır; hatta kronik apandisit tamsının birçok olguda sağlam bir temeli yoktur.


Belirtileri


Apandisitin belirtileri deneyimli bir hekimi bile tanı koymada zora sokabilir. Akut apandisit özellikle çocuklarda iştah kaybı, bulantı ve kusmayla başlar. Ateş hastalığın tipik bir belirtisi değildir. Koltuk altından ölçüldüğünde hiçbir zaman çok yüksek çıkmaz. Ama makattan alınan vücut sıcaklığı her zaman daha yüksektir. Ağrı en önemli belirtidir. Birkaç kez kusmayla birlikte sancı biçiminde ortaya çıkar. Önceleri aralıklı gelen ağrı gittikçe şiddetlenir ve süreklilik kazanır. Apandisit ağrısı göbek çevresi ve karın üstü bölgelerinde başlar; daha ender olarak bütün karında duyulur. Daha sonra karnın sağ alt bölgesine kayar. Ağrının göbek ile böğür kemiği ön dikeni arasındaki bu yeri çok tipiktir. Bazen şiddetle başlayan ağrı daha sonra hafifler. Bu durum yanıltıcıdır; hastaya rahatsızlığının bittiği duygusunu verir.


Oysa ağrı azalırken akut krizin öbür belirtilerinde gerileme görülmezse, örneğin, hızlı olan kalp atışları yavaşlamaz, kas sertliği çözülmezse bu durum apandisitin en korkulu komplikasyonu olan karın zan iltihabının geliştiğini gösterir.


Hastanın muayenesi sırasında kolayca akut apandisit tanısına varılabilir. Karnın sağ alt bölgesinin elle muayenesinde kasların korunma amacıyla kasılması sonucu sertlik görülür. Belirli noktalara bastırılması şiddetli ağrı verir.


Apandisit tipleri


Belirtilerin şiddeti ve hastalığın ağırlığı yalnız apandis iltihabının niteliğine bağlıdır. Akut apandisitin başlıca üç tipi vardır: Mukuslu, irinli ve kangrenli. Cerrahi uygulamada en sık mukuslu apandisite rastlanır. Mukus salgısının arttığı bu tipte apandis iyice iltihaplanmış, gergin ve büyümüştür. Üzerindeki periton ise alışılmış parlaklığını yitirerek hafif matlaşmıştır. Mukuslu apandisit hastalığın en hafif tipi olmasına karşın, zamanında müdahale edilmezse irinli apandisite dönüşebilir. İrinli apandisitte, apandis iç boşluğunda ve duvarında biriken irin birçok apse odağı oluşturur. Bu apselerin ülserleşerek apandis dışına açılmasıyla kaçınılmaz olarak periton iltihabı gelişir. Akut apandisitin irinli tipinde körbağırsak ve incebağırsak bağlantı bölgesi gibi apandis yakınındaki bağırsak bölümleri de iltihaplanır. Son olarak, apandis damarlarının pıhtıyla (tromboz) tıkanması sonucunda kangrenli apandisit gelişir.


Başka bir deyişle, apandise gelen kanın ve dolayısıyla oksijenin azalması, doku ölümüne (nekroz) ve apandisin bağırsaktan kopmasına yol açar. Kopan apandisin ve körbağırsağın içindekiler kayın zarı boşluğuna yayılınca çok ağır bir peritonit oluşur.


GİDİŞİ


Hastalık gidişine bırakılırsa, yani tanısı konmaz ya da hasta ameliyata izin vermezse nasıl bir gelişme gösterir? Bazı iyi huylu olgularda ağrı, kusma ve ateş birkaç gün içinde kendiliğinden azalır ve hasta o an için kendini "iyileşmiş" hisseder. Ama "o an" geçicidir, çünkü kolayca atlatılan bu ilk krizi kaçınılmaz olarak ikincisi izler. İkinci krizin ortaya çıkış zamanı değişkendir ve arada geçen süre hastalığın kronikleşmesine yol açacak ölçüde uzayabilir.


Bu iyi huylu olguların dışında bazen de 3. ve 4. günlerde periton tepkisi gelişir. Bunun sonucu olarak böğür çukurunda elle hissedilen, sınırları belirsiz, oval bir kütle belirir (plastron). Yatakta dinlenme, karna buz koyma ve antibiyotik tedavisiyle plastron birkaç haftada geriler.


Bir başka olasılık da apandisitin yaygın peritonit gibi ağır hastalık durumuna doğru gelişmesidir. Yaygın karın zarı iltihabında belirtiler çok şiddetlidir; ağrı bütün karında duyulur, kusma sıklaşır, hıçkırma belirir ve ateş 400C ye kadar çıkar. Hasta endişeli, sıkıntılı, solgun, yüz hatları gerilmiş görünür; dudaklar ve özellikle dil kurumuştur. Acil girişimde bulunulmazsa hasta ölür.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:02 pm

APANDISIT (KRONIK)


Kronik apandisit, apandisin uzun süren ve tedavi edilmeden iyileşme olasılığı bulunmayan iltihabıdır. Ama önceden kısaca değinildiği gibi kronik apandisit tanısı çoğu zaman yanlış konur ve bu tanı konan hastaların apandislerinin ameliyat sırasında tümüyle sağlıklı olduğu görülür.


Kronik apandisit kadınlarda, ergenlik ve gençlik çağlarında daha çok görülür. Ayrıca kentlerde kırsal kesimdekinden daha yaygındır.


Apandisit başından beri kronik olabileceği gibi akut apandisit sonrasında kronikleşmiş de olabilir. Ama her ikisinin de tedavisi apandisin çıkarılmasını gerektirdiğinden bu ayrımın uygulamada pek bir önemi yoktur.


Belirtileri


Hastalık belirtileri kişiden kişiye farklılık gösterir. Belirtilerin kaynağı apandisin iltihaplanması, bu iltihabın yakın çevredeki organları da etkilemesi ve organizmanın bu olaylara tepkisidir. Kronik apandisit olgularında aralıklarla gelen ve akut apandisit krizlerindeki gibi şiddetli olmayan bir ağrı duyulur. Sağ kasıkta duyulan bu ağrılar şiddetli olmasa da, hastayı işinden alıkoyacak kadar sıkıntı verebilir. Ağrı genellikle aşırı güç harcama, ağır ya da bağırsaklara dokunabilecek bir yemek, rahatsız edici uzun bir yolculuk ya da inatçı kabızlık gibi durumlardan sonra görülür. Ağrıya bulantı, öğürme, bazen kusma, iştahsızlık, genel kırıklık ve kabızlık eşlik edebilir. Eğer iltihap yakın organlara da yayılmışsa ateş hafifçe yükselebilir.


Bazen ağrı sağ alt karın bölgesi yerine safrakesesi hizasında duyulur. Bu durum apandisin normal yeri dışında, karaciğerin hemen altında bulunmasından kaynaklanabilir.


Daha sık olarak ağrının kaynağı safra kanallarının refleks kasılmalarıdır. Kadınlarda kronik apandisit ile dölyatağının sağ yan ekleri iltihabı (adneksit) arasında bir ilişki vardır. Sağ yumurtalık ve yumurtalıkla dölyatağı arasındaki fallop borusunu içeren bu ekler apandisin yakınında olduğundan iltihaplanma olasılıkları yüksektir.


Kronik apandisit bazen mide hastalığını andıran belirtiler verir. Bunlar arasında mide ağrısı, sindirim güçlüğü, yemek sonrasında doluluk duygusu, bulantı, mide yanması ve mide ekşimesi sayılabilir. Bu belirtilerin ilk düşündürdüğü hastalık mide ülseri olduğundan radyolojik incelemeyle bu olasılık dışlanır. Apandis bölgesine derinlemesine bastırılınca burada ve mide bölgesinde ağrı duyulur. Bu belirtiler büyük olasılıkla iltihaplı apandisten kaynaklanan ve mideyi de etkileyen reflekslere bağlıdır. Bu refleksler mide hareketlerini hızlandırarak ağrıya ve mide salgılarının artmasına yol açar.


Tanı


Yukarıda açıklandığı gibi kronik apandisit zor tanınan ve değişken belirtileriyle safrakesesi iltihabı, mide onikiparmakbağırsağı ülseri ya da adneksit gibi hastalıkları andırabilir. Uste1k bu hastalıkların kronik apandisitle eşzamanlı olarak görülebileceği çeşitli araştırmacılar tarafından bildirilmiştir. Yalnız klinik verilere dayanarak tanı koymak kolay değildir. Ama iyileşmiş akut apandisit olgularında apandisle ilgili yakınmaların yinelenmesi, kronik apandisit tanısını kolaylaştırır.


Başlangıcından beri kronik olan apandisitlerde tanı koymak oldukça güçtür. Yapılan radyolojik incelemeyle apandisteki yapı değişiklikleri, çevre dokulara yapışmalar ve iç boşluğun kontrast (radyoopak) madde verilerek ortaya çıkarılan düzensizlikleri saptanır. Ayrıca öbür organlar da bu yöntemle incelenerek belirtilerin düşündürdüğü başka hastalık olasılıkları dışlanır. Bu veriler kesin kronik apandisit tanısı koymaya yetmez. Tanıda daha değerli olan ve radyoskopik incelemenin de destekleyebildiği temel belirti apandis bölgesine basılınca duyulan ağrıdır.


Bu arada tıpta kronik apandisit tanısına hiç yer vermeyen bir görüş de vardır.


TEDAVİ


Hastalığın belirtileri ortaya çıktıktan sonraki ilk sekiz saat içinde akut apandisit tanısı koymak çoğu kez zordur. Bu nedenle gözetim altına alınan hastaya ağız yoluyla besin vermekten kaçınmalı ve ishal yapıcı ilaçlar verilmemelidir. Hasta huzursuzsa yatıştırıcı bir ilaç verilebilir. Tanı kesinleştikten hemen sonra cerrahi girişim yapılır.


Cerrahi girişimde oldukça sık karşılaşılan bir durum apandisit tanısıyla açılan hastada apandisin sağlam çıkmasıdır. Bu durumda apandisin gene de alınması uygundur. Apandisit olgularında yanlış tanıyla sık karşılaşılması. kuşkulu durumlarda belirtilerin ağırlaşmasını beklemeden cerrahi girişim yapma eğiliminden kaynaklanır. Gecikmenin hastanın yaşamı için büyük tehlike yaratması uzmanları hızlı karar vermeye iter. Komplikasyonsuz apandisitten ölme riski binde 1 dir; bu oran hastalığın kangrenli tipinde binde 6 ya, patlamış apandisitte ise binde 50 ye çıkabilmektedir. Akut apandisiti antibiyotiklerle denetim altında tutmak da doğru bir uygulama değildir. Çünkü bu hastalık, tıkanmış apandisin içinde antibiyotiklerin erişemeyeceği bir enfeksiyondur. Ama gene de cerrahi girişimin gereksiz olduğu ya da uygulanamayacağı olgular vardır. Örneğin, krizden 3-4 gün sonra geçici iyileşme evresinde hekime başvuran hastaya ilk aşamada cerrahi girişim yerine daha yatıştırıcı yöntemler uygulanır.


Yayılmış karın zarı iltihabında ise hastanın genel durumu denetim altına alınmadan cerrahi girişime başvurulmaz. Buna karşılık yaygın karın zarı iltihabının çocuklarda cerrahi olmayan yöntemlerle tedavisi çok daha yüksek ölüm riski yarattığından çocuk peritonitinde aynı yaklaşım geçerli değildir.


Uzmanlar sık sık karın ağrılarından yakınan, ama kronik apandisit tanısı kesinleştirilemeyen hastalara cerrahi girişimde bulunma konusunda artık çok daha dikkatli davranmaktadırlar. Bu yeni yaklaşım, sürekli karın ağrılarından yakınan çocuklarını kronik apandisit kuşkusuyla doktora götüren anne babaları endişeye sokmaktadır. Oysa halk arasında genellikle kronik apandisit olarak yorumlanan bu belirtinin nedenleri çoğu kez başka hastalıklardır. Yineleyen apandisit nöbeti oldukça kolay tanınır. Hastanın özgeçmişinde gerçek bir apandisit krizinin bulunması uzmanı tanıya yaklaştırır. Apandisit krizi geçirmiş bir hasta karın ağrısı dönemlerinden, iştahsızlıktan, sağ alt karın bölgesinde dokunmayla uyarılan ağrıdan ve genel olarak kendini kötü hissetmekten yakınıyorsa apandisin ameliyatla çıkarılması doğru olur. Buna karşılık daha önce akut apandisit krizi geçirmemiş, ama karın ağrılarından yakınan bir hastada apandisin alınması çok daha zor verilebilecek bir karardır.


Özellikle ergenlik çağındaki ve genç kadınlarda uzmanı yanıltabilecek üreme organı hastalıkları sık görüldüğünden apandisit ameliyatı kararının dikkatle verilmesi ayrı bir önem kazanır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:02 pm

ARPACIK


Gözkapağı kenarlarındaki bir yağ bezi iltihabıdır. Genellikle etken, stafilokok bakterisidir.

Belirtileri:

Arpacığın çıkacağı yerde kızarıklık, acıma ve yanma vardır.

Tedavi:

Apse ortasındaki kirpiğin çıkarılması, sıcak pansuman yeterli tedavidir, ama iltihabın yayılmasını önlemek amacıyla antibiyotik1i göz merhemleri kullanılmalıdır.

ARTROSKOPI


1972 de artroskop denen aletin geliştirilmesine kadar diz ve diğer eklemlerin zedelenmeleri çoğu zaman ameliyatı, uzun süre hastanede kalmayı ve uzun ıstıraplı bir iyileşme devresini gerektiriyordu. Bazı problemlerin hala dizde veya omuzda rekonstrüktif cerrahi amaçlarıyla büyük ameliyat yerleri açılmasını gerektirmesine rağmen daha az ciddi olan birçok zedelenmeler şimdi artroskopla düzeltilmektedir.

Alet

Artroskop (Artro eklem demektir. Skopda bakmak) bir tüp, büyüteçlerden meydana gelmiş bir optik sistem ve bir fiberoptik ışık kaynağından meydana gelmiştir.

Prosedür

Bir anestezik verildikten sonra (ya lokal ya genel) dizkapağının (veya omuz veya incelenecek olan başka herhangi bir eklemin) bir kenarında küçük bir kesi yapılır.

Bu kesi (insizyon) çoğu zaman o kadar küçüktür ki,işlemin tamamlanmasından sonra kapatmak için dikiş gerekmez.

Ondan sonra artroskopun tüpü içeriye yerleştirilir. Gözetleme bölümünden veya ekranda doktor mafsalın içine bakabilir. Mafsal boşluğuna, genişletmek ve görünebilir olma durumunu arttırmak için steril bir sıvı enjekte edilebilir.

Olanaklar

Mafsala girdikten sonra artroskop sadece dokuları muayene etmek değil; eklenen aletlerle biyopsi örneği alma ve hatta büyük bir ameliyat yapma olanaklarını vermektedir. Boşlukta dolaşan kıkırdak parçacıkları çıkartılabilir ve ufak yırtıkların ve diğer diz rahatsızlıkları bu şekilde tedavi edilebilir. Artroskop çeşitli hastalıkların teşhisinde de değer taşımaktadır.

İyileşme Devresi

Mafsalın açıldığı geleneksel tekniklerin aksine, artroskopiden sonra mafsalın iyileşmesi için çok az bir süreye gerek duyulur.

Prosedürün bir saatten fazla sürdüğü nadirdir ve hasta bundan kısa bir süre sonra evine dönebilir. Mafsalların birkaç gün şiddetli fiziki aktiviteye maruz kalmaması gerekse de çoğu zaman faaliyetlere derhal başlanabilir.

ARTROZ


Yaşlanmaya ya da eklemlerde oluşan başka lezyonlara bağlı olarak gelişen kıkırdak dokusu hastalığıdır.

Artroz, bir ya da birden çok eklemde görülen ve eklemi saran kıkırdakdokusunda özgün doku yıkımı yapan kronik bir hastalıktır. Hastalık, eklemdeki kemiklere de zarar verir. Artroz kısaca eklem yıpranması ya da yaşlanması olarak tanımlanabilir. İleri yaşlarda görülen bu doğal artrozdan başka, eklemle ilgili yerel ya da sistemik hastalıklar sırasında görülen erken yaş artrozu da vardır.

Artroz doku yıkımı yapan bir hastalıktır. Biçim bozucu artrit (artritis deformans) ile hiçbir ilgisi yoktur. Artritis deformans ya da öbür adıyla kronik birincil poliartrit, tüm eklemleri ve eklem boşluğundaki dokuları tutan bir hastalıktır. Akut artrit de artrozdan ayrılmalıdır. Akut artrit, mikrobik etkenlerle oluşan eklem iltihabıdır. Eklem romatizması ise gençlerde sık görülen ve boğaz enfeksiyonlarına yol açan beta-hemolitik streptokokların toksinlerine karşı, eklem dokusunun verdiği iltihabi yanıttır.

İleri yaşların tipik hastalığı olarak kabul edilen artroz, gelişmiş ülkelerde ve 40 yaş sonrasında yaygındır. Kadınlarda daha sık görülür. Öncelikle, omurga (özellikle bel ve boyun bölgeleri), kalça, diz, ayak, başparmak elbileği-eltarağı eklemi (başparmağın kökündeki eklem) gibi çok işleyen, hareketli ve/ya da vücut ağırlığını taşıyan eklemlerde ortaya çıkar.

NEDENLERİ

Artrozlar birincil ya da eklemin mekanik (harekete bağlı) İşlevlerini bozan etkenlere bağlı olarak ikincil olabilirler. Birincil artroz nedenleri genel özellikler taşır.

Yaşlanma ve eklemin sürekli hareketi, eklem kıkırdağının aşınmasına, esnekliğini ve kayganlığını yitirmesine yol açar. Eklem kıkırdağı gittikçe daha az beslenir ve parçalanmaya başlar. Kıkırdağın yaşlanmasıyla birlikte artrozun anatomik ve radyolojik bulguları da zamanla belirginleşerek 40-50 yaş sonrasında eklemlere bütünüyle yerleşir. Artroz gelişiminde yaşlanma dışında şişmanlık da etkilidir. Şişman kişilerde eklemlere fazla yük binmesi ve kolesterol fazlalığı gibi metabolizma bozukluklukları artroz gelişimini kolaylaştırır. Artrozun başka genel nedenleri arasında hormonal bozukluklar (yumurtalık ve tiroit bezlerinin hastalıkları), karaciğer ve böbrek hastalıkları, kronik çevresel damar yetmezliği (varis) sayılabilir. Menopoz artroz sürecini hızlandırır ve hastalığın gidişini kötüleştirir. Artrozda kalıtsal etkenlerin de rolü olduğu gösterilmiştir.

Eklem yüzeyinin tümünün ya da bir bölümünün aşın ve doğal olmayan yük altında kalması kaçınılmaz bir şekilde artroza yol açar. Eklemin normal işlevini bozan yerel etkenler sonucunda gelişen bu artrozlara ikincil artroz denir. En tipik ömeği doğumsal kalça çıkığı olgularında görülen kalça artrozudur. Doğumsal çıkığa bağlı olarak eklem başlıklarında gelişen biçim bozukluğu (deformasyon), mekanik uyuşumsuzluk yaratır. Böylece ekleme sürekli olarak ek yük yansıması da artroza yol açar. Yanlış kaynamış kemik kırıkları, dışa ya da içe dönük diz çarpıklıkları, kamburluk (kitbz), omurganın "S" biçimindeki eğrilikleri (skolyoz) gibi eklemlerde dengesiz yüklenmeye yol açan durumlar da küçük yaşlarda artroz gelişimine neden olur.

Eklem kıkırdağını etkileyerek yıkımına yol açan hastalıklar, ikincil artroz nedenidir. Bunlar arasında eklem kırık ve çıkıkları, akut artritler, sık eklem içi kanamalar (hemofili), eklemde ürik asit birikmesi (gut) sayılabilir.

YAPISAL ANATOMİK DEĞİŞİKLİKLER

Daha önce de belirtildiği gibi ilk değişiklikler eklemi saran kıkırdak kılıfında görülür. Kıkırdak kılıfı pütürlü, kuru, mat bir durum alarak esnekliğini yitirir. Daha sonra da ufalanarak, bazen de yok olarak altındaki kemiği Örtüsüz bırakır. Kıkırdağın bu şekilde ülserleşmesi, kemiğin yoğunlaşmasına, bütünleşmesine ve mermer gibi pürüzsüzleşmesine (fildişi kemiği) neden olur. Yoğunlaşan kemik bölgelerinin iç kısmında, kan damarlannca beslenmeyen, ölü ve bağdokusu bakımından zengin kistik boşluklar gelişir. Kıkırdak kılıfının bittiği eklem ucu çevresindeki kemik dokusu artışı çok yavaş gerçekleşir ve sonunda "osteofit" ya da "gaga" adı verilen kemik çıkıntıları oluşur. Eklem çevresindeki sinovyal kapsüller bu yıkım sürecine sınırlı bir şekilde katılırlar. Kan damarlarının genişlemesine bağlı olarak şişerler ve zamanla eklem yüzeyine yapışarak eklem hareketlerini kısıtlarlar. Bu süreçte iltihap bulgularına hiçbir zaman rastlanmaz.

BELİRTİLERİ

Artroz belirtileri yalnız hastalığa yakalanan eklemle sınırlıdır. Bu hastalarda genel durumla ilgili yakınmalara rastlanmaz. Başlıca belirtiler ağrı ve eklem hareketlerinin sınırlanmasıdır. Ağrı tipiktir: Eklem hareket halinde iken ya da yüklenme olduğunda beliren ağn, dinlenmeyle kaybolur ya da şiddeti belirgin ölçüde azalır. Eklem hareketlerinin yeniden başladığı sabah saatlerinde şiddeti artan ağn, eklemlerin ısınmasıyla yavaş yavaş azalır. Hareket kısıtlılığı mekanik bir nedenle meydana gelir: İki kemiğin birleştiği eklem yüzeyi düzgün, pürüzsüz ve kaygan olacağına pütürlü, çentikli ve bozulmuştur. Kasların kasılması ve kapsülün kalınlaşması her iki eklem başlığını sıkıştırarak eklem hareketlerini sınırlar. Artroza bağlı bu bozukluklar kroniktir. Bazen göreli iyileşme dönemleri yanında darbe, fiziksel zorlanma, soğuk kas zayıflaması ve şişmanlama gibi etkenlerle yakınmaların arttığı dönemler de görülür. Artroz oldukça yavaş gelişir ve gittikçe kötüleşerek ilerler.

Hekime başvurmayı gerektiren ilk eklem yakınmaları artrozun başlamasından yıllar sonra ortaya çıkar.

TEDAVİ

Bu bölümde artroz tedavisinin genel ilkeleri incelenecek, hastalığın sık olarak yerleştiği eklemlere değinilirken tedavinin ayrıntıları da açıklanacaktır. Artrozun temelinde yatan kemik ve kıkırdak yıkımını onaracak hiçbir ilaç ya da fiziksel önlem yoktur. Tedavilerle Artroz gelişimi ancak çeşitli tıbbi ve fiziksel tedavi yöntemleriyle yavaşlatılabilir ya da bazı durumlarda yıkıma neden olan lezyona bağlı yalanmalar uzun bir süre hafifletilebilir. Bu bilgi ışığırtda artroz tedavisinin üç biçimde uygulanabileceğini belirtelim: Koruyucu, tıbbi (genel ya da yerel) ve cerrahi tedavi.

Artrozun önlenmesi, yaşlanmanın yol açtığı kaçınılmaz eklem yıkımını geciktirmeyi sağlayan tüm kişisel önlemleri kapsar. Aşın kilo almaktan kaçınmak, düzenli spor yapmak (yürümek, bisiklete binmek, yüzmek vb), kanda ürik asit, şeker ve kolesterol değerlerini ölçtürerek artrozu hazırlayıcı hastalıkların erken tanı ve tedavisini sağlamak, dengeli beslenerek et çeşitleri, tatlılar, alkol vb yiyecek ve içeceklerde aşırıya kaçmamak gerekir. Eklem ve iskelet yapısının doğumsal, nedeni bilinmeyen (idiyopatik) ya da tam tedavi edilmemiş darbeye bağlı bozukluklarını önlemek için erken cerrahi ve ortopedik tedaviler uygulanır.

Artrozun übbi tedavisi sistemik ya da yerel olabilir. Sistemik tedavide artrozu ağırlaştıran hormonal bozukluklar, şeker hastalığı ve şişmanlık gibi hastalıklar tedavi edilir. Yerel tedavide ise, ağrının başlıca sorumlusu olan yumuşak eklem dokularının örselenmesi azaltılmaya çalışılır. Aynca iskelet sisteminin kan ve kalsiyum gereksinimleri yeterli düzeyde karşılanır, hastalıklı eklemin hareket yeteneği elden geldiğince korunmaya çalışılır. Cerrahi tedavi, artroz yakınmalarına yol açan bozuklukları önemli ölçüde düzelterek en başarılı ve uzun erimli sonuçların alınmasını sağlar. Hasta ekleme ve hastanın yaşına göre değişen bir dizi cerrahi yöntem uygulanabilir. Cerrahi yöntemlerin başlıcalan eklemi oluşturan kemikler arasındaki bağlantıyı yeniden düzenleyen osteotomi (ameliyatla kemiğin bir parçasının çıkarılması ya da kemik eklenmesi), yıkıma uğramış eklem başlıklarının bir bölümünün ya da bütününün protez (yapay kemik uçları) ile değiştirilmesidir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:03 pm

ARTROZ TIPLERI

Omurga artrozu

Omurga, artrozun en çok yerleştiği organdır. Özellikle hareketli eklemlerin bulunduğu bel ve boyun omurlarında sık görülür. İki tür omurga artrozu vardır: Disk artrozu ve interapofizer artroz. Disk artrozunda omurlar arasındaki disk (yastık) esnekliğini yitirerek kemikler arasında ezilir. İnterapofizer artrozda ise hastalık omurların arka kısımlarını birleştiren küçük eklemlere yerleşmiştir ve omurga hareketleri sınırlanır. Bilindiği gibi omurlar arasında kıkırdak yapısında diskler bulunur. Bu diskler esnek ve kaygan olmalarıyla kemikler arasındaki sürtünmeyi en aza indirerek omurga hareketlerini gerçekleştirirler. Disk, artrozun yıkıma uğrattığı ilk, hatta tek eklem yapısıdır. Omurga artrozunun öteki özellikleri hep bu başlangıç lezyonunun sonuçlandır. Disk yumuşar, bütünlüğünü yitirir, ufalanmaya başlar, incelir ve sonunda omurlar arasında ezilir.

İncelmenin, disk yüzeyinde eşit olmaması sonucunda üstteki disk, alttaki hastalıklı diskin incelen bölgelerine doğru kaymaya başlar. Bir yandan da ezilen disk omurların dışına kayar. Omurları birbirine tutturan bağlar, diski bütünüyle hapseder. Böylece iyice gerilen disk, kemiğin en dış yüzünü ve omurga periostunu (kemik dış zan) tahriş eder. Kemik, sürekli etkisinde kaldığı tahriş edici uyaranlara "osteofît" ya da "gaga" adı verilen kemik çıkıntıları oluşturarak yanıt verir.

Kemik dokusundaki artış bazı ileri olgularda birkaç omurun birbiriyle kaynaşmasına neden olabilir. Kaynaşan omurlar arasındaki eklemler ve dolayısıyla hareketlilik sınırlanmış olur.

Omurga artrozunda, ağrı ve omurga sertliğine ek olarak omurga kanalından geçen sinirsel yapılann zedelenmesine bağlı belirtiler de görülebilir. Omurga içinde omurilik yer alır. Omuriliğin hareket ve duyu sinirleri (motor ve sensoryal sinirler) vücudun her yanına yayılır. Sinirler gidecekleri yere ulaşmak için mutlaka omurga içinden geçmek zorundadır. Bu geçiş, yapılarında birçok delik bulunan omurların art arda sıralanarak oluşturduğu kapalı bir kanal içinde gerçekleşir. Böylelikle bir omurun kayması ya da kemik çıkıntısının büyümesi, omur boşluğunu daraltarak sinire doğrudan baskı yapar. Kemik baskısı ile sıkışan sinirin yayıldığı bölgelerde ağrı duyulacaktır. Örnek olarak, siyatik sinirin sıkışması ya da iltihabı sonucunda gelişen siyatik tablosu verilebilir.

Ağrıyı oluşturan tek etkenin sıkışma olmadığı, göğüs hizasındaki omurları tutan artroz örneğinde daha iyi anlaşılır. Göğüs omurlarında boşluğun geniş ve bu omurların çok az hareketli olması, sıkışma olasılığını zayıflatır. Bu durumda sinir kökünü ilgilendiren iltihaplanma ve bazı olgularda mekanik değişimler sonucunda gelişen kanlanma yetersizliği söz konusudur. Sinir kökünün zedelenmesi ağn dışında çeşitli belirtilere de neden olabilir. Özellikle artrozun göğüs ve boyun omurlarını tuttuğu durumlarda, "servîkal sendrom" görülebilir. Bu, gözbebeklerinde genişleme, etkilenen sinir kökü tarafında yanm baş ağrısı, eklem hareketlerinin çıtırtılı olması, denge bozukluktan, kalp çarpıntısı ve mide bulantısıyla seyreden bir tablodur. Tüm bu belirtilere "Neri-Barre-Lieou sendromu" adı verilir.

Omurga artrozu tedavisinin genel ilkelerine daha önce değinilmişti. Bu arada önemli bir noktayı vurgulamak gerekir. Birkaç aydır sırt ve boyun ağrılarından yakınan bir hastanın hekime başvurması ile çekilen röntgen filminde disk ya da omurga arka eklemlerinde artroza bağlı yıkımın yıllar önce başladığı anlaşılır. Aynı hastanın bir-iki yıl önce hiçbir yakınması yokken omurga fîlmi çekilseydi, artroz lezyonlan tüm açıklığıyla görülebilecekti. Öyleyse ağrılar neden birdenbire ortaya çıkar? Bunun nedeni, önceleri her şeye karşın normal olan omurganın statik-dinamik (durağan ve devingen) dengelerinin, bazı yeni etkenlerle artık bozulmuş olmasıdır. Bu etkenler omurgayı destekleyen kasların durumu, omurga kemiklerinin tuttuğu kalsiyum miktarı ve vücudu etkileyen başka sistemik hastalıklardır. Bu nedenle, tıbbi tedavi filmlerde saptanan artrozu tedavi etmekten çok (ki bu olanaksızdır) genel ya da kaslara bağlı bozuklukların giderilerek yakınmaların dindirilmesine yöneliktir. Fizik tedavinin artrozda çok geniş bir uygulama alanı vardır. Özellikle dolaşımı hızlandıran ve kas beslenmesini artıran masaj ve kuru ısı uygulanması (elektrikli yastık, Bier fırını, kısa hertz dalgalan ile yapılan markoniterapi, radarterapi, sıcak kum tedavisi) yaygın olarak kullanılan yöntemlerdir.

Cerrahi tedaviye çok az olguda başvurulur. Artrozun yaptığı yıkım sonucunda omurga kanalındaki sinirsel yapıların sıkıştığı olgularda cerrahi tedaviyle bu sıkışıklıklar giderilir. Birden fazla diskin yıkıma uğradığı ileri omurga artrozu olgularında ağrıya yol açan sıkışmanın olduğu omurların çıkarılması yöntemine başvurulur.

Kalça artrozu

Kalça artrozun en çok görüldüğü eklemlerden biridir. Doğumsal gelişme bozukluğu (konjenilal displazi) olanların büyük bir bölümünde tedavi edilmemiş ya da bütünüyle iyileştirilmemiş doğumsal biçim bozukluğundan kaynaklanan ikincil artroz görülür.

İkincil artrozun başlıca nedenlerinden biri doğumsal gelişme bozukluklarıdır. Çünkü tedavi edilmemiş ya da tam iyileşmeyen doğumsal gelişme bozukluklarında ilerleyen eklem uyumsuzlukları artroza ortam hazırlarlar. Tedavi edilmemiş ya da altı yaştan sonra tedavi edilmiş doğumsal kalça çıkıklarında uyluk kemiğinin (femur) ya da kalça kemiği yuvasının (asetabulum) eklem yapılarında düzensizlikler kalır. Doğumsal kalça çıkığında beliren artroz oldukça ağırdır. Eklemlerdeki düzensizliklerin en az hafif olduğu olgularda bile artroz şiddetlidir. Doğumsal kalça çıkığına bağlı olarak gelişen artrozun belirtileri çok geç ortaya çıkan (30-40 yaşlarında) ağrı ve hareket kısıtlılığıdır. Kemik oluyum bozukluklarının ileri derecede olduğu olgularda, gerçek artroz tablosunun henüz ortaya çıkmadığı erken dönemlerde topallama ve ağrı belirir. Kalça kemiği yuvası (asetabulum) ve uyluk kemiği başı aynı eğime sahip değilse, vücut ağırlığı eklem yüzeyine eşit dağılmaz ve eklem kıkırdağı giderek aşınır. Çıplak kalan kemik yüzeylerinin birbirine değmesiyle çok ağrılı ve zamanla eklem hareketlerini kısıtlayıcı bir tablo ortaya çıkar, ikincil artroz, iki eklem yüzeyi arasındaki kusursuz uyumu bozan herhangi bir nedenin sonucunda gelişebilir. Bu nedenler arasında uyluk başının iltihaplanmasını (osteokondrit) sayabiliriz (Perthes hastalığı). Bu hastalıkta kemik ucu (epifiz) çekirdeğinin 4-10 yaşlarında meydana gelen yerel dolaşım bozukluğuna bağlı olarak normal gelişimini tamamlayamaması söz konusudur. Sonuçta uyluk başı büyük ölçüde yuvarlaklığını yitirir. Uyluk kemiği ucundaki ve uyluk boynundaki kırıklar çoğu zaman kemiği besleyen damarların da tıkanmasına neden olarak kemik beslenmesini önemli Ölçüde bozar. Uyluk başı kemik dokusunda böylelikle kısmen ya da bütünüyle doku ölümü gelişir ve hızla artroz oluşumu başlar.

Kalçanın mikrobik iltihaplarına (septik artritler) ya da Koch basiline (verem basili) bağlı iltihaplar (verem artriti, koksit) eklem kıkırdağında ve kemik başlarında önemli doku yıkımı yapar. Bu hastalıklarda klinik açıdan tam iyileşme sağlansa da bazen ağır artroz tablosunun gelişimi önlenemez,. Kalça artrozuna neden olabilecek belirgin bir yerel etken olmadan gelişen artroza birincil artroz denir. Bu artroz türü başta jngiltere olmak üzere Kuzey ülkelerinde çok yaygındır. Daha çok orta-ileri yaşlarda (50-60 yaşından sonra) görülür ve bir yanda daha belirgin olmak üzere her iki kalça eklemini tutar.

Hastalık eklemlerde ilerleyerek hareketin sınırlanmasına neden olur. Uyluk başı normal biçimini yitirir, büyür ve kalça kemiği yuvasını fazlasıyla doldurarak eklemin tüm mekanik işlevim bozar. Kalça artrozunun en önemli belirtisi kasığa, kalçaya ve sıklıkla dize yayılan ağndır. Kalça ekleminin bacağı uzatan ve içe doğru döndüren hareketleri kısıtlanmıştır. Öte yandan eklemin İçeriye doğru yaptığı bükülme hareketi hastalıktan uzun bir süre etkilenmez. Daha önce değinilen iki belirti sonucunda hastalığa özgü bir topallama (kaçış topallaması) gelişir. Bunun nedeni hastanın yürürken vücut ağırlığını sağlam ekleme bindirerek, ağrılı eklemin yükünü en aza indirmeye çalışmasıdır.

Kalça artrozunun tedavisinde, Öteki eklemlerin artrozunda olduğu gibi tıbbi ve fizik tedavi yöntemleri uygulanır. Tedavide öncelikle eklemdeki iltihabın ve eklem çevresindeki yumuşak dokulardaki (sinovya zan, eklem kapsülü, kaslar) zedelenmenin giderilmesi amaçlanır. Tedavi sonucunda hastanın ağrılarında belli bir azalma olsa da, eklemlerde artrozun yol açtığı doku yıkımı onarılamaz. Kalça artrozunun cerrahi tedavisi, ortopedinin en önemli alanlarından biridir. Cerrahi tedaviden oldukça başarılı sonuçlar alınabilir. Kalça artrozunu önleyici ve artrozu tedavi edici iki tür cerrahi girişim yöntemi vardır. Artrozun koruyucu cerrahi tedavisi çocuk ve gençlere uygulanır. Bu yöntem uyluk başının doğumsal gelişme bozukluğu i]e asetabulum arasındaki mekanik uyumsuzluğu gidermeye yöneliktir. Böylece ileride gelişmesi kaçınılmaz bir artroz önlenmiş olur.

Uyluk boynunun yaptığı açıyı değiştirerek eklemin mekanik İşlevlerini düzeltmeyi amaçlayan osteotomi (ameliyatla kemiğin bir parçasının çıkarılması ya da kemik eklenmesi) ve doğumsal gelişme geriliği nedeniyle uyluk başını barındıracak boyutlara ulaşamamış asetabuluma (kalça kemiği yuvası) uygulanan cerrahi girişimler de Önemlidir. Kalça artrozunun cerrahi tedavisinde lezyonun tek ya da çift yanlı olması, hastanın yaşı ve cinsiyeti, mesleği ve yaşam alışkanlıkları gibi etkenlere bağlı olarak çeşitli yöntemler uygulanır. Kalça artrozunda geçerliliğini koruyan önemli cerrahi girişim yöntemlerinden bazıları şunlardır:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:03 pm

Osteotomi

Osteotomide uyluk kemiğinin başı ile kalça kemiği yuvası arasındaki değme noktalan değiştirilerek uyluğun burada yaptığı yıkım giderilmeye çalışılır. Cerrahi girişimden sonra ağrı kaybolur, artrozun ilerlemesi durur ve kalça işlevleri ile hastanın yürümesinde belirgin düzelme sağlanır, iyileşme bazen kalıcı bazen de geçicidir. Gene de osteotominin genç ve eklem işlevleri henüz ileri derecede bozulmamış hastalarda uygulanan, hastalığın nedenini ortadan kaldırmayan, ama oluşan doku yıkımını onaran bir tedavi olduğu unutulmamalıdır. Kemiklerin, osteotomiden sonra metal plakalarla birbirine tutturulması yöntemi geliştirildikten sonra, hastalara uzun süreli alçı uygulanmasına son verilmiştir.

Artrodez

Artrodez, eklemin cerrahi girişimle kaynaştırılmasıdır ve tek yanlı kalça artrozlarmda uygulanır. Artrodez uygulanan eklem devre dışı kaldığından ağrı bütünüyle ortadan kalkar. Hasta sağlam eklemini kullanarak rahatça iş hayatını sürdürebilir. Ama bu tedavi sonucunda oturma, araba kullanma ya da bisiklete binme gibi edimler güçleşir. Belli bir yaşama alışkanlığı olan hastalar gönüllü olarak kabul etmese de, artrodez en geçerli tedavi yöntemlerinden biridir.

Atroplasti girişimleri

Artroplasti, hastalığın yıkıma uğrattığı eklem başlarına yeniden biçim verilmesidir. Eklem başlarını fasya, yağ vb biyolojik maddelerle kaplama yöntemleri başarılı olmayınca, son zamanlarda yapay eklem başlarının kullanımına başlanmıştır.

Artroprotez

Her iki eklem yüzeyinin (uyluk ve asetabulum) ya da yalnız uyluk başının değiştirilmesidir. Vücudun

İyi uyum gösterdiği metal alaşımlardan üretilen yapay protezler kullanılır.

Artroprotez mekanik açıdan kalça artrozunu bütünüyle iyileştiren bir girişimdir. Ağn birkaç gün içinde bütünüyle kaybolur, eklem hareketleri ve yürüme hemen hemen normale döner. Ama gene de bazı sorunlar görülebilir; hastaların bir bölümünde ekleme yerleştirilen yapay maddelere karşı uyumsuzluk gelişir. Elde edilen sonuçlann yüksek başansı ve olguların başka girişimlerle tedavi şansının olmaması artroprotez tedavisini daha da geçerli kılar. Girişimin teknik yönü geliştikçe artroprotez, artroz tedavisinde en seçkin yöntemlerden biri olacaktır.

Diz eklemi artrozu (gonartroz)

Artrozun dizde birincil olarak gelişmesi çok enderdir. Burada hemen her zaman iskelet çatısı eğrilmelerine, küçük yaşlarda geçirilen iskelet yapısını bozan hastalıklara ve darbelere bağlı ikincil artroz söz konusudur. Raşitizmde, küçük yaşlarda görülen kemik kırıklarının yol açtığı içe (X bacak, valgus) ya da dışa (parantez bacak, varus) dönük dizlerde vücut ağırlığı yaşam boyunca eklemin içbükey yüzüne biner. Böylece aşın yük altında kalan eklem erken yaşlanır ve kıkırdak ile altındaki kemik yıkıma uğrar. Diz artrozu belirtileri genellilde 50 yaşlanna doğru daha çok şişman, bacaklannda varis bulunan ve menopoz dönemindeki kadınlarda görülür. Başlangıçta sinsi bir ağn vardır ve eklem hareketleri kısıtlanır. Hastalık yerleştikçe sinovya zarı kalınlaşarak diz şişer. Baldır kaslarında erime (hipotrofi) başlar. Diz hafif gergin, eklem hareketleri kısıtlı ve seslidir (kıtırtıh). Diz filminde eklem kenarlannın inceldiği, hatta dizin iç ya da dış bölümlerinde bütünüyle ortadan kalktığı görülür. Hastanın ayakta çekilen diz filminde kemiklerin denge ekseninin bozulduğu ve eklem kenarlarının inceldiği belirgin bir biçimde saptanır. Hastalığın birincil türünde genellikle dizkapağı kemiğinin eklem yüzeyinde osteofît (kemik çıkıntısı) oluşumu gözlenir. Eklem içinde serbest kemik parçalarına rastlanabilir.

Tıbbi tedavi, öteki artroz türlerinde olduğu gibi ancak geçici rahatlama sağlar ve yalnızca hastalığın başlangıç evrelerinde uygulanır. Belirtiler ortaya çıktıktan ve dizde belirgin biçim bozukluğu oluştuktan sonra ağrının giderilmesi ve ekleme olağan işlevlerini kazandırmak ancak cerrahi tedavi ile sağlanabilir. Cerrahi girişim ile eklemde hareketi sınırlayan ve ağrı yapan tüm ölü dokular çıkarılır ya da uyluk ve kaval kemiklerinin denge ekseni düzeltilerek yükün diz eklemine sağlıklı bir şekilde dağılması sağlanır. İlk geliştirilen cerrahi girişim yöntemlerinden "keiloplasti de eklem İçindeki kemik kırıntıları, bozunmuş menisküs, uyluk ve kaval kemiği yüzeylerini zedeleyen osteofitler, eklem kıkırdağında yıkıma uğramış alanlar çıkarılır. Dokuların bozunması ileri düzeydeyse kaval kemiğinin eklem yüzeyi çıkarılarak açıkta kalan kemik bu bölgeden alınan yağdokusu ile örtülür. Dİze binen yük eksenini düzeltmek amacıyla osteotomî uygulanır. Bu eksenin bozulmasına yol açan, kaval kemiğine ve öteki kemiklere ilişkin iskelet düzensizlikleri de giderilir. Cerrahi girişim, kaval kemiği üst ucundan başlayıp kemiğin içbükey yüzeyi boyunca devam eden bir keşiden oluşur. Bu girişimle eklem yüzeyleri bütünüyle yatay duruma getirilir ve kesik kemik yüzeyleri arasına hastanın kendisinden ya da başkasından alınan takoz biçiminde kemik parçalan sıkıştırılır. Böylece eklemin doğru bir biçim alması sağlanır. Hasta girişimden sonra 3-4 hafta alçıda tutulur. Ekleme birkaç ay boyunca doğrudan yük bindirilmez. Bu girişim 65-70 yaş üzerindeki hastalarda bile oldukça başarılı sonuçlar verir. Artrodez ve diz ekleminin devre dışı bırakılması girişimleri, ancak diz eklemini tutan bir enfeksiyon durumunda ya da çok genç hastalarda darbe sonrası gelişen artroz olgularda uygulanır.

Günümüzde artroz tedavisinde önemli basanlar elde edilmektedir. Farmakolojik araştırmalann ve yeni cerrahi tekniklerin geliştirilmesi sonucunda yaygın bir hastalık olan artrozun yakın gelecekte daha geniş tedavi olanaklarına kavuşacağı düşünülmektedir.

Sporcu Artrozu

Sporcularda darbeye bağlı artroz gelişimi sık görülür. Artroz doğal olarak en çok kullanılan eklemlerde gelişir. Özellikle önemsenmeyen ancak yinelenen hafif ya da şiddetli darbeler ile ters hareketler eklemleri zamanla aşındırır. Tenisçilerin tipik artrozu dirsek ağnsıyla ortaya çıkar. Bu artroz golf oyuncularında da görülebilir. Ayak eklemlerinin artrozu atletlerde, bisikletçilerde yaygındır ve Aşil kirişi ile ayak tabanında ağrılarla seyreder. Bisikletçilerde hastalığın en çok görüldüğü bölgeler omurga, diz ve bileklerdir. Diz ekleminde artroz futbolcularda, bilekte artroz ise boksörlerde daha yaygındır. Futbolcularda top sürmeye bağlı olarak gelişen ve üst baldırda ağrılarla seyreden kalça artrozu oldukça tipiktir. Otomobil ve motosiklet sporlarıyla uğraşanlarda ve su kayakçılannda omurga artrozu yaygındır. Disk, çekiç ve cirit atanlarda ise hastalık öncelikle omuzlarda ve dirseklerde ortaya çıkar.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:04 pm

ASIL TENDONU ILTIHABI

Aşil tendonu (kirişi) iltihabı, bacak kaslarını topuğun arkasındaki kemiğe bağlayan tendonun iltihabıdır. Ağrı, dokudaki küçük yırtıkların sonucudur. Bu durum çoğu kez ağır egzersiz sırasında oluşur.

Belirtiler

- Aşil tendonunda, özellikle koşarken ya da sıçrarken, ağrı

- Ağrıya hafif bir şişme ve hassasiyet eşlik edebilir.

- Ayaktaki ağrı ve hareket kısıtlılığı acil tedavi, genellikle ameliyat, gerektirebilir.

Teşhis

Aşil tendonu iltihabında, çekilen röntgen. filminde herhangi bir anormallik görülmez.

Aşil tendonu kopmadıkça, dinlenme, buz uygulaması ve egzersiz programının değiştirilmesi gibi koruyucu tedavi yöntemleri, tendonun kendi kendisini birkaç haftada onarmasına olanak sağlar.

Tedavi

Çoğu kez, etkilenen bölgenin dinlendirilmesi en iyi tedavidir. Başka bir egzersiz biçimine, en azından geçici olarak, geçmek önerilebilir. Aşil tendonuna buz uygulamak rahatlama sağlayabilir. Tendon üstündeki yükü azaltmak için, ayakkabının içinde topuğu yükselten bir ortopedik araç kullanılabilir.

Ameliyat yalnızca, tendonun tam olarak yırtıldığı durumda gerekli olur.

ilaç Tedavisi

Aspirin ve diğer antienflamatuar ilaçlar ağrıyı ve diğer şikayetleri azaltmaya yardımcı olabilir.

ASTIM


Astım, hava yollarının daralması ve inflamasyonu ile karakterize kronik bir akciğer hastalığıdır. Hastalık hafif veya şiddetli olabilir, bazı hastalarda da nadiren ortaya çıkan ve çok hafif veya hayatı tehdit edecek derecede şiddetli olabilen ataklarla seyreder. Astımın belirtileri akciğerlerde bronş ve broşiyol adı verilen hava yollarının iç yüzeylerinin inflamasyonuna bağlı olarak gelişmektedir. Bu inflamasyon mukus üretiminin artmasına neden olur ve inflamasyonla ilgili bağışıklık sistemi hücrelerinin hücumu sözkonusudur; her iki durum da hava yolu tıkanıklığına neden olur. Ek olarak hava yollarını çevreleyen kaslarda kasılma meydana gelir ve hava yollarındaki daralma şiddetlenir.



Astımla ilişkili inflamasyon aynı zamanda hava yollarında aşırı duyarlılık gelişmesine neden olur. Bu hava yolları tetikleyici olarak adlandırılabilecek özel durumlara maruz kaldığında genellikle astım atağı denilen durum meydana gelir. Tetikleyiciler genelde allerjen maddelerdir. En yaygın alerjenler; hayvan tüyü ve salyası, polenler, küfler, toz mitleri, hamamböceğinin vüsut artıkları, bazı ilaçlar ve kişiye özgü yiyeceklerdir. Allerjenler dışında sıklıkla astım atağını tetikleyen etkenlerden biri de viral enfeksiyonlardır (nezle ve grip gibi). Diğer önemli tetikleyiciler: egzersiz, soğuk hava solumak, hava kirliliği, odun dumanı, sigara dumanı, bazı boyalar ve duygusal stres. Bazı şiddetli astım hastalarında herhangi bir tetikleyici saptanamayabilir.

Astım genelde 5 yaşından önce başlamakla birlikte, belirtilerin ortaya çıkışı her hangi bir yaşta olabilir. Astım kalıtımsal özellikleri olan bir hastalıktır ve sıklıkla ailesinde allerji olan kişilerde gözlenir.

Belirtiler

Genel olarak, astım belirtileri hırıltılı solumak (dışarı verilen havanın zorlukla çıkmasından), solunum güçlüğü ve inatçı öksürüktür. Bazı hastalarda, sürekli öksürük temel belirtidir. Şikayetler genellikle sabahları daha kötüdür ve egzersiz sonrası şiddetlenir.

Şiddetli astım ataşında; çarpıntı, terleme, nefesin son derece kısalması, genişlemiş burun delikleri, nefes alma sırasında göğüs ve boyun kaslarının da kullanılması, siyanoz (el tırnaklarında ve dudaklarda morarma) gözlenebilir.

Tanı

Doktorun muayenehanesinde astım krizi geçirmediğiniz sürece, tanıda esas olan sizin anlattıklarınız olacaktır. Astım tanısının doğrulanması kan testleir ile, akciğer röntgen filmi ile ve akciğer fonksiyon testleri ile yapılır. Akciğer fonksiyon testleri:

- Spirometre : hastadan bu cihaza üflemesi istenir ve cihaz bu ava akımını değerlendirir. Genelde ikinci kez hastaya hava yollarını genişletecek bir ilaç verilir ve eğer hava akımında iyileşme olursa astım tanısı doğrulanır.

- Peak flow metre : bu cihaz üflenen havanın hızını ölçer.

- Eğer astım krizine allerjenlerin neden olduğu düşünülüyorsa, ancak allerjen bilinmiyorsa, allerji deri testleri yapılabilir. Deri testinde, allerjiye neden olabilecek değişik maddelerden bir miktarı deri içine veya deri altına enjekte edilir. Eğer 15-20 dakika içerisinde enjeksiyon yapılan yerde, kızarma ve şişme meydana gelirse o maddenin astım krizine yol açan alllerjen olduğu kabul edilebilir.

Erişkinlerdeki Astım genelde hayat boyu süren bir hastalıktır. Çocukluk çağında ortaya çıkan astım olgularının yaklaşık yarısında tamamen iyileşme veya zamanla şiddetinde azalma meydana gelebilir. Ancak ileriki yaşlarda genellikle tekrar başlar.

Bazı hastalarda, astım atakları sigara dumanı, hava kirleticileri ve kuvvetli kimyasalllardan uzak durularak önlenebilir. Evde bulundurulacak bir peak flow metre sayesinde ataklar önceden farkedilerek, gerekli ilaçların alınması sağlanabilir ve atak gelişmesi engellenebilir.

Ayrıca öksürüklerin sıklaşması da astım krizinin habercisi olabilir. Diğer haberciler, balgamın artışı, nefesin kısalması, alında ağrı (sinüs ağrısı), ateş, soğuk algınlığı belirtileri (burun akıntısı veya burunda dolgunluk, hapşırmalar, gözlerde sulanma).

Tedavi

Kronik astım hastalığı olan her hasta mutlaka doktoruna danışarak hangi ilaçları hangi durumlarda kullancağını, atakların önlenmesi için hangi ilaçları alması gerektiğini ve ilgili diğer konuları bir yere yazmalı ve yanında taşımalıdır.

Bilinen allerjenlerden uzak durulmalıdır. Astım hastalarının evlerinde hayvan beslemesi sakıncalı olabilir. Mutlaka beslenecekse de yatak odasından uzak tutulması ve hayvan sıklıkla yıkanmalıdır. Toz mitlerinin alerjen olduğu saptanmış ise ev sık sık ayrıntılı olarak temizlenmeli, yatak odalarında uzun tüylü halıların yerine kilimler ve tüylü battaniye yerine de kumaş örtü kullanılmalıdır. Yatak malzemeleri sık olarak çok sıcak suda yıkanmalıdır. Diğer allerjenlere uygun önlemler alınmalıdır.

Astım tedavisinde kulanılan çeşitli tip ilaçlar vardır. Bunlardan bazıları atakların oluşumunu önlemek için, bazıları da atak sırasında kullanılır.

Bromkodilatör ilaçlar: Bu grup ilaçlar hava yollarının çevresindeki kasları gevşeterek hava akımıı arttırırlar ve genelde solunum yolu ile alınırlar. Bronkodilatörler kendi aralarında etki gücü ve etkinin ortaya çıkış süresine göre gruplanırlar.

Anti-inflamatuvar ilaçlar : bu ilaçlar astım atağının oluşumunu engellemek için düzenli olarak alınan ilaçlardır. Hava yollarındaki inflamasyonu ve kaslardaki kasılmayı azaltırlar. Kromolin sodyum bu ilaçlardan biridir ve hafif - orta şiddetteki astım hastalarında kullanılabilir. Yine bu gruba dahil olan steroid grubu ilaçlarda solunum yolu ile veya tablet olarak alınabilir. Steroidler daha çok orta ve ileri derecedeki hastalarda kullanılırlar. Lökotrien adı verilen maddelere etki eden ilaçlar da anti-inflamatuvar ilaçlardandır. Lökotrienler; hava yollarında inflamasyon ve daralmaya neden olan kimyasal maddelerdir. Tablet olarak alınırlar ve lökotrien adı verilen maddeleri bloke ederler.

Bazı hastalar aşı tedavisi denilen uygulamadan fayda görürler. Bu tedavide, allerjen maddeler hastaya gittikçe artan dozlarda verilerek bağışıklık sisteminin o maddeye karşı alerji oluşturması engellenir. Bu tedavinin hafif-orta dereceli astımlılarda ve genelde ev tozu miti, küfler ve hayvanlara bağlı astım krizi geçirenlerde etkili olduğu görülmektedir.

Şiddetli bir atakta vakit geçirmeden hastaneye müracaat etmelidir.

Astım tam olarak tedavi edilememekle birlikte, başarılı bir şekilde kontrol edilebilir. Astımlı hastalar dikkat ettikleri sürece normal bir hayat yaşayabilirler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:04 pm

ATESLI ROMATIZMA (AKUT ROMATIZMAL ATES=ATESLI EKLEM ROMATIZMASI)

Ateşli romatizma vücudun streptokok türü mikroplara karşı olan bağışıklık cevabı olarak bilinir. Boğazdaki streptokok iltihabı bir veya iki hafta sonra ateşli romatizma başlangıç semptomlarını ortaya çıkarmaktadır. Ateşli romatizmayı önlemede karşılaşılan sorunlardan biri streptokoklar tarafından boğazda meydana gelen iltihabın tam olarak ortadan kaldırılmamasıdır. Bunun için streptokoksal boğaz enfeksiyonları uygun bir şekilde tedavi edilmeli, mikrobik ajanı tam olarak teşhis etmek için boğaz kültürü alınmalıdır.

Yüzyıl önce çeşitli araştırmacılar ateşli romatizmanın kendi kendine geçebilen bir hastalık olduğunu belirtmişlerdir. Görünüşte doğru olmakla birlikte Amerika nın çeşitli şehirlerinde bu hastalığa yakalanan çocuklarda iyileşme görülmekte, ancak hastalık belli bir süre sonra tekrar ortaya çıkmaktadır.

Major -önemli işaretler-

(Teşhis için bunlardan en az iki tanesi gerekir)

- Kalp enflamasyonu

- Bir eklemden öteki ekleme geçen Artrit (eklem iltihabı)

- Kontrolsüz yüz veya kol bacak hareketi (korea)

- Deride kırmızımtırak dökülmeler.

- Deri altı lenf düğümleri

Minör -küçük işaretler

(Teşhis için bir önemli, 2 tane de küçük belirti gerekir)

- İltihapsız eklem ağrısı.

- Ateş

- Daha önce ateşli romatizmaya bağlı kalp hastalığı.

- İltihaplı gösteren kan testleri

- EKG deki kalp hastalığı bulgusu.

Boğaz kültürü neticesinde iltihabı yapan mikroplar pozitif ise doktor uygun antibiyotik tedavisine başlamalıdır.

Eğer antibiyotik haplar ağızdan alınırsa boğazdaki iyileşme 1-2 gün içinde olsa bile verilen kutudaki tüm ilaçlar bitinceye kadar alın-maya devam edilmelidir.

Ateşli romatizma bir veya birkaç organda da iltihaba neden olur. Sık olarak eklemlerde iltihabi şişme, kırmızılık ve sıcaklığa karşı aşırı duyarlılık ile karakterize bir klinik durum ortaya çıkarır.

Kalp kapaklarını tutarak kardite yol açar. Bu şekilde kapaklar görevlerini yapamaz. Bu şekilde kalp, pompalamada etkisiz kalır. Ender durumlarda iltihap nedeniyle kalp kendini dur-durur ve buna bağlı olarak ölüm meydana gelir.

Kalp enflamasyonu sürekli etkili bir olay değildir. Bununla birlikte kalp kapakçıklarında sertleşme (Scar dokusu) meydana gelebilir ve sonuçta kan akışı mümkün olamaz. Bu olaya Stenoz, kan kapakçıktan geriye dönerse buna da Regürjitasyon denir. Bazen aylar hatta yıllar içinde ciddi komplikasyonlar gelişir ve sonuçta kalp kapaklarındaki bu hastalığı ortadan kaldırmak için cerrahi müdahale gerekebilir.

Ateşli romatizma beyni de etkilerse Korea denilen ve kol, bacak ve yüzde kontrol edilemeyen hareketler ortaya çıkar. Deriyi tutarsa Eritema Maginatum denilen kırmızımtırak döküntülere sebep olur.

Tedavi

Hastalığı önleme

Çocuğunuzda boğaz ağrısı ile karşılaştığınızda ve özellikle 24 saat içerisinde ağrının ateşli birlikte artması durumunda çocukla yakından ilgilenmeli ve onu doktora götürmelisiniz.

Boğaz Kültürü

Eğer doktorunuz streptokokun yaptığı boğaz enfeksiyonundan şüphelenirse boğazdan bir mikrop örneği almalıdır. Bu örnek daha sonra laboratuvar testlerinde kullanılır. Eğer kesin olarak streptokoküs olduğu ortaya çıkarılırsa, doktorunuz size çoğu vakada penisilin olmak üzere antibiyotikler önerir.

Ateşli Romatizmanın Tedavisi

Antibiyotikler hastalık etkeni streptokokları temizlemek için verilir. Genellikle etkili antibiyotiklerin kullanımı 2 inci ateşli romatizma atağını önlemek için aylarca hatta yıllarca kullanılabilir. Yüksek dozda aspirin ve bazen Steroidler ateşli romatizmaya bağlı iltihabı ortadan kaldırabilirler.

Şu unutulmamalıdır ki, boğaz ağrısı basit fakat yaygın bir problemdir. Ve eğer streptokoksal enfeksiyon varsa ve tedavi edilmeden bırakılırsa, ileride ciddi ve uzun süreli bir kalp hastalığına sebep olabilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:05 pm

BADEMCIK ILTIHABI (TONSILLIT)


Bademcikler lenf düğümcükleridir. Ağzınızın gerisinde her iki yanda birer tanedir. Diğer görevlerinin yanında ağıza giren zararlı mikroorganizmaları filtre etmek de vardır. Fakat çok fazla bakteri girince direnemezler. iltihaplanır ve şişerler. Buna bademcik iltihabı (tonsilit) denir. özellikle çocuklar arasında çok yaygındır.

Belirtiler

- Boğaz ağrısı,

- Başağrısı,

- Ateş ve üşüme, titreme,

- Boğaz ve çenede ağrıyan bezler.

Teşhis

Tonsilit belirtileri gribinkilere benzer. İlk belirti yutmayı zorlaştıran boğaz ağrısıdır. Bademcikler görülür şekilde kırmızılaşır ve şişer. İltihaplanmış bademciklerin üzerinde nokta şeklinde iltihap alanları da görülebilir. Bölgesel lenf düğümleri (çene altı ve boyundakiler gibi) büyüyüp hassaslaşabilir.

Eğer belirtiler 48 saatten uzun sürerse ya da sizin veya çocuğunuzun geçmişinde tekrarlayan tonsillit öyküsü varsa doktorunuza başvurun; boğazınızı muayene ettikten sonra hastalık etkeninin beta streptokok bakterisi olup olmadığını anlamak için kültür örneği alacaktır.

Tonsillit günümüzde oldukça yaygındır. Tedavi edilmezse bademciklerin çevresinde abse oluşumuna yol açabileceği için, tonsillit mutlaka tedavi edilmelidir.

Tedavi

Kendinizde veya çocuğunuzda bademcik iltihabı belirtileri görürseniz, bol bol dinlenin, yumuşak yiyecekler yiyin ve boğazınızı rahat-atacak sulu gıdalar alın. Ilık tuzlu suyla gargara yapmak ağrıyı azaltır. Aspirin veya benzeri ilaçlar (acetaminopen gibi), yardımcı olabilir.

İlaçlar

Bir bakteri enfeksiyonu söz konusu olursa doktorunuz ağızdan antibiyotik alınmasını tavsiye edebilir (10 gün kadar). Belirtiler birkaç günde geçer. Streptokok bakterilerinin bazı türleri nefrit (böbrek iltihabı) veya romatizma da yapabilir. Bunun için antibiyotik tedavisine gerekli süre devam edilmelidir

BADEMCIK VE BURUN ETI AMELIYATLARI


Bademcikler ve lenf bezeri gırtlaktaki lenf topaklarıdır. Bademcikler ağızın gerisinde, lenf bezleri ise gırtlağın en üstündedirler. Her ikisi de vücuttaki enfeksiyonları filtre eder. Bunlar özellikle 3 yaşına kadar çok yararlıdırlar. Ergenliğe yaklaştıkça burun etleri (lenf bezleri) hemen hemen yok olurlar ve bademcikler de fındık büyüklüğüne inerler.

Çoğunlukla 3 yaşından sonra çocuklarda (ve bazen de yetişkinlerde) bademcik iltihabı rahatsızlığı görülür. (Bu sayfaya bakın) Arada bir bademcikler şişer ve çocuğun sesi genizden gelir. Bu bezler sık sık iltihaplanırsa (yılda 3, 4 kez ve ciddi şekilde) doktorunuzun ameliyat önerebilir.

Eskiden hemen hemen her çocuğun bademcikleri ve burun etleri aldırılırdı. Antibiyotiklerin keşfi ile bademcik iltihabı daha kolay tedavi edilir hale geldi. Fakat, çok ender durumlarda bademcikler öylesine şişebilir ki nefes alma ve yutmayı engelleyebilir. Hatta, burnun arkası ve östaki borusu şişmiş burun etleriyle tıkanabilir ve ortak kulak iltihabına neden olur. Bademcik ve burun eti ameliyatları basit müdahalelerdir ve bunlar kolayca çıkartılabilir. Bademcikler tekrar büyümez ama burun etleri yeniden gelişebilir, fakat tekrar sorun haline gelmeleri çok enderdir. Ameliyat sonrasında çocuğunuz bir kaç saat veya en çok 1-2 gün hastanede kalır ve şiddetli boğaz ağrısı ve acısı birkaç gün daha sürer. Bu ameliyatlar boğaz enfeksiyonlarını kökünden çözümleyemezler. Bademcik iltihabına neden olan bakteriler (genelde streptokok) boğazı da iltihaplandırabilir. Gene de bu ameliyatlardan sonra boğaz iltihapları çok seyrekleşir.

BAHAR NEZLESİ

Bahar nezlesinin alerjik astım, kontakt dermatit, ürtiker, alerjik konjunktivit gibi bir alerjik hastalık çeşidi olduğunu ifade eden uzmanlar, yaptıkları açıklamada, burun akıntısı, burun tıkanıklılığı, aksırma, burun kaşıntısı, damak-boğaz ve kulakta kaşınma, gözde sulanma-kaşıntı ve kızarıklılık ile şişme, koku duyusunda azalma gibi belirtilerinin bulunduğunu kaydetti. Bahar nezlesinin, daha çok ilkbahar mevsiminde kendini gösterdiğini ve başlıca nedenleri arasında tahıl, ağaç, çimen, çiçek ve bitki polenlerinin olduğuna dikkat çeken uzmanlar, yaz mevsimi gelinceye kadar iki-üç aylık periyotta belirdiğini söyledi.


Hastalığın tedavisinin ancak hastanın alerji yapan maddeden uzak kalması ile mümkün olabileceğini bildiren uzmanlar, alerji hapları, steroidli burun spreyleri ve alerjik göz damlalarının hastalığa fayda sağlayacağını dile getirdi. Uzmanlar, hastanın bu ilaçları mevsim başlamadan kullanmaya başlaması ve polen mevsimi bitene kadar devam etmesi ile rahat bir bahar mevsimi geçirebileceği açıklamasında bulundu.

BAROTRAVMA (HAVA BASINCINA BAGLI TRAVMA)


Orta kulaktaki hava basıncı dış kulaktakine eşittir. Bunu östaki borusu sağlar. Bu boru orta kulağı burnun gerisine bağlayan dar bir kanaldır. Yutkundugunuz veya esnediğiniz zaman açılır ve böylece orta kulağa hava girer vay çıkar. Eğer östaki borusu kapalı kahırsa kulak, zarının iki yanındaki basınç eşit olmaz. Bu duruma barotravma veya barotitis mediya denir.

Belirtiler

- orta derecede veya şiddetli kulak ağrısı

- Kulakta dolguniuk hissi

- Hafif, işitme kaybı.

- Baş dönmesi.

- Kulak çınlaması (Tinnitus)

Teşhis

Burnunuz tıkalıysa, (alerji, soğuk algınlığı veya boğaz enfeksiyonu) eğer uçar veya dalarsanız barotravma belirtileri yaşarsınız. Bir kulakta ağrı, hafif işitme kaybı veya kulakta doluluk hissi duyarsanız bu, hava basıncındaki değişiklik nedeniyle kulak zarının içeri doğru itilmesinden kaynaklanabilir.

Hava basıncındaki farklılık artınca veya östaki borusu tamamen kapanınca daha ciddi bir problem doğabilir. Orta kulağın ince damarları çatlar ve kanar. Kan orta kulağı doldurur ve işitme kaybı olur, insan su altındaymış hissi duyar.

Barotrauma belirtileri başladıktan birkaç saat sonra geçer. Bu ciddi bir yaka değildir ve kalıcı işitme kaybı yapmaz. Gene de eğer barotraumadan şüphelenirseniz doktorunuza görünün. Kulağınızı muayene edecek ve enfeksiyon kapmanızı önlemek üzere durumu kontrol altına alacaktır.

Tedavi

Eğer tıkalı burunla uçmak mecburiyetindeyseniz, havalanmadan ve ya inişe geçmeden bir saat önce dekonjestan etkili ilaç veya antihistamin alın. Bu östaki borusunun kapalı kalmasını önler. Uçuş sırasında yutkunmayı sağlamak için şekerleme emin veya çiklet çiğneyin. Böylece östaki borusu açık kalır. Bunu yapmanın bir başka yolu da havayı içine çekip burnu ve ağzı kapalı tutarak yavaşça havayı dışarı vermeye çalışmaktır.

Eğer birkaç saat içinde belirtiler kaybolmazsa, doktorunuzu görün. Tedavi bir cerrahi müdahale ile kulak zarını geçip oradaki sıvının boşaltılmasını gerektirebilir. Ayrıca doktorunuz orta kulak enfeksiyonunu önlemek için antibiyotik de verebilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:06 pm

BARSAK GAZI


Herkesin kalın barsağında gaz üretilir. Aslında, barsak gazlarının çoğu kalın barsakta oluşur. Gaz genellikle dışkı yaparken atılır. Bununla birlikte, bazı kişilerde oluşan aşırı miktardaki gaz, bütün gün rahatsızlık yaratır.

Barsak Gazının Bileşimi

Barsak gazı başlıca beş maddeden oluşur: Oksijen, azot, karbondioksit ve metan. Kötü koku genellikle bileşimde daha az miktarlarda bulunan hidrojen sülfid ve amonyak gibi diğer maddelerden kaynaklanır.

Azot ve oksijen soluduğumuz havada bulunur ve hava yutulduğunda barsak gazının içinde bulunabilirler. Karbondioksitin bir bölümü ince barsakta üretilir. Hidrojen, karbondioksit ve birçok kişide metan, ince barsakta sindirilmemiş ve emilmemiş karbonhidratların, kalın barsaktaki bakteriler tarafından fermantasyonuyla oluşur.

Barsak Gazına Neden Olan Gıdalar

Aşırı gaz oluşmasına neden olabilecek gıdalar arasında nohut ve fasulye, buğday, yulaf, kepek, lahana, mısır ve şalgam bulunmaktadır. Bir sindirim enzimi olan laktoz yetersizliği olanlarda süt ürünleri de sorun yaratabilir. Fazla lifli gıdalarla beslenme ve hacim oluşturucu müshillerin kullanımı da aşırı miktarda barsak gazına yol açabilir.

Önlemler

Bazen, aşırı miktardaki gaz sindirim sistemindeki bir hastalıktan kaynaklanabilir; hastalık tedavi edildiğinde, çoğu kez gaz da azalacaktır. Ancak çoğu durumda, gazın kaynağı bir hastalık değildir.

Çok can sıkıcı olabilse de, aşırı barsak gazı önemli bir durum değildir. Bazı insanlar belirli "gaz yapan" gıdaları, özellikle fasulye ve süt yemekten kaçınarak bu durumun düzeldiğini keşfederler.

Yutulmuş Hava

Yutulan hava barsak gazlarının küçük bir bölümünü oluşturur. Diğer taraftan, midenizde hissettiğiniz şişkinlik genellikle yutulan havanın sonucudur. Hava, yiyecek ve içeceklerle birlikte ya da başka nedenlerle yutulabilir. Çok hızlı yemek ya da sakız çiğnemek soruna katkıda bulunabilir. Geğirme ve karnın üst bölümündeki basınç hissi yutulmuş havanın bir sonucu olabilir. Hava yuttuğunuzun farkına varmayabilirsiniz. Gazlı içecekler midede karbondioksit açığa çıkararak gaz oluşmasına yol açabilir.

Yutulan havanın bir bölümü gıdalarla birlikte ince barsağın içinde ilerler. Bu havanın bir kısmı vücut sıvılarında çözünür ve sonuçta akciğerler yoluyla atılır.

BARSAK TIKANMASI


Bağırsak tıkanması ince bağırsağın veya kolonun tamamen veya kısmen tıkanmasıdır. Bu tıkanma hazım maddelerinin bağırsak boyunca yaptığı yolculuğu tamamlamasını önler. Eğer ince bağırsaklarınızda bir tıkanma varsa, karnınızın ortasında kramp gibi ağrılar ve takrar tekrar gelen kusma isteği duyarsınız. Tıkanma nerede olmuş olursa olsun hazımla ilgili maddeler ilerleyemez. Eğer kolonunuzun alt kısmı tıkalıysa gaz bile çıkaramazsınız. Bağırsakların kısmen tıkanması bağırsakları bir sıvı çıkarmaya itebilir bu da ishal ile neticelenebilir. Tıkanmanın bir yanı da karın şişmesidir. Karın şiştikçe gerilir. sertleşir. Bağırsak gazının ve sıvısının tıkanan kısımda sıkışıp kalması şişmeye neden olur. Birçok şey tıkanmaya sebep olabilir. En yaygın tıkanma nedeni ince bağırsakta evvelce yapılmış ameliyattan kalma iltisak (komplikasyon) olmasıdır. Fıtıklar ve volvulus (düğümlenmiş veya bükülmüş bağırsak) da ince bağırsakta tıkanma yapan yaygın sebeplerdir.

Belirtiler

- Karın şişmesi,

- Karın bölgesinin ortasında spazm halinde ağrı veya kramplar,

- Kusma,

- Dışkı veya bağırsak gazı çıkaramamak.

Kolonda bir kanser ve diğer bozukluklar tıkanma yapabilir. Bazen tıkanma mekanik değildir ve bağırsakların hazım maddelerini ileri doğru hareket ettirememesinden doğan Buna (adinamik ileus) tembel ince bağırsak denir ve bazen hazım yaralanmalarından veya ameliyatlarından sonra ortaya çıkar.

Eğer tıkanma bağırsağa kan gelmesini önlerse bu doku ölmeye başlar. Bu bir kangren veya bağırsak delinmesi olasılığını artırır. Bunların her ikisi de hayatı tehlikeye atan durumlardır.

Tedavi

Eğer doktorunuz bir bağırsak tıkanmasından şüphe ederse, burnunuzdan karnınıza veya ince bağırsağın başlangıç bölümüne uzanan bir tüp koyabilir, özel bir cihazla emmek suret4uie bağırsak salgılan ve hava yoluyla dışarı çıkarılır. Buna (nasogastik suction) burun yoluyla emme denilir. Bu teknik genelde karındaki gerginliği rahatlatır. Kaybedilen sıvı damar yoluyla telafi edilmelidir. Bazen gerginlik ortadan kalkınca tıkanma nedeni de beraberinde yok olur. Eğer tıkanma nasogastik emme yoluyla geçmezse ameliyat gerekir. Çalışmayan bağırsak (adinamik ileus) yakasında buna neden olan asıl hastalığın tedavisi genelde tıkanmayı da geçirir.

BARSAKTA DAMAR PROBLEMLERI

Karın büyük bir kan damarı ağı ile beslenir. Maalesef, bazen bu gerekli kan engellenir veya azalır. Böyle durumlarda etkilenen bölgede besleyici maddeler ve oksijen yetersiz seviyeye düşer ve neticede doku ölür. Bağırsakta görülen damarla ilgili rahatsızlıklar şunlardır:

Mesenter İskemisi

Bağırsakları karın duvarına bağlayan zarla ilgili kansız kalma hastalığında bağırsaklara gelen kan kısmen veya tamamen kesilir Kesilme yakası genelde belli bir zaman süresinde oluşur. Bağırsaklara giden arter (ana atardamar) iç cidarında biriken kolesterol buna sebep olur. Bu kolesterol depolama, kalp hastalarında koroner arterlerde (kalp atar-damarı) meydana gelen duruma benzer; onun için koroner arter rahatsızlığının bağırsak arterlere gerektiği biçimde kan gelmeyen kimseler arasında bulunması hiç de şaşırtıcı değildir.

Kısmi engellemenin (blokaj) esas belirtileri karın bölgesinde özellikle göbekte şiddetli kramplardır. Yemek yendiğinde artar, aç durulduğunda rahatlar. Bu göğüsdeki anjine benzer, (Angina pectoris, göğüs veya akciğere bağlı anjin) ve bazen abdominal anjin (karın anjini) de denir

İskemik Kolit (Kansızlıktan Doğan Kolit)

İskemik kolitte, etkilenen damarlar ekseriyetle ana arterler olmasa bile kolona giden kan miktarı azalır. Bu durum genelde yaşlıları etkiler. Belirtileri karın ağrıları ve makattan kan gelmesidir. şiddetli durumlarda ameliyat gerekebilir. Fakat çoğu zaman problem kendi kendine ortadan kalkar. Daha sonra iskemik kolit görülen bölgede kolon daralması olabilir.

Kolon Damarları Genişlemesi (Anglodysplasia)

Bu kolon damarlarının genişlemesi bozulması veya incelmesidir. Yaşlılarda daha sık görülür Makattan gelen kanama sık görülen belirtidir. Kolon anjiodisplasisinin teşhisi kolon anjiogramı gerektirir veya kolonoskopla yaralara doğrudan bakılır.

Kanama, arteriografı denilen teşlıisle ilgili muayene sırasında etkilenmiş olan damarı tıkamak suretiyle durdurulabilir. Bir de koter (cautery) veya lazer uygulamak suretiyle durdurulabilir Bir de koter noskop kullanılarak tedavi edilir ve kanama durdurulur. Çok kanama varsa ameliyatla kesilip çıkarılması gerekli olabilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:07 pm

BAS DONMESI (POZISYONA BAGLI)


Bu bozukluk bir yanınıza veya diğer tarafınıza yattığınızda veya bakmak için başınızı geri verdiğinizde ortaya çıkan aşırı baş dönmesi olanak tarif edilir.

Belirtiler

- Birden baş dönmesi (kendinizi veya etrafınızı dönüyor hissetmeniz). Bu durum bir dakikadan kısa süren ve başınızı belli bir yöne çevirdiğinizde meydana gelir.

- Baş dönmesiyle beraber kontrol edilemeyen göz hareketleri.

Baş dönmesini oluşturan neden başın hareketi değil pozisyonudur. Bu tür özelliği onu diğer baş dönmelerinden ayırın. Problem iç kulaktaki sıvı dolu bölüm olan ve dengeyi kontrol eden vestibüler labirenttedir fakat nedeni bilinmemektedir.

Teşhis

Bir yanınız üzerine (sağ veya sol) yatanken veya başınız geriye verilmişken eğer çevreniz dönüyor veya siz kendinizi havada uçuyor gibi hissediyorsanız ve gözleniniz kontrolünüz dışında bin yandan bin yana kayıyorsa, siz pozisyona bağlı baş dönmesi geçiniyorsunuz. Kriz genellikle 1-2 dakikada düzelir. Ancak neden baş dönmesi geçirdiğinizi bulmak için testler yaptırılmalıdır. Başka bin rahatsızlığın bu duruma sebep olup olmadığını belirlemek gerekecektin.

Tedavi

Pozisyona bağlı baş dönmesi hoş olmayan bir dunumdun. Çok nadiren ciddi bin problem sayılır. Ancak işiniz nedeniyle kısa baş dönmeleri bile zararlı oluyorsa, bu bin problem sayılabilir. En yaygın tedavi yolu, belirtilere neden olan pozisyon veya faaliyetlere girmekten sakınmaktır.

BASUR (HEMOROID)


Basur, makat civarındaki toplar damarların genişlemesi sonucu meydana gelen hastalıktır. Toplar damarlardaki bu genişleme şişlik, kaşıntı, ağrı ve kanamaya neden olabilir. Basur gelişimi normal olmamakla birlikte, insanların çoğunda zaman zaman basur gelişmektedir. Uzun süreli oturmak zorunda olma, kabızlık, besinlerimizdeki bazı maddeler bsaur gelişimine neden olabilmektedir. Yine gebelik sırasında basur gelişimi sıktır, ancak bunlar doğumdan sonra ortadan kalkar. Basura neden olabilecek yiyecekler arasında en sık rastlanılanları: güçlü baharatlar (özellikle kırmızı biber ve hardal), kafeinli ve kafeinsiz kahve ve alkoldür. Sık sık basur gelişenlerin bu yiyeceklerden ve sigaradan uzak durmaları gerekir.

Daha çok lifli besin yiyerek kabızlıktan uzak durabilirsiniz. Veya sinameki çayı veya sinameki tabletleri alabilirsiniz. Bol miktarda su içmek de faydalı olur (ihtiyacınız olduğunu düşündüğünüzden daima daha fazla su için).

Basurla için en iyi tedavi yöntemi binlerce yıldır kullanılan oturma banyolarıdır. Uygun büyüklükte bir leğenin içerisine yanmayacağınız ve sizi rahatsız etmeyecek kadar sıcaklıkta su doldurun, günde 3-4 kez 15 dakika kadar oturun.

Yine kabızlık tedavisinde sıklıkla kullanılan sarısabır (Aloe vera) isimli bitkiden elde edilen kremleri sık basurun üzerine sürmeniz faydalı olur.

Tuvaletten sonra kesinlikle kuru tuvalet kağıdı ile temizlik yapmayın. Kuru tuvalet kağıtları buradaki genişlemiş damarlara hasar verir ve basuru ilerletir. Bunun yerine tuvalet kağıdını ıslatıp o şekilde temizlenin. Veya bu amaçla üretilmiş ıslak kağıt mendiller kullanın.

Çin tıbbında kullanılan ve basura neden olan vücut dengesizliğini giderici bir yöntem de şöyle: her sabah aç karnına iki adet muz yiyin veya günde 3 kez birer tane portakal yiyin.

BEHCET HASTALIGI


Bu hastalık 1937 yılında Dr. Hulusi Behçet tarafından üçlü beulgular kompleksi olarak (ağızda aft, cinsel bölgede yaralar, gözde iridosiklit) tanımlanmıştır. Ancak daha sonraki bulgular hastalığın vücudun bir çok yerinde belirti ve değişikliklere neden olabileceğini göstermiştir. Erkeklerde daha sık görülür.


Hastalığın nedeni bugüne kadar tam olarak belirlenememiştir, virüs kaynaklı olduğu yönündeki düşünceler yerini oto-immün hastalık düşüncesine terketmektedir.


Ağızdaki belirtiler: dudaklarda, dilde, yanakta, damakta veya ağız arka duvarında tek veya çok sayıda yaralar (aftlar) şeklinde görülür. Bu yaralar, genellikle bir mercimekten bezelye büyüklüğüne kadar (nadiren daha büyük), kenarları kırmızı bir hale ile çevrili, sınırları belirgin, yuvarlak veya oval, zemini kirli tereyağı görünümünde ve ağrılı aftlardır.


Cinsel bölgedeki belirtiler: erkeklerde peniste ve testisleri çevreleyen deride, kadınlarda vajina ve vajina ağzında (dudaklarda), her iki cinste idrar kanalı ucunda (üretra) ve makatta aft şeklinde yüzeyel veya daha derin yaralar gözlenebilir.


Gözdeki belirtiler genelde ağrı ve ışıktan rahatsız olma şeklinde başlar. Erken dönemde konjonktivit (~göz kapağının iç yüzeyinde enfeksiyon) gelişebilir. Behçette en sık gözlenen göz rahatsızlığı tek veya çift taraflı hipopiyonlu iritis tir (bunu doktorunuz saptayacak). Bazı hastalarda kanlı (hemorojik) koriyo-retinitis saptanabilir.


Ağız ve genital bölgedeki yaralarla birlikte hastada ateş ve bölgesel lenf büyümesi gözlenebilir. Gözdeki belirtiler daha ileriki dönemlerde meydana gelir ve körlükle sonuçlanabilir.


Behçet; ataklarla kriz şeklinde seyreden bir hastalıktır. Göz ve sinir tutulumlarında durum son derece ciddidir. Kendiliğinden iyileşme son derece nadirdir.


Teşhis


A-Temel Kriterler


1- Ağızda aftlar


2- Cinsel bölgede aft benzeri yaralar


3- Göz bulguları


B-Diğer Kriterler


1- Atrit : Hastaların yarısından fazlasında eklem iltihabı veya eklem ağrısı vardır. Yaklaşık 1-4 haftada iz bırakmadan düzelirler. En sık diz ve ayak bilekleri tutulur. Tutulan eklem sayısı fazla olmaz.


2- Damarlarda tıkaç oluşumu: özellikle göz toklar damarlarında


3- Sinir tutulumu : beyin sapı tutulumu (dissemine skleroz benzeri), omurilik tutulumu (transvers miyelit), organik konfüzyonel sendrom (ensefalit).


4- Mide - barsak tutulumu : mide ülseri, ülseratif kolit, karın ağrısı, ishal


5- Kalp tutulumu : anevrizma, kardit


6- Akciğer tutulumu


7- Diğer bulgular : idrarla protein atılması, kanlı idrar, amiloidozis, ailede behçet hastalığı




Behçet Hastalığı ile karışabilecek diğer hastalıklar


1- Aftöz stomatit


2- Cinsel bölgede aftlar


3- Deride vaskülit (damarsal rahatsızlık)


4- Gözde benzer rahatsızlıklar


5- Artritler


6- Reiter sendromu


7- Stevens-Johnson hastalığı




TANI KOYABİLMEK İÇİN YUKARIDAKİ KRİTERLERDEN 3 ADET GEREKİR, ANCAK TEMEL KRİTELERDEN İLK İKİSİNİN OLMASI ZORUNLUDUR.




Hastaların %90 ında paterji testi pozitiftir (deriye iğne batırıldıktan 24-48 saat sonra deride küçücük apseler meydana gelir).


Yine hastaların %80 inde HLA-B5 saptanır.




Tedavi


Etkili ilaç yoktur. Göz için kortikosteroidler kullanılır. Kolşisinin de etkili olduğu durumlar vardır.


İlk atakalar sırasında kortizon oldukça etkilidir.


Duruma göre bir çok ilaç kullanılabilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:08 pm

BEL AGRISI


Yetişkinlerin %80 inde, yaşamlarının bir döneminde önemli derecede bel ağrısı olmaktadır. Bel ağrısı, işgücü kaybına neden olan ve faaliyetlerimizi etkileyen sağlık sorunlarından birisidir. Belle ilgili zedelenmeler, işyerinde çalışanlar arasında görülen toplam yaralanma ve hastalıkların yaklaşık %20 sini oluşturmaktadır.


Bel ağrısının önlenmesi amacıyla yaygın olarak uygulanan stratejiler, vücut formunun geliştirilmesine yönelik egzersiz, sırt mekaniği ve ağırlık kaldırma konusunda eğitim ve lomber desteklerdir (genellikle ek destek sağlamak üzere belin çevresine hafif bir elastik kuşak sarılması). Ancak bu önlemlerin etkinliği tam olarak bilinmemektedir.


Bel ağrısına birkaç etken neden olabilir. Bunların başında zedelenmeler ve yaşlanmanın etkileri gelir. Bel ağrısı vakalarının çoğunluğunun önemli olduğu düşünülmemektedir ve bunlar, doktorun önereceği basit tedavilerle geçmektedir.


BEL AĞRISININ ÖNLENMESİ :


- Sırt kaslarınızın güçlü ve esnek olmasını sağlamak için düzenli egzersiz yapın.


- Ağırlık kaldırırken, doğru teknikleri uygulayın (bütün cisimleri, vücudunuza yakın tutarak kaldırın ve bükülmekten, ileriye doğru eğilmekten ya da cismi kaldırırken uzanmaktan kaçının)


- Uygun vücut ağırlığını koruyun ve sigara içmekten kaçının


Ayakta dururken ya da otururken uygun pozisyonda olmaya dikkat edin.


NE ZAMAN DOKTORA GİTMENİZ GEREKİR?:


Belirtiler şiddetliyse ve birkaç gün içinde geçmiyorsa


Ağrı günlük etkinlikleri engelliyorsa


Barsak ya da mesane kontrolüyle ilgili sorunlarınız varsa


Kalça ya da rektum bölgesinde uyuşma hissediyorsanız


Bacağınızda güçsüzlük ya da uyuşma varsa


TEDAVİ SEÇENEKLERİ :


İlaç :


Hafif ila orta şiddette belirtileri olan kişilere asetaminofen, aspirin ya da ibuprofen gibi ağrı kesiciler yeterli olabilir.


Sırta sıcak ya da soğuk uygulaması:


Belirtilerin başlangıcını izleyen 48 saat içinde, her seferinde 5-10 dakika süreyle olmak üzere, sırtınıza soğuk su torbası (ya da buz torbası) uygulayabilirsiniz. Kırk sekiz saatten uzun süren belirtiler için, ağrıyı gidermek amacıyla bir sıcak su torbası uygulamayı ya da sıcak su banyosunu deneyebilirsiniz.


Spinal manipülasyon :


Bu tedavi sadece bu konuda uzman bir kişi tarafından uygulanmalıdır ve bazı vakalarda, belirtilerin ortaya çıktığı ilk ay içinde yararlı olabilir.


AMELİYAT


Bel ağrısı vakalarının çoğunluğu, ameliyata gerek olmadan tedavi edilebilmektedir. Ameliyatın en sık rastlanan gerekçesi, disk kaymasına bağlı basınç nedeniyle sinirde ve bacakta oluşan ağrıdır.

BEYIN FELCI


Beyin felci, çocukluk döneminin en yaygın olarak görülen sakatlık nedenlerinden biridir. Doğum öncesinde, sırasında veya sonrasında merkezi sinir sisteminin hareket işlev alanlarının hasar görmesinden kaynaklanır.

Beyin felcinin birçok nedeni vardır. Yaygın nedenlerden biri; beyin dokusu içinde yeterli oksijen bulunmamasıdır (anoksi). Yapılan araştırmalar beyin felci olan bebeklerin üçte birinin vücut ağırlığının 2250 gramın altında olduğunu da ortaya çıkarmıştır. Doğum sancısı ve doğum sırasında beynin hasar görmesi, bakteriyel menenjit gibi bir enfeksiyon ve hemoraji (kanama) de diğer nedenleri oluşturur. Ancak genellikle belirgin bir açıklama bulunamamaktadır.

Dört tip beyin felci vardır: Spastik beyin felci, ekstrapiramidal beyin felci, atonik beyin felci ve bu tiplerin karışımından oluşan beyin felci.

Spastik beyin felci en yaygın olan tiptir. Spastik beyin felci bulunan bir bebekte, yeni doğanlara özgü bazı reflekslerde anormal inatçılık görülür. Hiperaktif bir tutma refleksi bebeğin ellerinin iyice sıkılmış bir yumruk biçimini almasına yol açar. Bebek büyüdükçe kol ve bacakları daha spastik ve katı bir hal alır.

Hastalık her iki kolu ve her iki bacağı da tutabilir (spastik kuadrepleji). Bu durum varsa genellikle bir ölçüde zekâ gecikmesi de söz konusu olmaktadır. Yaygın olarak konvülsiyonlar görülür.

Hastalık tüm kol ve bacakları tutuyor, ancak kollar daha hafif bir derecede etkileniyorsa, bu durum dipleji (iki taraflı felç) olarak anılır. Diplejili çocukların ellerini oldukça iyi kullandıkları da görülebilmektedir. Zekâ düzeyleri genellikle normal ya da normale yakındır, fakat resim çizmeyi ve harf yazmayı öğrenmekte bazı güçlüklerle karşılaşabilirler.

Beyin felci bulunan tüm çocukların üçte birinde spastik hemipleji (vücudun yalnızca bir tarafını tutan felç, yarım felç) söz konusudur. Spastik hemiplejili çocuklar genellikle alt-normal gruba giren bir zeka düzeyine sahip olma eğiliminde olmakla birlikte, bu durumdaki bazı çocuklar orta ve hatta ortanın üstü zekî düzeylerine sahip olabilmektedir.

Ekstrapiramidal beyin felci ilk olarak bir bebeğin kaslarının zayıflığı ve esnekliği ile kendini gösterir. Bu beyin felci tipi genellikle, bebek 6 aylık olana kadar teşhis edilememektedir. Erken bir belirti, bebek bir şeye uzanmaya çalışırken, ellerinin anormal bir pozisyon almasıdır.

Kronik beyin felcinin iki biçimi vardır; atonik ve konjenital beyincik ataksisi. Atonik dipleji ileri derecede zekâ gecikmesi ile birlikte görülür. Spastisite gnellikle daha sonra, çocukluk döneminde gelişir. Konjenital beyincik ataksisi beyin felcinin seyrek görülen bir biçimi olup hafif derecede zeka gecikmesi ile birlikte bulunmaktadır.

Beyin felci bulunan bir çocuğun geleceği büyük ölçüde zeka özürlülüğü de bulunup bulunmadığını bağlıdır. Bir çocuk, tekerlekli sandalye kullanmasını gerektiren ciddi hareket sorunlarına sahip olsa bile kendi kendine gözleme yeteneğine sahipse, bir dereceye kadar düzelme sağlanması daha kolay olur. Çocuğun sakatlığına karşı ailenin tavrı, bu bireyin olumlu bir kişilik imajı geliştirip geliştirememesi üzerinde etkili olur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:08 pm

BEYIN KANAMASI

Beyin kanamalarının nedenleri arasında en sık rastlanılanı hipertansiyona bağlı beyin içi arter kanamasıdır (intraserebral kanama = serebral arter kanaması).

Beyne ait damarsal hastalıklar arasında en kötü tabloya yol açan durum serebral arter kanamasıdır. Tipik özellikleri; yaşlı, şişman, erkek ve hipertansiyonu olan bir hastada ani baş ağrısı, bulantı, kusma ve hızlı gelişen tek taraflı felç ile birlikte şuur kaybı meydana gelir. Daha sonra kanamanın yeri, şiddeti, beyinde meydana gelen diğer değişiklikler ve hastanın diğer genel hastalıklarına bağlı olarak ya hasta kaybedilir, ya gittikçe kötüleşen koma gelişir ya da sekel bırakabilecek yavaş bir iyileşme görülür.

Kanamaların şiddeti çok değişkendir, çok az miktarda olabileceği gibi, beynin dış tabakasında yarık şeklinde kanamalar da meydana gelebilir.

Kanamaların yerine göre gözde kanama tarafında kayna, baş ağrısı, görme alanı bozuklukları meydana gelebilir (bazı noktaları göremez). Göz hareketleri kanamanın yerine göre değişkenlik gösterir (aşağı kayma, yatay bakış gibi).

Tedavide öncelikle koma gelişmişse, ona yönelik tedavi gerekir; tansiyon düşürülmelidir. Beyin ödemi gelişimine yönelik tedavi düzenlenir. Koma gelişmeden cerrahi olarak tedavi edilebilen hastaların yaşama şansları diğerlerine göre daha yüksektir. Ancak genel durumu iyi olmayan ve yaşı ilerlemiş olan hastalarda cerrahi girişim de risklidir.

BEYZBOL PARMAGI

Beyzbol parmağı, parmağın uç bölümündeki tendonların zorlama sonucu kemikten ayrılması sonucu oluşur. Çoğu kez, parmağın uç bölümüne, fırlatılmış bir topun çarpmasıyla meydana gelir.

Belirtiler

- Parmağın son ekleminde şişme ve ağrı

- Parmağı açamama

Teşhis

Bu yaralanma genellikle bir darbe sonucu oluşur, bu nedenle yaralanan bölgenin röntgeni çekilir. Röntgen filminin normal çıkması kırık olasılığını ortadan kaldırır.

Uygun tedavi yapıldığında, yaralanmış parmak yaklaşık 8 haftada normale dönecektir. Ancak bazen, parmakta bir şekil bozukluğu kalabilir.

Tedavi - Hareketsileştirme

Beyzbol parmağının tedavisi genellikle yaralanan parmağın uç bölümünün tespit edici bir aletle hareketsiz hale getirilmesidir. Tendonun iyileşmesi için, parmağın uç bölümü yaklaşık 6 hafta düz durumda tutulur.

Tespit edici alet çıkarıldıktan sonra, parmak yavaş yavaş normal kullanımına dönmelidir. Bunun için, doktorunuz bazı özel egzersizler önerecektir.

Bu yaralanmaya kırık eşlik ettiğinde, genellikle ameliyat gerekli olur.

İlaç Tedavisi

Aspirin ya da diğer antienflamatuar ilaçlar şikayetlerin azalmasına yardımcı olabilir.

BLUMIA NEVROZA

Adipozite, şişmanlık enerji bilançosunun bozukluğundan olabildiği gibi artmış yeme gereksinimi ile fazla kalori alınması sonucu da meydana gelebilir. Bu bozukluk büyük bir olasılıkla, acıkma-doyma mekanizmasının uyarılmasına bağlıdır ki, bunda psikovegetativ etkiler de rol oynayabilmektedirler.

Merkezi hipotalamustan yönetilen acıkma ve doyma duyusu, besin alımının düzenlenmesi yani bedenin enerji harcaması ile kalori alımının birbirine uyması konusunda önemli sinyaller verir. Şişmanlarda bu sinyal fonksiyonunda bir bozukluk vardır. Acıkma ve doymanın düzenlenmesi duruma uygun biçimde yönetilemez ve kişi fizyolojik açlığı ile doymasını yeterince algılayamaz. Açlık ve tokluk duygusunun yoğunluğu daha çok gerçeğe uymayan duygusal durumlarla karartaştırılır.

Şişmanlardaki patolojik derecede artmış olan yeme davranışı bir yandan açlık duygusunun artmış olması, öte yandan da tokluk duygusunun azalmış olmasına, yani sonuçta her iki duygunun algı niteliğinin bir arada bozulmasına bağlıdır.

Patolojik yeme davranışına bağlı olarak. artmış kalori alımı, şişmanların çoğunda onları hoş olmayan duygulardan (narsistik zedelenmelerden, depresyondan) korumaya yarar ve obje yitimi durumlarında daha da sivri bir davranış gösterir.

Bu patolojik ruhsal durumlar genellikle çok yoğun cinsel gelişim öncesi gelişim bozuklukları temeline dayanır. Yemek yeme ile kişi için hoş olmayan duyguların hafifletilmesi sağlanır Böylece kişi geçici de olsa kendini ruhsal açıdan biraz dengelenmiş hisseder.

Bazı hallerde ise yeme sırasında aşırı neşe, öfori durumuna rastlanır. Sonuç olarak, şişmanlarda psikolojik savunma nedenlerinin fizyolojik bir eyleme dönüştürülerek yararsız biçimde kullanılmaları söz konusudur.

BELİRTİLERİ

- Kişide kilo alma korkusu, yeme gereksinimini kontrol edememesine neden olur.

- Ruhsal travmalarda, çalkalanmalarda kriz halinde yeme davranışı gözlenir.

- Aşırı yemek yemenin rahatsız edici etkisiyle kusma amaçlı ilaç kullanımı görülür.

- Sosyo-ekonomik kültür düzeyi yüksek bireylerde görülme sıklığı daha fazladır.

- Cinsel güçlerinde bir azalma gözlenir.

- Kilo verme amaçlı yapılan diyet ve egzersizlere rağmen zayıflama gözlenmez.

- Normal beden ağırlığının çok üstünde bir ağırlığa sahiptirler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:09 pm

BOGMACA (PERTUSSIS)


Bordetella pertussis isimli bakterinin neden olduğu boğmaca hastalığında en belirgin belirti, hastalığın kendine özgü öksürük nöbetleridir. 1-3 yaşlarındaki çocukların bu hastalığa daha sık yakalandıkları saptanmıştır. Fakat bebeklerin ve yetişkinlerin de hastalığa yakalanma olasılığı vardır. Bağırma, öksürme ve aksırma sırasında mikroplar havaya verilir ve solunum yoluyla bulaşır. Bulaşma olasılığı, hastalığın nezle halinde başladığı döneme rastlar. Fakat öksürük sürdüğü sürece bulaşıcı niteliğini korur. Mikroplar gırtlakta ve solunum borusunda balgamlı bir iltihap oluşturur.

Kuluçka devresi: 1-3 hafta, ortalama 15 gündür.

Belirtileri: Belirtiler üç bölümde incelenebilir:

1. Nezleli ön devre.

2. Kramp halindeki öksürük devresi.

3. İyileşme devresi.

İlk devrede üşütme sonucu oluşan hastalıklardaki belirtileri gösterir ve hafif ateş yapar. 1-2 hafta süre içinde hastalık kendini belli etmez. Bu devre, hastalığın en bulaşıcı olduğu devredir. İlk iki haftada burun akıntısı, konjonktivit ve öksürük gözlenir, ateş görülmez.

Özellikle akşamları nöbetler halinde baş gösteren öksürük devresi ortalama 5 hafta sürer. Öksürük kramplar halindedir ve öksürük nöbetlerinin sonunda kusma görülebilir. Öksürük nöbetleri başlar başlamaz kesin teşhis konur. Nöbetler önce birkaç kez kuvvetli öksürük halinde başlar, bunu derin soluk alma izler. Öksürük sesi ıslığa benzer ve boğucudur. Nöbetlerin sayısı ve şiddeti hastalığın seyrine göre değişik olur. Yirmi dört saat içinde, çoğunluğu geceleri olmak üzere elli öksürük nöbetinin sayıldığı vakalar görülmüştür. Eğer çocuğun alt dişleri çıkmamışsa, dişetlerinin yanında küçük bir ur oluşumu görülebilir. Öksürük nöbetleri arasında hastada bir rahatlama görülür. Hastalık 2-3 haftada tamamen geçer.

Seyri:

Bütün hastalık süresi, yan etkiler görülmediği takdirde 8 haftadır, ama altı ay sürdüğü de görülmüştür. Hafif geçen boğmacalarda öksürük nöbetlerine pek rastlanmaz. Büyüklerde öksürük nöbeti hiç görülmez ve hastalık zararsızdır. Boğmaca hastalığında en sık görülen yan etki zatülcenptir ve bebeklerde ölüm nedeni olabilir. Boğmaca geçtikten sonra yerini bronşit alabilir. Kan dolaşımı sisteminde görülebilecek bozukluklar nedeni ile beyinde arıza bırakabilir ve felç, adale krampları ve kasılmaları, sağırlık, körlük gibi durumlar ortaya çıkabilir.

Tedavi:

Hastanın 3-4 hafta için diğer kişilerden izole edilmesi gerekir. Bir yaşındaki çocuklara antibiyotik tedavisi uygulanır. Antibiyotik tedavisi, ilk 7-15 günlük nezle döneminde verilirse yararlı olur. En sık eritromisin kullanılır. Alternatif antibiyotik olarak ampisilin, kloramfenikol, tetrasiklin de kullanılabilir. Hastalığın ağır seyrettiği durumlarda hastane tedavisi salık verilir. Ateş düşmediği sürece hastanın yatakta dinlenme zorunluluğu vardır. Hasta odası güneşli olmalı ve sık sık havalandırılmalıdır. Oda nemlendirilmelidir. Ateş düştükten sonra hasta bol bol açık havaya çıkartılmalı, ama sağlam çocuklardan uzak tutulmalıdır.

Kuru yiyecekler gıcık yaparak öksürüğe neden olabileceği için genellikle sulu gıdaların verilmesine ve bu gıdaların vitamin yönünden zengin olmasına dikkat etmelidir. Öksürük sonucu kusma olabileceği dikkate alınarak yemeklerin nöbetten on beş dakika sonra verilmesi uygundur.

Korunma:

Çocukları boğmacalı hastalara yaklaştırmamalıdır. Boğmaca aşısının yararları hala tartışma konusudur, ama genellikle uygulanır ve bir dereceye kadar bağışıklık sağlar, hastalığın hafif seyretmesinde yararlı olur.

BOTULINUM TOKSINI

İnsan için bilinen en zehirli madde olan botulinum toksininin, kilogram başına 0.001 mikrogram (0.000000001 gram) uygulanması öldürücü olabilmektedir. Botulinum toksini, en çok bilinen zehirlerden olan VX maddesinden 15.000 kez ve sarin gazından 100.000 kez daha güçlü bir zehirdir. Bu niteliklerinden dolayı boltulinum toksini biyolojik silahlar arasında en gözde olanlardan birisidir. Saldırı sonrasında 24-72 saatte ölüm meydana gelebilir. Ölüm gelişmeyen durumlarda hastalık, aylarca sürebilir.

Botulinum toksinleri (zehirleri), spor oluşturan Clostridium botulinum ve diğer iki Clostridium türleri tarafından üretilen ve sinirler üzerine etki gösteren bir grup toksine verilen isimdir. Bu toksinler (A-G tipleri) bilinen en güçlü sinir toksinleridir, ancak ilginç olarak felçle ilgili olabilecek bazı durumlarda (şaşılık, gözyaşı yokluğu, tetanus, boyun kası felci gibi) ve kozmetik amaçla kırışıklıkların giderilmesinde kullanılmaktadır. Bakteriye ait sporlar havasız ortamlarda da toksin üretebilmektedirler. Endüstriyel amaçla kurulan tesislerde çok fazla miktarlarda toksin kolaylıkla üretilebilir. Biyolojik bir saldırı olmaksızın doğal yolarda meydana gelen botulinum zehirlenmesinin (botulizm) üç tipi bulunmaktadır: yiyecek kaynaklı, yenidoğan ve yara botulizmi. Botulinum; aerosol şeklinde hava yoluyla, yiyeceklerle veya sulara katılarak saldırı amaçlı kullanılabilir. Toksin solunduğunda, yiyeceklerle meydana gelen botulizme benzer şikayetler meydana gelir ancak felç benzeri belirtilerin gelişmesi daha geç olabilir, ve solunan toksinin miktarına bağlı olarak değişik belirtiler de gözlenebilir.

Belirti ve Bulgular :

Genellikle kranial sinirlerde kısmi felçlerle başlar (ptozis, bulanık görme, çift görme, ağız kuruluğu, yutma güçlüğü, konuşma güçlüğü gibi). Daha sonra gelişen simetrik ve yukarıdan aşağı gelişen gevşek felçler ve genel güçsüzlük hali, solunum yetmezliğine ilerler. Belirti ve bulgular, toksinin solunmasından 12-36 saat sonra başlar, ancak solunan miktar çok az miktarda ise şikayetlerin başlaması 3-5 gün sürebilir.

Tanı :

Tanı esas olarak şikayetlerin incelenmesi ve muayene ile konur. Bir bölgede birden fazla kişide aynı anda gevşek felçler gözleniyorsa biyolojik saldırıdan şüphelenilmelidir. Kişilerin serumlarında yapılacak laboratuvar analizi ile (mouse nötrolizasyon) tanı doğrulanabilir. Tanıda kullanılabilecek diğer laboratuvar testleri: çevresel materyallerde ELISA veya ECL testi, çevresel örneklerde bakteriyel DNA varlığını araştırmak için PCR testi veya sinir iletimi kontrolü için EMG testi.

Tedavi :

Erken dönemde hastaya trivalan antitoksin veya heptavalan antitoksin verilmesi, solunum yetmezliği gelişmesini önleyebilir veya hafifletebilir ve iyileşmeyi hızlandırabilir. Solunum yetmezliği gelişenlerde entübasyon ve solunum desteği gerekir. Bazı vakalarda trakeostomi gerekebilir.

Korunma :

Botulinum toksinine maruz kalma riski yüksek olan kişiler için pentavalan toksoid aşı (tip A, B, C, D ve E) mevcuttur. Yapılan 3 doz aşının koruyuculuğu maymunlarda %100 dür. İnsandan insana geçiş söz konusu değildir.

İzolasyon ve Dekontaminasyon :

Sağlık personeli için standart yöntemler uygulanır. Toksin ciltte aktif değildir ve hastaların solunum yolu ile dışarı attıkları toksin zararlı değildir. Sabun ve su ile dekontaminasyon sağlanır. Toksin, havada 12 saatte etkisiz hale gelir. Botulinum toksini, güneş ışığında 1-3 saatte inaktive olur. Ayrıca ısı (80 derecede 30 dakika ve 100 derecede birkaç dakika) ve klorlu su ile (3mg/Litre klor içeren su ile 20 dakikada toksinin %99.7 den fazlası inaktive olur) inaktive edilebilir. Ancak toksin depo sularında ve depolanmış gıdalarda haftalarca etkisini kaybetmeden kalabilir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:09 pm

BOYUN AGRILARI


Boyun ağrıları bel ağrıları kadar sık görülmemekle birlikte, her yaş grubunda karşılaşılabilen, yaşam kalitesini düşürüp iş gücü kaybına neden olabilen önemli bir sorun.

Yanlış duruş, psikolojik stres, soğuğa maruz kalmak, yorgunluk gibi etkenler boyun bölgesinde ağrı nedenidir. Uzun süreli bilgisayar - daktilo kullananlar, sürekli tek noktaya odaklaştıkları için boyun kaslarının yeterince hareket etmemesi sonucu ağrı çekerler.

Boyun ağrısı nedenleri 3 temel grupta incelenebilir:

Kas iskelet sistemi kaynaklı mekanik nedenler

Boyun dışı bölgelerin hastalıklarının neden olduğu ağrının boyun bölgesinde hissedilmesi (yansıyan ağrı)

Boyun bölgesini tutan yangısal, enfeksiyöz ve tümöral hastalıklar.

Akut boyun ağrısının en sık nedenleri:

Boyun fıtığına bağlı ağrı atakları

Miyofasiyal ağrı sendromu

Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması (Servikal strain)

Kronik boyun ağrısnın en sık nedenleri:

Boyun kireçlenmesi

Sık görülen bazı iltihaplı romatizmal ağrılar (Ankilozan Spondilit, Romatoid artrit)

Fibromiyalji

Özellikle stres boyun kaslarında kasılmaya neden olur ve boyun ağrısı ve gerilim baş ağrısı ortaya çıkar. Bu şekilde ortaya çıkan ağrılarda kas gevşeticilerin yanı sıra bölgeye yapılan enjeksiyonlar, gevşeme egzersizleri, fizik tedavi yapılması ve antidepresan ilaç verilmesi yoluna gidilir.

BOYUN FITIĞI

Belde olduğu gibi boyunda da fıtık olabilir. Omurları birbirinden ayıran diskler yarı eklem sayılırlar. Disk ortasında jel kıvamında bir madde ve bunun çevreleyen yastıkçıklardan oluşur. Bu yastıkçıklardan daha dışta olanlar içtekilerine göre serttirler. Yaşın ilerlemesi ve travmaya maruz kalma durumlarında bu yastıkçıklar yıpranmaya başlar. Dıştaki tabaka giderek incelir, ani yapılan ters bir hareket sonrasında yırtılır. İçteki jel kıvamındaki madde bu yırtıklardan dışarı doğru kayarak, omurilikten çıkıp kolumuza giderek o bölgelere hareket emri veren veya o bölgelerin duyusunu algılamanızı sağlayan sinirinize baskı yapar. Böylece boyun-kol ağrısı ve o kolumuzda uyuşma, karıncalanma, bazen de güçsüzlük hissederiz.Böyle durumlarda ilaç tedavisinin yanı sıra öncelikle istirahat, daha sonra fizik tedavi, yetmediği durumda ise son zamanlarda gelişen tekniklerle bölgeye iğne (epidural steroid enjeksiyonu) veya kateter (epidural lizis) adı verilen ince sondalarla girilerek ilaç verilmesi, bu da olmadığı taktirde cerrahi girişim gerekebilir. Hasta düzenli olarak boyun egzersizlerini yaparak ve boyun koruma prensiplerine uyarak ağrının sık tekrarlamasını önleyebilir.

BOYUN KİREÇLENMESİ

Servikal omurgayı meydana getiren yapıların(kemik, bağ, kas) yozlaşması sonucu ortaya çıkan ve buna bağlı sinir ve damarsal bozuklukları da içeren klinik bir tablodur. Nedenlerinin yaşlanma, mikro travmalar, makrotravmalar, duruş bozuklukları ve genetik faktörler olduğu düşünülmektedir. Boyun ağrısı, kola yayılan ağrı, baş ağrısı, boyunda tutukluk, kolda güçsüzlük - hissizlik- yanma- batma, ellerde zayıflık- beceri azalması- uyuşma- karıncalanma, kulak çınlaması, baş dönmesi ve bulanık görme gibi yakınmalara neden olabilir.

Boyun kireçlenmesine bağlı ağrının tedavisinde kullanılan yöntemler:

İstirahat

Boyun korsesi

İlaç tedavisi

Fizik tedavi

Egzersiz

Enjeksiyon yöntemleri

Eğitim

FİBROMİYALJİ

Fibromiyalji; süregen ağrı, tutukluk, yorgunluk ve vücudun bazı noktalarında derin hassasiyet ile tanımlanan bir hastalık grubudur. Sıklıkla 30- 60 yaşları arasında ve kadınlarda görülür. Ağrı, yaygın olmakla birlikte sıklıkla boyun ve bel bölgesinin derin dokularında hissedilir. Omuz, dirsek, diz ve ellerde de ağrı olabilir. Baş ağrısı sıklıkla eşlik edebilir. Hasta, el ve ayaklarının şiş olduğundan yakınabilir. Ancak şişlik sıklıkla saptanamaz. Sabahları dinlenmeden uyandığını ifade eden hasta sayısı oldukça fazladır.

Yakınmalar soğuk ve/ veya nemli hava, yorgunluk, psikolojik gerginlik ve hareketsizlikle artarken sıcak ve kuru havada, masaj ve aktivite ile azalır.

Fibromiyalji genellikle kendisinden ve çevresinden beklentileri fazla olan kişilerde görülür.

Fibromiyalji hastalığında tedavi oldukça güç ve yavaştır. Hastalık genellikle yıllar boyu devam eder. Çeşitli tedavi programları ile geçici bir rahatlama sağlanabilir. Ancak yakınmaların tamamen kaybolması nadirdir. Tedavide 1. basamak hastaya hastalık hakkında bilgi vermektir. 2. basamağı ise ağrıyı geçirme ve fonksiyonu artırmaya yönelik tedavi girişimleri (ilaç tedavisi, fizik tedavi ve egzersiz) oluşturur.

SERVİKAL STRAİN

(Boyun bölgesindeki yumuşak dokuların zorlanması):

Travma ve duruş bozukluğu sonucu gelişen, boyunda tutukluk ve lokal ağrı ile karakterize bir tablodur. Masa başında çalışanlarda olduğu gibi boynu uzun süre aynı pozisyonda tutmak, yatarak televizyon seyretmek, uygun olmayan yastık ve yatakta yatmak gibi nedenler boyunda zorlanmaya yol açabilirler. Kaslarda kasılma gelişeceğinden boyundaki normal olan eğrilik azalır, boyun hareketleri ağrılı ve kısıtlı olur. Boyna yönelik radyolojik tetkiklerin sonucu genellikle normaldir.Tedavi; ilaç, fizik tedavi ve egzersiz yöntemleri ile mümkündür.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:10 pm

BRONS VE AKCIGERLERDE ANORMALLIK (YENIDOGAN)


Anormal bronş ve akciğer hastalığı (Bronchopulmonary dysplasia) yüksek konsantrasyonlu oksijen almış olan yada yeni doğumun hemen sonrasında mekanik soluk alma aygıtına gereksinim duyan bebeklerde, bir solunum güçlüğü sendromu komplikasyonu olarak ortaya çıkar.

Hastalığın belirtileri arasında hırlama, öksürme, siyanoz (ki bunun belirtisi olarak dudaklar ve tırnakların altı mavi renk alır) ve solunum güçlüğü sayılabilir.

Anormal bronş ve akciğer hastalığı çoğunlukla solunum bozukluğu sendromu olan bebeklerde gelişir ve bu bebeklerde kolaylıkla geçmez.

Teşhis edilebilmesi için göğüs röntgeninin alınması gerekir.

Belirtiler

-Hızlı soluma;

-Hırlama;

-Öksürme;

-Güçlükle nefes alma;

-Dudakların ve tırnakların mavimsi bir renk alması (siyanoz)

Eğer yeni doğmuş bebeğiniz anormal bronş ve akciğer hastalığı rahatsızlığına sahipse, hastaneye yatırılması ve gözetim altına alınması gerekir.

Çoğu bebek yavaş yavaş iyileşir ve bu aylar alır. Bununla beraber, yine de ciğerleri hassastır ve enfeksiyon oluşmaması için ciğerlerinin soğuk almamasına dikkat sarfedilrnelidir. Bu bebekler, solunumlarını kolaylaştırmak için oksijen desteğine ve theophylline (bronş genişletici) gibi ilaç desteğine gereksinim duyarlar. Ciğerleri kolayca sıvı birikmesine eğilimli olduğundan, su retansiyonuhu önlemek için diüretikler kullanılır. Bu bebekler (sözgelimi, zatürre gibi) enfeksiyonlara karşı daha fazla risk altındadırlar ve yakından gözetilmelidirler. Dolayısıyla doktorunuz bebeğinizi sık sık muayene etmek isteyebilir.

BRONSEKTAZI (BRONS GENISLEMESI)


Bronşların doğuştan ya da sonradan dönüşsüz biçimde genişlemesidir. Kronik bronşit bu gelişmenin başlıca sorumluları arasında yer alır.

Bronşektazi, yani bronş genişlemesi çeşitli biçimlerde ve bronş ağacında değişen yaygınlıkta görülebilir. Doğumsal olduğu kadar, bronşlara yerleşen enfeksiyon etkenlerinden de kaynaklanabilen bir bozukluktur. Hastalık uzun süre belirti vermez. Ama iltihaplanma ilerlediğinde ilk kez iltihaba bağlı belirtilerle fark edilebilir.

NEDENLERİ

Bebekken ortaya çıkan bronş genişlemeleri doğumsaldır. Bronş duvarının esnekliğini ve desteğini sağlayan etkenlerin yetersizliği sonucu, bronşlar doğumdan başlayarak sürekli geniş kalır. Aslında edinilmiş bronşektaziler de aynı yetersizlik sonucu gelişir.

Edinilmiş bronşektazilerde birçok bozukluk birlikte rol oynar. Kronik bronş iltihapları sırasında gelişen olaylar bronşun esnekliğini ve direncini bozarak sağlıklı yapısını kolayca değiştirebilir. İnatçı bir öksürük ya da güçlü soluk verirken karşılaşılan bir engel sonucunda bronş içindeki basıncın artması, bronş duvarının çökmesini kolaylaştırır. Bronş çevresindeki dokularda ya da bağdoku artışıyla birlikte gelişen süreçler de bronş duvarını çevreye doğru çekerek bronşun genişlemesine neden olur.

Bronş genişlemesi salgı birikimini kolaylaştırır. Bu da iltihap yapıcı mikropların barınmasına son derece uygun bir ortam oluşturur. Böylece bronş genişlemesi iltihaplanmaya ve bronş duvarında direncin azalmasına neden olur.

BELİRTİLERİ

Bronş genişlemesi uzun süre klinik belirti vermeden sessizce ilerler. Hastalık başka nedenle çektirilen bir akciğer filminde rastlantı sonucu saptanabilir. Ama genişleme yaygınsa ya da özellikle iltihap varsa erken belirtiler görülür.

Bronş genişlemesinin yaygınlaşmasıyla akciğerin işlevsel dokusunda eksilme olacağından solunum zorlaşır. Başlıca belirtiler öksürük ve balgamdır. Bunlar hemen her zaman birlikte görülür. Öksürüğün kuru olmasına çok seyrek rastlanır. Hasta daha çok sabahları uyanır uyanmaz öksürük nöbetine yakalanır ve bunun sonucunda aşırı miktarlara oluşabilen balgam, çıkarır. Çıkarılan balgam gece boyunca genişlemiş bronşlarda biriken salgılardır. Öksürük nöbetiyle birlikte balgam çıkarma vücudun konum değiştirdiği sırada da görülür. Hasta sonunda bronş ağacını öksürerek temizlemek için en uygun olan duruş biçimini öğrenir.

Yaygın ve büyük bronş genişlemelerinde oldukça fazlalaşan balgam bir cam kaba alındığında üç bölüme ayrıldığı görülür: Üstte mukustan oluşan bir katman, arada seruma benzer bir sıvının bulunduğu orta katman, bunların alanda daha yoğun atık maddelerden oluşan irinli bir çökelti. Aynı durum akciğer apsesinde çıkarılan balgamda da görülebilir. Bronş genişlemesinde balgam kanlı olabilir. Ender durumlarda öksürükle kan gelebilir. Aynca balgamda oksijensiz ortamda üreyen bakterilerin bulunması çok kötü bir kokunun yayılmasına yol açar.

İltihap çok şiddetli ve genişlemiş bronşun boşaltılması bazı engeller nedeniyle güç ise, solunum yollarında salgılar birikmeye başlar. Bu durumda düzensiz, fazla yüksek olmayan ateş ve bazen de irinleşmeyle birlikte yüksek ateş görülebilir, iltihaplanmanın yüksek ateşle birlikte uzun sürmesi, hastanın genel durumunu, beslenmesini ve kan değerlerini önemli ölçüde bozabilir.

Nefes darlığı genellikle öne çıkmaz. Belirgin olması, bronş genişlemesinin yaygınlığına ya da bu durumla birlikte akciğer amfizeminin gelişmesine bağlıdır. Bazen akciğerlerde bronş genişlemesi ortaya çıktığından sağlam bronşlar daralarak nefes darlığı yaratabilir.

Hastalığın ağır ve uzun sürmesi durumunda aşırı beslenme bozukluğuna ve kansızlığa da bağlı olarak hipertrofik pulmoner osteoartropati denen kemik hastalığının ortaya çıkabileceği unutulmamalıdır. Bu hastalıkta parmak uçları uzayıp kalınlaşırken tırnaklar da düzleşip saat camını andırır. Bunun nedeni bronşun genişlediği bölgelerde atar ve toplar damarlar arasında ağızlaşmaların yol açtığı kısa devreler sonucunda gelişen dolaşım bozukluğudur.

GİDİŞİ

Bronş genişlemeleri, bronşlarda gelişen geriye dönüşsüz özellikte yapı bozukluklardır. Koşullar aynı biçimde sürerse bu genişleme çok daha yaygınlaşır. Daha önce de açıklandığı gibi belirtiler itihaplanmayla ortaya çıkar. Düzensiz aralıklarla görülen, bu belirtiler her keresinde biraz daha uzayıp sıklaşırken genel durum giderek bozulur. İtihaplanmanın yayılması, bronş ağacında enfeksiyonun ilerlemesine, hastalığın her atağa kalkışında daha geniş bir akciğer doku bölgesinin yıkımına yol açar. Sonuçta solunum işlevleri giderek bozulur ve solunum yetmezliği gelişir.

TANI

Küçük bir bölgeyle sınırlı kalan iltihaplanmamış bronş genişlemelerinin tanısı yalnız radyolojik incelemeyle konabilir. Burada kullanılan başlıca radyolojik inceleme yöntemi bronkografîdir. Bronş genişlemesine iltihaplanma eklenirse tanı kolaylaşır. Balgamın bol olması, özellikleri ve en kolay atıldığı duruş biçimleri ya da iltihabın akciğer filmlerinde değişmeden hep aynı bölgede kalması tanıyı yönlendirir.

Ama kesin tanıya bronkografiyle varılır. Bu yöntemde, bronş ağacını röntgen ışınları altında görünür kılan kontrast bir madde verilir. Bu kontrast maddeyle dolarak genişlemiş bronşlar röntgende muz hevengi ya da tespih tanesine benzeyen tipik görüntüler verir. Bronş genişlemesinin büyük dallara da yayılma durumunda, tanıya varmak için bronkoskopiden de yararlanılır.

BEKLENEN GİDİŞİ (PROGNOZ)

Bronş genişlemeleri daha önce de belirtildiği gibi yapısal olarak geriye dönüşsüz bozukluklardır. Bu durumun belli bir bölgeyle sınırlı kaldığı olgular cerrahi girişimle tedavi edilebilir. Cerrahi girişim yapılamıyorsa hastalığın ilerleyici özelliği ve komşu dokuları da yıkıma uğratabileceği dikkate alınarak düzenli ilaç tedavisi uygulanır, îlaç tedavisinde amaç hastalığın ilerlemesini durdurmak ve sağlıklı dokuları korumaktır. Bu tedavi biçimiyle hastalık belirtilerinde uzun süreli gerilemeler sağlanabilir.

TEDAVİ

Bronş genişlemesi dar bir alanda ya da akciğerin bir lobunda ise bu bölge cerrahi girişimle alınabilir. Cerrahi girişim dışında salgıların boşaltılması ve enfeksiyon odaklarının antibiyotikle kurutulması yoluna gidilir. Dolan bronşları boşaltmak için önce akciğer filminde hangi bronşların genişlediği saptanır. Daha sonra hastaya bu bölgeyi en rahat boşaltacak duruş biçimi verilir. Aynca balgam söktürücü ve balgam yumuşatıcı ilaçlar da kullanılır. İçilerek kullanılanların yanı sıra aerosol biçiminde püskürtülerek ya da bir sonda aracılığıyla doğrudan bronşlara gönderilen antibiyotikler enfeksiyon odaklarına karşı yaygın biçimde kullanılmaktadır. Uzun süre kullanılması gereken antibiyotiklerin, gerekli balgam incelemesi yapılıp varılacak sonuçlara göre seçilmesi daha doğrudur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:11 pm

BRUSELLA (BRUSELLOZIS)


Uzun süreli ancak dalgalı ateşle karekterize bir enfeksiyon hastalığıdır. 8-10 günlük ateşli dönemler arasında 4-5 günlük ateşsiz veya hafif ateşli dönemler mevcuttur. Ateşin çıkış ve inişi yavaş yavaş olur.

İnsanda brusella yapan mikroplar arasınd aen sık karşılaşılanı Brucella melitensis dir. Mikrobu taşıyan hayvanların salgılarından, pastörize edilmemiş veya kaynatılmamış sütlerden (özellikle keçi sütü), ve böyle sütlerle hazırlanmış süt ürünlerinden (peynir, krema gibi) insanlara bulaşabilir. Hasta insandan sağlam insana geçiş nadirdir. Hayvancılıkla ve hayvan ürünleri ile uğraşanlarda daha sık olarak görülebilir.

Mikrobun kuluçka dönemi ortalama 2 haftadır (5 gün - bir kaç ay).

Uzun süre ateşin yüksek olmasına rağmen genel durum iyidir. İştah normaldir. Baş ağrısı, eklem ve kas ağrıları görülür. Bol terleme vardır. Ateş aralıklı olarak aylarca sürebilir. Sık görülen durum; hafif yüksek ateş, akşama doğru artan halsizlik ve bol gece terlemeleridir.Karaciğer ve dalak büyümesi hastaların yarısına yakınında görülür. Lenf düğümlerinde de büyüe olabilir. Belirli organların tutulumu olabilir (diz ve ayak bileği artriti, testis iltihabı gibi).

Wright testi adı verilen test ile ilk haftadan sonra tanı konulabilir. Vücuttaki çeşitli sıvılardan kültür yapılarak mikrop tespit edilebilir. Yine ilk haftanın sonundan itibaren tanı koymak için Combs testi kullanılabilir.

Korunmak için pastörize ve kaynatılmış sütlerin içilmesi ve salamurada bekletilmiş peynirlerin yenmesi en iyi önlemdir. Hayvancılıkla uğraşanların eldiven, gözlük kullanmaları ve hastalık tespit edilen hayvanların derhal ortamdan uzaklaştırılması gereklidir.

Tedavide tetrasiklin, streptomisin ve prednisone kullanılabilir. Şiddetli eklem ağrısı durumunda kodein kullanmak gerekebilir. Ateş yükselmelerinde yatak istirahati önerilmektedir. Yine aniden ortaya çıkan krizlerde istirahat etmelidir.
BURUN TIKANIKLIGI


Burun tıkanıklığı, nefes almada zorluk çekme insanlığın en eski şikayetlerinden biridir. Bazıları için bu çok önemli olmasa bile kimileri bu şikayetlerden dolayı çok zorluk çeker.


Doktorlar burun tıkanıklarının nedenlerini dört bölümde inceler ve bunlar arasında bazen benzer noktalarda olabilmektedir. Özellikle şikayetlerine birden fazla şeyin neden olduğu hastalarda bu ortak noktalar artmaktadır.


YAPISAL NEDENLER


Bu sınıf içinde burnun ve ince bir kıkırdaktan oluşan ve burnu iki ayrı bölüme ayıran burun septumunun bozuklukları incelenir. Bu bozukluklar genellikle insanın hayatında geçirdiği herhangi bir kaza sonucu oluşmaktadır. Kaza çocukluk çağında olmuş olabileceği gibi unutulmuş bile olabilir. Yeni doğan bebeklerin yüzde yedisinde doğum esnasında burun zedelenmesi olabilmektedir. Şu bir gerçektir ki insan, hayatı boyunca en az bir kere burnunu bir yere çarpar. Bu nedenlerden dolayı burun deformiteleri ve septum deviasyonları çok sık görülen nedenlerdir. Eğer bunlar soluk almayı güçleştirirse cerrahi olarak düzeltilebilir.


Çocuklarda en sık rastlanan burun tıkanıklığı nedeni geniz etinin büyümesidir. Bu bademciğe benzeyen ve damağın gerisinde burnun arkasında yer alan bir dokudur. Bu problemi olan çocuklar geceleri sesli nefes alırlar, hatta horlarlar. Bunun yanı sıra bu çocuklar sürekli olarak ağızlarından nefes alırlar, yüzlerinde bir mutsuzluk ifadesi vardır. Hatta dişlerinde de bozukluklar söz konusu olabilir. Geniz etini almaya yönelik cerrahi girişimler önerilebilir.


Bu kategori içinde yer alan başka nedenler arasında burun tümörleri ve yabancı cisimler de vardır. Çocuklar küçük parçacıkları burunlarına sokma eğilimindedir. Bunlar düğme, çengelli iğne, oyuncak parçaları, bezelye ve nohut olabilir. Tek taraflı kötü kokulu akıntı hissettiğinizde dikkatli olun. Çünkü bu yabancı cisim tarafından tıkalı bir burnun uyarısı olabilir. Bu durumda muhakkak bir doktora başvurulmalıdır.


ENFEKSİYON


Normal bir insan yılda ortalama bir iki kez soğuk algınlığı geçirebilir. Bu gençlerde daha fazla, bağışıklık sistemi gelişmiş yaşlı kişilerde ise daha azdır. Soğuk algınlığı virüsler tarafından oluşturulan bir hastalıktır. Bazı virüsler hava yoluyla geçerken çoğunlukla el burun yoluyla bulaşır. Virüs bir kere buruna yerleşince vücutta bulunan histamin adında bir kimyasal maddenin salgılanmasına neden olur. Bu madde sonucunda buruna giden kan miktarında belirgin bir artış gözlenir. Sonuç olarak burun zarları şişer. Diğer taraftan burun zarlarından sıvı salgılanması da artar. Antihistaminikler ve dekonjestanlar bu şikayetlerin azaltılması için kullanılabilir. Fakat soğuk algınlığı zaman içinde kendi kendine geçer.


Virüs enfeksiyonları sırasında burnun ve sinüslerin bakteri enfeksiyonlarına olan direnci azalır. Bu da soğuk algınlığı sırasında neden sıklıkla burun ve sinüs enfeksiyonu görüldüğünü açıklar. Burun akıntısı berrak görünümünden sarı veya yeşile dönerse bu bakteriyel enfeksiyonu gösterir ve muhakkak doktora başvurulmalıdır.


Ani sinüs enfeksiyonlarında burunda tıkanıklık, Koyu bir akıntı, hangi sinüsün etkilendiğine bağlı olarak yanaklarda ve üst dişlerde, gözler arasında ve gerisinde veya üzerinde ağrı ve hassasiyet bulunur.


Kronik sinüs enfeksiyonları ağrı yapabilirde yapmayabilir de. Fakat burun tıkanıklığı ve burun akıntısı sürekli vardır. Bazı hastalarda sinüslerden polip denilen yapılar gelişir. Hastalık aşağı hava yollarına da yayılarak kronik öksürük, bronşit ve astıma neden olabilir. Akut sinüzit genellikle antibiyotik tedavisine cevap verir, kronik sinüzit için ise genellikle cerrahi tedavi önerilir.


ALLERJİ


Saman nezlesi allerjik rinite verilen isimdir. Allerji ; yabancı bir cisim, polen, ev tozu akarı, hayvan atıkları veya ev tozundaki bazı parçacıklara karşı oluşan aşırı enflamasyon yanıtıdır. Bazen besinler de rol oynamaktadır. Polenler ilkbaharda veya sonbahar da sorun yaratırlar. Bunun yanında ev tozu bütün bir yıl boyunca rahatsız edebilir. Bunun ideal tedavisi şikayetlere neden olan şeylerden uzak durmaktır. Ancak çoğu zaman bu pratik değildir. Allerjik hastalarda, soğuk algınlığında olduğu gibi, vücutta histamin salgılanmasına neden olan parçacıklar sonucunca burun tıkanıklığı ve akıntısı oluşur. Antihistaminik ilaçlar histaminin etkisini önleyerek şikayetleri ortadan kaldırılabilir. Dekonjestanlar genişlemiş kan damarlarnı büzerek burnun açılmasını sağlarlar. Antihistaminiklerin büyük çoğunluğu uykuya meyli artırırken dekonjestanlar ( Burun damlalari ,Sudafed gibi ilaclar) tam bunun aksi olarak uyarıcı etki gösterir. Bu nedenle bu ilaçları bir arada kullanmak en doğru seçim olacaktır.


Antihistaminik kullanırken uykuya meyili olanların otomobil kullanmaları veya tehlikeli işlerde çalışmaları çok sakıncalıdır. Dekonjestanlar kalp hızını ve kan basıncını artırdıkları için yüksek tansiyonu, kalbin ritim bozukluğu, glokomu ve idrara çıkmada zorluğu olan hastalarda kullanılmamalıdır. Hamileler alacakları herhangi bir ilaç için mutlaka doktorlarına başvurmalıdırlar.


Kortikosteroidler (Kortizon) birçok allerjik hastada belirgin bir şekilde etkindir ancak bilinen yan etkilerinden dolayı muhakkak doktor kontrolunda kullanılmalıdır. Bunun yanında bu ilaçlar burun spreyi olarak kullanıldıklarında da etkilidirler ve bu kullanım şekli daha güvenlidir.


Allerji iğneleri en spesifik tedavi yöntemidir ve yüksek düzeyde başarıya sahiptir. Bazan hastanın hangi maddelere karlı allerjik oluşunu anlamak için kan ve deri testleri yapılır. Doktor tedavinin başlangıç şemasını belirleyecektir. Bunlar genelde enjeksiyonlar şeklinde olacaktır.


Bu tedavi insandaki antikorları bloke ederek allerjik reaksiyonun önlenmesi yoluyla etki gösterir. Birçok hasta ilaçların yan etkilerinden dolayı enjeksiyonu tercih eder.


Allerjisi olan hastaların sinüs enfeksiyonu olma eğilimleri daha da artmışdır.


VAZOMOTOR RİNİT


Rinit burunun ve burun zarlarının enflamasyonu demektir. Vazomotor kan damarları ile ilgili demektir. Burun zarları çok miktarda genişleme ve daralma yeteneğine sahip atar damar, toplar damar ve kılcal damarlara sahiptir. Normalde bu damarların yarısı açık yarısı kapalıdır. Fakat kişi ağır egzersiz yapıyorsa uyarıcı etkili hormonların (adrenalin) salgılanması artar. Adrenalin damarların büzülmesine neden olur. Bunun sonucunda zarlar büzülür, hava yolu açılır ve kişi daha rahat nefes alır.


Bunun tam tersi allerjik atakta veya kişi soğuğa maruz kalınca gelişir. Kan damarları genişler ve burun tıkanır. Allerji ve enfeksiyonlara ek olarak bazı başka nedenler de burun damarlarının genişlemesine sebep olarak vazomotor rinite yol açar. Bunlar arasında stres, tiroid foksiyonlarında yetersizlik, hamilelik, bazı tansiyon ilaçları, doğum kontrol hapları ve dekonjestan ilaçların aşırı veya uzun kullanılması sayılabilir.


Bütün bu nedenlerin başlangıcında burun tıkanıklığı geçici ve geri dönebilir niteliktedir. Yani neden ortadan kaldırılırsa hastalık düzelecektir. Bunun yanında eğer yeterince uzun sürerse bu sefer de kan damarları elastikiyetini kaybedecek ve olay geri dönülmez bir duruma dönüşür. Varisleşmiş damarlara benzerler. Hasta sırt üstü yattığında veya bir tarafına döndüğünde aşağı kısımları kanla dolar
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:11 pm

CICEK HASTALIGI (SMALLPOX)


Çiçek hastalığı uygulanan aşılama programları sayesinde 1977 yılında tüm dünyadan kaldırılmıştır. Çiçek hastalığı, Variola virüsü tarafından meydana getirilmektedir.

Hastalığın kuluçka süresi, virüs alındıktan sonra ortalama olarak 12 gündür, ancak bu süre 7-17 gün arasında değişebilir.

Hastalığın başlangıcında görülen şikayetler ve bulgular yüksek ateş, halsizlik, baş ve sırt ağrısıdır. Hastalarda tipik olarak kırmızı döküntüler görülür: Döküntüler en çok yüz, kollar ve bacaklarda ortaya çıkar. Döküntüler düz (kabarık olmayan) ve kırmızı lekeler şeklinde başlar ve genelde tüm hepsi aynı zamanda başlar. İkinci haftada bu düz-kırmızı lekelerin içi püy (cerahat) ile dolmaya ve kabuk bağlamaya başlar. Üç dört haftanın sonunda da döküntüler kabuk bağlar, ayrılır ve düşmeye başlar. Hastaların çoğunda tamamen iyileşme görülmesine rağmen, %30 kadar hastalık ölümle sonuçlanabilir.

Hastalığın kişiden kişiye geçişi, hastalıklı kişiden çıkan virüs içeren tükrük parçacıkları ile olur. Çiçek hastalığı olan kişilerde bulaştırıcılık hastalığın ilk haftasında en yüksek düzeydedir: çünkü bu ilk hafta içerisinde tükrükte çok miktarda virüs bulunmaktadır. Ancak bulaşıcılık döküntüler tamamen dökülüp ortadan kalkana kadar da devam edebilir.

Çiçek hatalığına karşı uygulanan rutin aşılama programları 1972 yılında sona erdi. 1972 yılından önce veya 1972 yılında çiçek aşısı yapılmış olan kişilerin, şu an bu hastalığa karşı dayanıklılıkları (bağışık olup olmadıkları) tam olarak bilinmemektedir yani belirsizdir. Dolayısı ile şu an herkesin çiçek hastalığına karşı duyarlı olduğu kabul edilmektedir.

Çiçek hastalığına karşı toplumun aşılanması şu an için önerilmediğinden, çiçek aşısı üretimi yapılmamaktadır.

Çiçek virüsüne maruz kalan kişilerde; eğer aşılama 4 (dört) gün içerisinde yapılırsa hastalığın şiddeti azalabilir veya hastalık hiç görülmeyebilir. Çiçek aşısı, vaccinia adı verilen ve variola dan farklı canlı virüs içeren bir aşıdır. AŞI VARİOLA (ÇİÇEK) VİRÜSÜ İÇERMEMEKTEDİR.

Çiçek hastalığının tedavisi bulunmamaktadır, ancak şu an için aşı üretimi faaliyetleri ve tedavi edici ajanların geliştirilmesine yönelik çalışmalar bulunmaktadır.

Çiçek hastalığına yakalanan kişilere destekleyici tedaviler önerilmelidir (serum takılması, ateş düşürücü ve ağrı kesici ilaç verilmesi gibi). Çiçek hastalığının üzerine bakteriyel bir enfeksiyon gelişmememesi için antibiyotik kullanılabilir.

CILTTE PIGMENT DEGISIMLERI


Cildimizin rengini, deri hücrelerince üretilen "melanin" pigmenti belirler. Bazen bu renklendirme mekanizmasına bir şey olur ve cildin bir bölgesi çok fazla melanin üreterek rengi koyulur (chloasma).

Bunun tersi de olur; cildin bir bölümünde hiç melanin üretilmeyince orası beyazlaşır. Beyaz bir leke periyodik olarak geliştiğinde "vitiligio" denen hastalığınız var demek olabilir.

Belirtiler

-Deride yavaş yavaş büyüyen beyaz lekeler,

-Deride koyu kahverengi lekeler.

Chloasma lekeleri en sık yüzde görülür ve pek uzaklara yayıldığı nadirdir. Bunlar en çok hamilelikle veya doğum kontrol hapı kullanmakla bağlantılıdır. Fakat hem kadınlar, hem erkekler, görünüşte hiçbir neden yokken rahatsızlığa tutulabilir.

Vitiligo en fazla 2 ile 30 yaşlarında ilk olarak ortaya çıkarsa da, herhangi bir yaşta başlayabilir. Yüzünüzde, gözlerin yukarısında, veya boyunda, koltuk altı, kasık, el veya dizlerde başlayabilir. Bunlar, çoğunlukla simetriktir ve bütün vücuda yayılabilir. Kalıtım faktörü sıklık-la söz konusudur.

Neden, melanin üreten hücrelerin bağışıklık sistemi tarafından tahrip edilmesi olabilir; bazı durumlarda tiroid sorunları veya pernisiyöz anemi gibi bağlantılı hastalıklar vardır.

Vitiligo da chloasma da hayatı tehdit etmez. Lekeleri gizlemek için kozmetikler veya cilt boyaları kullanılır. Vitiligo lekeleri güneşte kolayca yandığı için güneş yağı kullanmak gerekir.

Tedavi

Cildin düzenli rengini geri getirmek için repigmantasyon ve depigmantasyon tedavileri yapılır. Vitiligo lekelerinin repigmantasyonu, o bölgeyi lokal veya ağızdan alınan ilaçlarla (psoralen) duyarlı hale getirdikten sonra güneşe veya ultraviyole ışınına tutmakla yapılır. Bu 2 ile 3 yıl süreyle haftada 2-3 kere kullanıldığında 10 kişiden 6 sında işe yarayabilir. Ancak, yan etkileri olabilir.

Depigmantaspyon, chloasma lekelerinin rengini açan veya eğer vitilogonuz varsa geriye kalan cildin rengini açan losyonlar (benoquine veya hydroquinone) kullanarak yapılır.

CROHN HASTALIGI


İltihaplı barsak hastalığı terimi genelde nedeni bulunamamış (gastro entestenial bölgeyle ilgili) iki hastalığın tarifinde kullanılır. Bu hastalıklar Crohn hastalığı ve ülserleşmiş kolittir. Sık sık ileitis veya bölgesel enteritis diye de geçen crohn hastalığı barsağın kronik iltihaplanmasıdır. Daha çok bağırsağın alt kısmında (ileumda) görülür. Fakat kolonunuzu veya hazım yolları-nın diğer bir bölümünü de etkileyebilir. Sık sık iltihap bağırsak duvarının tüm kalınlığını sarabilir. Crohn hastalığı oldukça seyrek görülür. Aşağı yukarı her 50.000 insandan birinde ortaya çıkar. Tipik hasta beyaz ırktandır ve 15 ila 30 yaşları arasındadır.

Belirtiler

- Uzun süreli ishal,

- Düşük tansiyon,

- Yorgunluk,

- Kilo kaybı,

- Karın ağrıları ve göğsün etrafında veya karnın sağ tarafında ağrılar,

- Kas ağrıları,

- Deri lezyonları.

Baryumlu radyografik tetkik Crohn hastalığını belirler.

Crohn hastalığının seyri bir insandan diğerine farklılık gösterir. Crohn hastalığına yakalanmış birçok hasta da başlangıç safhasında çıkan bir iki hadiseden sonra hiçbir belirti görülmez. (asemptomatik, Semptomsuz) Fakat diğer bir çoğunda tekrar tekrar karın ağrısı, ishal ve düşük tansiyon olayı yaşanır. ishal o derece sulu olur ve gitgide artan bağırsak tıkanmasının getirdiği karın ağrıları o kadar şiddetlenebilir ki yemek yememeye başlayabilirsiniz. Crohn hastalığının komplikasyonları çok ve çeşitlidir. Gitgide artan özellikle ince bağırsakta görülen bağırsak tıkanması Crohn hastalığında cerrahi müdahalenin en sık rastlanan nedenidir. Tıkanma belirtileri uzun zaman içinde gelişir. Anal ve rektal (anüs ve rektumla ilgili) bölgelerin içinde ve çevresinde sık sık fistül ve fısür görülür. Fistül, bağırsağın iki bölümü veya bağırsak-la deri arasında oluşan anormal geçittir. Bir anal fisur anüsde veya etrafındaki deride olan çatlak veya yarıktır. (Anal Fisürler ve Fistüller). Fistüller oluştuğunda yemek buradan, olduğu gibi, gerekli özümleme yapılamadan geçer. Crohn hastalığında kanama da olabilir. Ancak çok miktarlarda kanama görülmez. Ekseriyetle, artan tıkanma, iltihaplı doku veya fistül ilaçla tedaviye cevap vermez ve cerrahi müdahale gerekebilir. Crohn hastalığında, bağırsakla ilgisiz belirtiler ve işaretler de olabilir. Artrit, özellikle büyük mafsallarda veya gözün veya cildin iltihaplanması ve nadiren de safra kanalındaki iltihaplanma crohn hastalığı ile ilgili olabilir. Ayrıca böbrek taşları oluşmasına da sık rastlanır. Crohn hastalığı ilerleyen bir rahatsızlıktır.

Tedavi

İlaç Tedavisi. Crohn hastalığı belirtisiz ya da hafifleme dönemindeyse, tedavi gereksiz olabilir. Belirtiler hafifse, örneğin günde birkaç kez gevşek dışkı söz konusuysa, doktorunuz ishale karşı bir hap ya da bitkisel lifler içeren bir katılaştırıcı yazabilir.

Hastalığınız daha aktifse, doktorunuz sulfasalazine ve kortikosteroidler gibi iltihaba karşı ilaçlar vermeyi düşünebilir. Kolon da rahatsızlığa dahilse, sulfasalazine özellikle etkilidir.

İltihap rektumla sınırlıysa, bir kortikosteroid lavmanı, iltihabın kontrol altına alınması ve belirtilerin hafiflemesi için yararlı olabilir. Son yıllarda rektumdaki iltihabı kontrol altına almak için aspirine benzer ilaçlar içeren yeni lavman preparatları, kullanılmaktadır. Bunlar yararlı görünmektedirler.

Kortikosteroidler, hastalığın daha önemli alevlenmelerine saklanır. Hastalığa kolonun ve ince barsağın dahil olduğu durumda etkilidirler. Bazı doktorlar, azathioprine gibi antikor oluşmasını önleyen bir ilaçla tedavi önerebilirler. Genellikle, bu ilaçların etkili olması aylar sürmektedir.

Özellikle anüs bölgesinde fistüller ya da çatlaklar varsa, metronidazol etkili olabilir. Genellikle bu ilacın yalnızca fistül ya da çatlak iyileşene kadar değil, tekrarlamayı önlemek için sürekli alınması gerekir. Bazen, kolondaki Crohn hastalığı için metronidazol kullanılır. Metronidazol, uzun bir süre kullanılırsa bacak-ta uyuşmaya ve yanmaya yol açabilir. Böyle bir şey olursa, doktorunuzla görüşün.

Bu ilaçlardan hiçbiri Crohn hastalığını tedavi etmez. Bu ilaçlar, belirtilerin azalmasını sağlamak için iltihaba karşı maddeler olarak kullanılırlar.

Bugün, araştırmacılar, ağızdan verilebilen ve ince barsak tarafından emilmeyen aspirine benzer bileşiklerin kullanımı üzerinde çalışmaktalar. Böylelikle, bu bileşiklerin iltihaba karşı özellikleri doğrudan iltihap bölgesinde etkili olabilir. Başka ilaçlar da araştırılmaya başlanmıştır.

Beslenme

Yeterli besin özümseme kabiliyeti, özellikle hastalık ince barsağın büyük bir kısmını etkiliyorsa ya da ince barsağın büyük bir kısmı ameliyatla alınmışsa, Crohn hastalığı olan insanlarda sınırlıdır.

Doktorunuz, yetersizlik kanıtları varsa, bazı vitaminler ya da mineraller önerebilir. Crohn hastalığı olan kişilerde, ince barsağın alt kısmında (ileum) emilen B12 vitamini eksikliği seyrek görülen bir durum değildir. Böyle bir durum varsa, B12 vitamini deriden aylık enjeksiyonlarla kolayca verilebilir.

Safra tuzları da ince barsağın alt kısmında emilir. Bu emilim zayıflarsa, doktorunuz düşük yağlı özel bir diyet önerebilir. Safra asitleri ince barsakta emilmezse, kolonda su emilimine müdahale ederek ishale neden olabilirler. Bazen, kolestiramin gibi safra asidi bağlayanbir ilacın kullanımı, dışkı miktarını azaltmakta etkili olabilir.

Bazı doktorlar, özellikle aktif Crohn hastalığı için, basit şekerler, amino asitler ve mineraller içeren sıvı preparatlardan oluşan temel besinlerin kullanımını savunmaktadırlar. Bu beslenme biçiminin etkililiğine ilişkin uzun dönemli kanıtlar olmadığı halde, bazen besinlerin daha fazla emilmesini sağlamak üzere barsaktaki iltihabı azaltabilmektedir. Hastalıktan etkilenen bazı kişilerin, Crohn hastalığının şiddetli nöbetleri sırasında, haftalar, hatta aylar boyu damardan beslenmesi gerekmektedir. Ağızdan gıda almaktan kaçınılması, barsağa dinlenme olanağı sağlamaktadır.

Ameliyat

Crohn hastalığı olanların yaklaşık yüzde 70i, hiç değilse bir kez ameliyata ihtiyaç duyarlar. Bu ameliyatlar genellikle tıkanma, abse ya da delinme gibi komplikasyonlar için yapılır. Cerrahi müdahale, yıllar boyu belirtileri hafifletebilse de, bir tedavi değildir ve hastalığın tekrarlaması çok yaygındır.

Hastalığın kolon bölgesiyle sınırlı olduğu insanlarda, özellikle ilaçla tedavi başarısız olursa, kalın barsağın alınması tavsiye edilebilir. Bu ameliyatta, tüm kolon, rektum ve anüs alınır ve ileumun (ince barsağın son kısmı) ucu, dışkının geçmesi için karın duvarından çıkarılır. Deliğin üzerine dışkının boşaltılacağı bir torba takılır Hastalık ince barsakla sınırlı olduğu zaman, cerrahi müdahale barsağın hastalıklı kısmının alınmasından ve sağlıklı barsağın iki ucunun birleştirilmesinden ibarettir
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
iwles
Sadık ÜyE
Sadık ÜyE
iwles


Mesaj Sayısı : 294
Kayıt tarihi : 20/10/07

Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty
MesajKonu: Geri: Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...   Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler... - Sayfa 2 Empty2007-10-21, 6:12 pm

CUSHING SENDROMU


Bu türden bir hastalık, aşırı miktarda glukorkortikoid hormonlar kanda dolaşmaya başladığı zaman ortaya çıkar. Bu türden bir aşırılığın ortaya çıkması adrenal bezlerde fazla üretimin olması veya bir başka rahatsızlığı tedavi etmek için steroid ilaçların uzun süreyle kullanılmasının sonucu olabilir. Bu hastalık adını 20.ci yüzyılın başlarında ortaya çıkan Amerikalı bir cerrah olan Harvey Cushing den alır.

Belirtiler

- Birkaç ay ile yıllar arasında değişen bir süreden sonra yüz yuvarlaklaşır ve daha kırmızı bir görünüm alır.

- Omuzlar arasında ve üstünde kambura benzer yağ birikimi

- Gövdenin alt kısmında cilt üzerinde çatlaklar

- Bitkinlik ve kaslarda zayıflık

- Su toplanması (ödem)

- Hipertansiyon

- Aşırı kıllanma

- Ruhsal sarsıntı

- İktidarsızlık veya adetten kesilme

- Özellikle omurga ve leğen kemiklerinde osteoporoz

- Şeker hastalığının başlaması

- Çürüklerin çok kolay bir şekilde ortaya çıkması

Teşhis

Doktorunuz fizik muayenede omuzları ve başınızı, Cushing e özgü değişiklikler açısından dikkatlice inceleyecektir. Yüzde yuvarlaklaşma ve kızarma, boyun kemikleri ve omuzlar arasındaki yağ dokusunda artış, teşhis açısından önemli bulgulardır. Bunlara sıklıkla kol ve bacaklarda morluklar da eşlik eder. Herhangi bir hastalığınızın tedavisi için (romatoid artrit, astım ya da bir deri hastalığı) kortikosteroid kullanıyorsanız, cushingin teşhisi oldukça kolay olacaktır. Ancak hastalık, böbrek üstü bezlerinizde aşırı hormon artışına bağlıysa, bazı testler için hastaneye yatmanız gerekebilir. Bu hormon artışı, böbreküstü bezi tümörü her iki bezde aşırı büyüme ya da bu bezlerin aşırı uyarılmasına yol açan bir hipofiz tümörüne bağlı olabilir.Karaciğerin ya da bazı başka organların habis tümörleri de Cushlng sendromuna yol açabilirler. Kan ve idrar testleri yapılarak, steroid hormonların düzeyinin artıp artmadığı anlaşılabilir. Hipofiz ve böbreküstü bezlerinin bilgisayarlı tomografisi de alınabilir.

İyi huylu bir hipofiz bezi tümörünün veya böbrek üstü bezi (adrenal) tümörünün veya böbrek üstü bezi (adrenal) tümörünün başarılı bir şekilde alınması tam bir iyileşme ile sonuçlanabilir. Ancak uzun süreli hormon tedavisi gerekebilir. Kalp krizleriyle birlikte ortaya çıkan hızlı bir ateroskleroz (damar sertliği) ve omurgada çatlaklar sık sık görülür. Eğer tedavi edilmezse, bu rahatsızlık ölümle sonuçlanabilir.

Eğer nedeni steroidin aşırı dozda kullanımı ise, steroid hormonların dozajı azaldıkça belirtiler yavaşça kaybolur.

İlaç Tedavisi

Eğer belirtiler bir ilaç tedavisi olarak steroid hormonların alınması nedeniyle ortaya çıkıyorsa, tedavi bunların kullanımı durdurmayı veya dozajı azaltmayı içerir. Ancak bu türden bir ilaç tedavisini doktorunuza danışmadan kesmeyin. çünkü steroid tedavisinin aniden durdurulması, söz konusu olan hastalığı hızlandırabilir (astım veya steroidin önerildiği diğer hastalıklar). Doktorunuz steroid dozajında kademeli bir şekilde giden bir azaltmayı önerecektir. Bazı durumlarda ilk başta önerilen steroidin yerine başka bir ilaç kullanılabilir: Stereoid ilaç tedavisinin dur-durulmasından bir yıl kadar sonra, yaralanma, enfeksiyon veya ameliyat gibi fiziki bir stres adrenal hormonun üretilmesinde tehlikeli bir yetersizliği ortaya çıkarabilir ve bu da acil tedaviyi gerektirebilir (Addison hastalığına bakın).

Cerrahi Müdahale

Cushing sendromu adrenal bezlerde, hipofiz bezlerinde veya karaciğerde bir tümörün sonucu olarak ortaya çıkıyorsa tümörün alınması veya hatta eğer adrenal bezlerde ise bezlerin hepsinin alınması en iyi tedavi şekli olabilir. Hipofiz bezlerindeki bir tümör için radyasyon tedavisi bir çözüm olabilir.

Eğer tedavi sonucunda adrenal bezler vücudun gerektirdiği hormonları temin edemez hale geliyorsa, doktorunuz eksik hormonları karşılaması için ağızdan bazı ilaçların alınmasını önerecektir.

DELİ DANA HASTALIĞI


İngiltere de ilk olarak 1986 yılında patlak veren ve sığır etinden insanlara da geçebileceği kabul edilen Deli Dana hastalığının başlıca nedeninin hayvancılığın bir sanayi haline geldiği Avrupa da sığırların ot yerine etle beslenmesi olduğu sanılıyor. Avrupa ülkelerinde et ve süt hayvanları ucuz ve karlı olduğu gerekçesiyle, giderek artan biçimde, bitkisel yemler yerine kemik tozu ve insan tüketiminde kullanılmayan artık etlerden imal edilen yemlerle besleniyor. Birçok bilim adamı doğal beslenme biçimine aykırı bu diyetin tehlikeli hayvan hastalıklarının yayılmasına neden olduğunu düşünüyor.


BSE


BSE, Bovine Spongioforme Encephalopathie kelimelerinin kısaltılması. Türkçesi: Sığırların beyinlerinde süngerimsi biçimde dejeneratif değişiklerin oluşmasıyla belirgin hastalık. Hastalığa yakalanan sığırların hareketlerinde anormallik olduğu için, bu hastalığa halk arasında “deli dana” hastalığı denildi.


BSE’NİN KÖKENİ


Deli dana hastalığına çok benzeyen ve sadece koyunlarda görülen Scarpie hastalığı, yaklaşık 250 yıldır biliniyor. Bu hastalık, diğer hayvan türlerine bulaşabiliyor. Scarpie hastalığından ölmüş bir koyun, sığırlar için hazırlanan yemlere katkı maddesi olarak kullanıldığında, hastalık sığırlara bulaşıyor.


BSE’NİN SIĞIRLARDAKİ BELİRTİLERİ


Hastalığın ilk belirtileri genellikle bulaşma tarihinden 4-6 yıl sonra görülüyor. İlk belirtiler, hayvanın temas sırasında çok korkması, dişlerini gıcırdatması ve saldırgan davranışlar göstermesi. Hastalığın ileri safhasında sığırlar, burunlarını ve böğürlerini anormal bir biçimde yalar, kulak hareketleri hızlanır, baş ve kulakların duruşu anormalleşir. Hayvanlar çok fazla titrer ve bacaklarını kontrol edemezler. Çok kaşındıkları için, genellikle kafa derileri yaralanmıştır. Sığırlar, hastalığın son safhasına doğru düşer ve felç olur. Hastalığın başladığı tarihten 2-3 ay sonra da ölürler.


BSE İNSANA NASIL BULAŞIR?


BSE hastalığının insanlara da bulaştığı biliniyor. BSE’nin insanlarda görülen biçimi klasik Creutzfeldt-Jakob hastalığına çok benziyor. Creutzfeldt-Jakob hastalığı ilk kez 1920’li yıllarda iki Alman Nörolog tarafından tarif edilmişti. Bu hastalık, insanlarda normalde 60 yaşından sonra görülüyor. Klasik Creutzfeldt-Jakob hastalığının nedenleri hala bilinmiyor. Son zamanlarda genç insanlar da Creutzfeldt-Jakob hastalığının belirtilerine çok benzeyen bir hastalık nedeniyle hayatını kaybedince, bilim adamları, BSE’nin insanlara da bulaştigi sonucuna vardilar.


CREUTZFELDT-JAKOB HASTALIGININ BELIRTILERI


Hastaligin ilk belirtileri yorgunluk, uyku bozuklugu ve iştahsizlik. Hastalar, dizlerinde agri hisseder ve hareketlerini kontrol etmekte zorlanirlar. Ardindan hafiza kaybi başlar. Hastaligin son safhasinda istem dişi kas hareketleri hastayi yataga düşürür ve hasta yataginda ölümü bekler. Creutzfeldt-Jakob hastaliginin tam teşhisi ancak otopsiyle yapiliyor. Otopside, hastanin beyninin süngerimsi bir biçim aldigi görülür.


HASTALIGA YAKALANMAMAK IÇIN NELER YAPMALI?


BSE hastaligina en fazla Ingiltere’de yetiştirilen sigirlarda ve orada üretilen yemlerde rastlandigi için, Ingiltere’den ithal edilen koyun ve dana eti alınmamalıdır.


Bilim adamları, hastalıklı sığırlardan yapılan süt ürünlerinde ve et suyu tabletleri gibi ürünlerde çok az sayıda virüs bulunduğu için, hastalığın bu ürünlerden bulaşmasının mümkün olmadığı görüşünde.


Beyin, dalak ve omurilik içeren ürünler ise çok tehlikeli. Sığır dokuları içeren kozmetik ürünlerinin de tehlikeli olmadığını belirten bilim adamları, her ihtimale karşı bitkisel maddelerden yapılan ürünlerin tercih edilmesini öneriyor.


BSE VEYA CREUTZFELDT-JAKOB HASTALIĞININ TEDAVİSİ


İlaç tedavisi şu an mevcut değil.


BSE HASTALIK ZİNCİRİ NASIL KIRILIR?


Scarpie hastalığı nedeniyle ölmüş koyunların, hayvan yemi olarak kullanılmaması gerekiyor.


Hastalanan sığırlar hemen kesilmeli ve yakılmalıdır.

DEMIR EKSIKLIGI ANEMISI


Demir eksikliği anemisi kendi başına bir hastalık değildir, her zaman başka bir hastalığın bir semptomudur. Nedenleri arasında Uzun süreli kanamalar; gebelik, emzirme ve gelişme çağı gibi demir gereksiniminin arttığı durumlar; yiyecek emilim bozukluğu, şpru hastalığı gibi demir emilim bozuklukları; besinlerle yeter miktarda demir alınamaması sayılabilir. Özellikle üreme çağındaki bayanlarda çok sık rastlanan bir durumdur.

Belirtiler

Solukluk, çarpıntı, nefes darlığı, yorgunluk, halsizlik gibi genel anemi belirtileri yanında dudak köşelerinde çatlaklar, tırnakların kırılması, saçların kırılıp dökülmesi, dil yanmaları, yutma güçlüğü (Plummer-Vinson sendromu), iştahsızlık, kabızlık gibi semptomlar da bulunur.

Laboratuar

Hipokrom anemi bulguları olarak Ortalama Eritrosit Hacmi 81 den az, Otralama Eritrosit Hemoglobin 27 den düşük bulunur; eritrosit morfolojisinde mikrositoz, poikilositoz, anülositoz, anizositoz saptanır. Serum demir düzeyi normalden düşük bulunur. Serum ferritin düzeyinin veya kemik iliğinde sideroblastların azalmış bulunması tanıyı kesinleştirici kriterlerdir; kemik iliğinde demir deposunun yokluğunu ifade ederler. Kemik iliği tetkikinde eritrosit yapım hızının arttığı saptanır. Serum ferritin düzeyinin azalmış bulunduğu vakalarda kemik iliği incelemesine gerek kalmaz.

Tedavi

Demir eksikliğini yaratan sebebin araştırılması:

Demir eksikliği anemisi tanısı konduktan sonra demir eksikliği oluşturan sebebe yönelik inceleme yapılmalıdır. Mesela mide tümörü veya diyafragma fıtığı gibi uzun süreli kanama yapan bir neden ortaya çıkarılabildiği takdirde bunun cerrahi yoldan tedavisine çalışılır, aksi halde demir tedavisi yarar sağlamaz.

Kan verilmesi: Ağır demir eksikliği anemilerinde tedaviye kan transfüzyonları ile başlanılmasının akut yararı vardır, kemik iliği uyarılmış olur.

Demir tedavisi: Uzun süreli demir eksikliği anemilerinde demir tedavisine ağızdan demir ilaçalrıyla başlanmalıdır. Saf demir ilaçları tercih edilmelidir. Demirli ilaçlar aç karnına veya yemekler arasında alınırsa daha iyi emilir, fakat hastaların çoğu mide yakınmaları nedeniyle tok karnına almayı tercih ederler. Ağız yoluyla aşırı dozda demir alınmasının sakıncası yoktur, zira ince barsaklardan demir emilimi vücudun gereksinimi oranında olur ve hemosideroz (fazla demir depolanması) tehlikesi ortaya çıkmaz.

Ağızdan günlük demir elementi dozu 100-200 mg dır. Preparatları kullanırken her birinin içerdiği demir miktarı göz önünde tutularak dozlama yapılmalıdır.

Vitamin C, mineral ve diğer vitaminlerle takviye edilmiş demir preparatlarının saf demir preparatlarına bir üstünlüğü yoktur. Demir tedavisine başlamadan önce retikülosit sayımı yapılmalı ve hastanın tedaviye cevabı 7 gün sonraki retikülosit sayımı ile kontrol edilmelidir.

Retikülosit krizi denen retikülosit artışı (% 20 nin üzerine çıkması) demir tedavisine cevap alındığını ifade eder. Aksi halde demir eksikliği dışında bir başka anemi ihtimali araştırılmalıdır (aplastik anemi?). Demir tedavisine retikülosit kriziyle cevap alındıktan sonra ağızdan demir verilmeye 3 ay kadar ayni dozda devam edilerek vücudun demir depoları doldurulmalıdır. Hemoglobin miktarı 10 gün sonra artmağa başlar ve yeterli hemoglobin artışı tedavinin 25 inci gününden sonra sağlanmış olur.

Parenteral (iğne şeklinde) demir tedavisi, uzun süreli demir eksikliği anemilerinde pek gerekmez. Ancak ince barsaklardan emilim bozukluğu olanlarda veya oral (ağızdan) demir tedavisine tahammül gösteremeyenlerde başvurulabilir. Kas içi ve damar içi zerkleri mümkündür. Damar içi zerklerinin teknik zararları ve yan etkileri fazla olduğu için pek tutulmamaktadır. Kliniklerde kas içi demir zerkleri tercih edilmektedir. Jectofer ampullerinin i.m. zerkleri ağrılıdır. Ferrum Hausmann ın i.m. zerkleri ise ağrısızdır.

Ampulünde 100 mg elemanter demir bulunur. Parenteral demir dozajı: Hemoglobini % 1 g artırabilmek için ortalama 200 mg demir elementine gereksinim olduğu hesaplanmıştır. Kadınlarda bu miktar 50 mg kadar fazladır. Hemoglobin açığı (normal miktar - hastadaki HIb miktarı) 200 ile çarpılır. Bulunan rakama depo demiri olarak 1000 mg eklenir ve elde edilen gr kadar parenteral demir, Ferrum Hausmann ampulündeki 100 mg a bölünür. Böylece kaç ampul Ferrum Hausmann kullanılacağı hesaplanmış olur. Bu şekilde bulunan sınırın aşılması doğru olmaz, zira i.m. yoldan verilen demirin hepsi dolaşıma ulaşacağı için hemosideroz (karaciğer yetmezliği, diyabet) tehlikesi doğar. Genellikle parenteral demir tedavisi için 20-30 ampul yeterli olmaktadır.

Demir tedavisinin yan etkileri:

Oral kullanımda bulantı, kusma, mide ağrısı, ishal görülebilir. Kas içi kullanımda ise zerk yerinde ağrı, iltihaplanma, hafif solunum güçlüğü ve göğüs ağrısı olabilir. Damar içi zerklerde ise şok, aşırı kusmalar, terleme, sırt ve göğüs ağrıları olabilmektedir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Tıp Sözlüğü ve Tıbbi Bilgiler...
Sayfa başına dön 
2 sayfadaki 6 sayfasıSayfaya git : Önceki  1, 2, 3, 4, 5, 6  Sonraki
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
: : : SÜPER FORUM TÜRKİYE : : : :: YAŞAM :: Sağlıklı Yaşam-
Buraya geçin: