: : : SÜPER FORUM TÜRKİYE : : :
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


TüRkİyE'nİn ''EN'' SüPer FoRuM SiTeSi
 
AnasayfaAnasayfa  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yap  

 

 Edebiyat Konu Anlatımı

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 3:59 pm

Edebiyat Nedir ?



Edebiyatın ne olduğunu anlayabilmek için onun, dilden, konuşma ve düzyazı dilinden farklı olan yanlarını ortaya koymak gereklidir.

Konuşma ve düzyazı dilinde, dil bir araç, sözcükleri kullanmakla girişilmiş, belli bir amaca dönük eylemdir. Doğruyu araştırma, ortaya koyma, başkalarına iletme aracıdır. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler görevini yaptıktan sonra işe yaramaz hale gelir. Önemli olan meydana getireceği sonuçlardır. Sonuç yani amaç, onu okuyan, ya da dinleyendeki değişimdir. Düşüncemizi dile getiren sözcükleri nasıl biçimlendirdiğimizi unuturuz. Onlar aracılığı ile düşüncemizi ilettiğimiz kişi de onların nasıl biçimlendirildiğine dikkat etmez. Unutur. Dil, bizi doğrudan doğruya öteki insanlarla yada eşya ve düşüncelerle karşı karşıya getirir. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler saydamdır. Uçarıdır. Aradan kaybolur gider.

Oysa şiir ve edebiyatta bunların tam tersi oluşmaktadır.

Şiir ve edebiyatta dil bir araç değil, biraz amaçtır. Şiir ve edebiyatta dil, sözcükler, cümleler ve biçimler nesnel (objektif) hale gelirler, şeyleşirler.

İnsanla öteki insanların, eşyanın ve düşüncelerin arasına girip saydamlaşmaz şiir. Uçarı hale gelmez konuşma ve düzyazı da olduğu gibi. Tam tersine, karşımıza çıkar. Resim gibi, heykel, müzik, yapı gibi (eşya) değeri kazanır.

Şair cümle kurmaz, bir nesne meydana getirir. Sözcüklerle, güzel, unutulmaz biçimler yaratır. Sözcüklerin bir araya özel biçimler altında getirilişinde derin eğilimler dürtüsü vardır.

Şair, dilde olduğu gibi sözcüklerden yararlanmaz. Onlara yararlı olur. Renk, ses, hacim gibi onları şeyleştirir, kırar, bozar ve yeniden birleştirerek bir şiir dünyası kurar.

Sözlerin ve sözcüklerin nesnelleştirilerek özel işaretler, deyişler, tılsımlı biçimler haline getirilmesi, bunların sihir ve büyü alanında kullanılması, unutulmayan, ezberlenen özel biçimlerle tekrar edilmesi, şiirin doğuşunu hazırlayan en eski etkenlerdir. Bu yönden denilebilir ki, yazı şöyle dursun, tam konuşma dilinin bile gerçekleşmediği, insanın ve insanlığını en eski tarihinde şiir ve şiir dili vardır. Demek ki, edebiyat, dilden önce idi.

Bununla beraber gerçek şiir ve edebiyat yazının bulunup kullanılmasından sonra gelişmiştir.

Sanat dışı konularda (politika, hukuk, mektup vb. alanlarda) bile ilk yazılı metinler, edebiyata yakın, destanî, güzellik iddiası ile yüklü oldukça nesnel eserler olmuşlardır.



EDEBİYATTA AKIM DENİLİNCE NE ANLAŞILIR?



Akım, insan düşüncesinin ve yaşamının, tarih içinde değişik dünya görüşlerinin birbirini izleyerek devam etmesidir.

Tarih boyunca insanlar her çağda bilim ve felsefe verilerinden, sosyal, ekonomik, siyasal gerçeklerden esinlenerek, ileriye doğru atılımlar yaparak, eskiyen düşünce ve biçimlerin yerine yenilerini ve başkalarını koyarlar.

“İyiye, Güzele ve Doğruya” sloganı ile ifade edilen bu atılımlar yeni ahlâk, estetik ve bilim değerleri getirirler.

Sanat ve edebiyat akımları her çağın kendine özgü gerçekleri ve değerleri açısından ortaya atılan güzellik anlayışları, estetik görüşleri ve ölçüleridir.

Edebiyat ve sanat akımları, milli ve milletlerarası bilimsel, felsefi, sosyal, ekonomik, siyasal, ahlâki, dinsel yaşamın ürünleri olurlar ve tarihsel değerlerin uzantısı içinde eskiye ve kurulu düzene varolan edebiyat ve sanat anlayışına karşı ihtilâlci karakter taşırlar.

Ama bu devrimci karakter çoğu kez yöntemlerde ve yöntemlerin uygulanışında göze çarpar. Oysa edebiyat ve sanat akımları tarih içinde klâsik görüşlere zaman zaman dönerek tazelemeler, tekrarlar, yeniden değerlendirilişler yapmaktadırlar.

Her toplumun edebiyatında, kendisine özgü milli akımlar, aşamalar vardır. Fakat bunlardan bir kısmı ulusal sınırları aşarak uluslararası değer ve kapsam kazanırlar. Sonra bunlar ulusal sanatları etkiler.

Edebiyat ve sanat akımlarına ekol, okul, meslek ve çığır da denilmektedir.



DÜNYA ÇAPINDA ETKİLER YAPMIŞ OLAN SANAT VE EDEBİYAT

AKIMLARININ EN ÜNLÜLERİ HANGİLERİDİR?



Uluslararası değer taşıyan etkili edebiyat akımlarını şöyle sıralayabiliriz:



1- İlkel edebiyat

2- Doğu edebiyatı

3- Anadolu edebiyatı

4- Arap edebiyatı

5- Batı edebiyatı

6- Mistik edebiyat

7- Hıristiyan edebiyatı

8- İslâm edebiyatı

9- Hümanist edebiyat

10- Rönesans

11- Klasisizm

12- Romantizm

13- Realizm

14- Natüralizm

15- Parnassizm

16- Sembolizm

17- Kübizm

18- Fütürizm

19- Dadaizm

20- Sürrealizm

21- Egzistansiyalizm
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:00 pm

Eski Türk Edebiyatı:

XIII. asırdan sonra Türk cemiyet hayatında çeşitli zümre ve çevrelerin teşekkülü, değişik edebî mahsullerin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Saray, konak, medrese çevrelerinde ve bunlara yakın topluluklarda okumuşlara mahsus yeni bir edebiyat doğmaya başlamıştı. Kaynağını ve örneğini daha çok İran edebiyatından alan, İslâm kültürünün bütün kollarından belenen, Türk ruhunun hususiyetlerini aksettiren ve mahallî çizgileri veren bu edebiyat, 600 yıldan fazla devam etmiş ve canlılığını kaybetmekle beraber günümüze kadar gelmiştir.
Yüksek zümre edebiyatı denen ve asırlar boyunca dil ve muhteva bakımından örnek teşkil ettiği ve okullarda okutulduğu için "klasik" kabul edilen bu edebiyat, umumiyetle Divan edebiyatı ismiyle tanınmıştır. Bu suretle adlandırılmasına sebep, bu edebiyatın daha çok manzum eserlerden meydana gelmesi ve şiir kitaplarına "divan" denmesidir.
Divan şiiri Anadolu'da XIII. asırda Selçuklular zamanında Hoca Dehhânî ile başlamıştır. XIV. asırda Ahmedî, Şeyhoğlu, Ahmed-i Dâî gibi şairlere sahip bulunan bu edebiyatın ilk büyük üstadı XV. asırda yaşamış olan Şeyhî'dir. Fatih devrinde Ahmet Paşa ve daha sonra Necâtî'yi yetiştiren Divan şiiri XVI. asırda Zâtî, Bâkî, Hayâlî, Taşlıcalı Yahya, Nev'î, Fuzûlî, Rûhî-i Bağdâdî, Hâkanî, XVII. asırda Şeyhülislâm Yahya, Nef'î, Nâilî, Necâtî, Nev'î-zâde Atâî, Nâbî, Sâbit. XVIII. asırda Nedim, Şeyh Galib, Râgıb Paşa, XIX. asırda Yenişehirli Avni, Ziya Paşa gibi büyük sanatkârların eserleriyle fevkalâde bir gelişme göstermiştir.
İslâm kültürü kaynağından beslenen ve bilhassa başlangıçta İran edebiyatını örnek alan Divan edebiyatımız muhteva itibariyle çok çeşitli unsurlara dayanmaktadır. Divan edebiyatının iç zenginliğini ve özünü teşkil eden ve bugün onu iyi anlamak için bilinmesi gereken bu eski kültür ve bilgi malzemesi şunlardır :
1- Dinî inançlar (âyet ve hadisler),
2- İslâmî ilimler (tefsir, kelâm, fıkıh)
3- İslâm tarihi,
4- Tasavvuf ve remizleri,
5- İran mitolojisi (şahsiyetler ve hâdiseler),
6- Peygamber kıssaları, mûcizeler, efsaneler, rivayetler
7- Tarihî, efsanevî, mitolojik şahsiyetler ve hâdiseler,
8- Çağın ilimleri (hikmet, kimya, hendese, tıp vs.),
9- Türk tarihi ve millî kültür unsurları,
10- Devrin edebiyat anlayışı ve edebî bilgileri (belâgat),
11- Dil malzemesi (deyimler, atasözleri; Arapça ve Farsça kelimeler, şekiller, tamlamalar, birleşik sıfatlar vs.).
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:00 pm

Divan Edebiyatı:

Türk edebiyatı XIV.asırdan Tanzimat dönemine kadar doğu medeniyetinin, dolayısıyla beş yüz yıl İran ve Arap edebiyatlarının etkisi altında yaşamıştır. Çünkü Orta Asya kültür çevresinden Anadolu bozkırına yerleşip, İslam dinini kabul eden Türkler, ister istemez Müslüman doğu kültürleri ile temasa geçmişler, Arap ve İranlıları edebiyat alanında örnek almışlardır. Anayurt'tan bir bütün olarak getirilen Türk edebiyatı, Anadolu'da halk ve divan edebiyatı olarak gelişmiştir. Halk edebiyatı, saz ve tekke şairlerinin elinde halk arasında yaşarken, saray çevresini dolduranlar da divan edebiyatının gelişmesini sağlamışlardır.

İran şairlerinin eserlerini taklitten başka bir şey olan divan edebiyatı ümmet çağındaki dini hayatı yansıtan her yönüyle bir saray edebiyatı hüviyetini taşımıştır. Bu edebiyatın en çok kullanılan edebi türü şiirdir. Olaylar ve hikayeler bile şiir olarak yazıldığından, bunun dışındaki edebi türlerin gelişmesini önlemiştir. Gazelleri, kasideleri, mesnevi ve hikayeleri, gerçek ve temelsiz inançları kapsayan eserleriyle yaşadığı devrin bir aynasıdır. Bu çağda başka türlü bir hayat ve edebiyat söz konusu olamaz. Halinden memnun Osmanlı toplumu henüz değişme ve yenileşme diya bir problemle karşı karşıya gelmemiştir.

Divan şiirine altın çağını yaşatan Ali Şir Nevai, Fuzuli, Baki, Nedim, Nef'i, Şeyh Galip gibi şairler bile konu bakımından kadın, aşk hikayeleri, şarap, tasavvuf, tabiat v.s. gibi temalar içinde sıkışıp kalmışlardır. Gerek bu içine kapanmış Osmanlı toplum düzeni, gerek toplumun içinde yaşadığı zevkleri yansıtan bu edebiyat, aşağı yukarı beş asır devam etmiştir. Bu bakımdan yüzyıllarca kalıplaşmış bir şekil ve anlatım düzeni içinde donup kalan ve asırlarca şairden şaire keyfi olarak Fars ve Arap dillerinin etkisinde kelen divan edebiyatına aruzla yazılan ve medrese öğrenimi görmüş yüksek tabakaya özgü bir edebiyattır diyebiliriz. Daha açıkçası sosyal olaylara karşı ilgisiz kalmış divan şairleri padişahların, hükümet ricalinin keyfine göre kaside ve gazeller yazmaktan başka iş yapmamışlardır.

Divan edebiyatı aslında halkın yabancı olmadığı aşk, ölüm, kıskançlık gibi insancıl duyguları da işlemiştir. Ama ne var ki kullanılan dil yüzünden halktan kopmuş, halka inememiştir. Çünkü halkın konuştuğu Türkçe ile divan edebiyatının İran ve Arap dillerinin sözcükleri ile dolu ağdalı terkipli dili arasında uçurum vardı. İşte divan şairlerinin kullandığı dil sayesinde Tanzimat, hatta Cumhuriyet dönemine kadar süren bir zevk ayrılığı meydana gelmiştir. Ayrıca yüksek tabaka, Araplardan gelen aruz vezniyle şiirler yazarken, halk ve tekke edebiyatlarında ise Türklerin İslam medeniyet dairesine girmeden önce kullandıkları hece vezni hakimiyetini sürdürmeye devam etmiştir.

Şu halde divan edebiyatının devam ettiği beş asırlık bir zaman şeridi içinde gerek dil gerek vezin bakımından ayrı, ama halkın benimseyip gönlünde yaşattığı ikinci bir edebiyat ta birlikte yaşamıştır. Hatta yan yana ve iç içe. Ama divan edebiyatı hiçbir zaman ne halktan yana olmuş, ne de halk tarafından kabul edilmiştir. Sarayla halk arasındaki bu zevk ayrılığı yüzyıllarca sürüp gitmiştir.
Bu zümre edebiyatının medrese kültürü ve doğu zevkine bağlılığı yüzünden ne bir Türk nesri meydana gelmiş, ne bir Türk grameri ve sözlüğü ortaya çıkarılmıştır.
Saray ile halk arasındaki bu ikiliğin ve zevk ayrılığının meydana gelmesini Agah Sırrı Levent iki sebebe dayandırmaktadır.

1- Türk padişahları gösterişli ve tantanalı saraylara kurulduktan sonra göz kamaştırıcı bir hayat yaşamaya başlamışlardı. Bu görkemli saray hayatında yabancı ve Türk şairler hakanlara sundukları kasidelerle bol ihsanlar elde etmişlerdir. Bunun sonucunda ise halkın içinde yaşayan milli gelenekler bir yana itilerek sarayla halkın arası açılmıştır. Arap ve Fars dillerinin revaç görmesi sonucu Türk dili adeta bir yana itilmiştir.

2- Öğrenimini Arapça yapan medreseler de kültür yönünden halkı ikiye ayırmışlardır.
Bu devirde halkın dilini kullanıp, onun içine kadar inenler sadece görüşlerini yaymak için uğraşan ve bir nevi Anadolu'nun iç aydınlığı diyebileceğimiz tarikat sahipleri ile bölge bölge dolaşarak halk arasında bugün bile etkilerini sürdüren halk şairleri olmuşlardır
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:00 pm

Tanzimat Edebiyatı:

Ahmet Hamdi Tanpınar;Tanzimat ve ondan sonra gelişen edebi cereyanları inceleyebilmek için Türk toplumunu etkilemiş bir kaç realite üzerinde durmak gerektiğini belirtir. Zira Tanzimat edebiyatı bir medeniyet değişmesinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Bunu gözden uzak tutmamak gerekir.
Tanzimat ve sonrası dönemlerde Türk toplumunu etkileyen sosyal ve kültürel olaylar aynı zamanda edebiyatımızın da değişmesi ve yenileşmesine ortam hazırlamıştır. Bu önemli olaylar şunlardır:
1- 1839'da ilan edilen Tanzimat Fermanı
2- 1876 ve 1908 birinci ve ikinci meşrutiyet denemeleri.
3- 1918 imparatorluğun dağılışı ile 1923'te Cumhuriyet ilanı ve Ankara'nın başkent oluşu.

Bu önemli siyasi olaylar ve demokrasi denemelerinin her biri genellikle bir edebi hareketin başlangıcı ve gelişme ortamı olmuşlardır.
19. asır Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme ve çöküş devridir. Büyük fetihler artık gerilerde kalmıştır. Ordular yenilgilerden kurtulamaz olmuştur.III. Selim devrinde ilk kez orduda yapılan ıslahat hareketleri ile Avrupa'nın teknik ve kültürel üstünlüğü anlaşılmış ve imparatorluk yönünü batıya çevirmek zorunda kalmıştır.
İşte Tanzimat edebiyatına verilen isimde 3 Kasım 1839'da Reşit Paşa tarafından ilan edilen ve Gülhane Hattı Hümayunu da denilen yenileşme beratının yürürlüğe konmuş olmasından doğmuştur. Bu olay daha sonraları Tanzimat Fermanı olarak adlandırılacak,gerek siyasi alanda gerek edebi ve toplumsal hayatta batıya yönelmenin resmi bir belgesi sayılacaktır. Edebiyat Tarihçilerimizde 1839 yılını Tanzimat edebiyatının başlangıcı olarak kabul edeceklerdir.
Tanzimat dönemiyle yeni açılan mekteplerde öğretimin Türkçe'ye dönmesi, gazeteciliğin başlaması ve garp etkisiyle beraber gelişen milli şuur sonucunda yepyeni bir ortam doğmuştur. Tanzimat edebiyatı dediğimiz edebi yenileşme ister istemez toplum bünyesinde ki bu değişmelere,uyanan yeni fikir akımlarına paralel olarak ortaya çıkmış,yeni bir medeniyet değişiminin sonucu olarak gelişmiştir. Tanzimat dönemiyle birlikte edebiyatımızda sosyal ve siyasal konular günlük olaylar tartışma alanına çekilmiştir.

Tanzimat edebiyatının ilk nesli olan Şinasi,Ziya Paşa,Namık Kemal'in amaç bakımından gayretleri aşağı yukarı aynıdır. Bu ilk nesil birbiri ardından ve birbirlerini bütünleyen çalışmalarıyla Türkiye'de siyasi Tanzimat devriyle ölçülmeyecek kadar geniş bir aydınlar sınıfı yetiştirmişlerdir. Asıl yaptıkları iş ise Türkçe'nin gelişmesine gösterdikleri çaba olmuştur. Bilhassa Şinasi'nin (1826-1871) çıkarmış olduğu Tasvir-i Efkar gazetesi çevresinde uyandırdığı halkçı dil hareketi ve peşinden gelenlerin getirdiği yeni edebiyat anlayışı bunda önemli bir rol oynamıştır. Aynı zamanda Tanzimat edebiyatının kurucusu sayılan Şinasi şiirde ilk defa eski şekiller içinde yeni kavramları kullanmıştır. Namık Kemal ise daima geniş yankılar uyandıran eserler yazmış,neslinin en gür sesli şairi ve dava adamı olarak görülmüştür.Ziya Paşa divan şiiri geleneğini sürdürmesine rağmen,siyasi ve sosyal düşünceler,halk dilinin yazı dili olmasını savunan fikirleriyle arkadaşlarının ortak ülkülerine katılmıştır.
Tüm bu yapılmak istenenlere rağmen Tanzimatçılar beş asır devam eden divan edebiyatı geleneğinden tam olarak kurtulamamışlardır. Bu ilk neslin genel sanat felsefesi “toplum için,vatan için,hürriyet ve halk için sanat” anlayışı olmuştur.
Tanzimat edebiyatının birinciler kadar kavgacı olmayan ikinci nesli diyebileceğimiz Hamit,Ekrem ve Samipaşazade Sezai gibilere gelince;bunlar ustalarının izinde yürümekle beraber,siyasi ortamın ve devlet yönetimindeki baskının Tanzimat'ın ilk yıllarına oranla ağırlaşması sonucu “Toplum için sanat” felsefesini bırakıp “Sanat için sanat” görüşünü benimsemişlerdir.

Tanzimat Edebiyatının bu iki nesli arasında Namık Kemal,Şinasi,Abdülhak Hamit gibi güçlü temsilcileri yetişmiş olmasına rağmen, o yıllarda son çırpınışlarını gösteren eski edebiyatla,tutunmaya çalışan yeni edebiyat boğuşma halindedir.Bu devirde okuyan ve yazan kitle arasında eski edebiyata bağlı olanlar hala kabarıktır.Buna rağmen yeni neslin görüşleri bilhassa bizim için tamamen yeni olan gazete yazıları,roman,tiyatro,eleştiri gibi nesir çeşitlerinde daha kısa zamanda ve kolayca zafere erişir.

Tanzimat Edebiyatının Genel Özellikleri:

a. Tanzimat edebiyatı sanatçıları, Divan edebiyatında bulunan şiir, tarih, mektup, v.b gibi edebiyat türlerini Batı anlayışına göre yenileştirmişler; ayrıca, Divan edebiyatında hiç bulunmayan makale, tiyatro, roman, hikaye, anı, eleştirme, v.b. gibi yeni edebiyat türleri getirmişlerdir.

b. Tanzimat edebiyatının özellikle ilk devirlerinde yetişen sanatçıların çoğu (Ziya Paşa, Namık Kemal, v.b...) Montesquieu, Rousseau, Voltaire, v.b. gibi Fransız devrimci yazarlarının etkisi altında kalarak, makale ve şiirlerinde zulme, haksızlığa, hırsızlığa. geriliğe karşı şiddetli bir dille mücadeleye girişmişler; vatan, millet, hürriyet. hak, adalet, kanun, meşrutiyet. v.b. gibi kavramları memlekete yaymaya çalışmışlar, “toplum için sanat” anlayışını benimsemişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen sanatçılar ise (Recai-zâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hâmit, Sami Paşa-zâde Sezai v.b.) toplum işlerine daha az karışmışlar, “sanat için sanat” anlayışını benimser görünmüşlerdir.

c. Çoğu Fransız edebiyatını örnek olarak alan bu sanatçıların bir kısmı Klasisizm (Şinasi, Ahmet Vefik Paşa, Ali Bey, v.b.).bir kısmı da Realizm (Recai-zâde Mahmut Ekrem, Sami Paşa*zâde Sezai, Nabi-zâde Nâzım, v.b.) akımlarının etkisi altında eserler vermişlerdir.

ç. Tanzimat edebiyatı, Divan edebiyatının tersine olarak, seçkin kişiler için değil, halk için meydana getirilen bir edebiyat olmak iddiasıyla ortaya çıkmıştır. Bu görüşü benimseyen sanatçılar (Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ali Bey, v.b.) özellikle makale, tiyatro, anı, kısmen de roman türlerinde bu yolda eserler vermişlerdir. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen bazı sanatçılar ise (Recai-zâde Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit, v.b.) bu amaçtan uzaklaşmış görünmektedirler.

d. Bu görüşün bir sonucu olarak, dilin sadeleşmesi, konuşma dilinin yazı dili haline gelmesi düşüncesi savunulmuştur. Tanzimat edebiyatının başlıca sanatçıları (Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Mithat, Ahmet Cevdet Paşa, Şemseddin Sami, v.b.) dil konusunda böyle düşünmekle birlikte, hiçbiri eski alışkanlıklarından kurtulup da büsbütün konuşma diliyle yazmış değildir. Sade dil, daha çok, tiyatro; anı, mektup, bir dereceye kadar da makale ve romanlarda kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen sanatçıların bir kısmı ise ( Recai-zâde Mahmut Ekrem, Sami Paşa-zâde Sezai, özellikle Abdülhak Hamit) konuşma dilinden epey uzaklaşmışlardır.

e. Tanzimat edebiyatında en önemli yenilik, nesirde, anlatımın kuruluşunda görülmüştür. Bu edebiyatta söz hüneri göstermek değil, birtakım düşünceleri halka yaymak amacı güdüldüğünden, “seci” ler atılmış, asıl düşünce ile ilgisi bulunmayan doldurma sözlere yer verilmemiş, düşünceler sayfalarca süren uzun cümleler yerine kısa cümlelerle anlatılmaya çalışılmıştır.

f. Tanzimat edebiyatı nazmında şiirin konusu genişletilmiş, günlük hayatla ilgili her türlü olay, duygu ve düşünce şiir konusu olarak seçilmiştir;
İlk zamanlarda Divan edebiyatı nazım biçimlerinin dışına pek çıkılmamış, yeni düşünceler eski biçimler içinde söylenmiş (Ziya Paşa, Namık Kemal v.b.) ise de sonraları eski biçimler büsbütün bırakılarak yeni biçimler kullanılmaya başlanmıştır (Recai-zâde Mahmut Ekrem, özellikle Abdülhak Hamit, v,b.) ; yeni nazım biçimleri ilkin Fransızca'dan yapılan manzum çevirilerde görülmüş, telif şiirlerde çok sonra kullanılmıştır; beyitlerin başlı başına birer bütün olmasıyla yetinilmeyip, bütün mısralar aralarında bir anlam bağı bulunmasına, Divan şiirindeki “parça güzelliği” anlayışı yer yine şiirin baştan sona kadar belli bir düşünce etrafında gelişmesine; yani “konu birliği” ne ve “bütün güzelliği” ne önem verilmiştir: genel olarak aruz vezni kullanılmakla birlikte, Türk'lerin tabiî ve ulusal vezninin hece vezni olduğu anlaşılmış, bu vezinle yazmaya tarafçılık edilmiş (Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Cevdet Paşa v.b), fakat bu istek geniş bir akım halini alamamış, sadece birkaç sanatçı (Ethem Pertev Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, Abdülhak Hâmit, Recai-zâde Mahmut Ekrem v.b.) tarafından girişilen birkaç deneme ile yetinilmiştir.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:01 pm

Servet-i Fünun(Edebiyat-ı Cedide):

Edebiyat-ı Cedide, II.Abdülhamit (hük. 1878-1909) devrinde, Servet-i Fünun dergisi çevresinde toplanan sanatçıların Batı edebiyatı yolunda meydana getirdikleri bir edebiyat hareketidir.

Bu edebiyat, 1896'dan 1901'e kadar sürmüştür. Recai-zâde Mahmut Ekrem, 1895 sonunda, Malûmat adlı bir dergide yazan Muallim Naci izleyicileriyle kafiyenin göz için mi, kulak için mi olduğu tartışmasına girişmiş ve bu gazeteye karşı cevaplarının bir kısmım Ser*vet-i Fünun dergisinde yayınlamıştır. Servet-i Fünun, Recai-zâde'nin Mekteb-i Mülkiye'den öğrencisi olan Ahmet İhsan Tokgöz tarafından 1891 yılından beri çıkarılmakta idi. Recai-zâde, bunu bir edebiyat dergisi hâline getirmek için Ahmet İhsan‘la anlaşmış ve kendisinin Mekteb-i Sultanî (Galatasaray Lisesi) den öğrencisi olan Tevfik Fikret'i derginin “kısm-ı.edebî ser-muharrirliği” ne getirmiştir. O sırada Mektep ve başka dergilerde yazan ve Recai-zâde tarafını tutan başka gençlerin de 1896'da bu dergi çevresinde toplanmasıyla “Edebiyat-ı Cedide” topluluğu meydana gelmiştir.

Edebiyat-ı Cedide'nin başlıca özellikleri şu noktalar üzerinde toplanabilir:

a. Edebiyat-i Cedide sanatçıları Batı uygarlığına, özellikle Fransa'ya hayranlık göstermişler, Türkiye'nin Avrupalaşma yoluyla yükseleceğine inanmışlar, orada sanat, bilim, ne buldularsa Türkiye'ye aktarmaya çalışmışlar; laik bir zihniyeti benimsemişler ve daima dindışı şiirler yazmışlardır.

b. Devlet ve siyaset konularına dokunmak, vatan, hürriyet, istikIâl, inkılap v.b. gibi, sözcük ve kavramları kullanmak yasak olduğu için, açıkça toplumsal yazılar yazmak olanağı bulunamamış, ancak aşk, merhamet v.b. gibi suya, sabuna dokunmayan temalar üzerinde dolaşılmıştır. (Edebiyat-ı Cedide sanatçıları bu yüzden, daha sonraki devirlerde, memleketi yansıtmamak ve ulusal olmamakla suçlandırılmışlardır).

c. Çağdaş Fransız edebiyatı örnek tutulmuş, hikâye ve romanda Realizm ve Naturalizm, şiirde Parnasizm ve Sembolizm akımlarının etkisi altında kalmıştır; Parnasyenlerin etkisiyle, “sanat
sanat içindir” görüşü benimsenmiştir. (Fikret, “toplum için sanat” anlayışıyla de eserler vermiştir).

ç. Tanzimat sanatçılarının tersine olarak, halka seslenmek düşünülmemiş, havasa mahsus bir edebiyat meydana getirilmiştir ; kendilerinin de söylediği gibi ; “Servet-i Fünun edebiyatı umuma avâma mahsus değildir”.

d.Bu düşünüşün bir sonucu olarak, dil konusunda da Tanzimat sanatçılarından daha geri bir anlayışla, konuşma dilinden büsbütün uzaklaşılmış yazı dilinde o zamana kadar kullanılanlardan başka, Arap ve Farsça sözcükleri karıştırarak Türkçe'de kullanılmayan birtakım yeni sözcükler (nahcir [av], şegaf [çılgınca sevgi], tirâje [alâimisema, gökkuşağı] v,b.) bulunup çıkarılmış; Batı ede*biyatından alınan yeni kavramlar Fars dilinin kurallarıyla kurulmuş birtakım yeni isim ve sıfat tamlamaları (sâât-ı semen-fâm [yasemin renkli saatler], lerziş-i bârid [soğuk titreme], v.b...) ve yeni bileşik sıfatlar (tehi-baht [boş talihli], şikeste-reng [kırık renkli], v.b...) ile karşılanmış: aynen Fransızca'da görü*len birtakım yeni deyim ve söyleyişler de (el sıkmak, dest-i izdivacını talep etmek v.b.) Türkçe'ye aktarılmış, nesirde Fransızca'nın sözdizimi Türk diline uydurulmaya çalışılmıştır.

e. Benzetmelerle yüklü olan süslü bir dille yazmak, yerli yersiz ah!, oh! gibi ünlemlere fazla yer vermek., ve bağlacını sık sık kullanmak, bir düşünceyi kuvvet*lendirmek veya ondan dönmek maksadıyla söz arasına evet evt!, hayır hayır! gibi sözcükler sıkıştırmak, ikide bir güzelim!, meleğim! gibi hitaplarda bulunmak Edebiyat-ı Cedide üslubunun başlıca zayıf, yapmacıklı yanıdır.

f. Hikâye ve roman türünde teknik kuvvetlenmiş (mesela, süs için yazılan gereksiz tasvirler ve konu dışı bilgi vermeleri vak'anın yürüyüşü durdurulmamış, serde yazarın kişiliği gizlenmiştir) ; Fransız realist ve natüralist yazarlarının eserleri örnek tutulmuş; bunun sonucu olarak, hep hayatta görülen ya da görülmesi olanağı bulunan olay ve kişiler anlatılmıştır; vak'alar çok defa İstanbul'da geçirilmiştir. (Abdülhamit devrinde memlekette gezi özgürlüğü olmadığı için, yazarlar memleketin İstanbul dışındaki yerlerini tanımıyorlardı).

Türk Edebiyatı'nın bu devrine Servet-i Fünun Devri denilmesi bu edebi hareketin Servet-i Fünun Dergisinde gerçekleşmesi ile ilgilidir.Divan edebiyatına karşı kurulmasına karşı çalışılan Avrupai Türk edebiyatını ifade için kullanılmasına Tanzimat devrinde başlanmış olan Edebiyat-ı Cedide teriminin de bu harekete ad olması ise hareketin bu terimi tamamiyle benimseyip kendi hakkında da pek sık kullanmasındadır.
Edebiyat-ı Cedide'yi meydana getirenler:Şair olarak,Tevfik Fikret,Cenap Şahabettin,Hüseyin Suat,Ali Ekrem,Ahmet Reşit,Süleyman Nazif,Celal Sahir. Hikayeci ve romancı olarak:Halit Ziya,Mehmet Rauf,Hüseyin Cahit,Ahmet Hikmet.
17 Mart 1891'de İstanbul'da Ahmet İhsan tarafından çıkarılmasına başlanılan Servet-i Fünun, isminden de anlaşılacağı gibi başlangıçta daha çok fenni yazılara yer veren bir dergiydi. Tevfik Fikret'in yazı işleri müdürlüğüne gelmesinden sonra tam bir edebiyat ve sanat dergisi olmaya başladı. Bu dönemde her türlü yayın büyük bir kontrol,basın sıkı bir sansür altında idi.

Dergi kısa zamanda gerek şekilce ve gerekse duyuş ve hayaller bakımından tamamıyla Avrupai şiirler,hikayeler,romanlarla dolmaya başladı.Türk şiirine Fransız şiirinden birçok yeni hayaller getirildi.Bunları ifade için yeni tamlamalar kullanıldı.Sözlüklerden yeni yeni Farsça ve Arapça kelimeler çıkarıldı.Böylece konuşma dilinden iyice uzaklaşıldı.1898 Yılının sonlarında Servet-i Fünuncular eski edebiyatı tutanlara karşı mücadeleyi kazanmıştır.

Yazarların kendi aralarında bazı anlaşmazlıklar ortaya çıktı.Zaten sanat anlayışında esaslar bakımından birleşmekle beraber bunların uygulanmasında öteden beri aralarında bazı görüş ayrılıkları vardı.1901 Yılının başlarında idari bir mesele yüzünden Ahmet İhsan ile Tevfik Fikret'in arasıda anlaşmazlıklar çıktı.Tevfik Fikret'in dergiden ayrılması üzerine Servet-i Fünun ciddi bir bulanımın içine düştü.Dergi II. Abdülhamit tarafından kapatıldı ve sorumluları mahkemeye verildi.Mahkeme tarafından şuçsuz bulundan Servet-i Fünun 5 Aralık 1901'de tekrar yayınlanmaya başladı.Ama kısa bir süre sonra tekrar dağıldı.Servet-i Fünuncular II.Meşrutiyet'e kadar pek az şey yayınladılar. Bu tarihten sonra tekrar ortaya çıktılarsa da şartlar değişmiş ve yeni bir nesil yetişmişti. Servet-i Fünuncular çalışmalarına ayrı ayrı dergilerde ve dağınık bir şekilde sürdürdüler ise de hiçbir zaman tekrar bir araya gelemediler.

Edebiyat-ı Cedide'nin başlıca sanatçıları şunlardır:

Şairler: Tevfik Fikret, Cenap Şahabettin, Hüseyin Siret Özsever, Hüseyin Suat Yalçın, A. Nadir (Ali Ekrem Bolayir), Süleyman Nesip (Süleyman Paşa-zâ*de Sami), İbrahim Cehdi (Süleyman Nazif), H..Nâzım (Ahmet Reşit Rey), Faik Ali Ozansoy, Celâl Sahir Erozan, v.b...

Nesirciler: Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Hüseyin Cahit Yalçın, Müftüoğlu Ahmet Hikmet, Safve*t Ziya. v.b...
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:01 pm

II.Meşrutiyet Sonrası:

II. Meşrutiyetten sonra Servet-i Fünun mecmuası etrafında kendilerine Fecr-i Ati adını veren yeni bir nesil toplanmıştır. Kısa ömürlü olan bu topluluk, Servet-i Füunculardan daha sade bir dil kullanmış sembolizm, empresyonizm ve romantizm gibi akımları eserlerine uygulamışlar, Avrupa Edebiyat ile Milli Edebiyat arasında bağ oluşturmuşlardır. Aruz'la şiir yazan Fecr-i Ati şairlerinden tanınmış ve orijinali Ahmet Hacim'dir. Başlangıçta Fecr-i Ati roman ve hikayecisi olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay ise, gerçek kişiliklerini Milli Edebiyat akımı içerisinde göstermişlerdir. Fecr-i Ati topluluğu dışında kalan İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy, Yahya Kemal Beyatlı kendi şiir anlayışlarına göre eserler veren ve daha sonra Milli Edebiyat akımına katılan şairlerdir. Modern Türk Edebiyatını yaratma amacıyla kurulan Tanzimat, Servet-i Fünun ve Fecr-i Ati toplulukları büyük hamleler yapmakla beraber ruhta büyük ölçüde Fransız sanatına bağlı, dil ve üslupta Osmanlıcaydı sürdüren, milli kimlik ve kişiliğe ulaşamamış bir edebiyat vücuda getirmişlerdir. Osmanlı imparatorluğunun dağılışı sırasında, Türk aydınlarının büyük bir bölümü, ümmete bağlı Osmanlıcılığın terk edilerek milliyetçiliğin benimsenmesinin, memleketin geleceği için gerekli olduğuna inanıyorlardı. Bu inanç sonucunda Türkçülük ve Milliyetçilik akımları doğmuş, her sahada milli kimlik ve kimlik arayışları başlamıştır. Türk Dili, Türk Vezni, Türk Zevki ve Kültürü ile Milli konuları, Milli Ülküleri işleyen Türk Edebiyatı ihtiyacı ve özlemi sonucunda 1911-1923 yılları arasında Milli Edebiyat akımı doğmuştur. Bir kısmı daha sonra Cumhuriyet dönemi yazar ve şairleri arasında da yer alan bu edebiyatın temsilcilerinin en önemlileri, Ziya Gökalp, Ömer Seyfettin, Mehmet Emin Yurdakul, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Kor yürek, Kemalettin Kamu, Aka Gündüz, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Halide Edip Adıvar, Refik Halit karay, Reşat Nuri Güntekin, Ahmet Hikmet Müftüoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Halide Nusret Zorlutuna, Şükufe Nihal, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar'dır. Cumhuriyet kültür, ideoloji, edebiyat alanlarında Milli Edebiyatçıları hemen bütünüyle devralmıştır. Milli Edebiyat akımının özellikleri, cumhuriyetin ilk on yılının da bir özeti olmaktadır. Bu çerçeve içerisinde, Milli Edebiyat akımının ilkeleri de şu şekilde belirtilebilir : Dilde yalınlık, halk edebiyatı şiir biçimlerinden yararlanma ve hece ölçüsü, konu seçiminde yerlilik. Yalın bir dille yazma, konularını hayattan ülke şartlarından seçme ve milli kaynaklara yönelme ilkelerinde birlenilmiştir. İslamcı, Osmanlıcı, gelenekçi görüşlere sahip yazarlardan , bireysel eğilimli yazarlara kadar tüm edebiyatçılara açık bir bütünlük mevcuttur. Çünkü artık söz konusu olan Milli Edebiyat akımı kavramı değil, Milli Edebiyat dönemidir. Bu akım dilde ve duyuşta 1911-1915 dönemi milliyetçilik fikirlerinin ön planda olduğu roman, hikaye, tiyatro eseri ve şiirler verilmesine yol açmıştır.


Türk milletine mensup olma şuuru, tarih içinde devamlılık düşüncesi, kendi kalarak Batılılaşma inancı, 1911-1923 yılları arasındaki akımın temelleridir. Bu dönemin bariz özelliği, Türk Romantizminin edebi tezahürlerini göstermesidir. Adını 1912'den itibaren duyurmakla beraber asıl şöhretini Milli Mücadele Devrinde kazanan Yahya Kemal Beyatlı, ölümüne kadar saf şiir peşinde koşmuş bir mısra kuyumcusudur. İslamcı şair olarak tanınan, başta İstanbul'da olmak üzere çeşitli şehir ve ülkelerin geri kalmışlığını, çaresizliğini, aydınların yabancı amacını anlatan Mehmet Akif Ersoy'un Safahat (Safhalar) adlı şiir kitabı hem aydınlar hem de geniş halk yığınları üzerinde büyük etki yapmıştır. Gerek Mehmet Akif Ersoy gerekse Yahya Kemal Beyatlı şiir dili ile konuşma dili arasındaki uzlaşmalığı ve Türk diline zor uyan aruzun engellerini ortadan kaldırıp yaşayan Türkçe ile başarılı şiirler yazmışlardır. Yahya Kemal Beyatlı sadece bir şair olarak değil, medeniyet ve kültür araştırıcılığı, çok çeşitli fikri ve edebi zenginlikleri şahsında toplamış, sohbetleri ile çığır açmış bir edebiyatçı olarak da tanınır. Birinci Dünya Savaşı ve Türk Kurtuluş savaşından sonra Türkiye'de meydana gelen en önemli olay, tarihe karışan Osmanlı Devletiyle birlikte, onun dayandığı müesseseler, sosyal tabaka, hayat felsefesi, dil ve üslubun ortadan kalkarak, yeni bir rejime, zihniyete ve sosyal düzene dayanan yeni bir devletin kurulmasıdır. Cumhuriyet devri, halk iradesine dayanan parlamento rejimini getirdi. Bu rejimi kuran ilk nesil, Kurtuluş savaşını kazanan subaylar, İkinci Meşrutiyet devrinde yetişen münevverlerdir. Hem büyük bir kumandan hem de kültür ve medeniyet konularında ileri görüşlü olan Mustafa Kemal Atatürk,bu münevverlerle birlikte Türkiye'nin sosyal, iktisadi ve kültürel yapısını değiştiren inkılapları gerçekleştirdi. Cumhuriyet devri edebiyatının ilk dönem eserleri bu siyasi, sosyal ve kültürel çerçevenin etkilerini taşır. Cumhuriyet kuruluşunu hazırlayan milliyetçilik ideolojisi içinde doğan Milli Edebiyat akımı Cumhuriyetin ilk yıllarında en olgun eserlerini verdi. Cumhuriyet rejimi ve bu devirde meydana getirilen sosyal ve iktisadi müesseseler üstünde başlarında büyük Türk sosyolog ve düşünürü Ziya Gökalp'in bulunduğu Türkçü ve Milliyetçi münevver zümre etkili oldu. Gökalp'in Türkiye ve Türkler için şekillendirdiği düşünceler başta Atatürk olmak üzere, Cumhuriyeti kuran birinci neslin dünya görüşünün kaynağını teşkil etti. 1880 yıllarından sonra doğan, II. Meşrutiyeti, Balkan savaşını ve Kurtuluş savaşını gören ve modern Türkiye Cumhuriyetinin aydın tabakasını meydana getiren nesil, felaketlerle olgunlaşmış ve zenginleşmiş hayat tecrübesine sahiptir. Halka ulaşabilmek ve onunla bütünleşebilmek için onun dilini kullanmak gerektiğine bu nesilden yazarlar eserlerinde konuşma dilini kullandılar. Halk dilini kullanırken gençlik yıllarında hayran oldukları Edebiyat-ı Cedide (Yeni Edebiyat) yazarlarının ince zevkini günlük dile aktardılar. Genç Kalemler Dergisinde başlayan bu çalışmalar başlangıçta Edebiyat-ı Cedide topluluğunda yer alan ve II. Meşrutiyet devrinde Türkçülük akımına katılan Ahmet Hikmet Müftüoğlu devrinin ilk dönem şairleri Türkçülerin yaygınlaştırdığı sade dil ve hece veznini kullandılar. Memleket gerçekleri ve bir ölçüde günlük hayat şiir konuları arasına girdi. Mütareke yıllarında şöhret kazanan hececiler, Orhan Seyfi Orhon (1890-1972) ve Yusuf Ziya Ortaç'dan (1896-1967) sonra yetişen Faruk Nafiz Çamlıbel (1898-1973) ile Kemalettin Kamu (1901-1948) Anadolu'yu ve vasat insan tipini şiire soktular. Hece vezni ile serbest tarzda şiirler yazan Enis Behiç Koryürek'in (1892-1949) şiirleri tarihi ve milli heyecanları yansıtır. Kendine has üslubu, vatan, coğrafya ve tarihini İstanbul dekoruyla canlandıran Yahya Kemal Beyatlı (1884-1958) hem şiirde hem de nesirde çok başarılı örnekler veren çok yönlü bir edebiyatçıdır.

Genç yaşında Rusya'ya giden ve oradan Marksist ve materyalist bir inançla dönen Nazım Hikmet Ran (1902-1963) Türkçe'nin estetiğini Mayakovski tesirleri taşıyan yeni bir tarzda kullanarak ihtilalci şiirler yazdı. 1960'lı yıllardan sonra Türk Edebiyatı içinde yaygınlaşan sosyalist akımının başlangıcı bu şiirler oldu. Ahmet Muhip Dıranas şiiri tamamen estetik olarak kabul eden şairlerdendir. Aynı nesilden olan Arif Nihat Asya (1904-1976) üslup ve ruh yönünden zenginliğini şiirlerine aksettiren orijinal bir şairdir. Türk Edebiyatında küçük klasik hikaye yazma geleneğinin kurucusu ve en başarılı temsilcisi olan Ömer Seyfettin'in (1884-1920) hikaye kitapları 144 baskı yaparken kendisi en çok okunan yazar oldu. Sait Faik Abasıyanık (1906-1948) ve Sabahattin Ali'nin 1935 yılından sonra yayınladıkları hikayeler, birbirinden farklı iki yeni çığır açtı. Sait Faik, konuları İstanbul'da geçen ve şahsi izlenimlerine dayanan şiir duygusuyla dolu hikayeler yazdı. Materyalist bir dünya görüşüne sahip olan Sabahattin Ali, dış tasvirlere ve sade olaylara fazla önem veren hikayeler yazdı. Bu iki yazarla birlikte 1960'lı yıllardan sonra yoğunlaşan günlük hayat ve olayların, düşünce ve beklentilerin edebiyata akması başladı. 1940-1945 yılları arasında Türkiye II. Dünya Savaşına katılmamakla birlikte, siyasi,sosyal,kültürel bakımdan büyük değişikliklere uğradı. İdeolojik yönden Nazizm ve Faşizme karşı açılmış olan bu savaş bütün dünyada olduğu gibi, Türkiye'de de batılı demokrasiye ve sosyalist akımlara üstünlük sağladı. Türkiye, bu yeni kuvvetler dengesi içinde Tanzimat'tan beri yöneldiği Batı medeniyetini ve örnek aldığı, Batı demokrasisini tercih etti. Demokrasiye bağlı hürriyet ve tenkitle beraber sosyalist ve Marksist görüşler de Türkiye'ye girdi. Şiirlerini 1941 yılında Garip adlı kitapta toplayan Orhan Veli Kanık'a ve onunla aynı tarzı paylaşan Melih Cevdet Andan ve Oktay Rıfat, Garipçiler adıyla anıldılar ve Türk şiirlerinde yeni bir akım meydana getirdiler. Bu akımın esası, şiiri öteden beri vazgeçilmez unsurlar sayılan vezin, kafiye ve benzetmelerden sıyırarak, duyuların yalın ifadesi haline getirmekti. Orhan Veli, bu tarzda yazdığı başarılı şiirlerle kendisinden sonrakileri büyük ölçüde etkiledi. Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956) aynı sadeliği vezin ve kafiyeyi kullanarak sağladı. Tarancı mısra içindeki belirli durakları kaldırarak veya değiştirerek hece vezninde yenilik yaptı. Bu neslin dünya görüşü Andre Gide'in tesiri ile varlık ötesi geçmiş ve gelecek tasavvurları olmaksızın anlık duyumlara dayanıyordu. Sait Faik'in eserleri de dahil olmak üzere bu grubun eserlerinde yaşama sevinci hakimdir. Serbest şiir hızla yayılmış, Asaf Halet Çelebi, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Behçet Necatigil gibi başarılı temsilciler yetişmiştir. Asaf Halet Çelebi bazı şiirlerinde doğu mistisizmi ile tasavvufu birleştirdi. İlk şiirlerinde serbest çağrışımlara yer veren Fazıl Hüsnü Dağlarca, şuur altının karanlık akımlarını ifade eden sembollerle dolu orijinal şiirler yazdı. Behçet Necatigil, şiirlerinde büyük şehir hayatı içinde ezilmiş ve kaybolmuş insanın kırık, karanlık, dolaşık duygularını anlattı. Şiirlerinde ahengi ihmal eden Necatigil, divan şiirinde olduğu gibi, gittikçe derinleşen bir arka planı işlemiştir. 1950 yılından itibaren Türk yazar ve şairlerinin büyük bir kısmı hayat görüşlerini "toplumsal gerçekçilik" adıyla edebiyata uyguladılar. Bu dönemde Batıdan gelen varoluşculuk ve gerçeküstücülük akımları da hayata bakış tarzıyla beraber eserlerinin kompozisyon ve üslubunu da değiştirdi. Son kırk yıllık Türk Edebiyatı Batıdan gelen akımlar, sosyalist dünya görüşü, milli ve dini yaklaşımlar ve çok partili dönemde çeşitlenen politik tercihler doğrultusunda fevkalade çeşitlilik göstermekte, edebiyat çok kere vasıta gibi kullanılmakta ve yeni arayışlar içinde görünmektedir. Kısa zaman içinde büyük şöhret kazanan veya adını pek az duyurabilen yazar ve şairlerin Cumhuriyet terkibi paralelinde kurulmakta olan yeni edebiyat geleneklerine katkıda bulunmakla beraber, bunlar hakkında içinde yaşarken objektif tenkitler yapmak ve edebiyat tarihindeki yerlerinin belirlenmesi mümkün olamamaktadır. Özellikle 1960'lı yıllardan sonra gelişen kadın yazar ve şairlerin sayılarının artmış olması feminist akımın da diğer pek çok akım gibi Türk Edebiyatı içinde yer almasını sağlamıştır. 1850-1986 yılları arasında isimleri en çok duyulan ve okunan roman ve hikayeciler şöyle sıralanabilir : Halide Nusret Zorlutuna, Nihal Atsız, Safiye Erol, Tarık Dursun K., Attila İlhan, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Kemal Tahir, Tarık Buğra, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Firuzan, Adalet Ağaoğlu, Sevgi Soysal, Tomris Uyar, Emine Işınsu, Sevinç Çokum, Selim İleri, Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Bekir Büyükarkın, Necati Cumalı, Haldun taner, Mustafa Kutlu, Muhtar Tevfikoğlu, Bahaettin Özkişi, Durali Yılmaz, Rasim Özdenören, Şevket Bulut.

Bu dönemin şairleri: Behçet Kemal Çağlar, Necati Cumalı, Ümit yaşar Oğuzcan, Bekir Sıtkı Erdoğan, Atilla İlhan, Yavuz Bülent Bakiler, Mehmet Çınarlı, Mustafa Necati Karaer, Munis Faik Ozansoy, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, İlhan Geçer, İlhan Geçer, Bedri Rahmi Eyüpoğlu, Turgut Uyar, Sezai Karakoç, Bahaettin Karakoç'tur
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:01 pm

Fecr-i Ati Edebiyatı:


24 Temmuz 1908'de ilan edilen II. Meşrutiyet'ten sonra ülkede canlı ve hareketli bir edebiyat hayatı başlamıştır. Edebiyatta ki bu canlılık aslında ülkede II.Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük ortamı içinde her türlü fikrin serbestçe tartışılabilir hale gelmiş olmasındandır.II.Meşrutiyet'in ilanından sonraki devirde edebiyatımız biraz da Abdülhamid'in baskılı rejiminden kurtularak imparatorluğu çepeçevre saran siyasi olayların içine girmiştir.

Bu yılların edebiyat ortamında edebiyata hevesli İstanbul gençlerinden bir grup 1909 da Fecri Ati adında bir topluluk kurarlar. Ülküleri Servet-i Fünun topluluğuna benzeyen fakat onlardan daha ileri bir edebiyat topluluğu meydana getirmektir. Bunlarda tıpkı Edebiyatı Cedideciler gibi Servet-i Fünun dergisini kendi eser ve görüşlerini yazacak bir organ saymışlar,edebiyatta yapmak istediklerini de bir bildiri ile açıklamışlardır.

Bu bildiride yeni görüşün hangi prensiplere sahip olduğu ve çizilmiş bir hedefe benzer hususlar yoktur. Edebi bir görüşün belirtilmesinden çok,genç edebiyatçıların birlikte hareket edecekleri ve topluca çalışıp yazacakları açıklanmıştır.Önemli bir prensip ortaya koyamayan ve Servet-i Fünuncular kadar etkili bir ekol olamayan Fecri Ati topluluğunun daha sonraları ortaya çıkan gaye ve prensibi şöyle özetlenebilir. “Sanat,şahsi ve muhteremdir.”

Ne var ki topluluğun üyelerinin hem yaş olarak çok genç olmaları,hem kültür yönünden oldukça zayıf bulunmaları,hem de edebiyatımızda yeni bir çığır açacak önemli prensipler ortaya koyamamış bulunmaları yüzünden Milli Edebiyat Hareketi'ni savunanlarca çok kolay bertaraf edilmişlerdir.Zaten Fecri Ati topluluğu varlıklarını gösterebilmek için sık sık kendilerinden öncekileri hırpalayan eleştiriler kaleme almaktan, Edebiyatı Cedideciler'in dil anlayışlarını sürdürüp bazı batı örnekleri teklifinden başka önemli bir rol oynayamamışlardır.

Ali Cenap Yöntem'in o zaman Selanik'te topluluğun muhabir azası olmasına rağmen, onların fikirlerini de eleştirmesi belli bir edebi görüş birliğinin Kurulmamış olduğunu gösterir.Bu yüzden Fecri Aticiler daha fazla dayanamayıp iki yıl sonra Balkan Savaşı içinde dağılmışlardır.

Fecri Ati topluluğunun yazarları şunlardır: Celal Sahir, Ahmet Haşim, Emin Bülent, Mehmet Fuat, Tahsin Nahit, Mehmet Behçet, Faik Ali, Refik Halit, Yakup Kadri, Hamdullah Suphi, Fazıl Ahmet, Şahabettin Süleyman...

Sonuç olarak bu topluluktan edebiyat tarihimize önemli bir ekol değil, bir kaç tane isim kalmıştır. Yakup Kadri, Refik Halit, Ahmet Haşim ve Fuat Köprülü.Bunlardan Ahmet Haşim dışında diğerleri Milli Edebiyat akımının önemli ölçüde etkisi altında kalarak, yazı hayatına devam etmişlerdir. Bilhassa Fuat Köprülü, daha sonraları yaptığı ilmi araştırmalarla Milli Edebiyat hareketinin aydınlanıp yayılmasına önemli katkılarda bulunmuştur.

Fecr-i Ati Edebiyatının Genel Özellikleri:

•Örnek olarak Fransız edebiyatını aldılar.
•Eserlerinde aşk ve tabiat konusunu işler.
•Duygulu ve romantik bir aşkı dile getirdiler.
•Gerçekten uzak tabiat tasvirleri yaptılar.
•Fransız sembolistlerinden etkilendiler.
•Şiirlerinde aruz veznini kullandılar.
•Serbest müstezatı geliştirerek kullanmaya devam ettiler.
•Ağır bir dil kullandılar.dil Arapça,Farsça kelime ve tamlamalarla yüklüdür.
•Herhangi bir yenilik getirememişlerdir. Serveti Fünun edebiyatının devamından öteye gidememişlerdir.
•Fecr-i Ati topluluğu: Refik Halit Karay, Ali Canip Yöntem, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Haşim, Celal Sahir gibi sanatçılardan oluşur.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:02 pm

Milli Edebiyat:

Meşrutiyet (1908) 'den sonra memlekette başlayan ve o devirde “Türkçülük” adı verilen milliyet hareketi, “edebiyatta millî kaynaklara dönme” düşüncesinin doğmasına yol açmıştır. “Millî kaynaklara dönme” sözüyle ; dilde sadeleşme, aruz vezni yerine hece veznini kullanma, yerli hayatı yansıtma kastedilmiştir. Bunları gerçekleştirmeyi ülkü edinen edebiyat akımına “Millî Edebiyat” adı verilmiştir.

a. Dilde sadeleşme hareketi 1911 nisanında Selanik'te Ömer Seyfettin, Ali Canip ve Ziya Gökalp tarafından çıkarılan Genç Kalemler dergisinde “Yeni Lisan” adıyla ileriye sürülmüştür. Bunlar, konuşma dilini yazı dili haline getirme davasını benimsemişler, “Millî edebiyat'ın millî lisan'dan doğacağı”nı (Ömer Seyfettin) söylemişlerdir. Bu hareket kısa zamanda tutunmuş ve XX. yüzyıl edebiyatının ayırıcı niteliği olmuştur.

b. Aruz vezni yerine hece veznini kullanma davası ilkin Mehmet Emin'in 1897 Yunan savaşı dolayısıyla yayınladığı Türkçe Şiirler adlı kitabı vesilesiyle ortaya sürülmüş, Rıza Tevfik'in halk şiirleri yolundaki koşma ve nefesleriyle desteklenmiş ise de, uzun zaman gerçekleşememiş; ancak Birinci Dünya Savaşı içinde, özellikle 1917'de Servet-i Fünun dergisi tarafından “Şairler Derneği” adıyla toplanan gençler (Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz, v.b.) tarafından benimsenmiştir.Bu dönemde aruz vezni de bir yandan sürüp gitmiş ve Mehmet Akif, Ahmet Haşim, Yahya Kemal gibi üç kuvvetli sanatçının elinde varabileceği gelişmenin en yüksek noktasına erişmiştir.

c. Yerli hayatı yansıtma davası ise, yalnız birkaç şair (Mehmet Emin, Mehmet Akif, kimi şiirleriyle Yahya Kemal, Cumhuriyet devrindeki bazı şiirleriyle Faruk Nafiz, v.b.) ve daha çok hikâye ve roman yazarları tarafından benimsenmiştir.

ç. Şiir alanında, hece vezninin ilk ürünlerini veren şairlerin (Mehmet Emin'den başka) hemen hepsi bir yandan aruzla yazmışlar; bir yandan da, Türkçülük hareketinin ve Ziya Gökalp'in etkisiyle, hece veznine yönelmişlerdir. Ne var ki, bunların hece vezniyle ortaya koydukları ürünler, yalnız biçim (dil, vezin, nazım biçimi) kaygısıyla yetinilen, derinliği olmayan, yalınkat manzumelerdir.


Gerçek değer taşıyan şiirler, aruzun son üç ustasının “Mehmet Akif, Ahmet Haşim, Yahya Kemal” kaleminden çıkmıştır. Bunlardan Mehmet Akif, önce Tev*fik Fikret'in uyguladığı “nazmı nesre yaklaştırma” hareketini sürdürüp geliştirmiş; Ahmet Haşim ile Yahya Kemal ise, bunun tam tersi bir tutumla, “şiir nesre çevrilme olanağı bulunmayan nazımdır; (...) musiki ile söz arasında, sözden çok musikiye yakın, ortalama bir dildir” (A.Haşim), ve “şiir, nesirden bambaşka bir hüviyettedir : musikiden başka türlü bir musikidir” (Y. Kemal) görüşünü savun*muş ve uygulamışlardır. Bu üç şair, bir yandan da, Türk şiirinde üç ayrı akımın temsilcisi olmuşlardır : Mehmet Akif, şiirde Tevfik Fikret'ten devir aldığı “Realizm” akımını geliştirmiş, “hayal ile alışverişi olmadığını, her ne demişse görüp de söylediğini, en beğendiği mesleğin hakikat olduğunu” bildirmiş, Fecr-i Âti topluluğundan gelen Ahmet Haşim, Batıdan gördüğü “Sembolizm” akımını benimsemiş, “dünyanın şekillerini hayal havuzunun sularında seyrettiğini; onun için, dünyanın taşlarını ve bitkilerini renkli bir akis gibi gördüğünü” belirtmiş; Yahya Kemal de, yine Batıda gördüğü “Romantizm” akımını benimsemiş ve bu anlayışla, Divan şiiri yolunda klasik şiir denemelerine girişmiş; sade dille ve yeni nazım biçimleriyle yazdığı şiirlerinde de yine biçim kusursuzluğuna, yapmacıksız ve sağlam anlatıma önem vermiştir.

Meşrutiyetten Mütareke sonuna kadar süren ve Trablusgarp Savaşı (1911), Balkan Savaşı (1912-1913), İkinci Dünya Savaşı (1914-1918), Mütareke yılları (1919-1922) gibi büyük olayları içine alan ve Osmanlı İmparatorluğunun parçalanıp yıkılmasıyla sonuçlanan bu dönemde, önemli sayılan yalnız iki şair (Mehmet Emin, Mehmet Akif) toplumsal konulara yönelmiş; ötekiler, ortalıkta sanki hiçbir şey yokmuşçasına, sadece aşk, özlem v.b. gibi, bireysel ve duygusal konular ve temalar üzerinde durmuşlardır.
Hikâye ve roman alanında, bir bölüğü “Fecr-i Âti” topluluğundan gelen “Yakup Kadri, Refik Halit), bir bölüğü bu topluluk dışında kalan (Ebubekir Hâ*zım, Ömer Seyfettin, Halide Edip, v.b.) sanatçılar, aralarındaki sanat anlayışı ve dünya görüşü ayrılıklarına rağmen, yerli, hayatı yansıtma konusunda birleşmiş görünüyorlar. Tanzimat ve Edebiyat-ı Cedide hikâye ve romanlarında vakaların İstanbul sınırları içinde kapalı durmasına karşılık, bu devirde, hikâye ve roman yurdun her köşesine açık tutulmuş, her tabakadan halkın yaşayışı konu olarak ele alınmıştır. Özellikle köy ve taşra hayatını anlatan başarılı ilk örnekler (Ebubekir Hâzım: Küçük Paşa; Refik Halit: Memleket Hikâyeleri; Reşat Nuri: Çalıkuşu, v.b.) bu devirde verilmiştir. Kimi kitapların adları dahi (Refik Halit: Memleket Hikâyeleri: Ömer Seyfettin: Yalnız Efe - Anadolu romanı; Yakup Kadri: yarım kalan Ateşten Gömlek - Anadolu romanı) sonradan “memleket edebiyatı” diye adlandırılan bu çığırı açıkça belirtir. İlkin edebiyatdışı bir amaçla, “taşraların ne halde olduklarını, köylülerin ne yaptığını, ne istediğini, memleketin neye muh*taç olduğunu yerinde görüp incelemek” için Tanin gazetesinin Anadolu'ya gönderdiği bir yazarının Anadolu'daki şehir, kasaba ve köyleri dokuz ay (1909-1910) adım adım dolaşarak hazırladığı röportaj niteliğindeki gezi notları (Ahmet Şerif: Ana*dolu'da Tanin) ve aynı yıl içinde “Anadolu fatihaları” nı dile getirmek amacıyla yazılan, fakat yayınlandığı zaman hiç de ilgi uyandırmadığı halde, Cumhuriyet devrinde dikkati çeken bir roman (Ebubekir Hâzım: Küçük Paşa) ile açılan bu çığır; Refik Halit'in Anadolu sürgününden getirdiği hikâyeler “Memleket Hikâyeleri” ile geniş bir ilgi görmüş; Kurtuluş Savaşı yıllarında ise Anadolu insanının çetin alınyazısı üzerine eğilme hareketi (Halide Edip: Dağa Çıkan Kurt, Ateşten Gömlek / Yaban, Millî Savaş Hikâyeleri) artık zorunlu ve yaygın bir hal almıştır.

Gözleme dayanan bu yerli hayatı yansıtma isteğinin sonucu olarak, çoğu yazalar Realizm (Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Refik Halit, Reşat Nuri, Memduh Şevket, v.b), hatta kimileri Natüralizm (Bekir Fahri, Selâhattin Enis, kimi hikâyeleriyle F. Celâlettin, kimi romanlarıyla Osman Cemal, v.b.) ilkelerini benimsemişlerdir.

Çoğu Fransız (Yakup Kadri, Refik Halit Reşat Nuri, Peyami Sata, Abdülhak Şinasi), kimisi İngiliz (Hailde Edip), kimisi Rus (Memduh Şevke) edebiyatlarının etkisi altında kalan bu devir sanatçılarının bir bölüğü de Hüseyin Rahmi ve Ahmet Rasim yolunu sürdürmüşlerdir (Ercüment Ekrem, Sermet Muhtar, Osman Cemal, kimi hikâyeleriyle F. Celâlettin).

Parti kavgalarının kızıştığı Meşrutiyet ve Mütareke devirlerinde okuyucunun mizaha ve toplumsal yergiye düşkünlük göstermesi, bir çok yazarın (Ömer Seyfettin, Refik Halit, Ercüment Ekrem, Sermet Muhtar, Osman Cemal, Reşat Nuri, F. Celalettin v.b) mizaha eğilim göstermesine yol açmıştır.

Tiyatro alanındaki verim, hikâye ve roman kadar başarılı sayılamaz. Gerçi, Meşrutiyetin ilânıyla birlikte birçok tiyatro topluluğu ortaya çıkmış; hattâ bir de tiyatro okulu açılıp ilk resmî tiyatro (Dârülbedayi-i Osmanî) kurulmuş; bunlar eser yetiştirmek için pek çok yazar o alanda birtakım denemelere girişmiş ise de, bunların çoğu başarı çizgisinin çok altındadır. çeviri ve uyarlama arasında bir tek çevirmenin (İbnürrefik Ahmet Nuri) uyarlamaları belli bir değer çizgisinin üstüne çıkmıştır.

Bu devrin başlıca yazar ve sanatçıları şunlardır:

Bilim yolunda: Ziya Gökalp. Fuat Köprülü. v.b.

Şiir alanında : (Aruz vezniyle) Mehmet Akif, Ahmet Haşim, Yahya Kemal Beyatlı, v.s.
(Hece vezniyle) Mehmet Emin Yurdakul, Rıza Tevfik Bölükbaşı, Halit Fahri Ozansoy, Enis Behiç Koryürek, Orhan Seyfi Orhon, Yusuf Ziya Ortaç, Faruk Nafiz Çamlıbel, v.b.(Bunlardan Ahmet Haşim fıkra ve gezi notları; Yahya Kemal makale; Halit Fahri, Yusuf Ziya, Faruk Nafiz man*zum oyun da yazmışlardır.)

Hikaye ve roman alanında: Ebubekir Hâzım Tepeyran, Ömer Seyfettin, Halide Edip Adıvar, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Refik Halit Karay, Ercüment Ekrem Talu, Selâhattin Enis, F. Cemâlettin, Osman Cemal Kaygılı, Reşat Nuri Güntekin, Peya*mi Safa, Memduh Şevket Esendal, Halikarnas Balıkçısı, Sermet Muhtar Alus, Abdülhak Şinasi Hisar, Mahmut Yesari. v.b.

(Bunlardan Ömer Seyfettin, Yakup Kadri, Refik Halit, Reşat Nuri, Sermet Muhtar, Mahmut Yesari oyun da yazmışlardır. İçlerinde anı yazanlar da vardır: Ebubekir Hâzım, Ömer Seyfettin, Halide Edip, Yakup Kadri, Refik Halit, Memduh Şevket, Halikarnas Balıkçısı. Bir çoğu fıkra ve makale de yazılmıştır.)

Tiyatro alanında: Musahip-zâde Celâl, İbnürrefik Ahmet Nuri, v.b.
Gezi ve röportaj alanında: Ahmet Şerif.

Röportaj - Mülâkat alanında: Ruşen Eşref Ünaydın.

Gezi, anı, deneme, fıkra, makale alanlarında: Falih Rıfkı Atay, vb.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:02 pm

EDEBİYAT AKIMLARI:


TANIM

Belli bir tarihsel süreçte edebiyatı, tür ve yazarın milliyeti bakımından herhangi bir ayrım olmadan şekilsel ve içeriksel olarak etkileyen belli üslup, duygu ve düşünce dizisidir. Belli başlı edebi akımlar, klasizm, romantizm (coşumculuk), parnasizm (sanat sanat içindir), naturalizm (doğalcılık), sembolizm (simgecilik), idealizm (ünanimizm), realizm (gerçekçilik), fütürizm (gelecekçilik), dadaizm, gerçeküstücülük (sürrealizm), letrizm (harfçilik), varoluşçuluk (egzistansiyalizm), personalizm (kişilikçilik) olarak sıralanabilir.


--------------------------------------------------------------------------------

KLASİZM



Edebiyatta eski Yunan ve Roma sanatını temel alan tarihselci yaklaşım ve estetik tutumdur. Yeniden doğuş diye adlandırılan Rönesans döneminde gelişmiştir. Bu akımın izleri bir önceki dönemde Rebelais ve Montaigne’de, hatta Aristoteles’tedir. Klasizmin temel öğeleri kendi içinde soyluluk, akılcılık, uyum, açıklık, sınırlılık, evrensellik, idealizm, denge, ölçülülük, güzellik, görkemliliktir. Yani bir eserin klasik sayılabilmesi için bu özellikleri barındırması gerekmektedir. Kısaca klasik bir eser, bir üslubun en yetkin ve en uyumlu ifadesini bulduğu eserdir. Klasizm temellerini Rönesans aristokrasisinden alır. Klasizm bir bakıma aristokrasinin akımıdır.


--------------------------------------------------------------------------------

ROMANTİZM



18. yüzyılın sonunda başlar ve 19. yüzyılın ortalarına kadar sürer. Kendisinden önceki klasizme bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Önce ön-romantizm dönemi denilen gelişmeler yaşanmıştır. Bu gelişmelerin en önemlisi, halkın beğenisinin klasizmin görkemli, katı, soylu, idealize edilmiş ve yüce anlatım biçiminden, daha yalın ve içten ve doğal anlatım biçimlerine kaymış olmasıydı. Romantizm, klasizmin düzenlilik, uyumluluk, dengelilik, akılcılık ve idealleştirme gibi özelliklerine bir başkaldırı niteliğindedir. Romantizm, doğduğu çağın akılcılığı ve maddeciliğine tepki olarak bireye, öznelliğe, akıl dışılığa, düş gücüne, kişiselliğe, kendiliğindenciliğe ve aşkınlığa, yani sınırları zorlayıp geçmeye önem verir. Tarisel olarak bu dönemde gelişen orta soylu sınıfın, yani burjuvazinin duygu, düşünce ve yaşam tarzını ön plana çıkarır.
Soyluların zarif sanat biçimlerini yapay ve aşırı incelikli bulan bu yeni sınıf, duygusal açıdan kendisine yakın hissettiği daha gerçekçi sanat biçimlerinden yanaydı. Böylece romantizm gelişme ve yaygınlaşma şansı buldu.
Romantizmin en önemli habercisi Fransız filozof ve yazar Jean Jacques Rousseau’dur. Ama İngiliz yazarlar William Wordsworth ve Samuel Taylor Coleridge’nin 1790 yılında birlikte yayınladığı Lirik Balatlar adlı eser romantizmin bildirgesi sayılır. Yine İngiltere’de William Blake, Almanya’da Friedrich Hölderlin, Johann Wolfgang von Goethe, Jean Paul, Novalis, Fransa’da Chateaubriand ve Madame de Stael romantizmin ilk temsilcileridir. Victor Hugo, Alphonse de Lamartine, Alfred de Vigny, Nodier, Soumet, Deschamp, Alfred de Musset romantik akımın önemli yazarlarıdır.


--------------------------------------------------------------------------------

REALİZM (GERÇEKCİLİK)



Bir estetik kavram olarak 19. yüzyıl ortalarında Fransa’da ortaya çıkmıştır. Nasıl ki romantizm klasizme bir başkaldırı niteliğinde ise gerçekçilik yani realizm, hem klasizme hem de romantizme bir başkaldırıdır. Amaç, sanatı klasik ve romantik akımların yapaylığından kurtarmak, çağdaş eserler üretmek ve konularını öncelikle yüksek sınıflar ve temalarla ilgili değil, toplumsal sınıflar ve temalar arasından seçmekti. Realizmin amacı, günlük yaşamın önyargısız, bilimsel bir tutumla incelenmesi ve edebi eserlerin bir bilim adamının klinik bulgularına benzer nesnel bir bakış açısıyla ortaya konmasıdır. Örneğin, realizmin iki güçlü temsilcisi Gustave Flaubert’in Madame Bovary adlı romanı ile Emile Zola’nın Nana adlı romanında cinsellik ve şiddet edebi bir mikroskop altında incelenerek olanca çıplaklığıyla ortaya konulmuştur. Realizm felsefesinin altında güçlü bir felsefi belirlenimcilik yatar. Fransız edebiyatında Flaubert ile Zola’nın yanısıra Honore de Balzac, Stendhal, Rusya’da Lev Tolstoy, Ivan Turgenyev, Fyodor Dostoyevski, İngiltere’de Charles Dickens ve Anthony Trollope, Amerika’da Theodore Dreiser, İrlanda'da James Joyce realizmin önemli temsilcileridir. Realizm, 20. yüzyıl romanının gelişimini de önemli ölçüde etkilemiştir.


--------------------------------------------------------------------------------

PARNASİZM



Adını, Louis Xavier de Richard ile Catulle Mendes’in hazırlayıp Alphonse Lemerre’in bastığı Le Parnasse Contemporain (Çağdaş Parnasçılık) adlı eserden alır. Klasizm, romantizm ve realizmin bütününe tepkili bir akımdır. 1830’lu yıllarda ortaya çıkmıştır. Temel kuramı "sanat sanat içindir" diye özetlenebilir. Aslında realizmin katı toplumculuğu ve gerçekçiliğine bir karşı çıkıştır. Daha çok şiirde kendini gösterir. Sanatsal biçim ve sanatsal içerik kaygısı ön plandadır. Bu akımın etkisindeki edebi eserlerde ölçülü ve nesnel bir anlatım, teknik kusursuzluk ve kesin betimlemeler kullanılır. Parnas şiir için "biçimciliği amaçlayan" şiir de denebilir. Parnasizm, bir yönüyle kendisinden sonraki doğalcılığa kaynak olmuştur. Zengin bir dil, zengin bir biçim, zengin ve yoğun bir duygusallık işlenir. Theophile Gautier’in şiirlerini, Theodore de Banville, Leconte de Lisle izlemiştir. Parnasizm, edebiyat tarihinde Leconte de Lisle ile özdeşleştirilir.


--------------------------------------------------------------------------------

DOĞALCILIK (Natüralizm)

19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında etkili olmuştur. Doğa bilimlerinin, özellikle de Darwinci doğa anlayışının ilke ve yöntemlerinin edebiyata uyarlanmasıyla gelişmiştir. Edebiyatta gerçekçilik geleneğini daha da ileri götüren doğalcılar, gerçekleri ahlaksal yargılardan, seçici bir bakıştan uzak bir tutum ve tam bir bağlılıkla anlatmayı amaçlar. Doğalcılık, bilimsel belirlenimciliği benimsemesiyle gerçekçilikten ayrılır. Doğalcı yazarlar, insanı ahlaksal ve akılsal nitelikleriyle değil, rastlantısal ve fizyolojik özellileriyle ele alır. Doğalcı yaklaşıma göre, çevrenin ve kalıtımın ürünü olan bireyler, dıştan gelen toplumsal ve ekonomik baskılar altında ezilir, içten gelen güçlü içgüdüsel dürtülerle davranırlar. Yazgılarını belirleyebilme gücünden yoksun oldukları için yaptıklarından sorumlu değillerdir.
Doğalcılığın kuramsal temelini Hippolyte Taine’in Historei de la Litterature Anglaise (İngiliz edebiyatı tarihi) adlı eseri oluşturur. İlk doğalcı roman Goncourt Kardeşler’in bir hizmetçi kızın yaşamını konu alan Germinie Lacarteux adlı yapıtıdır. Ama Emile Zola’nın Le Roman Experimental (Deneysel Roman) adlı eseri akımın edebi bildirgesi sayılır. Zola’nın yanısıra Guy de Maupassant, J. K. Huysmans, Leon Hennique, Henry Ceard, Paul Alexis, Alphonse Daudet doğalcı eserler veren yazarlardır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:03 pm

EDEBİYAT KURAMLARI:


Terry Eagleton’ın Edebiyat Kuramı adlı yapıtı Türkçeye çevrilmeden önce Türkiye’de edebiyat kuramları konusunda birden fazla kuramı tartışan en önemli kaynak, Berna Moran’ın ilk kez 1972’de yayımlanan Edebiyat Kuramları ve Eleştiri adlı kitabıydı. Niall Lucy’nin belirttiği gibi, Terry Eagleton’ın Edebiyat Kuramı adlı yapıtı İngilizcede 1983 yılında yayımlandıktan sonra “edebiyat ve diğer beşeri bilim lisans öğrencileri için değişmez bir metin” hâline gelmiş, “İngiliz edebiyatı müfredat programlarına ‘kuram’ı eklemek âdet ol[muştu]” (12). Türkçeye ilk kez 1990 yılında çevrilen kitabın, ülkemizde Batı’daki gibi bir etki yapabildiğini söylemek ise zor. Edebiyat incelemelerine kuramsal boyutu katmak tek bir kaynakla gerçekleştirilemeyeceğinden lisans düzeyindeki edebiyat programlarında kuram derslerine çoğu kez yer verilemedi. Kuramsal kaynakların büyük çoğunluğuna Türkçede ulaşılamadığı sürece dersler verimli olamayacaktı. Ders “verme”nin değil, “yapma”nın olanaklı hâle gelmesi için öğrencilerin bu metinlere doğrudan ulaşabilmeleri gerekiyordu.


Eagleton’ın kitabının çevrilmesinden bu yana edebiyat kuramlarıyla ilgili çok sayıda kitabın Türkçeye çevrilmiş olması ve bu konudaki kitapları yayımlayan yayınevlerinin sayısının artması, Türkiye’de edebiyat bilimi ve eleştiri alanındaki çalışmaların bundan böyle daha sistemli hâle geleceğini gösteriyor. Bu bağlamda, öncelikle, Metis Yayınları’nın “Eleştiri”, Ayrıntı Yayınları’nın “Sanat ve Kuram” ile Yapı Kredi Yayınları’nın “Cogito” adlı dizilerini anmak yerinde olur. 1990’dan bu yana Türkçeye kazandırılan kuramsal kitapların özgün yayın tarihleriyle çevirileri arasındaki zaman farkının azalması da ayrıca dikkat çekmekte. Son yıllarda yaşanan bu önemli gelişme sayesinde artık Türkiye’de de öğrenci merkezli edebiyat kuramları dersi yapmak olanaklı hâle geldi. Bu gelişme, aynı zamanda, kuramlara “yabancılığın” aşılmakta olduğu anlamına geliyor.


Eagleton’ın kitabında yer verilen kaynakların Türkçedeki çevirilerinin sayısında son yıllarda önemli bir artış olduğu görülüyor. Dahası, 1990’dan bu yana geçen sürede Eagleton’ın kaynakçasında yer almayan bazı yeni kaynaklar da Türkçeye çevrilmiş durumda.



Eagleton’ın kitabının ilk baskısı Türkçe yayımlandığında Tuncay Birkan tarafından hazırlanıp kitabın sonuna eklenen Türkçe kaynaklar kısmında o tarihe kadar çevrilen yazı ve kitapların büyük çoğunluğunun marksizm, yapısalcılık ve göstergebilim konularında yoğunlaştığı gözlemlenmekteydi. 1990’dan sonra marksist edebiyat kuramına olan ilgi, eski yoğunluğunda olmasa da devam etti ve bu alandaki bazı kitapların çevirileri yapıldı. Georg Lukács’ın ilk dönem yapıtlarından Roman Kuramı, Orhan Koçak’ın editörlüğünü yaptığı Metis Eleştiri dizisinden Cem Soydemir’in çevirisiyle 2003’te yayımlandı. Lukács’ın yazılarından yapılan Marksist İmgelem adlı bir derleme de 2004 yılında Yeni Hayat Kütüphanesi Yayınları’ndan çıktı. Marksist eleştirinin en önemli isimlerinden biri olan Fredric Jameson’ın Mehmet H. Doğan tarafından çevrilen Marksizm ve Biçim ile Dil Hapishanesi adlı kitapları da 1997 ve 2002 yıllarında yayımlandı. Marksist eleştiri bağlamında, Eagleton’ın “kamusallık” kavramından yola çıkarak eleştirinin işlevini tartıştığı Eleştirinin Görevi adlı kitabının da artık Türkçede okunabildiğini belirtmeliyiz.


Frankfurt Okulu’nun önde gelen düşünürleri Theodor Adorno ve Walter Benjamin’in edebiyat üstüne bazı yapıtlarının son yıllarda Türkçeye kazandırılmış olması da sevindirici. Adorno’nun edebiyat üstüne çalışmalarından yapılan bir derleme olan Edebiyat Yazıları, 2004’te Türkçeye çevrildi. Adorno’nun Benjamin’i konu alan Walter Benjamin Üzerine adlı kitabı da Türkçeye kazandırıldı. Benjamin’in yapıtlarından seçmelere yer veren Pasajlar ile Son Bakışta Aşk’ın da daha önce Türkiye’de yayımlandığını bu vesileyle hatırlatalım.


Edebiyat alanındaki önemli uygulamaları ile Türkiye’de de ilgi gören başka bir kuram olan yapısalcılık, 1970’lerin sonundan başlayarak bir hayli tanıtılmış ve tartışılmıştı. Aradan geçen sürede Tzvetan Todorov’un yapısalcılığın öncüsü kabul edilen Rus Biçimcilerinin önemli metinlerini bir araya getiren Yazın Kuramı adlı kitabı, akımın önde gelen temsilcilerinden Roland Barthes’ın birçok kitabı ve Todorov’un Poetikaya Giriş ile Fantastik adlı kitapları Türkçeye kazandırıldı. Todorov’un Poetikaya Giriş kitabının 1984 tarihli önsözü ve farklı eleştiri söylemlerini tartıştığı birinci bölümü edebiyat araştırmaları açısından büyük önem taşıyor. Poetikaya Giriş’in ikinci bölümünde yapısalcı çözümlemenin genel hatlarını ortaya koyan Todorov, Fantastik adlı yapıtında ise bu yöntemi fantastik türüne uyguluyor.


Yapısalcılık ve sonrasıyla ilgili kitapların Türkçeye çevrilmesi sevindirici bir gelişmeyken, bu kitaplarda sözü edilen metinlerin çoğuna Türkçede ulaşılamaması, çeviri alanında alınması gereken yolun ne kadar uzun olduğunu gösteriyor. Örneğin, Todorov’un kitaplarında adı geçen Erich Auerbach, Northrop Frye, Gérard Genette, Michael Riffaterre gibi önemli kuramcıların kitaplarının hiçbiri henüz Türkçeye çevrilmedi. Dahası, kitapları çevrilmesi gereken kuramcılar bunlarla da sınırlı değil.


1970’lerden başlayarak yapıtları Batı’da yoğun ilgi gören Mihail Bahtin’in kitapları da son yıllarda Türkçeye çevrilmeye başlandı. Sibel Irzık’ın yayına hazırladığı ve Cem Soydemir’in çevirdiği Karnavaldan Romana, Bahtin’in başlıca metinlerini bir araya getiren bir derleme olarak önemli bir boşluğu doldurdu. Bahtin’in kuramının karnaval, diyaloji ve heteroglossia gibi belli başlı kavramlarını ortaya koyacak biçimde hazırlanan ve Sibel Irzık’ın dikkate değer girişiyle sunulan kitap, Bahtin’le tanışmak isteyen okur için iyi bir başlangıç olacaktır. Bahtin’in en önemli kitaplarından biri olan Dostoyevski Poetikasının Sorunları da Cem Soydemir çevirisiyle Metis Eleştiri dizisinde yayımlandı. Bu kitabında Bahtin, çok dillilik ve çok seslilik nosyonlarını Dostoyevski’nin yapıtları bağlamında tartışıyor.


Edebiyat kuramları alanında kendine özgü bir yeri olan René Girard’ın ünlü “taklit arzu” kuramını geliştirdiği Romantik Yalan ve Romansal Hakikat, Metis Eleştiri dizisinin ilk kitabı olarak 2001’de yayımlandı. Girard, bu kitabında Cervantes, Dostoyevski, Flaubert, Proust ve Stendhal’in yapıtlarını yorumlayarak arzunun kendiliğinden ortaya çıkmadığını, her zaman bir dolayımlayıcıya ihtiyaç duyduğunu ileri sürüyor.


Türkiye’de son yıllarda feminizm, toplumsal cinsiyet ve postmodernizm gibi konularda bir hayli çeviri kitap çıkmasına rağmen, bunların edebiyat eleştirisiyle ilişki-sini ortaya koyan çalışmaların sayısının epey az olduğu görülüyor. Bunlar arasında Maggie Humm’un 2002’de yayımlanan Feminist Edebiyat Eleştirisi adlı kitabı Türkçede önemli bir boşluğu dolduruyor. Steven Connor’ın yine yakınlarda çevrilen Postmodernist Kültür adlı kitabı da edebiyatla ilgili bir bölümü nedeniyle bir kılavuz görevi üstleniyor. Niall Lucy’nin Postmodern Edebiyat Kuramı ise bir kılavuz çalışma değil; çünkü Lucy, kendine özgü bir perspektif geliştirdiği kitabında edebiyatta postmodernizmi “edebiyatı bir edebiyat meselesi olarak düşünen romantik bir gelenekten geldiği” (16) için romantizmin bir devamı sayıyor.


Türkçeye çevrilen edebiyat kuramı kitaplarının önemli bir kısmının doğrudan romanla ilgili olduğu gözlemleniyor. Bahtin’in, Girard’ın ve Todorov’unkiler gibi ağırlıklı olarak romanla ilgili kitapların yanı sıra Roland Barthes ve Ian Watt’tan derlenen Roman ve Gerçek Etkisi de bu kategoriye giriyor. Watt’ın yazısı, romanın doğuşu konusunda klasikleşmiş çözümlemeler içeriyor. Yazarın bu çözümlemelerinin kapsamlı olarak yer aldığı The Rise of the Novel adlı kitabının da Türkçeye çevrilmesi Türkiye’de romanın doğuşuyla ilgili çalışmalara katkıda bulunacaktır. Öte yandan, genel olarak anlatıyla ilgili kitaplar da son yıllarda çevrilmeye başlandı. Susana Onega ile José Angel García Landa’nın Anlatıbilime Giriş adlı kitabı, anlatıların yapısına ilişkin temel kavramları öğrenmek açısından yararlı bir kılavuz.


Roman türüyle ilgili kuramsal çalışmaların sıklıkla çevrilmesine karşın başta şiir olmak üzere diğer edebiyat türleri hakkındaki çevirilerin azlığı özellikle dikkat çekiyor. Biraz da bu boşluktan olsa gerek, birkaç eleştirmenin dışında Türkiye’de şiir eleştirisi kuramsal çerçeveden uzak, daha çok izlenimlere dayalı bir anlayışla sürdürülüyor. Örneğin, Paul de Man, Julia Kristeva ve Michael Riffaterre’in şiirle ilgili kuramsal yapıtları Türkçeye kazandırılabilse Türkiye’deki şiir eleştirisi de yeni bir boyut kazanabilir.


Edebiyat kuramlarıyla ilgili kitapların Türkçeye çevrilmesinde karşılaşılan en önemli sorun, çevirilerin niteliğinde ortaya çıkıyor. Kavram ve terimlerin Türkçeleştirilmesinin özellikle zor olduğu bu alanda başarılı çeviri yapabilmek üst düzeyde uzmanlık gerektiriyor. Geçtiğimiz yıllarda yapılan çevirilerde ciddî sorunlar yaşandı. Bazı yayınevleri çevrilen kitapları piyasadan toplamak zorunda kaldı. Bazı kitaplar ise “çevrilmiş” gibi görünüyorsa da bunları “okumak” olanaklı değildi. Bu konuda sevindirici bir gelişme, çevirisi yapılan ama önemli sorunları olan bazı kitapların yeniden çevrilmesiydi. Edebiyata kuramsal açıdan yaklaşan ilk yapıt sayılan Aristoteles’in Poetika’sı, ilk çevirisinden kırk yıl sonra Samih Rifat tarafından yeniden çevrildi. Terry Eagleton’ın Edebiyat Kuramı’nın çevirisi de 1990’daki ilk baskısından sonra Tuncay Birkan tarafından birçok sorunu giderilerek yeniden çevrildi ve 2004’te aynı yayınevi tarafından yayımlandı.


Son yıllarda edebiyat kuramlarıyla ilgili çevirilerin artmasının ardından oluşan en büyük beklenti, Türkiye’de kuramsal boyuta sahip eleştirel çalışmaların nicelik ve nitelik açısından doyurucu hâle gelmesidir. Ancak edebiyat alanındaki çalışmaların gelişmesi, diğer disiplinlerdeki çalışmalara da bağlı; çünkü günümüzde edebiyat eleştirisi diğer alanlarla alışveriş içinde olmak zorunda.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:03 pm

TÜRKÇE'NİN TARİHİ GELİŞİMİ:


Türkçe'nin ilk devresi hakkında açık ve kesin bir bilgi yoktur. İlk devrede Ana Türkçe ve daha sonraki devresinde İlk Türkçe adı verilmektedir. Bu devrelerden bugüne örnek kalmamıştır. Ana Türkçe farazî bir devredir. İlk Türkçe devresi, tarih sahnesinde görüldüğümüz zamana aittir. İlk Türkçe devresi; Büyük Hun İmparatorluğu zamanındaki Türkçe'dir. Bu devreden elimize herhangi bir örnek geçmemiştir. Hun devrinde söylenmiş bâzı şiirleri Çince metinlerden öğrenmek mümkündür. Vesikalara dayanan devre; Eski Türkçe adı verilen devrededir. Bu devrede milâdın başlangıcından II. asra kadar devam etmiştir. (Eski
Türkçe denince ilmî araştırmalarda II. asır akla gelir.) Türkçe'nin tarihî gelişmesi üç devreye ayrılmaktadır.

1- Eski Türkçe devresi : Başlangıçtan, II. asra kadar.
2- Orta Türkçe devresi : II. asır - 13. asır arası.
3- Yeni Türkçe devesi : 13. asır - 20. asır arası.

1. ESKİ TÜRKÇE DEVRESİ : Bu devrenin bilinen ilk metinleri 8. yüzyılda dikilmiş olan Orhun anıtlarıdır. Bu devre de içinde ikiye ayrılır.
a) Göktürkçe : Kendi yazımız olan Göktürk alfabesi kullanılmıştır. Bugüne kadar gelen en eski metindir. Göktürk yazısı ile yazılmış anıtlardır.
b) Uygurca : İslâmiyet'ten önceki bu Eski Türkçe devresinin Göktürk yazıtlarından sonraki yazılı ürünleri Uygur Türkçesi metinleridir.
Uygur Türkleri; Göktürklerin millî yazı dillerini bırakmış İranlılarla akraba olan bir kavim Soğdların yazısını ve Mani-Buda dinlerini kabul etmişlerdir. Eski Türkçe devresinin ikinci bölümünü teşkîl eden Uygur Türkçesi ile yazılmış eserler dinî mahiyettedir.

2. ORTA TÜRKÇE DEVRESİ : Bu devrede gerek Türk dilinde, gerek Türk kültüründe önemli değişmeler olmuştur. 10. asırda İslâmiyet resmen kabul edilmiş ve yazı olarak Arap harfleri alınmıştır. Bu devrede Karahanlı devletinin bulunması dolayısıyla Karahanlı Türkçesi de denmektedir. İslâmiyet'ten sonraki Türk edebiyatının ilk eseri Kutadgu Bilig'dir.
11. asırda yeni yazı dillerinin meydana gelem temayülü gösterdiği bir çağdır. Eski Türkçe devresindeki yazı dilinin ve bunun son safhası olan Uygur Türkçesi'nin bir devamı sayılmakla beraber zamanında Hakaniye Türkçesi diye adlandırılan Karahanlı Türkçesi, Doğu Türkçesi yazı dilinin başlangıcı olarak da kabul edilmektedir. Doğu, Batı ve Kuzey Türkçeleri olarak 13. asırdan itibaren ortaya çıkmaya başlayan yeni yazı dilleri devresi ile Eski Türkçe devresi arasındaki bu döneme; Orta Türkçe devresi veya geçiş devresi denmektedir.

3. YENİ TÜRKÇE DEVRESİ : 11. asrın yeni yazı dillerinin meydana gelme temayülü göstermeye başladığı Orta Türkçe devresini açıklarken işaret etmiştik. 13. asır sonlarına doğru, Doğu ve Batı Türkçe arasında yeni ve birbirinden farklı yazı dilleri meydana gelemeye başlamıştır. Doğu Türkçesi, Eski Türkçe'nin ve Karahanlı Türkçesi'nin bir devamı olarak ortaya çıkmıştır. Doğu Türkçesi, Orta Asya müşterek Türkçesi demektir. Batı Türkçesi, Oğuz Türkleri'nin konuşma diline dayanmaktadır. 13. asırdan itibaren yazı dili olarak kullanılmıştır. Batı Türkçesi iki koldan gelişmiştir. Bunları Osmanlı Türkçesi ve Azerî Türkçesi kabul edebiliriz. Bunlar arsındaki fark 15. asrın sonlarında görülmüştür. Daha önce her iki yazı dili de aynı özellikleri taşımıştır. Doğu Türkçesi'nin bir de Kuzey kolu vardır. 15. asra kadar devam etmiştir. Doğu Türkçesi ile ilgili Kuzey Türkçesi'ni Kıpçak Türkleri'nin kullandıkları yazı dili oluşturmuştur. Kıpçak Türkçesi mahsullerine, Kuzey Afrika'da ve Mısır'da rastlanmaktadır. Daha sonra Kıpçakça, Oğuzca unsurlar alarak Batı Türkçesi ile birleşmiştir. Çağatayca öncesi, Doğu Türkçesi adı da verilmektedir. Çağatay Türkçesi 15. asırda edebiyat dili olarak Ali Şîr Nevaî tarafından kurulmuştur. 16. asırda Babür Şah Çağatay Türkçesi'nin büyük temsilcisidir. 17. asırda da Çağatay Türkçesi ile yazılmış bâzı eserler bulunmaktadır. Çağatay Türkçesi'nin yerine Özbek yazı dili gelmiştir. Kuzey Türkçesi olarak Kıpçak Türkçesi'nden sonra Kırım ve Kazan Türkçesi'nin devam ettiğini görüyoruz. Batı Türkçesi iki koldan gelişmiş ve böylece bir edebiyat oluşmuştur. Osmanlı; Türkiye Türkçesi'nin tarihî devresini teşkil etmiştir.
Bugün yeni Türkiye Türkçesi kullanılmıştır. Azerî Türkçesi ise Kuzey ve Güney olmak üzere iki kolda gelişmiştir. Doğu Anadolu halk ağızları lehçe itibari ile Azeri Türkçesi'ne yakındır. Böylece Teni Türkçe devresi 13. asırdan 1908'e kadar gelmiştir. Bunun kolları Osmanlı ve Azerî Türkçesi, Çağatay öncesi ve Çağatayca, Kıpçak Türkçesi ve Kazan Türkçesi'dir. Yeni Türkçe devresi bugünkü modern hâlini almıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
JosE FATIHIO
AdmiN
AdmiN
JosE FATIHIO


Mesaj Sayısı : 1544
Yaş : 36
Kayıt tarihi : 14/09/07

Edebiyat Konu Anlatımı Empty
MesajKonu: Geri: Edebiyat Konu Anlatımı   Edebiyat Konu Anlatımı Empty2007-10-07, 4:03 pm

CÜMLENİN ÖĞELERİ:


BİR YARGIYI TAM OLARAK İFADE EDEN SÖZCÜK YA DA SÖZ ÖBEKLERİNE CÜMLE DENİR.CÜMLENİN YARGISI TEK BİR SÖZCÜKLE SAĞLANABİLECEĞİ GİBİ SÖZ ÖBEKLERİYLE DE SAĞLANABİLİR.YARGI NE KADAR AÇIKLANMIŞSA O DERECE ANLAŞILIR HALE GELMİŞTİR.İŞTE BİR YARGIYI ORTAYA KOYAN VE DESTEKLEYEN SÖZ ÖBEKLERİ CÜMLENİN ÖĞELERİNİ MEYDANA GETİRİR.

BİR CÜMLENİN OLUŞMASI İÇİN EN ÖNEMLİ ŞART, ORADA KİP VE ŞAHIS BİLDİREN BİR UNSURUN BULUNMASIDIR.YANİ EĞER CÜMLE İÇİNDE HERHANGİ BİR SÖZ, HABER VEYA DİLEK KİPLERİNDEN HERHANGİ BİRİYLE ÇEKİMLİ HALDE BULUNUYORSA O, BİR YARGI BİLDİRİYOR DEMEKTİR.YARGI BİLDİRMEK İSE CÜMLE OLMANIN EN ÖNEMLİ KOŞULUDUR.ŞAHIS BİLDİRMEK, CÜMLE OLMAK İÇİN HER ZAMAN GEREKLİ DEĞİLDİR.

CÜMLEDE BULUNABİLECEK ÖĞELER, YÜKLEM, ÖZNE, NESNE VE TÜMLEÇLERDİR.BUNLARIN ÖZELLİKLERİNİN NELER OLDUĞUNU ŞİMDİ AYRI AYRI GÖRELİM.

YÜKLEM
CÜMLEDE KİP VE ZAMAN BİLDİREREK YARGIYI ORTAYA KOYAN TEMEL UNSURDUR.TEK BAŞINA CÜMLE ÖZELLİĞİ GÖSTERİR.DİĞER ÖĞELER YÜKLEMİN TAMAMLAYICI ÖĞELERİDİR.
CÜMLEDE YÜKLEMİ BULMAK İÇİN HERHANGİ BİR ÖĞEYE SORU SORMAYIZ.ONU ÇEKİMLİ DURUMDA BULUNAN SÖZCÜKLERDEN ANLARIZ.
ÖRNEĞİN:
“BİLİYORUM” SÖZÜ “BİLMEK” EYLEMİNİN ŞİMDİKİ ZAMANKİ ÇEKİMLENDİĞİNİ GÖSTERİYOR.ÖYLE İSE YARGI BİLDİRİYOR DEMEKTİR.DOLAYISIYLA BİR CÜMLEDİR.
“GİDİLMELİ” SÖZÜ “GİDİLMEK” EYLEMİNİN GEREKLİLİK KİPİYLE ÇEKİMLENMİŞTİR.YARGI BİLDİRMİŞ VE YÜKLEM GÖREVİNDE KULLANILMIŞ DEMEKTİR
“HASTAYIM” SÖZÜ “HASTA” İSMİNİN, EKFİİLİ GENİŞ ZAMANIYLA ÇEKİMLENMESİNDEN OLUŞMUŞ, DOLAYISIYLA YARGI BİLDİRİP YÜKLEM OLMUŞTUR.
YÜKLEM DURUMUNDA BULUNAN UNSUR ELBETTE HER ZAMAN SÖZCÜK HALİNDE BULUNMAZ.



“OLAYI DUYUNCA KÜPLERE BİNDİ.”
CÜMLESİNDE “KÜPLERE BİNMEK” ; SİNİRLENMEK ANLAMINDA BİR DEYİMDİR.DEYİMLER KALIPLAŞMIŞ SÖZ ÖBEKLERİ OLDUĞUNDAN BİRBİRİNDEN AYRILMAZ DOLAYISIYLA CÜMLENİN YÜKLEMİ “KÜPLERE BİNDİ” OLACAKTIR.
“O ARTIK GÖZDEN DÜŞTÜ.”
“BEN BU KADAR İŞLE BAŞA ÇIKAMAM.”
CÜMLELERİNDE ALTI ÇİZİLİ SÖZ ÖBEKLERİ DE DEYİMDİR VE YÜKLEM GÖREVİNDE KULLANILMIŞTIR.DEYİMLER GİBİ DİĞER BİLEŞİK FİİLLER DE YÜKLEM OLDUKLARINDA BİRBİRİNDEN AYRILMAZ.ÖRNEĞİN;
“GİTMEDEN ÖNCE BANA TELEFON ETTİ.”
“BİR ANDA ORTALIKTAN YOK OLDU.”
CÜMLELERİNDEKİ ALTI ÇİZİLİ SÖZCÜKLER BİLEŞİK FİİL OLDUKLARINDAN BİRLİKTE YÜKLEM OLUR.
“AVLUDA BULDUĞUM DEMİR PARÇASI, MEĞER SOKAK KAPISININ ANAHTARIYMIŞ.”
“KASİDE, DİVAN ŞİİRİNİ NAZIM ŞEKİLLERİNDEN BİRİDİR.”
CÜMLELERİNDE ALTI ÇİZİLİ SÖZ ÖBEKLERİ İSİM TAMLAMASI OLDUĞUNDAN ONLARI OLUŞTURAN SÖZCÜKLER,HANGİ ÖĞE DURUMUNDA BULUNURSA BULUNSUN BİRBİRİNDEN AYRILMAZ.
“SONBAHARIN KIŞA DÖNDÜĞÜ, ESİNTİLİ, AZ GÜNEŞLİ BİR GÜNDÜ.”
CÜMLESİNDE DE ALTI ÇİZİLİ SÖZ, TAMAMEN SONDA BULUNAN ”GÜN” İSMİNİN SIFATLARINDAN OLUŞMUŞTUR DOLAYISIYLA BUNLARI BİRBİRİNDEN AYIRAMAYIZ.SONUÇTA ALTI ÇİZİLİ GRUP OLDUĞU GİBİ YÜKLEM OLMUŞTUR.
YÜKLEM BAZEN EDATLARLA BİLE KURULUR ÖRNEĞİN
“BU GÜN BİRAZ HASTA GİBİSİN.” CÜMLESİNDEKİ GİBİ EDATI BAĞLI BULUNDUĞU SÖZ ÖBEĞİYLE BİRLİKTE YÜKLEM GÖREVİNİ ÜSTLENMİŞTİR.
GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ YÜKLEMİ, HABER VEYA DİLEK KİPLERİYLE ÇEKİMLENMİŞ SÖZCÜK YA DA SÖZ ÖBEKLERİNDE ARIYORUZ.ELBETTE İSİM SOYLU SÖZCÜKLERDE BU ÇEKİM, EK FİİLLE YAPILMIŞ OLMALIDIR.






ÖZNE

CÜMLEDE YÜKLEMİN BİLDİRDİĞİ İŞİ, HAREKETİ YAPAN, YADA OLUŞ İÇİNDE BULUNAN ÖĞEDİR.CÜMLENİN TEMEL ÖĞESİDİR.ANCAK HER CÜMLEDE BULUNMAK ZORUNDA DEĞİLDİR.
CÜMLEDE ÖZNEYİ BULMAK İÇİN YÜKLEME “KİM” VE “NE” SORULARINI SORARIZ.ANCAK ÖZELLİKLE “NE” SORUSU, NESNEYİ BULMAK İÇİNDE SORULDUĞUNDAN,BİZ ÖZNE SORUSUNU YÜKLEME DEĞİŞİK BİÇİMDE SORARIZ.ÖRNEĞİN;
“ÖĞRETMEN SORUYU BANA SORDU”
CÜMLESİNDE “SORDU” YÜKLEMDİR.ÖZNEYİ BULMAK İÇİN YÜKLEME “SORAN KİM” DİYE SORUYORUZ.CEVAP OLARAK “ÖĞRETMEN” GELİYOR.ÖYLE İSE CÜMLENİN ÖZNESİ BU SÖZCÜKTÜR.
“BAHÇEDE ÇİÇEKLER AÇMIŞ.”
CÜMLESİNDE “AÇMIŞ” YÜKLEMDİR.YÜKLEME “AÇAN NE” SORUSU SORDUĞUMUZDA CEVAP OLARAK ÇİÇEKLER GELİYOR.DEMEK Kİ CÜMLENİN ÖZNESİ ÇİÇEKLERDİR.
GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ İNSANLAR İÇİN KİM,DİĞER VARLIKLAR İÇİN NE SORUSUNU SORUYORUZ.
ÖZNE BAZEN SÖZ ÖBEĞİ ŞEKLİNDE OLABİLİR.
“KANADI KIRILAN KUŞ,BAHÇENİN BİR KENARINDA BEKLİYORDU.”
CÜMLESİNDE “BEKLİYORDU” YÜKLEMDİR.YÜKLEME “BEKLEYEN NE” SORUSU SORDUĞUMUZDA CEVAP OLARAK KANADI KIRILAN KUŞ CEVABI GELİYOR.DEMEK Kİ CÜMLENİN ÖZNESİ BİR SÖZ ÖBEĞİDİR;DAHA DOĞRUSU BİR SIFAT TAMLAMASIDIR.
CÜMLEDE ÖZNE, AÇIK OLARAK VERİLEBİLECEĞİ GİBİ YÜKLEMİNDEN ÇEKİMİNDEN DE ÇIKARILABİLİR.CÜMLEDE OLMAYAN, YÜKLEMDEN BU TÜR ÖZNELERE GİZLİ ÖZNE ADI VERİLİR.
“SANA BU KİTABI İKİ GÜNLÜĞÜNE VEREBİLİRİM.”
CÜMLESİNDE “VEREBİLİRİM” YÜKLEMDİR.YÜKLEME “VEREN KİM” SORUSU SORDUĞUMUZDA CEVAP OLARAK “BEN” CEVABI GELİYOR.ÖYLE İSE BU CÜMLENİN ÖZNESİ GİZLİ ÖZNEDİR.
BAŞKA BİR ÖZNE TÜRÜ DE SÖZDE ÖZNEDİR.BUNUN BULUNUŞUNUN DİĞER ÖZNELERDEN FARKI YOKTUR.EĞER CÜMLENİN YÜKLEMİ EĞER EDİLGEN BİR FİİL İSE ÖZNESİ SÖZDE ÖZNE OLUR.
ÖZNE, İSİM ÇEKİM EKLERİNDEN HAL EKLERİNİ ALMAZ.BİR CÜMLEDE BİRDEN FAZLA ÖZNE BULUNABİLİR.BU ÖZNELER BAĞLAÇLARLA YADA NOKTALAMA İŞARETLERİ İLE BİRBİRİNE BAĞLANIR.
“BEN, KARDEŞİM VE ANNEM PİKNİĞE GİDECEĞİZ.”
CÜMLESİNDE “GİDECEĞİZ” YÜKLEMDİR.BEN,KARDEŞİM VE ANNEM ÖZNE GÖREVİNDE KULLANILAN ŞAHISLARDIR.


NESNE
CÜMLEDE YÜKLEMİN BİLDİRDİĞİ İŞTEN ETKİLENEN ÖĞEDİR.YÜKLEME SORULAN “KİMİ NEYİ, NE” SORULARINA CEVAP VERİR NESNEYİ BULDURAN SORULARLA ÖZNEYİ BULDURAN SORULAR ÇOĞU ZAMAN BİRBİRİYLE KARIŞIR.KARIŞMAMASI İÇİN CÜMLENİN YÜKLEMİNİ BULDUKTAN SONRA,ÖNCE ÖZNENİN, DAHA SONRA NESNENİN BULUNMASI GEREKİR.ÖRNEĞİN;
“DÜN OKULDA KALEMİ KAYBOLMUŞ.”
ÖZNE YÜKLEM

İŞTE BÖYLE BİR KARIŞIKLIĞA MEYDAN VERMEMEK İÇİN, ÖNCE CÜMLENİN ÖZNESİ SONRA NESNESİ ARANIR.KARIŞIKLIĞIN SEBEBİNE GELİNCE; ”-i” EKİ HEM HAL EKİDİR, HEM DE ÜÇÜNCÜ TEKİL ŞAHIS İYELİK EKİDİR.NEYİ SORUSU İKİ EKLİDE KULLANILDIĞINDAN EKİN HANGİSİ OLDUĞUNA DİKKAT EDİLMELİDİR.HAL EKİ NESNE YAPAR, İYELİK EKİ İSE YAPMAZ.
NESNELER HAL EKİNİ ALIP ALMAMALARINA GÖRE İKİ GRUPTA İNCELENİR.

1.BELİRTİLİ NESNE
NESNE GÖREVİNDE BULUNAN SÖZ ”-i” HAL EKİ ALMIŞSA, NESNEYE BELİRTİLİ NESNE DENİR.
“ELİNDEKİ ÇİÇEKLERİ ANNESİNE VERDİ.”
CÜMLESİNDE “ÇİÇEKLERİ” NESNESİ “-i” HAL EKİ ALDIĞINDAN BELİRTİLİ NESNEDİR.

2.BELİRTİSİZ NESNE
NESNE GÖREVİNDE BULUNAN SÖZ “-i” HAL EKİNİ ALMAMIŞSA NESNE, BELİRTİSİZ NESNEDİR.
“ANNESİ İÇİN ÇİÇEK TOPLADI.”
CÜMLESİNDE “ÇİÇEK” NESNESİ BU EKİ ALMAMIŞ VE BELİRTİSİZ NESNE OLMUŞTUR.
BELİRTİSİZ NESNE BAZEN ÖZNEYLE KARIŞTIRILABİLİR.ÖRNEĞİN;
“OTOBÜS YOLCU TAŞIR.”
CÜMLESİNİN YÜKLEMİNE “NE TAŞIR?” DİYE SORDUĞUMUZDA HEM “OTOBÜS” HEM “YOLCU” CEVABI GELİR.BU DURUMDA HANGİSİ ÖZNE HANGİSİ NESNEDİR KARIŞIR.”TAŞIYAN NE?” SORUSUNA “OTOBÜS” CEVABI GELİYOR; BU ÖZNEDİR.”OTOBÜS NE TAŞIR?” SORUSUNA CEVAP VEREN “YOLCU” SÖZÜ İSE NESNEDİR; ÇÜNKÜ ÖZNEYİ BULDUKTAN SONRA SORULAN “NE” SORUSU DAİMA NESNEYİ VERİR.


CÜMLEDE BİRDEN FAZLA NESNE BULUNABİLİR.BUNLAR BAĞLAÇ YA DA NOKTALAMALARLA BİRBİRİNE BAĞLANIR.
“KAPIYI, PENCEREYİ ARDINA KADAR AÇMIŞ.”
NESNE NESNE YÜKLEM
CÜMLEDE İKİ NESNE VARDIR.
NESNE GENELLİKLE YÜKLEMİ FİİL OLAN CÜMLELERDE BULUNUR.ÇOK AZ DA GÖRÜLSE BAZI İSİM SOYLU SÖZCÜKLERİN YÜKLEM OLDUĞUNDA NESNE ALDIĞI DA OLUR.ÖRNEĞİN;
“HAYATIMI SANA BORÇLUYUM”
CÜMLESİNDE “BORÇLUYUM” YÜKLEMDİR.”BORÇLU” İSİMİ EKFİİL ALARAK YÜKLEM OLMUŞTUR.İSİM SOYLU OLDUĞU HALDE “HAYATIMI” NESNESİNİ ALMIŞTIR.


DOLAYLI TÜMLEÇ
YÜKLEMİN YÖNELDİĞİ, BULUNDUĞU, ÇIKTIĞI YERİ GÖSTEREN ÖĞEDİR.YÜKLEME SORULAN “-e”,”-de” VE “-den” HALİNDEKİ SORULARA AYNI EKLERİ ALARAK CEVAP VEREN SÖZ YA DA SÖZ ÖBEKLERİ DOLAYLI TÜMLEÇ GÖREVİNDE BULUNUR.
“ELİNDEKİ KİTAP VE DEFTERLERİ BANA VERDİ.”
D.T YÜKLEM
“BENİ SINIFTA İKİ SAATTİR BEKLİYORMUŞ.”
D.T YÜKLEM
DOLAYLI TÜMLEÇLER, DİĞER ÖĞELERDE OLDUĞU GİBİ , DEĞİŞİK SÖZ ÖBEKLERİ HALİNDE BULUNABİLİR.ÖRNEĞİN;
“HEPİMİZ RESMİN GÜZELLİĞİNE HAYRAN KALDIK.”
D.T YÜKLEM


ZARF TÜMLECİ
YÜKLEMİN ZAMANINI,DURUMUNU,MİKTARINI,YÖNÜNÜ,KOŞULUĞUNU VB. BİLDİREN ÖĞELERDİR.
“HAVA KARARMADAN KÖYE İNMELİYİM.”
ZARF TÜMLECİ YÜKLEM
“ALDIĞI NOTLAR ŞAŞILACAK KADAR YÜKSEKTİ.”
ZARF TÜMLECİ YÜKLEM
YÜKLEMİ İSİM OLAN CÜMLELERİ ÖĞELERİNE AYIRIRKEN DİKKATLİ OLMAK GEREKİR.ÇÜNKÜ DURUM ZARFIYLA NİTELEME SIFATINI BULDURAN SORU AYNIDIR.YANİ “NASIL” SORUSU HEM ZARF TÜMLECİNİ HEM SIFATI BULDURUR.ÖRNEĞİN;
“ONU BUGÜNLERDE ÇOK DALGIN GÖRÜYORUM.”
CÜMLESİNDE ALTI ÇİZİLİ SÖZÜN CÜMLE ÖĞESİ OLARAK GÖREVİ ZARFTIR.ÇÜNKÜ “NASIL GÖRÜYORUM?” SORUSUNA,YANİ FİİLE SORULAN SORUYA CEVAP VERİYOR.



EDAT TÜMLECİ
YÜKLEMİNE NE İLE, KİMİN İLE, HANGİ AMAÇLA, YAPILDIĞINI GÖSTEREN SÖZ ÖBEKLERİNE EDAT TÜMLECİ DENİR.
“O,BÜTÜN YAZILARINI, DOLMA KALEMLE YAZAR.”
“BU ARAŞTIRMAYI ARKADAŞLARIYLA YAPMIŞ.”
CÜMLELERİNDEKİ ALTI ÇİZİLİ SÖZ ÖBEKLERİ EDAT TÜMLECİ SAYILIR.
YÜKLEME SORULAN SORULARA CEVAP VERMEYEN SÖZ YADA SÖZ ÖBEKLERİ CÜMLE DIŞI UNSUR SAYILIR.ÖRNEĞİN;
“AHMET, SANA DEFALARCA GEÇ KALMAMANI SÖYLEMEDİM Mİ?”
D.T Z.T NESNE YÜKLEM
GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ “AHMET” SÖZÜ CÜMLEDE YÜKLEME SORULAN HİÇ BİR SORUYA CEVAP VERMİYOR,YANİ CÜMLE DIŞI UNSURDUR.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://turkiye.canadaboard.net
 
Edebiyat Konu Anlatımı
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Edebiyat Takvimi

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
: : : SÜPER FORUM TÜRKİYE : : : :: EDEBİYAT DÜNYASI :: Türk Dili ve Halk Edebiyatı-
Buraya geçin: